ENGLISH
  Güncelleme: 08/06/2009

2009-06-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2009-06-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

DİE WELT: "BERLİN ZİRVE ÖNCESİNDE YENİ AB ÜYELERİNİ ÖFKELENDİRİYOR"

BERLİN, 19/03(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakâr sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 19 Mart 2009 tarihli sayısında, Stefanie Bolzen imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

Bugün Brüksel'de zirveye katılacak olan Romanya Dışişleri Bakanı Cristian Diaconescu'nun morali iki gün öncekinden daha iyi olmayacaktır. Zira Orta ve Doğu Avrupa'nın hızlandırmaya çalıştığı Nabucco doğal gaz boru hattı, AB'nin ekonomik önlemler paketinden çıkarıldı.
Bu karar Almanların karşı koymasından kaynaklandı. Şansölye Angela Merkel (CDU), 1 Mart'ta düzenlenen Gayrıresmî Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesinde de açık ve net bir şekilde, Berlin'in planlanan doğal gaz boru hattını ekonomik önlemler paketi çerçevesinde finanse etmeyeceğini söylemişti.
AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti, gerginlikle beklenen zirvenin ekonomik önlemler paketiyle ilgili ihtilaf yüzünden zaten başarısız olacağından endişeleniyor. AB'de üst düzey bir diplomat, "Çekler, Almanya ekonomik önlemler paketine katılsın diye Nabucco konusunda boyun eğmeyi yeğlediler." diyor. Fakat Almanya bu şekilde Romanya, Macaristan veya Polonya gibi AB üyelerinin öfkesini üzerine çekti. Diaconescu, "Nabucco bağlamında böyle davranılarak siyasi açıdan kime hizmet edildiğini anlamıyorum" diyor.
Siyasi açıdan her hâlükârda Ruslara hizmet edilmiş gibi görünüyor. Rus basını, Avrupa'nın Nabucco'yu artık istemediğini yazıyor. Berlin ise, Moskova'ya yaranmaya çalışarak tartışmalı Rus-Alman Baltık Denizi boru hattı adına Nabucco'yu finanse edilecekler listesinden çıkarttığı suçlamasını bir kez daha dinlemek zorunda kalıyor. Buna ikinci bir husus ekleniyor: Nabucco için belirleyici önem taşıyan transit ülke Türkiye'dir. Başbakan Tayyip Erdoğan, doğal gaz savaşı henüz Avrupalıların aklından çıkmamışken, yılbaşında Ankara'nın Nabucco'ya olan desteğini başarılı üyelik müzakerelerine bağlı kılacağı tehdidinde bulunmuştu. Gerçi AB Komisyonu Başkanı Barroso derhal tepki gösterdi, ancak Merkel'in CDU'sunun da dâhil olduğu Türkiye'nin AB üyeliği karşıtlarında bu açıklama, iz bırakmıştır.
AB Komisyonu Nabucco'nun "Güney Koridor" isimli enerji projeleri arasında ekonomik önlemler paketinde yer almaya devam ettiğine ısrarla işaret etse de, Berlin'in Rusya politikasını oldum olası eleştiren devletler, Nabucco ile bir kez daha teyit edildiklerini düşünüyorlar.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "SON BARTHOLOMEOS"

BERLİN, 19/03(BYE)--- Tirajı günde 366.478 olan muhafazakâr eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 19 Mart 2009 tarihli sayısında, Reinhard Bingener imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

--Konstantinopel Ekümenik Patriği Türkiye'nin AB Üyesi Olmasını Arzuluyor. Zira, Ülkedeki Hristiyanların Haklarıyla İlgili Durum Eskiden de Olduğu Gibi Pek İç Açıcı Değil--

Türk makamları Heybeliada'daki Ortodoks Ruhban Okulunu 1971 yılında kapatma kararı almıştı. 1844 yılında eğitim vermeye başlayan ve daha sonra kapatılan okul Türkiye'de bir insanlık hakkı olan din özgürlüğünün kısıtlanmasının bir sembolü halindedir. Heybeliada'yı ziyaret eden Alman Piskopos Huber, ülkedeki kiliselerin kendilerini yönetme hakkının din özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi ve Türkiye'nin dini, devlet denetiminde organize etmek yerine tarafsızlığı teşvik etmesi gerektiğini belirtiyor.
Fakat bu talebin gerçekleşmesi daha çok zaman alacak gibi gözüküyor. Zira, Cumhuriyetin kurucusu Kemal Atatürk'ün etkisi Ruhban Okulunda da hissediliyor. Okulun önünde, içinde, koridorlarında ve dersliklerinde neredeyse okulun her odasında Atatürk'ün resimlerindeki ciddi bakışlar dikkat çekiyor. Mustafa Kemal 1924 yılında halifeliği kaldırdıktan sonra dini, devletin denetimi altına aldırdı. Bu tarihten sonra herkes ve her şey Türk milliyetçiliğinin talepleri doğrultusunda hareket etmek zorunda bırakıldı. Bu zorunluluk günümüzde de hâlâ ordu ve adalet birimleri içinde geçerliliğini koruyor. Ruhban Okulunda hiçbir papaz Atatürk'ün resimlerine dokunmaya cesaret edemiyor.
Konstantinopel Ekümenik Patriği, Havari Andreas'ın 270. halefi ve yaklaşık 300 milyon Ortodoksun dini lideri olarak görülüyor. Türkiye'de ise sadece üç bin Hristiyan azınlık yaşıyor. Cumhuriyetin kuruluşu olan 1923 tarihinde İstanbul'un nüfusunun dörtte birinin Ortodoks olduğu söyleniyor. Ortodoksların büyük bir kesimi dışlanma ve ekonomik sebeplerden ötürü ülkeyi terk etmek zorunda kalmış. Türkiye'deki kanunlara göre, Patrik, Türk vatandaşı olmak zorunda. Ruhban Okulunun kapalı olması nedeniyle din adamı eğitimi konusunda Ortodokslar sıkıntı içinde. Bu nedenle I. Bartholomeos belki de son Patrik olacaktır.
İstanbul'daki Protestan cemaatin Papazı Holger Nollmann, Türkiye'ye gelen yabancı heyetlerin -Bill Clinton dışında- Heybeliada'ya gelmek yerine Fener Rum Patrikhanesine gitmeyi tercih ettiklerini ve burada Türkiye'yi Hristiyan azınlıklara yönelik haklarla ilgili olarak uyardıklarını söylüyor. Alman Papaz Nollmann, ülkede Hristiyanlığa karşı hâlâ düşmanca tavırların sergilendiğini hatırlatırken, 2007 yılında Malatya'da üç Hristiyanın boğazlarının kesilmeleri sonrasında, İstanbul'da eğitim veren bir Türk-Alman okulundaki Fischer Yayınevi kitaplarının üstünde yer alan balık sembollerinin Hristiyanlığı simgeledikleri düşüncesiyle kaldırıldıklarını belirtiyor. Türkiye'deki Protestanların Papazı, bu şekilde davranılarak okulun saldırılara karşı korunmak istendiğini ifade ediyor.
Alman Papaz Nollmann, Türkiye'de AK Parti döneminde şartların iyileştirildiğini ve Hristiyanların daha iyi durumda olduklarını söylüyor. Ülkedeki Hristiyanların ılımlı İslami eğilimlilerden değil, daha çok laik-Kemalist milliyetçi kesimden olumsuz etkilendiklerini belirten Alman Papaz, Başbakan Erdoğan'ın da dini ifadelerde bulunması nedeniyle hapis cezası aldığını ve bu nedenle dini cemaatlerin sıkıntılarının farkında olduğunu dile getiriyor. Agos gazetesinin redaksiyon koordinatörü ise Türkiye'de, hükûmetin bir nevi muhalefet yaptığını, aslında ülkeyi ordunun yönettiğini belirtiyor.
Patrik I. Bartholomeos, Türkiye'nin bir an önce AB'ye alınmasını istiyor. Kendisi bu durumda ülkedeki Hristiyanların daha iyi koşullarda yaşayabileceklerine inanıyor. Fakat Türkiye'de son zamanlarda hem AB'ye olan ilgi, hem de müzakerelerin üyelikle sonuçlanacağına dair olan inanç da azalmaya başladı. Avrupalıların üyelik konusunda ciddi olduklarından şüphe duyuluyor. Alman Papaz Nollmann, Hürriyet gazetesinin AB'nin tavukçulukla ilgili kararnamesini tam sayfa olarak yayımlaması durumunda Türkiye'de AB'ye olan ilginin tamamıyla bitebileceğini düşünüyor.

BERLİNER ZEİTUNG: "BİRAZ DAHA FAZLA SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ"

BERLİN, 20/03(BYE)--- Tirajı günde 165.900 olan liberal eğilimli Berliner Zeitung'un 20 Mart 2009 tarihli sayısında, Sabine Rennefanz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

--Türkler Almanya Ziyaretleri İçin Zor Vize Alıyor. Bu Durumun Yakında Değişmesi Öngörülüyor--

Birçok insan için aile ziyareti çaba gerektiren bir mesele. Bu durum özellikle de ebeveynleri ve akrabaları Almanya'da yaşayan Türkler için geçerli. Almanlar, kimlik belgeleriyle kolayca Türkiye'ye seyahat edebilirken, Türkler zor bir bürokratik sürece katlanmak zorunda. Devlet memurlarına verilen Yeşil Pasaport sahibi olmayanlar, Alman Konsolosluğuna çok sayıda evrak getirmek zorunda: Finansal bakımdan misafire kefil olan Almanya'daki akraba veya davet eden kişinin yükümlülük belgesinin yanı sıra burada yasa dışı yollardan kalınmak istenmediğini kanıtlayan belgeler de gerekli. Buna ilaveten tapu, banka tasarruf cüzdanı veya gelir belgesi de gerekiyor. İşsiz olanlara vize verilmiyor. Berlin'in Kreuzberg ilçesinden bir Türk kökenli bayan, "Bu tam bir eziyet. Arkadaşlarımızın çoğu artık gelmek istemiyorlar." diye konuşuyor.
Türklerin çoğunun çektiği eziyet yakında sona erebilir, en azından maksimum üç aya kadar olan ziyaretlerde. Sol Partinin Federal Parlamentoya sunduğu bir önerge, Türk vatandaşlarının AB Adalet Divanının aldığı yeni kararı dayanak gösterebileceklerini ortaya koydu. İşi gereği düzenli olarak Almanya'ya gidip gelmek zorunda olan Soysal adındaki davacı, bir kamyon sürücüsü olarak vize almasına gerek olmadığını şubat ayında mahkemeye kabul ettirmişti. Mahkeme, 1980 yılında Almanya'da yürürlüğe giren katılaştırılmış vize uygulamasının, 1973 yılı öncesindeki vize uygulamasından daha sert olamayacağı temel esasına aykırı olduğuna hükmetti. O dönemde Türkiye'ye AB'ye katılım perspektifi verilmiş ve ülke ile AB arasında bir ortaklık anlaşması imzalanmıştı. Buna göre hizmet sektörü özgürlüğü çerçevesinde eski kuralların geçerli olması gerekiyor.
Asıl soru, bu özgürlükten kimin faydalanabileceğidir. Sadece hizmet sunanlar olarak kamyon sürücüleri mi, yoksa turistler veya sanatçılar da faydalanabilecek mi? Kesin olan, bu durumdan aile birleşiminin etkilenmeyeceğidir. Alman vatandaşlarının Türk eşleri bundan sonra da vize başvurusunda bulunmadan önce dil testi yapmak zorunda.
Sol Partinin göçmen politikası sözcüsü Sevim Dağdelen, mahkeme kararının Almanya'da hizmet sektöründen faydalananlar için de geçerli olduğunu, turistler ve iş adamlarının yanı sıra, hastanede tedavi görmek isteyen hastaların da bu kapsama girdiğini açıklıyor. Dağdelen'e göre Federal hükûmet bunu açıkça dile getirme cesareti gösteremiyor. Dışişleri Bakanlığı ise suskunluğunu koruyor. Bakanlığın bir sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, şu aşamada Soysal kararının kapsamının incelendiği belirtildi.

MİGAZİN: "FEDERAL HÜKÜMET TÜRKLERİN VİZE MUAFİYETİNİ KABUL EDİYOR"

BERLİN, 20/03(BYE)--- Migazin (Almanya'da Göç) adlı internet portalının 19 Mart 2009 tarihli sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

18 Mart 2009 tarihinde Federal Parlamento Sol Parti Grubu Göçmenler Politikası Sözcüsü Sevim Dağdelen tarafından Federal Parlamentoya verilen bir önergede, Soysal Davası'yla (C-226/06) ilgili olarak Avrupa Adalet Divanı tarafından 19 Şubat 2009 tarihinde alınan kararın, Almanya'da yaşayan Türk vatandaşlarının eşlerinden aile birleşimiyle Almanya'ya gelmeden önce talep edilen dil testi üzerinde ne gibi somut etkileri olacağı sorusu yöneltildi.
Mahkeme tarafından alınan karar, AB ile Türkiye arasında yapılan Ortaklık Anlaşması-Katma Protokolü, protokolün yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1973 tarihinde geçerli olan vize koşullarından daha ağır koşulların geçerli olamayacağını söylüyor. Türk vatandaşlarına genel olarak vize uygulanmasına ise 1980 yılında başlanmıştı. Mahkeme aldığı kararla, vize koşularının ağırlaştırılmasının, Ortaklık Anlaşmasını-Katma Protokolü'ne aykırı olduğuna ve dolayısıyla da eski kuralların geçerli olduğuna hükmetti.
Federal İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Peter Altmeier, önergeye verdiği yanıtta, bu kararın aile birleşiminden gelecek olan eşlere yönelik dil bilme talebini etkilemeyeceğini özellikle vurguluyor, ancak eş zamanlı olarak, Avrupa Adalet Divanı tarafından alınan kararın, 1973 yılında yürürlükte olan Yabancılar Yasasında öngörüldüğü üzere, Türk vatandaşlarının hizmet sunumu özgürlüğünden kısa süreli olarak faydalanmak üzere vize almadan seyahat edebilmeleriyle ilgili olduğunu kabul ediyor.
Altmeier devamla, bu nedenle mahkemenin kararının, üç aydan uzun sürecek ikametlerde Türk vatandaşlarına zorunlu vize uygulamasını değiştirmeyeceğini ve dolayısıyla da Almanya'da yaşayan Türklerin aile birleşimiyle gelecek olan eşlerinden talep edilen dil testini de etkilemeyeceğini savunuyor.
Avrupa Adalet Divanının kararı şimdiye dek Federal Hükümet tarafından sadece kamyon sürücüleriyle ilgili münferit bir olay olarak görüldü. Verilen güncel yanıt ise, özellikle vurgulanmasa da, hizmet alımı özgürlüğünden faydalanmak istedikleri takdirde Türk vatandaşlarının üç aya kadar olan ikametlerinde vizesiz Almanya'ya gelebileceklerini kabul ediyor.
Buna göre turistler, işadamları, sanatçılar ve Almanya'da tedavi olmak isteyen hastalar da vizesiz Almanya'ya gelebilecekler. Sol Parti Göçmen Politikası Sözcüsü Sevim Dağdelen bu konuda Yabancılar Yasası uzmanlarının da geniş ölçüde hemfikir olduklarını söylüyor. Dağdelen, "Dün verilen yanıtın da gösterdiği gibi, anlaşılan Federal Hükümet de aynı görüşte, yalnız bunu açıkça söylemeye cesaret edemiyor" diye konuşuyor.

SPDFRAKTION.DE: "AB'NİN GENİŞLEMESİ AKILLICA BİR DIŞ POLİTİKADIR VE ÖYLE KALACAKTIR"

BERLİN, 20/03(BYE)--- SPD partisinin internet sayfasında 18 Mart 2009 tarihinde ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan basın açıklamasının çevirisi şöyledir:

Avrupa Birliği'nin genişlemesini Hırvatistan'la sınırlandırmak isteyen CDU'nun Avrupa seçim kampanyası programıyla ilgili olarak, Federal Parlamento SPD Grubu Dış Politika Sözcü Yardımcısı Uta Zapf tarafından şu açıklama yapılmıştır:
"Hristiyan Birlik Partisi, Avrupa Birliği'nin genişleme sürecini popülistçe davranmak suretiyle sona erdirmek istemektedir. Artık sadece Hırvatistan'ın katılımı öngörülmekte, Balkanların batısındaki tüm diğer ülkeler dışlanarak onlara ayrıcalıklı ortaklık verilebileceğine işaret edilmektedir. Böyle bir gelişme, AB Konseyinin 2003 yılında Selanik'te aldığı kararlardan açıkça geri adım atılması demektir.
AB, Selanik'te Batılı Balkan ülkelerine, Avrupa Birliği perspektifi önermiş ve böylece eski Yugoslavya ülkelerindeki barış sürecinin sağlamlaşmasını teşvik etmiştir. AB bu davranışıyla dış politika ve güvenlik politikası aktörü olarak işlev kabiliyetine sahip olduğunu ve perspektifler verebilecek durumda olduğunu göstermiştir. Şimdi bunu sorgulayanlar, Balkanlardaki barış sürecini de tehlikeye düşürür.
CDU, Türkiye ile ilişkileri de aynı şekilde tehlikeye düşürmektedir. Türkiye'de hâlihazırda izlenecek reform yoluyla ilgili bir çatışma yaşanmaktadır. AB üyeliğine ilişkin müzakerelerin başlatılması, Türkiye'de oldukça büyük ilerlemelerin kaydedilmesinde etkili olmuştur. Kaydedilen ilerlemelerin ne denli kırılgan olduğunu ise eski elitlerin reformlara yönelik tepkileri göstermektedir. SPD olarak, reform sürecini çok dikkatle izliyor ve gerektiğinde eleştiriden de kaçınmıyoruz. Ancak, tam da şimdi, böyle bir ortamda ateşle oynamak, dikkatsiz davranmaktır.
Akıllı ve uzun vadeli bir Avrupa politikası isteyenlerin, Selanik'te verilen sözlere bağlı kalmaları gerekir."

 

FRANSA BASINI

AFP: "ABDULLAH GÜL, TÜRKİYE-AB MÜZAKERELERİNE İVME KAZANDIRMAK İÇİN BRÜKSEL'E GİDİYOR"

ANKARA, 20/03(AFP)(BYE)--- Türk hükûmetinden bir yetkili, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım müzakerelerini canlandırmaya çalışmak için gelecek hafta Brüksel'e gideceğini söyledi.
Adının açıklanmasını istemeyen yetkili, Gül'ün 26-27 Mart tarihlerinde gerçekleştireceği ziyarette, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile görüşmesinin ve Avrupa İş Dünyası Konfederasyonu BusinessEurope'nin toplantısına katılmasının öngörüldüğünü belirtti.
Gül'e, Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Devlet Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış eşlik edecek.
Bu ziyaret, Türkiye'nin Avrupa blokuyla Ekim 2005'de başlayan katılım müzakerelerinin yerinde saydığı bir zamana denk düşüyor. 2009 yılı Ankara ve Brüksel arasındaki ilişkiler açısından bir gerçeklik yılı olabilir, zira AB'nin, Gümrük Birliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti'ne uygulanması için Ankara'ya tanıdığı süre yıl sonunda bitiyor ve bir tıkanma Türkiye'nin katılımı için ağır sonuçlar doğurabilir.

 

İNGİLTERE BASINI

FINANCIAL TIMES: "AB GENİŞLEMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ KALDIRMAK İÇİN CESARET BULMALI"

ANKARA, 25/03(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin 25 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, Tony Barber imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan metnin özet çevirisi şöyledir:

Avrupa Birliği'nin 2004-2007 yılları arasında 15 ülkeden 27 ülkeye genişlemesi üye ülkelerin gurur duyması gereken bir başarıdır. Ancak genişlemenin geleceği kimi üyelerin ve aday ülkelerin inatçı tutumları nedeniyle karanlık görünüyor.
Hırvatistan'ın AB'ye kabulü ertelenmeyecek ancak üyelik girişimi her hâlükârda sorunlu. Bunun nedeni Slovenya ile yaşadığı deniz sınırı konusundaki anlaşmazlık.
Bölünmüş adada bulunan ve uluslararası düzeyde tanınan Kıbrıs Rum hükûmeti ise, Türkiye'nin katılım görüşmelerine engel oluşturuyor. Bunun nedeni kısmen, Rumların daima Türklerin üyeliğine düşmanca yaklaşmış olmaları ve aynı zamanda Türk Kesimi ile Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki müzakerelerde baskıcı bir güç elde etmeyi ummalarıdır.
Rumlar aynı zamanda Almanya Başbakanı Angela Merkel'in ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin de Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olduklarını biliyorlar. Tutumlarının savunmasını ise adanın kuzeyindeki Kıbrıs Türk Kesimi'ndeki 30.000 Türk askerinin varlığı ile yapabiliyorlar.
Yunanistan'ın Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya'nın üyeliğini engellemesinin ise askerî bir mantığı yok. Makedonya 2005 yılından beri resmen AB üyeliğine aday ancak Yunanistan, komşusunun isminde "Makedonya" ifadesini kullanmasına itiraz ediyor. Yunanistan, bunun ülkesinin toprak bütünlüğüne, kültürel mirasına ve ulusal kimliğine tehdit oluşturduğunu öne sürüyor.
Bosna Hersek'in AB umutları ise milliyetçi siyasi liderlerin dar kafalı fikirleri nedeniyle yara alıyor. Ancak Sırbistan'ın durumu Hollanda hükûmetinin engelinden kaynaklanıyor.
AB'nin genişlemeye engel olan anlaşmazlıklara çözüm bulma konusunda cesarete ihtiyacı var. Balkanlar ve Türkiye kırılgan, hassas ve stratejik olarak önemli. Şayet istenmediklerini hissederlerse AB'nin ödeyeceği bedel çok büyük olur.  

KIBRIS RUM BASINI

FİLELEFTHEROS: "İŞGAL ALTINDAKİ KÖYLER İÇİN ÇİFTE İSİMLENDİRMEYİ KABUL EDİYORLAR... AB BİLDİRİMLERİYLE İLGİLİ RASBASH'IN AÇIKLAMASI"

LEFKOŞA, 19/03(BYE)--- Tirajı günde 26 bin olan bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 19 Mart 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

AB Komisyonu Kıbrıs Türk Çalışma Masası Şefi Andrew Rasbash, "işgal altındaki bölgelerdeki köylerin çifte isimlendirilmesi" konusunda gazetemize açıklamalarda bulundu.
Andrew Rasbash, Avrupa Komisyonu yetkililerinin, Kuzey'de bulunan köyler için iki isim kullanılmasını kabul ettiklerini kaydetti.
Gazetenin, "tüzüğün hayata geçirilmesine ilişkin grubun bazı açıklamalarında neden iki isim kullanıldığı" sorusuna karşılık, Rasbash, "Kıbrıs Cumhuriyeti makamları tarafından verilen resmi isimleri kullanıyoruz. Buna ek olarak, şu anda köy sakinleri tarafından kullanılan isimleri de kullanıyoruz." dedi.
Gazetenin Rasbash'a konuyla ilgili soru yöneltmesinin sebebi, bölgenin "Natura 2000" programına dahil edilmesi konusunun görüşülmesi için Dipkarpaz'da bir toplantı gerçekleştirilmesine ilişkin Komisyonun açıklaması.
Komisyon, yaptığı açıklamada, "Rizokarpaso" ve "Dipkarpaz" ismini kullanmıştı.
Karpaz bölgesinde mal-mülk sahibi olan Kıbrıslı Rumların, "Natura 2000" programına ilişkin bilgilendirilmeleri konusunda ise Rasbash, görüşmenin 21 Martta yapılacağını ifade etti.
Görüşmeyle ilgili olarak Karpazlıların örgütleri hali hazırda bilgilendirildi. Görüşme, 21 Martta Ledra Palace yakınlarındaki Göthe Enstitüsünde sabah 10:00 ile öğlen 13:00'da gerçekleştirilecek.
Kıbrıslı Türklerin ekonomik anlamda desteklenmesiyle ilgili tüzüğün hayata geçirilmesine ilişkin bir soruya karşılık ise Rasbash, hedefin öngörülen bütün anlaşmaların 2009 yılı sonuna kadar imzalanması olduğunu dile getirdi.
Rasbash, anlaşma imzalanacak olan bütün çalışmaların 2-3 yılda tamamlanmasını hedeflediklerini de kaydetti.
Bu arada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski Rum yargıçlarından Lukas Lukaidis ise yaptığı açıklamada, isim değişikliğinin insan haklarının açık ihlalini teşkil ettiğini ileri sürerek, hiçbir durumda bahane olarak bile çifte isimlendirmenin kullanılmasının mümkün olmadığını iddia etti.

FİLELEFTHEROS: "ÖNLEYİCİ FAALİYETLER"

LEFKOŞA, 23/03(BYE)--- Tirajı günde 26 bin olan bağımsız, liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 23 Mart 2009 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

İleriki aylarda verilecek olan sıkı mücadeleler, Avrupa-Türkiye ilişkileri ve Kıbrıs sorunu için olacak. Türkiye'nin AB'de değerlendirilmesine ilişkin durumlarda, bu konu erkenden başlamış olan sahne arkası siyaseti ve diplomasisini etkili bir şekilde meşgul etmektedir.
Anlaşılır olan şeyin Türkiye için yürürlükte olmadığı açıktır. Türkiye, Avrupa normlarında ayrılıkların ve indirimlerin olması gerektiğini düşünüyor.
Türkiye'nin Kıbrıs'ı, Kıbrıs sorununu ve kendi içyapılarını ilgilendiren yakıcı sorunları atlatması için indirimler sağlama çabasında olması hiç kuşkusuz onun hakkıdır. Ancak AB'nin en temel sorumluluğu üye olmaya aday olan devletlere Avrupa kriterlerinin uygulanması konusunda ısrarlı olmasıdır.
Yılın sonunda olması beklenen Türk adaylığının değerlendirilmesi konusu 27 üye devleti ilgilendiren bir konudur. Bu 27 devlet, bu adaylığın ileriki adımlarına ilişkin karar verecek. Bundan dolayı bu üye devletlerin gözlemlerinin, itirazlarının ve açıklamalarının önemi vardır.
Kıbrıs Cumhuriyeti duvarın en sonundadır ve Türkiye'nin katılım sürecinin devam etmesindeki veto hakkını kullanmaması için baskı altındadır.
Bu değerlendirmenin Kıbrıs sorununa ilişkin doğrudan görüşmeler sürecini ilgilendirdiğinden dolayı, Lefkoşa'nın uygun bir şekilde önceden hazırlanması gerekecektir. Önleyici bir şekilde faaliyet göstersin ve son anki baskıları önlesin. Eğer şimdiden AB'deki ortaklarımızla yeni bir görüşme ve bilgilendirme çemberi varsa bu olmalıdır. Lefkoşa'nın Türkiye'nin değerlendirilmesine ilişkin açıklamalarını belirleyen kırmızı çizgilerini şimdiden ortaya koymasıyla bunun olması gerekmektedir.
Kıbrıs Cumhuriyeti 90'lı yıllardan beri Türkiye'nin katılım sürecini desteklemeye karar vermişti. Böyle bir tezin yansıtılıp yansıtılmaması başka bir konudur. Önemli olan şey, bu desteğin açık çek vermediğidir. Tüm aday devletler için geçerli olan sorumlulukların yerine getirilmesi mantığını desteklemektedir. Eğer bunlar olmazsa, Kıbrıs'ta devam eden işgalden ve insan hakları ihlallerinden dolayı AB'nin bekleme salonuna girmemesi gereken bir Türkiye nasıl ilerleyecek?

 

YUNANİSTAN BASINI

İMERİSİA: "AVRUPA'NIN MERCEĞİNDE TÜRKİYE"

ATİNA, 20/03(BYE)--- Tirajı günde 12.020 olan İmerisia gazetesinin 20 Mart 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Ülkemizin de karşılaştığı yasa dışı göç nedeniyle Türkiye, Avrupa'nın merceğine alındı. 36 ülkenin katılımıyla Brüksel'de yapılan Avrupa-Akdeniz toplantısında, Yunanistan'ın ve Batı Avrupa'nın karşılaştığı sorunun önemli ölçüde Türkiye'den ve Türkiye vasıtasıyla yaşandığı oy birliğiyle kabul edildi.
Toplantıda yasa dışı göçle ilgili rapor, her yıl Yunanistan'a 100 bini aşan yasa dışı göçmenin geldiğini vurgulayan PASOK Milletvekili Hristos Verelis ve Fransa'nın AB Parlamenteri Beatrıce Patrie tarafından hazırlandı.
Agathonisi (Eşek) adasında olanlar Yunanistan'daki durumu en iyi şekilde yansıtıyor. Sınırdaki söz konusu adaya gelen kaçak göçmenlerin sayısı gittikçe artıyor, yerli halk da onlara hizmet edemediği için ya göçün engellenmesi ya da göçmenlerin daha büyük adalara sevk edilmesine yönelik önlemler alınmasını talep ediyor.

AMİNA&DİPLOMATİA: "YENİ SAHNEDE TÜRK TAHRİKLERİ"

ATİNA, 23/03(BYE)--- Aylık Amina&Diplomatia (Savunma ve Diplomasi) dergisinin Mart 2009 tarihli sayısında, Sotiris Sideris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

2008 yılı Aralık ve 2009 yılı Ocak ayında Türk- Yunan ilişkilerinde yaşanan gerginlikler geride siyasi boşluğun ekşimsi tadını bıraktı. Uzun vadede de olsa, sorunların çözümüne yönelik mekanizmaların olmaması, her an yeniden gerginlik yaşanabileceğine dair melankolik bir düşünceye yol açıyor. "Egemen" tatbikatı buz dağının yalnızca görünen ucudur.
Boyutlarını ve sonuçlarını henüz göremediğimiz ekonomik kriz nedeniyle içinde bulunduğumuz zor dönem, önümüzdeki ayların askeri alanda da zor geçeceğine işaret ediyor. Geriye bir tek bunun kanıtlanması kaldı. Ayrıca Türkiye'nin özelikle Orta Doğu'daki hareketliliği, öte yandan hem Obama yönetimine hem de AGİT Başkanlığı nedeniyle Yunan Dışişleri Bakanlığına yakınlaşma çabaları, her iki ülkenin de önceliklerini gözler önüne seriyor. Ancak 2009 yılı birçok nedenden dolayı Türkiye için zor bir yıl olacak.
Ankara'nın, karşı karşıya bulunduğu stratejik sorunları, uluslararası bölgesel rolünü göz önünde bulundurarak çözmesi gerekecek. Bu sorunlar arasında, Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Brüksel ziyareti, Ankara'nın Ortadoğu ve Kafkasya'daki krizleri çözmeye yönelik aktif rolü, İsrail'in Gazze Şeridi'ni işgaliyle ortaya çıkan Türkiye-İsrail krizi, Türkiye'nin enerji alanında "transit ülke" rolünün ortaya çıkması gibi konular yer almaktadır.
Başbakan Erdoğan'ın Brüksel ziyaretinin amacı, Türkiye'nin 2009 yılı boyunca, taahhüt altına girdiği değişiklikleri gerçekleştirerek AB'ye tam üye olmasıdır. Türk Başbakan Brüksel'de vermek istediği mesaj dışında, ülke içinde Avrupa profilini de güçlendirmek istedi. Erdoğan geçen sene hem kamuoyunun AB sürecine ilişkin ilgisini azaltmıştı hem de kendi Avrupa profilini zayıflatmıştı. Bu nedenle Erdoğan hükümeti, üyelik müzakerelerini hızlandırmak amacıyla "ulusal değişiklikler programı"nı benimsedi ancak sürecin hızlanması olası görünmüyor. Çünkü 13 müzakere başlığı "dondurulmuş" durumda (sekizi Türkiye'nin Gümrük Birliği'nin Kıbrıs'ı da içeren Ek Protokolü'nü uygulamayı reddetmesi, beşi de Fransa tarafından dondurulmuş durumda. Bu başlıklar Türkiye'nin kurumsal anlamda üye olacağı anlamına geliyor, Fransa ise böyle bir şeyin olmasını istemiyor). Böylece, 2005 yılından bu yana açılan on müzakere başlığı dışında, konuya ilişkin sürecin hızlandırılması için açılabilecek başlık yok. Bunun dışında, Türkiye'nin üyeliğine dair siyasi sorunlarda devam ediyor. Çünkü bir grup güçlü devlet, net bir yol haritasının belirlenmesiyle veya üyelik için net bir hedef-tarih belirleyerek Türkiye'nin Avrupa'ya tam üyeliği konusunda taahhüde girmek istemiyor.
İkinci eğilim, Türkiye'nin yoğun istikrarsızlığın yaşandığı Orta Doğu ve Kafkasya'da lider rolü üstlenebileceğine yöneliktir. Türkiye kısa süre önce bu yönde kendine bir rol geliştirdi, Suriye'yle ve İran'la ilişkilerini önemli derecede iyileştirdi, öte yandan da yakın bir gelecekte Ermenistan'la da ilişkilerini de normale döndürme olasılığı çok yüksek. Bunlar Ankara'nın yeni beklentileri ve hedefleridir. Ancak güvenilir gözlemciler, özellikle İran'la ilişkiler konusunda, her iki ülkeyi bir yandan ortak bir çıkarın, yani Kürt sorununun birleştirdiğini, diğer yandan da iki ülke arasında ikisinden hangisinin çevresel güç olacağına dair rekabetin büyük olduğunun altını çiziyorlar. ABD'nin İran'la müzakere etmeye başlaması durumunda, Türkiye daha büyük ikilemler yaşayacak.
Birçok kez 2009 yılının Yunanistan için de diplomatik açıdan karmaşık bir yıl olacağını vurguladık. Sorunların birçoğu da yıl sonuna doğru, yani Türkiye'nin AB üyelik sürecinin yeniden gözden geçirileceği zamana yoğunlaşacak. Ekonomik kriz Balkanlarda istikrarsızlığa yol açabilir. EYCM'nin isim konusu çözüm bekliyor ve Türkiye Avrupa, Asya veya Orta Doğu'ya büyük bir kolaylıkla ayak uyduruyor olsa da, sabit bir rol ve net hedefler belirlemekte zorlanıyor. Ancak bu durum, Yunanistan'ın, bütün bu parametreleri göz önünde bulunduracak bir planı gözden geçirmesi için bir fırsattır. Çünkü uluslararası ilişkilerde yaşanan istikrarsızlığın siyasi ve diplomatik tehlikelerin kaynağı olduğu bir aşamada hiçbir şey kesin sayılamaz.
Yunan tarafının Obama yönetimiyle gerçekleştirdiği ilk beş görüşme Atina'daki bazı diplomatik çevrelerde iyimserliğe yol açtı. Bu çevreler yeni ABD Başkanının, gerginlik yerine diyalog kurma doktrinin Yunan dış politikasına yardımcı olduğunu düşünüyor. Aynı zamanda Ankara da, Washington'un kısa süre sonra Türkiye'nin geniş bölgedeki rolü nedeniyle destek almak için Türkiye'ye yöneleceğine inanıyor.
Sonuç olarak, Atina uzun süre hareketsiz kalamaz, bölgemizdeki taraflarla diyalog kurmaya zorlanacak. Böyle bir durumda Yunanistan'ın buna hazır olması büyük bir şans olacak. Aksi takdirde, AB Yunanistan'ın yokluğunda Türkiye'nin üyelik süreci hakkında karar verirse Atina elindeki büyük müzakere avantajlarını kaybetmiş olacak.

KATHİMERİNİ: "HEYBELİADA OKULU ÖN PLANDA"

ATİNA, 23/03(BYE)--- Tirajı pazar günleri 191.138 olan Kathimerini gazetesinin 22 Mart 2009 tarihli sayısında, Dora Antoniu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Diplomatik kaynaklar Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılması konusunda önümüzdeki dönemde gelişmeler bekliyor. Dışişleri Bakanlığına ulaşan bilgilere göre, Türk tarafında bu konuda bir hareketlenme yaşanıyor, okulun açılmasına dair yasakla ilgili Ankara'nın tutumunda bir değişiklik olabileceği düşünülüyor. Diplomatik kaynaklar, ABD Başkanı Barack Obama'nın 6-7 Nisanda gerçekleştireceği Türkiye ziyaretiyle Washington-Ankara ilişkilerinin statüsünün yükseltilmesinden elde edilecek "yan kazanımın" bu olabileceğini değerlendiriyorlar.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Ankara ziyareti sırasında Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile Heybeliada konusunu görüştü ve resmi açıklamalarında da bu konudan söz etti. Aynı zamanda Barack Obama'nın Illinois Senatörü iken resmen Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılması ve genelde Ekümenik Patrikhanenin özgürlükleri lehine görüşler belirttiği de hesaba katılmalı. Yunan Dışişleri Bakanlığı Ankara'dan gelen bilgileri değerlendirerek, Türkiye'nin ABD ile ilişkilerindeki yeni bir dönemin başlaması ve Amerikalı Başkanın komşumuz ülkeye ziyareti sırasında Ekümenik Patrik Bartholomeos ile de görüşmesi çerçevesinde bir "iyi niyet jestinde" bulunmasını olası sayıyor. Avrupa Parlamentosunun da birkaç gün önce kabul edilen ilerleme raporunda da Heybeliada Ruhban Okulunun en kısa zamanda açılması isteniyor.

--Avrupa Perspektifi--

Atina'da Washington-Ankara ilişkileri statüsünün yükselmesinden dolayı bir kaygı yaşanıyor ve ayrıca Avrupa perspektifi üzerindeki "yatırım" açısından Türkiye'ye yönelik dış politikanın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine dair görüşler de mevcut. Ankara'nın, AB üyeliğiyle ilgili görüşlerini değiştirmesine bile neden olabilecek bölgesel güç olma yönündeki çabaları bir yana, AB'nin genişlemesine yönelik kaygılar da Birlik bünyesinde eskiden olduğundan daha güçlü bir şekilde hissediliyor. Geçen haftanın ortalarında Almanya'da Başbakan Angela Merkel'in Hristiyan Demokrat Birliği partisi, Hırvatistan'ın üye olmasından sonra AB genişlemesine ara verilmesinden yana olduğunu belirtti. Atina'da diplomatik kaynaklar AB'nin Türkiye üzerindeki etkisini kaybetme korkusu altında özel ilişki yolunu seçebileceğini, böyle bir gelişmenin ise "tam uyum-tam üyelik" dogmasını savunan Yunanistan için bir darbe olacağını ifade ediyorlar.
Buna paralel olarak Atina ve özellikle Lefkoşa Türkiye'nin Kıbrıslı Türklerin rolünü yükseltme yönünde sistemli bir şekilde sarf ettiği çabalar nedeniyle paniğe kapılmış durumda. Dışişleri Bakanı Clinton'un Ankara'da resmen "Kıbrıslı Türklerin tecridine son verilmesi gereğinden" söz etmesi ve böylelikle Türkiye'nin sabit bir şekilde dile getirdiği teze katılmasının ardından, Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat'ın gelecek haftanın sonunda ABD'yi ziyareti sırasında ABD Dışişleri Bakanı ile görüşmeye çalıştığı öğrenildi. ABD Dışişleri Bakanlığı henüz haberi doğrulamadı, Kıbrıs tarafı ise bu tür bir olasılıktan dolayı hoşnutsuzluğunu dile getirdi.

AMİNA&DİPLOMATİA: "CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ DESTEKLİYOR"

ATİNA, 25/03(BYE)--- Aylık Amina&Diplomatia (Savunma ve Diplomasi) dergisinin Mart 2009 tarihli sayısında, yorumlar bölümünde imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AB üyelik süreci için gerekli değişikliklerin yapılması çerçevesinde hükümetin yeni bir anayasa hazırlama veya mevcut anayasanın yeniden düzenlenmesine yönelik çalışmalarını desteklediğini açıkladı. AB Dışişleri Komisyonunda 65 oyla onaylanan raporda, Türkiye'nin AB üyelik sürecine dair reformların gerçekleştirilmesinde yaşanan yavaşlamadan duyulan kaygı ifade ediyor. Önemli bazı sorunlardan bir tanesi de, ifade özgürlüğüyle basın özgürlüğünün henüz tamamen korunmuyor olmasıdır.
Türkiye'de anayasanın değişmesi son derece gerekli çünkü bugünkü anayasa 1980 yılında darbe yapanlar tarafından hazırlandı. Bu anayasayı hazırlayanlar demokratik ilkelerden değil de Kemalizm'den ilham aldılar ve anayasayı da siyasi haklarla özgürlükleri kısıtlayacak, orduya da seçilmiş hükümetleri kontrol etme hakkı tanıyacak şekilde hazırladılar. İktidar partisi anayasa değişikliği çabalarını sürdürüyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetin anayasa değişikliği çabalarını, beklenen yerel seçimlerden sonra sürdüreceğini açıkladı.
Bu, Kemalist kurulu düzenle sürtüşme nedeni olan konulardan birisidir ve anayasa değişikliği kabul edilirse, bu olay ülkenin tarihinde büyük dönüm noktası olacaktır. Böylece ülkenin totaliter, ırkçı ve suçlarla dolu geçmişinden sıyrılması olasılığı artacaktır.  

ABD BASINI

NEWSWEEK: "MÜSLÜMAN KOMŞU"

ANKARA, 24/03(BYE)--- ABD'de yayımlanan haftalık Newsweek dergisinin 30 Mart 2009 tarihli sayısında, Paul Hockenos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan metnin özet çevirisi şöyledir:

--Almanya'daki Müslümanlar Genellikle Toplumdan Kopuk. Ancak Yeni bir İmam Okulu Bunu Değiştirmeyi Amaçlıyor--

Avrupa'da yaşayan 16 milyon Müslüman ve yaşadıkları laik toplumlar arasındaki uçurum yanlış anlamalara, gücenmelere ve hatta şiddete neden oluyor. Diğer pek çok sebebin yanı sıra çoğu Müslüman'ın Avrupa Birliği ülkeleri toplumlarıyla bütünleşememelerinin bir sebebi de imamların genellikle Türkiye veya Arap dünyasından gelmeleri ve yaşadıkları ülkenin dilini, kültürünü bilmiyor olmaları.
Ancak bu ay Berlin'in doğusunda bir pilot imam okulu uygulaması başladı ve Avrupa'ya uygun bir İslam eğitimi için bir model oluşturabilir. Bu okulun ve Avrupa'daki benzer girişimlerin amacı, Avrupa'daki Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak ve İslam ile Batı kültürleri arasında uzlaşma sağlamak. Bu yıl kaydolan, hepsi de Avrupa'da doğmuş veya büyümüş 29 kişi Arapça, İslam teolojisi, Almanca ve yurttaşlık bilgisi dersleri alacak. Eğitimleri İslam ilkeleriyle demokrasi ve insan hakları da dahil çağdaş Avrupa kültürü ilkelerini birleştirecek.
Buhara Enstitüsü olarak bilinen okul, Berlin caminin 300 üyesi tarafından oluşturuldu. Çoğu üyesi Türk ve yüz binlercesi gibi onlar da Almanya'ya 1960'larda ve 70'lerde göçmüşler. Onlar da Almanca konuşabilen, kiliselerle, makamlarla ve sivil toplumun diğer kısımlarıyla diyalog kurabilen yeni bir imam nesli yetiştirmenin önemli olduğunu düşünüyor.
Buhara Enstitüsünü Avrupa'daki benzerlerinden ayıran en önemli özelliği, devlet veya yabancı bir yönetim yerine yerel Müslümanlar tarafından kurulup finanse edilen özel bir girişim olması.
Politikacılar bu tür girişimleri memnuniyetle karşılıyor. AB daha hoşgörülü, açık görüşlü bir İslam'ın gelişmesini radikal eğilimlerle mücadele etmenin bir yolu olarak görüyor. Ancak muhafazakâr İslamcı cemaat bu tür gelişmelerden o kadar da hoşnut değil. Buhara ve benzerlerini İslam'ın temel öğretilerinden sapma olarak görüyorlar. Almanya'nın en büyük İslami şemsiye örgütü Türk-İslam Birliği, hâlâ sadece Türkiye'de teoloji eğitimi görmüş imamları kabul ediyor ve bu şekilde devam etmekte kararlı görünüyor.
Ancak yine de bazılarının "Avrupa İslam'ı" olarak nitelediği girişimin daha iyi bir zamanlaması olamazdı. Avusturya'da yapılan yeni bir araştırmaya göre, ülkedeki İslam dini öğretmenlerinin dörtte biri, insan hakları ve demokrasinin dinle bağdaşmadığını düşünüyor. Yüzde 28'i, Avrupalı olmakla Müslüman olmanın çeliştiğini söylüyor. Geçen yıl Almanya'da yapılan benzer bir araştırma ise yabancı imamların beşte birinin muhafazakâr, köktendinci İslam'dan yana olduklarını gösterdi.
Avrupa İslam'ını savunanlar ise bunun değişmesini umuyor ve Avrupa'daki Müslümanların yaşadıkları toplumların sosyal ve kültürel yaşamına aktif olarak katılmaları gerektiğini düşünüyor. Buhara gibi bir okul sadece buna yardımcı olmakla kalmayıp Avrupalıların da İslam'ı tehlikeli bir ideoloji olarak görmekten vazgeçip sadece başka bir Avrupa dini olarak görmelerine yardımcı olabilir.


Güncelleme: 08/06/2009 / Hit: 4,156

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı