ENGLISH
  Güncelleme: 26/11/2008

2008-10-09 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2008-10-09 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

BERLİNER ZEİTUNG: "İSTANBUL'DAKİ SON RAHİPLER"

BERLİN, 25/09(BYE)--- Tirajı günde 165 bin 900 olan liberal eğilimli Berliner Zeitung'un 25 Eylül 2008 tarihli sayısında, Günter Seufert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

--İstanbul'un Halki Adası'ndaki Rum-Ortodoks Rahip Okulu Uzun Yıllardır Kapalı Bulunuyor. Bu Durum Yakında Değişebilir--

İstanbul açıklarındaki Halki Adası'nda bulunan Rum-Ortodoks Rahip Okulu 37 yıldır kapalı bulunuyor. Türklerin Heybeliada olarak adlandırdıkları Halki Adası Marmara Denizi'ndeki ikinci büyük ada. Adadaki ruhban okulu 1971 yılına kadar Ortodoks dünyasının en önemli eğitim kurumları arasında bulunuyordu. Konstantinopel Ekümenik Patrikliğine (MA) bağlı okul 1844 yılında padişahın izniyle kurulmuş ve hızla Osmanlı İmparatorluğunda Ortodoks eğitiminin merkezi haline gelmişti.
Bu dönemler eskide kaldı. Laik Türkiye Cumhuriyeti çok dinli yaşamı engelledi. Günümüzde ruhban okulunun sınıfları boş. Adadaki üç rahip, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye okul konusunda uyguladığı baskının etki göstermesini bekliyor. Rahipler, AB sayesinde okulun yeniden açılması umudunu taşıyorlar. Önümüzdeki pazartesi Alman Kardinal Joachim Meisner okula bir ziyaret düzenleyecek.
Fener Patriki Bartholomeos'un basın sözcüsü Diyakoz Doretheos, 50'li yıllarda İstanbul'da 120 bin Ortodoks Hristiyanın yaşadığından günümüzde ise sadece yaklaşık iki bin kişinin kaldığından söz ediyor. Bu rakamın azalmasında İstanbul'daki Yunanların toplu halde kovulmaları, mallarının yağmalanması ve ayrımcılığa maruz kalmaları etkili oldu. Bunun yanı sıra Hristiyanların emlakları istimlak edildi. Bu bağlamda Halki Adası'ndaki ruhban okulunun kapatılması önem arz etmektedir.
Türkiye'de 1971 yılında ordunun darbesi sonrasında ruhban okulu kapatıldı. 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması'nın dini azınlıkların kurumlarını koruma altına almasının bir faydası olmadı. Türk yasalarına göre ancak Türk vatandaşı birisinin İstanbul Patriki olabilmesi mümkün. Ayrıca yasalar aynı zamanda din görevlisi eğitimini de baltalıyor. Diyakoz Doretheos, Patrikhanenin yıllardır ABD ve AB'den ruhban okulu konusunda Ankara'nın bir girişimde bulunması için taleplerde bulunduğunu belirtiyor. Bu nedenle aşırı sağ eğilimli MHP uzun zamandır Patrikhaneye karşı bir tutum içinde bulunuyor. Avukat Kemal Kerinçsiz ise Patrik hakkında "ülkenin bağımsızlık hakkına aykırı davrandığı" iddiasıyla suç duyurusunda bile bulundu.
Doretheos, ruhban okuluna tüm dünyadan öğrenci ve eğitmen alınmasına müsaade edilmesini istiyor. Okul kapatılmadan önce de zaten adaya gelen öğrencilerin yüzde 70'i Yunanistan, Balkanlar, ABD ve Avrupa'dan geliyordu.

HAMBURGER ABENDBLATT:"DİL VE EĞİTİM, ENTEGRASYONUN ANAHTARIDIR"

BERLİN, 26/09(BYE)--- Tirajı günde 250 bin 763 olan Hamburger Abendblatt gazetesinin 26 Eylül 2008 tarihli sayısında, Marlies Fischer imzasıyla Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Ahmet Acet ile yapılan ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

FİSCHER: Altı aydan beri Berlin'de büyükelçilik görevinde bulunuyorsunuz, Türk-Alman ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ACET: Bizler dış siyaseti ilgilendiren önemli konularda ve entegrasyon siyasetinde aynı görüşlere sahibiz. Gerçi Avrupa Futbol Şampiyonasında Almanya'ya yarı finalde yenildik, ama final maçında Türk futbolseverlerin Alman Milli Takımını desteklemiş olmaları dostluğun ve entegrasyonun bir göstergesidir. Ekonomik anlamda ilişkilerimiz gayet iyidir. Almanya, Türkiye'nin en büyük ticari ortağıdır. İki ülke arasındaki ilişkiler birbirimizi eleştirebilecek kadar iyi bir düzeydedir.

FİSCHER: Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın şubat ayında Köln'deki konuşması birtakım sıkıntılara neden olmuştu.

ACET: Her iki taraf da bazı yanlış anlamalara sebep oldu ve abartılı haberler yayımladı. Bizim için geçerli olan, Başbakanın, Şansölye Merkel ile çok olumlu bir buluşma gerçekleştirmiş olmasıdır.

FİSCHER: Entegrasyon konusunda burada yaşayan Türklere neler söylemek istersiniz?

ACET: En önemlisi eğitim ve dil hakimiyetidir. Almanca öğrenmeyenin muhtemelen pek bir şansı olmayacaktır. Ayrıca güvence, entegrasyonun bir anahtarıdır. Herhangi bir göçmen kendisini ve malını güvence altında hissederse, içinde bulunduğu topluma dahil olacaktır. Buradaki Türkler aynı zamanda kültürel kimliklerine de sahip olmak istiyorlar. Bunun karışımına dikkat etmek lazım, umarım Almanya'daki Türk aileler bunu çocuklarının iyiliklerine yönelik idrak ederler.

FİSCHER: Bu yılki Frankfurt Kitap Fuarının onur konuğu Türkiye. Ülkeniz için bunun anlamı nedir?

ACET: Bu olağanüstü bir onurlandırmadır. Cumhurbaşkanı Gül açılışa katılacaktır. Ayrıca Türkiye için kültürünü, tinsel yaşamını ve edebi anlamda çeşitliliğini tanıtması için iyi bir fırsattır. Türkiye, göçmenler ve paralel toplum kavramlarından ibaret değildir.

FİSCHER: Türk piyanist Fazıl Say, Ankara Fuarının açılışı için sunacağı oratoryosunun, hükümeti sık sık eleştirmesi nedeniyle iptal edildiğini tahmin ediyor.

ACET: Sanmıyorum. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk da hükümeti eleştiriyor, fakat kendisi Frankfurt'ta önemli bir role sahip.

FİSCHER: Türkiye'de bu yaz siyaset dünyasında iktidar partisi AKP hakkında kapatma davası sebebiyle büyük çalkantılar yaşandı. Anayasa Mahkemesi'nin temmuz ayı sonlarında partinin yasaklanmasını kabul etmemesi neticesinde acaba ülkedeki ortam tekrar sakinleşti mi?

ACET: Biz 2007 yılında da meclis ve cumhurbaşkanı seçimleri nedeniyle çalkantılı bir dönem geçirmiştik. Fakat bu yaz Türkiye hukuk devleti olarak işlerliğini kanıtlamak durumunda kaldı. Gerçekten de, büyük bir krizi sıyrıklarla atlatarak bunu başardık. Türk demokrasisi oldukça iyi işliyor, sağduyu galip gelmiştir.

FİSCHER: Türkiye'nin AB ile yürüttüğü üyelik müzakereleri ne durumdadır?

ACET: Her ne kadar birtakım siyasi sıkıntılardan ya da Türkiye'nin reformlar konusunda gösterdiği iradenin azaldığı iddiasından söz edilse de, müzakereler 2005 yılından bu yana plan doğrultusunda yürütülmektedir. Hükümet şu sıralarda AB üyeliğine yönelik yeni bir yol tarifesi hazırlıyor. Buna göre, üyelik 2013-2014 yıllarında gerçekleşebilir.
FİSCHER: AB, İrlanda'nın Lizbon Anlaşmasına "hayır" demesi sonrasında krize girdi. Acaba Türkiye hala bu durumdaki bir birliğe girmek istiyor mu?

ACET: AB halihazırda güçsüz bir durumda bulunuyor. Türkiye ise müzakereler vasıtasıyla kendisini modernize etmeye çalışıyor. Biz üzerimize düşeni yerine getiriyoruz, Türkiye bütün koşulları yerine getirirse, günün birinde AB üyesi olacaktır.

FİSCHER: Türkiye, Gürcistan'ın komşuları arasında. Acaba Kafkas krizinin NATO üyesi Türkiye'nin bölgedeki rolüne nasıl bir yansıması olmuştur?

ACET: İstişarelere önem veriyoruz, zira Türkiye'nin Rusya ve Gürcistan ile harikulade ilişkileri mevcuttur. Biz kendimizi arabulucu olarak görmüyoruz, biz diyaloğun gelişmesini arzuluyoruz.

DEUTSCHLANDFUNK: "ERDOĞAN GERİ VİTESE ALDI"

ANKARA, 26/09(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Deutschlandfunk haber portalının 25 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, Gunnar Köhne imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Türk Başbakanı Üzerindeki İç Politik Baskılar Artıyor--

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın muhafazakar İslami AKP hükümeti son zamanlarda başarısızlıklara, skandallara ve olumsuz manşetlere tahammül etmek zorunda kaldı. Geçen sene elde edilen net seçim zaferi ve partinin kapatılmasının önüne geçilmesinin ardından AKP'nin en sonunda yeniden AB reform sürecine devam edeceği yönünde Tayyip Erdoğan'a duyulan ümit büyüktü. Fakat Erdoğan ve onun AKP'si hakkında çıkan yolsuzluk suçlamaları hükümet liderini zor duruma sokuyor.
Erdoğan, asılsız haberler yaptığını düşündüğü medyaya karşı da halkı uyardı: "Yalan yanlış bu haberleri yapan medyaya karşı sizler de kampanyanızı başlatın ve bu gazeteleri evinize sokmayın. Bunu çok açık bir şekilde söylüyorum." Böylece, Başbakan bizzat bazı medya kuruluşlarının boykot edilmesini talep etti. Böyle bir olay Türk politikasında ilk defa yaşanıyor. Geçen hafta Tayyip Erdoğan'ın bu öfke dolu sözleri büyük tepkiye yol açtı. Bu tepki özellikle ülkedeki gazetecilerden geldi. Çünkü, Erdoğan'ın bu kadar kızdığı haberlerin hükümet karşıtlığıyla bir ilgisi yok. Asıl konu, Frankfurt'ta, Türk yardım derneği "Deniz Feneri" hakkında açılan milyonluk bağış skandalıyla ilgili dava. Derneğin sorumlularından ikisi beş yıla varan hapis cezasına çaptırıldı. Bu şahıslar Almanya'daki Türklerden yardım adı altında 41 milyon avro para toplamış ve bu paranın 16 milyonu ortadan kaybolmuştu. Kaybolan paraların muhtemelen hükümet partisi AKP'ye yakın olan bir televizyon kanalına hatta AKP'ye de aktarıldığını düşünen ana muhalefet lideri Deniz Baykal, "Eğer kendilerine o kadar güveniyorlarsa Alman mahkemelerinin gösterdiği aynı kararlılıkla bu olayın üzerine giderler" dedi.
Ayrıca Türkiye'nin Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı, Frankfurt'ta suçlu olarak gösteriliyor. Fakat kendisi bu suçlamaları reddediyor. Erdoğan, özellikle Türkiye'nin en büyük medya holdingi olan Doğan Grubunun bu skandalla yoğun bir şekilde ilgilenmesini, Aydın Doğan'ın İstanbul'daki milyonluk emlak projesine kendisinin onay vermemesinden kaynaklandığını düşünüyor. Ancak diğer bağımsız basın organları da, Türk misafir işçilerinden alınan yardım paralarının amacı dışında kullanıldığını düşünüyor. Bu yüzden Türkiye Gazeteciler Cemiyeti alarm sinyalleri çalıyor. Hükümet tarafından yoğun saldırıya maruz kalan Hürriyet gazetesinden Ferai Tınç, ülkenin AB reformlarından önceki zamanlara doğru gerilediğini düşünüyor: "Bugünlerde Türkiye'de maalesef basın özgürlüğünün Kopenhag Kriterlerinde öngörüldüğü gibi gerçekleştirilmediğini görüyoruz. Son günlerde yapılan tartışma bu konudaki tek örnek değil."
Ankara dış politikada ezeli düşmanı olan Ermenistan'a yakınlaşarak yurt dışında büyük takdir toplarken, Erdoğan iç politikada giderek baskı altına giriyor. Yanlışlar inkar ediliyor ya da hoş gösterilmeye çalışılıyor. Örneğin, birkaç gün önce İzmir'de bir hastanede, bir gecede 13 bebeğin ölmesi gibi büyük bir skandal yaşandı. Kamuoyunun muhtemelen bir enfeksiyona bağlı bu ölümler karşında duyduğu öfke Sağlık Bakanı Akdağ'ı etkilememişe benziyor: "Hiç kimsenin kimseyi suçlamaya hakkı yok. Orada çalışan doktor ve hemşirelere haksızlık yapılmamalı. Bunlar çok deneyimli elemanlar. Mesuliyeti onların üzerine atmak yanlış olur."
Türkiye'de bazıları bu durumu gücün verdiği kibirlik olarak nitelendiriyor. Bu nitelendirmeyi yapanların arasında bir zamanlar Erdoğan'ın reform politikası ve kesin Avrupa rotasına destek veren birçok eski liberaller ve entelektüeller bulunmakta. Erdoğan'ın, bölgesel alkol yasağını protesto edenlere saldırmasını kafalarını sallayarak izliyorlar. Erdoğan, aslında alkol almak istemeyenlerin Türkiye'de baskı altında olduklarını iddia ediyor. Gazeteci-yazar Cüneyt Ülsever, Erdoğan'ın elde ettiği en son seçim zaferinin apaçık başına vurduğunu söylüyor: "İlk başlarda Erdoğan'ı destekledim. Ancak dört yıl önce başlayan AB'ye giriş müzakereleriyle birlikte bilhassa Milli Görüş çevresinden eski muhafazakar seçmen kitlesine giderek daha fazla dayanmaya başladı. Erdoğan başlarda diyalog çağrısında bulunurken, anlaşılan bu durum şimdilerde pek rağbet görmüyor."
Türkiye'de gelecek sene yerel secimler yapılacak. Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, AKP ülkedeki en büyük parti olarak gözükse de, bu seçimlerde yüzde 10 oranında oy kaybetmesi bekleniyor.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "STEİNMEİER'İN TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ ÜZERİNE SÖYLEDİKLERİ"

BERLİN, 06/10(BYE)--- Tirajı günde 366 bin 478 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 6 Ekim 2008 tarihli sayısında, Robert von Lucius imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Federal Dışişleri Bakanı Steinmeier cumartesi günü Hannover'de, Türkiye'nin modernleşme yolunda "çok şey başardığını", ancak AB'ye üyelik konusunda nihai kararların verilebilmesi için elde edilen başarıların henüz yetersiz olduğunu söyledi.
Başbakan Yardımcısı Steinmeier, Hannah Arendt Günleri vesilesiyle yaptığı konuşmada, kaydedilen ilerlemelerin öncelikle düşünce özgürlüğü ile kadın ve çocuk hakları konusunda olması gerektiğini ifade etti. Türkiye Başbakanının danışmanı Cüneyt Zapsu ise, "AB, Türkiye için her zaman en önemli yol gösterici olacaktır" ifadesini kullandı.

 

AVUSTURYA BASINI

DIE PRESSE: "ERDOĞAN ORDUNUN GÜCÜNÜ DAHA DA SINIRLAMAK İSTİYOR"

VİYANA, 03/10(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 3 Ekim 2008 tarihli sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Hükümet, reformların durduğu yolundaki eleştirilere yeni bir reform paketi ile karşılık veriyor. Ancak yeni bir anayasa reformu ihtimali pek yok.
Türkiye'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki İslamcı-muhafazakar hükümet reformlara hızlı başladı, ama çok çabuk yoruldu. Hükümet, üç yıllık bir duraksamanın ve artan eleştirilerin ardından, ülkeyi demokratikleştirmeye devam ederek, AB'ye yakınlaştırmak için yeniden harekete geçiyor.
Parlamentonun Ramazan ayının sonundaki şeker bayramının ikinci günü toplanması Türkiye tarihinde ilk kez gerçekleşiyor. Hükümet anlaşılan parlamentonun 1 Ekim'de açılması için acele ediyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yaptığı bir konuşmada, reformlara devam edilmesi ve yeni bir anayasa kararlaştırılması için ısrar etti.
Uluslararası mali krizin Türkiye'yi de tehdit ettiğine değinen Gül, bunun ülke için bir fırsata dönüştürülebileceğini vurguladı. Türkiye'nin "yatırımlar için güvenli bir ada" olması ve 2023 yılına kadar en güçlü on ekonomi arasına girmesi gerektiğini söyledi.

--Yeni Yasalar Yeterli Değil--

AB'ye yakınlaşma yolundaki reform programının süratle uygulamaya geçirilmesinin zaruri olduğuna da işaret eden Gül, AB'nin siyasi kriterlerinin yalnız yasalarda değil düşünce tarzında da değişim olarak algılanması gerektiğini belirtti. Gül, şimdiye kadar bu noktanın genellikle ihmal edildiğini sözlerine ekledi.
Ordunun gücünün biraz daha sınırlanması da, hedeflenen reformlar arasında yer alıyor. Ordunun bütçesi de bundan böyle Sayıştay kontrolünde olacak. Askeri yargıda sınırlamalar olacak. Gül ayrıca, Türk vatandaşı olup da Türk olmayanları soyutlamak yerine ulusal birlik ve bütünlüğü güçlendirecek yeni bir anayasa da istedi.
Yeni anayasa haricinde, reform paketinin gerçekleşme şansı yüksek. Muhalefet daha direniş göstermedi, zaten gösterse de Erdoğan'ın AKP'sinin oyları muhalefetinkinden daha fazla.
Yeni anayasa söz konusu olduğunda ise durum farklı. Başbakanın bu konuda muhalefetin onayına ihtiyacı var. Ancak siyasi ortam şu sıralar buna uygun değil. Bunda Erdoğan'ın sert çıkışlarının da rolü oldu. Erdoğan, önümüzdeki mart ayında yapılacak yerel seçimlerde oyların yüzde 60'ını elde etmek istiyor ve daha şimdiden ortalığı kızıştırıyor.

--AKP'ye Sarı Kart--

Önümüzdeki hafta, Anayasa Mahkemesi Erdoğan'ın AKP'sini kapatma davasında aldığı kararın gerekçesini açıklayacak. Parti kapatılmasa bile, davayı kazanmış da sayılmaz. Uyarı ve para cezasıyla kurtuldu. Ama öte yandan, AKP'nin laik devlet için tehlikeli olabileceği belirlenmiş oldu.
Şimdi mahkemenin, gerekçesinde hükümetin uyması gereken bazı sınırlamalara yer vermesi bekleniyor. Dolayısıyla hükümetin siyasi hareket alanı, özellikle de yeni bir anayasa konusunda kısıtlanmış oluyor.

--Radyo Gürültüsü, İki Ölü--

Ülkenin batısında Altınova ve Ayvalık'ta Kürtler ile Türkler arasında çıkan şiddetli çatışmalar, "daha çok milli beraberlik ve demokrasi" çağrılarına gölge düşürdü. Çatışmalar, şeker bayramının ilk gününde, bir Kürt ailenin evinin önüne park eden bir arabanın yüksek sesli müzik dinlemesiyle başladı.
Arabanın şoförü, müziğin sesini biraz kısmak yerine yakındaki bir kahveden destek getirdi. Bunun üzerine Kürt ailenin bir kamyon dolusu yakını onlara yardıma koştu. Kamyon, olay yerine toplananların üzerine gitti ve iki kişinin ölümcül yaralar almasına neden oldu. Bunu izleyen iki gün içinde Kürt dükkanlarına saldırıldı. Bir Kürdün oturduğu ev yakılmaya kalkışıldı. Birçok kişi evlerine Türk bayrağı çekti.

 

BELÇİKA BASINI

EUOBSERVER: "ORTODOKS PATRİK, TÜRKİYE'NİN AB'YE ÜYE OLMASI DİLEĞİNDE BULUNDU"

ANKARA, 25/09(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı EU Observer'ın 24 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, Teresa Küchler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Türkiye'de Hristiyan ve diğer dini azınlıklarla ilgili tartışmalar sürse de, dünyanın önde gelen Ortodoks din adamı Ekümenik Patrik Bartholomeos Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma girişimini destekledi ve Brüksel'de dinsel ve kültürel farklılıkların üyeliğe engel teşkil etmemesi çağrısında bulundu.
Patrik dün Avrupa Parlamentosu üyesi milletvekillerine, "Bir ülkeyi sadece bizden farklı bir inanca sahip diye Avrupa ailesinin dışında bırakmamalıyız" dedi ve ekledi: "Avrupa, diğerlerine hoşgörülü bir dini kendisine yabancı görmemeli. Büyük dinler milliyetçiliği ve hatta nihilizm ve köktendinciliği aşmada inançlarını, insan olarak bizi birleştiren şeye odaklayarak ve bizi bölen konularda diyaloğu teşvik ederek -Avrupa projesi gibi- itici bir güç olabilir."
Ekümenik Patrik daha sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, "Ben ve Türk halkının çoğunluğunun temennisi, bütün aday ülkeler için geçerli olan kriterler ve ön şartlara uyulduğu taktirde AB'ye tam üyelik ve birlik ile tam bütünleşme sağlanmasıdır" dedi.
Bununla birlikte, Ekümenik Patrik Bartholomeos Ankara'nın insan hakları reformlarının bir parçası olarak, dini azınlıkların korunmasını artırmaya ihtiyacı olduğunu belirtti. Bartholomeos Türk yetkililere, Yunan Ortodoks Ruhban Okulunun yeniden açılmasına ve kilisenin mal varlığının iade edilmesine izin vermeleri çağrısında bulundu.
Türkiye'nin neredeyse 75 milyon olan nüfusu, 65 bin Ermeni Ortodoks Hristiyan, 23 bin Yahudi ve yaklaşık 2.500 Yunan Ortodoks Hristiyanı içinde barındırıyor.
Ortodoks din adamı, Avrupa kültürleri, dilleri, etnik grupları ve dinleri arasında daha yakın ilişkiler kurmayı amaçlayan "Avrupa Kültürler Arası Diyalog Yılı" programı çerçevesinde Avrupa Parlamentosu milletvekillerine hitap etmek üzere davet edilmişti.

--AP Milletvekilleri Dini Ziyaretleri Boykot Etti--

Pek çok yeşil, liberal ve sosyalist AP milletvekili siyasi ve dini meselelerin uygunsuz bir şekilde birbirine geçtiğini düşündükleri Ortodoks liderin konuşmasını protesto ederek, dinlemekten kaçındılar.
Belçikalı Sosyalist AP üyesi Veronique De Keyser basın açıklamasında, "Demokrasi ile din-devlet ayrılığı için alarm çalıyor" dedi. Belçikalı vekil, dinlerin "kültürler arası yıl kisvesi altında taarruzu sürdürdüğü" uyarısında bulundu, bunun da Avrupa Parlamentosunun dayandığı kilise ve devlet ayrılığı prensibini ihlal eden bir şey olduğunu söyledi. De Keyser ayrıca, insanların din ve devlet ayrılığını destekleme konusunda dikkatli olmadıkları takdirde, "aşırı sağın fırsattan yararlanacağı" uyarısında bulundu.

--Görünürde Hala Kadın Yok--

Hollandalı Liberal AP milletvekili Sophie in't Veld, EUobserver'a yaptığı açıklamada, "Dini liderlere bu tür davetler yapılmasının asıl nedeni en sonunda Papa'yı Brüksel'e getirmek. Bu, pek çok AP üyesi için büyük bir fotoğraf çektirme fırsatı olmanın yanında, kariyerlerinin en önemli başarısı olur" dedi ve "bütün bu meseleden bıkmaya başladığını" ifade etti.
In't Veld, davetliler listesinde kadınlara ve hümanistler gibi dini olmayan gruplara yer verilmemesine karşı bu yılın başında sesini yükseltmişti.
Eleştiriye cevaben AP Başkanı Hans-Gert Poettering, konuşmacı listesinin nihai olmadığını ve AP'nin "iyi niyet ile mümkün olduğunca dengeli bir liste" çıkarabileceğini ifade etti.
Kadınların temsil edilmesi yönünde AP üyelerinden gelen talebin ardından sadece bir kadın konuşmacı -BM Din ve İnanç Özgürlüğü Raportörü Esma Cihangir- Brüksel'de idi.
In't Veld, "Tesadüfe bakın ki Cihangir'in konuştuğu gün, sayın Poettering'in yapacak başka işleri vardı. Bu, bir nezaket meselesidir. Cihangir konuşmaya davet edildiyse, Poettering en azından genel kurulda bulunma nezaketi gösterebilirdi" dedi ve ekledi: "Bir siyasetçi ve bir kadın olarak rencide oldum."

 

FRANSA BASINI

AFP: "AB, KÜRT SALDIRISINI KINADI VE ANKARA'YI PKK'YA KARŞI DESTEKLEDİĞİNİ BİLDİRDİ"

PARİS, 04/10(AFP)(BYE)--- Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığı, bugün yayımladığı bir bildiride, Türkiye'nin Güneydoğusunda Irak sınırına yakın askeri bir karakola yapılan Kürt saldırısını kınadı ve AB'nin, PKK'ya karşı mücadelesinde Ankara'nın yanında olduğu hatırlatmasını yaptı.
AB Fransız dönem başkanlığının bildirisinde, "Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığı, Türkiye'nin Güneydoğusunda bir jandarma karakoluna PKK tarafından dün yapılan ve en az 15 Türk askerinin hayatına mal olan saldırıyı büyük bir kararlılıkla kınamaktadır" ifadesi kullanıldı.
Metinde ayrıca, "Avrupa Birliği, Avrupa'nın terörist gruplar listesinde bulunan PKK'ya karşı mücadelesinde kesinlikle Türkiye'nin yanında yer almaktadır" hatırlatması yapıldı.

 

İNGİLTERE BASINI

THE GUARDIAN: "TÜRK MAHKEMESİ, BAŞBAKANI ABD'NİN FİNOSU ŞEKLİNDE TASVİR EDEN İNGİLİZ SANATÇININ BERAATINA KARAR VERDİ"

ANKARA, 26/09(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan The Guardian gazetesinin 26 Eylül 2008 tarihli sayısında, Robert Tait imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

İngiliz bir sanatçı dün, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a bir köpek olarak tasvir ederek hakaret ettiği suçlamasından aklandı. Dava, Türkiye'de ifade özgürlüğüne gösterilen hoşgörü açısından bir sınav olarak görülüyordu.
Bir Türk mahkemesi, Michael Dickinson'ın eserinin "hakaretamiz unsurlar içermesine rağmen eleştiri sınırları dahilinde olduğuna" hükmetti.
20 yıldır Türkiye'de yaşayan 58 yaşındaki Dickinson, eylül ayında Başbakana hakaretle suçlandı ve iki yıla kadar hapis istemiyle yargılandı. Dickinson'un beraatı, Ankara'ya Birliğe üyelik koşulu olarak insan hakları ve ifade özgürlüğü sicilini iyileştirmesi çağrısında bulunan AB'nin Türkiye üzerindeki baskısını hafifletebilir.
Stuckist sanat hareketinin bir üyesi olan Dickinson, aklanmasından duyduğu memnuniyeti ifade etti, ancak başka sanatçıların farklı fikirlerini ifade ettikleri için hala yasal baskıyla karşı karşıya olduklarına dikkati çekti ve şöyle dedi: "Aklandığım için şanslıyım. Türkiye'de hala davalarla karşı karşıya olan ve fikirleri yüzünden hapse mahkum edilen sanatçılar var."
ABD önderliğindeki Irak işgaline muhalif bir kampanya olan Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu tarafından düzenlenen serginin organizatörü Erkan Kara'nın duruşması sırasında Erdoğan'ın "İyi Çocuk" adlı tasmalı bir posterini açmasının ardından Dickinson'a dava açılmıştı. Kara ise Dickinson'un bir eserini sergilediği gerekçesiyle yargılanmıştı.
Dickinson, Başbakana hakaret suçlamasıyla yargılanan ilk sanatçı değil. Erdoğan, 2005 yılında kendisini yün yumağına dolanmış bir kedi olarak gösteren bir karikatürist hakkında açtığı davayı kazanmıştı.

REUTERS: "AB ADAY ÜLKELERE 4.5 MİLYAR AVROLUK YARDIM YAPACAK"

BRÜKSEL, 29/09(REUTERS)(BYE)--- Avrupa Birliği bugün, 2008-2010 yılları arasında aday ülkelere verilecek 4.5 milyar avroluk yardımı onayladı ve yardımın harcanacağı öncelikli alanları yönetimin ve hukukun üstünlüğünün iyileştirilmesi olarak belirledi.
Avrupa Komisyonunun kararıyla Hırvatistan, Türkiye, Makedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek, Karadağ, Sırbistan ve Kosova'ya mali yardımda bulunulacak.
AB'nin genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Olli Rehn yaptığı açıklamada, "AB'ye giden yol, vatandaşların gündelik yaşamlarını iyileştirecek ve ülkeleri katı AB katılım kriterlerine uygun hale getirecek reformlarla döşelidir" dedi.
Komisyondan yapılan açıklamada, Türkiye'ye yapılacak 1.8 milyar avroluk yardımın, öncelikli olarak temel hak ve özgürlüklerin, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan haklarının ve azınlıkların korunmasının güvence altına alınması amacıyla kurumların istikrarının desteklenmesi için kullanılacağı belirtildi.
Türkiye resmi bir AB aday ülkesi, ancak üyeliği, gerçekleşmesi halinde bile uzak görülüyor.
Katılım müzakerelerini gelecek yıl tamamlamayı uman Hırvatistan 451 milyon avro, Sırbistan ise 584 milyon avro yardım alacak.  

REUTERS: "PKK'YI YOK ETMEK İÇİN TÜRKİYE'YE YAPILAN BASKI, ÜLKENİN ABD VE AB İLE İLİŞKİLERİNE ZARAR VEREBİLİR"

ANKARA, 06/10(REUTERS)(BYE)--- Ibon Villelabeitia bildiriyor:

Analistler, cuma günkü saldırının ardından Türkiye'nin Kuzey Irak'taki Kürt asilerine karşı saldırıya geçmesi yönünde içeride artan bir baskıyla karşı karşıya olduğunu ve böyle bir saldırının da Türkiye'nin Washington ve Avrupa Birliği ile ilişkilerine zarar vereceğini ifade ediyorlar.
En az 15 Türk askerinin ölümüne yol açan saldırının ateşlediği yaygın öfke ve milliyetçiliğin etkisiyle Vatan gazetesi ölen askerlerin fotoğraflarıyla birlikte "Artık Yeter" şeklinde başlık attı.
Türk televizyon kanalları ülke genelinde on binlerce kişinin Türk bayrakları sallayarak katıldığı askerlerin cenaze törenlerini canlı yayımladı.
Başbakan Erdoğan ve güçlü ordu PKK'ya yönelik operasyonları hızlandırma sözü verdi. Ancak, analistler saldırının hükümeti zor duruma düşüreceğini söylüyorlar. Çünkü, hükümet bir yandan PKK'ya karşı saldırıya geçilmesi çağrılarıyla karşılaşırken diğer yandan da geniş kapsamlı bir karşılık vererek müttefiklerini soğutmamak için dikkatli olmak zorunda.
Washington ile AB, Irak'a yönelik uzun süreli Türk askeri operasyonlarının Irak'ı ve daha geniş bir bölgeyi istikrarsızlaştırmasından endişe ediyorlar.

--Türk Siyasetini Karıştırmak--

Uluslararası Kriz Grubundan analist Hugh Pope, Türkiye, laik kesim ile iktidardaki AK Parti arasındaki güç mücadelesini geride bırakmaya ve AB reformlarına yoğunlaşmaya çalışırken bu saldırının zamanlamasının "Türk siyasetini karıştırma" amaçlı göründüğünü söyledi.
Türkiye üzerine pek çok kitap yazan Pope, "PKK kutuplaşmayı besliyor" (...) "PKK, orduyu Kuzey Irak'a ABD-Türkiye ilişkilerini zorlayacak ve AB'nin Türkiye'ye yönelik eleştirilerde bulunmasına yol açacak büyük bir harekat için kışkırtıyor" dedi ve ekledi: "Kürtlere daha fazla hak sağlayan AB reformları PKK'yı anlamsızlaştırdı. Hükümet dikkatli olmalı, gazetelerden gelen düşünmeden verilen milliyetçi tepkilere kapılmamalı" dedi.
Analistler bu saldırının geçen yıl ekim ayında PKK tarafından düzenlenen ve 13 Türk askerinin ölümüne yol açan saldırıya benzediğini belirttiler. Söz konusu saldırı, Ankara ile Bağdat ilişkilerinde gerginliğe yol açan şubat harekatının hızlandırıcısı olarak görülmüştü.
Parlamento gelecek hafta, gerek duyulduğunda Irak'ta PKK'ya yönelik operasyon yapma yetkisi veren yeni tezkereyi görüşecek. Mevcut tezkerenin süresi 17 Ekim'de doluyor.
Hava harekatlarının PKK'nın askeri kapasitesini 1990'lı yıllara nazaran oldukça azalttığını düşünen İstanbul merkezli Güvenlik Uzmanı Gareth Jenkins, "PKK propaganda yapmaya çalışıyor" (...) "Devlete ve destekçilerine yıkılmadıklarını ispatlamak istiyorlar" şeklinde konuştu.
PKK artık Türkiye için ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturmasa da analistler askeri operasyonların, fakir güneydoğudaki isyanı tetikleyen siyasi ve kültürel problemlerle başa çıkmak için, askeri olmayan bir mücadele ile desteklenmedikçe yeterli olmayacağını ifade ediyorlar.
Erdoğan, Türkiye'nin güneydoğusuna 12 milyar dolarlık bir yatırım yapma ve Kürtlere kültürel haklar verme planlarını duyurmuştu.
AK Parti gelecek mart ayındaki yerel seçimlerde, savaştan bıkan Kürt seçmenlerin oylarını Kürt yanlısı siyasi partiden kaparak güneydoğudaki önemli şehirlerin kontrolünü ele geçirmeyi umuyor. Fakat şu anda AK Parti, gittikçe milliyetçi ve ABD karşıtı bir tutum sergileyen seçmenlerin gözünde güçlü görünmek isteyebilir.
Liberal Radikal gazetesinden Murat Yetkin, "Yeni ve daha kapsayıcı bir siyaset geliştirilmeli. Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu adımı atma konusunda cesur olmalı" (...) "Bu ateş Ankara'da yakılmazsa, Anadolu'nun başka köşelerine sıçrayacak ve yakacaktır" dedi. 

REUTERS: "TÜRKİYE... HÜKÜMET ORDUNUN PKK İLE SAVAŞMAK İÇİN DAHA FAZLA YETKİ TALEBİNİ GERİ ÇEVİRDİ"

ANKARA, 07/10(REUTERS)(BYE)--- Hıdır Göktaş ve Ibon Villelabeitia bildiriyor:

Türkiye'de hükümet bugün, 17 Türk askerinin öldüğü saldırının ardından ordunun, Kürt ayrılıkçılara karşı mücadele için olağanüstü hâl yetkilerini artırma talebini reddetti.
Lideri olduğu İslami kökenli AK Parti ile birlikte sık sık orduyla karşı karşıya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, cuma günü ordunun uğradığı, yılın bilançosu en ağır saldırısından sonra ağır baskı altında, zira artık Kürdistan İşçi Partisi (PKK) asilerinin tamamen etkisiz hâle getirilmesi isteniyor.
Ankara'nın katılım girişimi çerçevesinde AB tarafından istenen liberal reformlar yüzünden iç tehditlerle mücadele yeteneğini kısıtladığından yakınan ordu, hükümeti, olağanüstü önlemleri artırmaya çağırıyor.
Türk medyasında yer alan haberlere göre talep edilen önlemler; şüphelilerin gözaltı sürenin uzatılmasını, hâkim emri olmadan araştırmalar yürütme yetkisini ve gözaltı sorgulaması sırasında avukatla görüşmenin yasaklanmasını da içeriyor.
Ancak Erdoğan, bugün parlamentoda yaptığı konuşmada, yasa dışı PKK'ya karşı savaşta insan haklarını gözeteceğini söyledi. "Ülkemiz demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden geri adım atmadan yoluna devam edecektir, (...) Hükümetimiz terörle mücadele için gerekli iradeye sahiptir. Sonuna kadar aklıselimle, ciddi tavrımızı sürdüreceğiz." dedi.
Bu yetkilerin tanınması, Türkiye'nin AB'ye katılım girişimini baltalayacaktır. Brüksel, Türkiye'de bazı insan hakları reformları yapılmış olsa da, daha fazlasına ihtiyaç olduğunu beyan etmiştir.
Türkiye'de son elli yılda dört seçilmiş hükümeti alaşağı etmiş olan ordunun sahne arkasından kullandığı çok büyük nüfuzu son yıllarda bir parça azalmaya yüz tuttu.

--Denge--

Genelkurmay Başkan Yardımcısı Hasan Iğsız hafta sonu bir konuşmasında, PKK saldırısını, "güvenlikle insan hakları arasında bir denge kurmak" gerektiğini gösteren bir olay olarak yorumladı. Iğsız, "İnsan haklarını korumaya dönük yasalara saygı gösteriyoruz, ama terörden zarar görebilecek halk da dikkate alınmalıdır." dedi.
Öte yandan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ise bugün basına yaptığı açıklamada, "Türkiye özgürlükle güvenlik arasında tercih yapacak noktada değildir. Özgürlük ile güvenliği aynı zamanda değerlendirmek ve ikisinden de geri adım atmamak zorundayız. Türkiye'ye yakışan da budur" diye konuştu.
Parlamento yarınki oylamada, hükümetin, Irak'ta üslenmiş PKK asilerine karşı askerî operasyonlar için tezkere süresinin uzatılması talebini muhtemelen kabul edecek.
Türk uçakları bugün de Kuzey Irak'ta PKK'ya ait olduğundan şüphelendiği mevzileri top ateşine tuttu.
Geçen haftaki PKK saldırısı bir kez daha kafalarda, ordunun, ayrımcılık ve yatırım kıtlığından yakınan yoksul Kürt bölgesi güneydoğudaki şiddeti durduracak güçte olup olmadığına dair soru işareti yarattı.

 

İTALYA BASINI

APCOM: "TÜRKİYE-AB... PATRİK I. BARTHOLOMEOS'DAN KATILIM İÇİN ÇAĞRI"

ROMA, 25/09(BYE)--- APCOM haber ajansının 24 Eylül 2008 tarihli bülteninde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Ama Ankara, Kültürler Arası Diyalog ve Hoşgörüye Öncülük Etmeli--

Avrupa Türkiye'yi kabul etmeli, Türkiye de kabul edilmek için kültürler arası diyalog ve hoşgörüye öncülük etmelidir. Bu açıklamaları yapan, Konstantinopolis (metinde aynen) Ortodoks Ekümenik Patriki I. Bartholomeos. Ankara'nın AB'ye "tam katılımı"ndan yana olduğunu açıklayan I. Bartholomeos, "Avrupa, Türkiye'yi entegrasyon projesine dahil etmelidir, Türkiye ise kendi içindeki diyalog ve hoşgörüye öncülük etmelidir" dedi.
Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeyi kucaklama konusunda Avrupa'nın tereddütleri olduğunu gözlemlediğini söyleyen Patrik Bartholomeos, konuya ilişkin olarak, Avrupa'da zaten milyonlarca Müslümanın yaşamakta olduğunu vurguladı ve Shoah (Yahudi soykırım) olmasaydı, çok daha fazla Musevi mevcudiyeti olabileceğini hatırlattı. I. Bartholomeos ayrıca, İstanbul'un "2010 Avrupa Kültür Başkenti" oluşu kapsamında öngörülen kutlamaları hazırlayan şehrin yaşadığı büyük coşkuyu da dile getirdi: "Farklı din ve kültürlerin birlikte yaşamaları için bir yer ve insanların buluşma noktası oldu."

ANSA: "TÜRKİYE: PATRİK BARTHOLOMEOS, AB'NİN ANKARA'YA 'EVET' DEMESİNİ İSTEDİ"

ROMA, 25/09(BYE)--- İtalyan ulusal haber ajansı ANSA'nın 24 Eylül 2008 tarihli bülteninde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Kültürler Arası Diyalog Yılı münasebetiyle Avrupa Parlamentosunu ziyaret eden Konstantinopolis Patriği I. Bartholomeos şu açıklamaları yaptı: "Avrupa, Türkiye'yi projesine dahil etmelidir ve aynı zamanda Türkiye hoşgörü için diyaloğa öncülük etmelidir."
Patrik I. Bartholomeos konuşmasında ayrıca, "Aday her ülke için geçerli olan sınırlar ve yükümlülüklerle, Türkiye'nin AB'ye tam üye olarak katılımını" arzu ettiğini söyledi.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Poettering ise yaptığı açıklamada, "Türkiye dost bir ülke, ama AB üyesi olmadan önce AB'nin ilke ve değerlerini tanıması gerekiyor" dedi.
Asya ile Avrupa sınırları arasında bulunan Türkiye, Patrik I. Bartholomeos'un ifadesiyle, "Batı ile Doğu, Hristiyanlık ile İslam arasında bir köprüdür". Türk nüfusunun çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyor, ancak Avrupa'da da Müslümanların sayısı oldukça yüksek ve milyonlara ulaşıyor; sadece Fransa'da 6 milyon Müslüman bulunuyor.
Patrik I. Bartholomeos, Türklerle Rumlar arasında yürütülen müzakerelerin de yapıcı bir diyaloğa ulaşması suretiyle Kıbrıs sorununun çözümü sonucunu getirmesini dilerken, "Sırf bizimkinden farklı bir dine sahip olduğu için hiç kimseyi AB dışında bırakmamalıyız" dedi.

IL SOLE 24 ORE: "AB'YE 'EVET' AMA BAŞÖRTÜSÜZ"

ROMA, 06/10(BYE)--- Tirajı günde 500 bin olan ekonomi ağırlıklı il Sole 24 Ore gazetesinin 5 Ekim 2008 tarihli sayısında, Vittorio Da Rold imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan kitap tanıtımının çevirisi şöyledir:

Türkiye Avrupa'ya girmeli mi? Eğer "Evet" ise, hangi şartlarda? Gottingen Üniversitesinde uluslararası ilişkiler dalında çalışmalar yapan, Almanya'da eğitim görmüş, Suriye asıllı ılımlı İslamcı Bassam Tibi'nin kitabı, tartışma konusu olan bir meseleye açıklık getirmek gibi bir öneme sahip.
Yazar, en azından iki Türkiye'nin olduğu göz önüne alınırsa, hangi Türkiye'nin AB'ye dahil olması gerektiğini sorguluyor: Kemal Atatürk'ün miras bıraktığı laik Türkiye mi yoksa Tayyip Erdoğan'ın "başörtüsü partisi"nin temsil ettiği Türkiye mi? Avrupa'da yaşayan bir Müslüman olarak Bassam Tibi, tereddütsüz cevap veriyor: Avrupalılaşmış ve laik bir Türkiye AB'ye girebilir; Ankara Hükümetinin başındaki İslami bir parti olan AKP'nin yönettiği bir Türkiye giremez. "Eğer Avrupa kendi kimliğini muhafaza etmek istiyorsa, doğru ve Avrupalı bir İslam talep etmek ve desteklemek için, şeriat ve cihatçı İslam'ı geri çevirmelidir."
Bassam Tibi, AKP'yi İslamcı bir parti olarak niteliyor ve bu tanımlamayla da, "kökten dinciliğin farklı bir çeşidi; yeni bir totalitarizmi" kastediyor. Tibi'ye göre iki çeşit İslamcılık var: Şiddet yoluyla şeriatı uygulama yanlısı cihatçılar ve geçici bir süre için de olsa demokrasi "oyunu oynamayı" seçen kurumlar. "AKP, kurumsal İslamcılığı izliyor." Dolayısıyla, inandırmak istediği gibi, muhafazakâr bir parti değil, kökten dinci bir parti. Siyasi yönden kurala uygun (politically correct) tarzının garipliklerine alışık çok sayıda Avrupalı için, zımpara kağıdı gibi sert sözler. İslamcıyı, muhafazakâr İslam'dan ayıran nedir? Bassam Tibi, "Çok basit" diye cevaplıyor: Bu iki kavramı birbirinden ayırmak için başörtüsü, turnusol kağıdı işlevi görüyor. Yazar, bir bez parçasıyla toleransın ilişkilendirilmesinin insanı gülümsetebileceğini, ancak başörtüsünün Avrupa'da şeriatı kabul ettirmek için bir bahane olduğunu açıklıyor. Meselenin özü burada: Avrupalılaşmak mı, İslamlaşmak mı.
Türk İslamcılar, kendi sembolleri olan başörtüsünü ön plana çıkarmak için Avrupa'nın toleransını araç olarak kullanıyorlar (ki aslında başörtüsü, "Avrupa'ya ait olamayacak bir cinsel ayırım sembolüdür").
Kanıt mı istiyorsunuz? Bassam Tibi, iki Müslüman kralın -Peygamber'in soyundan gelen, Ürdün Kralı Abdullah ve Fas Kralı IV Muhammed- eşlerinin kamu faaliyetleri sırasında neden başörtüsü kullanmadıklarını soruyor. Bu tutumlarının, İslami kimliklerini lekelediğini düşünmüyorlar. Diğer yandan, Başbakan Erdoğan ile Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eşlerinin başörtüsü kullanmasını istiyor. Dolayısıyla, Türkiye Avrupa'ya girebilmek için, AB'nin kültürel parametrelerini kabul etmelidir. Ama bunlar, Hristiyan değerleri anlamına gelmiyor; Rönesans'tan başlayıp Aydınlanma Çağı boyunca gelişerek laik-Batılı ifadesiyle tanımına ulaşan değerler kastediliyor. Avrupa, nihilist görecelikle karıştırılmaması gereken, "açık toplum" öğretilerine göre laiklik, demokrasi ve çoğulculuk değerlerini kabul etmek şartıyla, kapsamlıdır. O nedenle, eğer Avrupa'nın Rönesans'tan bu yana "Kudüs-Atina" mihverini benimsediği düşünülürse, en büyük güçlük, İslam'ın Helenizasyonunda yaşandı. Ancak bu, İslam'ın AB'ye dâhil olma sürecini tamamlaması için Avrupa'nın İslam'dan istemesi gereken yoldur. Aksi takdirde, Ankara'nın Brüksel ile "ayrıcalıklı ilişkiler" seviyesinde kalması daha uygun olacaktır. (Bassam Tibi, "Avrupa'ya Başörtüsüyle Girmek mi? Türkiye'nin Büyük Meydan Okuyuşu", Salerno Yayıncılık, Roma, 294 sayfa, fiyatı: 24 avro)

IL SOLE 24 ORE: "SİVİL DAVALARDA İTALYA SON SIRADA"

ROMA, 08/10(BYE)--- Tirajı günde 500 bin olan ekonomi ağırlıklı il Sole 24 Ore gazetesinin 8 Ekim 2008 tarihli sayısında Giovanni Negri imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

--Avrupa Konseyi Rapor Sonuçları--

Avrupa Adaletin Etkinliği Komisyonunun (CEPEJ), aralarında AB üyesi ülkelerin dışında Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin de bulunduğu 50'ye yakın ülkeden elde ettiği 2006 yılına ait verileri temel alarak hazırladığı rapordan, İtalya adına endişe verici sonuçlar su yüzüne çıktı.
İtalya'da Asliye Mahkemesi salonlarında sürüncemede kalan dava sayısı 3.687.965 olarak belirlenirken, Almanya'da bu sayı 544.751, İspanya'da 781.754, Türkiye'de ise 724.998.
Ağır Ceza Mahkemelerindeki durum da bundan pek farklı değil; 2006 yılı sonu itibariyle İtalya'da askıda kalan dava sayısı 1.204.151, İspanya'da 205.898.
Yargıya ayrılan bütçe konusunda Almanya ilk sırada yer alırken, Türkiye 522.486.878 avroyla sıralamanın ortalarına yerleşti.
Yargı birimlerine ilişkin sayılar da şaşkınlık verici: Rusya gibi büyük boyutlara sahip bir ülke 9.846 ile ilk sırada gelirken, 4.723 ile Türkiye, 1.014 mahkemeye sahip İtalya'nın önünde yer aldı.

 

KIBRIS RUM BASINI

POLİTİS: "AB'NİN ROLÜ NEDİR?"

LEFKOŞA, 26/09(BYE)--- Tirajı günde 4.500 olan bağımsız, liberal eğilimli Politis gazetesinin 25 Eylül 2008 tarihli sayısında, DİSİ Başkan Vekili Nikos Tornaridis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

AB'nin Kıbrıs müzakerelerindeki kurumsal varlığının, çıkmazdan çıkış yolu için anahtar olduğu genel bir kanıdır. Kıbrıs sorununda bir Avrupa koordinatörü atanmasının, Kıbrıs sorununun garantiler, güvenlik ve mal-mülk konusu gibi özlü konuları içine alacak görüşmelere kararlı bir şekilde yardımcı olacağı genel bir görüştür. Herkes AB'nin bu rolünü bilirken, pratikte bu konuda bir şeylerin yapıldığı görülmemektedir. Bizim, gerek aramızda gerekse kamuoyu önünde bunun olamayacağını, çünkü Türkiye'nin buna karşı çıktığını söylememiz gerçekten saçmadır. Avrupalı uzmanların müzakerelere katılması konusu üyeliğin bir uzantısıdır. Esas mesele, AB'nin bir temsilci atayarak müzakerelere üst düzeyde siyasi açıdan katılmasıdır. Hükümetin bu tezi ileri sürmemesinin yanlış olduğuna inanıyorum.
"Türkiye buna karşı çıktığı için bunu istemiyoruz" ifadesi ne anlama gelmektedir? Özellikle de bunu Dışişleri Bakanı Markos Kipriyanu söylerse... AB üyeliği ile ilgili büyük mücadelede Türkiye'nin iznini mi aldık? Kıbrıs'ın sürecinin devam etmesi halinde, tepkilerinin "sınırsız" olacağıyla bizi tehdit eden Türkiye değil miydi? Hükümetin ileri sürdüğü bu mazeretler geçerli değildir ve onların Avrupai çevreyi anlamadıklarını ortaya koymaktadır. Bu büyük bir ihtimalle AKEL'in Avrupa ile ilgili önyargılarından ya da hükümet cephesinde bazı kişilerin "AB müzakerelere ne kadar az müdahil olursa o kadar iyi olur" şeklinde geliştirdikleri çabadan kaynaklanmaktadır. Bu, nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, işin aslı Hristofyas hükümetinin, Kleridis hükümetinin miras bıraktığı büyük örneği takip edememesidir. Kıbrıs üyeliğe aday ülke iken, hatta üyelik müzakereleri henüz başlamamışken, AB, 1994-1996 yılına kadar Kıbrıs sorununda gözlemci atamıştı. AB Kıbrıs sorununu sistematik bir şekilde inceleyerek, Avrupa Komisyonuna raporlar sunarak, o zamanki veriler temelinde değerlendirme yapıyordu.
AB'yi Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili çetin müzakereler çerçevesinin dışında bırakarak, Kıbrıs'ı haksızlığa uğrattığımıza inanıyorum. Kıbrıs AB üyesidir ve Kıbrıs sorunu Avrupa sorunudur. Kıbrıs sorununun çözümü, Kıbrıslıların ve AB'nin çıkarına olacaktır. Bu gerçek, müzakerelere AB temsilcisinin atanmasıyla pratikte de ifade edilebilir. Hepimiz AB'nin, bazı kritik uluslararası sorunlar ya da AB üyesi olmayan ülkeler için temsilci atadığını biliyoruz. Eğer bu Kosova için gerekli olmuşsa, 2003 yılında Üyelik Anlaşmasıyla bütün egemenliğini AB'ye üye yapmayı başaran Kıbrıs Cumhuriyeti için daha çok gereklidir.

FİLELEFTHEROS: "AB, TÜRKİYE'DEN ANAYASAL DEĞİŞİKLİKLER İSTİYOR"

LEFKOŞA, 06/10(BYE)--- Tirajı günde 26 bin olan bağımsız, liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 4 Ekim 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

AB Komisyonu Türkiye'ye, anayasayı tekrar incelemesi konusunda çağrıda bulundu. Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in sözcüsü Khristina Nagy, Türkiye'nin, hakları ve özgürlükleri güçlendirecek şekilde anayasasını yenilemesi gerektiğini söyledi.
Hükümetin reformlara odaklanması gerektiğini ifade eden Nagy, şunları vurguladı: "Türkiye'nin yeni, geniş kapsamlı reform ve istikrar programını uygulamaya koyması gerekir. Aynı zamanda, hukuk alanında yeniliklerin yapılması ve sendikal hakların genişletilmesi gerekmektedir."
Katılıma giden yolun zorluğunu bildiğinden bahseden Nagy, reformların da aynı ölçüde önemli olduğunu ve bunun AB ile yakınlaşma noktası olduğunu vurguladı.
Nagy, Türkiye'nin katılım konusunda net bir kararlılığının olduğunu ve nihayet tüm koşullarını ve sorumluluklarını yerine getirmesi durumunda AB üyesi olabileceğini açıkladı.
AB, bugüne kadar Türkiye ile sekiz müzakere başlığı açtı. AB Komisyonu bu takvimin, Türkiye'nin yapmakta olduğu düzenlemelere ayak uydurduğunu hatırlattı.

ALİTHİA: "HRİSTOFYAS: BAŞKA ANLAŞTIK TALAT BAŞKA DİYOR"

LEFKOŞA, 08/10(BYE)--- Tirajı günde 11 bin olan DİSİ eğilimli Alithia gazetesinin 8 Ekim 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas, Kıbrıs Türk lideri Mehmet Ali Talat'ın, ilk iki görüşmelerinde iki kesimli, iki toplumlu federal çözüm konusunda uzlaşmaya vardığını ve tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimliği kabul ettiğini ancak müzakerelerde, yönetim ve yetkilerin dağılımı başlığında, Kıbrıs sorununu hadım eden ve konfederasyona yol açan federal oluşumlara yetkiler yüklenmesinde ısrarlı olduğunu savundu.
Bulgaristan'da bulunan Hristofyas dün Bulgar ve yabancı gazetecilerle birlikte katıldığı kahvaltılı toplantıda yaptığı açıklamada, Talat'ın ayrıca devletlerin yeni ortaklığı konusunda kamuoyuna konuştuğu zaman bir dediğinin diğerine uymadığını iddia etti. Bunun temel sorunlardan biri olduğunu savunan Hristofyas, Kıbrıs Rum tarafının konfederasyonu kabul etmesinin söz konusu olmadığını, bu konuda net olması gerektiğini söyledi.
Kıbrıslıların çözümü kendilerinin bulması gerektiğini yineleyen Hristofyas, BM kararlarının hayata geçirilmesi ve adanın topraksal bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğini ifade etti. Hristofyas, bu sürecin BM ve BM Genel Sekreteri ile AB tarafından da kabul edildiğini söyledi.
Annan Planına ilişkin bir soru üzerine Hristofyas, planın, yabancıların ve özellikle Türkiye'nin çıkarlarına hizmet eden Anglo Amerikanların eseri olmasından dolayı Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedildiğini, ayrıca Annan Planının Kıbrıs sorununun işlevsel çözümünü ve insan haklarının iadesini hedeflemediğini ileri sürdü.
Yeni dünya koşulları altında Kıbrıs sorununa ilişkin çözüm ile yeniden birleşme mücadelesinin çok zor olduğunu söyleyen Hristofyas, yeni dünya düzeninin, yeni dünya düzensizliği olduğunu belirtti.
Hristofyas, "çok zor bir hamilelik döneminden geçiyoruz, doğum olacak ama bu hilkat garibesi bir doğum olmayacak, güzel bir çocuk olacak" şeklinde konuştu. Hristofyas, sözlerinin devamında, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların birlikte vatanlarını yeniden birleştirmeyi başaracaklarını ve de bunun mümkün olduğunu söyledi.
Vizyonlarının, Kıbrıslıların, gerçekten bağımsız bir Kıbrıs'ta, yabancı askeri mevcudiyet ve kolonizasyon olmaksızın birlikte yaşaması olduğunu ifade eden Hristofyas, "işgal altındaki topraklarda kolonizasyon sorunu olduğu" iddiasını içeren bir soru üzerine, "Türkiye'nin, planı temelinde, Kıbrıs'a Türkiye'den 160 bin Türk taşıdığını" ileri sürdü.
Bulgaristan vatandaşlarının Kuzey'deki mevcudiyetine ilişkin bir soru üzerine ise Hristofyas, Bulgaristan vatandaşlarının, "Kıbrıs Cumhuriyeti" tarafından kontrol edilmeyen "Kıbrıs Cumhuriyeti" topraklarında bulunmasının yanlış olduğunu savundu ve halbuki binlerce Bulgar vatandaşının, "özgür bölgelerde" çalıştıkları ve ikamet ettiklerini dile getirdi.
Hristofyas, "işgal altındaki topraklarda yasa dışı olarak Türklerin olduğu gibi yasa dışı olarak Bulgarların da bulunduğunu, bu kişilerin Türk etnik kökenli olabileceğini, ancak bunun Kıbrıs'ta yasa dışı olarak bulunmaları olayını değiştirmediğini" iddia etti.
Türkiye'nin AB üyelik süreci konusunda ise Hristofyas, Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerini uygulayıp, liman ve havaalanlarını açmasına ilişkin "Kıbrıs'a karşı yükümlülüklerini yerine getirmesi", "Kıbrıs'ı devlet olarak tanıması", "işgal ve istilayı" sonlandırması halinde Türkiye'nin üyelik sürecinden yana olacaklarını savundu.

 

YUNANİSTAN BASINI

KATHİMERİNİ: "PAVLOPULOS'TAN ANKARA'YA UYARI"

ATİNA, 30/09(BYE)--- Tirajı günde 56.978 olan Kathimerini gazetesinin 30 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

İçişleri ve Kamu Yönetimi Bakanı Prokopis Pavlopulos dün Meclis'te yaptığı konuşmada, Türkiye'ye karşı sert bir uyarıda bulunarak, AB ile yasa dışı göçmenleri geri almasına dair anlaşmayı imzalamamaya ve Yunanistan ile aynı konuda imzalamış olduğu anlaşmayı uygulamamaya devam etmesi durumunda, bu tutumunun Avrupa yönündeki yolu çerçevesinde değerlendirileceğini ifade etti.
AB Bakanlar Kurulu toplantısı ve Göçmenlik ile İltica konularına ilişkin Avrupa Sözleşmesinin oylanması hakkında ilgili heyetlere bilgi veren Bakan, "Zamanı geldiğinde hesabını soracağız" dedi.
Pavlopulos, AB dönem Başkanı Fransa'nın düzenlediği söz konusu sözleşmenin oybirliğiyle kabulünün çok önemli olduğunu ve ülkenin dış sınırlarının AB dış sınırları olarak savunulmasına verilen büyük önemin altını çizdi.
Bakan son olarak, SYRIZA temsilcisi Milletvekili Fotis Kuvelis'in "hemen hemen hiç siyasi iltica hakkı tanınmadığına" dair açıklamalarını reddetti.

 

İSVİÇRE BASINI

NZZ AM SONNTAG: "TÜRKİYE'DE DOĞALGAZ POKERİ"

BERN, 06/10(BYE)--- Tirajı pazar günleri 122 bin olan NZZ Am Sonntag gazetesinin 5 Ekim 2008 tarihli sayısında, Pascal Hollenstein ve Markus Hafliger imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

--İsviçre, İran ve Hazar Doğalgazının Nakil Hakkı İçin Mücadele Ediyor--

İsviçre firması EGL, İran'dan Avrupa'ya gaz pompalamak istiyor. Bunun gerçekleşmesi için Türkiye'nin nakliyatı sağlaması gerekiyor. Konu, siyasi gündemin ilk sırasında yer alıyor. Şimdi iki bakan Türkiye'yi ziyaret edecek.
Bern'deki Türk Büyükelçisi abartılara meyilli bir insan değil. Alev Kılıç, enerji konusunda konuşurken de objektif oluyor. Çayını yudumlarken, aslında Brüksel, Moskova ve Washington'daki stratejistlerin zaten bildikleri şeylerin altını çiziyor. Yine de şu üç cümlenin jeopolitik önemi var. Birinci cümle: "Türkiye, Avrupa'nın gelecekteki enerji temininde stratejik öneme sahip bir konumda." İkinci cümle: "En büyük gaz rezervleri Hazar bölgesinde ve İran'da." Üçüncü cümle: "Bunların Avrupa'ya açılması isteniyorsa, Türkiye görmezden gelinemez."
Klein için bunlar alışılmış cümleler. Klein, Trans Atlantik Boru Hattının (TAP) proje yöneticisi. Elektrik şirketi Laufenburg (EGL) ve Norveç şirketi StatoilHydro bu hatla Yunanistan ve İtalya arasında bir bağlantı kurmak istiyor. 520 kilometre uzunluğundaki boru hattı döşendiğinde, doğalgaz Hazar Denizi'nden ve İran'daki muazzam yataklarından doğrudan Avrupa'ya pompalanacak. StatoilHydro, Azerbaycan topraklarında bulunan Şahdeniz'deki gaza sahip, EGL ise İran gazını garantilemiş durumda. İkisiyle birlikte 2012 yılından itibaren toplam 10 milyar metreküp gaz TAP'tan akacak.
TAP'ın İsviçre için de "stratejik öneme" sahip olduğunu söyleyen boru hattı yöneticisi Klein, elektrik üretimi için gaz santralleri inşa edilmesi veya kuzeyden sevkiyatın durması halinde, İtalya'ya gelen gaza burada da gereksinim olabileceğini vurguluyor. TAP'ın kapasitesinin her halükarda 20 milyar metreküple iki katına çıkarılabilecek biçimde inşa edilmesi gerekiyor.
Bu, işin teknik tarafı. EGL Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey'in desteğiyle Tahran'da 5.5 miyar metreküplük sevkiyat sözleşmesi yaptığında, kamuoyu işin siyasi tarafını öğrenmişti. Calmy-Rey'in, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ile başörtüsü takarak görüşmesi İsviçre'de protestolara yol açmıştı. ABD gaz anlaşması yüzünden rahatsız olmuştu.
Hükümet, gaz rotasındaki ülkelerle o zamandan beri yakın ilişki içerisinde. Federal Cumhurbaşkanı Couchepin, Azerbaycan'a uçtu ve orada Cumhurbaşkanı Aliyev ile gazın Türkiye'den geçmesi konusundaki problemi görüştü. Couchepin kasım ayında da Türkiye'ye gidecek. Ondan iki hafta sonra Türkiye'yi ziyaret edecek olan Doris Leuthard da herhalde bu konuda görüşme yapacaktır. Ekonomi Bakanı konuyu biliyor, çünkü EGL'nin Yönetim Kurulu Başkanıydı. Türkiye ile iki şeyin düzenlenmesi gerekiyor: Türkiye içinde bulunan boru hattının büyütülmesi ve EGL gazına nakil hakkı. Türkiye, bu konuda rahat bir konumda, çünkü başkaları da Türkiye koridorunu kullanmak istiyor. Yunan-İtalyan konsorsiyumu "Poseidon", Yunanistan'dan İtalya'ya Adriyatik üzerinden rakip bir boru hattı yapımını planlıyor. Bölgedeki en büyük proje, İran ve Hazar bölgesi gazını Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya'ya ulaştırması planlanan "Nabucco" boru hattı.
Rusya bu planları kuşkuyla izliyor. Türkiye koridoru, Avrupa'nın Moskova'ya olan bağımlılığını azaltabilir. Rus gaz firması Gazprom "Southstream" ile bir karşı proje ilan etti: Kuzeydeki Karadeniz bölgesinden Macaristan'a, Türkiye'yi atlayarak uzanan bir boru hattı. Uzmanlar, "Southstream"in karlı olup olmadığı konusunda kuşkulular. Yine de Kremlin Avrupa-Asya gaz pazarındaki bu güç savaşında bu bedeli ödemeye hazır.
TAP ve EGL-StatoilHydro kıtasal enerji pokerinin bir parçası. 2009/2010 yılında inşa çalışmalarına başlanabilmesi için, Türkiye ile transit konusunun hızlı bir şekilde çözümlenmesi gerekiyor. Ancak bazı zorluklar mevcut: Elde edilen bilgilere göre, EGL transiti nakit ödemek istiyor. 5.5 milyar metreküp doğalgaz için yıllık 100 ila 150 milyon dolar arası bir ödemeden söz ediliyor. Devlet firması BOTAŞ ise gaz verilmesini maliyet masraflarına tercih ediyor. Bu ise gaz üreticileri ve EGL'nin planladığı bir senaryo değil.
EGL-StatoilHydro bu yüzden Türkiye ile pokerde yeni bir kart oynadı. Arnavutluk'ta dev bir gaz deposu inşa etmek istiyorlar. TAP devreye girdiğinde, Türkiye de bu rezervleri kullanabilecek. Bu cazip bir teklif, çünkü Türkiye'nin şu anda sevkiyat kesintilerinde el atabileceği bir gaz deposu bulunmuyor. Ancak henüz olumlu bir yanıt yok.
"Türkiye doğalgaz için şu ana kadar transit sözleşmesi yapmadı" diyen Büyükelçi Alev Kılıç, bunun sebebinin "teknik ayrıntılar" değil, Avrupa Birliği olduğunu vurguluyor. Brüksel gaz ağlarını liberalleştirmek istiyor. Buna göre, uzun vadeli sevkiyat sözleşmeleri artık mümkün değil. Fakat AB boru hatları ağına yatırım yapılması için tam da bu tür sözleşmelere gerek olduğunu da biliyor. Bu yüzden istisnai izin konusunda pazarlık yapılıyor. Alev Kılıç, "Biz, Avrupa Birliği'ne göre hareket ediyoruz" diyor ve bir yudum çay içiyor. Bir sözleşme imzalanmadan önce, "koşullar konusunda açıklığın olması" gerektiğini sözlerine ekliyor.
Yani, Leuthard ve Couchepin, bu koşullar altında Türkiye'den somut sonuçlarla dönemeyecekler. Poker devam ediyor. Ve Türkiye, İsviçre dış politikasının gündeminde en üstte yer almaya devam ediyor.

 

ABD BASINI

THE WASHINGTON TIMES: "YENİDEN BİRLEŞME YAKIN GÖRÜNÜYOR"

WASHINGTON, 30/09(BYE)--- Tirajı günde 100 bin olan Washington Times gazetesinin 29 Eylül 2008 tarihli sayısında, Anne-Laure Buffard imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin özet çevirisi şöyledir:

Akdeniz'in bölünmüş Kıbrıs adasının, 30 yıldan fazla bir süreden bu yana karşı karşıya olduğu en iyi fırsat, gözlemcilere göre, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma şansını da artırabilir.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ve Kıbrıslı Türk mevkidaşı Mehmet Ali Talat, bu ayın başlarında, başkentleri olan Lefkoşa'yı bölen meskun olmayan bölgede 34 yıldır devam eden anlaşmazlığın çözümlenmesi görüşmelerine başlamışlardı.
Hristofyas görüşmeye girerken, "Artık insanlarımızın ızdıraplarına son vermemiz ve ülkemizi yeniden birleştirmemiz gerekiyor" derken, Talat da nihai hedefin, "bölünmüş adayı iki halkın yaşadığı ortak bir alan yapmak" olduğunun altını çizmişti.
Büyük ölçüde törensel olan 3 Eylül'deki görüşmelerin ardından, yönetim ve iktidar paylaşımı konularının ele alındığı 18 Eylül görüşmeleri yapılmıştı. Bir sonraki görüşme ise gelecek hafta yapılacak.
Avustralya'nın eski Dışişleri Bakanı olan BM özel temsilcisi Alexander Downer, son görüşmeleri "verimli" olarak nitelendirdi ve adanın yeniden birleşme şansının "hiç bu kadar fazla olmadığını" söyledi.
Bazı diplomat ve gözlemciler de Downer'ın bu görüşünü destekliyor.
Lefkoşa Intercollege'da uluslararası ilişkiler doçenti olan Hubert Faustmann, "Bunun 1974 yılından bu yana yeniden birleşmeyi sağlayacak en umut verici girişim olduğuna inanıyorum. İlk kez, birleşme yanlısı iki lider var. Bundan önce ise tarafların birisinde mutlaka bir sertlik yanlısı bulunurdu" diyor.
Ancak "iktidarda iki ılımlının olmasının bir sonuca ulaşacakları anlamına gelmediği" uyarısında bulunan Faustmann, "her iki tarafın acı verecek tavizler vermek zorunda olduklarını" düşünüyor.
En sorunlu konular arasında, yönetim ve iktidar paylaşımı ile ilgili olanlar bulunuyor. Sorunlar, yeniden birleşecek federal bir Kıbrıs'ın yapısı ve adanın 855 binlik nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan Kıbrıslı Rum çoğunluğun, iktidarı azınlıktaki Kıbrıslı Türkler ile nasıl paylaşacağını kapsıyor.
Economist dergisine göre, en az 100 Rum, Kuzeyde mülk iddiasında bulunabilir. Türkiye'nin bölgede yaklaşık 30 bin askeri bulunuyor.
2004 planının başarısızlıkla sonuçlanması, Türkiye'nin AB'ye katılım görüşmelerine başlama umutlarını tehlikeye düşürmüştü. Yeniden birleşme görüşmelerinin başlaması bu eğilimi tersine çevirebilir. 2009'un ortalarında yeni bir değerlendirme yapacak olan Avrupa Komisyonu, Türkiye'nin üyelik görüşmelerini, kısmen de Kıbrıs konusundaki tıkanıklık nedeniyle, askıya almıştı.
Belfast'daki Queen's Üniversitesinde etnik anlaşmazlıklar eğitmeni olan Kıbrıs doğumlu Neophytos Loizides, "Türkiye'nin Rumlara vereceği tavizler, AB'ye katılımını kesin olarak hızlandıracaktır. Bu durum kuşkucu her Avrupalıya, Türkiye'nin potansiyel AB üyeliğinden kaynaklanan herhangi bir pratik konuya ilişkin çözümler bulmaya hazır olduğuna güvenilir bir gösterge olacaktır" diye konuşuyor.
Öte yandan, Kıbrıs halkı yeniden birleşme için istekli görünmesine karşın, bazı Rum gazeteleri görüşmeleri eleştiriyor.
18 Eylül tarihinde, Simerini adlı Rum gazetesi, henüz iki görüşmenin yapıldığı gerçeğine rağmen, barış sürecini "bataklık" olarak nitelendirdi. Türklerin Kıbrıs gazetesi ise, görüşmeci liderlerin açıklamalarındaki "gerginlik" ve "iğneleyici ifadelere" atıfta bulundu.
Loizides, "Kıbrıs Rum basını geleneksel olarak çok muhafazakar ve insanların beklentisinin aksine daha az çözüm yanlısı olmuştur" diyor ve liderlerin sadece bir anlaşmaya varmak için değil bu anlaşmayı halka kabul ettirmek için de girişimde bulunmaları gerektiğini ekliyor.

THE NEWSWEEK: "İKİ TARAFTAN ÇEKİŞTİRİLMEK"

ANKARA, 06/10(BYE)--- ABD'de yayımlanan haftalık Newsweek dergisinin 6 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında, Rana Foroohar imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

Seçilmesi ülkesini ikiye bölen Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün mensubu olduğu, kökleri İslama dayanan Batı yönelimli ve AB yanlısı Adalet ve Kalkınma Partisi, üniversitelerde başörtüsü takma yasağını kaldırma yönünde girişimlerde bulundu ve bu, laik ülkede liberalleşmenin doğası hakkında tartışmaların yaşanmasına neden oldu. Türkiye'nin liderleri, doğu ve güney sınırlarındaki istikrarsızlık ve Batı'daki müttefikleriyle olan belirsiz durum nedeniyle içeride olduğu kadar dışarıda da dengeleyici bir tutumla karşı karşıya. Newsweek'ten Rana Foroohar, bütün bunların merkezindeki Gül ile konuştu.

FOROOHAR: Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan çatışma açıkça herkesin zihnini meşgul ediyor. Türkiye, bilinen jeopolitik dinamiklerle nasıl bir rol oynayabilir?

GÜL: Türkiye'nin batısında Balkanlar, doğusunda Kafkaslar yer alıyor. Her iki bölge ve bu bölgelerin istikrarı bizim için önemli, zira Kafkaslarda istikrarın ve buna ek olarak güven ve inancın olması, ekonomik işbirliği için uygun bir atmosfer yaratır. Kafkaslar, enerji kaynakları ve enerjinin doğudan batıya güvenli şekilde aktarılması için anahtar konumunda bulunuyor. Bu aktarım yolu, Türkiye'den geçiyor. Bu nedenle biz, sorunların çözümü için doğru atmosferin yaratılması yolunda bir diyalog ortamını sağlamak amacıyla son derece aktifiz. Eğer Kafkaslarda istikrarsızlık varsa, Kafkaslar doğu ile batı arasında bir çeşit duvar halini alır, ama eğer bölgede istikrar varsa, o zaman Kafkaslar bir koridor olur.

FOROOHAR: ABD ile İran arasındaki mevcut ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

GÜL: İran ile ABD arasındaki sorunlar tabii ki bizi de endişelendiriyor. Bu ilişkilerin normalleşmesini görmek isteriz. Sorunların çözüldüğünü görmek isteriz. Nükleer meseleler bizim için de önemli: Çevremizde kitle imha silahları görmek istemiyoruz. Bu bağlamda, İran'a altı ülke tarafından sunulan son paketin son derece iyi ve değerli olduğuna inanıyorum ve biz de hazırlıklara ve tartışmalara katkıda bulunuyoruz. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile konuştum, bu durumu kendisine anlattım. Umuyorum ki, umuyoruz ki, sorunlar diyalog yoluyla çözülecektir.

FOROOHAR: Türkiye, Irak'ta ne görmek istiyor?

GÜL: Irak'ın toprak bütünlüğü ve siyasi birliği son derece önemli ve bunun ABD için de önemli olması gerekir. Buna alternatif hiçbir düşünce olmaması gerekir ve işler bu yönde ilerler gibi görünüyor. Bu yüzden bundan memnuniyet duyuyoruz.

FOROOHAR: Ekonomik atmosfer ışığında, özellikle hangi reformların önemli olduğunu düşünüyorsunuz?

GÜL: Mali disiplini muhafaza etmek önemli ve enerji konularında da daha fazla liberalleşme ve özelleştirme programının devam etmesi önem taşıyor.

FOROOHAR: Daha önceden, Türkiye'nin laikleşmesini geriye döndürmek gibi bir niyetinizin olmadığını söylemiştiniz. Başörtüsüne yönelik yasağın kaldırılması konusunda endişe duyanlara ne söylemek istersiniz?

GÜL: Bizler, AB'nin bir parçası ve üyesi olması için çok çalışan insanlarız. Bizim yönümüzün Avrupa'ya dönük olduğu konusunda hiçbir şüphe yok. Eğer laik olmayan bir sistem kurmak isteseydik bütün bunları yapmazdık, çünkü ikisi birbiriyle çelişirdi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türkiye'nin hukukun üstünlüğüne inanan demokratik, laik bir sosyal devlet olduğunu belirtiyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri konusunda, toplumda sayıları son derece az bazı marjinal gruplar dışında, çok yaygın ve güçlü bir görüş birliği mevcut.

FOROOHAR: Türkiye'de bu konular hakkındaki bölünmeyle ilgili ne diyorsunuz?

GÜL: Sizin adlandırdığınız gibi bir bölünmenin olduğuna inanmıyorum. Böyle bir bölünmenin olduğunu söylemek abartılı olur. Bu bir tartışma ve çok çeşitli aileler var. Örneğin bir aileyi ele aldığınızda, aynı aile içinde dini ibadetlerini daha fazla ya da daha az ifa eden bireyler var. Ya da ailenin kadın fertleri arasında başlarını kapatan ya da kapatmayanlar var. Sokakta da başını kapatan ve kapatmayan kızların birlikte dolaşıp konuştuklarını görebilirsiniz. Sizin tanımladığınız gibi bir ayrılık yok. Bu sadece siyasi bir tartışma.

AP: "TÜRKİYE PARLAMENTOSU ASİ KARŞITI OPERASYONLAR KONUSUNDA OYLAMA YAPACAK"

ANKARA, 08/10(AP)(BYE)--- Milletvekillerinin bugün, Türk ordusunun kuzey Irak'taki Kürt asilere yönelik sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirme yetkisinin süresini uzatmaları bekleniyor.
Parlamento, asilerin Irak'tan gerçekleştirdikleri ve 17 askerin ölümüne neden olan saldırının üstünden bir hafta geçmeden, bir yıllık bir uzatmayı görüşüyor. Ordunun halihazırdaki yetkisi 17 Ekim'de sona eriyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Irak'a yeni kara saldırısı düzenleyebileceğine işaret etti. Son saldırı şubat ayındaydı ancak Türk savaş uçakları ve topçu birlikleri cuma günkü asi saldırısının ardından hem Türkiye hem de Irak'taki asi sığınaklarını bombalıyor.
Ordudan bugün yapılan açıklamada, sınıra yakın Güçlükonak yakınlarındaki bir çatışmada dört asinin öldürüldüğü bildirildi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ordunun sadece Kürt asi üslerine karşı güç kullandığını söyledi.
İki günlük bir ziyaret için bulunduğu Finlandiya'da bir basın toplantısında Gül, "Irak Hükümetinin kontrol edemediği bazı Kuzey Irak bölgelerinde terörist yuvaları mevcut" dedi.
Gül, Türk milletvekilleri bugün ordunun yetkisini uzatmaya karar verirse "sadece bu terörist yuvalarının saldırıya uğrayacağını" söyledi.
Abdullah Gül ayrıca Avrupa Birliğinden Türkiye ve asilerle savaşına daha fazla dayanışma göstermesini istedi.
Finlandiya Cumhurbaşkanı Tarja Halonen, konunun 27 üyeli AB ve Türkiye arasındaki görüşmelerde ana konulardan biri olacağını söyledi.
Kürt asiler 1984 yılından bu yana Türkiye'nin güneydoğusunda özerklik için savaşıyor. Çatışma yaklaşık 40 bin kişinin ölümüne neden oldu.

 

AZERBAYCAN BASINI

AZADLIK: "AVRUPA KOMİSYONU'NDAN TÜRKİYE'YE DESTEK"

BAKÜ, 30/09(BYE)--- Tirajı günde 5.500 olan muhalefet yanlısı Azadlık gazetesinin 28 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonu Azerbaycan Özel Temsilcisi Alan Waddams, Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu ile ilgili olarak APA Ajansına bir açıklamada bulundu.
Waddams açıklamasında, "Türkiye'nin Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu teklifini alkışlıyoruz. Bu tür tekliflerin Rusya'ya veya Minsk sürecine karşı olduğunu iddia etmek doğru olmaz. Söz konusu teklifle, şu ana kadar çözüm bulunamayan konularda ilerleme sağlanacağına inanıyorum" dedi.
Not: Aynı haber 525. ve Şark gazetelerinde de yer almıştır.

 

SURİYE BASINI

SANA: "GÜL: BÖLGEDE HERHANGİ BİR SAVAŞ TEHLİKELİ OLUR"

ANKARA, 06/10(BYE)--- Suriye Haber Ajansı'nın 5 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bölgede askıda kalmış sorunları çözümlemek için diyaloğun önemini vurguladı ve herhangi bir savaşın bölge için büyük tehlike yaratacağını, sonuçlarının ise bölge ve dünya için kötü olacağını belirtti.
Cumhurbaşkanı Gül, el Cezire'ye yaptığı açıklamada, "Türk topraklarının bize komşu herhangi bir ülkeye karşı bir saldırı üssü olmasına izin vermeyeceğiz... Türk topraklarındaki askeri üsler bizim tam kontrolümüz altında" dedi ve şunları ekledi: "İran komşu bir ülke ve onunla uzun sınırlarımız var. Birbirimizin iç işlerine müdahale etmeden iyi komşuluk ilişkileri yürütüyoruz."
Türkiye'nin AB'ye girmesi konusunda da açıklamada bulunan Gül, şunları söyledi: "Tam üyeliğe girme aşaması önemli bir konu. Ayrıca bu durum Türkiye'deki demokrasi çıtasını yükseltti. Türkiye derin reformlar, anayasada değişiklikler yaptı ve bunların sonucunda, 2005 yılında AB ülkelerinin de onayıyla üyelik çalışmaları başladı. Görüşmeler iyi bir seyir izliyor. Türkiye'nin üyeliği, başka ülkelerin üyeliğinden biraz daha farklı olabilir ve biz bunu olağan bir durum olarak karşılıyoruz."
AB'nin yeniden yapılanması konusuna verdiği yanıtta ise Gül, "Yeniden yapılanmaya ihtiyaç var. Çünkü AB'nin içinde kurulduğu uluslararası koşullar 60 yıl öncesine aitti; şimdiki koşullar ise farklı ve Türkiye, AB içinde daha fazla demokrasi adına söz konusu reformcu işlemi destekliyor" dedi.

SANA: "TÜRK ORDUSUNU HEDEF ALAN SALDIRIYA ULUSLARARASI KINAMA...
ANKARA: TERÖRLE MÜCADELE HER ŞEYİN ÜSTÜNDE"

ANKARA, 06/10(BYE)--- Suriye Haber Ajansı'nın 6 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Ankara Hükümeti terörle mücadeleyi kararlılıkla sürdüreceğini ve bu konuya öncelik vereceğini vurguladı.
Hükümet, Başbakan Erdoğan'ın başkanlığında düzenlenen olağanüstü ve uzunca bir toplantının ardından yayımladığı bildiride, Türkiye'nin, her koşulda terörle mücadeleye büyük bir kararlılık ve iradeyle devam edeceğini ve bunun için gerekli tedbirleri alacağını açıkladı.
Bildiride, Kürdistan İşçi Partisinin saldırısı çirkin olarak nitelendirildi ve saldırının ülkenin birlik ve beraberliğine zarar veremeyeceği vurgulandı. Öte yandan pek çok Türk şehri, bugün terörü ve onu destekleyen ülkeleri protesto eden gösterilere tanık oluyor.
Saldırının ardından savaş uçakları ve helikopterlerle destekli Türk güçleri, 23 militanın ölümüne neden olan bir saldırı düzenledi.

--Türk Uçakları Kürdistan İşçi Partisinin Mevzilerini Bombalıyor--

Diğer taraftan Türk Genelkurmay Başkanlığı da savaş uçaklarının Kuzey Irak'taki Basyan ve Avaşin bölgelerini bombaladığını açıkladı. Genelkurmay Başkanlığı'nın resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, savaş uçaklarının emniyetle üslerine döndükleri bildirildi, ancak partinin kamplarına verilen olası zararlardan söz edilmedi.

--Gül, Talabani'den Türkiye'ye Yapılan Saldırıları Engelleyecek İcraatlar İstedi--

Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nden yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün telefonla görüştüğü Iraklı mevkidaşı Talabani'den, Irak'tan gelen saldırıları engelleyecek önlemler almasını istedi.
Cumhurbaşkanlığının internet sitesinden yapılan açıklamada, Gül'ün yaptığı telefon görüşmesinde Irak ve Türkiye arasında gelişen olumlu havanın teröristler tarafından bozulmasına izin verilmemesi gerektiğinin altını çizdiği belirtildi. Talabani ise iki taraf arasında üst düzey bir güvenlik toplantısı düzenlenmesini önerdi. Gül de ülkesinin ne pahasına olursa olsun terörle mücadeleyi sürdüreceğini vurguladı. Gül, Cumhurbaşkanlığının internet sitesinde yayımlanan açıklamasında, Türkiye'nin uzun süredir teröre karşı mücadele verdiğini, terör örgütünün, aldığı darbelerden sonra, bu eylemi hala var olduğunu kanıtlamak için düzenlediğini söyledi.
Köşk'ten yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanının bugün yapılması planlanan Fransa ziyaretini yaşanan olay nedeniyle iptal ettiği duyuruldu. Başbakan Erdoğan da Türkmenistan ziyaretini yarıda kesti ve Moğolistan ziyaretini iptal ederek ülkeye döndü. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu da Başbakan Erdoğan'ın başkanlığında acil bir toplantı düzenledi. Bir Türk kaynağı, Kurulun, saldırıya yanıt olarak alacağı icraatları görüşeceğini açıkladı.

--AB ve Irak Saldırıyı Kınadı--

Öte yandan AB de saldırıyı kınadı ve terörle mücadelede Ankara'nın yanında olduklarını açıkladı. AB Dönem Başkanı Fransa'dan gelen açıklamada, AB Parlamento Başkanlığının, 15 Türk askerin öldüğü olayı en şiddetli biçimde kınadığı belirtildi.
Irak Hükümeti de silahlı saldırıyı kınadı ve PKK faaliyetlerinin büyük bir tehdit oluşturduğunu ifade etti. Diğer taraftan İslam Konferansı Örgütü de saldırıyı kınadı. Örgütün Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, militanlarla mücadelesinde Türkiye'nin yanında olduklarını bildirdi.
Arap Birliği de saldırıyı şiddetle kınadı ve bugün yayımlanan bir bildiride, Türkiye'nin yanında olduğunu açıkladı ve kurbanların yakınlarına baş sağlığı diledi.

 

ULUSLARARASI ARAP BASINI

EL ŞARK EL AWSAT: "ERDOĞAN TÜRKİYE'NİN RÜYASINI UNUTTU MU?"

ANKARA, 25/09(BYE)--- Londra'da Arapça yayımlanan el Şark el Awsat gazetesinin 25 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, Âmal Musa imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Erdoğan, zaman ayarlı bombasını ortaya atarak, Türkiye'nin Avrupa kulübüne kabul edilme koşullarından en önemlisini sarsacak açıklamalarda bulundu. Son açıklamalarında Erdoğan, AKP üyelerini, partisini karalayan basın ve medya kuruluşlarını boykot etmeye çağırdı ve yolsuzluk faaliyetlerine karıştığı gerekçesiyle hükümete karşı sert ve tehlikeli bir eleştiri dalgası başlattıkları için aynı medyaya karşı kampanya başlatma çağrısında bulundu.
Bu açıklamalarla AB'nin Türkiye'yi kabul etme tereddütlerini kıyaslayınca ulaştığımız sonuç, Erdoğan'ın, Türkiye'nin hâlen sorunlar yaşadığı bir alan olan basın özgürlüğüne ilişkin verilmiş teminatları duvara çarpmış olduğudur. Bu da demek oluyor ki, Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı olan sesler bu kez daha yüksek çıkacak ve zaten Müslüman olduğu için kabul edilmesinin imkansız olduğu konusunda ısrar eden tutumlarını güçlendiren yeni bir bahane bulmuş olacaklar.
Öte yandan Erdoğan'ın açıklamaları olumsuz işaretler de içeriyor; bunların en önemlisi de Türkiye'deki siyasi kültürün zayıflığı ve henüz askeri diktatörlüğün izlerinden kurtulamadığına dair işaretler. Bunun üzerine bir de Avrupa'da, bu hitabın derinini eşelemeye hazır gözler ve kulaklar olduğunu da eklersek -hele ki iktidar partisinin İslami bir geçmiş taşıdığı da göz önüne alınırsa- düşünce ve insan özgürlüğüne düşman bütün açıklamalar, maalesef, Türk halkının yaklaşık yüzde 97'sinin benimsemiş olduğu İslamın omuzlarına atılacak. Bu yüzden Erdoğan'ın, kendi ülkesinin basınına karşı açıklamaları, özellikle de AB üyeliğini isteyen büyük Türk rüyasının düşüşü anlamına geliyor. Oysa Türkiye buna ulaşmak için istenen reformlar doğrultusunda önemli adımlar atmaya başlamıştı.
Ancak eğer Erdoğan ne söylediğinin farkındaysa ve söyledikleri şiddetli bir öfkenin sonucu değilse, o zaman Erdoğan'ın, Türkiye'nin AB'ye katılmasını en fazla imkansız gören kişilerden biri olduğunu söyleyebiliriz ki aynı tutumu pek çok Türk de benimsiyor ve bu düşüncelerinde, laik ve Hristiyan bir Avrupa'nın, Müslüman bir ülkenin kendisine katılmasına izin vermeyeceğine dayanıyorlar. Türkiye'nin ihtiyar Avrupa toplumlarını korkutan demografik ağırlığının yanı sıra, İslam dini de Türk kültürel yapısının içine iyice işlemiş durumda ve bu, AB'nin ve Avrupa toplumlarının tabiatına uymuyor.
Erdoğan'ın ülkesindeki medyaya karşı yaptığı açıklamaları ancak bu şekilde anlayabiliriz... Dolayısıyla o, Türkiye'nin Avrupa rüyasını unutmuş değil; sadece bu rüyanın, Türkiye'de laik olmayan ve kendisinden talep bile edilmeyen hatta tacize varan bütün koşulları yerine getirse dahi AB kapılarını kapalı gören kesimin ilgileri arasından düştüğünü ortaya koyuyor.


Güncelleme: 26/11/2008 / Hit: 3,519

Copyrights © 2023 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2023 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı