ENGLISH
  Güncelleme: 18/11/2008

2008-09-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2008-09-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

JUNGE WELT: "İNSAN HAKLARI KONVANSİYONU İHLALİ"

ANKARA, 19/09(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Junge Welt gazetesinin 19 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, Nico Sandfuchs imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Ankara çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

Türkiye, Roman azınlığıyla ilgili ayrımcılık içeren bir kitap nedeniyle Strasbourg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde hüküm giyme riskiyle karşı karşıya. Türk televizyon kanalı NTV'nin çarşamba günü bildirdiği üzere, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayımlanan "Türkiye Çingeneleri" ile ilgili bir kitap yüzünden yaklaşık dört yıldır görülen dava, belirleyici dönemece girdi. Söz konusu bu davaya ise, Romanların hakları konusunda tanınmış bir eylemci olan Mustafa Aksu vesile oldu. Aksu uzun yıllardır üstüne basa basa Türk okul kitaplarından, kaynaklar ve sözlüklerden azınlık karşıtı bölümlerin çıkarılması için çabalıyor.
Aksu, resmi bir kurum tarafından yayımlanan kitabın "Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu'na aykırı olduğu" görüşünde. Uzmanlar ise Ankara'nın bu davada hüküm giymesine kesin gözüyle bakıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığının kitabında gerçekten de çok sayıda ırkçı düşmanlıklar yer alıyor. Aksu 140 sayfadan oluşan kitabın 40 sayfasında, Roman azınlığıyla ilgili olumsuz klişeler ve genelleştirmeler tespit etti. Kitapta, Romanlarla ilgili "alınlarının dar ve kafataslarının küçük" olduğu, ayrıca "Romanların geçimlerini büyük çoğunlukla yankesicilik, hırsızlık ve fuhuştan" sağladığına yer veriliyor. Aksu, Türk mahkemeleri karşısında da kitap ile ilgili dava açtı, ancak başarılı olamadı. Ankara'daki bir asliye mahkemesi kitabın "hiçbir şekilde hakaret ve buna benzer şeyler içermediğine" karar verdi. Bu da 2004 yılında bir temyiz mahkemesi tarafından onaylanan bir değerlendirme oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığının kitabı kesinlikle münferit bir olay değildir, çok sayıda ders kitabında ve resmi kurumların yayınlarında da Romanlar veya başka azınlıklarla ilgili buna benzer ifadeler bulmak mümkün. Örneğin, Türk Standartları Enstitüsü (TSE) tarafından yayımlanan "Türk ve Türklük" adlı kitapta, Romanlar, Ermeniler ve Yunanlılar ile iş ilişkisi kurulmaması konusunda kati şekilde uyarıda bulunuluyor.

FİNANCİAL TİMES DEUTSCHLAND: "AVRUPA İMAR VE KALKINMA BANKASI TÜRKİYE'YE KREDİ VERMEYE HAZIR"

BERLİN, 24/09(BYE)--- Tirajı günde 104 bin 518 olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 24 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Yönetim Kurulu, Türkiye'ye ilk defa kredi verilmesinden yana görüş bildirdi. EBRD Başkanı Thomas Mirow, dün bu yönde neredeyse oy birliğiyle alınan tavsiye kararını "uzlaşının etkileyici işareti" olarak niteledi. Mirow, EBRD'nin Türkiye'deki dinamik piyasa ekonomisinin güçlenmesini desteklemesinin, bu ülkeyle güçlü ticari ve yatırım ilişkileri sürdüren Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya ekonomilerine de faydası olacağını kaydetti.

 

AVUSTURYA BASINI

DIE PRESSE: "DIŞİŞLERİ BAKANI PLASSNİK: AVRUPA BİR HRİSTİYAN KULÜBÜ DEĞİL"

VİYANA, 19/09(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 19 Eylül 2008 tarihli sayısında, Klaus Höfler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Graz çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

"AB Türkiye konusunda ne yapacak?" Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, Avrupa dış politikasında oldukça önem taşıyan bu konuda sabırlı olunmasından yana. Plassnik, Presse gazetesinin şef redaktörü Michael Fleischacker ile çarşamba akşamı Graz'da yaptığı söyleşide, "Açık olan sorulara bir çözüm bulabilmek için biraz daha konuşmamız gerekiyor" diyor. Plassnik bu konuda her iki taraf için geçerli olacak bir öğrenme süreci ve uzlaşma eğilimine güveniyor.
Dışişleri Bakanı, "AB'nin kesinlikle bir Hristiyan kulübü olmadığını" belirtiyor. Şimdi bile AB sınırları içinde 20 ila 30 milyon Müslüman yaşıyor. Plassnik, "Daha bazı şeyler öğrenmemiz gerekecek" diyor. Ancak, Türkiye'nin tam üyelik talebi konusunda frene basıyor ve "Ya hep ya hiç şeklinde bir tutum her iki tarafta da yalnızca düş kırıklığına yol açar" diye konuşuyor. Plassnik biraz da gururla, Avusturya'nın Türkiye'nin üzerine biçilmiş bir ortaklığa öncelik veren, fren düğmesine haiz, ucu açık müzakerelerden yana olan çizgisinin giderek Avrupa'daki ana akımın bir parçası haline geldiğini ifade edip ancak burada ne Türkiye ne de Avrupa tarafının peşinen kapıları kapamasının ya da düşman imajı yaratmasının söz konusu olmadığını sözlerine ekliyor.
Plassnik, bunun ardında yatan Avrupa'nın sınırlarına ilişkin soruya ise oldukça çekimser bir cevap veriyor. "Avrupa'nın nerede sona erdiğini cetvel ya da tarih kitapları belirleyemez" şeklinde konuşan Plassnik, özellikle güneydoğu yönünde somut bir çizginin çekilemeyeceğini belirtiyor. AB'nin Balkanlar yönünde genişlemesine kesin gözüyle bakan Plassnik, bu noktada Almanya Başbakanı Angela Merkel'in aksi bir görüş savunuyor. Plassnik, Merkel'in Hırvatistan'ın AB'ye katılımının Lizbon Antlaşması olmadan mümkün olamayacağı yolundaki ifadesini yasal açıdan doğru bulmuyor. Ukrayna'nın katılım şansı konusunda ise o kadar iyimser değil. "Duyduğumuz tüm sempatiye rağmen, gücümüzü aşmamalıyız" diyen Plassnik, "karşılıklı vaatleri yerine getirebilmek için gerekli olan konuma henüz gelinmediğini" belirtiyor.
Plassnik, Avusturya'da Lizbon Antlaşması konusunda bir referandum yapılmasını yasal açıdan gerekli, siyasi açıdan da mantıklı bulmuyor ve "Bu da ne sorunların çözülmesine ne de duruma şeffaflık getirilmesine yol açar" diyor.

--Entegrasyon Konusundaki İhmaller--

Plassnik, AB'nin yeni üyeleri hazmedebilecek duruma gelmesi için Avusturya'nın bazı şeyleri telafi etmesi gerektiğine işaret ediyor. Örneğin entegrasyon... "Bazı şeyleri ihmal ettiğimiz açık" diyor Plassnik. Örneğin göçmenlerin dil sorunları... Plassnik, "bu noktanın geçmişte çok dikkate alınmadığını" itiraf ediyor.
Plassnik, halkın AB'yi benimseme oranını yükseltmek için, ilkokullarda birinci sınıftan itibaren her gün "Avrupa" dersi verilmesini öneriyor. Plassnik ayrıca, AB'nin örneğin altyapı yardımlarının belediyeler düzeyinde bile nasıl bir rol oynadığını göstermek için her belediyede "Avrupa profilleri" oluşturulmasının düşünülebileceğini de belirtiyor.

DIE PRESSE: "ÖNEMLİ OLAN TÜRKİYE'NİN STRATEJİK ROLÜ"

VİYANA, 23/09(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 23 Eylül 2008 tarihli sayısında, Regina Pöll'ün Avusturya'nın dış politikadan sorumlu AB komiseri Benita Ferrero-Waldner ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

--Kafkasya'ya Köprü... Komiser Ferrero-Waldner, Aday Ülkenin Dolaylı Olarak Katılım Şansının Arttığı Görüşünde--

DP: Komisyon Başkanı Barroso, AB'nin Rusların Gürcistan'daki tampon bölgeden çekilmelerinin ardından Moskova ile yeni bir anlaşma yapabileceğini söyledi. Bu sizce gerçekten olabilir mi?

FERRERO-WALDNER: Ben olaylara gerçekçi bir yaklaşımdan yanayım. Ekonomik açıdan aramızda sıkı bağlar var, bu yüzden diyaloğu sürdürmekte ve Rusya ile görüşmelere devam etmekte yarar var; arzu ettiğimiz şekilde değil, şartların gerektirdiği şekilde.

DP: Yani Rusya'nın tampon bölgeden çekilmesine rağmen, AB misyonunun Güney Osetya ve Abhazya'ya henüz girememesini kabullenmemiz mi gerekiyor?

FERRERO-WALDNER: Bu bir çıkış noktası olabilir. Bunu bir-iki turda görüşmek mümkün değil. Bu yüzden yeni bir anlaşma hazırlamakta yarar var. Uluslararası mali piyasalar çalkantı içinde. Aramızda sıkı ekonomik bağlar olduğunu unutmamamız gerekir.

DP: AB, enerji konusundaki bağımlılığı yüzünden siyasi açıdan da ipleri başkasının eline vermiş olmuyor mu? Rusya ile herhangi bir anlaşma yapmak zorunda mı?

FERRERO-WALDNER: Ben böyle düşünmüyorum. Birbirine sıkı sıkıya bağlanmış olan bu dünyada, birlikte çalışmak, yani dünyadaki büyük ekonomik alanlarla birlikte çalışmak önem taşıyor.

DP: AB, misyonuna 1 Ekim'den itibaren Güney Osetya ve Abhazya çevresindeki tampon bölgede başlayacak. AB'nin bu misyonla sınırları güvence altına aldığı, ya da tanımadığı sınırların önünde bile durdurduğu şeklindeki eleştirileri anlayabiliyor musunuz?

FERRERO-WALDNER: Eleştirmek kolay. Halbuki kriz bölgesine ilk giden AB'ydi. Üç gün boyunca çatışmalara ara verilmesini sağladık ve ateşkes görüşmelerini başlattık. Bu belki kusursuz değildi, ama 200 sivil gözlemci yeni bir dönemin başlangıcı. Bu süreç Gürcistan'ın tümünü kapsamalı. AB Gürcistan için önümüzdeki üç yıl için 500 milyonluk bir istikrar ve ekonomi paketi hazırlayacak. Gürcistan önemli bir geçiş ülkesi. Bununla kastedilen enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve güvence altına alınması. Bu konudaki çalışmaları hızlandıracağız.

DP: Planlanan Nabucco boru hattı Kafkasya savaşı yüzünden suya mı düşecek?

FERRERO-WALDNER: Hayır. Aksine. Bu bize yalnız Nabucco konusunda değil, enerji kaynakları ve geçiş rotalarına ilişkin yeni seçenekler arama konusunda da ivme kazandırdı. Burada Ukrayna, tüm Karadeniz bölgesi ve Kafkasya kuşkusuz ki önemli bir rol oynayacak. Bakışlarımızı doğuya ve güneye çevirmemiz gerekir. Türkiye de tabii ki köprü ülke olarak büyük bir rol oynayacak.
DP: Türkiye Kafkasya'daki arabuluculuk girişimleri ve Ermenistan ile ilişkiler yüzünden AB ile müzakerelerde bir canlanma hissedecek mi?

FERRERO-WALDNER: Bu halihazırda iki ayrı süreç. Türkiye ancak bütün ortaklara karşı daha açık bir politika izlerse, bölgede rol oynayabileceğini anladı. Bu beni son derece sevindirdi. Ermenistan ile Türkiye arasında bir görüşme zemini olması zaruri.

DP: Bu sizce Türkiye'nin katılım şansını doğrudan etkilemiyor mu?

FERRERO-WALDNER: Doğrudan olmasa da, tabii Türkiye'nin stratejik rolünü vurguladığı için, belli bir rol oynayacaktır. Ama önce atılan bu çekingen adımların (Ermenistan ile diplomatik ilişkilerde) ardından köklü görüşmelerin gelip gelmediğini görmemiz gerekir.

DP: Türkiye'de örneğin insan hakları konusunda reform yapılmazken de mi?

FERRERO-WALDNER: Birtakım başka eksiklikler de var. Buna rağmen müzakerelere devam edilecek. Ama tabii ki Türkiye'den yeni bir reform paketi konusunda gerçekten harekete geçmesi de istenecek.

DP: AB şimdiye kadar Ukrayna'ya geniş çaplı bir teklifte bulunmadı. Böyle bir şey yapılacak mı?

FERRERO-WALDNER: Ortak üyelik anlaşması hırslı bir anlaşma. Ukrayna'nın ulaşamadığı tek şey açık bir katılım perspektifi. AB'nin hazmetme kapasitesi neredeyse tükenmek üzere. Balkan ülkeleri AB ile müzakere süreci içindeler. Öte yandan eylem yeteneğimizi de korumak zorundayız. Ukrayna ekonomik ve siyasi reformları hızlandırmaya çağrılıyor. Ayrıca gelecekte demokratik istikrar konusunda daha fazla çaba harcaması gerekiyor.

 

BELÇİKA BASINI

EUOBSERVER: "TÜRKİYE, AB MÜZAKERELERİNE İLİŞKİN HAYAL KIRIKLIĞINI ORTAYA KOYDU"

ANKARA, 18/09(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı EU Observer'ın 18 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, Elitsa Vucheva imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, AB'yi, Ankara'nın AB'ye katılım müzakereleri konusunda yavaş hareket ettiği için eleştirdi ve Birliğin ülkesine adil davranması çağrısında bulundu.
Ankara'da büyükelçiler ve yabancı temsilcilik yetkilileriyle akşam yemeği yiyen Erdoğan'ın sözleri Türk medyasında şöyle yer aldı: "Üyelik sürecimiz başlamadan önce başlıkların açılıp kapanması bir sorun yaratmıyordu. Başlıklar açılır ve kapanırdı. Ancak, şu anda bununla mücadele ediyoruz."
Türkiye, 1999 yılından bu yana AB'ye aday ülke konumunda ve katılım müzakereleri Ekim 2005'te başladı.
Türkiye şimdiye kadar -AB üyesi bir ülke olmadan önce tamamlaması gereken- 35 müzakere başlığından altısını açtı ve AB dönem başkanı Fransa bu yılın sonuna kadar iki başlık daha açmayı planlıyor.
Türk Başbakan, "müzakere başlıkları konusunda AB'nin Türkiye kadar hızlı olmadığını" söyledi ve AB'ye, diğer aday ülkelerdeki ilerlemenin Türkiye'de de aynı şekilde uygulanması çağrısında bulundu.
Anadolu Haber Ajansı Erdoğan'ın sözlerini şu şekilde aktardı: "Biz diyoruz ki, bizden öncekilere (AB üyesi ülkelere) nasıl hangi hakları tanıdıysanız bize de aynı hakkı tanıyın. Eğer bizi yük olarak görüyorsanız, o da ayrı bir konu. Bunu da bize açıklayın. Ama Türkiye yük olmaya değil, yük almaya geliyor. Türkiye'yi böyle tanıyın, böyle bilin."

--Kapıyı Açmamalıydınız--

AB, Ankara'ya, ifade özgürlüğü, ordunun Türk toplumundaki önemli rolü, kültürel haklar, sendika hakları, kadın ve çocuk hakları gibi birçok konudaki reformları hızlandırması yönünde çağrıda bulunuyor.
15 Eylül'de Brüksel'de yapılan toplantıda, AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Ankara'ya anayasal reformları hızlandırması yönünde çağrıda bulundu.
Birçok müzakere başlığı, Ankara'nın limanlarını Kıbrıs gemilerine açmayı reddetmesi nedeniyle halen askıda bekliyor.
Türkiye, bölünmüş adanın güneyindeki Rum Hükümetini tanımazken, adanın kuzeyindeki Türk kesimini tanıyan tek ülke.
Bu yılın başlarında, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Ankara'nın limanlarını Kıbrıs gemilerine açmamak yönündeki kararını "Türkiye'nin AB'ye katılım süreci önündeki en büyük engel olarak" nitelendirdi.
Ayrıca, aralarında AB dönem başkanı Fransa'nın da bulunduğu birçok üye ülke 70 milyonluk bir Avrasya ülkesinin AB'ye katılmasını istemiyor.
Erdoğan, AB'nin Türkiye ile katılım müzakerelerine başlamadan önce, -Kıbrıs konusu da dahil- bütün eksiklikler ve sorunların farkında olduğunu söyledi.
Zaman gazetesinin aktardığına göre, Erdoğan AB'ye, "Belki de kapıyı baştan açmamalıydınız" dedi.
FRANSA BASINI

AFP: "AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ"

STRASBOURG(AVRUPA KONSEYİ), 18/09(AFP)(BYE)--- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bugün Strasbourg'da, polisin üç vatandaşa kötü muamelede bulunması yüzünden Türkiye'yi mahkum etti.
İlk dava, 24 Ağustos 1995 tarihinde Yunus Atalay'ın DHKP-C (yasadışı, Devrimci Halk Kurtuluş Partisi) yazısını silmeyi reddettiği için üç polis tarafından dövülmesiyle ilgili.
Polisler gözaltına aldıkları Atalay'ı dövmeye devam ettiler. 29 Şubat 2000'de üç polis memuru kötü muameleden suçlu bulundu, fakat içlerinden ikisinin mahkumiyetleri temyizde iptal edildi. Üçüncü memura gelince, üç aylık hapis cezasında indirime gidildi.
İkinci dava, 27 Ekim 1998 tarihinde Hadiye Dur'un 42 kadınla birlikte siyasi bir toplantıya katıldıkları sırada bir polis tarafından kafatasının arkasına vurulması ve saçlarından tutularak sürüklenmesiyle ilgili.
Üçüncü dava ise, 5 Temmuz 1998 tarihinde Mahfuz Türkan'ın bir çayevinde çalıştığı sırada sarhoş olduğu ve kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle tutuklanması ve ardından kafasını duvara vuran polisler tarafından tekmelenip yumruklanmasıyla ilgili.
Üç davada Mahkeme, 3. maddenin (insanlık dışı ve küçük düşürücü muamelelerin yasaklanması) ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme, Atalay'a 10000 avro, Dur'a 7000 avro ve Türkan'a 5000 avro manevi tazminat verilmesini kararlaştırdı. 

L'HUMANITE: "TÜRKİYE ULUSLARARASI POLİTİKANIN YENİ EKSENİ Mİ?"

PARİS, 19/09(BYE)--- Tirajı günde 54 bin olan L'Humanite gazetesinin 19 Eylül 2008 tarihli sayısında, Françoise Germain-Robin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:

--Ankara, Kafkasya ve Orta Doğu'da Yaşanan Bölgesel Krizler ile Doğu ile Batı, ABD, AB ve Rusya Arasında Bir Arabulucu--

"Türkiye geçmişte sorunlar yaratmış olabilir, ancak bugün çözüm getiren bir konuma sahiptir. Avrupa'da kimse Türkiye'nin dahil olmadığı bir strateji düşünemez. Sizin Cumhurbaşkanınız Sarkozy bile konuşmalarını gözden geçirmek zorunda." TBMM'deki geniş bürosunda bizleri ağırlayan Zeynep Dağı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün iktidardaki partisi AKP'nin Ankara milletvekillerinden. Kendisi ayrıca Avrupa Akdeniz Parlamenterler Asamblesi (AAPA) Türk Grubunun Başkanı ve Ankara Üniversitesi öğretim üyesi olup Rusya hakkında kitaplar yazmıştır. Uluslararası ilişkilere özel bir eğilimi olan Dağı, AKP'nin çok yönlü açılım politikası karşısındaki heyecanını gizlemiyor.

--Etiketlerin, Klişelerin Hiçbir Anlamı Yok--

Zeynep Dağı, AKP'nin "İslamcı değil, her şeyden önce reformcu bir parti" olduğunu ifade ediyor ve "etiketlerle klişelerin hiçbir anlam taşımadığına, tek önemli olanın icraat" olduğuna inanıyor: "AKP, iddialı ve cesur bir politika başlatmıştır. Cumhurbaşkanımızın Ermenistan ziyareti, Başbakanımızın Gürcistan meselesindeki girişimleri, İsrail ile Suriye arasında, ayrıca ABD ile İran arasındaki arabuluculuklarına dikkatinizi çekerim. Tüm bunlar gereklidir ve ekseni olduğumuz bölgeye istikrar kazandırma yönünde gelişmektedir. Öğrencilik yıllarımda Türkiye'nin Batı ile Doğu arasında bir köprü olduğunu duyunca güler, bunu bir klişe olarak görürdüm. Şimdi artık bu gerçek oldu".
Türk hükümetinin Kafkasya krizinde hem temkinli hem de usta bir tutum sergilediği doğru. 1952 yılından beri NATO'nun güçlü direklerinden biri olmasına rağmen, "soğuk savaşa dönmenin Türkiye için olduğu kadar Avrupa Birliği için de kötü bir gelişme" olacağı düşüncesiyle Bush yönetiminin savaşçı tutumuna destek vermemiştir. Türkiye'nin yaşananlara yakından tanık olduğunu hatırlamak gerekir. Gürcistan ile ortak bir sınırı olan ülkeye, ayrıca en az bir milyon Gürcü sığınmış vaziyette. Bunun dışında hesaba Gürcü asıllı olan Lazları da katmalı. Ayrıca Rusya, ülkenin bir numaralı ekonomik partneri ve enerji kaynağıdır. Dolayısıyla Erdoğan hükümeti stratejik konumunu, gerginliği hafifletmek ve diyalog yolunu açma yönünde kullanmakta, krizlerin çözümünde uluslararası mercilere başvurma yoluyla bölgede barış ve istikrarın tesis edilmesini sağlayacak bir "Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Platformu" oluşturulmasını hedeflemektedir.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan "ABD ile Rusya arasındaki dengenin korunmasının" istikrar için önemini vurgularken, Amerikan gemilerinin Karadeniz'e geçiş izinleri konusunda Montrö Antlaşmasının temel olduğunu ve uygulanmaya devam edileceğini açıkladı. Bu mesele, Karadeniz'de tonajını artırmak isteyen Washington ile Ankara arasında bir anlaşmazlık konusu. Bu konunun, önümüzdeki günlerde Brüksel'de yapılacak NATO toplantılarında gündeme gelmesi bekleniyor.
Kendini bölgenin -hem daha bağımsız hem daha açık- güçlü bir aktörü olarak kabul ettirme isteği içerisindeki Türk hükümeti bu yolda iki milliyetçi muhalefet partisinin engeliyle karşılaşıyor. Biri, "Bozkurtların" mirasçısı aşırı sağ çizgideki MHP, diğeri ise Atatürk'ün kurucusu olduğu, Sosyalist Enternasyonal üyesi CHP. Ana muhalefet partisinin eski NATO Büyükelçisi, CHP Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in öfkesi dinmiyor: "Türkiye'yi, laik ve demokratik değerlerini paylaştığımız gerekçesiyle Avrupa'ya bağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmamıza rağmen bugün Avrupalı dostlarımızın sadece İslamcı bir partiye inandıklarını görüyoruz... Neden? Çünkü AKP, gözünüze girmek için her türlü fedakarlıkta bulunmaya hazır. AKP, Kıbrıs, Ermenistan ve Irak'taki ayrıca Kürtlerle ilgili milli ve tarihi çıkarlarımızı harcamaktadır. Kıbrıslı Türklerin ikinci sınıf vatandaş olmalarına izin vermeye, sınırlarımızı bile tanımayan Ermenistan'la utanç verici bir barış için dostumuz Azerbaycan'a ihanet etmeye hazırlar. Bu kabul edilemez."

--Kamuoyunda Destek Gören Açılım Politikası--

Ancak Abdullah Gül'ün Erivan'a tarihi ziyaretinin ardından tepkisine bakılırsa halk tam tersini düşünüyor. Hükümetin, "arabulucu" rolü oynayarak imajını düzeltmesinden gurur duyan kamuoyu, açılım politikasına destek veriyor. Üstelik hükümet, Türkiye'nin birçok bölgesel, siyasi ve kültürel grubun kesiştiği bir coğrafi konumda olmasından istifade ederek, bu rolünü oldukça başarılı bir şekilde yürütüyor. Laik bir ülke olan Türkiye aynı zamanda İslam Konferansı Örgütü üyesi. Bir Müslüman ülke olarak İsrail ile sıkı ilişkiler içerisinde, Hizbullah, Hamas veya son olarak bu yaz Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin de katıldığı Şam zirvesinde görüldüğü gibi Suriye ile de aracı konumunda. Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı AKP'li Murat Mercan, bu durumda Türkiye'nin "yararlı" olduğunu kabul etmekten başka bir yolu kalmayan Sarkozy için "sorumluluk insanı akıllandırır" yorumunda bulunuyor. Türkiye, elindeki kartları en iyi şekilde kullanarak 45 yıldır "nişanlı" olduğu Avrupa Birliği için bir gün vazgeçilmez olma umudunu kaybetmiyor.

AFP: "TÜRKİYE... KÖTÜ MUAMELE İÇİN 'SIFIR TOLERANS'"

STRASBOURG(AVRUPA KONSEYİ), 23/09(AFP)(BYE)--- Avrupa Konseyi bugün Türkiye'den, soruşturmaların yürütülmesiyle ilgili detaylı istatistikler isteyerek, emniyet güçleri tarafından yapılan kötü muamele ve işkence konusunda "sıfır tolerans" politikası talep etti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin aldığı kararların uygulanmasını inceleyen ve Avrupa Konseyi'nin yürütme organı olan Bakanlar Kurulu, 2005 yılında yayımladığı önceki tavsiyenamesinde istediği üzere, gözaltı süresindeki teminatların sağlamlaştırıldığını ve polislerin daha iyi eğitildiğini saptadı.
Ancak Kurul, ağır yasa ihlalinde bulunan emniyet mensupları hakkında kovuşturma yapılmasına ilişkin idari izin konusundaki Türk yasasının belirsizlik taşıdığını gözlemledi.
Son yıllarda Türkiye'ye karşı alınan pek çok karar, emniyet mensuplarının aşırı güç kullanımı sonucunda meydana gelen ölümlerle ilgili. Kararlar, yaşam hakkının korunmasında zafiyet, kayıplar ve kötü muamele ile ilgili olduğu gibi, davacılar için etkin iç müracaat yollarının olmayışıyla da ilgili.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin geçen yıl hakkında 319 kere mahkumiyet kararı verdiği Türkiye, Avrupa Konseyi'ne üye 47 ülke arasında açık ara önde gidiyor.
23 karar insanlık dışı muamelelerle, 8 karar işkence davalarıyla, 95 karar özgürlük ve emniyet hakkıyla ve 99 karar da adil yargılamanın olmayışıyla ilintiliydi.  

AFP: "AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ"

STRASBOURG (AVRUPA KONSEYİ), 23/09(AFP)(BYE)--- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bugün Türkiye'yi, Türk devletini tenkit eden bir röportajı dolayısıyla bir Türk gazeteciyi haksız yere mahkum ederek ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle kınadı.
Kürdistan Gazeteciler Birliği Başkanı ile yaptığı bir röportajın yayımlanmasının ardından İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, gazeteci Sakine Aktan'ı halkı kine ve düşmanlığa teşvik ettiği gerekçesiyle Mayıs 2001 ve Şubat 2004'de iki kere bir yıl sekiz ay hapse ve para cezasına mahkum etti.
Yeni Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin ardından Aktan'ın dosyası yeniden açıldı. Kendisine yöneltilen suçlamalardan Ağustos 2007'de aklandı ancak dava süreci, savcılığın itirazı nedeniyle devam etmekte.
AİHM, söz konusu röportajın şiddet kullanımına, orduya karşı gelmeye, ayaklanmaya veya kine teşvik etmediği hükmüne vardı. Mahkeme bir oya karşılık altı oyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddesinin ihlali bulunduğuna ve Aktan'a manevi tazminat olarak 1.500 Euro verilmesine karar verdi.

 

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "TÜRKİYE DİPLOMATİK DENGE KURMAK ZORUNDA KALACAK"

ANKARA, 19/09(BYE)--- Ibon Villelabeitia bildiriyor:

Geleneksel Batılı müttefikleri dışında ülkelerle de iletişime geçip bir bölgesel güç olarak konumunu sağlamlaştıran Türkiye'nin şu dönemde, eski ve yeni ortakları arasında hassas bir diplomatik denge kurmak gibi zorlu bir işi var.
AB'ye katılmayı umut eden NATO üyesi Türkiye son yıllarda Orta Asya, İran, Rusya, Kafkaslar ve Orta Doğu ile kurduğu diplomatik ve ticari ilişkilerin ardından pek yakında da BM Güvenlik Konseyinde geçici üyelik koltuğuna oturabilir.
Doğal kaynakları olmasa da hem Hazar hem de Orta Asya petrol ve doğalgazının Batılı pazarlara naklini mümkün kılan bir enerji merkezi olarak konumlanmış bulunuyor.
Soğuk Savaş sonrasında Ankara hiçbir zaman Batı ile Avrasya üzerindeki çıkarları arasında tercih yapmak zorunda kalmadı. Ancak şimdilerde, geleneksel müttefikleri ile yeni ve de sürpriz sayılabilecek ortakları arasında tercih yapmak gibi zor bir durumla karşı karşıya kalabilir.
Bu ikilem, Batı ile İran arasında Tahran'ın nükleer programından ötürü ve Moskova ile Batı arasında da Rusya'nın Gürcistan ile kısa süreli savaşı nedeniyle yaşanan gerginlik sonucu su yüzüne çıktı.
Londra Chatham House'dan araştırmacı Fadi Hakura, "Türkiye her zaman herkese cevap veremez. Çok taraflı ilişkileri, onu önceliklerini belirlemek zorunda bırakacak. ABD ve Rusya arasında bir çatışma olursa Türkiye hangi tarafı tutacak?" diyor.

--Soğuk Savaş Siperi--

1950'den bu yana bir NATO üyesi olan Türkiye, Soğuk Savaş sırasında ittifakın Sovyet yayılmacılığı karşısındaki siperi idi.
1989'da Berlin Duvarının yıkılmasından sonra Türkiye daha doğuya bakıp Suriye gibi komşuları ile yakın ilişkiler kurarak dış politikasını çeşitlendirmeye yöneldi. Bu, Şam'ı uluslararası terörizme destek vermekle suçlayan Washington ile Türkiye arasında gerilim yarattı.
2002'de iktidara gelen İslami kökenli AK Parti, Orta Doğu ile ilişkilerini sağlamlaştırarak, Osmanlı Türklerinin yönetimindeki toprakların bir parçası olan bölgeyi yeniden keşfe çıktı.
Türkiye şimdi İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk yapıyor. Güvenlik Konseyinde bir sandalye elde etmek arzuyla da bu yaz bir Afrikalı liderler zirvesine, bir de Karayip ülkeleri toplantısına ev sahipliği yaptı.
Uluslararası Kriz Grubundan Türkiye uzmanı Hugh Pope, "Türkiye diplomatik damgasını basmak ve bir bölgesel oyuncu olmak istiyor. Bu bir prestij meselesi; komşularıyla barışı sağladı sağlamasına da BM'de bir sandalye istiyorsa, dış politikasını yumuşatmalıdır" diyor.
Türkiye ayrıca, Batı ile İran arasında, nükleer program meselesinin çözümüne yardım önerisinde bulundu. Programın bütünüyle sivil amaçlar taşıdığını söyleyen İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad, geçen ay İstanbul'a giderek bir NATO ülkesine ilk ziyaretini de yapmış oldu.
Şu var ki Güvenlik Konseyinde, Tahran'a, nükleer programıyla ilgili taleplerine uymaması nedeniyle daha fazla yaptırım uygulanıp uygulanmaması konusunda oy vermek durumunda kaldığında Türkiye zorlanacaktır.
Ankara, İran'ın elinde nükleer silah olmasını istemez, ancak Tahran ile daha başka yaptırımlardan zarar görebilecek ticaret ve enerji ilişkileri var. Bu tür konularda verdiği oylar arabuluculuk olanaklarını daraltabilir.

--Batı İçin Sorun--

Rusya'nın Gürcistan'a askeri müdahalesi, diplomatik denge kurmanın, Türkiye için ne kadar zor olabileceğini de ortaya koydu.
Komşusu Gürcistan ile yakın ilişkileri olan ABD müttefiki Ankara, Rusya'dan enerji ithalatına büyük oranda bağımlı olmakla birlikte Rusya-Gürcistan savaşı sırasında NATO gemilerinin İstanbul Boğazından Karadeniz'e geçmesine izin vererek Moskova'nın gazabına uğradı.
Düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonundan araştırmacı Ian Lesser, Türkiye'nin Kafkas krizindeki kararsızlığını, NATO ile Rusya arasındaki rekabetin arttığı bir ortamda belirecek transatlantik anlaşmazlıkların habercisi olarak görüyor.
Lesser son araştırmalarından birinde, "Washington ile Brüksel arasındaki ilişkiler soğudukça, bazı Türk stratejistler Avrasya'da alternatif stratejik bağlantılar olasılığını gözden geçirmeye başladılar" diye yazdı.
Moskova'nın Tiflis ile savaşı karşısında endişelenen Başbakan Tayyip Erdoğan, Kafkaslarda bir mekik diplomasisi başlatırken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bir futbol maçı için Ermenistan'a giderek diplomatik ilişkileri olmayan iki ülke arasında neredeyse yüzyıllık düşmanlığı dindirmek için adım attı.
Pope, "Türkiye'nin giderek daha bağımsızlaşıp öz güvene kavuşan dış politikası, artık Türkiye'yi dış politikasında kontrol edememesi durumunda Batı için sorun teşkil edebilir" dedi.
Türkiye, ağır ilerlemekle birlikte AB'ye katılımın ana dış politika hedefi olmayı sürdürdüğünü söyledi ve azalan katılım arzusunu canlandırmak için reformları hayata geçirme sözü verdi.
Ancak siyaset analistleri, Ankara'nın derinlik değil de genişlik diplomasisi yürütmesinin AB'ye üyelik çabasından uzaklaştırabileceğini söylüyor.
Hakura, "Ankara başarılı dış politikasını AB'nin yerine koyarsa hata eder. Zira ilk etapta pek çok ülkeyi ilişki kurmaya çeken, Türkiye'nin AB adaylığı statüsüdür" dedi.

REUTERS: "ERDOĞAN MEDYAYI BOYKOT ÇAĞRISI NEDENİYLE ELEŞTİRİ OKLARINA MARUZ KALDI"

İSTANBUL, 20/09(REUTERS)(BYE)--- Thomas Grove bildiriyor:

Gazeteciler ve iş örgütleri, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümeti eleştiren medya kuruluşunu boykot çağrısının, askeri rejim döneminde basına getirilen sınırlamaları anımsattığını ve toplumu bölebileceğini söylediler.
Hükümette yolsuzluk haberleri üzerine Türkiye'nin en büyük medya baronu Aydın Doğan ile arası açılan Erdoğan bu hafta AK Parti üyelerinden "yalan yanlış haber" yapan gazeteleri evlerine sokmamalarını istedi.
İki hafta önce alenen başlayan tartışma, yatırımcıların, Aydın Doğan'ın firması Doğan Holding, Doğan Yayın ve Hürriyet Gazetecilik'e güveninin sarsılmasına neden oldu.
Türkiye Gazeteciler Cemiyetinden yapılan açıklamada, "Erdoğan'ın boykot çağrısını hukukla ve demokrasiyle bağdaştırmak imkansız. Benzer çağrıların geçmişte askeri yönetimler döneminde yapılmış olması, tedirginliğimizi daha da artırmaktadır" ifadeleri yer aldı.
Hükümet ve medya arasındaki bu tartışma, Avrupa Birliği adayı Türkiye'de basın özgürlüğüne dair şüphelere neden oldu. Hükümet pek çok alanda liberal reformlar gerçekleştirdi, ancak medya ve insan hakları gibi meselelerini yakından izleyen AB'den hala baskılarla karşı karşıya kalıyor.
Türkiye'de yazılı basının ve televizyon kurumlarının neredeyse yarısını kontrolü altında tutan Doğan Yayın Grubu, geçtiğimiz haftalarda İslami bir yardım derneğinin Almanya'da milyonlarca avroyu zimmetine geçirip bu paranın bir kısmını da Türkiye'ye -hükümet yanlısı dini bir televizyon kanalına- göndermesini haber yapmıştı.
İş dünyasının üst düzey yöneticileri, Başbakanın boykot çağrısının hükümeti destekleyenler ve eleştirenler arasındaki bölünmeyi daha da keskinleştirebileceğini söylediler. Tartışmalar, muhalif grupların Erdoğan'ı basını tehdit etme suçlamalarına yol açtı.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden, "Bu çağrının Türkiye'de şu veya bu gazeteyi okuyanlarla okumayanlar arasında bölünme yaratmaya muktedir olduğundan endişe duyuyoruz" açıklaması yapıldı.

THE FINANCIAL TIMES: "AVRUPA İMAR VE KALKINMA BANKASI TÜRKİYE'YE YATIRIM ÖNERDİ"

ANKARA, 24/09(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan The Financial Times gazetesinin 24 Eylül 2008 tarihli sayısında, Helen Warrell imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin özet çevirisi şöyledir:

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Yönetim Kurulu dün bankanın Türkiye'ye yatırım yapması önerisinde bulundu. Türkiye EBRD'nin eski Doğu Bloğu ülkeleri dışında faaliyet göstereceği ilk ülke olma özelliği taşıyor.
Türkiye geçen nisan ayında Yönetim Kurulu'na sermaye talebini iletmişti. Kurulun tavsiyesi ardından kesin kararı bankanın 63 yöneticisi belirleyecek.
EBRD dün yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'ye yapılacak yatırımla, tarımda gelişme sağlanıp enerjinin etkili kullanılmasının sağlanabileceğini; büyük kentler dışında harcamalara yoğunlaşılacağını belirtti.
Yönetim Kurulu küçük yatırımcıyı ve özelleştirmeyi destekleyerek ve kamu hizmeti sağlanmasında özel sektör deneyimlerinden faydalanarak, "açık ve girişimci bir ekonominin" oluşturulmasına yardımcı olabileceklerini kaydetti.
EBRD Başkanı Thomas Mirow ortakların büyük bir bölümünün karara sıcak baktıklarını ifade ederek bu kararı kurumu kuvvetlendirecek "etkileyici bir birliktelik işareti" olarak yorumladı.
Mirow, "Dinamik bir piyasa ekonomisini desteklemememiz sadece Türkiye için iyi olmayacak. Ayrıca bankanın faaliyet gösterdiği bölgelerin -özellikle de Balkan, Kafkas ve Orta Asya devletlerinin- Türkiye ile sahip olacağı güçlü ticaret ve yatırım fırsatlarıyla bu bölgelerin de ekonomileri gelişecek" dedi.
Türkiye, 1991'den bu yana bankanın ortağı olmasına rağmen statüsünü değiştirerek bankanın faaliyet gösterdiği bir ülke olmak istiyor.
EBRD'nin ortaklarını oluşturan AB ülkeleri, Türkiye'nin daha önce bu yöndeki isteğini -birliğin ümit vadeden yeni üyelerine mali destek sağlamak için- reddetse de, Ankara'nın AB'ye üyelik sürecinde yaşadığı zorluklar nedeniyle artık bu isteğe sıcak bakıyor.

REUTERS: "TÜRKİYE'DE İNTERNET SİTELERİNİN KAPATILMASI ÖZGÜRLÜKLERLE İLGİLİ ŞÜPHELERE YOL AÇIYOR"

İSTANBUL, 24/09(REUTERS)(BYE)--- Türkiye'de bir mahkemece, ateist olan ünlü bir İngiliz akademisyene ait internet sitesini yasaklama kararı alınması, AB adayı ülkenin ifade özgürlüğü konusundaki taahhüdüne dair şüpheleri yeniden canlandırdı.
Türkiye'de bu yıl aralarında YouTube'un da bulunduğu yaklaşık 850 internet sitesi kapatıldı. Sayının bu kadar artmasının arkasında, sitelerin mahkeme kararı olmaksızın kapatılabilmesini mümkün kılan -kısa süre önce yürürlüğe giren- yeni yasa bulunuyor.
İstanbul'daki Bahçeşehir Üniversitesinden Cengiz Aktar şöyle diyor: "İnternetle ilgili düzenlemelere baktığınızda Türkiye, Tunus ya da Kuzey Kore ile aynı grupta görünüyor, bu da AB şartları açısından pek de iyiye işaret etmiyor. (...) İnternet, bilginin yayılması açısından en önemli araçlardan biri, emsalsiz bir araç ve interneti yasaklamak ifade özgürlüğünü yasaklamak anlamına geliyor."
Müslüman ülkede yaratılışçılığın önde gelen savunucularından Adnan Oktar'ın, Oxford Üniversitesinden evrim teorisi savunucusu profesör Richard Dawkins'in sitesinde kendisine hakaret edildiğini ileri sürmesinin ardından bu ayın başında Dawkins'in internet sitesi kapatılmıştı.
Türkiye bu yıl AB reform çalışmaları kapsamında, medya ve toplum konusunda, iki yeni başlığın daha açılmasını umut ediyor. Ancak uzmanlara göre, Avrupa, Türkiye'deki internet düzenlemelerinden pek de memnun olmayacak.
Türkiye'de sitelerin büyük çoğunluğu, intiharı özendirdiği, çocuk pornosu içerdiği, uyuşturucu maddelere erişimi kolaylaştırdığı ve fuhuşu teşvik ettiği suçlamalarıyla mahkeme kararıyla kapatıldı.
Ancak aralarında YouTube'un da bulunduğu bazı siteler, modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ya da milliyetçi bir zihniyete sahip ülkede hassas bir konu olan Türklük kavramını aşağılamak sebebiyle kapatıldı.
Kullanıcıların şikayetleri doğrultusunda mayıs ayında Telekomünikasyon Kuruluna yetki tanıyan bir yasanın kabulüyle internet düzenlemeleri daha da sertleşti.
Bilkent Üniversitesi Hukuk Bölümünde öğretim görevlisi Ceren Ünal, "Tüm yapmanız gereken internet sitesinin adını vermek ve neden yasadışı olduğunu düşündüğünüzü belirtmek. Telekomünikasyon Kurulu şikayetinizi dikkate aldığında, ki genellikle alıyorlar, site kapatılıyor" diyor.

--Kütüphaneyi Kapatmak--

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman ancak laik bir anayasası bulunan ülkede, internet sitelerinin kolaylıkla kapatılabiliyor olması ifade özgürlüğü savunucularını şaşkına çeviriyor.
Bilkent Üniversitesinden internet konusunda uzman Mustafa Akgül, "Bu durum bir kitapta iki sayfayı yasadışı bulup buna tüm kütüphaneyi kapatarak tepki vermeye benziyor. Bu sadece Avrupa Birliğinin bir parçası olmakla değil, demokratik olmakla ilgili bir mesele. Dünyanın geri kalanına katılma meselesi" diyor.
Mahkemenin internet sitelerini yasaklamasına tepki olarak bu yazın başında 500 civarında internet sitesi kendi kendine sitelerini kapattı. Bu sitelerin giriş sayfasında kalın kırmızı harflerle yazılmış "Bu Siteye Erişim Kendi Kararıyla Engellenmiştir" ifadesiyle, YouTube için kullanılan "erişimi mahkeme kararıyla engellenmiştir" ifadesine alaycı bir gönderme yapılıyordu.

 

LEFKOŞA BASINI

MAHİ: "REHN: AVRUPA KOMİSYONU TÜRKİYE'NİN ÇÖZÜM İÇİN GEREKENİ YAPACAĞINDAN EMİN"

LEFKOŞA, 18/09(BYE)--- Fanatik sağ eğilimli Mahi gazetesinin 18 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

AB'nin Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn, Avrupa Parlamentosundaki (AP) Rum milletvekillerinden Yoannis Kasulidis'in Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan'ın 20 Temmuz Kıbrıs Türk Harekatının yıldönümü dolayısıyla Kuzey Kıbrıs'a ziyaretiyle ilgili sorusuna karşılık, "Avrupa Komisyonunun, üçüncü ülke hükümetlerinin başkanlarının ziyaretlerini, ayrıca saygı değer kişilerle ilgili konuları yorumlamadığını" söyledi.
Rehn, AB'ye üye ülkelerin KKTC'yi tanımadığını da hatırlattı ve çözümün gerekliliğine vurgu yaptı. Rehn, Avrupa Komisyonu'nun bu amaçla BM'nin çabalarını ve iki toplum liderini desteklediğini kaydetti.
Rehn, Komisyon'un, "Türkiye'nin Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla elinden gelen her çabayı göstereceğinden emin olduğunu" da belirtti.

--Joyet Türkiye'nin Kafkaslar'daki Rolüne Değindi--

Öte yandan, Kafkaslar'a ilişkin konular hakkında dün gerçekleştirilen AB Dış İlişkiler Komitesi'nde konuşan Avrupa konularından sorumlu Fransız Bakan Jean-Pierre Joyet ise, Türkiye'nin Kafkaslarda oynayabileceği istikrar sağlayıcı role atıfta bulundu.
Rum parlamenter Yoannis Kasulidis ise Fransız Bakana, "Kıbrıs sorununun olası çözümünün, Türkiye için ne derece emsal teşkil edebileceğini" sordu.
Fransız Bakan da cevaben, "AB'nin Türkiye'yle tüm görüşmelerinde, Kıbrıs sorununun çözümünün önemini öğütlediğini, öte yandan Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda şart teşkil ettiğini" belirtti.

FİLELEFTHEROS: "CUMHURBAŞKANININ MESAJLARI"

LEFKOŞA, 19/09(BYE)--- Tirajı günde 26 bin olan bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 19 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Cumhurbaşkanı Hristofyas, Mehmet Ali Talat ile dünkü görüşmesinden önce hem süreçle hem de sürecin özüyle ilgili Türk tarafına açık bir mesaj gönderdi.
Birincisi, Türk lideri Talat'ın müzakere masasında başka konuştuğunu, fakat halkı başka şekilde bilgilendirdiğini belirtti.
İkincisi ise, Türk tarafının zamanı törpülemekten vazgeçmesi gerektiğini ve müzakereleri oyalamaması gerektiğini belirtti. Bunlar, gelişme aşamasında olan süreç içerisinden kaynaklanan saptamalardır.
Türk tarafı aynı mantığı sürdürmeye devam ediyor. Konumlandırmalarını tezlerine dayandırmayı amaçlıyorlar, buna paralel olarak da, gerilimler ve karşı karşıya gelmeler ortaya çıkıyor.
Orgeneral Başbuğ, Türkiye'nin çok güçlü Milli Güvenlik Kurulu tarafından belirlenen resmi politikadan bahsetti. Orgeneral, Türk basınına yapmış olduğu ilk konuşmasında, Kıbrıs sorunuyla ilgili pek konuşmadı. Özellikle, AB'ye uyarılar gönderdi. Türkiye'nin AB'ye katılımındaki stratejik amacını desteklediğini ifade ederek, bunun Türkiye'nin Kıbrıs konusuyla ilgili normları tanıyacağı anlamına gelmediğini belirtti.
Türkiye'nin, AB üyeliğinin, Birliğin çalışmalarını şekillendiren ilkelere uymasıyla bağlantılı olduğunu anlaması gerekir. Hiçbir ülke AB'ye katılımdan dolayı milli haklarından ödün vermemiştir. Türkiye bu konuyu, ulusal çıkarlarını korumak için değil, bir AB ülkesi olan Kıbrıs'ın haklarını ihlal etmek için gündeme getirmektedir.
Türkiye ve Kıbrıs'ın geleceği Avrupaidir. Kıbrıs Cumhuriyeti Avrupa Birliğine üye bir devlettir; ancak Türkiye, katılım için AB'ye adaydır. Eğer Ankara bu umuda yatırım yapıyorsa, o zaman katılmak istediği yeni çevreye ve yeni olgulara ayak uydurması gerekir. Eğer beklerse, Avrupa Birliği kendi planlarını uygulayacak, o zaman da Avrupa Birliği'ne girmek için çok bekleyecek.

POLİTİS: "BAŞLANGIÇ 2004 YILINDA OLDU"

LEFKOŞA, 23/09(BYE)--- Tirajı günde 4.500 olan bağımsız liberal eğilimli Politis gazetesinin 23 Eylül 2008 tarihli sayısında, Anna Andreu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

AB'nin beklediği reform hareketlerini hızlandırmak için faaliyete geçmeye hazırlanan Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Önceliğimiz Avrupa Birliği'dir" diye açıkladı. Erdoğan hükümeti ise bu reform hareketlerini yavaşlatmakla suçlanıyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletler'in Genel Kurul toplantısı için New York'a gittiğinde, reform hareketlerinin gerçekleştirilmesinin gerekli olduğuyla ilgili hem hükümete, hem de Türkiye Büyük Millet Meclisine uyarıda bulunmaya hazırlandığını açıkladı.
Siyasi analizciler, Erdoğan hükümetinin kendi partileri Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılmasına ilişkin davadan sonra, Erdoğan'ın Başbakan olarak kalmasının tek yolunun AB olduğunu belirten öngörülere rağmen, Avrupa reform paketini ilerletmeme yönünde yol aldığını ileri sürülüyorlar.
Aynı siyasi analizciler, Erdoğan hükümetinin şimdi ne yapmaya çalıştığı konusunda kendi kendilerine soru soruyorlar. Acaba, Birliğe katılma amacından vazgeçip yaşanacak olan bütün krizleri üstlenerek, aracı rolüyle bölgesel güç olarak yükselmeyi mi arzulayacak? Veya Recep Tayyip Erdoğan, bu reform hareketlerini hızlandırmadan önce Mart 2009'daki yerel seçimleri mi bekliyor? Sonuç olarak Türk Hükümeti, amacının ülkenin AB'ye tam üyeliği olduğunu açıklamaya devam ediyor.

--Görüntü Değişimi--

Ankara'nın uluslararası alandaki yeni girişimleri, ülkenin yurt dışındaki görüntüsünü düzeltmeye yöneliktir. Türkiye Cumhurbaşkanı, "Ermenistan'a yapılan ziyaret Türkiye'yi farklı bir konuma getirdi. Şimdi ülke, anlaşmazlık istemeyen değil, uzlaşma arayan bir ülke görünümüne bürünüyor. Bu değişim 2004'te Kıbrıs'ta yapılan referandumla başladı. Bu görüntüyü Birleşmiş Milletler de görmek istiyor" diye açıkladı. Şimdi Ankara, petrol çıkarlarının bulunduğu Kafkaslar'da da rol almak istiyor.
Uzun zamandır Dışişleri Bakanı olmamasına rağmen ülkenin dış politikasındaki girişimleri üstlenen Abdullah Gül, "Rusya önemli bir güçtür. Moskova'ya da gideceğiz. Dağlık Karabağ'da çözüm için Rusya'nın da yardım edeceğini umut ediyorum" dedi.
Aralarındaki ilişkilerde sorunların aşılması için Türkiye-Ermenistan-Azerbaycan üçlü görüşmesini öneren Türkiye Cumhurbaşkanı, "Her şeyden önce güven gerekmektedir. Eğer bu fırsatı kaybedersek, belki de önümüzdeki 15-20 yıl boyunca beklemek zorunda kalacağız" dedi.

YUNANİSTAN BASINI

KOSMOS TU EPENDİTİ: "ANKARA KAFKASYA YOLUNDAN AVRUPA İLE YAKINLAŞIYOR"

ATİNA, 22/09(BYE)--- Tirajı haftada 96.598 olan Kosmos tu Ependiti gazetesinin 20 Eylül 2008 tarihli sayısında, Hristina Pulidu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye büyük bir bölgesel güç olmayı, Orta Doğu ile Kafkasya arasında kavşak olmayı amaçlıyor. Daha yüksek bir konumda bulunarak, bir yandan ABD ile ilişkileri yönünde daha iyi dengeler kuracağını ve AB'ye üyeliği müzakerelerinde daha iyi şartlar sağlayacağını hesaplıyor, aynı zamanda bu görkemli ulusal stratejiye Kıbrıs sorununun çözümlenmesini dahil ettiği anlaşılıyor.
Erdoğan hükümeti hayatta kalıp kalamayacağına dair önemli bir kriz yaşarken, örmeye başladığı uluslararası ağın, kurtulmasına yardımcı olabilecek bir ağ olabileceğini de düşünerek, bölgesel konumunu yükseltme yönündeki planını uygulamaya başladı. Bu nedenle son altı ay içinde ani bir manevrayla Ermenistan ile ilişkilerini yeniden düzenledi, Kafkasya'da bir işbirliği ekseni şekillendirdi aynı zamanda da Suriye-İsrail yakınlaşmasında arabuluculuk rolü oynadı, Pakistan ve Afganistan arasındaki gergin ilişkilerde de buna benzer bir rol oynamaya çalıştı.
Ermenistan yönündeki girişim çok etkiliydi; "soykırım" terimi etrafında şekillenen tarihi sürtüşme, ulusal kültür ve konu etrafındaki ulusal diplomasi Ermenistan'ı Türkiye'nin ulusal "tabu"larına dâhil etmişti. Bu durumda Azerbaycan ile Ermenistan arasında çatışmaya yol aşan Dağlık Karabağ, durumu daha da olumsuz etkilemişti, Türkiye ile Azerbaycan, söz konusu bölgedeki özerkçileri destekleyen Ermenistan'ı "cezalandırmak" için 1993 yılından beri sınırları kapatmıştı.
Bütün bu gelişmeler geçmişte yaşanmasına rağmen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ülke çıkarlarının enerji alanında üçlü işbirliğini gerekli kıldığını değerlendirerek, "yıldırım bir hareketle" Erivan'ı müteakiben de Bakü'yü ziyaret etti. Ankara bu işbirliğini Türkiye, Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Azerbaycan belki de (talebi yerine getirilirse) İran'ın da katıldığı Kafkasya için İşbirliği Platformunu daha da geliştirmeyi planlıyor. Bu hareketlenme ABD'nin kaygılanmasına neden oldu; Başkan Bush, Recep Tayyip Erdoğan'a telefon etti ve bu girişimlerin kapsamı hakkında bilgi edinmek istedi.
Bununla birlikte Ankara aşamalı bir şekilde Orta Doğu'ya yayılmaya başladı, Suriye-İsrail müzakerelerinin başlaması için arabuluculuk yaptı, öte yandan Cumhurbaşkanı Gül'ün temsilcisi Pakistan-Afganistan-Türkiye arasında üçlü bir görüşme düzenlerken, Türk hükümeti Körfez ülkeleriyle işbirliği protokolü imzaladı, bu arada da Türkiye'nin İslam kültürü televizyon dizileriyle Asya ve Afrika'nın Müslüman toplumlarına hızla yayılmaya başladı.

--Statü Yükseliyor--

Türkiye elinde bu dosyayla yeniden AB ile müzakere masasına dönüyor, AB Komisyonu ve bazı üye ülkeler tutumlarını yeniden gözden geçiriyor. Belçika, AB'nin Kafkasya'ya sızması gerektiğini savunurken, Türkiye'yi Avrupa Birliği'nin bölgedeki "stratejik ortağı" olarak nitelendirdi.
Öte yandan AB Komisyonu da, Türkiye'yi "iyi komşuluk ilişkileri için tebrik ederek, dolaylı bir şekilde ortakların AB-Türkiye ilişkilerinin gidişatını, Türkiye'nin Kafkasya'daki 'yapıcı rolünü' de hesaba katarak tekrar gözden geçirmelerini" önerdi. Ancak, AB Komisyonu Ankara'ya ülkenin "askeri devlet" olmaktan çıkması için anayasasını değiştirmesi yönünde baskı uygulayınca Ankara, reformları sürdürmek için AB'nin katkısına ihtiyacı olduğu, art arda siyasi gerginliklerin, ekonomik sorunların ve yerel yönetim için yapılacak seçimlerin bu konuyu ele alma olanaklarını daralttığı cevabını verdi. Örneğin Ali Babacan enerji bölümüyle ilgili müzakerelerin başlamasını önerdi ancak buna, AB yolunun uzun olduğunu, programlı hareket etmenin, sistematik çabaların sarf edilmesinin gerektiği üzerinde ısrar eden Fransa dönem başkanlığının tepkisiyle karşılaştı. Türkiye'nin "cesaret ve cazibe" operasyonuna karşı direnmeye devam eden ülkeler, bu aşamada Ankara'ya daha yapacağı birçok işi olduğunu göstermek için Kıbrıs'ı gösteriyorlar. Bu baskı, bunun yanı sıra da Kıbrıs'ın ağırlığından kurtulmak için AB içinde de uygulanan baskılar bağlamında bir şeyler yapılacağı anlaşılıyor. Sonuç olarak Türkiye oldukça sık siyasi krizlerine rağmen, zorlu koşullar altında uluslararası konumunu yükselten ulusal stratejisini çizmiş, buna benzer örnekleri başka hiçbir komşu ülke gösteremez.

ELEFTHEROTİPİA: "NAPOLİTANO: TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ İÇİN KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜME KAVUŞMASI ŞART"

ATİNA, 24/09(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 24 Eylül 2008 sayısında, Lena Pagoni imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

"Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinin devam etmesi ön koşulu, Kıbrıs sorununun çözülmesidir. Bu, Yunanistan'ı ve AB'yi yıllardır zorlayan bir konudur." Bu tezleri her zamanki gibi, çok veya az önemli konuma sahip Yunanlı bir politikacı değil, dost komşu ülke İtalya'nın Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano ifade etti.
Cumhurbaşkanı Napolitano dün, Cumhurbaşkanı Karolos Papulias ile bir görüşme yaptı. İki Cumhurbaşkanı 2009 yılında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinden önce Lizbon Anlaşmasının onaylanması ve AB'nin Batı Balkanlara doğru genişlemesi gerektiğinin de altını çizdiler. Ayrıca, Gürcistan krizini de ortak tezler çerçevesinde ele aldıklarını açıkladılar.
Cumhurbaşkanı Papulias, İtalyan Cumhurbaşkanına Pathenon'dan koparılan ve Palermo'da bulunan rölyef mermer parçasını geri getirdiği için teşekkür etti ve Parthenon Tapınağının mermerlerini geri almak isteyen Yunanistan için bu jestin çok önemli olduğunu belirtti.
Dün ana muhalefet partisi Başkanı Yorgo Papandreu ile ve Meclis Başkanı Dimitris Siufas'ı da kabul eden İtalyan Cumhurbaşkanı Napolitano'nun bugün öğlen saatlerinde Başbakan Kostas Karamanlis ile görüşmesi bekleniyor.

 

MAKEDONYA BASINI

NOVA MAKEDONİJA: "AB TÜRKİYE'DEN ANAYASA REFORMU İSTİYOR"

ANKARA, 18/09(BYE)--- Makedonya'da yayımlanan Nova Makedonija gazetesinin 18 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Brüksel, siyasi krizlerin engellenmesi ve AB üyeliğinin önünün açılması için Türkiye'den Anayasa reformu istedi.
AB'nin genişlemeden sorumlu temsilcisi Olli Rehn, Türkiye-AB Troykası toplantısında, Türk Anayasası Reformu fırsatının kaçırılmamasını, bu sayede tüm vatandaşların hak ve özgürlüklerinin güçlendirileceğini açıkladı.
AB'ye göre Türkiye'de reformlar, sadece ülkenin Avrupa perspektifi açısından değil, yıllardır devam eden siyasi krize bir son verme açısından da gerekli.
Rehn Ankara'nın, iktidarda olan partinin kapatılması istemini Anayasa Mahkemesinin reddetmesiyle sonuçlanan bu son krizden sonra reform fırsatını kaçırmaması gerektiğini düşünüyor.

 

ABD BASINI

AP: "AB: GÜRCİSTAN KRİZİ TÜRKİYE'NİN ÖNEMİNİ ARTIRDI"

HELSİNKİ, 19/09(AP)(BYE)--- Matti Huuhtanen bildiriyor:

AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn bugün yaptığı açıklamada, Gürcistan krizinin, Türkiye'nin Kafkaslar'da olduğu kadar Birlik açısından da önemini artırdığını ifade etti.
Rehn, Türkiye'nin, kendisine komşu bölgelerde aktif ve başarılı bir diplomasi yürüttüğünü belirtti.
Türkiye, ağustos ayındaki savaşın ardından barışa katkı için Gürcü ve Rus yetkililerle ayrı ayrı temaslarda bulunmuştu.
Ayrıca Türkiye, AB ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine katkıda bulundu ve İstanbul'daki İsrail-Filistin görüşmelerine aracılık etti.
Rehn, Helsinki ziyareti esnasında basın mensuplarına yaptığı açıklamada, "Türkiye, Avrupa ile İslam dünyası arasında çok önemli bir köprü vazifesi görmeyi sürdürüyor" dedi ve "Son haftalardaki olaylar, AB perspektifinden sadece Türkiye'nin stratejik önemini artırdı" diye ekledi.
Rehn, Türkiye'nin Birliğe üye olup olmayacağı veya bunun ne zaman gerçekleşebileceğine dair herhangi bir açıklamada bulunmadı.
Birliğe katılmaya istekli ve halen birlik ile katılım müzakerelerini yürüten Türkiye'nin, Kafkaslarda istikrarı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde "çok önemli bir girişimde" bulunduğunu da ifade eden Rehn, "Şu an Kafkaslardaki problem, bölgede ikili temasta bulunmayan Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve kısa bir süre öncesine kadar Türkiye ile Ermenistan gibi birçok ülkenin bulunmasıdır" diyerek konuşmasını şöyle sürdürdü: "Türkiye bölge çapında görüşmelerde çok aktif ve AB bunları destekliyor."
Rehn, Abdullah Gül'ün Ermenistan ziyaretini de, iki ülkenin ilişkilerini normalleştirmeye başladıklarına bir işaret olarak değerlendirip ziyaretin siyasi etkilerini "kayda değer" olarak niteledi.

AP: "ABD'DEN AB'YE ENERJİ KAYNAKLARINI ÇEŞİTLENDİRMESİ ÇAĞRISI"

BRÜKSEL, 22/09(AP)(BYE)--- ABD'nin yeni AB Büyükelçisi bugün, Rusya-Gürcistan savaşının, AB'nin Rus petrol ve doğalgazına alternatifler bulma ihtiyacına yeni bir ivedilik kazandırdığını söyledi.
Büyükelçi Kristen Silverberg, "Rusya'nın uluslararası topluma meydan okuma eğilimi, uluslararası hukuku ihlal etmesi ve komşularını tehdit etmesi, bu konuda ilerleme kaydedilmesinin neden bu kadar önemli olduğunu hatırlatmaktadır" dedi.
Silverberg gazetecilere yaptığı açıklamada, AB'nin enerji kaynaklarını ve tedarik rotalarını çeşitlendirmek üzere Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve diğer ülkelerle birlikte çalışması gerektiğini belirtti ve "Genel olarak tedarik rotalarını çeşitlendirmenin AB'nin çıkarına olduğunu düşünüyoruz" dedi.
AB'nin petrol ve gazın Moskova'nın kontrolünde olmayan rotalardan batıya doğru akışını temin etmek için boru hatları ve diğer altyapıları geliştirmek üzere özellikle Türkiye ile yakın işbirliği içinde çalışması gerektiğini kaydeden Silverberg şöyle konuştu: "Türkiye'nin Hazar gazı için uygun ve faal bir geçiş yolu haline getirilmesine katkıda bulunmak için Avrupa'nın Türkiye ile yakın işbirliği içinde çalışmasını umuyoruz. Bu, bir geçiş anlaşması için makul koşullar konusunda Türkiye ile müzakerelerde bulunmayı da kapsıyor. Bu, etkin bir geçiş yolu olmasını temin etmek üzere altyapısını iyileştirmesine yardım etmek konusunda Türkiye ile işbirliği yapmak anlamına geliyor."

AZERBAYCAN BASINI

HALK CEPHESİ: "TÜRKİYE'NİN AB'YE TAM ÜYE OLMASI BİR ARAÇTIR, HEDEF DEĞİL"

BAKÜ, 19/09(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 19 Eylül 2008 tarihli sayısında, Göktürk imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

TSK Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, televizyon ve ajans muhabirlerinin katıldığı iki günlük bir toplantı düzenledi. TSK'nın başlıca amacının terörle mücadeleyi kısa bir süre içerisinde bitirmek olduğunu söyleyen Başbuğ, en çok terör eyleminin 1993 (5.717) ve 1994 (6.446) yıllarında gerçekleştirildiğini söyledi. 2008 yılında 1.170 terör eylemi yapıldığını bildiren Başbuğ, "Irak konusu, Türkiye için hayati önem taşımakta. 1994 yılında 867, 2008 yılında ise 134 askerimiz şehit oldu" dedi. Türkiye'nin durumunun Avrupa ülkelerine benzemediğini ifade eden Başbuğ, Suriye'den katılanların PKK'nın üçte birini oluşturduğunu, Güneydoğu Anadolu'dan ise söz konusu terör örgütüne katılanların sayısının az olduğunu bildirdi.
Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklu bulunan emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'un TSK yetkilileri tarafından ziyaret edilmesiyle ilgili soruyu cevaplandıran Başbuğ, konuyla ilgili Başbakana herhangi bir bilgi verilmediğini söyledi. Başbuğ ayrıca, Eruygur'un sağlık durumunun kötüleşmesinden dolayı üzüldüğünü vurguladı.
Gürcistan'daki olaylarla ilgili görüş bildiren Başbuğ, NATO Genelkurmay Başkanı'nın Bulgaristan'da düzenlediği toplantıya ve ABD Genelkurmay Başkanı'yla yaptığı görüşmeye değinerek, "Kimse, Gürcistan'da yeniden askeri operasyonların başlayacağını sanmıyor. Bundan sonra ne olacak? Rusya'nın bölücüleri tanıması konusunun BM Güvenlik Konseyi'nden geçmesi çok zor" dedi.
NATO-Türkiye ve AB-Türkiye ilişkilerinden bahseden Başbuğ, Türkiye'nin, NATO'da büyük bir nüfuza sahip olduğunu söyledi ve "TSK, Türkiye-AB ilişkileri çerçevesinde devlete aykırı olan tüm tekliflere karşı. Türkiye'nin AB'ye tam üye olması bir araçtır, hedef değil" dedi.

 

LÜBNAN BASINI

AS SAFİR: "TÜRK GENELKURMAYI BASINA AÇILIYOR: PKK ÇÖKÜŞTE... AB'YE GİRMEK ARAÇTIR"

BEYRUT, 18/09(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan As Safir gazetesinin 18 Eylül 2008 tarihli sayısında, Muhammed Nureddin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan makalenin çevirisi şöyledir:

Yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, kaynağı belirsiz internet bildirilerinden uzak durarak, silahlı kuvvetler, kamuoyu ve basın arasında sürekli ilişkiler ve şeffaflık başlığı altında yeni sayfa açmaya kararlı olduğu görülüyordu.
AKP'ye yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak ve Star gazetelerinin de ordunun basın toplantılarına davet edilmesi bunun ilk işaretlerini veriyordu, ki bunların ve başka gazetelerin, 28 Şubat 1997'de Necmettin Erbakan Hükümetine karşı yapılan operasyondan sonra ordunun basın toplantılarına katılmaları yasaklanmıştı.
Üç saat devam eden basın toplantısında gazetecilere yaptığı açıklamada İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığının internette bildiri yayınlamayı azaltacağını, bunun yerine Halkla İlişkiler Dairesi Başkanı marifetiyle her cuma günü basın toplantısı yapılacağını ifade etti. Başbuğ, basın mensuplarının resmi görüşmelerde veya olur olmaz silahlı kuvvetlerin etrafında dolaşmasının rahatsızlık verdiğini ve dünyada böyle bir şey olmadığını söyledi. Gelecekte bunun tekrarlanmaması için gereken adımların atılacağını ilave etti.
Ordunun, Türkiye'ye karşı meydan okumalar karşısındaki tavrını ortaya koyarak 3 saat süren basın toplantısı sırasında birçok konuya temas eden Başbuğ, bazılarının orduyu siyasete çekme teşebbüsünden duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, ordunun temel görevinin terörle (Kürt terörüyle) mücadele etmek olduğunu belirtti ve orduyu siyasete alet etmeme çağrısında bulundu. Bu çerçevede Başbuğ, süresi gelecek ayın ortalarında dolacak olan Kuzey Irak'ta PKK ile mücadele operasyonunun süresinin uzatılmasında hükümet ile mutabakata varıldığını belirtti. Başbuğ, "Meclisin de onay vereceğinden eminim" dedi.
1984'ten bugüne kadar PKK ile mücadelenin neticelerini anlatan Başbuğ, şöyle dedi: "32.000 terörist öldürüldü, 14.000 terörist tutuklandı veya yaralandı, 6.482 asker şehit oldu, 5.560 sivil hayatını kaybetti." Başbuğ, PKK'lı militan sayısının bugün 6.000 olduğunu, bunların dörtte birinin Suriye asıllı olduğunu ve PKK eylemlerinin 90'lı yıllara göre gerilemede olduğunu söyledi.
"PKK dağılma sürecine girmiştir. Henüz dağılmadı, ama dağılacağını gösteren çok işaretler vardır" diyen Başbuğ, sözlerini şöyle sürdürdü: "PKK terörü daha önce de bitirilebilirdi. Ama biz bazı hatalar yaptık ve dengeleri değiştiren bazı gelişmeler oldu. Örnek olarak 1988 Halepçe soykırımını, Birinci Körfez Savaşı ve İkinci Irak savaşını sayabiliriz."
"Kuzey Irak'ta ABD ile karada ve havada istihbarat işbirliği yapmak harika bir şeydir" diyen Başbuğ, PKK'yı şöyle niteledi: "PKK, uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir örgüttür. Finansmanının büyük kısmını uyuşturucu kaçakçılığından sağlamaktadır. Aynen Afganistan'da Taliban'ın gelirinin yüzde 70'inin de afyon tarımı ve kaçakçılığından sağlandığı gibi." Başbuğ, Kuzey Irak'taki güvenlikten, bölgeyi kontrol etmekte olan peşmergelerin sorumlu olduğunu söyledi ve peşmergenin görevini yapmaması halinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapması gerekeni yapacağını ifade etti.
Başbuğ, İslamcı grupların eyleme geçmesi hakkında şöyle dedi: "Bu İslamcı grupların eylemleri, devletin sosyal hizmetleri iyi vermemesinden kaynaklanıyor... Bir öğrenci bulunduğu yerde huzur bulamazsa, huzuru bulmak için bu gibi gruplara gidiyor. Sağcı veya solcu ya da İslamcı olsun, isteklerine cevap veren bir gruba girip üye oluyor. Bu tür grupların büyümesinin sebebi, ekonomiktir ve eğitime dayanır. Bunlar, din perdesi altında ekonomik krizlerden faydalanıyorlar."
Başbuğ, Silahlı Kuvvetlerin, Türkiye-AB görüşmelerinin yavaş yürümesinden sorumlu olmadığını ileri sürdü. Türk ordusunun AB'ye karşı tavır almadığını söyledi. 30 Ağustos'ta söylediklerini tekrarlayan Başbuğ şöyle dedi: "Silahlı Kuvvetlerin önceliği, gelişmek ve modernleşmektir. AB'ye tam üye olmak, Atatürk'ün istediği gibi kalkınmak, gelişmek ve modernleşmek için bir vesiledir."
Başbuğ üstüne basa basa tekrarladı: "Bu bir hedef değil, bir vesiledir. Devletin birliğini ve bünyesini zayıflatan inisiyatiflerle gelmemesini AB'ye söyledik. Türkiye'yi üyeliğe kabul etmezseniz Balkanlar'da gücünüz sona erecektir. Bu coğrafya, Türkiye'ye önem ve sorumluluk veriyor. Türkiye Orta Doğuda laik ve demokratik tek devlettir."
"Gürcistan konusunda Türkiye'nin tavrı başından itibaren dengeli ve doğruydu" diyerek hükümetin takip ettiği dış politikayı öven Başbuğ şöyle dedi: "Bizim Gürcistan ile iyi ilişkilerimiz vardır. Rusya ile de iyi ilişkilerimiz vardır." Başbuğ, Gürcistan'ın NATO'ya girmekte acele etmemesi gerektiğini ve bunu zamana bırakması gerektiğini söyledi.
Afganistan konusunda Başbuğ şöyle konuştu: "Oradaki problem NATO'nun problemidir, ABD'nin değil. Orada durum hem NATO ve hem de ABD için endişe vericidir. Durum kötüdür, parlak değil."
Washington ile münasebetler konusunda Başbuğ, ABD Genelkurmay Başkanı Michael Mullen ile görüştüğünü ve ona şöyle sorduğunu söyledi: "Sizinle stratejik ilişkiler mümkün mü? Eğer mümkünse, bana göre bu, küçük krizleri çözmektir, büyük konularda anlaşmaktır ve eğer aramızda bu seviyede ilişkiler olursa hiçbir şeyin bu ilişkileri engellememesi lazımdır."
Başbuğ, Türkiye'nin NATO ile olan münasebetlerinin zaafa uğradığı yolundaki söylentileri reddetti. NATO'nun esas olarak siyasi bir ittifak olduğu belirten Başbuğ, İttifak bünyesinde en büyük heyetin Dışişleri Bakanlığı misyonu olduğunu söyledi. Hırvatistan ve Arnavutluk'un gelecek sene katılacağı NATO'nun, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan ile de işbirliği planları olduğunu ifade etti. Başbuğ, "Cumhurbaşkanı karar vermiş ve gitmiştir" diyerek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan ziyareti hakkında herhangi bir yorum yapmayı reddetti.

THE DAILY STAR: "AB RAPORUNDA TÜRKİYE'YE REFORMLARINA HIZ VERMESİ ÇAĞRISINDA BULUNULACAK"

ANKARA, 19/09(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan The Daily Star gazetesinin 19 Eylül 2008 tarihli sayısında, David Cronin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Yetkililerin söylediği üzere, bu yıl içerisinde Avrupa Birliği'ne katılma çabalarıyla ilgili resmi bir değerlendirmede Türkiye'den, ifade özgürlüğüyle ilgili reformlarına hız vermesi istenecek. Avrupa Komisyonunun kasım ayında Türkiye konusunda yayımlayacağı yıllık raporunda, Ankaralı yetkililerin AB'ye üyelik özleminin gerçekleşmesi amacıyla yaptığı reformlarla ilgili değerlendirmelere yer verilecek.
Bu yılın genelinde Türk siyasi yaşamı, liderlerinin İslamcı geçmişlerinin ülkenin anayasal laik düzenini tehdit ettiği iddialarıyla Adalet ve Kalkınma Partisine karşı açılan davaya kilitlendi.
Türkiye'nin en yüksek mahkemesinin temmuz ayında kapatma talebini reddetmesine rağmen, Avrupa Komisyonunun Türk Masası Şefi Jean Christophe Filori, "bu davanın, enerjinin tümünü tükettiğini ve dikkatleri reformları takip etme ihtiyacından başka bir yöne çevirdiğini" söyledi.
Brüksel'de Türkiye hakkındaki bir toplantıda Filori yine de atılan bazı adımlara ilişkin iyimserdi.
Filori, ülkenin Ceza Yasası'nın 301. maddesinin değiştirilmiş olmasının olumlu olduğunu söyledi. Filori ayrıca yanlış muamele hakkındaki şikayetlerin artmış olmasına rağmen, gözaltında şiddet vakalarında "devamlı bir azalma" kaydedildiğini belirtti.
Ancak, İnsan Hakları İzleme Örgütü o kadar iyimser değil. Grubun Türkiye raportörü Emma Sinclair-Webb "Genel olarak son birkaç yılda insan haklarıyla ilgili reformların uygulanmasında bir duraksama var. Bu yıl da duraksama yaşanıyor" dedi.
Webb, 301. maddenin değiştirilmesi çabalarına da eleştirel bakıyor. Webb, Türk Meclisinin bu yıl onaylamış olduğu reformlarla 301. maddeden sadece bazı ifadelerin çıkarıldığını söylüyor ve maddenin toptan kaldırılmasının daha uygun olduğunda ısrar ediyor.
301. madde; Türk yetkililerine 1915'te 1.5 milyon Ermeninin Osmanlı Türkleri tarafından katledilmesinin soykırımla eşdeğer olduğunu kabul etmeleri çağrısında bulunan entelektüellere karşı uygulandı. Bu maddeden dolayı suçlamalarla karşı karşıya kalanlar arasında Nobel ödüllü Orhan Pamuk ile Türkçe ve Ermenice olarak iki dilde yayımlanan bir gazetenin yazı işleri müdürüyken aşırılık yanlıları tarafından geçen yıl öldürülen Hrant Dink de yer alıyor.
Reformlarla Türklüğü aşağılama suçunun yerini "Türk milletini aşağılama" suçu aldı. Şimdi ise, uygulamaya konması için Adalet Bakanının onayı gerekiyor. Bu ayın başlarında Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Dink cinayetinden bir gün sonra yaptığı konuşma nedeniyle yazar Temel Demirer'e karşı dava açılmasına izin verme kararı aldı.
Demirer'in avukatı Şiar Rişvanoğlu bu kovuşturmanın, yetkililerin Avrupa Birliği, demokrasi, yapısal reformlar ve insan haklarıyla ilgili verdikleri sözlerin birer masaldan ibaret olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.


Güncelleme: 18/11/2008 / Hit: 4,754

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı