ENGLISH
  Güncelleme: 16/04/2009

2009-02-05 AB Bülteni

2009-02-05 AB Bülteni

 

Bülten No : 019 05 Ocak 2009

DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

 

ABD BASINI

The Washington Institute: "Obama Türkiye'nin AB Çıkmazına Çözüm Olabilecek mi?: "Avrupalılar, Aralık 2008'de Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan krizi, Rusya'nın kendilerine de gaz akışını kesebileceği endişesiyle izlediler. Bu durum, Türkiye'nin AB'ye katılımının potansiyel faydalarını gündeme getirdi; çünkü Türkiye, Hazar havzasından petrol ve doğalgaz tedariğinde alternatif bir rota konumunda. Ne var ki Türkiye'nin Birliğe katılım görüşmeleri Fransa'nın da dahil olduğu bazı büyük Avrupa ülkelerinin, Ankara'nın üyeliği için yolu açmaya isteksiz olmaları nedeniyle sekteye uğradı. Dahası Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Hükümeti sürece olan ilgisini kaybetti. Durum kasvetli görünse de Başkan Obama, iki tarafı uzlaşma için harekete geçirmeye çalışmalıdır, zira Türkiye'nin AB üyeliğinin ABD için stratejik bir getirisi var.
Avrupa'nın ve Türkiye'nin tutumlarına bakılırsa Türkiye'nin AB'ye katılım şansı biraz zor görünüyor.
AB ile katılım müzakerelerini sürdürse de Türkiye Avrupai değerlerden uzaklaşmaya devam ederse Birliğe katılma şansını bitirecek. Washington (ve Brüksel) potansiyel ortağı olarak Türkiye'ye, kadın-erkek eşitliğini, medya özgürlüğünü, güçlerin ayrılığını, dini özgürlükleri ve ‘din-devlet' ayrılığını da içeren Avrupalı bir Türkiye vizyonuna işaret eden doğru bir mesaj vermelidir. İstedikleri hükümeti seçmek Türklere kalmış olsa da Brüksel ve Washington, şayet Türkiye AB yolunda ilerlemeye devam edecekse, Ankara'dan Avrupalı değerlere destek vermesini bekleyebilir ve beklemelidir. Türkiye tam anlamıyla Avrupa standartlarını yakalayana ve AB'ye katılımı siyasi bir taktik değil, stratejik bir hedef olarak gören bir hükümete sahip olana kadar gerçek bir liberal demokrasi olmayacaktır." (Soner Çağaptay/04.02)

 

ALMANYA BASINI

Süddeutsche Zeitung: Avrupa Türkiye'yi Kızdırıyor ve Ankara da NATO'yu Rehin Alıyor": "Ankara, 2004 yılından beri AB ile NATO arasında askeri alanda muhtemel bir ortaklığı bloke ediyor. Kıbrıs Cumhuriyeti 2004 yılında AB üyesi olduğundan beri Türkiye'nin ‘European Defence Agency (EDA)' adlı savunma oluşumuna katılmasına karşı çıkıyor. Halbuki AB Türkiye'ye, EDA'ya ortak olabileceğine dair bir söz vermişti. Kıbrıs Cumhuriyeti ise, Türkiye'nin AB ile herhangi bir güvenlik anlaşması bulunmaması nedeniyle, Türkiye'nin bu oluşumun dışında tutulmasını istiyor. Kıbrıs Cumhuriyeti aynı zamanda Türkiye'nin AB ile bir güvenlik anlaşması imzalamasına da karşı çıkıyor.
Bu nedenle bu meselede bir çözüm sağlanamıyor. Kıbrıs NATO üyesi değil, fakat Türkiye 1952 yılından beri NATO üyesi bir ülke. NATO'dan bir diplomat, AB'nin Türkiye'nin üyeliği konusunda nihai bir karar veremediği için NATO'nun adeta bir ‘rehine' olduğundan söz ediyor. Bu durumda Ankara'nın kendisini dışlanmış hissetmesi doğal karşılanmalıdır.
Brükselli AB uzmanları, AB ile NATO arasındaki askeri ortaklığın bloke edilmesinin ‘oldukça zararlı'olduğunu belirtiyorlar. Türkiye NATO üyesi olmayan Kıbrıs Cumhuriyeti ile NATO kapsamında ortak hareket etmeyi istemiyor.
27 AB ülkesinden 21'i aynı zamanda NATO üyesi ülkeler. NATO'dan yetkililer bu ‘şizofrenik' çekişmenin NATO-AB ilişkilerine zarar verdiğini hatırlatıyorlar. Her ne kadar AB son zamanlarda askeri kapasitesini artırma yoluna gitmiş dahi olsa, NATO'nun sahip olduğu stratejik kabiliyetten çok uzaklarda.
Bu çekişmeden aynı zamanda NATO'nun Kosova ve Afganistan'daki misyonları da etkileniyor. Özellikle Afganistan'da AB'nin talebi üzerine Alman polisleri de yerel polis teşkilatını eğitmek için görev yapıyorlar. Gerektiğinde bu kuvvetlere NATO askerlerinin destek çıkabilmeleri için AB ile NATO arasında yazılı bir mutabakatın bulunması gerekiyor. Türkiye'nin veto siyaseti nedeniyle bu tür bir mutabakat da sağlanamıyor.
ABD'nin yeni Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye'nin yerinin AB'de olduğunu ve 40 yıldır çözülemeyen Kıbrıs sorununun buna bir engel olmaması gerektiğini ifade ediyor. Ancak Brüksel'deki müzakereler Kıbrıs sorunu çözülmediği sürece daima başarısızlıkla sonuçlanma riski altında. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanlar bu durumdan rahatsızlık duymuyorlar. Fakat bu çekişme AB'yi güçlendirmezken, NATO'yu da kızdırmaktadır." (Christiane Schlötzer/04.02)

Die Welt: "Batı'ya Giden Uzun Yolun Sonuna mı Gelindi?" : "Türkiye yıllardan beri NATO nezdindeki tek Müslüman ülke olarak Batı'ya demirlenmiştir ve Avrupa'da birçoklarına göre, sonuçta kaçınılmaz AB üyesi olarak görülmektedir. Ancak Recep Tayyip Erdoğan'ın, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Davos'ta katıldığı tartışma toplantısını öfkeyle terk etmesiyle doruk noktasına tırmanan Gazze Savaşı ile ilgili şaşırtıcı açıklamaları ve davranışları, sadece Türkiye'nin güçlü adamının kendisine hakim olamamasıyla değil, aynı zamanda ülkesinin dünya yönüyle ilgili soruların da ortaya atılmasına neden oluyor.
Tabii ki stratejik ortaklar arasında da eleştiri yapılabilir ve İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonun da onaylanması gerekmez. Ancak, Erdoğan'ın sloganları kabul edilebilirlik çerçevesini aşmıştır.
Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'tan kaçışı belki günün birinde Vladimir Putin'in iki yıl önce Münih Güvenlik Zirvesindeki agresif konuşması gibi -dünya politikasının değiştiğine işaret eden- bir sembolik eylem olarak görülecektir. Vladimir Putin Münih'te, Rusya'nın yeni büyük güç olma gayretini yanlış anlaşılmaya yer vermeyen bir şekilde duyurmuş ve Batı'nın eski güç rakibinin yeniden canlandığını ifade etmişti. Davos'ta ise muhtemelen, Atatürk'ün bir zamanlar başlattığı Türkiye'nin Batı'ya giden uzun yolu sona erdi.
Türk politikasında uzun süredir paradoks olan, -ılımlı da olsa- tam da bir İslamcı partinin ülkeyi liberalleştirmesi ve AB tarafından talep edilen demokrasi ve hukuk devleti reformlarını kabul ettirmesiydi. AK Parti bu yüzden, CDU benzeri bir partiye dönüşebilecek durumda olan, muhafazakar, demokrasiyi benimseyen dini kökenli bir İslami hareket olarak görüldü. Şimdi ise Erdoğan'ın kendisini, uluslararası sözcülüğüne soyunduğu Hamas gibi İslamcı örgütlere, Batı'ya olduğundan daha yakın hissettiği görülüyor. Öte yandan bir süreden beri iç siyasette sergilediği tutumu da, Türkiye'nin reformlarının ona sadece, eski elitleri güç odaklarından uzaklaştırma amacına ulaşmak için bir araç olarak hizmet ettiği şüphesini uyandırıyor.
Türkiye, Avrupa için Batı'da bir Müslüman ülke ve Müslüman dünyasında bir Batılı ülke olarak her zaman çifte köprü başı işlevi nedeniyle önem taşımıştır. Eğer Erdoğan şimdi Batı karşıtı bir hava yayarak Türkiye'yi, örneğin Mısır ya da Suudi Arabistan'dan daha da İsrail düşmanıymış gibi gösterecek olursa, ülkesinin Şark ile Garp arasındaki aracı rolünü riske atar. Türkiye, Erdoğan başbakanlığında bu özel konumunu ve böylece de Batı için değerini kaybedecektir." (Clemens Wergin/04.02)

İNGİLTERE BASINI

Financial Times: "Yıpranmış Avrupa Bekleme Odasında Umutları Canlı Tutuyor": "AB'nin 50 yıllık tarihinde, her zamankinden daha fazla baskı altında olan finans sistemleri ve gerileyen ekonomileri ile blok liderleri, yeni ülkeleri Birliğe dahil edip etmemeleri gerektiği tartışmasından daha acil sorunlarla karşı karşıya.
2004-2007 arasında üye sayısı 15'ten 27'ye çıkan Birliğin bu hızlı genişlemesini halen kabullenmeye çalışan daha eski ve kalkınmış AB devletleri için durum kesinlikle böyle.
Ancak 2009 bir sürprizler yılı olabilir. Aralık ayına kadar AB, katılım müzakerelerini tamamlayan bir ülke (Hırvatistan), ilerleme kaydeden bir diğer ülke (Türkiye), üyelik müzakerelerine başlamaya hazırlanan bir üçüncüsünü (Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya) ve üyelik için resmi başvurusunu yapmış beş ülke (Arnavutluk, Bosna-Hersek, İzlanda, Sırbistan ve Karadağ) daha görebilir.
AB'nin, ülkeleri teker teker almak yerine blok halinde kabul etme tercihi göz önüne alındığında mantıklı bir tahmin, Arnavutluk, Bosna, Makedonya, Sırbistan ve Karadağ'ın 2015-2020 tarihleri arasında hep birlikte katılabilecekleri yönünde. Türkiye'ye gelince; hiç kimse gerçekten cevabı bildiğini söyleyemez.
Ancak takip edecek AB genişlemesi pek de kolay olmayacaktır. Makedonya'nın Yunanistan ile resmi adı konusunda bir anlaşmaya varamaması halinde üye olması düşünülemez. Müslüman Hırvatlar ve Sırplar arasında kalmış Bosna, üniter bir devlet gibi faaliyet gösterememektedir. Türkiye'nin katılım müzakereleri ise, ilerlemekten çok Kıbrıs sorunu halledilmediği sürece bu yılın ilerleyen zamanlarında krize dönüşebilir. " (Tony Barber/04.02)

 

NOT: Bu bülten, 04.02.2009 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.


Güncelleme: 16/04/2009 / Hit: 3,374

Copyrights © 2023 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2023 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı