ENGLISH
  Güncelleme: 03/12/2008

2008-11-20 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2008-11-20 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "BERLUSCONİ TÜRKİYE'YE AB ÜYELİĞİ İÇİN DESTEK VADEDİYOR"

BERLİN, 13/11(BYE)--- Tirajı günde 153 bin 247 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 13 Kasım 2008 tarihli sayısında, DPA'ya atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, Türkiye'ye, Avrupa Birliği'ne üyelik konusunda bundan sonrası için de destek sözü verdi. Berlusconi, Türk meslektaşı Recep Tayyip Erdoğan ile İzmir'deki buluşmasında, ülkesinin Türkiye'ye farklı yollardan destek vermek istediğini ifade ederek, Türkiye'nin stratejik önemi büyük bir bölgede mühim bir rol oynadığını kaydetti. İzmir'de çarşamba günü iki devletin dışişleri, savunma ve içişleri bakanları da bir araya geldi.

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "CEM ÖZDEMİR'E GÖRE TÜRKİYE YAKLAŞIK 10 YIL SONRA ÜYELİĞE HAZIR HALE GELECEK"

BERLİN, 14/11(BYE)--- Tirajı günde 153 bin 247 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 14 Kasım 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan DPA kaynaklı ve Berlin çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Yeşiller Partisi Genel Başkan adayı Cem Özdemir, Türkiye'nin yaklaşık 10 yıl sonra Avrupa Birliği'ne üyelik için hazır hale geleceğini söyledi.
Türk kökenli Alman siyasetçi DPA'nın video birimine yaptığı açıklamada, halledilmesi gereken konular arasında ülke çapındaki kadın-erkek eşitliğinin bulunduğunu söyledi. Bu konu halledildiği takdirde ülkenin üyelik için hazır hale geleceğini belirten Özdemir'in, Yeşiller Partisi'nin Erfurt'ta yarın yapılacak olan kongresinde yeni Genel Başkan seçilmesi bekleniyor.

 

AVUSTURYA BASINI

DIE PRESSE: "LEVİS MARKA HER ÜÇ PANTOLONDAN BİRİNİN KUMAŞI TÜRKİYE'DEN GELİYOR"

VİYANA, 19/11(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 19 Kasım 2008 tarihli sayısında, Matthias Auer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Kayseri çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Kayseri "Anadolu Kaplanları"nın Şehri. AB'ye Katılımı Beklemeye İhtiyaçları Yok--

Türkiye'nin muhafazakar çehresinin İç Anadolu'daki bel kemiği olan Kayseri'de hava kararır kararmaz sokaklar boşalıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün (AKP) de doğduğu şehir olan Kayseri'de, ekonomik kalkınmaya rağmen büyük arabalara rastlanmıyor. Bu şehirde modern iş dünyasıyla uyum sağlamaya çalışan geleneksel değerler sisteminde, lükse ve israfa ayıp gözüyle bakılıyor. Camiler ve fabrikalar tıka basa dolu ve sıkı dindar çevreye rağmen sokaklarda başörtüsüz birçok kadına rastlamak da mümkün. Birçokları burada adeta bir "İslamcı Kalvenizmi"(*) andıran yaşam şeklinin bölgenin ekonomik başarısının başlıca nedeni olduğu kanısında.

--İşadamlarının Kalesi--

Kayseri'nin "büyük evlatları" sayesinde, ticaret merkezi, kısa zamanda nüfusu bir milyona yaklaşan bir sanayi şehrine dönüştü. Cumhurbaşkanı Gül, buzulun görünen parçası sayılır. Türk işadamlarının yüzde 90'ı bu bölgeden geliyor. Örneğin 64 şirketten oluşan bir holdinge sahip olan Sabancı ailesi gibi. Efsanevi Yunanlı armatör Aristoteles Onasis bile Kayseri kökenli.
Bu işadamları şehrin "Anadolu kaplanlarının şehri" olmasını sağladı. Kayseri, Bursa ve Konya çevresinden ihracatlar 2002 yılında iki katına çıktı.
Kayseri bu kalkınmayı mobilya ve tekstil sanayisine borçlu. Türkiye'deki her üç mobilyadan biri burada yapılıyor. Jean pantolonların yapıldığı Denim kumaşının her iki metresinden biri buradaki aile işletmelerinden birinde dokunuyor. Örneğin, 2007'de dünya çapında Levis marka her üç jean pantolondan birinin kumaşını dokumuş olan Orta Anadolu Tekstil Fabrikası gibi. Ciro 160 milyon avroya, kar da 33 milyon avroya çıktı.
Ancak enerji fiyatlarının artması ve Asya ülkelerinin rekabeti, bu sektöre zorluk çıkarıyor. Asya'daki firmaların üretim masrafı Türkiye'dekinin beşte biri kadar. Ayrıca bu arada uluslararası mali kriz de İç Anadolu'ya ulaştı. Türk otomobil sanayisi ağır darbeler alırken, Kayseri'deki şirketler ekonomik gerilemenin gelmesini bekliyorlar.
Orta Anadolu'nun üretim menajeri Ömer Gürsan, "2009 çok zor geçecek. Üretimde yüzde 20 ila 30 azalma bekliyoruz" diyor. Özellikle de çok sayıdaki küçük ve orta büyüklükteki işletme için bu bir sorun oluşturabilecek. Firmasını AB'nin sübvansiyonları sayesinde genişletebilen Ozan Mahir, "Birçok işletme ayakta kalmayı başaramayacak" diyor. Mahir, gerçi siparişlerin azalmadığını, ama müşteriler pek ender borçlarını ödeyebildiği için, kendisinin de zor durumda kaldığını söylüyor.

--Ekonomide Gerileme Türkiye'yi Alnından Vuruyor--

İstanbul'daki Bilgi Üniversitesinden ekonomi profesörü Asaf Savaş Akat, neticede Türkiye'nin krizin en azından mali yönünü atlatabildiğini söylüyor ve Türk bankalarının geçmişteki hatalarını 2001 yılındaki krizin ardından temizlediklerini belirtiyor. Ancak küresel ekonomik gerilemenin Türkiye'yi de etkileyeceğine değinen Akat, hükümetin yüzde 5 oranında büyüme hayalleri kurmasına karşın, "Türkiye'nin ciddi bir gerilemenin eşiğinde olduğundan" emin.
Akat, Türkiye'nin AB'ye katılımının da bu konuda bir şey değiştirmeyeceğini söylüyor. AB son İlerleme Raporunda ilk kez, Türkiye'de işleyen bir pazar ekonomisi olduğunu kabul etti. Ancak hem Avrupa hem de Türkiye'de yakınlaşma hevesinin giderek azaldığı görülüyor.
Tekstil Üretim Birimi Başkanı Ömer Gürsan, "AB üyeliğiyle rekabet gücümüz azalacaktır" diyor ve çalışma masraflarının artacağına, pahalı çevre standartlarının uygulanması gerekeceğine işaret ediyor. Avrupa Sanayi ve Ticaret Odaları ise Türk işletmelerinin yüzde 72'sinin AB'ye katılıma hazırlıklı olmadığından yakınıyor.

--"Türkiye'nin AB'ye İhtiyacı Yok"--

Ekonomi profesörü Akat, "Avrupa'dan bekleyebileceğimiz tek şey siyasi kazançtır" diyor ve ekonomik açıdan Gümrük Birliğinin Türkiye'ye yettiğini söylüyor. Avrupalıların Türk ekonomisinde ağırlıklı rol oynamaktan yavaş yavaş vazgeçtiklerine de değiniyor. Geçen yıl AB ülkelerinden Türkiye'ye yapılan doğrudan yatırımlar yüzde 20 oranında azaldı. Buna karşın Kore ve Çin'e yapılan yatırımlarda artış görüldü. Ekonomi uzmanı, "Türkiye'nin Avrupa'ya ihtiyacı yok. Türkler artık AB olmadan da demokratik bir devlet olabileceklerine inanmaya başladılar" diyor.

VİBM NOTU: (*) Protestanlık'ta Kalvenizm mezhebine göre, dürüstlük ve çalışkanlık birinci sırada yer alır. Bu, o dönem örneğin Hollanda'da yükselen ekonomiyi de destekleyen bir inanç şekliydi. Calvin'e göre çalışkan, dürüst, dünya nimetlerinden uzak durarak ibadet edenler rahipler kadar Tanrının selametine hak kazanmış, küçük seçilmişler grubunun üyeleriydi. Günah olan ise lüks yaşam, süslü elbiseler ve mücevher kullanmak, dans etmek, sarhoş olmak ve tembellikti.

 

FRANSA BASINI

AFP: "BERLUSCONİ, AB'YE, TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİNİ HIZLANDIRMASI ÇAĞRISINDA BULUNDU"

İZMİR, 13/11(AFP)(BYE)--- Türkiye'nin batısındaki İzmir kentinde düzenlenen basın toplantısında İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, AB'ye, Türkiye'nin üyelik sürecinin hızlandırılması çağrısında bulundu ve Ankara'nın Birliğe girişini sonuna kadar destekleyeceğini belirtti.
Ankara yönetimi, 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerine başladı. Ancak 35 konu başlığından sadece sekizi müzakereye açıldı.
İzmir'deki İtalya-Türkiye zirvesinin ardından düzenlenen basın toplantısında Berlusconi, "Önümüzdeki yıl Çek Cumhuriyeti, ardından da İsveç, AB Dönem Başkanı olacak. Bu ülkeler Türkiye'nin dostudur. Bu dönemde üyelik sürecinin hızlanacağını düşünüyorum. Önümüzdeki yıl dört konu başlığını daha müzakereye açmak istiyoruz." şeklinde konuştu.
Bazı AB ülkelerinin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıktığını, ancak İtalya'nın bu tarafta yer almadığını belirten Berlusconi, Roma yönetiminin bu ülkeleri ikna etmek için elinden geleni yapacağının altını çizdi.

LE FİGARO: "VİLLİERS, ERMENİ VE VENDEE 'SOYKIRIMLARINI' KARŞILAŞTIRDI"

PARİS, 19/11(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 19 Kasım 2008 tarihli sayısında, Guillaume Perrault imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Erivan çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Aşırı Sağcı Milletvekili Erivan'da Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine Karşı Olduğunu Tekrarladı--

Esas meselelere dönüldü. Haziran 2009'da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine liste sunmaya hazırlanan Philippe de Villiers, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliğine karşı olduğunu tekrarlamak için cumartesi gününden düne kadar Ermenistan ziyaretindeydi. Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile görüşen eski cumhurbaşkanlığı adayı "ne coğrafi, ne de kültürel anlamda, Türkiye Avrupalı bir ülkedir" açıklamasında bulundu ve "Ermenistan dışarıda kalırken Türkiye'nin AB'ye girdiğini görmenin oldukça şok edici olacağını" ifade etti.
IV. asırda Hrıstiyanlığa geçen, 3.3 milyon nüfuslu bu küçük ülkenin siyasi ve dini liderleri tarafından sıcak bir karşılamayla karşılaşan Vendee Belediye Başkanı, her zaman için şiddetli bir polemik yaratan bir mukayesede bulunmaktan çekinmedi. Ankara, önce Osmanlı daha sonra da Türk yetkililerinin 1915 ila 1923 yılları arasında yürüttüğü ve 1.5 milyon Ermeni vatandaşın hayatına mal olan soykırımı tanımayı reddediyor. Oysa Villiers'e göre "1793 yılında Vendee bölgesi de tıpkı 1915'te Ermenistan gibi bir soykırım yaşamış ve tıpkı Ermeni soykırımı gibi Vendee soykırımı da asla tanınmamış ve kurbanlarından asla özür dilenmemiştir." Konuşmasını Ermenistan'daki Fransız Üniversitesinde sürdüren Avrupa Milletvekili ayrıca Alexandre Soljenitsyne'in 1993 yılında yaptığı gibi "bir gün bir Fransız Cumhurbaşkanının da 1793 kurbanı Vendee'lilere bir anma ziyaretinde bulunmasının mümkün olduğunu" ifade etti.

--Karşıt Önlemler--

Aşırı sağcı milletvekili ayrıca Ermeni soykırımının inkarını cezalandırmayı öngören yasa teklifini destekleyeceği konusunda da güvence verdi. Meclis tarafından ilk oturumda kabul edilen yasa teklifi henüz hükümet tarafından Senatonun gündemine taşınmadı. Ankara yasa kabul edildiği takdirde Paris'i ticari yaptırımla tehdit ediyor. Bu arada Vendee bölgesi ile Ermeni yetkilileri nihayet kültürel ve ekonomik alanlarda birkaç işbirliği anlaşmasının hazırlığına başladılar.
2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısızlığından çok etkilenen Philippe de Villiers değişti. 15 yıldır süslü konuşmalar şampiyonu olarak bilinen Villiers artık daha ağırbaşlı. Vendee'li Villiers, "bir rotası bile olmadığını" söylediği Nicolas Sarkozy hakkında eleştirilerini de eksik etmiyor ve ekonomik durumun kötüye gitmesiyle Avrupa seçimleri için tartışmalarda ağırlığını koyabileceğine inanmak istiyor. O zamana kadar da sakince bekliyor -bir kez daha ve hep- ümit etmeye devam ediyor.

 

İNGİLTERE BASINI

THE SPECTATOR: "TÜRKLER AVRUPA'NIN PARÇASI OLMAYA HAZIR MI? BRÜKSEL'E GÖRE HAYIR, KYLİE'YE GÖRE EVET"

ANKARA, 13/11(BYE)--- İngiltere'de haftalık olarak yayımlanan The Spectator dergisinin 15 Kasım 2008 tarihli sayısında, Eric Ellis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

Türkiye ile Avrupa'nın tam da birbirleri için hazır olabileceklerini bana düşündüren Kylie Minogue oldu. İstanbul'daki Kanyon alışveriş merkezindeki bir kadın iç çamaşırı mağazasına, Kylie'nin tüm vücut hatlarını gözler önüne seren kartondan yapılmış bir mankenini koymuşlar. Nüfusunun yüzde 98'i Müslüman olan bir ülkede bu şaşırtıcı bir manzaraydı. Ama mesele şu ki, şaşıran bendim. Türkiye'de köktendinciliğin arttığına dair haberler okumuştum. Kadınların tesettür giydiğini, giymek istemeyenlerin İslamcı militanlarca buna zorlandığını... Bir zamanlar laikliğin sancağını taşıyan Türkiye'nin hızla Tahran'a dönüştüğünü... Hatta intihar saldırılarını... Bunlar fiilen ticaretin icat edilmiş olduğu bu eski topraklarda iş açısından çok kötüydü. Türkiye Avrupa yanlıları ve elbette bir Avusturyalı için uygun bir yer gibi görünmüyordu.
Ancak tek büyük ajitasyon Kylie'ninkiydi; hareketli bir cuma gününde mağazada Sultan Ahmet Camii'ndekinden daha fazla insan vardı. Bir diğer şok ise, Kanyon'un İstanbul'un parlak yeni ticaret bölgesi Levent'te çektiği müşteri kitlesi düşünüldüğünde bile satın alınabilirliği afallatıcı olan, bir jartiyer takımının üzerindeki dört haneli avro etiketiydi.
Elbette 70 milyon Türk'ün hepsi dantel meraklısı değil. Hatta Avrupa meraklılarının sayısı da her geçen gün azalıyor. Ankara, 1959'dan beri AB'nin kapısında. Ancak şimdi daha müreffeh olan gururlu Türkler her seferinde heveslerinin, kötü giyimli Doğu Avrupalıları içeri alırken kırmızı kuşaklı Türkiye'ye palavracı fedaiyi oynayan Brüksel tarafından kursaklarında bırakılmasından sıkıldılar.
Eğer bu dinle ilgili değilse ki, Brüksel hiç de inandırıcı olmayan bir şekilde böyle olmadığında ısrar ediyor, o halde Avrupa'nın Türkiye ile sorunu ne? Türkler kapitalizmi bilmiyor değil. Hatta bu daha çok Romanya, Bulgaristan ve Macaristan gibi acemi AB üyeleri için söylenebilir. Osmanlı veya Bizanslı, Türkler Avrupalılardan çok daha önce para biriktirmeye hevesliydi. Gerçek anlamıyla Avrupa ve Asya arasında bir köprü olan İstanbul'un uluslararası bir ticaret merkezi olarak statüsü bin yıllık. Bugün Türkiye'nin ticaretinin yüzde 75'i Avrupa ile. 2001 krizinden sonra ülkeye giren Avrupa bankaları ise banka varlıklarının yüzde 40'ına sahip. O iyileşme Türkiye'yi arındırdı ve güç verdi, mali piyasalarını tabiri caizse daha Avrupalı yaptı. Türkiye'nin dört büyük özel bankasından biri olan Akbank'ın Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer şöyle diyor: "AB, Türkiye'yi yeni üye olarak kabul etmeli çünkü AB'ye hareket ve büyüme getirecektir. Büyük AB güçleri yavaşlıyor. Dünya Batı'dan Doğu'ya kayıyor ve AB'nin sınırları içinde gelişmekte olan bir piyasaya ihtiyacı var." Türkiye canlı bir medya tarafından bilgilendirilen güçlü bir demokrasiye sahip olmakla böbürleniyor. Bunda sevmeyecek ne var Senhor Barroso?

İstanbul'un "dindar" olarak adlandırılan mahallelerinden Fatih'in gönlünde ise Brüksel yatıyora benzemiyor. Çok az yabancı cesaret edip buraya geliyor ama ben, Topkapı'da turistlerin etrafında fır dönen sahtelerini değil gerçek dervişleri bulmak için oraya gittim. Jilet gibi giyinmiş bankacı kalabalığından ve fıstık gibi mahallelerinden farklı bir şeyler arıyordum. Arka sokaklardan birinde hoş bir Sufi camisine gittim. Atatürk mistik ritüellerinin fazla Doğulu ve geri olduğunu, Türkiye'nin Osmanlı sonrası modernleşmesini engellediğini düşündüğü Sufizmi yasakladı. Ama hala gizli olarak sürdürülüyor ve dökümlü kaftanlarıyla bir düzine genç adam dönerken, Atatürk, kadınların hepsi de örtünmüş, mest olmuş Avrupalı Sufi hayranlarına nasıl bakardı merak ettim.
Tüm bunları Şekerbank Genel Müdür Yardımcısı Zeki Önder ile sigara üstüne sigara içerek konuştum. Üzerimizde sigara haleleri asılı dururken Önder, Türkiye'nin geleceğini nasıl gördüğünü anlattı: "Bu ülkede çok para var ve bundan en çok kimin yarar sağlayacağını göreceğiz, Batı mı Doğu mu." Bir zamanlar hevesli bir Avrupa yanlısı olan Önder artık, Türkiye'de AB üyeliği konusunda yapılacak bir referandumun yarı yarıya sonuçlanacağını düşünüyor.
Atatürk Türklere Batı'ya dönmelerini öğütledi ancak ne zaman Ankara Batı'ya meyletse Avrupa köprüyü kaldırıyor, Türkiye'nin resmen Avrupalı olmak için verdiği Sisifosvari mücadelenin dile getirilmeyen gerçeği olan İslamofobi belirtileri gösteriyor. Türkler şimdi politikacılarına, doğu istikametinde çok daha fazla eğlence -yani para- varken neden ekonomik açıdan dokusu sertleşmiş avro bölgesi için zahmete girdiklerini soruyor.
Sadece Önder değil daha pek çok bankacı Türkiye'nin AB üyeliğine hazırdan da öte olduğu görüşünde. Ancak eğer Avrupa Türkiye'yi gelişmekte olan piyasa olarak hazmedemeyecekse çok yazık. Başlangıç olarak Dubaili "kardeşler", ardından Karadeniz'in hemen öte kıyısında Ruslar var, Doğu Asya da cabası. Önder, bana Çinli bir meslektaşıyla yaptığı konuşmayı aktarıyor. Pekinli bankacı Avrupalı bankacılar adına üzüldüğünü, "çünkü orada yapacak hiçbir şey kalmadığını", kendilerini ise "heyecan verici büyük bir gelecek beklediğini" söylemiş. Önder gülüyor ve şöyle diyor: "Haklı... Ben de Türkiye için aşağı yukarı aynısını düşünüyorum."

 

İSPANYA BASINI

DIARIO SUR: "TÜRKİYE, AVRUPA'YA SIRTINI DÖNÜYOR"

ANKARA, 17/11(BYE)--- İspanya'da yayımlanan Diario Sur gazetesinin 16 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, Ojuanma Mallo imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

"70'li ve 80'li yıllarda biz Türk vatandaşları Avrupa Birliği'nin bir parçasını teşkil etmek istiyorduk. Bir hayaldi... Şimdi değil. Çünkü önceki kadar çok para yok artık. Bundan, 80'li yıllarda İspanya, Portekiz ve Yunanistan faydalandı. Artık AB'ye girmemizin bir faydası yok." Bilgi Üniversitesi Ekonomi Öğretim Üyesi ve Vatan gazetesi köşe yazarı Asaf Savaş Akat, AB'ye katılım konusunda vatandaşlarının hislerini bu sözlerle anlatıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından uygulanan reformlara ve gayretlere rağmen, Asya ve Avrupa havasını soluyan bir ülkenin sokakları AB'ye katılmıyor. Bunu bu uzman söylüyor. Kamuoyu yoklamaları da bunu doğruluyor: Yüzde 40'dan daha azı AB katılımını kabul ediyor.
Uzun bir süreç oldu. 1963 yılında Ankara Anlaşması yapıldı. 3 Ekim 2005'te, Türkiye Avrupa'ya "aday" ilan edildikten altı yıl sonra, resmî görüşmeler başladı. Katılım için bir tarih kondu: 2015. Artık kimse buna inanmıyor. Bu da halk hoşnutsuzluğunun sebeplerinden biri. Öğretim Üyesi, "İnsanlar bunu yakın bir şey gibi görüyordu, ancak şimdi... O kadar erteleme onların şevkini kırdı. AB, Türkiye'nin yorulmasını ve girmeye 'hayır' demesini bekliyor" diye değerlendiriyor.
Erdoğan yönetimi, büyük enerji kaynaklarıyla olan bir müttefikliğinin önemini izleyen Brüksel tarafından verilen ödevleri yerine getirmekle meşgul oluyor. Hükümet, ölüm cezasını kaldırdı, kadına değer veren kanunlar kabul etti, askerî etki gücünü sınırlamaya çalıştı... Ad Niewsmedia ajansının muhabiri olan Marinus Guillet, "1983'te buraya geldiğimden beri, birçok iyileşme yaşandı. Ancak hâlâ gidilecek çok yol var..." diyor.
Bu görüşü, Bursa Valisi gibi bazı siyasetçiler de paylaşıyor. Şehabettin Harput, "Girmek için hazırlanıyoruz. Hatta yapısal olduğu kadar yasal bir dizi değişiklik yapmalıyız." diye kabul ediyor. Bunların arasında genç demokrasiyi güçlendirmeye değer veriyor.
Katılım terimi, tersine, sokakta geçiştiriliyor. Bazıları, katılımlarının kıtada belirli bir çekinceye sebep olacağını belirtiyor. "Biz Türkler olarak iyi karşılanmayacağımızı biliyoruz." diye kabul ediyor. 70 milyon nüfusuyla ve 86 sandalyeyle Avrupa Parlamentosunda Almanya'nın ardından ikinci büyük güç hâline dönüşecek eski Osmanlı İmparatorluğunun AB'ye girişine karşı koyan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy gibi belirli yöneticiler var. Eliseo'nun kiracısı, "O ülke, Avrupa'da değil" diye kendini akladı.

--Laik mi İslamcı mı?--

AB'nin hayalinde bu fikrin net bir ismi var: Din. İslamcılık. 1982 Türk Anayasası'nda devletin "laik" olduğu belirtilse de... Bununla birlikte Erdoğan hükûmeti, birçok kez Allah adına tedbirler almakla suçlandı.
Türklerin, başka çekinceleri de var. Biri, Kıbrıs problemi. Avrupa, ülkenin tanınmasını katılım için şart koştu. Bunu yapmadı, çünkü dört yıl önce ülkenin yeniden birleşmesine ivme verecek bir referandum yapıldı. Aynı şekilde, Cumhuriyet'in atası Mustafa Kemal Atatürk tarafından şekil verilen ulusal kimliğin bir parçasını kaybetmeye duyulan Türk korkusu yatıyor altında. 10 Kasım günü ölümünün 70. yıl dönümü törenleri yapıldı. Atatürk, Avrupalılığa inanan biriydi ve daima devletin laik kalması taraftarıydı. Bu Türk milliyetçiliğini güçlendirme niyetinde olan Atatürk, Kürtlerin kültürünü bertaraf etti. Bu, talepleri konusunda, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) tarafından yürütülen terörist olaylara dönüşmeye kadar varan büyük protestolara neden oldu. Türkler, Avrupa'nın bu mücadelede iş birliği yapmadığını hissediyor.
Sadece devleti "kurtarmak" için Türkler AB'ye girmek istiyordu. Çünkü ekonomik alanda kaygılar büyük. Sadece Birliğin kasasında artık o kadar çok para olmadığı için değil. 1996'dan beri artık bir Gümrük Birliği Anlaşması olduğu için de kaygılar büyük. Diğer yandan iş adamları, AB'ye girmenin büyük bir rekabete neden olacağını biliyor. Ayrıca, iş merkezlerinin Birlik kurallarını yerine getirebilmesi için büyük yatırımlar gerekecek.

ABC: "AB, ERDOĞAN'A GÜVENMİYOR"

ANKARA, 18/11(BYE)--- İspanya'da yayımlanan ABC gazetesinin 18 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, Enrique Serbeto imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Türk Başbakan Tayyip Erdoğan Temmuz 2007'deki erken genel seçimlerin galibi olarak alkışlandığı zaman kimse bunu söylememişti. O zamanlar, askerler ve Kemalist muhalefet partilerinin kendisine karşı başlattığı büyük düello karşısında tarihî bir zafer elde etmişti. Çünkü hiçbir İslami Türk partisinin başaramadığı bir şeyi yaptı: Hükûmeti, Meclisi ve -hatta- Cumhurbaşkanlığını kontrolüne almak. Avrupa Birliği yönünde anayasal bir reformu yürürlüğe koymak için bütün güç elinde.
Bununla birlikte bir buçuk yıl sonra her şey aynı. Avrupa Komisyonunun son raporu belirli birkaç ilerlemelere değiniyor. Brüksel de Erdoğan'ın ülkeyi AB'ye doğru götürme kapasitesine olan inancını kaybetti. AB'nin ifade özgürlüğü için hoş görülemez bir engel olarak değerlendirdiği ünlü 301. maddeyi bile hükûmetin kaldıramadığı Türkiye'deki durum yüzünden hayal kırıklığına uğrayan bazı Avrupalı diplomatik kaynaklar ABC'ye, "Erdoğan'ın, Türk Cumhuriyeti'nin özünde kabuk bağlayan milliyetçi mitlerden öteye geçemeyen bir Kemaliste dönüştüğüne inanıyoruz." yorumunu yapıyorlar. Brüksel'de yerleşen hayal kırıklığı konusundaki haberler, hükûmete yakın Türk basınında bile yayımlandı.
İslamcı lider Erdoğan Türk siyasi sisteminde temel değişiklikler yapma üstünlüğünü elde ettikten sonra, üniversitelerde başörtüsü kullanımını serbest bırakma konusundaki kısır tartışmada güç duruma düştü. Kürt silahlı grupların terörist faaliyetlere yeniden geçmesi ve Irak sınırında yaşanan savaşlar, milliyetçi-Kemalizme gönül vermiş askerlerle bu alanda dil farklılığı olmayan bir Erdoğan profili ortaya çıkardı.
İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisinde de (AKP) sular durgun akmıyor. "Bir Türk ülkesinde yaşamak istemeyenler gitsin" dediği kasım ayı başlarındaki söylevi, "ülkenin çok nazik bir döneme doğru gittiği" cevabını veren yardımcılarından Dengir Mir Mehmet Fırat'ın istifasına neden oldu.
Komisyon ve Konseyin koridorlarında, ekim ayında yayımlanan rapor, Erdoğan'ın gerçek niyetlerini görmek için "son şans" addediliyor. Şimdilik, "ülkenin AB'ye üye olması için istenen temel reformlarla değil, sadece seçimleri kazanmakla meşgul olan bir siyasetçi gibi davrandığını" söylüyorlar.
Brüksel'de üzerinde en fazla durulan hususlardan biri, bu son yılda Erdoğan'ın çok aktif bir dış politika yürütmesi. Ancak bu, Avrupa'ya yönelik değil. Kafkaslar ve Orta Doğu'da özel bir stratejik alan oluşturma niyeti taşıyan, ancak AB'nin isteklerinden biri olan Kıbrıs'ın yeniden birleşmesine yardım edecek belirli bir adım atmaksızın yürütülen bir politika.

 

İTALYA BASINI

LA STAMPA: "TÜRKİYE AB'DE... BERLUSCONİ'NİN AÇILIMINA KUZEY LİGİ PARTİSİ ÖFKEYLE CEVAP VERDİ"

ROMA, 13/11(BYE)--- Tirajı günde 550 bin olan la Stampa gazetesinin 13 Kasım 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Resmi Bir Ziyaret İçin İzmir'de Bulunan Başbakan Berlusconi ile Kuzey Ligi Arasında Atışma--

Kuzey Ligi frenliyor, ama Silvio Berlusconi fikrini değiştirmiyor: "Türkiye Avrupa Birliği'ne girmelidir." Ankara'nın AB'ye girişine ilişkin çarpışma, Silvio Berlusconi'nin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek ve İtalyan hükümetinin Türk hükümetinin beklentilerine desteğini iletmek üzere İzmir'e uçtuğu gün meydana geldi. Başbakan Berlusconi, İzmir'e varışından önce Türk gazetelerine verdiği mülakatlarda şunları belirtti: "Türkiyesiz Avrupa Birliği düşünülemez ve bu ülkeyi AB'nin dışında tutmak çok vahim bir hata olur." Berlusconi, Türkiye'yi ilgilendiren tartışma başlıklarını azaltmak ve AB'ye girişi sürecini yarıya indirmek üzere İtalya'nın bir girişimini de duyurdu. Ancak Kuzey Ligi Partisi, Türkiye karşıtı tavrını koruyor. Kuzey Ligi'nin Dışişleri ve Savunma Komisyonları üyesi milletvekilleri Gianluca Pini ve Giovanni Fava, "Avrupa ile entegrasyona ulaşmak için gerekli şartlar mevcut değil. Coğrafi, kültürel ve ayrıca dini pek çok yönden diğer üye ülkelerden çok farklı bir ülke söz konusu. Avrupa kendi kimliğini kaybedebilir, aşılması güç toplumsal gerginliğin ağırlığı altında yıkılabilir" şeklinde açıklama yaptılar. Dolayısıyla, AB'nin Türkiye'ye genişlemesine "hayır", Kuzey Ligi açısından "müzakereye kapalı" bir tutum olarak kalmayı sürdürüyor. Ankara'nın Birliğe girişinden yana olan Demokratik Parti, Kuzey Ligi'nin aldığı tavrı "şaşkınlık yaratıcı" olarak tanımladı.

LA REPUBBLICA: "KUZEY LİGİ, ANKARA'YA AÇILIMA KARŞI"

ROMA, 13/11(BYE)--- Tirajı günde 725 bin olan La Repubblica gazetesinin 13 Kasım 2008 tarihli sayısında, Rodolfo Sala imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine Karşı Online İmza Kampanyası Başlatıldı--

Kuzey Ligi, Berlusconi'ye vahim bir "dur" işareti yöneltti. Bu kez konu, Türkiye'nin AB'ye üyeliği. İzmir'de Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen ve hatta entegrasyon sürecini yarıya indirme sözü veren Berlusconi'nin sözleri, iktidar partileri dahilinde özellikle dış politika konusunda göze çarpan bir çatlak açmaya aday bir dizi söze neden oldu. Başbakan Berlusconi'ye vermek üzere bir de online imza kampanyası başlatıldı: "Binlerce kişi var, Berlusconi'nin seçmenlerinden de çok sayıda mesaj geliyor."
Barutları ateşleyen isimler, Kuzey Liginin Dışişleri Komisyonundan Gianluca Pini ve Savunma Komisyonundan Giovanni Fava: "Bizim 'hayır'ımız pazarlığa açık değil. Biz, Türkiye hakkında hep doğruyu söyledik, Avrupa ile entegrasyona ulaşmak için gerekli şartlar mevcut değil." Devamı, Erdoğan tarafından "Sevgili dostum Silvio" olarak tanımlanan Başbakan Berlusconi'ye yöneltilmiş açık bir uyarı gibi kulağa geliyor. İki milletvekilinin kullandığı ton da felaket tellalcısı tonunda: "Gerçeği önemsemeyen, Batı toplumu açısından hayal bile edilemeyecek sonuçları olacak stratejik bir hata yapar." Çünkü Türkiye, bu iki milletvekilinin ifadesine göre, "üye diğer ülkelerden coğrafi, kültürel ve ayrıca dini pek çok yönden çok farklı bir ülke".
Sonuç: Daha önce de belirtildiği gibi, "pazarlığa kapalı" bir "hayır". AB tarafından öne sürülen sorunlar nedeniyle Türkiye'nin Avrupa'ya girişine siyasi muhalefetin ötesinde, aynı zamanda, Ankara'nın katılım şartlarını yerine getirme imkansızlığına da gönderme yapan bir "hayır". Kuzey Ligi üyelerinin çağrısı çok daha ileri gitse de, bir şekilde Sarkozy'nin izinden gitmek için izlenen bir yol.
Bu açıklamaların ardından haber yayılmaya başladı. Kuzey Ligi Milano Milletvekillerinden Matteo Salvini, yanlış anlaşılmaya fırsat vermeyen bir adrese -noallaturchia libero.it/türkiyeyehayır libero.it- e-posta yollama kampanyası organize etti. Salvini, "Adres, sadece Kuzey Ligçilerin değil bütün İtalyanların emrindedir, Avrupalı Türkleri istemeyen binlerce kişi var" dedi.
Demokratik Parti de açılan bu yeni siyasi tartışmaya girdi. Gölge hükümetin Dışişleri Bakanı, Kuzey Liginin açıklamasını, "şaşkınlık yaratan bir düşmanlık demeci" şeklinde yorumladı ve Kuzey Liginin ayaklanmasından sonra Berlusconi'den "net sözler" söylemesini istedi: "Böylesine hassas bir alanda, çifter çifter gerçekler ve tarafların oyunları ülkenin güvenilirliğine layık olmaz." Gölge hükümetin AB politikalarından sorumlu Devlet Bakanı Maria Paola Merloni de aynı konuda ısrarlı: "Kuzey Liginin sert ve kararlı 'hayır'ı, hükümetin içinde yeni bir çelişkinin daha doğmasına ve ülkenin imajının bundan zarar görmesine neden oluyor."

--Adaylık--

Türkiye, AB'ye girmek için adaylığını 1999 yılında sundu. Türkiye ile AB arasında mal dolaşımını kolaylaştıran Gümrük Birliği 1996 yılından beri zaten yürürlükte.

--Müzakereler--

Müzakereler resmi olarak 2005'de başladı. Yani üyelik isteyen Türkiye, AB'ye katılmak üzere uzun süreden beri bekleyen ülke durumunda.

--Sorunlar--

Müzakerelerin çıkmaza girdiği konular ise insan haklarına saygı, Kıbrıs, Kürt meselesi ve dini azınlıkların korunması.

--Tartışma Başlıkları--

Müzakerelerin temelini oluşturan konular: Türkiye'nin katılımı sekiz başlıkta bloke olmuş durumda. Berlusconi, halihazırda incelenen iki başlık yerine dört başlığın incelemeye alınmasını istiyor.

LA STAMPA: "TÜRKİYE AVRUPA'YA GİREMEZ"

ROMA, 14/11(BYE)--- Tirajı günde 550 bin olan la Stampa gazetesinin 14 Kasım 2008 tarihli sayısında Okur Mektupları köşesinde, Marino Betolino imzasıyla yayımlanan okuyucu mektubunun çevirisi şöyledir:

Başbakan Berlusconi, ziyaret için bulunduğu Türkiye'den, Türkiye'yi hızlı bir şekilde Avrupa Birliğine dahil etmek için İtalyan Hükümetinin elinden geleni yapacağını açıkladı.
Türkiye'nin çoğunluğu Müslüman olan bir ülke olduğunu, Batılı ülkelerinden çok farklı kanun, gelenek ve adetleri olduğunu ve Kürt meselesinin hala demokratik ve nihai bir çözüme ulaşmadığını hatırlamakta fayda var. İtalyan Hükümeti bakımından, Kuzey Ligi Partisinin Türkiye'nin AB'ye girişine karşı olduğu herkesçe bilinen bir şey, ayrıca Berlusconi'nin kararları, Kuzey Ligi lideri Bossi'nin adamlarını telaşa sokabilir. Sonuç? Eğer Başbakan Türkiye taraftarı ise, Kuzey Ligi ile dalga geçiyordur; eğer Kuzey Ligi Türkiye'yi kabul ederse, Padanyalı seçmeniyle dalga geçiyor demektir.

LA PADANIA: "BORGHEZIO: TÜRKİYE KONUSUNDA KUZEY LİGİ AVRUPA'DA YALNIZ DEĞİL"

ROMA, 14/11(BYE)--- Kuzey Ligi partisinin yayın organı olan La Padania gazetesinin 14 Kasım 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

"Kuzey Ligi Partisi, Türkiye'nin AB'ye katılımına karşı çıkmada Avrupa içinde yalnız değildir." Kuzey Ligi Partisi'nden Borghezio, Fassino'nun saldırılarını reddedip Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin Türkiye karşısındaki şüpheci tavırlarından bahsederek, "Fassino, AB'nin en eski ve en prestijli politika ajansı olan Agence Europe'u okursa, Kuzey Ligi Partisi'nin özel bir ortaklığın lehinde olduğuna dair tavrının en iyi düşünen kişilerle uyuştuğunu anlayabilir" dedi.
12 Kasım 2008 tarihinde internette yer alan haberlere göre, Solun Demokratları Partisi'nin gölge hükümetinin dışişlerinden sorumlu Bakanı Piero Fassino, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: "Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesine karşı olduklarını dile getiren Kuzey Ligi Partisi'nin şaşırtıcı açıklamaları karşısında, İzmir'de bulunan Başbakan Berlusconi'den, İtalya'nın Ankara'nın bütünleşme sürecini onayladığını belirten net ifadeler kullanmasını bekliyoruz. Bu kadar hassas bir temel üzerinde ikiyüzlü gerçekler ya da tarafların oyunları ülkenin inanırlığına yakışmamaktadır. Bizler, Avrupa'nın ve Akdeniz'den İran Körfezine kadar uzanan geniş bir alanın istikrarı için Türkiye'nin AB'ye katılımının stratejik bir hedef olduğunu yineliyoruz."

IL GIORNALE: "BOSSİ TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRİŞİNE KARŞI"

ROMA, 17/11(BYE)--- Tirajı günde 315 bin olan merkez sağ eğilimli il Giornale gazetesinin 16 Kasım 2008 tarihli sayısında, Gian Maria De Francesco imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

--Kuzey Ligi Partisi Lideri Bossi, Başbakan Berlusconi'nin Mevkidaşı Erdoğan İle Görüşmesi Sırasında Dile Getirdiği Türkiye Yanlısı Tavırdan Sadece Birkaç Gün Sonra Bu Konudaki Muhalefetini İfade Etti: Ayak Direyeceğiz, Türkiye Dahil Olursa Avrupa Yıkılabilir--

"Türkiye'nin AB'ye girişiyle, Avrupa yıkılabilir. Hristiyan kimliği olmadan Avrupa var olamaz. Bunu Berlusconi'ye söyledim." Reform Bakanı ve Kuzey Ligi Partisinin Federal Başkanı Umberto Bossi, dün akşam Alessandria'ya bağlı Acqui Terme'de, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişine partisinin karşı olduğunu bir kez daha yineledi.
Ancak çok güçlü bir tavır alma söz konusu. Geçtiğimiz çarşamba günü Türkiye Başbakanı Erdoğan ile görüşmesi sırasında Berlusconi'nin, Ankara'nın Birliğe giriş "sürecinin yarıya indirilmesi" şeklindeki açıklamalarından sonra, Kuzey Ligi'nin duyduğu rahatsızlığı dile getirmek görevi, aynı zamanda, İçişleri Bakanı Maroni'nin de İzmir'e giden İtalyan delegasyonunda yer almasına bağlı olarak, Dışişleri ve Savunma Komisyonlarından milletvekilleri Gianluca Pini ve Giovanni Fava'ya düşmüştü.
Senator Bossi'nin bu sert çıkışının çok yüksek bir siyasi ağırlığı var. Bossi şöyle konuştu: "Türkler birkaç sene sonra 120 milyon olacak, nüfus bakımından kazanan taraf hep onlar olacaktır. Ara sıra ayak diremek ve kanımca hata olan şeye karşı direnmek gerekir. En iyisi insanlara evinde (ülkelerinde) yardım etmek." Ayrıca Bossi, dış politikayı ilgilendiren önemli bir konuda iktidar partileri dahilinde bir kopukluk gibi görünebilecek bu konunun aslında iletişim kusuruyla ilgili olduğunu vurguladı: "Berlusconi ile haftada bir kez bir araya geldik. Tekrar buluşmamız gerekiyor. Yapılacak ilk şey konusunda anlaşmaya varmak gerek, böylece kavga etmeye gerek kalmaz."
Türkiye, çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen laik ve NATO üyesi bir ülke. Berlusconi'nin Ankara'ya oldum olası sempatiyle bakmasının altında, sadece iki ülke arasında mevcut mükemmel ticari ilişkiler yatmıyor, aynı zamanda Erdoğan hükümetinin Orta Doğu'nun zorlu alanı çerçevesinde yürüttüğü değerli arabuluculuk ve frenleme rolü de bulunuyor. Her halükarda, Bossi'nin endişeleri, Türkiye'nin nüfus "ağırlığından" kaynaklanıyor gibi. Nitekim Türkler, Almanya gibi geleneksel bazı göç ülkelerinde, yerli olmayan etnik gruplar sıralamasında birinci durumda.
Reform Bakanı Bossi özellikle bu cephede fikirlerini kararlılıkla öne sürdü: "Cumhurbaşkanı Napolitano göçmenlerin önemli bir kaynak olduğunu mu söylüyor? Bu, kendi fikridir. Ben böyle düşünmüyorum. Bence ülke için negatif bir kaynak oluşturuyorlar." Daha sonra Bossi, konunun siyasi araç olarak kullanılmasına atıfta bulunarak sözlerine açıklık getirdi.

 

KIBRIS RUM BASINI

HARAVGİ: "PEK ÇOK GÜÇ VE BİR ODAK"

LEFKOŞA, 13/11(BYE)--- AKEL yayın organı Haravgi gazetesinin 13 Kasım 2008 tarihli sayısında, Niki Kulermu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

AB, Türkiye'yi jeopolitik ve özellikle ekonomik sebeplerden dolayı bağrına basıyor. Türkiye ise, sorumluluklarını yerine getirme konusunda ilgisiz durmakta ve bu da AB'yi sinirlendirmektedir. Hükümet yanlısı bir gazetede Erdoğan hükümetine yönelik yazılanları hesaba katarsak, Türkiye-AB arasındaki ilişkilerin karmaşık ve ciddi olduğunu görürüz. Today's Zaman gazetesine göre, AB, Erdoğan'ın Temmuz 2007'deki seçim zaferinden sonraki tutumundan dolayı kızgın ve hoşnutsuzdur.
Gazetedeki makale, Türkiye ile ilgili AB İlerleme Raporunun Erdoğan hükümetine son bir fırsat verdiğini belirtiyor. Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan'ın AB'nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn'e, seçimlerden önce hükümetten çok fazla bir şey beklememeleri gerektiğinden bahsettiğini belirtiyor.
Lefkoşa tüm bunları, bilgilerin arkasındakileri, Ankara'nın gerçek hedeflerini ve Tayyip Erdoğan'ın siyasi güvensizliklerini dikkate alarak Avrupa içinde ve dışında faaliyetler yapmaktadır. Erdoğan'la veya Erdoğansız, Türkiye'nin Avrupa sürecini terk etmesi söz konusu olmasa dahi, Türk tutumunu etkileyebilen güçlere ilişkin hiçbir şeyin boşa gitmeyeceğini anlıyoruz.
Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın; BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olan, Türkiye ile ekonomik ilişkileri koruyan ve bir AB üyesi olan Kıbrıs'ı jeostratejik konum bakımından önemli gören Rusya Federasyonu (Çin de önemli buluyor) gibi ülkelerin başkentlerine resmi ziyaretler ve temaslar yapması zorunludur.
Hristofyas hükümetinde olanların ve olmayanların istekleri doğrultusunda ne yapacağımızı belirlersek, doğrudan müzakerelerin ileri gitmesine yönelik parlak bir zafer meydanı oluşacak.
Bu istikamette hareket edenler ortak bir hedefe vardılar: Türkiye, Kıbrıslı Türklere ve Kıbrıslı Rumlara fayda sağlayacak olan iki toplumlu federasyon çözümünün kendisinin de çıkarına olduğunu anlamalı ve ikna olmalıdır. Sözü edilen güçler de uygun bir anda, bir bütün güç odağı gibi, bu istikamete yönelmelidirler.

KIBRIS HABER AJANSI: "MALTA CUMHURBAŞKANI: KIBRIS'IN BÖLÜNMÜŞLÜĞÜ KABUL EDİLEMEZ"

ANKARA, 19/11(BYE)--- Kıbrıs Haber Ajansının (KİPE) 19 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Malta Cumhurbaşkanı Edward Fenech Adami, AB'ye üyelik süreci çerçevesinde Türkiye'ye baskı uygulanmasının Kıbrıs sorununa çözüm bulma müzakerelerine katkıda bulunacağı konusunda emin olduğunu söyledi. Dini bir kongre nedeniyle Kıbrıs'ta bulunan Adami, Kıbrıs Kilisesi lideri Başpiskopos Hrisostomos ile görüştü. Başpiskopos, Kıbrıs sorunuyla ilgili fikirlerini Adami'ye anlattı.
Adami, "Bu kadar yıldan sonra Kıbrıs'ın hala bölünmüş olması benim için kabul edilemezdir ve bütün Kıbrıs halkının menfaatine olacak adil çözüm bulma çabalarına katılacağımızı, özellikle AB'nin katılacağını, umut ediyorum" dedi.
Adami, AB'nin çözüm çabalarına hangi ölçüde katılması gerektiğiyle ilgili bir soruya cevaben, "AB, tamamen katılmalıdır" dedi.
Adami, Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasının AB'yi ilgilendirdiğini belirterek şöyle konuştu: "Sadece bütün Kıbrıs halkının birleştiği bir durumda Kıbrıs sorununa çözüm bulunabilir. Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasında başarılı olmak amacıyla baskı kullanılabilmesinin birçok yöntemi vardır. Hepimiz Türkiye'nin AB'ye üye olmayı dört gözle beklediğini biliyoruz. Türk hükümetine baskı yapılmasının, ilerleme kaydedilen müzakerelere yardımcı olacağından kesinlikle eminim."
Adami, Kıbrıs'a ilk ziyaretini 1979 yılında yaptığını belirterek, bağımsızlığından beri Kıbrıs'ın, bölünmüş olmasına rağmen, kalkındığını "memnuniyetle" gördüğünü vurguladı.
Hrisostomos yaptığı açıklamada, Adami'yi "sevgili bir dost" olarak nitelendirdikten sonra, kilisenin Kıbrıs sorunuyla ilgili fikirlerini ve rolünü "bütün ayrıntısıyla" Adami'ye anlattığını söyledi.
Hrisostomos, son olarak, "İki taraf da, iyi yaşıyor, doğru çalışıyor ve hayatın nimetlerinden yararlanıyor" dedi.

 

YUNANİSTAN BASINI

SKY TV: "KOUCHNER: KIBRIS KONUSU TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNE ENGEL TEŞKİL EDİYOR"

ANKARA, 13/11(BYE)--- Yunanistan'ın özel Sky televizyonunun 13 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, Washington'da yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs sorununun çok zor bir konu olduğunu ve Türkiye'nin AB üyeliğine engel teşkil ettiğini belirtti.
Kouchner, ABD'de yönetimin değişmesinden sonra AB-ABD ilişkilerinin geleceği konusunda Brookings Enstitüsünde yaptığı konuşmada, Fransa'nın Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili görüşünün, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin ifade ettiği gibi, AB'ye tam üye olamayacağı şeklinde olduğunu vurguladı.
Kouchner, Türkiye'nin AB üyeliğine sadece Fransa'nın değil, aynı zamanda beklentileri nedeniyle kararsız olması doğal olan Kıbrıs'ın da karşı olduğunu belirterek, Türkiye ile görüşmelerin diğer başlıklarda da devam edeceğini söyledi.
Bununla birlikte, Fransız Bakan, Kıbrıs'ta iki toplum liderinin Ankara ve Atina'nın müdahalesini gerektirmeden görüşmelerinin memnuniyet verici olduğunu ve iki toplum liderinin son buluşmasının umut verdiğini kaydetti.

 

İSVİÇRE BASINI

LE TEMPS: "İSVİÇRE'NİN TÜRKİYE'YE HEDİYESİ BİR HAFIZA ÇALIŞMASI"

ANKARA, 18/11(BYE)--- İsviçre'de yayımlanan Le Temps gazetesinin 18 Kasım 2008 tarihli sayısında, Claude Rouiller imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yorumun özet çevirisi şöyledir:

--Profesör ve Uluslararası Yargıç Claude Rouiller, Başkanın, Ankara Ziyaretini Yorumluyor. Söz Konusu Ziyaret Sırasında, 1923 Tarihli Lozan Antlaşması'nın Üzerinde İmzalandığı Masa da Sunuldu--

Chirac, Shoah, sömürgecilik ve köleleştirme trajedilerinde Fransa'nın sorumluluğunun kamuoyu önünde kabul edilmesi, Kudüs'te bir arbede, huzur içinde ölebilmesi için Arafat'a verilen sığınma hakkı ve Irak savaşına muhalefetindeki gibi cesur sembolik eylemlerden ötürü tarihte yerini alacaktır. Chirac'ın bir referandum öncesi Türkiye'nin günün birinde Avrupa Birliğine girme hakkı olduğunu dile getirmek suretiyle onca yıllık iktidarı kaybetme riskini göze aldığı da unutulmayacaktır.
Son Türkiye ziyareti sırasında İsviçre heyetinin tutumu yeterince özür dileyicidir. Chirac gibi biz de, modern insan hakları ve azınlık hakları görüşlerini benimsemesi ve sıkıntılı bir tarihle uzlaşması şartıyla Türkiye'nin AB'ye girmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Avusturya-Macaristan gibi Türkiye de 1918 yılında parçalanmakla noktalanan savaşçı bir maceraya giriştiğinde çok sayıda milletle dolu geniş bir imparatorluğu oluşturuyordu. Bu, Orta Doğulu Araplar (Müslümanlar ve Hristiyanlar), Küçük Asya'daki Rumlar ve Kürtler, hatta Filistinli Yahudiler tarafından oluşturulmuş olan Osmanlıların gözünde milli bir felaketti.
Sadece Ermeniler buna sevinmek için artık orada değillerdi. Sevr Antlaşması (1920) bununla birlikte, uğradıkları soykırımdan kurtulanlara kuzeydoğu Anadolu'da kurulacak bir devlet şekli altında milli bir yuva sağladı. Antik medeniyete ait Hindu-Avrupa halkı olan Kürtlere de Anadolu'nun geri kalan kısmında ve bugün Irak'ın kuzeyinde yer alan ülke Kürdistan'ı verdi.

--Doğulular Düşündüklerini Kendilerine Söyleme Cesaretinde Olanlara Saygı Duyarlar--

Söz konusu antlaşma, Türkiye tarafından imzalanmadı. Yeni korkunç bir savaşın galibi, 1921 yılında genç Sovyet Cumhuriyeti ile Kars Anlaşması'nı, daha sonra 1923 yılında I. Dünya Savaşı'nın galipleriyle Lozan Antlaşması'nı imzalayabildi. Bu anlaşmalar uyarınca, Rum azınlık yoğun bir nüfus mübadelesinin kurbanı olurken, büyük Ermenistan ve Kürdistan tarih sayfalarında unutuldu gitti.
Başkanın Ankara ziyareti sırasında Konfederasyon, Türk Hükümetine Lozan Antlaşması'nın üzerinde imzalandığı masayı verdi. İmza sırasında hakim olan hayati şartların bağışçılara hatırlatılması uygunsuz oldu.
Sayıları 10 ila 20 milyon arasında tahmin edilen Türkiyeli Kürtlere gelince, onların azınlık hakları belki de bir yoğurt kasesi etrafında ele alındı, ancak bu konuşmadan bir kırıntı yakalamak için bizimkinden daha hassas bir kulak gerekti. Sivil toplum örgütleri, bu büyük azınlığın Doğu Anadolu toprakları üzerinde acısını çektiği kültürel, ekonomik ve sosyal ayrımcılığı ve aşağılanmayı kınıyorlar. Türkiye'nin sürekli olarak iadesini istediği Avrupalı Kürt mültecileri uzunca bir süredir "siyasi suçluları himayesi" kapsamına alan Avrupa yüksek mahkemeleri ve İsviçre Federal Mahkemesi de bundan endişe duyuyor.
Biz de Kürt meselesinin Ankara için büyük bir endişe kaynağı olduğunu kabul ediyoruz. Ancak hali hazırda sürgünde yaşıyor gibi görünen Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk'un acı veren çerçevesini çizdiği askeri baskı, çözümü olmayan bir yoldur. Aşırı donanımlı bir ordu ile "gerilla olmaya uygun dağlarda yaşayan" bir halkın direniş hareketleri arasında 30 yıldır süren savaşın bilançosu 35 bin ölü ve yerlerinden edilmiş 250 bin kişi. Bu kesin bir rakam değil. Bu unutulmuş savaş er ya da geç, ebedi İsrail-Filistin anlaşmazlığını hatırlatan ifadelerde var olabilecek Kürt meselesine çözüm getirmeyecektir.
İsviçre önemli bir Türk ve Kürt azınlığı barındırıyor. Doğulular, düşündüklerini kendilerine söyleme cesaretinde olanlara saygı duyarlar. Türkler, bizim kuzeyli sükunetimizi kendi usullerince değerlendirdiler: Heyetimiz İsviçre'ye doğru uçarken, Kürt özerklik yanlılarının, aşırı Türk sağcılarının gözünü diktiği ve birçok Anadolulu mültecinin yaşadığı bir bölgedeki mevzilerini bombalamak için onların uçakları Irak sınırını geçiyordu ve uluslararası hukuku ihlal ediyordu.

 

ABD BASINI

AP: "İTALYA: TÜRKİYE, AB İÇİN STRATEJİK ÖNEM TAŞIYOR"

ANKARA, 13/11(AP)(BYE)--- İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, dün İzmir'de ilişkileri güçlendirme amacıyla yapılan Türk-İtalyan hükûmetler arası zirvesinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile düzenledikleri ortak basın toplantısında, 27 üyeli blok açısından Türkiye'nin stratejik önemi konusunda ülkesinin, diğer AB ülkelerini ikna etmek için çalışacağını ifade etti.
Berlusconi AB içerisinde Türkiye'nin Birliğe katılımını istemeyen ülkeler olduğunu söyledi.
Berlusconi açıklamasında, "Biz sürekli Türkiye'nin stratejik önemini vurgulayacağız ve onları ikna edeceğiz." dedi.
Berlusconi söz konusu ülkelerin isimlerini zikretmedi, ancak Fransa ve Almanya görece fakir ve çoğunluğu Müslüman olan bu ülkenin AB üyeliğine müsaade konusunda ihtiyatlı.

 

LÜBNAN BASINI

AS SAFİR: "TÜRKİYE: GÖNDERME MANTIĞI"

ANKARA, 18/11(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan as Safir gazetesinin 18 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, Muhammed Nurettin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Görünen o ki AKP'nin oksijeni, reformları Avrupa koşullarına göre sürdürmek. Öyle ki Başbakan Erdoğan'a sessiz devrimini gerçekleştirmesini sağlayan da bu olmuştu.
Reform sürecinin yaklaşık iki yıldan beri durmasından bu yana, AKP sorunlarla boğuşuyor. Reform sürecinin durmasına en büyük örnek ise yeni anayasa hazırlığının durdurulması. Ancak AKP'nin takıldığı noktalar bununla da sınırlı kalmadı. Partinin olumlu imajının bir tarafı, demokrasiyi ve insan haklarını savunmasından geliyordu. Bu alanda çok şey gerçekleştirmiş olmakla birlikte, hala gerçekleştirilmesi gereken çok şey var.
Avrupa kılavuzunun gerilemesi, partinin ilerleyişinde, hem de en üst seviyelerde tedirginliklere ve aksaklıklara neden oldu. Burada iki tehlikeli olay ön plana çıkıyor: İlki, Başbakanın Kürt meselesiyle ilgili olarak yaptığı açıklamalar. Başbakan, "Biz tek bir millet, tek bir devlet ve tek bir bayrağız, beğenmeyen istediği yere gider" demişti. Pek çok gözlemci bu sözleri, Kürtlere yönelik, istedikleri yere gitmelerini söyleyen dolaylı bir çağrı olarak yorumladı. Bu sözler, pek tabii, eleştirilere neden oldu. Reform sürecini destekleyenler bile bunu eleştirdi. Örneğin Hasan Cemal, Başbakanın bu açıklamalarını, Süleyman Demirel'in türbanlılara yönelik sözlerine benzetti. Hasan Cemal, insanın -ayrılığı isterken bile- istediğini söylemek konusunda özgür olduğuna, ancak hiçbir yetkilinin kendisine ülkeyi terketmesini söylemeye hakkı olmadığına vurgu yaptı.
Erdoğan'ın bu açıklamalarının ardından daha tehlikeli bir açıklama geldi. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, "Rumlar Ege Bölgesi'nde ve Ermeniler Türkiye'nin birçok yerinde kalmış olsaydı, Türkiye bir ulus devlet olabilir miydi?" dedi. Tıpkı Erdoğan'ın açıklamalarından sonra olduğu gibi Gönül'ün açıklamalarına gelen tepkiler de sert oldu. Özellikle de Yunan ve Ermeni basınından gelenler oldukça sertti. Yunan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Gönül'ün sözlerini esef verici, mantıksız ve kabul edilemez olarak yorumladı.
Yunan basını ise Gönül'ün bu sözleriyle soykırımı kabul ettiğine işaret etti. Yunan Ta Nea gazetesi, AKP'nin Türkiye'yi milliyetçiliğe ve dinciliğe sürüklediğini yazdı.
Erdoğan ve Gönül'ün açıklamaları, özellikle de Kürtlerle olan çatışmalar yükselirken, içeride çok fazla tartışma yarattı. AKP, son zamanlarda üst üste çok fazla hata yapıyor. Belki de stratejilerini gözden geçirmeye ihtiyacı vardır, özellikle de içeriyle ilgili olanlarda, zira dış başarılar içeridekileri telafi etmiyor.
Reform, sessiz devrimin gerçek kılavuzuydu, ancak kaybolunca, gözler de kaydı. Erdoğan'ın hasımları, ayağı takıldığında seviniyorlarsa, onları üzmek için yeniden değişim ve reform ruhuna dönmek gerekecek. Bunların başında da insan onurunun ve devletlerin itibarının esas koşullarından biri olan azınlık haklarına saygı gösterilmesi geliyor.


Güncelleme: 03/12/2008 / Hit: 3,348

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı