ENGLISH
  Güncelleme: 09/01/2009

2008-12-04 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2008-12-04 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

BERLİNER ZEİTUNG: "DÖNÜŞ YAPAN ERDOĞAN"

BERLİN, 27/11(BYE)--- Tirajı günde 165 bin 900 olan liberal eğilimli Berliner Zeitung'un 27 Kasım 2008 tarihli sayısında, Thomas Schmid imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Bir masalda eşeğin ağzına iri bir havuç tutulur ve bu şekilde sahibini pazar yerine götürmesi sağlanır. Bu şekilde Türkiye'ye sunulan Avrupa perspektifi, ülkede şaşırtıcı demokratikleşmeye bir motivasyon kaynağı olmuştur. Ancak bu süreç çoktandır aksıyor ve hatta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geri adım attığı gözlemleniyor.
Dini temel alan muhafazakar Erdoğan hükümeti döneminde, ülke hızlı bir şekilde Avrupa rotasında yol aldı. Basını sıkan maddeler gevşetilirken, Kürtlerin kültür ve dillerinin değeri kamuoyu nezdinde yükseltildi. Hatta bir tabu olan Ermeni soykırımı meselesine bile değinilmeye başlandı. Bu durum, ülkedeki adaleti ve özellikle orduyu kontrolleri altında tutan eski Kemalist elitleri harekete geçirdi. Modern Cumhuriyetin kuruluşu 1923 yılından bu yana ordu ilk defa, bazı kurumlar üzerindeki kontrolünü kaybetti.
Kemalistler bu durum karşısında direniş göstermeye başladılar. Bu konuda ilk girişim haziran ayındaki Anayasa Mahkemesinin başörtüsü kararı oldu. Anayasa Mahkemesi yetkilerinin sınırını aşarak Meclisin aldığı bir kararı geçersiz kılmıştı. Daha sonraları ise iktidar partisi kapatılmaktan kıl payı kurtulmuştu.
Beklenen bu sonuç Erdoğan'ın siyasi olarak yaşamını devam ettirmesini sağlamıştı. Türklerin çoğu Kemalistlerin Başbakan Erdoğan'ın dişini çektiğini düşünüyorlar. Gerçekten de son zamanlarda Başbakanın tavrında değişiklikler gözlemleniyor. Hakkari'de Kemalist bir tavır sergileyerek, Türkiye'de sadece bir dil, bir ulus ve bir devletin bulunduğunu belirten Başbakan, kısa bir süre önce ise Kürt sorunu konusunda liberal bir tutum sergileyen Genel Başkan Yardımcısının yerine askeri bir çözümden yana olan birisini getirdi.
Erdoğan yeni çizgisini, Kürt PKK gerillalarının 17 Türk askerinin ölümüne neden oldukları saldırıdan ordunun haberdar olduğunu bildiren gazeteye karşı izlenen tavırda da ortaya koydu. Genelkurmay Başkanı gazeteye alenen gözdağı verirken, Başbakan da kendisine alenen arka çıktı.
Başbakan Erdoğan Kürtleri hayatlarından bezdiriyor. Sayıları 10 milyonu bulan dini bir azınlık olan Alevilerin ise çocuklarının Sünni din derslerine katılmak zorunda olmalarından duydukları rahatsızlık gittikçe artıyor. Liberal kesim ise bir zamanlar umut bağladıkları Erdoğan'dan uzaklaşıyor. Türkiye'deki demokratikleşme süreci, Erdoğan'ın Kemalist rakipleriyle mutabakat sağlamasının kurbanı oluyor. Başbakan, ülkesinin günün birinde AB üyesi olacağı umudunu yitirmiş olabilir. Fakat Erdoğan'ın bu yeni tavrı, Sarkozy ve Merkel gibi Türkiye'yi eşit haklara sahip bir ortak olarak kabul etmek zorunda kalmamak için imtiyazlı ortaklığı öngörenlerin işlerine geliyor.

DIE ZEİT: "ANKARA GEZEGENİNİN HÜKÜMRANI"

BERLİN, 27/11(BYE)--- Tirajı haftada 480.159 olan sosyal demokrat eğilimli Die Zeit gazetesinin 20 Kasım 2008 tarihli sayısında, Michael Thumann imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:

--Eleştiricileri, "Obama Gibi Geldi, Bush Gibi Gidecek" Diyor. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Reformlarına Nasıl İhanet Ettiğine Dair--

Tayyip Erdoğan yılbaşında iktidarda altı yılını dolduracak ve ülkesini şimdiden seleflerinden çok daha fazla etkiledi. Büyük reformcuların ikinci görev dönemlerinde genelde daha az zarif davrandıkları bilinir. Fakat Erdoğan'da bu düşüş yavaş olmadı, daha ziyade kendini radikal bir dönüş olarak gösterdi. Son dönemlerde sarf ettiği her söz, kendisini şimdiye kadar yaptıklarından uzaklaştırıyor. Erdoğan, pragmatik reformlarla ikna ettiği Türkler ile yabancı gözlemcileri, yaptığı konuşmalarla kendisine yabancılaştırıyor. Eski rejimi değiştirmek üzere yola çıkan Erdoğan'ın zaferi, şimdi, onu yutmakta olan kendi trajedisine dönüştü.
Kasım başında İstanbul'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumundaki konuşmasında Erdoğan, 25 dakika boyunca PKK teröründen bahsettikten sonra, kısaca Türkiye'yi sözüm ona fazla etkilemeyecek olan mali krize değindiğinde, salonda bulunan ekonomistlerden birisi, "Bu adam hangi gezegende yaşıyor?" şeklinde tepkide bulundu.
Bu adamın yaşadığı gezegen Ankara'dır. Eski bir İslamcı olan Erdoğan salt çoğunluk elde etmesine rağmen 2002 yılında yapılan seçimde, adaylığı kabul edilmediği için milletvekili olamadı, ancak yeni bir seçimle Başbakan olabildi. Başbakan olarak birçok darbe girişimine karşı ayakta kalmayı başardı. Daha sonraları AKP'yi kapattırma davası açıldı, fakat bundan da kurtulabildi. Türkiye'de cesaretli bir reformcu daima bir ayağıyla cezaevindedir.
Böyle bir durumda nasıl davranılır? Mücadele edilir. Ancak Erdoğan mücadelesini, devlet mekanizması içindeki aşırı güçlü karşıtlarına değil, eleştirel gazetecilere karşı yöneltiyor. Reformcu Başbakan, basın özgürlüğüne karşı kabadayı kesiliyor.
Halbuki bu kadar çok şey başarmış bir insanın böyle bir tutum benimsemesi şaşırtıcı. Birçok üst düzey AKP siyasetçisi geri çekildi. Başkaları, gitmek istediklerini bundan böyle eski meslekleriyle daha fazla ilgilenmek istediklerini açıkladı. Liberal ve muhafazakar yazarlar, televizyon sunucuları, hepsi kendisine sırt çeviriyor. Başbakan'ın etrafı tenhalaşmaya başladı. Erdoğan'a arada bir karşı çıkan omurga sahibi bir danışman gerekli.
Erdoğan dayanıklılık gösteremedi. Reformları duraklama noktasına geldi. Halbuki defalarca anayasayı değiştirme sözü verdi, fakat yalnızca başörtüyle ilgili maddede değişiklik yaptı. Ayrıca, fikir özgürlüğünü genişletecekken, 301. madde dayanak alınarak yine 47 kişi dava edilmektedir. Kürtler ile Alevilere haklarını vereceğini vadediyordu, şimdi ise polis onları copluyor.
Erdoğan'ı tanıyanlar reform gayretini durduranın, darbe girişimleri ve seçimler olduğuna işaret ediyor. Buna Avrupa'nın Türkiye'ye karşı riyakar tutumu ekleniyor. Türkiye'ye sürekli yeni engeller çıkarılırken, Hırvatistan üyelik yolunda giderek ilerliyor. Başbakan'ı yakından tanıyan birisi, Angela Merkel ile Nicolas Sarkozy'nin Türkiye'yi kulüpte istememelerinin, Erdoğan'ı oldukça etkilediğini söylüyor. Ancak diğer bir açıklama Erdoğan'ın da artık istek duymadığı olabilir. Cemil Çiçek'in dediği gibi, "Türkiye'nin Avrupa'dan başka sorunları da var". Hangileri mi?
Başbakan kısa bir süre önce Hakkari'yi ziyaret etti. PKK Hakkari yakınlarında, kısa bir süre öncesinde 17 askeri öldürmüştü. Daha üç yıl önce "Türkiye'nin Kürt meselesini" ele alacağı sözünü veren Erdoğan bu kez, "Biz tek ulus, tek bayrak, tek ülke, tek devlet diyoruz. Buna kim karşı olabilir? İşine gelmeyen gidebilir" sözlerini sarf etti. Bu konuşmasında iki husus dikkat çekicidir. Zira Erdoğan kendi ülkesinde, dokuz ay önce Köln'de Türk kökenli Alman vatandaşlarını asimile olmaya karşı uyarırken uyguladığından farklı bir standart uyguluyor. Kürtleri ikaz ederken milliyetçilerin dilini kullanıyor.
Kürtlere yönelik sözler, ağzından yanlışlıkla çıkmadı, zira birçok kez yineledi. Kendisi laik-otoriter düzeni değiştirmek istiyordu, fakat şimdi söz konusu sisteme boyun eğiyor. Ordu bundan hoşnut ve ilk defa Başbakana, terörle mücadelesini rapor ediyor. Buna karşılık Erdoğan, orduyu, basına karşı koruyor. Erdoğan ile ordu arasında hiç bu kadar uyum olmadı. Ancak bu ittifak Türkiye'yi değiştiriyor.
Erdoğan, liberal Türklere ve Türkiye'yi Avrupa'ya yürütebileceğine inanan herkese veda ediyor.

HAMBURGER ABENDBLATT: "BAZILARI TÜRKİYE'DEKİ EKSİKLİKLERE SEVİNİYOR"

BERLİN, 01/12(BYE)--- Tirajı günde 250.763 olan Hamburger Abendblatt gazetesinin 1 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, Florian Kain/Sylvia Wania imzalarıyla Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir ile yapılan ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--Özdemir AB Üyeliğine Karşı Önyargıları Eleştiriyor ve Sol Parti ile İttifaka İhtimal Vermiyor--

KAİN/WANİA: Alman okullarında daha çok Türkçe dersi verilmesinden yana olduğunuzu açıkladınız. Tüm çocukların okula başlarken Almanca konuşmalarını talep etmek daha büyük bir meydan okuma olmaz mıydı?

ÖZDEMİR: Tamamen aynı görüşteyim. Sözünü ettiğiniz mülakatta tam da bunu açıkça belirttim. Benim anlamakta zorlandığım, sadece birini yaparken neden diğerinden vazgeçilsin? Burada genel anlamda daha çok dil öğrenilmesi söz konusu. Bu ülkede yaşayan çocukların hepsinin Almanca'ya çok iyi hakim olmaları için daha çok şeyin yapılması gerekiyor. Ancak bu yüzden, göçmen kökenli bir çocuğun geldiği ülkenin dilini öğrenmesini teşvik etmek yerine neden beklemeye bırakalım ki? Birini diğerinin karşısına koyarak ortamı bozma çabaları, bu tür sorunların bu ülkede hala derhal tepkiyle karşılandığını gösteriyor.

KAİN/WANİA: Yanlış anlaşıldığınızı mı düşünüyorsunuz?

ÖZDEMİR: Hayır. Sadece bu tür tartışmaların daha ciddiyetle sürdürülmesini arzu ederdim. Resmi dil olan Almanca'ya herkesin hakim olması gerektiğini yıllardan beri söylüyorum. Ancak, küreselleşmiş bir dünyada mümkün olabildiğince çok insanın çok sayıda dile hakim olması büyük bir avantajdır. Ne yazık ki, çok sayıda öğrencinin gerek resmi dili gerekse anadili berbat durumda. Bu durumun değişmesi gerekir.

KAİN/WANİA: Bir fırtına kopmasına neden olduğunuz için üzgün müsünüz?

ÖZDEMİR: Eğitim sistemimizdeki eksiklere işaret eden her tartışma beni sevindirir. Zira bu suretle eğitim altyapısında gerekli olan yapılanmaya hareketlilik gelmesini umut ediyorum.

KAİN/WANİA: Almanya'da Türkçe yayın yapan radyo ve televizyon olması gerektiğini de düşünüyor musunuz?

ÖZDEMİR: Evet, neden olmasın. Aynı şekilde Rusça ya da İngilizce de olabilir. Bu, tek başına basın özgürlüğü açısından bile doğaldır. Ancak, anlaşılan bu ülkede hala "T" kavramıyla ilgili sorunlar var. Türkçe genelde aşağı tabakanın dili olarak algılanıyor. Bu damgalamak demektir ve bu şekilde köprüler kurulamaz. Bazı Hristiyan Birlik partili politikacılar, entegrasyonun başarılmasına katkıda bulunmak yerine, kendi düşüncelerince neyin yanlış yürüdüğünü anlatmayı tercih ediyor. Benzer bir tutumu, Türkiye'nin AB üyeliği perspektifi konusunda da gözlemliyorum. Bazı insanlar, Türkiye'deki eksikliklere seviniyor, çünkü bu eksiklikler erişilmek istenen üyeliğin önünde engel teşkil ediyor.

KAİN/WANİA: Bununla Bayan Merkel'i mi kastediyorsunuz?

ÖZDEMİR: Şansölye'nin Türkiye'nin AB üyeliğinin getireceği avantajların, özellikle de jeostratejik avantajların bilincinde olduğuna inanıyorum. Ancak meclis grubu ve partisinde bunun reklamını yapma cesareti yok.

FRANKFURTER NEUE PRESSE: "TÜRK YARGISI ALMAN PROFESÖR HAKKINDA SORUŞTURMA BAŞLATTI"

ANKARA, 02/12(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Frankfurter Neue Presse gazetesinin 2 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan AFP kaynaklı, İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye'deki savcılık, AB Parlamentosunda yaptığı konuşmada Atatürk'e hakaret ettiği gerekçesiyle bir Alman profesör hakkında soruşturma başlattı. Bremen Üniversitesi eski Rektörü Roland Mönch, 1937 yılında yaşanan ve Türk makamlarınca zorla bastırılan Kürt ayaklanması hakkında kasım ayında Brüksel'de bir konuşma yapmıştı. Mönch konuşmasında, Atatürk yaşasaydı Dersim olayları nedeniyle savaş suçlusu olarak yargılanması gerekirdi demişti.

ALMANYA'NIN SESİ RADYOSU: "AVRUPA PARLAMENTOSU'NDA TÜRKİYE TARTIŞMASI"

ANKARA, 03/12(BYE)--- Almanya'nın Sesi Radyosunun 10.30-11.00 Türkçe yayınından:

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Hollandalı Hristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijten, AB reformları kapsamında Türkiye'den taahhüt değil, uygulama beklediklerini söyledi.
Raportör Oomen-Ruijten raporunu hazırlarken AB'nin güvenilirliğini korumaya çalıştığını anlatarak, "Eleştirel ve objektif bir rapor olduğunu düşünüyorum" dedi.
Türkiye'de AKP hükümetinin ikinci kez seçim kazanırken halktan "açık bir yetki aldığını ve Türkiye'yi modernleştirme sözü verdiğini" hatırlatan Oomen-Ruijten, hükümetin siyasi reformlar yapmadan bu taahhüdünü yerine getiremeyeceğine dikkat çekti.
Oomen-Ruijten, AB sürecinde en zor kısmın siyasi reformlar olduğunu belirterek, hükümetin daha önce duyurduğu anayasa reformunu sahiplenmesini istedi.
Türkiye'den son dönemdeki parti kapatma davalarını göz önüne alarak siyasi partiler kanunu değiştirmesini beklediklerini söyleyen ve internet sitelerinin sık sık yasaklanmasının AB'ye aday bir ülkeye yakışmadığını ileri süren Oomen-Ruijten, Kürt meselesinde de siyasi inisiyatif alınmasını vurguladı.
Oomen-Ruijten, "Terör örgütü PKK'nın eylemlerini onaylamamız mümkün değil, ama sadece silah kullanılarak bu sorun çözülmez" şeklinde konuştu.
Ayrıca Raportör Türkiye'nin, Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde, Kafkasların istikrarında ve diğer bölgesel konularda yapıcı dış politikasını da övdü.
"Türkiye'nin bizim için çok önemli bir ortak olduğu konusunda geniş bir fikir birliği var" diyen Oomen-Ruijten, modern ve müreffeh Türkiye'nin AB kadar Türk halkının da çıkarına olduğuna işaret etti.

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "TÜRK ADALETİNİN MİHRAKINDA"

BERLİN, 03/12(BYE)--- Tirajı günde 153 bin 247 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 3 Aralık 2008 tarihli sayısında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

--Alman Bilim Adamı "Atatürk'ün Hatırasına" Hakaret Etmekle Suçlanıyor--

Ankara Cumhuriyet Savcılığı, 13 Kasım tarihinde Avrupa Parlamentosunda düzenlenen "Dersim Konferansı"nda yaptığı konuşmada, Atatürk'ün 1937-38 yıllarında Tunceli ilinde meydana gelen olaylara gösterdiği tepki nedeniyle, günümüzde geçerli olan normlar çerçevesinde, "insanlığa karşı suç ve kısmî soykırım" nedeniyle mahkeme huzurunda hesap vermek zorunda kalacağını söyleyen Bremen Üniversitesi emekli profesörü Ronald Mönch aleyhinde, "Atatürk'ün hatırasına hakaret" suçu işlediği gerekçesiyle dava açtı. Profesör Mönch suçlu bulunması durumunda, iki ila üç yıla kadar hapisle cezalandırılma tehlikesiyle karşı karşıya.

DİE WELT: "ERMENİSTAN İLE TÜRKİYE ARASINDA TARİHİ YAKINLAŞMA"

BERLİN, 03/12(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 3 Aralık 2008 tarihli sayısında, Boris Kalnoky imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--"Ezeli Düşmanlar" Siyasi İlişkilerini "Normalleştirmek" İstiyorlar. İki Ülke, Helsinki'deki Yapılacak AGİT Toplantısında Yeniden Görüşmelerde Bulunacak--

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül eylül ayında Ermenistan'a gittiğinde, işkenceden zevk alıyormuş gibi bir hava oluşmuştu. Ermenistan-Türkiye maçının "onur konuğu" olarak onu neyin beklediği yeterince açıktı. 90 dakika boyunca ıslık ve yuhalama konseri. Gül, atalarının tribünde oturan insanların atalarına yaptığı "jenosit"in yıllardır biriken nesillerden kalma eski öfkesini taşıyan tribündeki Ermeni fanatiklerin karşısına, bu öfkeyi geri tepmek istercesine yüzünde bir gülümsemeyle çıktı. Ardından Ermeni yönetimiyle görüşmeye geçildi. O dönemden beri şu soru soruluyor: Bu, bir anlık bir gelişmenin ötesinde bir ziyaret miydi, yoksa halihazırda tarih mi yazılıyor?
Durum öyle olduğunu gösteriyor. O dönemden beri Ankara ile Erivan'ı, sürekli ve şimdiye dek hiç yaşanmadık bir diplomatik aktivite birbirine bağlıyor. Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan bir hafta önce İstanbul'daydı. Bu ziyaret esnasında Türk meslektaşı Ali Babacan ile protokol dışı bir görüşme de gerçekleşti. Babacan daha sonra basının karşısına geçerek, "İki taraf da ilişkileri normalleştirmek için siyasi iradeye sahiptir" açıklamasını yaptı. Nalbandyan ise, Gül'ün Erivan ziyaretinin "çok büyük ve bilge bir karar" olduğunu söyledi. Satır aralarından, Ermenistan politikasının daha bilge ve büyük olduğu anlaşılıyor, zira, inisiyatifi ele alarak Gül'ü davet eden Ermenistan'dı.
Bu hafta sonunda, perşembe ve cuma günleri Helsinki'de dışişleri bakanlarının katılımıyla gerçekleşecek olan AGİT toplantısında da görüşmelerde bulunulacak. Gordion düğümünü parçalamak yerine ihtiyatlı bir şekilde çözmeye çalışmak zor. Burada sadece Türkiye ve Ermenistan söz konusu değil, aynı zamanda Ermenistan ile Azerbaycan ve Rusya ile Gürcistan arasındaki ihtilaflar da söz konusu. Sonunda sınırın açılması ve "ezeli düşmanlar" arasında diyaloğa gidilebilmesi için bu cephelerin hepsinde hareketlilik yaşanması gerekiyor.
Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki ihtilaf, gezegendeki en çözülmez anlaşmazlıklardan biri. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 90'lı yıllarda Ermenilerin yaşadığı, ancak fiilen Azerbaycan'ın enklavesi olan Dağlık Karabağ'da savaş çıkmıştı. Ermenistan, Moskova'nın desteğiyle savaşı kazandı ve o dönemden beri de bu bölgeyi işgal altında tutuyor. Daha kısa bir süre öncesinde Azerbaycan yeni bir savaşla tehdit etmişti. Kasım ayında sansasyonel bir diplomatik gelişme yaşandı. Rusya Devlet Başkanı Medvedev, iki ülke devlet başkanlarını davet etti ve ihtilafın şiddete başvurmadan çözümünün istendiği konusunda anlaşıldı. Bu, Gürcistan ihtilafı sonrasında birdenbire bir barış meleği gibi davranan ve eşzamanlı olarak gücünü gösterebilen Ruslar için büyük bir başarıydı. Bu hamle aynı zamanda, Türkçe konuşan Azerilere uzlaşmaları yönünde artık tek başına baskı yapmak zorunda kalmayacak olan Türkler için de bir destekti. Ve bu atak Ermenistan için de iyiydi, zira Karabağ meselesine hareketlilik gelmesi, Ermenistan'ın Türkiye ile sınırın açılması karşılığından ödenmesi gereken bedeldir.
Bunu, Helsinki'ye doğru yola çıkmadan Azerbaycan'da açıklama yapan Babacan da vurguladı. Orada Ermeni ve Azeriler, Rusyalı arabulucu nezdinde yeniden görüşecekler ve ardından da Türk Dışişleri Bakanıyla bir araya gelecekler. Ermenistan çaresizlik içinde Türkiye'ye yakınlaşmaya çalışıyor. Otoriter olarak tescilli olan hükümetin, seçimlerde sahtecilik yaparak iktidara geldiği kanısı hakim. Derin bir nefret duyulan hükümetin başarıya ihtiyacı var. Ermenistan'ın tek ticaret yolunun kesildiği Gürcistan savaşından beri özellikle ekonomi zor durumda. Bu nedenle sınırların açılması sansasyonel bir başarı olurdu. Türkiye için böylesi bir gelişme AB karşısında övünülecek bir artı puan olacağı gibi, Fransa ve başka yerlerde sürekli olarak sallanan; "ya bir toplum katili olduğunuzu kabul edin ya da AB'ye girmeyi hak etmiyorsunuz" şeklindeki can sıkıcı jenosit balyozunu da etkisiz hale getirirdi. Ermenistan bile iyi ilişkiler için özür dilenmesini şart koşmayacak olursa, bunu AB neden istesin ki. Bu durum Türkiye'ye, Kürt ihtilafında bile yardımcı olabilir. Sınırın açılması, güneydoğuya ticaret ve Ermeni turistleri getirir. Şayet Kürt radikalizminin ekonomik sefaletin bir sonucu olduğu tezi doğru ise, o zaman Ermenistan ile sınırların açılması buna karşı bir çare olacaktır.
Ancak henüz bu aşamaya gelinmedi. Daha çok sayıda engelin aşılması gerekiyor. Ermenistan'da, ticaret yollarına hakim olan güçlü ekonomi oligarşisi var. Sınırların açılması nakliyatı ucuzlatacağı gibi, aynı zamanda tekelleri de kırabilir. Türkiye'de ise milliyetçi tepki tehdidi mevcut. Ermenistan'ın hala (ya da bu arada yeniden) geçerli olan 1919'dan kalma bağımsızlık açıklamasında, Türkiye'nin Ermeni bölgelerinden "Batı Ermenistan" diye söz ediliyor. Türklerin görüşünce Ermenistan, devlet sınırlarını tanımakta direniyor. Yine de hedef hiç bu kadar erişebilir olmamıştı. Futbol maçından sonraki üç ay içinde Karabağ ihtilafı yüzünden sınırın kapandığı 1993'den bu yana geçen dönemde olduğundan çok daha fazla gelişme yaşandı.

SÜDWEST PRESSE: "ERDOĞAN'IN STRATEJİSİNİN YARATTIĞI HAYAL KIRIKLIĞI"

ANKARA, 03/12(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Südwest Presse gazetesinin 3 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Türkiye'de Çaresizlik Yaygınlaşıyor. Kürt Sorunu Kızışıyor, Reformlar Durma Noktasında ve Erdoğan Mali Kriz Konusundaki Suskunluğunu Sürdürüyor--

Türkiye Anayasa Mahkemesinin bu yaz iktidardaki AK Partiyi kapatma konusunda verdiği karar, çok sayıda kişiye derin bir nefes aldırdı. Türk insan hakları savunucuları bu sürecin ardından daha fazla demokratikleşme umarken, AB de Ankara'nın duraklamada olan reformlara yeniden hız vereceği beklentisine girdi. Ancak, gözlemciler artık hayal kırıklığı yaşıyor. Çünkü, tüm alanlarda bir duraklama yaşanıyor.
Erdoğan, mali kriz karşısında çaresiz. Başbakanın açıklamalarına inanacak olursak, Türkiye, dünya ekonomilerinde yaşanan çalkantılardan "en az düzeyde" etkilenecek. Ancak, gerçekler çok farklı: Ekonomik büyüme yılın ikinci yarısından itibaren yüzde 1.9 oranında geriledi. Tekstil ve otomobil sanayiinde de işten çıkarma dalgaları sürüyor.
Bu arada Kürt sorunundaki gerginlikler gittikçe tırmanıyor. Hafta geçmiyor ki kanlı bir saldırı veya çatışma yaşanmasın. Buna rağmen Erdoğan tartışmayı daha da tırmandıracak açıklamalarda bulunuyor. Erdoğan, kasım ayı başında Hakkari ziyareti çerçevesinde yaptığı konuşmasında, Kürtlere, "Bizim temel ilkemiz, tek vatan, tek bayrak, tek devlet anlayışıdır. Bunu kabul etmeyenler ülkeyi terk etsin" beyanında bulundu. Bu sözler, kimileri tarafından savaşçı PKK'ya katılmaya teşvik olarak değerlendiriliyor.
Kürt sorunu, Türkiye'nin AB adaylığına da gölge düşürüyor. Brükselli komiserler, son ilerleme raporlarında azınlık hakları ve düşünce özgürlüğü gibi konulardaki eksiklikleri eleştirmişti.
Ayrıca, Türkiye'de yaşayan dini toplulukların giderek artan baskılara maruz kalmaları da raporda yer almıştı. Ankara söz verdiği anayasa reformu konusunda da suskunluğunu korumaya devam ediyor.
Bazı Türk gözlemciler, Erdoğan'ın AB'ye katılım planından vazgeçerek güçlü orduyla gizli bir anlaşma yaptığından kuşkulanıyor: Erdoğan'ın AB reformlarından vazgeçmesine karşılık olarak, generallerin de Erdoğan ve partisi AKP'ye göz yumacağından şüpheleniliyor. Ancak, Erdoğan hükümetinin akıbeti sadece ordu tarafından belirlenmiyor. Mart ayında yapılacak olan yerel seçimler, özellikle Kürt bölgeleri söz konusu olduğunda, Erdoğan açısından siyasi sınav niteliğinde. Yapılan kamuoyu araştırmaları da AK Partinin ağır oy kaybına uğrayacağının sinyallerini veriyor.

 

AVUSTURYA BASINI

DER STANDARD: "TAMAMEN PLASSNİK'TEN YANAYIM"

VİYANA, 01/12(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 29 Kasım 2008 tarihli hafta sonu sayısında, Christoph Prantner ile Nina Weissensteiner'in Avusturya'nın yeni Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger ile yaptıkları ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Yeni Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, ÖVP başka hiçbir AB anlaşmasını halka sunmak istemese de, Türkiye'nin katılımı konusunda bir referandum yapılması fikrini savunuyor.

SORU: ÖVP kendini bir Avrupa partisi olarak tanıtıyor. Ancak yeni koalisyon paktında da Türkiye'nin katılımı konusunda, Avusturyalıların "halk oylamasıyla son söze sahip oldukları" söyleniyor. Bu pek tutarlı bir yaklaşım değil, siz ne dersiniz?

SPİNDELEGGER: Bu, SPÖ ile yapılan bir uzlaşma. Ortağın isteği dışında AB konusunda halk oylaması yapılmayacağını kararlaştırdığımız için, bu bana taşınabilir bir uzlaşma gibi geliyor.

SORU: Ama Türkiye konusunda halk oylaması yapılacak. ÖVP, Hırvatistan için ise böyle bir oylama yapmak istemiyor. Bu çifte standart değil mi?

SPİNDELEGGER: Türkiye coğrafi açıdan tam eşikte olduğu için Avrupa'nın bir adım uzağında kalıyor. Oysa, Balkan ülkeleri batılı yapılarıyla kıtanın tam ortasında. Bu yüzden Avusturya'da güçlü bir akımın, Türkiye'nin üyeliğine evet demesi gerekiyor.

SORU: Bir zamanlar eski Başbakan Wolfgang Schüssel ile Plassnik, hedefi tam üyelik olan müzakerelerin yapılmasını onaylamıştı. 15 yıl sonra referandum yaparak Türklerle dalga geçmek, dürüstlüğe yakışmayan bir davranış olmaz mı?

SORU: Türklere bunu diğer ülkelerle olan katılım süreci gibi görmediğimizi daha baştan söylemiş olduğumuzdan, böyle olmadığını düşünüyorum. Hatta özel bir ortaklık yoluna gitme teklifinde de bulunduk. Yani Türkiye katılıma kadar zorlu müzakerelerin olacağının bilincindeydi.

SORU: Şimdi eğri oturup doğru konuşalım: Birçok Avusturyalı göçmen sayısının artmasından korktuğu için sizin partiniz de tıpkı SPÖ gibi popülist bir politika izlemiyor mu?

SPİNDELEGGER: Popülizm bana göre bir şey değil. Yalnız ÖVP değil, tüm Avusturya Türkiye'nin katılımının küçümsenmemesi gerektiğini söylüyor. Ben de yeri gelmişken uyarıyorum. Bu konuda geniş çaplı bir görüş birliği olduğu göz ardı edilmemeli.

 

FRANSA BASINI

LE FİGARO: "AVRUPA'DAN HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAYAN TÜRKİYE KREMLİN'E GÖZ KIRPIYOR"

PARİS, 03/12(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 3 Aralık 2008 tarihli sayısında, Thierry Portes imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--AB Tarafından Dışlandığını ve ABD Askeri Gücünün Kendisini Küçümsediğini Hisseden Türk Hükümeti, Osmanlı Reflekslerine Kavuşuyor, Bağımsızlaşıyor, Brüksel ve Moskova ile Eşit Düzeyde Muhatap Olmaya Kararlı--

Avrupa ile Rusya yeni bir "Yalta Antlaşması" imzalamalı. Bu açıklamayı yapan iktidardaki İslamcı parti AKP'nin bir yüksek temsilcisi, bunun, ilelebet Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya ve Hırvatistan hariç tüm Balkan Devletlerinin Avrupa Birliği'ne üyeliklerini de dondurmanın bir yolu olduğuna inanıyor. Yakın tarihte German Marshall Fund'un İstanbul ve Ankara'da bir araya getirdiği bir avuç gazeteci ve Batılı diplomat karşısında sarf edilen bu sözler, akıllara kazınacak nitelikte. Zira tarafsızlık ilkesini benimseyen ülkelerin, kendisini AB ve NATO'nun genişlemesinden korumaları gerektiğini savunan Rusya'yı sevindirmek için "Yeni Yalta'dan" daha iyi bir formül düşünülemez.
Başbakana yakın bir milletvekili, ülkesinin diplomasi geleneğine, NATO üyeliğine, AB adaylığına ve müttefiklerine bu kadar ters düşen bir açıklamayı nasıl yapabilir? Elbette özellikle AB'de yeri olmadığını savunan Fransa'ya karşı duyulan hınç toplumun her kesiminde görülüyor. Ayrıca İstanbullu askeri elitler de, Başkan George Bush'un yürüttüğü savaşın ihtiyaçları için Irak'ın kuzeyinde bir Kürt yönetimini desteklemesiyle ABD'den hayal kırıklığına uğradıklarını gizlemiyor.
Yine de Avrasya kıtasında yeni bir rol paylaşımını destekleyen bu AKP üyesi aslında anlık bir tepkiyle hareket etmekten öte, AKP'li İslamcı yöneticilere, askeri çevrelere, "ilerici" laik elitlere ve milliyetçi duyguları kabaran halka azar azar derinden işleyen bir hareketi tarif ediyor. Zira AB tarafından itildiğini ve ABD askeri gücünün kendisini küçümsediğini hisseden Türk Hükümeti, Osmanlı reflekslerine kavuşuyor, bağımsızlaşıyor, Brüksel ve Moskova ile eşit düzeyde muhatap olmaya da kararlı.
Ankara'daki Dışişleri Bakanlığının tüm katlarında Türkiye'yi saran diplomatik hareketlilik ülkenin sınırlarıyla açıklanıyor.

--Etkileme Gücü--

Avrupa Birliği'nin genelde kendini ifade ettiği etkileme gücüne başvuran diplomatlar, "Yumuşak gücümüzü kullanıyoruz" diyor. İsrail ile iyi niyet misyonları güneyde Suriye ile Irak'ın olmasıyla açıklanıyor. Orta Doğu barışı ve Washington ile yaşanan gerginlikler de, ayrıca İran ile diyalogu sürdürmeye zorluyor. Biraz ilerisinde ise yıllar boyu unutulmuş "stratejik derinliklere" dalan Türkiye, Afganistan ile Pakistan'ı yakınlaştırmaya çalışıyor. Ermenistan ve Gürcistan ile birlikte Kafkasya'da barış, Karadeniz'in güvenliği ve Rusya ile diyalog söz konusu. Batı'daki Avrupa'ya yönelince ise Balkanlarda Türk diplomasisi, eski Osmanlı ayrıcalıklarını daha iyi hatırlatabilmek için Rusların görevlerini akıllara getirmekten pek hoşlanıyor.
Dışişleri Bakanlığında kolayca Rusya'nın Batılılarca "küçük düşürüldüğü" ancak bugün "güvenilirliğini kazandığı" ifade ediliyor. Ancak bu tanımlamada aslında bir otoportre hissediliyor. Yine de Rusya'nın ülkelerinin bir numaralı ticaret ortağı olduğunun altını çizen Ankaralı diplomatlar, Türkiye'nin Kosova'nın bağımsızlığının tanıması üzerine bir tehlike yaşandığını, Ukrayna'nın NATO'ya katılmasında hiçbir aciliyet olmadığını ve Rusya ile her şeyden öte "diyalogu sürdürmenin", "işbirliğini konuşmanın" ve "ekonomik projeler başlatmanın" gerektiğini belirtiyor. Türkiye'nin İran'dan başlayan ve Avrupa'dan bakınca amacı Putin'in ülkesini devre dışı bırakmak olarak anlaşılan Nabucco adlı boru hattı projesine Rusya'yı da katılmaya davet etmesine yol açan da bu görüş olmalı.

--Gerekli Kırılmalar--

Elbette ülkenin NATO'ya olan bağlılığı, hiçbir Türk diplomat tarafından sorgulanmıyor. Ancak Batı ile ittifakı Türkiye'yi zorluyor. Gürcistan krizi sırasında Ankara, yardım paketleri taşıyan Amerikan askeri gemilerinin Karadeniz'den, NATO müttefikleri arasındaki dayanışma adına değil de, Karadeniz'e kıyısı olan ülkeler, yani Rusya tarafından da imzalanan oldukça sınırlandırıcı olan Montrö Antlaşması uyarınca geçişlerine izin vermişti.
Türkiye, Avrupa tarafından dışlandıkça kendisine enerji sağlayan Moskova ile anlaşmanın önemini daha iyi anladı. Radikal gazetesi yazarlarından Cengiz Çandar, "Türkiye'nin, tüm kriterleri yerine getirdiği takdirde tam üye olacağının resmi olarak yeniden ifade edilmesi beklentisi içinde olduğuna" inanıyor. Nitekim Ankaralı diplomatlar da Avrupa Konseyinden bir açıklama beklediklerini söylüyor. Hürriyet gazetesi yazarı Ferai Tınç ise, "Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda net bir açıklama gelmeden Kıbrıs meselesinin çözülemeyeceği" görüşünde.
Bir Türk bakan, ülkesinin reform hızını ciddi biçimde düşürmesini, "Avrupa'nın inandırıcılığı sorgulanıyor" şeklinde açıklıyor. Avrupa Komisyonu'nun, Ankara'yı Avrupa Birliği'yle yakınlaşmak için "çalışmalarını sürdürmeye" davet ettiğini hatırlatalım. Ancak Birliğin bu konuda duyduğu üzüntü, Ankara'da kimseyi pek de etkilemedi.

 

İNGİLTERE BASINI

BBC: "İNSAN HAKLARI İZLEME ÖRGÜTÜNDEN ANKARA VE ATİNA'YA SUÇLAMA"

ANKARA, 27/11(BYE)--- BBC'nin 07.00-07.30 Türkçe yayınından:

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Avrupa Birliği ve Yunanistan'ı; Irak ve diğer ülkelerden gelen sığınmacı ve göçmenlerin girişlerini engellemek, girmeyi başaranları da Türkiye üzerinden sınır dışı etmekle suçladı.
Hem Türkiye, hem de Yunanistan'ın göçmenleri insanlık dışı ve aşağılayıcı koşullarda tuttuğunu ve kendilerine sığınma fırsatı tanımadığını bildiren örgüt, iki ülkeye de göçmenlere insan onuruna yakışır şekilde davranma ve zorla sınırdışı etmeme çağrısında bulundu.
Merkezi New York'ta bulunan HRW, Yunanistan ve Türkiye'nin, Irak ve diğer ülkelerden gelen sığınmacı ve göçmenlere yaptığı muameleleri inceleyen 123 sayfalık bir rapor yayımladı.
New York'tan Sema Emiroğlu bildiriyor:

"Döner Kapıda Sıkışanlar" başlıklı raporu kaleme alan örgütün sığınmacı politika direktörü Bill Frelick, Avrupa Birliğinin "Dublin II" olarak bilinen politikasının, sığınmacıları adeta bir döner kapıda sıkıştırdığını söyledi. Frelick, "Bu kişiler ne ileri ne de geri gidebiliyor. Savaş ya da taciz korkusuyla evlerine dönemiyorlar. Yunanistan bu kişilere hiçbir zaman sığınma hakkı tanımıyor" dedi.
Türk-Yunan sınırının her iki tarafındaki göçmenlerle yapılan gizli görüşmeler sonucunda hazırlanan raporda, göçmenlerin Yunanistan'da karşılaştıkları insanlık dışı ve onur kırıcı koşullar, bu ülkedeki sığınma prosedürlerine erişimlerinin engellenmesi, ihtiyaç halindekilere sığınma ya da diğer koruma biçimlerinin reddedilmesi, sınırdışı edilmeleri ve Yunanistan polis ve Sahil Güvenlik memurlarının kaba ve tacizkar tutumları, sanık ifadeleriyle anlatılıyor.
Raporda ayrıca, Türkiye'nin Yunanistan sınırındaki hudut görevlilerinin, göçmenlere yönelik kötü muamele uygulamaları da dile getiriliyor. "İnsanlık dışı ve onur kırıcı gözaltı koşullarını da içeren bu durum, Türkiye'nin İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi'nde belirtilen yükümlülüklerini ihlal etmektedir" denilen raporda, Türkiye'de sığınma ve başka korunma biçimleri arama şansına sahip olmayan göçmenlerin, süresiz gözaltında tutulduğuna dikkat çekiliyor.
Raporda, Türk ve Yunan Hükümetleri ile BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne de çeşitli tavsiyelerde bulunuluyor.
Türkiye'nin, Yunanistan sınırında yakaladığı Iraklıları otobüslerle Irak'a geri gönderme uygulamasına derhal son vermesini isteyen İnsan Hakları İzleme Örgütü, Edirne'deki Tunca kampının da derhal kapatılması çağrısında bulunuyor.
Raporda, Türkiye'nin, sığınmacıları gözaltına almaktan kaçınması ve Mülteci Sözleşmesi'ne koyduğu coğrafi sınırlamayı kaldırarak, Avrupa dışı ülkelerden gelen mültecilere, Avrupalı mültecilerle eşit tanınma ve korunma sağlanması da isteniyor.

REUTERS: "YUNANİSTAN: TÜRKİYE İLİŞKİLERİ GELİŞTİRMEK İÇİN HİÇ ÇABA GÖSTERMİYOR"

ATİNA, 02/12(REUTERS)(BYE)--- Dina Kyriakidou ve Daniel Flynn bildiriyor:

Yunanistan Dışişleri Bakanı kendisiyle yapılan mülakatta, Atina'nın uzun süredir devam eden sınır ihtilaflarını ve diğer farklılıkları sonlandırmak yönündeki uğraşılarına karşın, Türkiye'nin Yunanistan ile tansiyonu düşürmek için çaba göstermediğini söyledi.
Dora Bakoyanni, Türkiye'nin tam da AB'ye üyelik konusunda belirleyici bir döneme girdiği şu sırada, Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi ve Akdeniz'in doğusundaki sularla ilgili ihtilaflı konular hakkındaki görüşmelerde ödün verme vaktinin geldiğini söyledi.
Bakoyanni, Reuters'e verdiği mülakatta şöyle konuştu: "Yunan tarafı olarak bizler -Yunanistan Başbakanının Türkiye ziyareti gibi- bilinçli bir çaba gösterirken, Türkiye buna karşılık vermiyor. Bu yıl için umduğumuz gelişmeyi sağlayamadık. (...) Gerilimi düşürmek ve sorunları çözmeye çalışmak yönündeki stratejimizi sürdüreceğiz, ancak Türkiye'den de belli adımlar atmasını bekliyoruz."
Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, öncelikle Bakanın açıklamalarının tamamını görmeden bir yorumda bulunamayacaklarını ifade etti.
Her iki ülke de Ege'de 6 mil (11 kilometre) karasuyuna sahip, ancak Yunanistan bunu deniz hukuku çerçevesinde 12 mile çıkarmak istiyor. Türkiye ise Ege'de bu hükümlerin uygulanmayacağını ve bu yönde bir uygulamanın savaş sebebi olacağını söylüyor.
Yunanistan'ın ilk kadın dışişleri bakanı olan Bakoyanni, "Bir ülkenin deniz hukukunu kabul etmesinin savaş sebebi olacağını söylemek anakronistik ve mantık dışı" diyor.

--Kıbrıs Konusunda Teşvik Yok--

Bakoyanni, 1974'te Yunan destekli bir darbenin ardından Kıbrıs'ı işgal eden Türkiye'nin, adayı birleştirmenin AB'ye katılımı için "gerekli bir şart" olduğunun farkında olduğunu söyledi.
Kıbrıs Rum ve Türk toplumlarının liderleri arasındaki görüşmeler dört yıllık bir aradan sonra eylülde yeniden başladı.
Bakoyanni, "35 yıllık işgal, kabul edilemez bir durum, bu sona ermeli. Şu anda Türkiye'den dürüst herhangi bir teşvik işaretini görmüyorum. Olacağını ummak istiyorum" dedi.
Türkiye'nin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin reform gündemi; yolsuzluk iddiaları, anayasa krizi ve sosyal ve ekonomik zorluklar yüzünden son yılda duraksamaya girdi.
AB gelecek yıl, Türkiye'nin, Kıbrıs meselesi de dahil olmak üzere, katılım sürecindeki ilerlemesini gözden geçirecek. 35 bölümden başlığından sekizi dondurulmuş olan Ankara'nın üç yıllık AB müzakereleri durdurulabilir.

THE FINANCIAL TIMES: "YASAL REFORMLAR... YASA, DOĞRU UYGULAMADA YENİ BİR ÇAĞIN MÜJDECİSİ"

ANKARA, 02/12(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin 28 Kasım 2008 tarihinde yayımlanan "Türkiye'de Yatırım" ekinde, Delphine Strauss imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının özet çevirisi şöyledir:

Hantal bürokrasisiyle ünlü bir ülkede, gelişmekte olan uluslararası finans ve şirket yönetimindeki uygulamaları yakalamak üstün gayret gerektirir.
Bunu, Türkiye'nin ticaret hukukuna yönelik ilk kapsamlı revizyonuna 9 yıldır başkanlık eden hukuk profesörü Ünal Tekinalp'ten başka kimse daha iyi bilemez.
Nihayet, taslak yasa parlamentonun önünde ve gözlemciler söz konusu yasanın kabulünün Türkiye'de yatırım yapmaya yönelik gerçek bir teşvik sağlayacağını söylüyorlar. Bu yasa, kanunları uluslararası finansal standartlarla uyumlu hale getirmek, şeffaflığı artırmak ve ABD ile Avrupalı kurumsal yönetim konularını tanıtmak için tasarlandı.
Yerel azınlık yatırımcılarının satış yapmaları için zorlanması, özel sermaye şirketlerinin hedef şirkete borç transferi yapmasını kolaylaştırıyor ve gelirden vergi indirilmesi uygulamasından yararlanmasını sağlıyor.
Ayrıca taslak yasa, tüm yönetim kurulu üyelerinin hissedar olabilmelerine yönelik bir şartı ortadan kaldırıyor.
AB Komisyonu bu ay, Türkiye'nin katılım süreci hakkındaki son raporunda, yasanın kabulündeki ertelemelerin, Merkez Bankasının riski doğru olarak değerlendirmesini engellediğini belirterek eleştiride bulundu. Ancak Tekinalp'e ve birçok Türk yöneticiye göre yasanın daha geniş sembolik bir önemi var.
Sabancı grubunun Başkanı Güler Sabancı, "Şeffaf ve birbirine bağlı bir 21. yüzyıl dünyasındayız" dedi. Söz konusu yasa, Türkiye'yi AB standartlarıyla uyumlu hale getirebilir. Sabancı "Buna ihtiyacımız var... Bunu hak ediyoruz" açıklamasında bulundu.
Tekinalp, "Türk piyasalarının uluslararası piyasaların bir parçası olması gerekir... Aksi taktirde medeni toplumun bir parçası olamayız" dedi.
Parlamento yasayı onaylasa bile, ikinci bir yasama 6 ila 12 ayı bulacaktır.
Ancak, Tekinalp hiç şaşmadan devam ediyor. Kendisi hükümetle ücretsiz denetim programı sağlanması için kulis çalışmaları yapıyor ve yasaların uygulanması için asliye mahkemelerinin hakimlerinin eğitilmesine yönelik seminerler düzenliyor.

THE FINANCIAL TIMES: "SERİN RÜZGÂRLAR ESERKEN, UZUN VADEDE TÜRKİYE'DE EKONOMİNİN DURUMU İYİ GÖRÜNÜYOR"

ANKARA, 02/12(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin 28 Kasım 2008 tarihli sayısının "Türkiye'de Yatırım" ekinde, Delphine Strauss imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının özet çevirisi şöyledir:

2001 ekonomik krizinden bu yana Türkiye çarpıcı bir büyümenin ardından büyük sorunlarla karşı karşıya. Ülke geçen yıllarda refahta sağlanan kazancı büyük ölçüde yabancı yatırım çekme başarısına borçlu.
Türk şirketleri de dışa açılıyor. Otomotiv ve beyaz eşya ihracatçıları dünya pazarında büyük paylar kaptı. Bankalar ve telekom operatörleri önemli bölgesel işletmeler kurdular. Ülker gibi bazı şirketler, tanınmış Avrupa markalarını satın alarak batıya açılmaya hazır hâle geldi.
Ancak küresel ekonomi ile bu bütünleşmeye likidite zengini küresel piyasaların iyi şansının yanında siyasi istikrarın da katkısı oldu. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi güçlü seçmen desteğiyle sosyal ve ekonomik reformlara hız verdi, IMF reçetelerine uydu, AB üyelik sürecini canlandırdı.
Bu yıl Migros Süpermarketler zincirinin 1.7 milyar dolarlık hissesini satın alan BC Partners'dan Nikos Stathopoulos, "Uluslararası yatırımcıların aradığı, ekonomi politikası, siyaset, hukuki düzenlemeler ve vergide istikrardır." dedi. Şu anda yatırımcılar Türkiye'nin şansı tükenirken, siyasi çıpanın da zayıflamakta olduğunu söylüyorlar. Lirada son iki ayda üçte bir oranında düşüş yaşanırken, yatırımcıların riskli enstrümanlardan kaçınmalarının da etkisiyle hisse senetleri yılın başından bu yana yarı yarıya düştü.
Ekim ayında küresel kriz vurmadan evvel Türkiye'nin şansı kötüye gidiyordu. 2007 yılında yabancı doğrudan yatırımlar 20.2 milyar dolara kadar yükselmişti, bu yıl için ise Merkez Bankasının beklentisi sadece 15 milyar dolar. 2006 yılında 17.3 milyar dolara ulaşan portföy yatırımları 2007 yılında neredeyse kurudu.
TÜSİAD üyesi Ümit Boyner, AKP ile laik muhalefet arasındaki popülist siyasi çekişmelerin hükûmetin reformlar için enerjisini azalttığını belirtti ve "Bugün hükümette o kararlılığı görmüyorum." dedi. TÜSİAD, mart ayında ekonomiye daha fazla odaklanılması çağrısında bulundu.
AB üyelik süreci tıkandı: Komisyon son raporunda, geçen yıl Türkiye'de reformlarla ilgili hemen hemen hiçbir gelişme kaydedilmediğini açıkladı. Küresel krizin Türkiye'yi yeniden IMF'nin kucağına itmesi mali ve makroekonomik istikrar isteyen yatırımcıları sevindirmiş olsa da, hükûmetin yaklaşan yerel seçimler öncesinde harcamaları kısma konusundaki isteksizliği, IMF ile yeni bir finansal paket üzerine görüşmeleri de olumsuz etkiledi.
Şu ana kadar AKP, siyasetteki liderliğini sürdürecek ya da güçlendireceğe benziyor. Ülkenin tarihindeki kaotik koalisyonlar göz önüne alındığında, bu durum siyasi görüşleri ne olursa olsun yatırımcıları rahatlatıyor.
İstanbul Analytics, ülkenin dış şoklara karşı kırılganlığının arttığı bir dönemde, AKP'nin güçlü bir şekilde iktidarda olacağı anlayışında bir değişikliğin risk primlerini sert bir biçimde artırabileceğini ifade etti.
Ancak AKP seçim zaferinin ekonomik ve sosyal reformları canlandıracağı garanti değil. Jardine Lloyd Thompson'dan analist Elizabeth Stephens, "Ekonominin küçülmesi hâlinde bu, hükûmet için artan bir soruna dönüşebilir" diyerek sert bir düşüşün sosyal kargaşaya yol açabileceği uyarısında bulundu.
Eurasia Group'tan Wolfango Piccoli, ezici bir zaferin AKP'yi tartışmalı yasaları yeniden gündeme getirmeye ve karşılıklı bir anlaşmazlığı kışkırtmaya sevk edebileceğini söylüyor. Ancak Piccoli, reformcu ruhun kaybı ve kamuoyunu yabancı yatırım aleyhine çevirebilecek yükselen milliyetçilik akımının daha uzun vadedeki tehditleri oluşturduğunu da ekliyor.
Bütün bu iç siyasetle alakalı endişelere rağmen, ülkenin yatırımcılar için başlıca çekicilik unsurları güçlü bir biçimde varlığını sürdürüyor: genç, artan bir nüfus; ekonomik bütünleşme olasılığı; güçlü bir girişimcilik kültürü; bölgesel bir eksen ülke pozisyonu.

REUTERS: "KIBRIS: PETROL ANLAŞMAZLIĞI TÜRKİYE'NİN AB KATILIMINA ZARAR VERİYOR"

BRÜKSEL, 03/12(REUTERS)(BYE)--- Ingrid Melander bildiriyor:

Kıbrıs Dışişleri Bakanı Markos Kipriyanu bugün kıyı ötesinde petrol araştırılması üzerine yaşanan tartışmanın Türkiye'nin AB'ye katılım çabalarına zarar verdiğini ve Ankara'nın gittikçe daha tahmin edilemez hale geldiğini gösterdiğini söyledi.
Bir AB üyesi olan Kıbrıs bu tartışma yüzünden Türkiye'nin enerji konusundaki AB katılım müzakerelerini engelliyor.
Kıbrıs, Türkiye'yi 13 Kasım'dan beri dört kez hidrokarbon arama gemilerini taciz etmekle suçladı. Türkiye, gemilerin, bilinen iki durumda kendi kıta sahanlığına girdiğini söyledi.
Reuters'e verdiği demeçte Kipriyanu, "Türkiye'nin tepkisi yasal değil, adil değil ve bu gambot diplomasisi 19. yüzyıla ait, 21. yüzyılın AB'ye katılmak isteyen modern bir devletine değil" diye konuştu.
Petrol arama konusunda daha başka olaylar yaşanmasından korkup korkmadığı sorulduğunda Kipriyanu, "Türkiye'nin nasıl tepki vereceğini ya da davranacağını sanırım tahmin edemeyiz. Korkarım daha tahmin edilemez hale geliyorlar ki bu da, AB'nin onlardan talep ettiği iyi komşuluk ilişkilerine sahip olma yükümlülüklerine uymuyor" dedi.
Kipriyanu, Kıbrıs'ın petrol arama çalışmalarında Türkiye tarafından taciz edilip engellendiğini ve bu tartışma çözülene kadar enerji konusundaki katılım müzakerelerinin başlamasını kabul etmeyeceğini söyledi.
AB dönem başkanlığını yürüten Fransa, bu yıl sona ermeden Türkiye ile enerji üzerine katılım müzakerelerini başlatmayı umuyordu.
Dışişleri Bakanı, Kıbrıs'ın diğer müzakere alanlarını engellemediğini ve olayları durum bazında değerlendireceğini söyleyerek, "Eğer, Türkiye AB üyesi olmak isteyen bir 21. yüzyıl ülkesi gibi davranırsa o zaman enerji bölümü açılabilir" dedi.
Brüksel'in dediğine göre ,Türkiye'nin AB'nin talep ettiği reformları geri plana atması yüzünden AB ile Türkiye arasındaki katılım müzakereleri yavaş ilerliyor.
Türk yetkililer, AB'yi üyelik kriterlerinde çifte standart uygulamakla suçlayarak, Avrupa'daki Türk karşıtı hislerin Türklerin Avrupa coşkusunu azalttığını söylüyorlar.
Türkiye, Kıbrıs'ın petrol aramasının yeniden birleşme çabalarını bozabileceğini çünkü doğal kaynakların adanın bütün sakinlerine ait olması gerektiğini söylüyor.
Ancak, Kipriyanu, petrol araştırmalarının adayı yeniden birleştirme görüşmelerine devam etmenin bir başka nedeni olduğunu söyledi ve şöyle dedi: "Nihai hedef şu: Petrol bulunursa ve ticari olarak araştırmayı başarırsak bunlar nihayetinde adanın bütün nüfusunun işine yarayacak zira o zamana kadar Kıbrıs sorununun çözüleceğini umuyoruz."

REUTERS: "TÜRKİYE... DEVLET OKULLARINDA ALEVİ İNANIŞININ ÖĞRETİLMESİNE MÜSAADE EDİLECEK"

ANKARA, 03/12(REUTERS)(BYE)--- Hıdır Göktaş ve Ibon Villelabeitia bildiriyor:

Türkiye'de iktidardaki AK Partiden üst düzey bir yetkili, AB'nin azınlık hakları üzerindeki kısıtlamalara yönelik eleştirilerini yumuşatmayı amaçlayan girişimler çerçevesinde bir açıklamayla, ülkedeki devlet okullarında Alevi Müslüman inanışının öğretilebileceğini söyledi.
Çoğu Sünni Müslüman 70 milyonluk nüfusa sahip Türkiye'de en az 15 milyon Alevi var. Alkolün serbest olduğu, kadın ile erkeğin bir arada ibadet edebildiği liberal bir İslam mezhebine mensup Aleviler, devlet tarafından haklarının yok sayılıp ibadet yerlerinin kabul görmediğinden yakınıyor.
AB, Ankara'nın Sünni olmayanlara karşı dini hoşgörüsüzlük yaptığı görüşünde ve buna karşı çıkıyor. Birliğe katılma umudundaki Türkiye, bu yılın başında azınlık haklarını, Alevileri ve diğer grupları içerek şekilde genişleteceği taahhüdünde bulunmuştu.
Parlamentodaki AK Parti grubunun Başkan Yardımcısı Nihat Ergün, bu hafta Reuters'e verdiği mülakatta şunları söyledi: "Din dersleri bireysel talebe dayanmalıdır. Şayet Aleviler, Alevi inanışını okullarda öğrenmek istiyorsa bunun yolunu açabiliriz."
Aleviler, zorunlu din derslerinde İslam'ın öğretildiğini ve bu derslerin, Alevi çocukları asimile etmenin bir parçası olduğunu söylüyor. Uzun zamandır bu derslerin kaldırılması talebinde bulunuyorlar.
Türkiye resmi olarak laik bir ülke ancak din dersleri, hükümetin dini faaliyetler üzerinde kontrolü sıkı tutmasını sağlamak amacıyla 1980 askeri darbesinden sonra müfredata girdi.
Bu ay Ankara'da büyük bir gösteri yürüyüşü yapan Alevi gruplar ayrıca, Cemevi diye bilinen ibadethanelerinin devlet tarafından kabul edilip, Alevi köylerinde cami inşasının yasaklanmasını ve Diyanet İşleri Başkanlığının lağvedilmesini talep ediyor.
Ergün, "Bu sorunlar üzerinde çalışıyoruz ve önyargısız, samimi bir çaba ortaya koymak istiyoruz. Bu sorunun tarihsel kökleri var. Bin yıl öncesine dek gidiyor ve oldukça karmaşık" diyor.
AB çevreleri bu konudaki eleştirilerini dile getirirken, azınlık haklarına ilişkin reformlardaki yavaşlamayı; milliyetçiliğin yükselişe geçişine ve İslam'ın, Sünni olmayan mezhepleri ile Hristiyanlara yönelik ayrımcılığına bağlıyor.
Ergün son olarak şöyle diyor: "AB ilerleme raporu bizim için önemli fakat bunlar, AB (süreci) olsa da olmasa da Türkiye'nin sorunlarıdır. Bu soruna getirilecek bir çözüm, Türkiye-AB ilişkilerini de geliştirecektir."

 

İSPANYA BASINI

EL PERIODICO: "ORTA ASYA'DA ULUSLARARASI VARLIK"

ANKARA, 01/12(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Periodico gazetesinin 29 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, Barcelona Özerk Üniversitesi Çağdaş Doğu Avrupa ve Türkiye Tarihi Öğretim Üyesi Francisco Veiga imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının çevirisi şöyledir:

Dört yıl önce Irak'taki İspanyol askerî birliği, -İspanya'nın yüksek kayıplara rıza göstermesi siyaseten mümkün olmadığından- "zincirin zayıf bir halkasıydı". Burada tartışılamayacak sebeplerden dolayı Madrid, İslam dünyasındaki kriz bölgelerine (Afganistan ve Lübnan) uluslararası misyonlar çerçevesinde birlik göndermeye devam etti. Irak'ta olup bitenlerden farklı olan, şimdi hükûmetin, hoşuna gitsin veya gitmesin, isyankârlığa yahut terörizme darbe indirmek için hazırlıklı olmak gerektiğini bilmesidir. Bu tehditkâr noktaların birinden bile tek taraflı olarak birlikler çekmek, devletin güvenliği için beklenen sonucun aksini doğurabilir. Çünkü geri kalan birlikleri ve bütününde İspanyol halkını, İslamcı terörizmin veya herhangi birinin rehinesine dönüştürebilir.
Bu fikrin ötesinde korkulan şu: Siyasi bir bakış açısıyla Afganistan'daki pozisyonumuzun orta vadede desteklenemeyecek olması. Sağlık merkezlerini ve okulları savunmak veya temel altyapının finansmanına yardım etmek için İspanyol birliklerinin o kargaşa içindeki ülkede bulunmasını mütalaa etmek, çok az gerçekçi olur. Her ne kadar ülkesinin geleceğine ışık tutamamış da olsalar, bazı yerel yönetim kurumlarının desteği olmaksızın bu meseleler askıda kalıyor. Cumhurbaşkanı Karzai'nin yıldızı süratle düşerken, ne yabancı askerlerin ne de yerel yöneticilerin iyi niyet çerçevesinde net bir siyasi planları var. Dik kafalı Batılı uzmanlar, oraya daha fazla birlik göndermeyi savunuyor, bu da devam eden başarısız bir siyasi projeyi savunmak için daha fazla askerî güce tekabül ediyor. Madrid'te bunu (siyasi projeyi), başkalarının hazırlaması beklenirken, asi Taliban'ın hedefine dönüşebilecek ağır silahı olmayan bazı askerî birliklerin savaş bölgesinde korunması tercih ediliyor.
Bununla birlikte, İspanya'nın kendi fikirleriyle, Medeniyetler İttifakı çerçevesinde, yani Türkiye'nin işbirliğiyle Afganistan için söz konusu projeyi dizayn etmeye yarayabileceğini düşünmek bakımından uygun bir zaman. Son aylarda projeyi uygulamaya başlayan Ankara hükûmeti, ETA ve PKK'nın arz ettiği problemleri topluca ele almak için İspanyol-Türk işbirliği şeklinde uygulamalara gidiyor. Ancak Medeniyetler İttifakı, bütünüyle terörle mücadele programı değil. Pratikten bu kadar yoksun bir fikir karşısında Erdoğan hükûmetinin, Madrid ve Ankara arasındaki ilişkileri bozmakla ilgilenen laik sağcı kesimlerden kötü öğütler aldığını düşünmek mümkün.
Aksine Türk deneyimi, Afganistan için pratik bir çözüm bulma amacıyla oldukça değerli. Türk dünyası her zaman İslam konusunda siyasi yeniliklerin bir laboratuvarı oldu. Orta Asya'yı tarihi olarak çok iyi tanıyor ve orada iyi ilişkileri var. Bunun örneği, Türkiye'nin Pakistan ile olan ayrıcalıklı ilişkisi. Ayrıca Ankara, ISAF misyonunda kendi askerlerinden oluşan bir birlikle işbirliği yapıyor.
Türkiye, dış politikası çok karışık bir ülke, zira tutarsız senaryolarla hareket etmek zorunda. Bu yüzden, Afganistan konusunda kendi hesabına herhangi bir siyasi plan geliştirmek için ilk adımı atmayacaktır. Tersine Medeniyetler İttifakı, konuyla ilgili yapılabilecek çalışmalar, fikirler ve teklifler için uygun zemindir. 2004'te Irak'tan İspanyol birliklerinin çekilmesi nedeniyle doğan ve Beyaz Saray'dan Bush'un ayrılmasından sonra medeniyetler, çatışmalar ve ittifaklar konusunda kendi tutumunu sergileyeceğe benzeyen yeni Başkan Obama aracılığıyla Washington ile kurulacak yeni ilişkilerde, sayılı günleri kalan bir projeyi gündeme getirmek için Madrid'in tek bir fırsatı olacaktır.
Şu sıralarda Ankara, NATO'daki müttefiklerinin ve Avrupa Birliği'ndeki dostlarının faydasına olacak güçlü bir ele ihtiyaç duyuyor. Erdoğan hükûmeti, 1984-1999 savaşında pek de yardımcı olmamış ve şimdi de aynı yolda olduğu gözlenen askerler tarafından belirlenen birkaç stratejik direktif altında, PKK'ya karşı bitmek bilmeyen bir savaşta sürekli engellerle karşılaştı. Ülkeden geçen petrol boru hatları, PKK tarafından tehdit ediliyor, petrol fiyatları da düşmüyor ve Hazar'dan Avrupa'ya kadar olan petrol boru hatlarının alternatif yolu olarak Türkiye, AB ve Rusya arasındaki yaklaşmaya paralel şekilde değer kaybediyor. Ülkeyi AB'ye götürmesi gereken reformlar süreci de tıkanmış görünüyor.
Kesin olarak Irak'ta yapılan hatalar, Başkan George W. Bush'un tarihî sorumluluğudur ve bu, ABD'nin görülmemiş uluslararası itibar kriziyle karşı karşıya kalmasına yol açtı. Aksine, Afganistan'daki sorumluluklar daha iyi taksim edilmiştir ve sadece Amerikalıları değil Avrupalıları ve NATO'yu da içine almıştır. Yani, bizi de kapsıyor.

 

İTALYA BASINI

SPECCHIO ECONOMICO: "UĞUR ZİYAL: TÜRKİYE VE İTALYA... İKİ HALK VE İKİ HÜKÜMET ARASINDA DERİN BİR DOSTLUK"

ROMA, 28/11(BYE)--- Ayda bir yayımlanan ekonomi, siyaset ve aktüalite dergisi Specchio Economico'nun Kasım 2008 tarihli sayısında yayımlanan ve Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Uğur Ziyal ile yapılan mülakatın çevirisi şöyledir:

Avrupa Konseyi üyesi ve 1963 yılından bu yana önce Avrupa Ekonomik Topluluğu, sonra Avrupa Birliğine aday olan Türkiye, şimdi artık AB'ye tamamen ve nihai şekilde kabul edilmeyi bekliyor. Müzakereler bir süredir sürüyor. Ancak, esasen ülkede yaygın din olan Müslümanlık ile ilkeler, adetler, gelenekler ve yürürlükte olan kanunlardaki çok sayıda ve kimi zaman derin farklılıklar nedeniyle, Avrupa ülkeleri arasında birtakım çelişkiler ortaya çıkıyor.
İtalya'nın yüzölçümünün iki buçuk katı daha büyük bir yüzölçümü ve 70 milyonu aşkın nüfusuyla Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na katılmadığı halde, Avrupa ile Asya arasında bulunan stratejik pozisyonu nedeniyle, siyasi ve askeri açıdan geçtiğimiz yüzyılda olağanüstü bir önem kazandı. Kurumsal olarak parlamenter cumhuriyet sistemi altında düzenlenmiş olan Türkiye, 1999 yılında toplanan Helsinki Zirvesiyle, Avrupa Konseyi tarafından Avrupa Birliği üyeliğine aday ülke olarak resmen kabul edildi. Ancak müzakereler çok daha sonra, 2005 yılında başladı ve daha önce de belirttiğimiz gibi Avrupa ülkeleri hükümetleri arasında yaygın olan tereddütler nedeniyle hızlı bir seyirde olduğu söylenemez.
Ne var ki söz konusu tereddütler, adı geçen ülke (Avrupa) halkları tarafından belli bir noktaya kadar paylaşılıyor. Çünkü, bu esnada söz konusu halklar, turizm ve sahip olduğu kültürel ve doğa güzelliklerinden oluşan zenginliği sayesinde Türkiye'yi daha iyi tanımaya başladı. Fakat, turistlerin ötesinde Türkiye yabancı yatırımları da çekmeye başladı. Dolayısıyla son yıllarda kayda değer bir ekonomik gelişme kaydetti. Bu gelişmeye paralel olarak milli gelirde, dolayısıyla aile ve işletme gelirlerinde de artış gerçekleşti.
Türk siyasi sınıfı, AB'ye girişi de göz önünde bulundurarak son yıllarda çok sayıda anlamlı reformlar gerçekleştirdi.
Türkiye'nin İtalya Büyükelçisi Uğur Ziyal, kısa süre önce yaptığı açıklamada, "Avrupa Birliği 3 Ekim 2005 tarihinde, Türkiye'nin Birliğe katılım müzakerelerini başlatma kararı aldı. Bu, Avrupa entegrasyon süreci için, beraberinde getireceği tüm sonuçlarla birlikte, yeni bir dönemin başlangıcının habercisidir. İtalya'nın ve İtalyan halkının desteğinin sadece devam edeceğinden değil, hatta bu süreç boyunca artacağından şüphe duymuyorum. İtalyan halkıyla yüzyıllardır sahip olduğumuz güçlü ve yoğun ilişkilerin varlığı beni bu sonuca getiriyor" dedi.
"Biz de sizin gibi Akdenizliyiz. Mizaçlarımız, zevklerimiz ve değerlerimiz arasındaki benzerlikler gerçekten derin. Birbirimizi daha iyi tanımak, önyargılardan kurtulmak suretiyle, paylaştığımız Akdeniz havzasında ve diğer bölgelerde demokrasi ve refahı öne çıkarma çabalarımıza devam edebiliriz. Türkiye, bu amaca ulaşabilmek için sizlerle birlikte daha yoğun olarak çalışmaya hazırdır" diyen Büyükelçi Uğur Ziyal'ın eğitim, iş ve geldikleri ülkenin kanunlarına ve toplumsal kurallarına uymak, aktif olmak, dostluklar kurmak ve Türk halkını tanıtmak üzere diğer başka amaçlarla İtalya'ya gelmiş vatandaşları da bulunuyor. Uğur Ziyal, bu mülakatta iki ülke arasındaki ilişkiler konusunda bilgiler veriyor.

SORU: Türkiye'deki ekonomik ve politik durum nedir?

ZİYAL: 2001 yılından bu yana ülkemizde, Kopenhag Kriterleriyle uyumlu olarak politik reformlar süreci devam etmektedir ve Avrupa Birliğine katılım müzakereleri başlatılmıştır. Türkiye 2001 yılında bir yandan bankacılık sektöründe ekonomik ve yapısal tedbir uygulanmasını gerekli kılan çok ciddi bir ekonomik kriz yaşarken, diğer yandan süreklilik gösteren bir büyüme ve son üç yılda 50 milyar doları aşan yabancı yatırımlarla öne çıktı. Doğrudan yatırım miktarı, sadece geçtiğimiz yıl 22 milyar dolara ulaştı. Yatırımların büyük bölümü hizmet, bankacılık sistemi ve demir-çelik ve makine sanayinde gerçekleştiriliyor. Bu da Türkiye'nin istikrar ve güvenilirliğinin göstergesidir.

SORU: Toplumsal, siyasi ve istihdama ilişkin durum nedir?

ZİYAL: Türkiye'de, hem ülke içerisinde kuzeyden güneye, doğudan batıya olmak üzere, hem de toplumsal sınıflar arasında toplumsal hareketlilik çok yüksek seviyede. Bugün, eğitimli ve formasyonu olan bir kişi, ailesinin kökeni ne olursa olsun, her sektörde en üst seviyelere kadar ulaşabilir. 73 milyonluk bir nüfusla ve toplam 24 milyonluk el işçiliğiyle, işsizlik oranı son yıllarda önemli bir düşüş kaydetti. Ayrıca halkın yüzde 50'si, 30 yaş altı insanlardan oluşuyor.

SORU: İhtiyaç ve arzularınız nelerdir?

ZİYAL: Şu an ihtiyacımız olan, daha fazla refah ve daha iyi bir yaşam standardıdır. Başlıca sorunumuz, yetersiz sermaye birikimi. Bu da bizim yabancı sermayeye ihtiyaç duymamıza sebep oluyor. Ancak, genç nesiller açısından kayda değer tüketimiyle son derece dinamik bir ülkeyiz. Ekonomik büyüklük bakımından, dünyada 17'inci, Avrupa'da 6'ıncı sırada bulunuyoruz.

SORU: Avronun kullanıma girmesi ve büyük değer kazanması, sizin açınızdan ne gibi sonuçlar doğurdu? Petrol fiyatlarının artışı ne gibi etkilere neden oldu?

ZİYAL: Yurtdışı ticaretimizin yüzde 50'sinden fazlasını, Avrupa ile gerçekleştiriyoruz. Avronun kullanıma girmesiyle birlikte, kayda değer bir sorun yaşamadık. Ekonomik büyümemiz de bunun kanıtıdır. Ancak, petrol fiyatlarının artışı, enflasyon üzerindeki itici gücü artırdı. Bugün Türk ekonomisi, her bakımdan uluslararası ekonominin bir parçasıdır. Uluslararası ekonominin gidişatı, ülke içindeki durumu etkilemektedir. Ancak buna rağmen Türkiye, global krizin negatif yansımalarının en az görüldüğü ülkedir.

SORU: Diğer ülkelerle ticareti yapılan ürünler nelerdir?

ZİYAL: En fazla ithal ettiğimiz ürünler arasında enerji ürünleri, işlenmemiş ham maddeler, yatırım değerleri bulunuyor. İhracata gelince; yüzde 80 oranında sanayi ürünleri, özellikle de otomotiv sanayini ilgilendiren ürünlerin ihracatını yapıyoruz. İkinci sırada tekstil sektörü, üçüncü sırada da genel anlamda makineler geliyor. Görüldüğü üzere bugün Türkiye sanayileşmiş bir ülkedir: 2007 sonu itibariyle İtalya ile aramızdaki ticaret hacmi 17.4 milyar dolara ulaşırken, 2008'in ilk sekiz ayında, bir yıl önceki miktardan 2.8 milyar fazla olarak 13.9 milyar dolara ulaştı.

SORU: İtalya ile Türkiye arasında ne tür ilişkiler mevcut?

ZİYAL: Gayet geniş bir ilişki yelpazesi mevcut. Ticari ilişkiler, savunma sanayinden, makarna üretimine kadar çeşitlilik gösteriyor. Dış politika konusunda, hemen hemen tüm alanlarda uyum içindeyiz ve uluslararası örgütlerle sıkı işbirliği içinde çalışıyoruz. AB'ye katılım süreci çerçevesinde, İtalya'nın ülkemize sunduğu desteği çok takdir ediyoruz. Aramızdaki işbirliği Afganistan, Lübnan, Çad'dan Avrupa'ya kadar uzanıyor ve enerji sektöründe önemli bir işbirliğimiz var. Bugün İtalya son derece önemli stratejik partnerlerimiz arasındadır. Ticaret alanında, Türkiye'nin başlıca ilk beş ortağı arasında yer almaktadır. Tüm bunlar gayet doğaldır, çünkü İtalya ile ilişkilerimiz uzun süre öncesine, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması öncesine ve İtalyan Birliğinin kurulmasından öncesine kadar uzanıyor. Arkeoloji sektöründe de Türkiye, İtalyanlar tarafından yürütülen en fazla kazının bulunduğu ülkedir (17 tane kazı çalışması halen sürmektedir). İlişkilerimizden memnunuz ve bu ilişkileri daha da geliştirme ve İtalya'yı ortaklarımız arasında ilk sıraya getirmek niyetindeyiz.

SORU: Ülkenizin yer aldığı uluslararası örgütler hangileridir?

ZİYAL: Uluslararası tüm örgütlere üyeyiz: BM, Avrupa Konseyi, NATO, İslam Konferansı. Ayrıca, Avrupa Birliği haricinde Avrupa'da kurulmuş tüm Avrupa örgütlerine de üyeyiz. Bölgeseller de dahil pek çoğunun kurucu üyeleri arasındayız: Örneğin, 1937'de kurulan Balkan Birliği ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü. Çok enteresan komşularımız var ve Türkiye (bölgede) bir istikrar merkezi oluşturuyor. Yakın zaman önce vuku bulan Kafkaslar krizinde Başbakanımız Rusya ve Gürcistan'a gitti. Daha önce de Cumhurbaşkanımız Ermenistan'a gitmişti. Kafkaslar sorununu çözmeye yönelik yegane öneri, "Kafkasya İstikrar Platformu" adıyla Türkiye tarafından sunuldu. Herkes şu an hakim olan durumu muhafaza etmeye çalışırken, Türkiye bir çözüm bulmayı hedefliyor.

SORU: Türkiye'de hangi büyük yabancı sanayiler bulunuyor?

ZİYAL: Hepsi mevcut. Avrupa'nın ekonomilerine kıyasla, ekonomimiz çok daha liberal ve dünya ekonomisiyle entegrasyon evresinde. Bankacılık sektörümüz, İtalya'nınkine kıyasla çok daha ileri seviyede. Turizm açısından da Türkiye, dünyada ilk sıralarda geliyor. Her yıl İsrail, İran, Rusya, Almanya, Uzak Doğu ve ABD'den yaklaşık 28 milyon turist ülkemize geliyor ve bu sayı sürekli artıyor. İtalya gibi biz de şanslıyız: Bu anlamda doğa bize yardım ediyor. İklim ılıman, hem deniz hem de dağlarımız var. Çok sayıda yapıya sahibiz, tesislerimiz yeni ve kongre turizmi de artıyor. Belli başlı tüm anlaşmalara imza attığımız İtalya ile işbirliğimizi özellikle turizm alanında artırmak istiyoruz. Ekonomi artık özel sektörü hedefliyor ve hükümetler arası belirlenen kurallar çerçevesinde özel kişiler arasında gerçekleştirilmiş çok sayıda işbirliği anlaşması bulunuyor.

SORU: İtalya'dan ve İtalya'ya göçün boyutları nedir?

ZİYAL: Türkiye'den İtalya'ya göç yoktur: İtalya'da bulunan Türk topluluğu gayet mütevazı bir rakam olup büyük bölümü Kuzey İtalya'da, Modena ve Como'da yerleşik durumdadır. Türkiye'deki İtalyan topluluğu ise daha ziyade meslek sahibi insanlardan oluşuyor. Ülkemiz nüfus ihraç etmiyor. 60'lı yıllarda Almanya ve Fransa'ya doğru bir göç gerçekleşti ama hiçbir zaman aşırı olmadı. Diğer yandan Türkiye, büyük çoğunluğu sınır ülkelerindeki çarpışma ve savaş bölgelerinden gelen ve bugün daha ziyade çalışmak üzere gelen göçmenleri barındırıyor.

SORU: İtalya ile kültürel ilişkiler sektörü ne durumda?

ZİYAL: İtalya ile işbirliğimizin bir kısmı kültür alanında gerçekleşiyor. İtalya'yı ve kültürünü çok iyi tanıyoruz, ama bunun tam tersini söyleyebileceğimi sanmıyorum: Türk kültürü İtalya'da yeterince tanınmıyor ve bu amaca ulaşabilmek için çok daha fazla çalışmamız gerekli. İtalya, diğer pek çok sektörde olduğu gibi sanat sektöründe de çok zengin bir ülke ve ekseriyetle Doğu'dan gelen etkilerle oluşmuş bir kültür. Kültürlerimizin pek çok ortak yanı bulunuyor: Roma İmparatorluğu kültürünün etkisinden geçmiş iki Akdeniz ülkesiyiz. İkiye ayrıldıktan sonra İtalya, Batı Roma İmparatorluğu haline gelirken, Türkiye, Doğu Roma İmparatorluğu oldu. Bu özellikler nedeniyle birbirimize çok benziyoruz. Aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra oluşan çağdaş bir kültüre de sahibiz. 1930 yılında alfabemizi ve yazı şeklimizi değiştirdiğimiz unutulmamalıdır. Kültür bakımından çok zenginiz ama fazla tanınmıyoruz. İtalyan halkını bu konuda daha fazla bilgilendirmek için, pek çoğu İtalya'da eğitim görmüş sanatçılarımızı tanıtmak üzere İtalya'da büyük girişimlerde bulunmamız gerekiyor. Türkiye'de bir İtalyan lisesi halen mevcut ve İtalya'nın daha fazla tanınmasına yardımcı olabilecek, tamamıyla İtalyan bir üniversite açılması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz ancak bunun tersi İtalya'da da yapılmalıdır.

SORU: Bilimsel ve teknolojik araştırma için yatırım yapıyor musunuz?

ZİYAL: Bu konuya çok önem veriyoruz. İtalya'nın Trieste'de gerçekleştirdiği gibi ekonomiyle araştırma arasında bir işbirliği kurmak arzusundayız. Avrupa Birliği tarafından başlatılan tüm araştırma ve geliştirme (ARGE) programlarına katılıyoruz ve Avrupa Birliği'ne üye olmak için girilecek bir kapıyı kendimize garanti etmek üzere, Trieste Tecnoparco ile işbirliği yapıyoruz.

SORU: Hangi İtalyan şirketler, Türkiye'nin Avrupa'ya sıçrama tahtası işlevini görüyor?

ZİYAL: En fazla işbirliği yaptığımız şirketlerden biri Finmeccanica'dır. Savunma sanayi ve özellikle helikopter sanayinde AgustaWestland ile önemli bir işbirliğimiz mevcuttur. Bu şirketlerle ortak üretim projelerine katılmak ve üçüncü ülkelere doğru açılım bizi ilgilendiriyor: Bu nedenle, uluslararası düzeyde iş gören ve şimdi Türkiye'de de bir temsilcilik açacak olan Finmeccanica şirketiyle aramızdaki işbirliğine çok önem veriyoruz. Bu işbirliğinin gelecekte sanayi sektörüne de yayılacağına inanıyoruz ve özellikle bu nedenle İtalyan Finmeccanica grubu yönetimiyle yakın temas içinde çalışıyoruz.

SORU: Finmeccanica grubu Türkiye'ye ne sunabilir?

ZİYAL: Finmeccanica ile işbirliğinin önem taşıyan noktası üretimdir. Çünkü, bu tür ortaklıklarda hem üretici hem de alıcı olarak yer alınır. Türkiye'de üretim yapıp tüm dünyada satış yaptığımız FİAT ile aramızda buna benzer bir işbirliği şekli bulunuyor. Araştırma, geliştirme ve yenilikler sektörlerinde önümüze gelecek için yeni ufuklar açılmaktadır. Üstelik diğer ülkelerdeki Avrupa pazarlarının açılışına ilişkin özel bir rol oynayacağız. Türkiye, sürekli büyüyen bir pazar oluşturduğu için, her şeyin en iyisine sahip olmak istiyoruz ama yanı zamanda her şeyin en iyisini vermek istiyoruz. Son on yılda, bu ilkeyle çalışarak inanılmaz derecede büyük önem arz eden adımlar attık.

LA PADANIA: "TÜRKİYE AB DIŞINDA KALMALIDIR"

ROMA, 03/12(BYE)--- Kuzey Ligi Partisinin yayın organı La Padania gazetesinin 3 Aralık 2008 tarihli sayısında, Stefano Mattiıussi imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Trieste Belediyesi Danışmanları ve Kuzey Ligi mensubu Maurizio Ferrara ve Giuseppe Portale, Türkiye'nin AB'ye katılımına karşı bir karar önerisi sundular.
"Trieste şehrinin ekonomisini alt üst edeceği ve Hristiyan kökenlerine atıfta bulunmayan Avrupa Anayasası nedeniyle güçsüz kalan Avrupa kimliğinin doğasını bozacağı cihetiyle Türkiye'nin kesinlikle AB'ye girmemesi gerektiğini" vurgulayan karar önerisinin teslim edilmesini müteakiben yapılan basın toplantısında Giuseppe Portale, Türkiye'nin AB'ye katılımının, liman bölgesinde, Fernetti ve Prosecco'da faal olan gümrük işlemleri sektöründeki Trieste ekonomisine büyük darbe indireceğini, bugün Trieste limanındaki yoğun Türk gemi trafiğinin, AB dışı malları taşıyan binlerce TIR'ı getirdiğini, bu TIR'ların Trieste'de gümrük işlemleri yapmakla yükümlü olduğunu, Türkiye'nin AB'ye katılımıyla, özel şirketleri de içeren söz konusu gümrük sektörü çalışanlarını yok edeceğini kaydetti.
Maurizio Ferrara ise Portale'nin görüşlerini paylaştığını ifadeyle, Türk mallarının transit geçiş ve gümrük işlemlerinin verdiği girdilerin yok oluşunun Trieste istihdam sektörüne olumsuz etki edeceğini söyledi.
Basın toplantısına katılan Kuzey Ligi Parlamenteri Massimiliano Fedriga ise büyük kesimi Asya'da olan, ilgi alanları ile ilişkileri özellikle Orta Doğu sahnelerini kapsayan Türkiye'nin, AB'ye katılımının olumsuz olduğunu; AB'nin sınırlarında İran, Irak, Suriye ve karmaşık Kafkasya'nın yer almasına neden olacak böyle bir gelişmenin yersiz olduğunu ayrıca Türkiye'nin Müslüman bir ülke olduğunu, AB'nin sosyal ve siyasi açılardan güçlenmesine bir etken değil, diğer bir bölünme unsuru oluşturacağını belirterek, yerel maliyetlere oranla daha düşük maliyetlerde iş gücü bulmanın güçlü sektörleri cazip hale getirdiğinin şüphesiz olduğunu, ancak dünya ekonomisinin böyle vahim bir anında AB ideallerini ve kendi iş gücünü feda etmenin doğru olup olmadığını sorgulamanın da siyasetin amacını oluşturduğunu kaydetti.

 

KIBRIS RUM BASINI

KIBRIS HABER AJANSI: "YUNANİSTAN DIŞİŞLERİ BAKANI DORA BAKOYANNİ İLE RÖPORTAJ"

LEFKOŞA, 27/11(BYE)--- Kıbrıs Haber Ajansında (KİPE) 25 Kasım 2008 tarihinde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

SORU: Şu ana kadar edindiğiniz bilgilerden, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ve Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat arasında yapılan görüşmelerin gidişatıyla ilgili ne gibi bir değerlendirme yapabilirsiniz?

BAKOYANNİ: İlk olarak, üzerinde anlaşılmış bir zeminde, yeni bir müzakere sürecinin başlaması önemlidir. Kıbrıs Türk tarafının, tek egemenlik tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimlik ilkesini nihayet kabul etmesini, Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın ve genel olarak Kıbrıs'ın başarısı olarak görüyoruz. Daha sürecin başındayız ve sadece yönetim konuları tartışıldı, daha sonra, mal-mülk, toprak, ekonomi, göç ve güvenlik-garanti konuları tartışılacak. Zorlukların olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Hristofyas ile müzakerelerin devam etmesi gerektiği konusunda hemfikiriz. Suni takvimler ve üçüncü tarafların hakemlikleri olmadan, BM Güvenlik Konseyi kararları ve AB ilkeleri ve değerleri çerçevesinde, üzerinde anlaşılmış ve kapsamlı bir çözümün aranması amacı başarılı olana kadar. Yunan hükûmeti, Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın girişimlerini destekliyor ve desteklemeye de devam edecek. Aynı zamanda, bu girişimleri, istisnasız bütün Yunan partilerinin desteklemesinden de özellikle memnunum.

SORU: Ankara'yı özellikle garantiler meselesinin ilgilendirdiği söyleniyor. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, bu meseleye nasıl yaklaşıyor?

BAKOYANNİ: Her şeyden önce, henüz o meselede olmadığımıza açıklık kazandıralım. Bu konu, sonraki aşamalarda tartışılacak. Belki de sürecin sonuna doğru. Biz, Yunanistan ve Kıbrıs, Türk işgal askerlerinin tamamının adadan çekilmesini, Kıbrıs'ın istikrarı ve güvenliği için tehlikeli olduğu kanıtlanan, Garantörlük ve İttifak Anlaşmalarının yürürlükten kaldırılmasını savunuyoruz. AB üyesi bir devlete bunlar yakışmıyor. Herhangi birinin, AB'ye katılımın gerektirdiği güvenlik ve huzur nimetlerinin tadını çıkaran AB vatandaşlarının, üçüncü tarafların garantörlüklerine ihtiyaç duyduklarını hayal etmesi oldukça zordur. Adanın askersizleştirilmesini ve her türlü askerî müdahale hakkının açıkça engellenmesini savunuyoruz.

SORU: Türkiye'nin, geçici üye olsa bile, Güvenlik Konseyi'nde bulunması, Kıbrıs sorunundaki görüşmeleri ne derece etkileyebilecek?

BAKOYANNİ: Şunu vurgulamak istiyorum: Kıbrıs sorunu ve Birleşmiş Milletler Örgütünün üyesi olan bağımsız bir devletin topraklarının işgal ve istila edilmesi sorunuydu ve öyle olmaya devam etmektedir. Türkiye, iki yıllığına Güvenlik Konseyi geçici üyesi olarak seçildi. Ancak yanlış yorumlamalar olmamalıdır. Bu seçilme, kendini beğenmişliğe, içten pazarlıklı hareketlere veya kendi çıkarlarını ilerletme taktiklerine marj bırakmamaktadır. Kısa süre önce, Güvenlik Konseyindeki görev süresi tamamlanan Yunanistan şunu çok iyi biliyor ki Güvenlik Konseyine seçilme, uluslararası toplum karşısında, öncelikle büyük bir sorumluluğun üstlenilmesi demektir. Uluslararası Hukuka, Güvenlik Konseyi kararlarına ve Uluslararası Hukukun ve Uluslararası Meşruiyetin koruyucusu olan Birleşmiş Milletler Örgütünü düzenleyen kurallara saygı demektir. Güvenlik Konseyindeki görev süresi, sonuç olarak bu önemli örgütün üyelerinin sergilediği tutumla değerlendiriliyor. Türkiye'nin, seçilmesinin önemini ve seçilmesiyle ilgili biçimlenen parametreleri doğru bir şekilde anlayacağını ümit etmek istiyorum. Bir sonraki iki yıl için Konseye katılmasına sorumluluk duygusunun önderlik edeceğini... Sonuç olarak Kıbrıs sorununda, tavizler veya oyalamalar konusunda değil de, ilerleme konusunda gerçek bir siyasi irade göstereceğini...

SORU: Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın, Rusya Federasyonu Devlet Başkanının, Avrupa Güvenliği ile ilgili olarak hukuki açıdan bağlayıcı olan yeni bir anlaşma benimsenmesi yönündeki önerisine destek vermesiyle ilgili yorumlarınızı alabilir miyim? Yunanistan'ın bu öneriyle ilgili görüşü nedir?

BAKOYANNİ: Son günlerde Kafkaslardaki gelişmeler, Avrasya bölgesinin güvenliğiyle ilgili mevcut sağlam tabuları yıkmıştır. Bölgemizde, Avrupa'nın jeopolitik haritasındaki değişiklikleri, AB'nin genişlemesini, NATO'nun biçim değiştirmesini ve Rusya'nın stratejik rolünü göz önünde bulunduracak yeni bir güvenlik inşası için, ciddi ve özlü bir diyalog ihtiyacını gündeme getirdiler. İki esas oyuncu, Rusya ve Fransa'nın Başkanları, böyle bir diyaloğun lehinde tavır takınıyorlar. Görüşmeler gelişim aşamasındadır ve öyle görülüyor ki Helsinki Bakanlar Toplantısı yaklaşırken, AGİT bünyesinde bir zirve toplantısı yapma fikri zemin kazanıyor. Yunanistan, 1 Ocaktan itibaren örgüt başkanlığını üstleniyor. Biz, örgüt üyelerinden direktif aldığımız için, zirve toplantısını organize etme konusundaki niyetimizi ve hazırlılığımızı hâlihazırda ortaya koyduk. Bütün ortakların iyi bir ön hazırlığına, gerçekçiliğe ve özlü siyasi iradelerine ihtiyaç olacaktır. Böyle önemli kararlar sadece alınmakla kalmaz, gerçekte herkesin onayı da talep edilir.

SORU: ABD'nin yeni başkanının öncelikleri arasında Kıbrıs sorununun olacağını düşünüyor musunuz?

BAKOYANNİ: Barack Obama'nın ABD Başkanlığına seçilmesi tarihî açıdan önemli bir gelişmeydi. Ancak yeni Başkan, olağanüstü zor koşullarda dünyanın en güçlü demokrasisinin liderliğini üstlenerek, çok zor bir görev almıştır. Bugün Avrupa ile ABD arasında, şimdiye dek hiç olmadığı kadar yakın bir ilişkiye ihtiyaç vardır. Ortak sorunlara çözüm getirecek bir ilişki. Bizim konularımıza gelince... Obama'nın Senatodaki süreci, onun bu konuları bildiğini ortaya koydu. Onun haricinde, bildiğiniz gibi bütün ülkelerin dış politikası birçok kriterlere göre belirlenmektedir. Bütün ülkelerin Dışişleri Bakanlıklarında devamlılık vardır ve ister yeni ister eski olsun, aynı ısrarla ve aynı argümanlarla onları bilgilendirmek zorundayız. Kıbrıs sorununun, yeni Başkanın ofisine gireceğine hiç kuşkum yoktur. Ancak bu konunun öncelikleri arasında olup olmayacağı konusunda bir şey söylemem söz konusu değildir. En önemlisi, Kıbrıs sorununun çözümünün bizim önceliklerimiz arasında olmasıdır. İki toplumun, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin ilk önceliği olmasıdır. Çözüm, "Kıbrıslı" olmalıdır. Ben şunu söyleyeceğim: Kıbrıs halkı emin olabilir ki, Yunanistan bu süreçte onun yanında olacaktır. İki hükümet de Kıbrıs sorununun, Kıbrıslıların tamamının yararına olacak şekilde nihai çözümü için yakın ve uyumlu bir şekilde çalışmaya devam edecek.

KIBRIS HABER AJANSI: "STEFANU: ARAŞTIRMA YAPMAK BİZİM EGEMENLİK HAKKIMIZDIR"

ANKARA, 01/12(BYE)--- Kıbrıs Haber Ajansının (KİPE) 1 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Hükümet Sözcüsü Stefanos Stefanu, Kıbrıs'ın ekonomik bölgesinde araştırmaların devam ettiğini ve yakında tamamlanacağını belirterek, hükümetin, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin uluslararası hukuktan doğan ekonomik bölgesiyle ilgili egemenlik haklarını kararlılıkla savunacağını söyledi.
Stefanu, Avrupa Yeşiller Partisi'nin Akdeniz bölgesi toplantısında yaptığı açıklamada, Kıbrıs ekonomik bölgesinde araştırmalar yapan gemileri taciz eden Türkiye'nin tahrik edici tutumuna değinerek, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB Dönem Başkanı Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile görüşmelerde bulunulduğunu ve Türkiye'nin bu tutumunun ve uluslararası hukuku ihlal etmesinin rahatsızlık yarattığını bildirdi.
Hükümetin, ülkenin egemenlik haklarını savunmaya kararlı olduğunu vurgulayan Stefanu, araştırma gemisine yönelik olarak Türkiye'nin gerçekleştirdiği ikinci tacizden sonra, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ikinci girişimde bulunarak nota verdiğini belirtti.
Stefanu, "Araştırma yapmak bizim egemenlik hakkımızdır. Bu araştırmalar, uzun zamandır yapılıyor ve şimdi de devam ediyor ve sonuna yaklaşılan araştırmalar tamamlanacaktır. Çünkü egemenlik haklarımız bunu gerektiriyor ve bunu yapmamız lazım" dedi.
Stefanu, şöyle konuştu: "Girişimlerimiz abartıdan uzak, düşük bir tonda yapıldı. Bu, egemenlik haklarımızı korumakta kararlı olmadığımız ve haklarımızdan ödün vereceğimiz anlamına gelmiyor. Yapıcı ve kararlı tutumumuz, uluslararası hukukun olanaklarından yararlanarak egemenlik haklarını savunmayı bilen ciddi bir ülkenin ve bir hükümetin var olduğunu açıkça gösterdiği için, uluslararası faktör tarafından da çok takdir edildi."
Stefanu, ikinci taciz olayından ve bunu izleyen girişimden sonra, araştırmaların devam edip etmediğiyle ilgili bir soruya cevaben, "Sonuna yaklaşılan araştırmalar devam ediyor ve yakın zamanda tamamlanacaktır" dedi.

FİLELEFTHEROS: "SERT BİR ŞEKİLDE ELEŞTİRİLSİN"

LEFKOŞA, 02/12(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 02 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Atina ve Lefkoşa, Avrupa Türkiye ilişkilerinde, Ankara ile stratejik bir yaklaşıma dayanan bir taktik geliştirdiler. Bu taktik, iki devlet tarafından politika olarak benimsenmektedir. Bir gün sürecin bütünlüklü bir şekilde değerlendirilmesi gerekeceği açıktır.
Yunanistan'ın Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Filelefteros gazetesine vermiş olduğu röportajda (30 Kasım), Türkiye'nin katılım sürecine kolaylaştırmalar yapmayacağını ve açık çek vermeyeceğini tekrar etti. Diğer aday ülkelerde varolan unsurların, Türkiye için de geçerli olacağı konusuna netlik kazandırmıştır. Yani, aday bir ülkenin, toplumsal normları uygulaması, AB ve uluslararası hukukun belirlediği şekilde davranması gerektiğini vurguladı.
Yunanistan'ın Dışişleri Bakanı, "tam uyum, tam katılım" ifadesinin bir parola olmadığını, siyasi değişim tercihi olduğunu belirtti.
Sonuç olarak Dışişleri Bakanının açıklamalarından, iki üye devlet olarak Yunanistan ve Kıbrıs'ın Türkiye'nin katılım sürecinde görsel bir rol oynayacakları sonucuna varılmaktadır. Türkiye ancak ve ancak, gerekli reformları uygularsa, toplumsal normlara uyum sağlarsa ve sorumluluklarını yerine getirirse ilerleyecek. İki hükümet de bu temelde ilerlemelidir.
Eğer Türkiye'ye hafifletmeler yapılırsa (pek çok kez Ankara'ya gerekçesiz kolaylıklar sağlandı), ileri sürülen hedefler tam ters sonuçlara ulaşacak. Türkiye'nin katılım süreci, barışın, istikrarın, Yunanistan'ın, Kıbrıs'ın ve AB'nin çıkarlarına yönelik gelişeceğine, Türkiye'nin stratejik arzularına fayda sağlamaktadır. Türkiye tarafından arzulanan şeyler, çoğunlukla AB'nin hedefleriyle uyuşmamaktadır.
2009 yılının sonunda Türkiye'nin katılım süreci tekrar değerlendirilecek. Ankara için olduğu kadar AB için de önemli bir kavşak oluşacak. Bakoyanni'nin Filelefteros gazetesine bahsettiği şeyler temelinde, Atina ve Lefkoşa'nın Türkiye'ye tolerans sağlama döneminin bittiğini anlamaktayız. Tüm aday ülkeler için belirlenen kriterler temelinde devamlı olarak sert bir şekilde eleştirilecek.
Top ne üye devletlerin ayaklarındadır, ne de Komisyonun, top Türkiye'nin ayaklarındadır. Ankara'nın davranışı, gösterilen müsamahanın bir sonucudur. Bu müsamahanın sona ermesi gerekmektedir.

 

YUNANİSTAN BASINI

İN.GR: "PAPULYAS: KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜM ANAHTARI ANKARA'NIN ELİNDE"

ANKARA, 27/11(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi İn.Gr'nin 27 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Atina çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas, Atina'ya resmi ziyarette bulunan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas onuruna verilen akşam yemeğinde yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorununun çözüm anahtarının Ankara'nın elinde olduğunu belirtti.
Papulyas, "Doğu Akdeniz'deki şu ana kadarki tutum ve uygulamaları, iyimserliğe izin vermiyor. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin uluslararası hukuka göre sahip olduğu deniz zenginliklerini kullanma konusundaki egemenlik haklarından şüphe edilmesi kabul edilemez" dedi.
Papulyas, "Türkiye'nin -AB'ye katılmak istiyorsa-, AB'yi oluşturan, fakat adanın bugünkü durumuyla kesinlikle uyuşmayan ilkelerle uyumlu çıkarlarını farklı şekilde belirlemesi gerektiğini düşünüyorum" dedi.
Papulyas, Türk işgalinin, uluslararası hukukunun, BM yasasının ve insan haklarının ağır bir şekilde ihlalini oluşturduğunu ve AB'ye ciddi bir hakaret teşkil ettiğini vurguladı.
Papulyas, Kıbrıs sorununa karşılıklı kabul edilir, adil, tam ve kalıcı bir çözüm bulunması çerçevesinde adanın birleşmesi ve Türk işgalinin sona ermesinin değişmez ortak hedef olduğunu ifade etti. Papulyas, bu çözümün BM Güvenlik Konseyi kararlarına ve AB'ye tam ve eşit bir üye devlet olan Kıbrıs'ın niteliğine göre olması gerektiğini belirtti.
Papulyas son olarak şöyle dedi: "Ben siyasi yaşamım boyunca Türkiye-Yunanistan arasında iyi ilişkilerin savunucusu oldum. Bunun halklarımız için gerekli ve faydalı olduğunu düşünüyorum. Sonuçta, coğrafi konum, bunu tarihi bir zorunluluk haline getiriyor. İyi Türk-Yunan ilişkilerinin uluslararası hukuka ve yukarıdaki ilkelere göre Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasına dayanması gerektiğine inanıyorum."

--Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas--

Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ise konuşmasında, iki halkın yüzyıllardır ortak bir yolda olduğunu söyledi. Hristofyas, Yunan halkı ihtiyaç duyduğu zaman Kıbrıs halkının her zaman yardım etmeye ve fedakarlık yapmaya hazır olmasının tarihi bir gerçek olduğunu vurguladı.
Hristofyas, Kıbrıs ile Yunanistan arasındaki ekonomi, ticaret, turizm ve kültür alanlarındaki ilişkilerin daha fazla gelişmesi olanakları hakkında konuştu. Hristofyas konuşmasında Kıbrıs sorununda son günlerdeki gelişmeler ve Kıbrıs Türk lideri Mehmet Ali Talat ile görüşmeleri üzerinde durdu.
Hristofyas şöyle konuştu: "-Talat ile dostluk ve ilerici içerikli ortak mücadele ve ortak açıklamalarımız olmasına rağmen- Şimdi Kıbrıs Türk toplumunun lideri haline gelen Talat ile görüşmelerde zorluklarla karşılaşıyoruz. Talat'ın siyasi felsefesinin değiştiğini gördüğüm için üzgünüm. Şüphesiz hiç kimse görüşmelerin kolay bir süreç olacağını düşünmüyordu. Fakat, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması temelinde anlaşınca, sürecin daha hızlı bir şekilde devam edeceğini ve o zaman daha çok ilerleme olacağını umut ediyorduk."
Hristofyas, "Umudumuzu boşa çıkarmayacağız. İyimser olmaya devam ediyoruz, esneklik gösteriyoruz ve çözüm bulunması için iyi niyetten esinleniyoruz. Aynı zamanda, ilkelerin korunmasında aramızda kararlılık ve tutarlılık var" dedi.

ELEFTHEROTİPİA: "PETROL SAVAŞINA DÖNÜŞÜYOR"

ATİNA, 28/11(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 28 Kasım 2008 sayısında, Fanos Konstantinidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Lefkoşa'daki siyasi ve diplomatik kaynaklar, Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas ile Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas'ın Türkiye'ye gönderdiği mesajların rastlantı olmadığını değerlendiriyor. Bunun nedeni de Ankara'nın -daha sonra da Kıbrıs Türk kesimi lideri Mehmet Ali Talat'ın- petrol konusunda gerginlik ve tehdit ortamını sürdüreceklerinin anlaşılmasıdır.
Aynı zamanda Kıbrıs Türk kesimi, müzakere masasında katı tutumunu korumaya devam ederek, petrol ve müzakere konularını, Türk beklentileri ve taleplerini içeren bir pakete dönüştürecek. Ayrıca Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi sürecinin "yatması" beklentisi içindedir. Talat'ın, Hristofyas'ın ortak petrol arama anlaşmaları imzalamak üzere yaptığı yurt dışı ziyaretlerine gösterdiği tepkiler de, Türkiye'nin çabaları çerçevesinde yer alıyor. Talat'ın temsilcisi Hasan Erçakıca yaptığı açıklamalarda, Kıbrıs'ın yaptığı petrol arama çalışmalarının, Kıbrıs sorununa ilişkin müzakere sürecini olumsuz etkileyeceğini söyledi.
Güvenilir kaynaklar, AB Dönem Başkanı Fransa, İngiltere ve Norveç dışında, ABD'nin de petrol arama çalışmaları yapan Norveç gemilerini taciz eden Türkiye'yi protesto ettiğini bildirdiler.
Aynı kaynaklar, bir Amerikan şirketinin Kıbrıs'ın deniz bölgesinde "12'inci arazi" olarak bilinen bölgede hidrokarbon araştırma anlaşmasının son aşamasına ulaştığını açıkladı.

ETHNOS: "ANKARA'DA 'SICAK' OLAY"

ATİNA, 28/11(BYE)--- Tirajı günde 46.593 olan Ethnos gazetesinin 28 Kasım 2008 tarihli sayısında, Nikos Meletis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye-Avrupa Parlamentosu Karma Komisyonu AB Parlamenterleri Margaritis Shinas (YDP) ve Marilena Kopa (PASOK), Ankara'nın Yunanistan ve Kıbrıs karşısındaki olumsuz tutumunu ilk elden tespit etme olanağı buldular. Türklerin "Güney Kıbrıs" ve "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne" ilişkin atıfları, iki parlamenterin tepkisine neden oldu. Türkiye'nin görüşmelerde genellikle, gerçek yüzünü ortaya çıkartacak "sıcak konulara" değinmeme çabalarına rağmen ortam gene de "bozuldu."

YUNANİSTAN RADYO-TV KURUMU: "KIBRIS İLE YUNANİSTAN ARASINDA GÖRÜŞ BİRLİĞİ SAĞLANDI"

ANKARA, 28/11(BYE)--- Yunanistan Radyo TV Kurumu'nun (ERT) 28 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Başbakan Kostas Karamanlis ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas, Başbakanlıkta yapılan görüşmede, Türkiye'ye, AB ve Uluslararası Hukuk kurallarına saygı göstermesi konusunda sert bir mesaj gönderdi.
Karamanlis ile Hristofyas, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması çabaları çerçevesinde yapılan girişimler konusunda da görüş birliği sağlandığını vurguladılar.
Karamanlis açıklamasında, müzakerelerin, Kıbrıs sorununa, BM kararlarına, AB ve Uluslararası Hukuk ilkelerine dayanan ve uyumlu olan bir çözüm bulununcaya kadar devam etmesi gerektiğini belirtti.
Karamanlis, çözümün BM kararlarında belirtilen iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çerçevesine dayanması ve bir egemenliği, bir vatandaşlığı ve uluslararası kimliği olan bir devleti içermesi gerektiğini söyledi. Türkiye'nin tutumuna değinen Karamanlis, bu ilkelerden uzaklaşmanın BM'nin kararlarına ve anlaşmaya varılan hususlara aykırı olduğunu vurguladı.
Müzakerelerde bir program olmadığını belirten Karamanlis, kabul edilecek bir çözümün iki toplum tarafından referandumla onaylanacağını ve Kıbrıs sorununa çözüm bulunması müzakerelerinin AB'yi de ilgilendirdiğini ifade etti. Avrupa müktesebatından doğabilecek istisnalar durumuna değinen Karamanlis, bunların sınırlı ve geçici olması gerektiğini söyledi.
Türkiye'nin tutumu ve gerek Ege'deki gerekse Kıbrıs'taki son olaylarla ilgili konuşan Karamanlis, bunların görüşmelerin üretici olması çabasına katkıda bulunmadığını, fakat ciddi sorunlar oluşturduğunu söyledi.
Karamanlis, "Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasındaki politikamız belli ve güçlüdür. Politikamız güçlü silahları, uluslararası hukuku, AB müktesebatını ve Güvenlik Konseyi kararlarını temel alıyor" dedi.
Ortak savunma doktrininin hala geçerli olup olmadığıyla ilgili bir soruya cevaben Karamanlis, "Geçerlidir ve iki devlet arasındaki işbirliğinin güçlü olması kadar güçlüdür" dedi.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas, iki hükümet arasında tam olarak görüş birliği sağlanmasından söz etti ve Yunanistan Başbakanı, hükümeti ve bütün devlet erkanının onun çabalarını özverili bir şekilde desteklemesinden dolayı teşekkür etti.
Hristofyas, görüşmelerin içeriğinden bahsetti ve çözümü BM kararları çerçevesinde Kıbrıslıların bulması gerektiğini vurguladı.
Hristofyas, "Biz, Talat'ın kendi kendine karar vermediğini, Türkiye tarafından yönlendirildiğini söylediğimizde, bunun cevabı iki bağımsız egemen devletin (örneğin Kıbrıs ve Yunanistan) işbirliği yapması olmalıdır. Bu böyledir ve bu bağımsızlığı vurgulamak istiyoruz" dedi.
Hristofyas, uluslararası topluma göndermek istediği mesajın, bir çözüm bulunması için girişimler üstlendiklerini söylediklerinde bunu yaptıklarını da göstermek olduğunu bildirdi. Hristofyas, Kıbrıs sorununa çözümün iki bölgeli ve iki toplumlu federasyona dayanması ve BM kararları çerçevesine dahil olması gerektiğini tekrarladı ve Türkiye'yi Ege ve Kıbrıs'ta tahrik edici davranışlarda bulunmakla suçladı.
Hristofyas, "Hazırlanmış bir planımız var. Rastgele bir yol izlemiyoruz. Diyalogda ısrar edeceğiz" dedi ve Kıbrıs'ın tekrar köşeye sıkıştırılmamasının büyük önemi olduğunu belirtti.
Hristofyas, Türklerin kendilerini müzakere masası dışına atmalarına izin vermeyeceklerini söyledi. Hristofyas, bugünkü durumun devam etmesi ve kronikleşmesiyle oldu bittilerin yerleştiğini kaydetti.

--Hristofyas ile Papandreu Görüşmesi--

PASOK Başkanı Yorgo Papandreu, Hristofyas ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada, Türkiye'nin gerek Ege gerekse Kıbrıs'taki tutumunun hiçbir olumlu yanı olmadığını söyledi.
Papandreu açıklamasında şöyle konuştu: "Kıbrıs sorununun içinde bulunduğu bu aşamayla ilgili yapılan görüş alış verişi her zamanki gibi dostça ve yapıcı oldu. Türkiye'nin özellikle bugünkü durumla ilgili tutumunun hiçbir olumlu yanı yok. Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenlik yani Uluslararası Hukuka göre, deniz zenginliğinden yararlanma haklarına ihtilafı kabul edilemez. Şüphesiz, Türkiye'nin Ege ve Kıbrıs'taki davranışlarıyla ilgili son günlerdeki tutumu kabul edilemez ve kınanması gerekir."
Papandreu, Yunanistan'ın, sürekli olarak Kıbrıs'taki sorunun Türk işgali olduğunu ve Hristofyas'ın BM kararları çerçevesinde, her zaman Avrupa ilkelerine ve AB müktesebatına saygılı bir çözüm bulunması isteğini durmadan ifade ettiğini göstermesi gerektiğini vurguladı.
Papandreu, son olarak, "Türkiye'nin stratejik anlayışını değiştirmesi ve hepimizin Avrupa'da paylaştığı değerleri, Uluslararası Temel Hukukun değerlerini ve AB'de bizi birleştiren değerleri kabul etmesi gerekir. Bölgede işbirliğini ve barışı pekiştirmek ve bir Avrupa sürecinde ilerlemek için bu değerleri benimsemesi gerekir" dedi.

KATHİMERİNİ: "PAVLOPULOS: TÜRKİYE SORUMLULUKLARINI ÜSTLENSİN"

ATİNA, 28/11(BYE)--- Tirajı günde 56.978 olan Kathimerini gazetesinin 28 Kasım 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

İçişleri Bakanı Prokopis Pavlopulos, Türk topraklarından kaçak göçmen geçişine dair bir kez daha Türkiye'yi sorumluluğunu üstlenmeye davet etti.
İçişleri Bakanı Pavlopulos Brüksel'de AB İçişleri ve Adalet Bakanları toplantısından sonra yaptığı açıklamada, "Yunanistan, AB'nin göçmenlik ve iltica yasasının uygulanması için Kıbrıs, İtalya ve Malta ile bir grup oluşturmuştur. Bu yasanın temel amacı, Avrupa'ya gelen kaçak göçmenlerin ülkelerine veya Avrupa'ya geçtikleri ülkelere iadesini sonuç verici kılmasıdır." dedi.
Bakan, söz konusu dört ülkenin girişimlerinin Türkiye'ye karşı olmadığını ancak Türkiye'nin kaçak göçmenlerin geçişinde kavşak ülke olarak sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca, Ankara'nın işbirliği ve kaçak göçmenlerin iadesi anlaşmalarının uygulamasının, AB üyelik müzakerelerinin devamı için kritik bir kriter olduğunun da altını çizdi.

APOYEVMATİNİ: "BÜYÜKADA YETİMHANESİ İÇİN DUYULAN ÖFKE"

ATİNA, 02/12(BYE)--- Tirajı günde 14.923 olan Apoyevmatini gazetesinin 2 Aralık 2008 tarihli sayısında, Nikos Manginas imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Soydaşların tarihi vakıflarından olan Büyükada Yetimhanesinin çökmeye yüz tutmuş binalarından alınan görüntüler, Patrik Bartholomeos'u çok duygulandırdı ve öfkelendirdi. Bartholomeos, Patrikhanenin, Avrupa Mahkemesindeki davayı kazandıktan sonra gayrimenkulün sahibine iade edilmesi için mücadeleyi sürdürmeye kararlı olduğunu belirtti ve soydaşlara ait olan ancak el konulan diğer gayrimenkullerin iadesini de talep edeceğini söyledi.
Yetimhaneye ait görüntüler, ilk kez İstanbul'daki Yunan Başkonsolosluğu tarafından Sismanogleion binasında düzenlenen özel bir etkinlikte gösterime sunulan, İstanbullu rejisör Yorgos Mutevellis'in "Soydaşların Gurur Kaynağı-Büyükada Yetimhanesi" belgeselinde yer alıyor. Görüntüler, Avrupa'nın en büyük ahşap binasının, Türk makamlarının 1964 yılından bu yana kullanılmasını özellikle de bakımını yasaklamaları nedeniyle, trajik durumunu ortaya koyuyor.
Belgeseli izleyen onlarca soydaşa hitap eden Patrik Bartholomeos şöyle dedi: "Aranızdan bazıları belki de 'bu tür bir etkinlikte acaba Patrik neden konuşmadı' diye düşündüler. Dün akşam Sayın Başkonsolos büroma gelerek söz konusu etkinlikte konuşup konuşmayacağımı sorunca, 'hayır' dedim. Çünkü hem çok duygulanacağımı, hem çok öfkeleneceğimi biliyordum. Tıpkı, değerli konuşmacıların Yetimhanenin tarihi ve çalışmaları hakkında anlattıklarını duyunca, sizlerin de duygulandığı ve atalarımızın, soydaşlarımızın, kilisenin, tarihimizin, İstanbul'umuzun bu görkemli binasının bugünkü durumunu, halini görünce sizlerin de öfkelendiği gibi duygulandım ve öfkelendim."
Ekümenik Patrik geçen temmuz ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından açıklanan kararı hatırlatarak, "Mahkeme sağ olsun, hakkımızı verdi. Şimdi, hem Yetimhane hem de soydaşlarımıza ait diğer servetler için gitmemiz gereken uzun bir yol var, biz kararlıyız" dedi.
Büyükada Yetimhanesinin binasını Patrikhaneye 1902 yılında Eleni Zarifi bağışlamıştır. Patrikhanenin söz konusu gayrimenkule ait tapusu Sultan Abdülhamit'in fermanıyla tanındı, müteakiben de, Patrikhanenin sahibi olduğuna dair belgeler 1929 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkardığı bir kararnameyle de tanındı. Yetimhane 1903 yılından, Türk makamlarının binanın ahşap olması nedeniyle tehlikeli olduğunu öne sürerek 1964 yılında binanın kapatılması kararı vermelerine kadar olan sürede, 5.500 çocuğu misafir etti.
1990'lı yılların ortalarında Vakıflar Genel Müdürlüğü Patrikhanenin binayla ilgili tapularını kabul etmeyerek, itiraz etti ve birtakım görüşmelerle Büyükada'nın İsa Tepesinde inşa edilmiş olan söz konusu binaya el koydu. Patrikhane, Türkiye'de bütün yargı yollarını kullandıktan sonra 2005 yılında AİHM'e başvurdu. 2008 yılının Temmuz ayında AİHM, Patrikhanenin Yetimhane binası üzerindeki tartışılmaz hakkının, ihlal edilmiş olduğuna karar verdi ve Ekümenik Patrikhaneyi haklı buldu. Patrikhanenin elinde, Yetimhane binası için tapu belgelerinin bulunması kayda değer bir husus. Ankara, Fener'in hukuki kişiliğini tanımayı inatla reddediyor ve onu gayrimenkul sahibi olma hakkından mahrum ediyor. Bu bağlamda AİHM'in kararı çok büyük önem taşımaktadır, çünkü bu karar tapuları, sultan fermanlarını ve Patrikhanenin elindeki yeni belgeleri de tanıyor.
"Soydaşların Gurur Kaynağı-Büyükada Yetimhanesi" belgeselini, Ekümenik Patrik Bartholomeos, Yunanistan'ın Ankara Büyükelçisi Fotis Ksidas, Yunanistan'ın İstanbul Başkonsolosu Vasilis Bornovas, din adamları, Rum cemaati temsilcileri ve kalabalık bir soydaş grubu izledi.

TO VİMA: "HRİSTOFYAS-TALAT İLİŞKİLERİNE KADAR KRİZ İÇİNDE"

ATİNA, 02/12(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 30 Kasım 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Ankara'daki askeri-diplomatik kurulu düzen müzakerelerin çıkmaza girmesi durumunda, BM'nin gözlemci olmasının daha kolay olacağını düşünüyor. Kıbrıslı Rumlar nedeniyle müzakerelerin başarısızlığa uğraması durumunda, Türkiye 2009 yılı AB üyelik süreci raporu arifesinde, Kıbrıs sorununa katkıda bulunmadığına dair suçlamalardan kurtulacak.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas diyalogu canlı tutmak konusuna kararlı görünüyor ve Yunan Hükümeti de bunu destekliyor, ancak asla geri adım atmayacağı ünlü "kırmızı çizgileri" de ortaya koyuyor. Bu "kırmızı çizgiler" neler? Cumhurbaşkanı Hristofyas, öncelikle Kıbrıs Cumhuriyeti devletini bir toplum haline getirmeye niyetli değil. İkinci olarak, Kıbrıs'ın tek bir yönetime ve bir uluslararası kimliğe sahip federe bir devlete dönüşmesi konusunda ısrar ediyor. Üçüncü olarak, Kıbrıs AB üyesi olduğuna göre, artık garantöre gerek olmadığını düşünüyor. Son olarak da, Kıbrıs sorununa çözümü Kıbrıslıların bulması konusunda ısrar ediyor, yani yabancı faktörlerin gözlemci olarak konuya karışmasını istemiyor.
Ancak Cumhurbaşkanı Hristofyas'la, Kıbrıs Türk kesimi lideri Mehmet Ali Talat arasındaki özel ilişkiye "gölge düştü." Müzakereler turu yeni başladığı zaman Kıbrıslı Rum lider Kıbrıslı Türk lideri "dostu" olarak nitelendirdi. Ancak şimdi Sayın Hristofyas, Sayın Talat'ın eşit derecede egemen ve Türk kurulu düzeninin temsilcisi olarak hareket ettiğini ve nota dahi verdiğini (kısa süre önce Sayın Hristofyas'ın Moskova ziyareti nedeniyle verdiği nota gibi) görmekten rahatsız oluyor.
Kıbrıslı Türklerin ve Ankara'nın, ABD'nin yeni seçilmiş Başkanı Barack Obama'nın görevine başlamasının beklendiği bu süreçte yarattıkları sürtüşme ortamının amacı yalnızca kar sağlamak değil, Sayın Hristofyas'ın politikalarının uluslararası alandaki yansımalarını iptal etmektir. Bu durumda, doğrudan müzakerelerin olumsuz seyredeceğini ve kendi politikalarının "B Planını" uygulayabileceklerini düşünüyorlar.
Edinilen bilgilere göre, bu planın temel noktaları şunlar; birincisi olarak, sözde devletin statüsünün yükseltilmesi (bu çerçevede her yerde diplomatik bürolar açıyorlar, son olarak Katar'da açılmıştı), ikincisi adadaki işgal ordusu silahlarının kalite açısından yükseltilmesi, üçüncü olarak işgal kesimine yeni yerleşimcilerin getirilmesi, son olarak da, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyeliği nedeniyle elde ettiği kazanımlardan Kıbrıslı Türklerin de yararlanmasıdır.
Tabii, elleri kolları bağlı oturmayan Lefkoşa, bütün bunlara cevap vermeye hazırlıyor. Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın Atina'da Yunan hükümetiyle yaptığı görüşmelerde, Kıbrıs ve Yunanistan Dışişleri Bakanları'nın daha yakın işbirliği içinde olmaları kararı verildi. Buna ek olarak, Yunan Dışişleri Bakanlığı'nda, kritik konularda Kıbrıs hükümetine yardımcı olacak bir uzman heyet kurulması için çalışmalara başlandı. Atina ve Lefkoşa ayrıca AB'nin ve BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin olabildiğince aktif şekilde müdahalesini talep edecekler.
Ayrıca, kısa süre önce petrol arama çalışmaları nedeniyle yaşanan mini kriz sırasında, AB Dönem Başkanı Fransa'nın harekete geçip, Ankara'dan tahriklere son vermesini istemesi bir rastlantı değil. İngiltere Başbakanı Gordon Brown resmi olarak duruma müdahale ederek Cumhurbaşkanı Hristofyas'a desteğini ifade etmiş ve Türkiye'yi hareketlerinden dolayı kınamıştır. Öte yandan ise, Cumhurbaşkanı Hristofyas'la Rus meslektaşı Dimitri Medvedev'le aralarındaki şaşılacak işbirliği de hafife alınmamalıdır.

DİPLOMATİA: "GÖKÇEADA VE BOZCAADA AB PARLAMENTOSU'NDA"

ATİNA, 03/12(BYE)--- Aylık Diplomatia (Diplomasi) dergisinin Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Yunanlı ve yabancı AB parlamenterleri, Gökçeada ve Bozcaada'daki Rum azınlığın haklarıyla ilgili olarak, AB Komisyonu'na yazılı soru yönelttiler.
Soruya, AB parlamenterleri Marilena Kopa (PASOK), Dimitris Papadimulis (Sinaspismos), Yorgos Dimitrakopulos (YDP), Yorgos Hatzimarkakis (Almanya, Liberaller), Vittorio Anyoleto (İtalya, Avrupa Birleşik Sol), Anna Maria Gomes (İspanya, Sosyalistler), Julieto Keza (İtalya, Sosyalistler), Roberto Muzakyo (İtalya, Avrupa Birleşik Sol), Cem Özdemir (Almanya, Yeşiller) imza attı.
Parlamenterler, Komisyonun bu bildiriyi göz önünde bulundurup bulundurmayacağını ve Türkiye'nin son yıllarda farklı önlemlerle (Yunan topluluğunun okullarını kapatmak, arazilere el koymak), istemeden evlerini terk etmek zorunda kalan Gökçeada ve Bozcaada'daki Rum azınlığın desteklenmesi yönünde ne gibi girişimlerde bulunulacağını öğrenmek istediler. Ayrıca, AB Komisyonunun Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin raporunun kısa süre sonra hazırlanacağı göz önünde bulundurularak, bu konunun Türkiye'nin AB üyeliği süreci çerçevesinde dikkate alınmasını istiyorlar.

ELEFTHEROTİPİA: "AİHM: KARARLARI UYGULAMAYI EN ÇOK REDDEDEN ÜLKE TÜRKİYE"

ATİNA, 03/12(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 3 Aralık 2008 tarihli sayısında, Nikos Russis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Strasbourg çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

Avrupa Konseyi 47 üye ülke hükümetlerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kesin kararlarını ve kanunlarında yapmaları gereken değişikliklerle ilgili talimatları uygulamaya yanaşmamaları salgın bir hastalık boyutu kazanmaya başladı.
Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu AİHM'nin aldığı kararların uygulanması, tazminatların ödenmesi ve en azından 300 konuda devletler tarafından yapılan ihlallerin tekrarlamaması için kanunların değişmesi amacıyla "gruplara" ayrılmış yüzlerce dosyayı dün itibarıyla incelemeye başladı. İncelenecek olan konuların en büyük bölümü Türkiye ile ilgili olan bölüm.
- Türkiye aleyhinde Gencel "grubu", Türkiye Güvenlik Mahkemelerinin bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili 202 konuyu,
- Türkiye aleyhinde Ormancı "grubu", davaların görüşülmesinde yaşanan büyük gecikmelerle ilgili 81 konuyu,
- Türkiye aleyhinde üçüncü "grup", AİHM'nin ifade özgürlüğünün ihlaliyle ilgili kesin kararlarının uygulanmadığına dair 79 konunun dosyalarını içeriyor.
Yunan mahkemelerinde davaların görüşülmesinde gözlenen büyük gecikmelerle, davayı kazananlara tatmin edici tazminatların ödenmemesiyle ilgili 137 konuyu içeren Yunanistan aleyhindeki Manios "grubu" da incelenecek.

 

SIRBİSTAN BASINI

DANAS: "GÖRÜŞMELER İZOLASYONDAN TEK ÇIKIŞ YOLU"

ANKARA, 28/11(BYE)--- Sırbistan'da yayımlanan Danas gazetesinin 27 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Sadece Ankara tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), geçen günlerde kuruluşunun 25. yılını kutladı. Lefkoşa'da askeri tören yapıldı. Caddeler KKTC ve Türk bayraklarıyla süslendi. Bu tören öncekilerden daha huzurlu bir atmosfer içerisinde gerçekleşti. Bunun nedeni ise yıllar sonra adanın birleşmesi doğrultusunda Türk ve Rum toplumlarının son zamanlarda göstermiş oldukları çabalardır.
KKTC lideri Mehmet Ali Talat, yabancı bir grup gazeteciye, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin lideri Dimitris Hristofyas ile görüşmelerin haftada iki defa yapılmasını kararlaştırdıklarını açıkladı. Bu vesileyle Talat, önümüzdeki yılın ortalarına doğru bir anlaşmaya varılabileceğini ümit ettiğini, kendisi ve Hristofyas'ın Kıbrıs sorununa çözüm bulmayı sağlayacak beceri ve diplomatik güce sahip olduklarını düşündüğünü söyledi.
Kıbrıs Türk toplumu yetkilileri, bu görüşmeler sayesinde bir an önce hissedilir sonuçlar elde edeceklerini düşündüklerini gizlemiyorlar. Bunun nedeni de adanın güney bölgesinde, 2004 yılında AB'ye kabul edilmesinden sonra, belirgin ekonomik gelişmeler kaydedildiği gerçeğidir.
Tanınmamasına ve uygulanan yaptırımlara rağmen Kıbrıs Türk toplumu yetkilileri kuzey kısmında durumu düzeltmek için büyük siyasi çaba sarfettiler. Bu, ekonomisinin son birkaç yıl içerisinde oldukça iyi bir gelişme kaydetmesiyle kendini gösterdi. Bu gelişme; KKTC'nin para birimi olan Türk Lirasının istikrarı, beş bin Kıbrıs Türkünün Kıbrıs Cumhuriyeti'nde işe başlaması, eğitim, inşaat ve turizm sektöründe yaşanan gelişmeler sayesinde oldu. Bu yıl Kıbrıs'a çoğunluğu İngiltere ve Türkiye'den olmak üzere 400 bin turist geldi.
Tanınmayan statüsünden dolayı Türkiye'den gelen mali yardım hala KKTC ekonomisi için çok büyük önem arz ediyor. 2006 yılında imzalanan son ekonomi protokolüne göre Türkiye, 2009 yılına kadar Kıbrıs Türklerine 1.34 milyar dolarlık bir yardım sağlamayı kendine görev edindi. Ankara, turizm ve ihracat alanında Türk firmalarına çok düşük faizlerle kredi verebilmek için yılda milyonlarca dolar ayırıyor. 1974 yılından bu yana Türkiye'nin Kıbrıs'a yapmış olduğu toplam mali yardımın dört milyar doları geçtiği düşünülüyor. Bunun yanı sıra ihracat ve ithalatın tamamı Türkiye üzerinden gerçekleşiyor.
Diğer yandan Kıbrıs Türkleri tek destekçileri olan Ankara'nın çıkarlarını da düşünmek zorundalar. Türkiye'nin AB üyelik görüşmelerinde, Kıbrıs sorununun en büyük engeli teşkil ettiği söyleniyor -Yunanistan'ın AB'ye tam üye olarak veto hakkı bulunuyor-.
Mehmet Ali Talat'ın söylediğine göre, iki yıllık bir aradan sonra 3 Eylül'de başlayan görüşmeler, iktidar paylaşımının incelendiği en hassas döneme girdi. Ancak daha gözle görünür bir gelişmenin olmaması, gözlemcilerin bu sürecin yine uzun ve karmaşık bir süreç olacağı doğrultusunda değerlendirme yapmalarına sebep oldu. Yıllardır kabul edilebilir bir anlaşmaya varılmaması gösteriyor ki eski katı tavırlar hala sürüyor.
Adanın gelecekteki bürokratik yapısı söz konusu olunca, her iki tarafın tutumları birbirinden çok uzak. Kıbrıs Türkleri her iki bağımsız devleti yürütecek bir merkezi yönetim oluşturulmasında ısrarlıyken, Kıbrıs Cumhuriyeti iki bölgeli bir federasyon fikrinden vazgeçmiyor. Türk tarafı KKTC bölgesinden 35 bin Türk askerinin geri çekilmesi planlarına karşı çıkarken, Kıbrıs Rumları bunu, bütün görüşmelerin gerçekleşebilmesi için şart koşuyor.
Sonunda mülteciler sorunu da bir engele dönüşebilir. Rum tarafı 1974 yılında mal varlıklarını kaybeden bütün mültecilerin mülklerinin geri verilmesi konusunda ısrar ediyor. Türk tarafı ise askeri müdahaleden sonra Kıbrıs'a göç eden Türklerin geri gönderilmesinin söz konusu olamayacağını vurguluyor.
Kıbrıs Türkleri için bu tarz talepler kabul edilemez görünüyor. Bir gazetecinin bu sorunların nasıl çözüleceği yönünde yönelttiği soruya Talat, çok samimi bir şekilde "Bunu bilmiyorum" diyor.
Edindiğimiz bilgilere göre, askeri müdahaleden sonra binlerce Kıbrıslı Rum evlerinden çıkartılarak, Lefkoşa'daki hükümetin kontrolü altındaki bölgeye gönderildi. Bu durum adanın güneyinden kuzeyine binlerce Türkün göçmesine neden oldu ve bu Türklere başkalarına ait olan mülkler verildi.
Bu arada Kıbrıs Türklerinin büyük bir kısmı adadan göç etti, Türkiye ise Anadolu'dan binlerce yerleşimcinin adanın kuzey bölgesine yasal olmadan göç etmesini sağladı. Bu durum Kıbrıs Türklerinin yabancılara bu bölgede yasal olarak taşınmaz mal varlığı edinme hakkını tanımasıyla daha da karıştı. Bu mal varlıklarının büyük bir bölümünün sahibi Kıbrıs Rumlarıdır. Şu anda genelde İngiltere ve İrlanda'dan olmak üzere en az 10 bin Avrupalı Kuzey Kıbrıs'ta taşınmaz mal varlığına sahip.
Yıllardır adayı ikiye bölen yeşil hat şimdi artık yok. Önceden mavi berelilerin bulunduğu gözleme yerleri artık boş. Gerçi Lefkoşa'daki tel duvar hala kaldırılmış değil, fakat meşhur Ledra Caddesi'ndeki beş metre yüksekliğindeki duvarın bir kısmı yıkılarak, bölünen adada bir geçiş noktası daha açıldı.
Bütün bu gelişmelere rağmen her iki tarafta da derin yaralar sonucu hala güvensizliğin hakim olduğu görülüyor. Rum polisler KKTC tarafından ülkelerine gelen vatandaşlara düşmanca tavırlarını gizlemiyorlar. Kıbrıs Cumhuriyeti, KKTC bölgesindeki hava ve deniz limanlarının hala yasal olmadığını vurguluyor.
KKTC Dışişleri Bakanı Turgay Avcı'nın gazetecilere yapmış olduğu bir açıklamaya göre, kötü çocuk rolünde kesinlikle Kıbrıs Rumları görülüyor. Onlar Kıbrıs Türklerinin şu anda yaşadıkları bütün sıkıntılardan sorumlu tutuluyorlar. Bu şekilde Kıbrıs Türkleri bu çatışmanın tek kurbanları olarak görülüyor. Diğer yandan Türk askeri müdahalesi, Kıbrıs Türklerinin hayatlarını ve haklarını korumayı hedefleyen barış operasyonu olarak değerlendiriliyor.

 

ABD BASINI

AP: "TİCARİ ANLAŞMAZLIK TÜRKİYE'NİN AB'YE KATILMA HEVESİNİ KIRIYOR"

ANKARA,26/11(AP)(BYE)--- Selcan Hacaoğlu bildiriyor:

Ticari bir anlaşmazlık Türkiye'nin AB'ye katılmak konusunda zaten azalmaya yüz tutmuş isteğini daha da azaltıyor. Az bilinen madenlerin ihracatı üzerindeki AB kısıtlamaları, hiç beklenmedik bir siyasi boyut kazanmaya başladı.
Ankara, Türkiye'nin bor minerali ihracatını azaltacak bir AB yönergesini geri çevirmesi için Dünya Ticaret Örgütüne (WTO) başvurmaya hazırlanıyor. Ancak ekonomik ağırlığı oldukça sınırlı olsa da bu konu şimdilerde Avrupa'nın Türkiye'yi önemsediğini gösteren bir örnek olarak siyasi çıkarlar açısından öne çıkıyor.
Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakereleri reformlar ve Kıbrıs meselesinin çözümündeki gecikme ve bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye'nin üyeliğine muhalefetleri nedeniyle zaten yavaşlamış durumda.
Ticari anlaşmazlığın ekonomik etkisi bir yana bu mesele Türkiye'de kırılma noktasına gelen AB karşıtlığını körüklemesiyle dikkatleri çekiyor.
Nesiller boyu Türkler, ülkenin bor rezervlerinin stratejik önemine dair hikâyelerle büyümüştür. Bor, birçok deterjan ve kozmetik sektöründe kullanılan beyaz renkte, suda hemen eriyebilen bir mineraldir. Dünya bor rezervinin üçte ikisine sahip olan Türkiye, bu mineralin kullanım alanını genişletmeye çalışıyor. Bor minerali günümüzde, silah ve askerî araç yapımından, uzay ve nükleer teknolojilerine kadar birçok alanda kullanılmaktadır. Bor, ayrıca hidrojen yakıtının temel maddesi olarak da pazarlanmaktadır.
Ülkede birçok kişi, AB'nin boru zehirli mineraller sınıfına sokma kararının -ki bu karar ürünlerin üzerine uyarı etiketini zorunlu kılacak- mineralin aranmasını ve kullanımını aksatarak, Türkiye'nin ihracatını engellemesinden ve dünya ekonomi sahnesindeki etkisini zayıflatmasından endişe duyuyor.
Meclis Sanayi ve Enerji Komisyonu üyelerinden Tacidar Seyhan şöyle diyor: "Ben AB'nin bu kararı kasıtlı olarak vermediğini düşünmüyorum. Türkiye'nin bor piyasasını bu yolla mahvetmeyi istiyorlar. Türkiye'yi, bor üzerindeki devlet tekeline son vermeye ve madencilik ve onun pazarlanmasını özelleştirmeye zorlamak istiyor."
Enerji Bakanı Hilmi Güler bu ay AB'nin kısıtlamalarına karşı mücadele etme sözü verdi. Öte yandan medya "Bora AB Engeli" gibi manşetlerle milliyetçi Türklerin AB'ye desteğini engelliyor ve bazılarını ise AB'yi siyasi amaçlar gütmekle suçlamaya sevk ediyor.
Finans danışmanı Bülent Irkkan, "AB'nin her hareketini sorgulamalıyız. Çok dikkatli olmalıyız." diyor.
Bunlara rağmen Avrupa Komisyonu Sözcüsü Krisztina Nagy bu meselenin, Türkiye'nin üyeliğine bir engel teşkil edemeyeceğini söyledi ve şöyle dedi: "Türkiye'nin nihai katılımından önce bu tür meseleleri halletmek için oldukça bol zaman var."
Katılım müzakerelerinin yıllar alması bekleniyor.
İstanbul Marmara Üniversitesinden AB uzmanı Sait Akman, AB katılım müzakerelerinde, görüşmelerin başlamasından bu yana pek ilerleme kaydedilmemesi nedeniyle ikincil meselelerin tartışmalarda önem kazandığını söyledi.
Akman "Bazen algılar, gerçeklerden daha güçlüdür. Böylece bu mesele AB'ye desteği olumsuz yönde etkileyebilir." dedi.
Güler, AB'nin, bor asidinin insan sağlığını tehdit ettiğine dair bilimsel kanıtı olmadığını, ayrıca BM'nin, boru, aynı zehir seviyesinde nitelendirmediğini ve Türkiye'nin bor asidini yıllardan beri kullanmakta olduğunu söyledi.
Kimliğinin açıklanmaması kaydıyla konuşan üst düzey bir yetkili, kasım ayı ortalarında bağımsız uzmanlarla bir araya gelerek Dünya Ticaret Örgütüne AB'nin boru zehirli diye sınıflandırma kararına karşı bir itiraz başvurusunda bulunmak üzere istişarelerde bulunduğunu söyledi.
Türkiye'nin, AB yönergesinin, Birliğin, "teknik düzenlemeler gereğinden fazla kısıtlayıcı olmamalı" şeklindeki yasalarını ihlal ettiğini ileri sürebileceğini belirten yetkili, Türk liderlerinin hukuki istişarelerin ardından WTO'ya başvuru konusunda nihai kararı vereceklerini söyledi.
Türkiye, AB yönergesinin, ithalatçıları, alternatif ürünlere kaydırıp bor almaktan tamamen vazgeçirebileceğinden endişe ediyor.
Devlet adına bor ihracatını yürüten Eti Maden İşletmelerinin Genel Müdürü Orhan Yılmaz da, "Avrupa'daki cam, seramik ve deterjan sektörlerinin bordan kolay kolay vazgeçebileceğini sanmıyoruz." diyor, hatta Türkiye'nin yakından bor ihracatını ikiye katlayacağı umudunu dile getiriyor.

AP: "MACARİSTAN, NABUCCO ANLAŞMASI KONUSUNDA ÜMİTLİ"

ANKARA, 27/11(AP)(BYE)--- Macaristan Başbakanı bugün, Kafkaslardan Batı piyasalarına doğal gaz nakli için planlanan bir boru hattıyla ilgili olan ve yarıda kesilen görüşmelere yakında, hem de sorunsuzca yeniden başlanacağı konusunda umutlu olduğunu söyledi.
Söz konusu görüşmeler, Türkiye, Nabucco boru hattından geçecek doğal gazın yüzde 15'i üzerinde hak sahibi olmak isteyince kesilmişti. AB, Türkiye'nin normal geçiş ücreti ödemesi gerektiği görüşünde.
Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany, bugün basına Türkiye'nin konuyla ilgili tavrını değerlendirirken de, "sorumlu ve esnek" ifadesini kullandı. Gyurcsany, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmelerinin ardından katıldıkları ortak basın konferansında bir anlaşmanın imzalanacağından umutlu olduğunu da ifade etti.
Nabucco boru hattı, AB'nin Rusya'ya bağımlılığını azaltmak amacıyla gündeme geldi. Hattın, Hazar Denizi'nden başlayıp Türkiye, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya'ya ulaşması planlanıyor.

 

AZERBAYCAN BASINI

ÜÇ NOKTA: "TÜRKİYE'Yİ GÜNEY KAFKASYA'YA YAKINLAŞTIRAN ÇIKARLAR"

BAKÜ, 02/12(BYE)--- Tirajı günde 3 bin olan tarafsız Üç Nokta gazetesinin 2 Aralık 2008 tarihli sayısında, Tahire Gafarova imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Bölgede diplomatik polemikler devam ediyor. Durumun normalleşmesi sürecinde Türkiye'nin aktif tavrı, Türkiye-Ermenistan, Ermenistan-Azerbaycan sorunlarının çözümlenmesi açısından büyük bir ilgiyle takip ediliyor. Türk yetkililerin Güney Kafkasya ülkelerindeki yoğun temaslarının, ihtilafları ne kadar olumlu etkileyeceği merak ediliyor. Siyaset bilimciler Gabil Hüseyinli ile Vagif Arzumanlı'nın bu konudaki görüşlerini aldık.
Türkiye'nin, bölgede sıra dışı adımlar atacağını zannetmediğini bildiren Gabil Hüseyinli, Türkiye'nin Avrupa Konseyi, AB, ABD ve Rusya'nın tutumuna yakın bir tutum sergilemeye çalışacağı kanısında olduğunu ifade etti ve şunları söyledi: "Türkiye, bugüne kadar Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan'ın tutumuna yakın bir tutum sergilerken, şimdi daha çok Batı'nın tutumuna yakınlaşmakta. Türkiye, Ermenistan ile ilişkileri normalleştirerek, kendi milli ve devlet çıkarlarını ön plana çekiyor. AB'ye girme isteği ve üstlendiği yükümlülükler Türkiye'yi, Güney Kafkasya politikasında bazı değişiklikler yapmak zorunda bırakıyor. Bunu, AB'nin diktesi olarak adlandırmak da mümkün. Ermenistan sınırının açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması söz konusu. Ermeniler, kayıtsız şartsız ilişki kurulmasını istiyorlar. Türkiye'nin şartı ise Dağlık Karabağ ihtilafının, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü çerçevesinde çözümlenmesi. Türkiye, her zaman Azerbaycan topraklarını boşaltmadığı sürece, Ermenistan ile ilişki kurulmayacağını açıklamıştır. Ancak, 'Madrid prensipleri' ve Moskova Beyannamesi'nden sonra tavizkar barış anlaşmasına çaba gösteriliyor. Bu sürece birçok devlet katıldı. Aynı zamanda Türkiye'den sürece müdahale etmesi ve Azerbaycan'ın ikna edilmesi isteniyor. Bunun sonucu olarak Türkiye, AB'nin kapısına daha çok yakınlaşacak. Kafkasya'daki etkisini artıracak, bazı ekonomik projelerin gerçekleştirilmesinde büyük imtiyazlara sahip olacak ve sonuç olarak bölgenin süper gücü olarak nüfuzunu ve gücünü daha da artıracak."
Hüseyinli, Rusya ve ABD'nin, bu konudaki aktif katılımcılığı Türkiye'ye devrederek, ona bir şans verdiği kanısında olduğunu vurguladı ve şunları söyledi: "Şu anda bir paylaşım olduğu seziliyor. Güya Ermenistan'ı Rusya belli tavizlere zorluyor, Azerbaycan'ı tavizkar anlaşma konusunda ikna etme görevini ise Türkiye üstlenmiş oluyor. Yani Batı, bu konuda Rusya ve Türkiye'nin işbirliğine güveniyor ve bunun, barış anlaşmasını sağlayacağı şeklinde hayallere kapılıyor. Fransa da bu sürece katılıyor. Fransa Cumhurbaşkanı, önce Ermenistan Cumhurbaşkanını ülkesine davet etti. Şimdi de Azerbaycan Cumhurbaşkanını davet ediyor. Ne yazık ki, bu devletlerin girişimleri, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğüne zarar verecek adımların atılmasına yönelik. Türkiye, Azerbaycan'ın sorununun kendi sorunu olduğu şeklinde açıklamalarda çok bulunuyor. 'Dağlık Karabağ sorunu çözümlenmediği sürece, Ermenistan ile ilişkiler konusunda geri çekilmeyeceğiz' diyenler, şimdi taviz arıyorlar. Bence, herhangi bir anlaşma imzalanacaksa, garanti verenler sadece Türkiye ile Rusya değil, daha fazla sayıda devlet ve uluslararası kurumlar olacak. Süreçte zorluk oluşturan husus da bu zaten."
Türkiye-Ermenistan Dışişleri Bakanlarının İstanbul görüşmesinin, ilişkilerin gelişmesi için oluşturduğu temel prensiplere de değinen Hüseyinli, İstanbul görüşmesinin, bölgedeki durumu değiştirdiği kanısında: "Türkiye'nin, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurduğu ve gelecekte ekonomik ilişkileri daha da geliştirmek niyetinde olduğu ortaya çıktı. Sürecin gelişmesi, Cumhurbaşkanlarının bir araya gelmesiyle sonuçlanabilir ve küçük taviz sağlanabilir. Ancak, benim beklentilerim minimuma indiği için daha net şeyler söylemekte zorluk çekiyorum."
Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan Cumhurbaşkanlarının Aşkabat görüşmesiyle ilgili görüşlerini de bildirerek, görüşmenin, Azerbaycan-Türkmenistan ilişkilerinin gelişmesine yönelik atılan adım olarak değerlendiren Hüseyinli sözlerine şöyle devam etti: "Azerbaycan-Türkmenistan ilişkileri iyice gelişti. Halihazırda Hazar Denizi'nin paylaşılması ve denizdeki bazı petrol yatakları konusunda görüş ayrılıkları var. Ancak, genel olarak bu sorunlar çözümlenebilir sorunlar. Azerbaycan tarafı, gerekirse bazı petrol yataklarının ortak kullanılabileceğini bildiriyor. Azerbaycan-Türkmenistan ilişkilerinin gittikçe gelişmesi olumlu bir durum."
Siyaset bilimci Vagif Arzumanlı ise son dönemlerde, Türkiye'nin Güney Kafkasya ülkeleri ile artan temaslarını, Dağlık Karabağ ihtilafının çözümlenmesi yönünde atılan önemli adımlardan biri olarak gördüğünü belirtti: "Bu anlamda Türkiye ile Ermenistan Dışişleri Bakanlarının İstanbul görüşmesi ve Cumhurbaşkanlarının Aşkabat görüşmesinden sonra Türkiye Dışişleri Bakanının Azerbaycan'ı ziyaret etmesi, ileriye yönelik başarılı adım. Söz konusu ziyaret, Dağlık Karabağ ihtilafının barış yoluyla çözümlenmesi sürecine katkıda bulunacak. Türkiye, Dağlık Karabağ ihtilafının barış yoluyla çözümlenmesi teklifinde bulunuyorsa, Ermenistan da, Türkiye'den, bazı adımlar atmasını isteyecektir. Türkiye'nin, Dağlık Karabağ konusunda attığı adımlar, öncelikle Azerbaycan'ın, daha sonra kendinin ve Türk dünyasının çıkarlarını yansıtıyor. Halihazırda ABD ile Rusya arasında Güney Kafkasya'da kendine yer bulma konusunda mücadele var. Türkiye'nin süreçte arabuluculuk görevini yürütmesi, aynı zamanda ABD'nin Güney Kafkasya'daki etkisinin artması anlamına geliyor. Çünkü Türkiye ABD ile müttefik. Yani ABD'nin bölgedeki çıkarları şu anki durumda Türkiye tarafından savunuluyor. ABD-Türkiye müttefikliğinin amaçlarından biri, Güney Kafkasya'da söz sahibi olmak."

İKİ SAHİL: "ERTUĞRUL GÜNAY: BARIŞ, SADECE DEVLETLERİN BİRBİRİNİ TANIMASI VE SAYGI DUYMASI SONUCUNDA SAĞLANABİLİR"

BAKÜ, 03/12(BYE)--- Tirajı günde 6.000 olan iktidar yanlısı İki Sahil gazetesinin 3 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

APA'nın yaptığı habere göre, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin kültür bakanlarının Bakü'de düzenledikleri "Medeniyetler arası diyalog, Avrupa ve ona komşu bölgelerde devamlı gelişimin ve barışın temeli" konulu konferansta konuşma yapan Türkiye Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Yaşadığımız yüzyılda toplumların, dinlerin, devletlerin birbirini tanıması ve saygı duyması en önemli konulardan biri. Çünkü barış, devletlerin birbirini tanımasıyla sağlanabilir. Sadece barış sayesinde ülkeler arasında ekonomik ve kültürel ilişkiler kurulabilir." dedi.
Bakü'de düzenlenen söz konusu toplantının öneminden bahseden Günay, "Konferans çok iyi organize edilmiş. Konferansın Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa ülkelerinin yanı sıra bütün dünya devletleri için faydalı olacağına inanıyorum." dedi.
Günay, ayrıca toplantının iyi organize edilmesinden dolayı mevkidaşı Ebulfez Karayev'i tebrik etti.

 

RUSYA BASINI

VREMYA NOVOSTEY: "AZERBAYCAN, TÜRKMENİSTAN VE TÜRKİYE, TRANS-TÜRK ENERJİ KORİDORUNUN KURULMASINA KARAR VERDİLER"

MOSKOVA, 02/12(BYE)--- Tirajı günde 51 bin olan liberal eğilimli Vremya Novostey gazetesinin 2 Aralık 2008 tarihli sayısında, Aleksey Grivaç ve Arkadi Dubnov imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

Cumartesi günü Türkmenbaşı kentinde Azerbaycan, Türkmenistan ve Türkiye Cumhurbaşkanlarının ilk zirvesinde, üç kardeş halk arasında ebedi dostluk kurulmasından söz edildi. Tahmin edildiği gibi, İlham Aliyev, Gurbanguli Berdimuhamedov ve Abdullah Gül hiçbir ortak belge imzalamadı ve hatta yapılan görüşmeler hakkında ortak bildiri bile yayımlanmadı. Bunun da ötesinde, üç liderin konuşmalarında, Trans Hazar boru hattı şöyle dursun, "doğalgaz boru hattı" sözleri bile ifade edilmedi -Trans Hazar boru hattı, Türkmenistan'daki doğalgaz yataklarıyla Azerbaycan'ın boru hatları sistemine veya Nabucco boru hattına bağlanabilir-. Buna rağmen Aşkabat muhabirimiz, üç liderin buluşmasının, Trans-Türk doğalgaz koridorunun yapımı yönünde gelecekte yapılacak çalışmalar için bir nevi siyasi bir temel oluşturduğunu söyledi. Bu boru hattıyla, Türkmen doğalgazı -ve belki Orta Asya doğalgazı- Avrupa'ya ulaştırılmak amacıyla Türkiye'ye nakledilecek. Bugün Türkmen, Özbek ve Kazak doğalgazının tek alıcısı durumunda olan Rusya tabii böylece by-pass edilmiş olacak.
Ankara çoktan beri, AB ile Hazar Denizi bölgesinde doğalgaz üreten ülkeler arasında "enerji köprüsü" olma niyetinde. Yani Türkiye, doğalgazın teslimatını kontrol etmek için Avrupalı alıcılarla başlıca görüşmeci olmak ve bu amaca ulaşmak için Türk kardeşliği tezini kullanmak istiyor.
Zirvenin sonuçları, Brüksel ve Washington açısından ümit verici olmalı. Zira, AB ve ABD -özellikle son zamanlarda- Hazar Denizi bölgesindeki doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınmasında, yani güney doğalgaz nakil koridorunun kurulmasında ısrar ediyor.
Yeni Trans-Türk koridorunun karşısında, çeşitli sorunların yanı sıra büyük jeopolitik sorunlar bulunuyor. Orta Asya'dan doğalgazı Türkiye'ye ulaştırmak için boru hattının, önce Hazar Denizi'nin üzerinden geçmesi gerekiyor. Oysa bu denizin yasal statüsü henüz belirlenmiş değil. Üstelik boru hattının, Gürcistan veya Ermenistan topraklarından geçmesi gerekiyor. Kaynağımız, üç liderin en büyük kuşkularının, özellikle ağustos ayında Gürcistan'da yaşanan olaylardan sonra Azerbaycan ile Türkiye arasındaki kesimde olduğunu belirtti. Projeye, Ermenistan'ın da dahil edilmesi konusu bile ele alındı. Türkiye ve Azerbaycan, Karabağ sorununun barışçı yolla çözüleceğini ve Osmanlı İmparatorluğu'nda işlenen Ermeni soykırımıyla ilgili gerginliğin sona ereceğini ümit ediyorlar. Türkiye'nin, Ermenistan ile siyasi ve ekonomik ilişkileri normalleştirmek için harcamakta olduğu çabalar ve Yukarı Karabağ'ın statüsünün düzenlenmesinde aracı olma çabaları giderek daha belirgin hal alıyor. Güney Kafkasya'da silahlı çatışmadan kısa süre sonra Türkiye Cumhurbaşkanı ilk kez Erivan'ı ziyaret ederek, Ermeni meslektaşıyla görüştü. Dün ise Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki diplomatik görüşmelerin devam ettiğini belirtti.
Gerçi Aliyev, Berdimuhamedov ve Gül arasındaki görüşmeler hakkında güvenilir kaynaktan bilgi alan muhatabımız, doğalgaz boru hatlarının hem Gürcistan, hem de Ermenistan toprakları üzerinde aynı anda inşa edileceğini ve kullanılmasının jeopolitik duruma bağlı olacağını söyledi. Fakat Aliyev, Berdimuhamedov ve Gül'ün bu konuda acele etmesine hiç gerek yok. Çünkü, Gazprom'un inşa ettiği boru hatlarına alternatif olan ve gelecek yıl işletmeye alınması öngörülen Orta Asya-Çin doğalgaz boru hattı çalışmaya başlamadan ihtiyatlı davranmayı tercih eden Türkmenistan lideri, Rusya'yı by-pass edecek projelerin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği konusunda karar vermede kararsız görünüyor.


Güncelleme: 09/01/2009 / Hit: 7,163

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı