ENGLISH
  Güncelleme: 02/06/2009

2009-03-19 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2009-03-19 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

DİE WELT: "CDU ŞİMDİLİK SADECE HIRVATİSTAN'I AB'YE ALMAK İSTİYOR"

BERLİN, 09/03(BYE)--- Tirajı günde 264.270 olan muhafazakâr sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 8 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Reuters kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:

CDU, AB'nin genişlemesine yakında ara verilmesini istiyor. Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung'da yer alan bir habere göre, CDU yalnızca Hırvatistan'ın AB'ye alınmasını, ardından AB'nin genişlemesine şimdilik ara verilmesini istiyor. CDU'nun haziran ayında yapılacak Avrupa seçimleri programında, AB'nin birkaç yıl içinde 15 üyeden 27 üyeye genişlemesinin büyük bir çaba gerektirdiğinden söz ediliyor ve CDU'nun bu nedenle yeni üyelikler yerine kimlik ve AB kurumlarının sağlamlaştırılmasına öncelik verilen bir konsolide döneminden yana olduğu belirtiliyor.
Parti, Türkiye'nin AB üyeliğini reddetmeye devam ediyor. Seçim programında, aday ülkelerin düşünce özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği, azınlıklar ve din özgürlüğü gibi tüm katılım kriterlerini yerine getirmesi gerektiğine işaretle, CDU'nun bu nedenlerden dolayı Türkiye ile ayrıcalıklı ortaklığa gidilmesini doğru çözüm olarak gördüğü belirtiliyor.

MAERKİSCHE ALLGEMİNE: "BİZ TÜRKİYE'NİN TAM ÜYELİĞİNİ İSTEMİYORUZ"

BERLİN, 10/03(BYE)--- Tirajı günde 149 bin 880 olan Maerkische Allgemeine gazetesinin 10 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, Alexander Christoph imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, CSU'lu Politikacı Manfred Weber ile yapılan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--CSU Aşağı Bavyera Yöneticisi ve 2004 Yılından Beri AB Milletvekili Olan Manfred Weber, Aynı Zamanda Avrupa Parlamentosundaki EVP-ED Grubunun İç Politika Sözcüsüdür--

CHRİSTOPH: Avrupa Seçimleri kampanyasında hangi noktalara ağırlık vereceksiniz?

WEBER: Biz Türkiye'nin tam üyeliğini değil ayrıcalıklı ortaklığını istiyoruz. Brüksel büyük ödevlere konsantre olmalı ve her yaşam alanına müdahale etmemelidir. Bizler çok net bir şekilde, -örneğin, tarım politikasında- daha az bürokrasiden yanayız.

CHRİSTOPH: AP milletvekillerinin doğrudan seçiminden yanasınız. CSU bu şekilde dolaylı yollardan yüzde 5 barajı kaldırmak mı istiyor?

WEBER: Avrupa politikasının en önemli sorunu insanların Brüksel'deki politikacıları tanımıyor olmasıdır. CSU, bu yüzden, kendi seçim bölgesinde doğrudan seçimi mümkün kılan bir sistemden yana. Avrupa böylece tanınan bir simayla temsil edilecektir. Ayrıca bu sistem genel seçimlerde başarıyla denenmiştir.

CHRİSTOPH: Halk oylamaları yönündeki talep de bu yüzden mi?

WEBER: CSU Avrupa'nın merkezî konularında halk oylamasına gidilmesini istiyor çünkü biz tıpkı Fransa ve Danimarka'da olduğu gibi insanların sürece daha çok dâhil edilmesini istiyoruz. Politikanın çok daha yoğun bir şekilde Avrupa ile meşgul olması ve insanlara neden yakın iş birliğine ihtiyaç duyulduğunu anlatması gerekir.

BİLD: "FEDERAL MECLİS VE AB, TÜRKİYE'DE BASININ İDARE EDİLMESİNDEN ENDİŞE DUYUYORLAR"

BERLİN, 10/03(BYE)--- Tirajı günde 3.401.000 olan bulvar gazetesi Bild'in 10 Mart 2009 tarihli sayısında "nik" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

--Başbakan Tayyip Erdoğan Tarafından Ülkesindeki Eleştirel Medyaya Uygulanan Baskının Giderek Artması Almanya ve AB'yi Alarma Geçiriyor--

Son olay: Türkiye'nin en büyük medya kuruluşu Doğan Grubu, maliye tarafından verilen büyük bir vergi cezasıyla yok olma tehdidi altında.
Federal Meclis Avrupa İşleri Komisyonu Başkanı Gunter Krichbaum, AB Komisyonu Başkanı Barroso'ya yazdığı bir mektupta, AB Komisyonunun çabuk ve sert tepki göstermesini talep ederek, "Türkiye'de basın ve düşünce özgürlüğünün giderek tehlikeye maruz kalması, Komisyonun enerjik ve kararlı bir şekilde tepki göstermesini gerektirmektedir" diye yazdı ve "Doğan Grubuna pratikte devlet tarafından el konulmuştur" ifadesini kullandı.
Türkiye ve Almanya'daki gözlemciler bunun "siyasi bir manevra" (TAZ) olduğundan eminler. Krichbaum, mahkeme tarafından verilen cezanın kanunen uygun olup olmadığı bile incelemeden, Doğan Grubunun talep edilen ceza karşılığında daha bugünden teminat ödemek zorunda bırakılmasının özellikle eleştirilmesi gerektiği görüşünde.
Avrupa Parlamentosu (AP) da Erdoğan'ın bu davranışı karşısında kayıtsız kalmak istemiyor. AP'nin yarın Türkiye'yi, ülkenin AB üyeliğinin sorgulanmasına neden olan çok sayıda ihmal nedeniyle sert bir şekilde kınaması bekleniyor.
AP'nin yetkili "raportörü" Alexander Graf Lambsdorff, "AB'ye katılmak isteyen bir ülkede, basın özgürlüğüne saygı her türlü kuşkunun üzerinde olmalıdır. Eleştirel gazeteci ve medya organlarına eziyet edilmesi bizi derinden endişelendiriyor" açıklamasını yaptı.

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "TÜRKLERE SERBEST GİRİŞ HAKKI MI?"

BERLİN, 10/03(BYE)--- Tirajı günde 153.247 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 10 Mart 2009 tarihli sayısında, Matthias Thieme imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--AB Adalet Divanının Bir Kararı, Federal Polis Teşkilatı ve Federal İçişleri Bakanlığında Kafa Karışıklığına Neden Oluyor--

Federal polis teşkilatı mensupları geçenlerde bir sorunla karşılaştı: Resmi hizmet bilgisayarları üzerinden her zaman ulaştıkları ve uzman çevrelerde takdir gören "Polis Teşkilatı İçin Yabancılar Hukuku" adlı internet sitesine ulaşamadılar. Bunun yerine, "Bahse konu internet sitesine erişim BPOLP Ref 52'nin talimatı üzerine bloke edilmiştir" ifadesiyle karşılaştılar. Amirler, siteye erişimi engellemişti.
Polis memurları bu durumu kesinlikle anlayışla karşılamıyorlar. Alman Kriminal Polis Memurları Birliği, sansürden söz ediyor, zira söz konusu internet sitesini hazırlayan başkomiserler Volker Westphal ve Edgar Stoppa, yabancılar hukuku konusunda standart bir eser kaleme almış olan iki saygın uzman ve hatta Lübeck'deki Federal Polis Akademisinde ders veriyor. Peki ne yaptılar?
Westphal ve Stoppa, Avrupa Adalet Divanının Türk vatandaşlarının vize yükümlülüğüne ilişkin bir kararını (Rs. C-228/06) yorumladılar ve buna göre yakında çok sayıda Türk'ün Almanya'ya vizesiz giriş yapabileceği sonucuna vardılar. Bu yorum şimdi Federal İçişleri Bakanlığında telaşa neden oluyor.
Avrupa Adalet Divanının yalnızca münferit bir konu hakkında karar verdiğini söyleyen Bakanlık Sözcüsü, "Bu, Türk vatandaşlarının temel vize yükümlülüğü üzerinde hiçbir değişiklik yapmaz" diyor. Ancak Westphal ve Stoppa, cesaretlerinin kırılmasına izin vermiyorlar. Edgar Stoppa gazetemize yaptığı açıklamada, "Söz konusu karar uyarınca, çok sayıda Türk Almanya'ya vizesiz gelebilir" dedi. Stoppa, bunun Türk turistlerin, ziyaretçilerin, dil öğrenimi ve tıbbi tedavi görmek isteyenlerin üç ay süre için Almanya'ya vizesiz gelebilecekleri anlamına geldiğini, aynı şekilde kamyon sürücüsü ya da iş adamı gibi hizmet sunan kişilerin de bundan yararlanabileceklerini söylüyor.
Stoppa devamla, hizmet sunumu özgürlüğü ile vize yükümlülüğü arasındaki genel ilişkiyle ilgili olan söz konusu mahkeme kararında, Türk vatandaşlarının bundan böyle Almanya'ya serbestçe giriş yapabileceklerinin açıkça ortaya konduğunu, diğer uzmanların da kararı bu şekilde yorumladıklarını söylüyor. Stoppa, bunun kendi bilimsel yorumu olduğunu ve Federal Polis Teşkilatı için Federal İçişleri Bakanlığının genelgelerinin bağlayıcı olduğunu vurguluyor.
Stoppa, bu konuya gösterilen hararetli tepkileri, Türklere yönelik vize yükümlülüğünün "siyasi bir konu" olmasıyla izah ediyor, ancak kendisinin hukukla ilgilendiğini, bu nedenle vizesi olmadığı için sınırdan geri çevrilecek turistler tarafından açılacak her davanın başarı şansının büyük olacağına emin olduğunu söylüyor.
Hükûmet çevrelerinde ise, vize yükümlülüğünün devam etiği, Türklerin vizesiz giriş yapmasının "kesinlikle mümkün olmadığı" ve mahkeme kararının yalnızca çok sınırlı bir grup için geçerli olduğu ifade ediliyor. Westphal ve Stoppa'nın internet sitesi dün yeniden Federal Polis Teşkilatı memurlarının erişimine açıldı.

DER WESTEN: "ALMAN PARLAMENTOSU TÜRKİYE'DEKİ MEDYA SAVAŞINDAN ENDİŞE EDİYOR"

ANKARA, 11/03(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Der Westen haber portalının 10 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan DDP/AFP kaynaklı, İstanbul/Berlin çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Almanya, Türkiye'de patlak veren basın özgürlüğüyle ilgili mücadeleyi, büyük bir endişeyle takip ediyor. Türk Başbakan uzun bir süredir, ülkesinde kendisini eleştiren basına karşı mücadele ediyor. Son zamanlarda durum kontrolden çıktı.
Bild gazetesinin verdiği bilgilere göre, Alman Parlamentosu, Türkiye'de devletin medyayı giderek daha fazla yönlendirmeye çalışmasından büyük endişe duyuyor. Bild gazetesi, Almanya Parlamentosundaki Avrupa Komitesi üyelerinin, AB Komisyonuna bir an önce devreye girmesi çağrısında bulundukları haberini verdi. Bild gazetesi, CDU Avrupa politikacısı Gunther Kriechbaum'un, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'ya yazdığı bir mektuptan alıntı yaptı. Mektup da, "Türkiye'de giderek tehlikeye giren basın ve düşünce özgürlüğü karşısında Komisyon büyük bir kararlılıkla karşı koymalı" şeklinde sözler yer aldı.

--Türkiye'nin AB Üyeliği Sorgulanıyor--

Kriechbaum, son günlerde yaşanan, devlet tarafından neredeyse el konulan Türk Doğan Medya grubu olayını örnek gösterdi. Son zamanlarda sürekli Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Partinin politikası ile yaşanan skandallarla ilgili eleştirel haberleri yayımlayan Hürriyet gazetesi bu gruba ait. Erdoğan'ın bizzat kendisi Doğan'ın gazetesini kamu önünde "yalancı basın" olarak nitelendirerek boykot edilmesi çağrısında bulunmuştu.
Bild gazetesinin haberine göre, Avrupa Parlamentosunun da birçok hata nedeniyle Türkiye'yi eleştirmek ve ülkenin AB'ye üyeliğini sorgulamak istediği bildiriliyor. Raportör Alexander Graf Lambsdorff, Bild gazetesine, "AB'ye üye olmak isteyen bir ülke, basın özgürlüğüne saygı duymalı. Eleştirel yaklaşan gazetecilerin ve basının taciz edilmesi bizi oldukça rahatsız ediyor." şeklinde demeç verdi.

--Erdoğan'ın Basına Karşı Verdiği Savaş--

Hükûmet liderinin, basından gelen eleştiriler karşısında oldukça hassas olduğu bilinen bir gerçek. Son yıllarda aralarında karikatüristlerin de olduğu birçok kişiyi dava etti. Bu davaların birçoğunu kaybetti. En son, kendisini foto montaj ile uzun burunlu Pinokyo olarak gösteren bir gazeteye karşı dava açtı. Başbakan, milliyetçi Yeni Çağ gazetesinden yaklaşık 5000 avro tutarında tazminat talebinde bulunuyor. Üç tanınmış gazeteci ile bir gazete daha Erdoğan tarafından dava edildi.

ALMANYA'NIN SESİ RADYOSU: "AVRUPA PARLAMENTOSU DÜN TÜRKİYE RAPORUNU GÖRÜŞTÜ"

ANKARA, 12/03(BYE)--- Almanya'nın Sesi Radyosunun saat 10.30 Türkçe Yayınından:

Avrupa Birliği Türkiye'de reform sürecinin duraksamış olmasından şikayetçi.
AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu, Parlamentonun Türkiye raporuyla ilgili olarak Strasbourg'da düzenlenen oturumda yaptıkları açıklamalarda, Türkiye'de reform sürecinin yavaşlamış olmasından yakındılar.
Oturumda Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü konusunda yaşanan sorunlara özel vurguda bulunuldu.
Strasbourg'dan Kayhan Karaca'nın haberi:

Oturumda AB Dönem Başkanı sıfatıyla söz alan Çek Cumhuriyeti Başbakan yardımcısı Alexsandr Vondra, AB'nin cesaret verici mesajlarına rağmen Türkiye'de reform sürecinin 2008 yılında umut edilen seviyeye ulaşmadığını söyledi. Çek bakan, ifade özgürlüğü konusunun temel bir sorun olduğunu belirterek, TCK'nın 301 maddesi ve sanal ortamdaki yasakları örnek gösterdi.
Türkiye'nin Gümrük Birliği ve Ek Protokol'den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini belirten Vondra, işkence, dinî özgürlükler ve iyi komşuluk ilişkileri konularına değindi. Çek bakan, ülkesinin Ankara ile yeni müzakere başlıkları açılması için çalıştığını da hatırlattı. Türkiye'nin enerji konusunda AB için önemine vurgu yapan Vondra, AB için yeni bir başmüzakereci atanmasının memnuniyet verici olduğunu söyledi.
Türkiye'de reform sürecinin yavaşlamış olması AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn tarafından da dile getirildi. Rehn, buna rağmen 2008 ve 2009 başlarında Türkiye'de bir kıpırdanma gözlemlediklerini, Kürtçe bir TV kanalı açılması, yeni başmüzakereci tayin edilmesi ve Mecliste Eşitlik Komisyonu kurulmuş olmasının umut verici olduğunu aktardı.
Olli Rehn, Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü konusundaki tartışmaları yakından takip ettiklerini ve bu özgürlüklerin demokrasinin "olmazsa olmazları" olduğuna da işaret etti.
Oturumda söz alan Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü, Hollandalı Hristiyan Demokrat Parlamenter Ria Oomen-Ruijten, "Türkiye'de son üç yıldır çok az politik reform yapılmış olmasından yakındı. Raporunu "eleştirel ama dürüst" olarak tanımlayan Oomen-Ruijten, Türkiye'nin, önceliği müzakere baslıklarının açılmasına değil, politik kriterlere vermesi gerektiğini savundu. İfade özgürlüğü konusunda yaşanan sorunlara da değinen Oomen-Ruijten, Türkiye hakkında hazırladığı bir raporda, politik kriterleri ilk defa raporun ana konusu hâline getirdiğini söyledi.
Parlamentonun Sosyalist grubu adına konuşan Hollandalı Parlamenter Jan Marinus Wiersma ise Türkiye'nin laik yapısının önemine vurguda bulundu. Wiersma, "Türkiye'nin İslamlaştırılmasını asla kabul etmeyeceğiz. Türkiye sadece laik kalırsa AB üyesi olabilir" şeklinde konuştu.
Yeşiller grubu adına konuşan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk de konuşmasında, ifade ve basın özgürlüğünü ön plana çıkardı.
Lagendijk, Avrupa Parlamentosunun Türk hükûmetine "üyelik sürecine desteğin sadece reform karşılığında olacağı" mesajı göndermesi gerektiğini savundu.
Parlamentonun Türkiye raporu perşembe günü Strasbourg'daki genel kurul toplantılarında oylamaya sunulacak.

PRESSEPORTAL: "SİLBERHORN: TÜRKİYE'YE KARŞI DAHA SAMİMİ DAVRANILMALIDIR"

BERLİN, 12/03(BYE)--- DPA haber ajansının bir yan kuruluşu News Aktuel'in servisi Presseportal'ın 11 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, "ots" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı açıklamanın çevirisi şöyledir:

--CSU'nun Federal Alman Meclisindeki Eyalet Grubu Avrupa Siyaseti Sözcüsü Thomas Silberhorn'un Avrupa Parlamentosunda Türkiye, Hırvatistan ve Makedonya Cumhuriyeti'ne İlişkin 2008 Yılı İlerleme Raporları Hakkında Yapılan Konuşmayla İlgili Açıklaması--

İlerleme raporunda, Türkiye'nin, yine müzakereler için gerekli olan asgarî koşulları hemen hemen hiç yerine getirmediği görülmektedir. Türkiye, insan hakları ve azınlıkların korunması alanlarında vadedilen iyileştirmeleri yerine getirmekten ziyade Erdoğan hükûmeti döneminde reformlar konusunda duraklama geçirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ülkedeki düşünce özgürlüğü alanındaki kısıtlamalar nedeniyle Türkiye'yi tekrar tekrar cezalandırmak durumunda kalmıştır. Bu bağlamda, eleştirel medya şirketlerine aşırı para cezaları kesmek suretiyle sesleri kısılmaya çalışılmıştır. Bütün bu yapılanlar, Türkiye'nin demokrasi ve hukuk devleti standartlarından çok uzaklarda kaldığının birer kanıtıdır.
Avrupa Komisyonu, yanlış beklentilerin oluşmasına neden olmamak adına Türkiye'ye karşı samimi davranmalı ve tam üyelik yerine başka bir seçenek sunmalıdır. Daha esnek bir yakınlaşma olan imtiyazlı ortaklık, AB üyelik süreci ötesinde bir iş birliğinin oluşmasına vesile olacaktır. Bu adım, Türkiye'ye karşı daha samimi davranılması adına atılmış arzulanan bir adım olacaktır.
AB Komisyonu, Hırvatistan ve Makedonya'nın diğer AB üyeleri ile olan ikili anlaşmazlıkları konusuyla ilgili olarak bu durumun üyelik müzakerelerinin sonuçlandırılmasını etkilememesi gerektiğini açıkça belirtmelidir. Slovenya ile Hırvatistan arasındaki sınır anlaşmazlığı nedeniyle oluşturulacak bir AB mutabakat grubundan memnuniyet duyulacaktır.

MİGAZİN: "CSU, TÜRKİYE KATILIM MÜZAKERELERİNİN DERHAL KESİLMESİNDEN YANA"

BERLİN, 12/03(BYE)--- Migazin (Migration in Germany e.V.) adlı internet sayfasında 12 Mart 2009 tarihinde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan, CSU Avrupa Parlamenteri Gabriele Stauner tarafından yapılan açıklamanın çevirisi şöyledir:

--CSU Avrupa Parlamentosu Milletvekili ve CSU Çalışanlar Birliği (CSA) Başkanı Gabriele Stauner, İki Tarafın Çıkarı İçin Türkiye ile Sürdürülmekte Olan Katılım Müzakerelerinin Derhal Kesilmesini Talep Ediyor. Stauner, Bu Talebin Türk Karşıtı Önyargılarla İlgisi Olmadığını, Aksine, Temel Hesaplar Sonucunda Çıkarılmış Bir Sonuç Olduğunu Söylüyor--

"Türkiye'nin AB üyeliği, AB'yi finansal ve sosyal bakımdan zorlayacaktır. Ankara'ya tıpkı Orta ve Doğu Avrupalı ülkelere olduğu gibi muamele edildiği takdirde, ülkenin en az 45 milyar avro alma hakkı doğacaktır.
AB'nin 2009 yılı toplam bütçesi 133 milyar avrodur. Türkiye'ye ödenecek miktarın ana bölümünü AB'nin ödeme şampiyonu olan Almanya karşılayacaktır. Öte yandan Türk GSYİH'nın yüzde 14'ünü oluşturan Türk tarım piyasası, Brüksel'in tarım politikasını alt üst edecektir. Bu nedenle ilgili tarafın, nahoş gerçekleri tabulaştırmak suretiyle arka arkaya fasıllar açılıp bu şekilde sürecin geri dönülmez hale getirilmesini sağlamak amacıyla gelinin güzel olduğunu söylediğini düşünüyorum.
AB'de serbest dolaşımın geçerli oluşu da beni endişelendirmektedir. Bunun sonucunda AB'ye üyelik sonrasında varlıklı AB ülkelerinin sosyal sitemlerine bir halk göçü yaşanacaktır. Bu konuda öne sürülen geçici düzenlemeler sadece 'siyasi bir sakinleştiricidir.'
Bundan sonraki üyelikler için öncelikle halihazırdaki AB'nin 'hazmedebilirliği' konusuna odaklanılmalıdır. Dönemin genişlemeden sorumlu Komiseri Verheugen tarafından hızla gerçekleştirilen doğuya genişleme hâlâ hazmedilememiştir. Bu yüzden, toplumsal uyum ve mali açıdan yapılabilirliği konusunu ciddiye alanların, AB'nin genişlemesinde Türkiye'den elini çekmesi ve katılım müzakerelerini derhal durdurması gerekmektedir. Zira, nahoş gerçekleri dile getirmek yerine yanlış beklentiler yaratmak çok ağır bir siyasi hata olacaktır. Bu bağlamda, sürekli olarak küçük insanların çıkarlarını temsil ettiğini tekrarlayan eski halk partisi SPD'nin tutumunu da çok yadırgıyorum. Belki de SPD gerçekten inandığı için değil, göçmen kitlelerini seçmen olarak kazanma hesabıyla böyle davranıyordur."

DEUTSCHLANDRADIO: "TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNE DAİR KUŞKULAR"

ANKARA, 12/03(BYE)--- Almanya'dan ulusal yayın yapan Deutschlandradio'nun 11 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, Hanns Ostermann'ın Avrupa Parlamenteri Klaus Haensch ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

--AB Parlamenteri, Müzakerelerin Uzun Süreceğini Söylüyor--

Avrupa Parlamenteri Klaus Haensch, Türkiye'nin 10 yıl içerisinde AB'ye alınmasının uzak göründüğünü düşünüyor. Ostermann, Ankara'nın AB üyelik koşullarını yerine getirebilmesinin kuşkulu olduğunu belirtiyor.

OSTERMANN: Türkiye'nin AB üyelik müzakereleri yıllardır sürüyor, buna karşın çok fazla ilerleme kaydedilebildiğini söylemek zor; özellikle azınlıklar konusunda. Bir süre önce bir televizyon kanalının Kürtçe yayına başlaması bile Ankara'nın sayısız konuda geride kaldığı gerçeğini değiştirmiyor. Bunun, AB Parlamentosunda bugün yapılacak tartışmalara yeniden yansıması bekleniyor, zira bugün gündem maddesi üyelik müzakereleri. Klaus Haensch, sosyal demokratları temsilen Strasbourg'ta. Haensch daha önce Avrupa Parlamentosu Başkanlığı da yapmış.
Ankara'nın AB üyeliğine gerekli yakınlıkta olmaması sizde nasıl bir hayal kırıklığı yarattı?

HAENSCH: Bendeki hayal kırıklığı fazla büyük değil. Ben baştan beri Ankara'nın -istekli olmaktan şu anda söz etmek istemiyorum- koşulları kısa sürede yerine getireceğini düşünmedim. Yani ben her zaman -eğer bir AB üyeliği günün birinde söz konusu olacaksa- bunun, çok uzun bir süreç olacağından yola çıktım. Ayrıca bu süreç Türkiye'de çok uzun bir reform süreci gerektirecek diye düşündüm.

OSTERMANN: Ankara'nın istekli olması konusunda pek konuşmak istemediniz. Bu konu çok mu karışık?

HAENSCH: Durumun karışıktan öte olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin iç politik durumu, AB üyeliği için gerekli koşulları yerine getirip getirmeyeceği konusunda haklı kuşkular uyandırıyor. Bu, şimdilerde basın etrafında dönen kavgada kendini gösteriyor.

OSTERMANN: Bu, bir yandan ifade özgürlüğü, diğer yandan da din ve vicdan özgürlüğü ile devlet-yargı alanındaki reformlar için de söz konusu. Peki herhangi bir alanda ilerleme kaydedildiğine dair işaretler görüyor musunuz?

HAENSCH: Adil olmak gerekirse bazı alanlarda ilerlemeler olduğunu kabul etmeliyiz. Bu, mesela bazı azınlıkların hakları açısından oldu, en azından Kürtçe televizyon ve radyo yayınlarına başlandı. Bu bir ilerleme. Ayrıca Türk makamların, yolsuzlukların üzerine gidilmesi ve hukuk devleti ilkelerinin hayata geçirilmesi konularında da artan çabaları dikkat çekiyor. Evet ilerlemeler var, fakat bunlar üyelik müzakerelerini başarıyla sürdürmek için gerekenin çok ötesinde.

OSTERMANN: Avrupa seçimlerini ilgilendiren CDU ve onun parti programına gelince; AB'nin 27 üyeyle genişlemiş olması konusu zaten yeterince karmaşık. Bir süre dinlenmeye ihtiyacı var. Avrupa Parlamentosunda bu konuya ilişkin konsensüs ne durumda? Sosyal demokratlar bundan farklı bir strateji mi izliyor?

HAENSCH: Avrupa Parlamentosundaki sosyal demokratlar, Türkiye ile yürütülen müzakere sürecinin tahmin edilenden çok daha uzun süreceğini artık anladılar. Ben onlara ve sosyalist gruptaki birçok arkadaşa katılmakla beraber, AB'nin derhal bir konsolidasyon evresine ihtiyaç duyduğu görüşündeyim. Doğuya genişleme hamlesinden sonra AB'nin bir konsolidasyon sürecine gereksinim duyduğu apaçık. Ancak bu Türkiye'ye karşı bir durum oluşturmuyor, çünkü hepimiz Türkiye'nin önümüzdeki 10 yıl içinde Birliğe dahil olamayacağını biliyoruz, zira reformlar bitmeyecek. Ayrıca AB de, öngörülen zaman diliminde Türkiye'yi bünyesine almaya hazır hale gelemeyecek.

OSTERMANN: Birçok kimse yaşanan ekonomik ve finansal krizi göz önüne alarak şunu soruyor: AB gerçekten de bir katılımı kaldırabilecek durumda mı? Eğer sadece 2011 yılı için -rakamları bir yerde okumuştum- 780 milyon avro finansal yardım yapılması planlanıyorsa, bu maddi olanakların gerçekten de aşıldığı anlamına gelmiyor mu?

HAENSCH: Bunlar aslında katılım öncesi yardımlar ki asıl masraflar, Türkiye AB'ye -dediğimiz gibi 10 ya da 15 yılda- üye olduktan sonra ortaya çıkacak. Türkiye'nin, günümüz AB mali düzenlemeler ve mali perspektifler koşullarına dahil olabileceğine inanmıyorum, bunun
-eğer o noktaya gelinirse- için özel düzenlemeler gerekecek.

AVRUPA PARLAMENTOSUNUN BASIN AÇIKLAMASI

BERLİN, 13/03(BYE)--- Avrupa Parlamentosu'nun 12 Mart 2009 tarihli internet sayfasında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan basın açıklamasının ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--Hırvatistan, Türkiye ve Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya ile Yürütülmekte Olan Katılım Müzakerelerinin Durumuna İlişkin Üç Rapor, Avrupa Parlamentosu Tarafından Kabul Edildi. Türkiye Raporunda, Türkiye'deki Reform Sürecinin Duraksaması Eleştiriliyor. Ayrıca İnsan Hakları, Basın Özgürlüğü ve Hukuk Devleti İlkeleri Konularında Daha Yapılması Gereken Çok Şey Olduğu Belirtiliyor--

--Türkiye'nin Daha Yapması Gereken Çok Şey Var--

Avrupa Parlamentosu, Hollandalı Milletvekili Ria Oomen-Ruijten (EVP-ED) tarafından hazırlanan raporda, son üç yılda Türkiye'de "reform sürecinde sürekli bir yavaşlama kaydedildiğini" saptıyor.
AP milletvekilleri, Türkiye'deki siyasi parti liderlerine, ciddi bir şekilde diyalog arayışına girmeleri ve Türkiye'nin, hukukun üstünlüğüne dayalı, insan hakları ve temel özgürlüklere bağlı, istikrarlı, demokratik, çoğulcu, laik ve refah bir toplum olarak modernleşmesi hedefini güden bir reform gündemi üzerinde uzlaşmaları çağrısında bulunuyorlar. Bunun için de ilk etapta insan hakları ve temel özgürlükleri garanti altına alan sivil bir anayasayla ilgili çalışmaların yeniden başlatılmasının gerektiğine işaret ediyorlar. Türk toplumu içerisinde "süregelen kutuplaşma" da milletvekillerini tedirgin ediyor.

--İnsan Hakları Merkezî Bir Sorun Olmayı Sürdürüyor--

AP, özellikle insan haklarının durumundan endişeli. "İşkence ve kötü muamele olaylarının sayısındaki artış" ve gösterilerde polis tarafından şiddet uygulanmasına karşı kararlılıkla mücadele edilmesi gerektiğine dikkat çekilen raporda, Türkiye'deki düşünce ve basın özgürlüğünün de henüz yeterince korunmadığı belirtiliyor.
Hukuk sisteminde hâlâ büyük eksiklikler olduğuna yer verilen raporda, gerçi bu alanda reformların yapıldığı ancak yargının siyasetten bağımsız hareket etmesini sağlamak amacıyla "acilen sistematik gayret sarfedilmesi" gerektiği belirtiliyor. Bu bağlamda hâlâ "yolsuzlukla mücadele için kapsamlı bir stratejinin olmadığından" söz ediliyor.

--Azınlıklar Yeterince Korunmuyor---

AP'nin Türkiye raporunda, azınlıklar ve din özgürlüğü konularında da eleştiriler var. AP milletvekilleri gerek Türk Devleti gerek sivil topluma, din özgürlüğünün uygulanması konusunda ilerleme sağlanması için katkıda bulunmaları çağrısında bulunuyorlar.
Öte yandan, "Türkiye'nin kültürel çeşitliliğinin garanti edilmesi ve azınlıklara saygı gösterilerek korunması konusunda ilerleme kaydetmemiş olmasının da endişelendirici olduğuna işaret edilen raporda, gelecekte azınlıklara karşı nefreti körükleyen "örgüt ve çevrelere" karşı daha kararlılıkla mücadele edilmesi gerektiği belirtiliyor. Bu bağlamda öncelikle Kürt meselesinin merkezî önemde olduğu, bu konuda artık kalıcı bir çözüm aranması ve Kürt kökenli vatandaşların Türk toplumuna kapsamlı bir şekilde entegre edilmelerinin sağlanması ve kültürlerine saygı gösterilmesi gerektiği ifade ediliyor.

--Eşitlik Komisyonunun Kurulması Memnuniyetle Karşılanıyor---

AP milletvekilleri, gerek Türk Parlamentosunda Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun kurulması gerekse kadın haklarının garanti edilmesi ve fırsat eşitliği sağlanması konusunda hukuki çerçevenin oluşmasını memnuniyetle karşıladıklarını ifade ediyorlar. Bununla birlikte Türkiye'deki kadınların durumunu olumlu etkileyebilmesi için oluşturulan hukuki çerçevenin uygulanması gerektiğine dikkat çekiliyor.

--Sağlam Ekonomi--

Parlamento, Türk ekonomisinin istikrarlı ve güçlü bir hâle dönüşmesinden dolayı memnuniyet duyuyor. Ayrıca, mali krizin şimdiye dek ülkeyi pek etkilememiş olması da olumlu karşılanıyor. Buna rağmen işsizliğin hâlâ yüksek olduğu belirtiliyor (çalışacak yaştaki Türklerin sadece yüzde 43'ü resmen çalışıyor gözüküyor).
Türkiye'nin bir "enerji kavşağı" olma isteğini de olumlu değerlendiren AP, bu nedenle ülkeden Nabucco boru hattına "kapsamlı destek" vermesi çağrısında bulunuyor.

--Kıbrıs Meselesine Çözüm Bulunmak Zorunda--

AP milletvekilleri, Kıbrıs sorununun BM Güvenlik Konseyi kararı temelinde ve AB genel ilkeleri doğrultusunda bertaraf edilmesi gerektiğini Türk Devletine hatırlatıyor.
Ancak diğer komşu ülkelerle de yakın işbirliği ve daha iyi anlaşma yoluna gidilmesinde ısrar eden milletvekilleri, bunun ilk etapta Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan ve Irak ile ilişkiler bağlamında dikkate alınması gerektiğini ifade ediyorlar.
Türkiye raporu 528 evet oyuyla kabul edildi. 52 milletvekili ret oyu kullanırken 43 milletvekili çekimser kaldı.

MERKUR: "HALK OYLAMALARI KONUSUNDA ŞÜPHECİYİM"

ANKARA, 16/03(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Merkur gazetesinin 16 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, Alexander Weber'in CSU'lu Avrupa Parlamentosu Milletvekili Bernd Posselt gerçekleştirdiği bir mülakat yer almıştır. Mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

WEBER: Komisyon raporunda sıralanan yoğun eksikliklere rağmen, Türkiye ile müzakereler devam ediyor, ancak ifade edildiği üzere ucu açık şekilde sürüyor. Özellikle de Türkiye'nin Ukrayna ile yaşanan anlaşmazlık konusundaki rolü ve ülkenin Avrupa ile Asya arasındaki enerji aktarma merkezi işleviyle ilgili övgü dolu ifadeler dikkat çekiyor. Burada, -güvenlik ortaklığının yanı sıra- Türkiye'nin AB üyeliği için yeni bir tez mi oluşturulmaya çalışılıyor?

POSSELT: Türkiye bir Avrupa ülkesi değildir, aksine Küçük Asya'dır ve Kopenhag kriterlerini halen tam anlamıyla yerine getirmiyor. Bu nedenle de açıkça, Türkiye'yi reform sürecine sokmalıyız ve aynı zamanda tam üyelik dışında bir iş birliği ve ortaklık şeklini bulmalıyız. Bu, Türkiye'nin stratejik öneminin farkında olmadığımız anlamına gelmiyor, ama sadece bir üyelik için kriter değil, aksine Avrupa dış politikasının bir unsurudur.

WEBER: CSU Partisi, "Türkiye'nin üyeliği konusundaki 'hayır' cevabının" yanı sıra Avrupa'yı ilgilendiren önemli konularda halk oylaması yapılması talebiyle Avrupa seçimlerine giriyor. Bu hangi sorunları kapsıyor ve böyle bir durumda yerel sorunların da halk oylamasına sunulması talebini nasıl önleyeceksiniz peki?

POSSELT: Ben, seçilmiş parlamenterlerin karmaşık soruları cevaplamaya çalıştığı temsili demokrasi yandaşıyım. Bunu opsiyon olarak devre dışı bırakmak istemesem bile, halk oylamaları konusunda şüpheciyim. Ama; referandumlar AB'nin kararı değildir! Böyle bir şeyi Federal Meclisin üçte iki çoğunlukla kararlaştırması gerekir. AB bir üye ülkenin ne tür bir yöntemle anlaşmaları onayladığıyla çok fazla ilgilenmiyor. Bu nedenle de, bazı insanların "AB şu ya da bu konularla ilgili karar vermemize izin vermiyor" şeklinde bir iddiada bulunması çok saçma.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "EKONOMİK KRİZ DAHA FAZLA AVRUPA TALEP EDİYOR"

BERLİN, 16/03(BYE)--- Tirajı günde 366 bin 478 olan muhafazakâr eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 16 Mart 2009 tarihli sayısında, İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Türkiye'yi AB'ye tam üyelik yolunda sıkı bir şekilde tutmalıyız. Bu konuda üyelik müzakereleri ve ilgili reformlar kapsamında zaten iyi neticeler alınmıştır. AB üyeliğinin teklif edilmesi, Batı Balkanlarda uzun zamandır etkisini hissettiren milliyetçi ve etnik ayrımların üstesinden gelinmesi bakımından da önem arz etmektedir. AB, başarısını devam ettirmek istiyorsa, Avrupa'nın esnekliğinin mukavemetinin ve küresel alandaki etkisinin artırabilmesi için reformlara devam edilmelidir.

DİE WELT: "BİRLİK PARTİLERİ İÇİN AVRUPA MESELESİ ÇEKİŞME KONUSU OLUYOR"

BERLİN, 16/03(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakâr sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 16 Mart 2009 tarihli sayısında, Mariam Lau imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--Merkel'e Destek Çıkılırken, CSU'nun Halk Oylaması Talebi Tartışma Yaratıyor--

CDU ile SPD'nin görmek istedikleri Avrupa arasında ne gibi farklar vardır? SPD, AB'nin 15 ülkeden 27 ülkeye genişlemesinden sonra da genişleme sürecinin durdurulmadan devam ettirilmesinden yanadır. Hatta SPD, Türkiye'nin de üyeliğini arzulamaktadır. SPD bu suretle AB'nin birliğini ve siyasi entegrasyonunu tehlikeye atmış oluyor. Başka ülkelerin de hızlı bir şekilde AB'ye alınmaları Birliği ekonomik anlamda zorlayacaktır. CDU Genel Sekreteri Ronald Pofalla ve Avrupa Parlamentosu Milletvekili Elmar Brok bu doğrultuda düşünmelerine rağmen, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda halk oylamasına gidilmesinden yana değiller. Avrupa Milletvekili Brok, bu konunun bir seçim malzemesi haline getirilmesini sakıncalı bulmakla birlikte, bu durumun yabancı düşmanlığına neden olabileceğini belirtiyor.

SCHWERİNER VOLKSZEİTUNG: "CDU VE CSU, AB HALK OYLAMASI KONUSUNDA TARTIŞIYOR"

ANKARA, 16/03(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Schweriner Volkszeitung'un 15 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan DPA kaynaklı İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

CDU, kardeş partisi olan CSU'nun Avrupa politikasıyla ilgili ana konularda halk oylamasına gidilmesi fikrini popülist olarak görüyor. CDU'lu Avrupalı politikacı Elmar Brok, "Biz bu talebe Avrupa seçim programımızda değinmeyeceğiz ve talep edilirse karşı geleceğiz. Anayasa, bazı istisnai durumlar dışında halk oylamasına izin vermiyor. Bunun nedeni, halk oylamasının popülizmin ve manipülasyonun aracı olabileceği" diyor. Eğer CSU'nun teklifi uygulanırsa, federalizm reformunda söz konusu olduğu gibi temel anayasal değişikliklerin de halkın oyuna sunulması gerekir.
CDU pazartesi günü seçim programını tamamlayacak. CSU'nun Avrupa seçim programı ise birkaç hafta sonra tamamlanacak. Her iki parti de bu temelde, Avrupa seçimi için 7 Haziran'da ortak bir bildiri hazırlamayı planlıyor.
SPD'nin aksine CDU, Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı olduklarına seçim programında yer verecek. Birlik Partisi, AB'nin genişleme sürecini yavaşlatmak istiyor. Hırvatistan'ın istisna olabileceği belirtiliyor. Brok, partisinin tutumuna, "Şimdi sağlamlaştıracak bir döneme ihtiyacımız var" diyerek açıklama getiriyor.

DAS PARLAMENT: "DOKUZ YIL KAYIP"

BERLİN, 16/03(BYE)--- Tirajı haftada 11.214 olan resmi-akademik Das Parlament gazetesinin, 16 Mart 2009 tarihli sayısında, Tobias Asmuth ve Annette Sach'ın AB Parlamentosu Başkanı Hans Gert Pöttering ile yaptığı, ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

ASMUTH/SACH: Sayın Başkan, Türkiye'nin AB üyeliği konusuyla ilgili olarak uzun zamandır bir gelişme yaşanmadı. Acaba Türkiye ile ilgili son durum nedir?

PÖTTERİNG: Türkiye'nin muhtemel AB üyeliğiyle ilgili olarak farklı yaklaşımlar mevcuttur. AB devlet ve hükûmet başkanları, müzakerelerin başlaması doğrultusunda bir karar aldı. Bu nedenle mukavelelere bağlı kalmalıyız ve müzakerelere devam etmeliyiz. Avrupa Parlamentosunun çoğunluğu, Türkiye kriterleri yerine getirirse tam üye olmasından yanadır. Benim görüşüm ise şu şekildedir: Birlik, Türkiye'nin üyeliğini kaldırabilecek durumda değil, hem siyasi, hem ekonomik, hem de kültürel bakımdan. Bana göre, Türkiye ile imtiyazlı bir ortaklığa gidilmelidir.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "CDU BARROSO'NUN GÖREV SÜRESİNİN UZATILMASINDAN YANA"

BERLİN, 17/03(BYE)--- Tirajı günde 366 bin 478 olan muhafazakâr eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 17 Mart 2009 tarihli sayısında, Wulf Schmiese imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı haberin Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

CDU Genel Başkanı ve Şansölye Angela Merkel, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso'nun bir dönem daha bu görevi yürütmesinden yana olduğunu açıkladı. CDU'nun seçim programında, AB'nin son yıllarda 15'ten 27 ülkeye genişlemiş olmasının sıkıntılar yarattığından söz edilirken önümüzdeki dönemlerde sadece Hırvatistan'ın üyeliğine sıcak bakıldığı belirtiliyor. CDU'nun seçim programında Türkiye ile "imtiyazlı bir ortaklıkta" bulunulmasının yararlı olacağı vurgulanırken Türkiye'nin tam üyeliğinin nihai olarak ihtimal dışı olmadığından söz ediliyor ve aday ülkelerin bütün kriterleri yerine getirmeleri gerektiğine dikkat çekiliyor. CDU, AB'nin kurumlarının ve kimliğinin güçlendirilmesine yönelik bir "sağlamlaştırma dönemine" girmesini arzuluyor.

 

AVUSTURYA BASINI

WIENER ZEITUNG: "TÜRKİYE'YE KÖTÜ NOT"

VİYANA, 13/03(BYE)--- Tirajı günde 26.000 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 13 Mart 2009 tarihli sayısında, Wolfgang Tucek imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--AB İnsan Hakları Konusunda Gerileme Kaydediyor--

Avrupa Parlamentosu İlerleme Raporu, Türkiye konusunda pek coşkulu bir ifade kullanmıyor. Türkiye'den sorumlu Hollandalı raportör Ria Oomeni- Riujten "reform sürecinin giderek yavaşladığını" kaydediyor. Diplomatlar ise açıkça, Ankara ile müzakerelerde "kesin bir duraklama" söz konusu olduğunu söylüyorlar.
623 parlamenterden 528'i, özellikle insan hakları konusunda endişeli. Raporda "işkence ve kötü muamele", ayrıca gösterilerde polisin şiddet kullandığı vaka sayısındaki artış, ifade ve basın özgürlüğünün hâlâ yeterince korunmadığı, yargının politikanın etkisi altında kalmamasının garanti edilmediği, giderek yaygınlaşan yolsuzluğa karşı geniş çaplı önlemler alınmadığı belirtiliyor. Parlamenterler ayrıca Ankara'dan Kıbrıs sorununu bir çözüme kavuşturmasını da istiyorlar.
Parlamentonun raporu AB Komisyonunun sonbahardaki değerlendirmesiyle neredeyse örtüşüyor. Bir uzmanın ifadesine göre, aradaki tek fark "dört-beş ay geçmesine rağmen hâlâ bir şey yapılmamış olması". Genişleme Komiseri Olli Rehn o zaman, Türkiye'nin öncelikle de enerji alanında AB açısından büyük bir stratejik öneme sahip olduğunu öne sürerek, sorunların ön plana çıkmasını önlemişti.
Diplomatik çevreler, Türklerin de artık hayale kapılmaktan vazgeçtiklerini belirtiyorlar. Haziran sonuna kadar 35 başlıktan yalnızca ikisi daha açılabilecek. Sosyal politika başlığında sendikaları meşrulaştıracak bir yasa çıkarılması gerekiyor. Ancak Parlamento, önümüzdeki günlerde yapılacak olan yerel seçimlerden dolayı tatilde. Ayrıca bu Türkiye'de oldukça tartışmalı bir konu.
AB ülkesi Kıbrıs'ın Ankara tarafından tanınması konusu ise müzakereleri bundan daha çok zora sokuyor. Bu konuya bir çözüm getirilene kadar önemli sekiz başlığın açılışının yapılması ve tamamlanması imkânsız. Ankara ise ancak Kuzey Kıbrıs'ın izolasyonuna son verilmesi halinde çark etmeyi düşünüyor.

KRONEN ZEITUNG: "TÜRKİYE'NİN AB'YE KATILIM TEHLİKESİ"

VİYANA, 16/03(BYE)--- Tirajı günde 817 bin olan Kronen Zeitung'un 15 Mart 2009 tarihli sayısında, Hans Peter Martin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Son derece tetikte olmak gerekiyor. Brüksel'de herkes mali krizden söz ediyor, ama bürokrasi değirmeni dönmeye devam ediyor. Bu, Türkiye'nin AB'ye katılım müzakereleri için de söz konusu. Avrupa'da kim bilir kaç vatandaşın gerçeği görmesi engelleniyor. Politikacılar Türkiye konusunda aldıkları her kararda veya her görüşmenin ardından, "Endişe etmeyin, henüz bir karar verilmedi" diyorlar. Ancak, tünel açan ve önündeki her engeli kırıp geçen bir matkap gibi, Türk bürokratlar da devamlı ilerliyor.
Türkiye, ABD ve İngiltere gibi yakın müttefikleri tarafından destekleniyor. Obama'ya duyulan tüm sempatiye karşın dikkat! ABD'nin yeni başkanının ilk yurt dışı seyahatini Türkiye'ye yapması bir sinyal niteliğinde. Türkiye'nin jeopolitik açıdan nispeten istikrarlı olması tüm Demokratların istediği bir şey. Ama bu uluslararası anlaşmalar veya çeşitli ittifaklar çerçevesinde de sağlanabilir. Türkiye'ye AB'ye katılım üzerinden böyle bir güvence sunmak ise tamamen yanlış bir tutum.
Eski Almanya Başbakanı Helmut Schmidt haftalık Die Zeit gazetesinde 2002 yılında yayınlanan makalede, "Hayır, buraya uymuyorlar" diye yazmıştı. Ancak ne Schröder, ne de o zamanki SPÖ Başkanı Gusenbauer buna kulak asmıştı. SPD'nin yeni başbakan adayı Frank Walter Steinmeier de Türkiye'nin AB'ye katılımı yönünde ilerliyor. Bu konuda ekonomik argümanların da rolü var. Romenler ve Bulgarların daha yüksek ücret istemesi halinde, büyük Alman firmaları kolaylıkla oradan taşınabilir. AB Komisyonu onları, Türkiye AB üyesi olursa, AB üyesi olmayan bir Türkiye'ye kıyasla çok daha iyi koruyabilir.
Gerçi şimdiye kadar resmen yalnızca bir başlık, "bilim ve araştırma" başlığı tamamlandı. Ancak görevliler dağlar oluşturan uyum belgeleri üzerinde çalışmayı sürdürüyor. Bu, AB seçmenleri açısından feci sonuçlar doğurabilir. Çünkü bir kez gedik açıldı mı, durdurmanın artık imkânı kalmaz. Gerçi Fransa'da Türkiye'nin katılımı konusunda halk oylaması yapılacağı vadedildi. Ama bakalım gerçekten yapılacak mı? Peki ya Avusturya'da? Schüssel, vatandaşlara yıllar önce bir referandum sözü vermişti ama bugünkü politikada Wolfgang Schüssel kim ki?
Sosyal demokratların beni 1999'daki AB seçimlerinde bağımsız aday göstermesinden bu yana, ben de Helmut Schmidt'in görüşünü paylaşıyorum: Türkiye Avrupa'ya dahil değildir. AB'nin de yeni bir ülke almadan önce, demokratik, sosyal olması ve bürokrasiden kurtulması gerekir. İşte bu yüzden, Türkiye ile müzakerelerin durdurulmasını istiyorum. Arka oda politikasına son verilmeli. Aman 7 Haziran 2009'da yani 84 güne kadar yapılacak AB seçimlerinde dikkatli olun!

DER STANDARD: "AB'NİN TÜRKİYE'YE TANIDIĞI SÜRE BU YIL DOLUYOR"

VİYANA, 16/03(BYE)--- Tirajı günde 76 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 16 Mart 2009 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Türkiye'nin Nabucco Boru Hattının Yapımını Katılım Konusundaki Müzakerelere Bağlaması AB'nin Hoşuna Gitmedi. Uzun Zamandan Beri Önemli Reformlar Yapılmıyor--

Türkiye ile AB arasındaki müzakereler bir türlü hızlanamıyor. Türkiye'nin ısrarlı eleştirilerin ardından yılbaşında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın arkadaşı Egemen Bağış'ı Bakan düzeyinde başmüzakerecilik görevine atamasına rağmen müzakereleri harekete geçirecek bir şey olmadı.
Gerçi Erdoğan, Bağış ile birlikte ocak ayında Brüksel'e gitti ama AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve diğerleriyle yapılan görüşmeler pek sonuç vermedi. Çek Cumhuriyeti'nin yılbaşında AB Dönem Başkanlığını üstlenmesinden bu yana toplam 33 başlıktan hiçbirinin açılışı yapılmadı. Bu durumda haziran sonuna kadar bir değişiklik olması da beklenmiyor. Londra'daki Avrupa Reform Merkezinin (Centre of European Reforms) Başkanı Katinka Barysch gibi gözlemciler bundan, Nabucco boru hattının yapımını müzakerelere bağlamak isteyerek Çek Cumhuriyeti'nin gözünü korkutan Türk Başbakanı sorumlu tutuyor. Erdoğan, Rusya'nın Ukrayna'ya doğal gaz sevkiyatını durdurmasından hemen sonra, AB'nin Türkiye ile müzakereleri hızlandırmaması halinde, Türkiye'nin birkaç yıla kadar Azerbaycan'dan çıkıp Türkiye üzerinden Viyana'ya kadar doğal gaz getirecek olan Nabucco boru hattı projesinden vazgeçebileceği tehdidinde bulunmuştu. Katinka Barysch, Hürriyet gazetesinin kendisiyle yaptığı bir söyleşide, "bunun hiç zekice olmadığını", Türkiye'nin reformlar sayesinde baskı yapmasının daha etkili olacağını belirtti.

--Ya Hep ya Hiç--

Ankara'da AB'ye yakınlaşma yolunda uzun zamandan beri hiç reform yapılmadı. Türkiye'de birçok köşe yazarı bu yüzden Erdoğan hükûmetinin hâlâ AB'ye katılmak isteyip istemediği yolunda spekülasyonlarda bulunuyor. Bağış geçenlerde bu yüzden Türkiye'deki sanayi kuruluşlarının temsilcileriyle yaptığı bir konuşmada, hükûmetin AB konusuna yeteri kadar ağırlık vermediği şeklinde yoğun eleştirilere maruz kaldı. 2009 yılının Türkiye-AB ilişkilerinde bir "ya hep ya hiç" yılı olacağını tahmin eden Uluslararası Kriz Grubunun (Internatıonal Crisis Group) bir araştırması da ekonomik çevrelerin bu eleştirilerini destekler nitelikte.
Araştırmanın yazarları iç politikadaki reform durgunluğunun yanı sıra Kıbrıs sorununun da büyük engellerden biri olduğu görüşünde. AB, Türkiye'den, AB ile Türkiye arasında 1996'dan bu yana yürürlükte olan Gümrük Birliği'ni, adanın bölünmüş olmasına ve Ankara'nın Kıbrıs Rumlarını adanın tek temsilcisi olarak kabul etmemesine karşın, Kıbrıs'ta da uygulamasını istiyor. Ankara ise limanlarını Kıbrıs Rumlarına açmadan önce, Brüksel'in vadettiği gibi Kıbrıs'ın Türk kesimiyle doğrudan ticarete başlaması gerektiğine işaret ediyor. Ancak bu Rumlar tarafından bloke ediliyor, bu yüzden de yaklaşık iki yıldan beri hiçbir hareketlenme görülmüyor ama AB'nin Türkiye'ye tanıdığı süre bu yılın sonunda bitiyor. Eğer limanlar o zamana kadar açılmazsa, müzakereler tamamen dondurulabilir ki uzmanlar bunun müzakerelerin durdurulması anlamına geleceğini söylüyor.
Rum Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ile adadaki Türklerin lideri Mehmet Ali Talat arasında yapılan 16 görüşmede, ne güç dağılımı ne de merkezi yönetimin özerk Türk ve Rum kesimleri karşısındaki yetkileri konusunda görüş birliğine varılabildi.

BELÇİKA BASINI

EUOBSERVER: "İSVEÇ ZORLU BİR AB DÖNEM BAŞKANLIĞI DEVRALMAYA HAZIRLANIYOR"

ANKARA, 17/03(BYE)--- Merkezi Brüksel'de bulunan bağımsız haber sitesi Euobserver'ın 17 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, Elitsa Vucheva imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı metnin özet çevirisi şöyledir:

İsveç altı ay sürecek AB dönem başkanlığı için kendisine büyük hedefler belirledi fakat İsveç'in AB İşlerinden Sorumlu Bakanı Cecilia Malmström yaklaşan Avrupa seçimleri ve yeni AB komisyonunun ne zaman oluşturulacağı konusundaki belirsizliğin İsveç'in başkanlığını zorlu bir süreç haline getireceğini düşünüyor.
İsveç başkanlık görevini Çek Cumhuriyeti'nden 1 Temmuz tarihinde devralacak ve bu görevi yıl sonuna dek sürdürecek. İsveç'in başkanlık döneminde şu anki Avrupa Komisyonunun görev süresi dolacak. Haziran ayında ise Avrupa Parlamentosu seçimleri gerçekleştirilecek.
Cecilia Malmström "Başkanlığın en önemli iki öğesi olan Parlamento ve Komisyon sonbaharın ortasına kadar işlevsel olmayacak. Bu da işimizi zorlaştırıyor" diyor.
Tüm bu zorluklara rağmen İsveç'in 27 üyeli Birliğin başkanı olacağı altı aylık süreç için büyük planları var.
Altı aylık süreçte çevre sorunlarına yoğun bir şekilde odaklanılacak ve geçtiğimiz aralık ayında onaylanan çevre paketine mali destek aranacak.
Stockholm AB'nin genişleme sorununa çözümler sunabilmeyi de umuyor. Özellikle de Hırvatistan'ın katılım müzakerelerinin sonuçlanmasını ve Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerine "bir-iki başlık" daha eklenmesini istiyor.
Malmström İsveç'in, Balkan ülkeleri ve Türkiye'nin yanı sıra, İzlanda'nın katılımını da memnuniyetle karşılayacağını sözlerine ekliyor.

EUOBSERVER: "DIŞİŞLERİ BAKANLARI BORU HATLARININ FİNANSMANI KONUSUNDA PAZARLIK ETTİ"

ANKARA, 17/03(BYE)--- Merkezi Brüksel'de bulunan bağımsız haber sitesi Euobserver'ın 17 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, Valentine Pop imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

AB dışişleri bakanları dün, 5 milyar avro değerindeki enerji ve geniş bant projeleri konusunda bir anlaşmaya varamayarak, kararı bu hafta yapılacak olan üst düzey zirveye bıraktılar.
Avrupa Komisyonu söz konusu önerileri, ekonomik iyileştirme paketi çerçevesinde ve Gazprom'un Ocak ayının ilk haftalarında Ukrayna'ya tedariği kestiğinde meydana gelen gaz krizine cevaben öne sürmüştü.
Çekoslavakya'nın AB işlerinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Alaksander Vondra basın toplantısında yaptığı açıklamada, "Henüz bir karara varmadık. Bazı üye devletler paketi tekrar gözden geçirme ihtiyaçlarını ifade ettiler. Başkanlık son bir girişimde bulunacağını ve yeni bir uzlaşma önerisinde bulunacağını bildirdi" dedi.
Vondra, Hazar gazını Türkiye aracılığıyla Avrupa'ya iletmeyi amaçlayan Nabucco boru hattını isteyen "güçlü bir grup ülke"nin para alacak ülkeler listesinde olacağını söyledi.
İlk olarak 250 milyar avro tahsis edilen Nabucco'ya ayrılan miktar 200 milyar avroya düşürüldü ve en son tasarıda ismi, daha geniş bir terim olan ve aynı zamanda Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattını da atıfta bulunan "Güney koridoru" ile değiştirildi.
Romanya Dışişleri Bakanı Cristian Diaconescu ülkesinin bu değişikliği kabul etmeyeceğini ve Nabucco'nun olmaması halinde proje listesini onaylayamayacağını söyledi.

-- Türk Usulü Pazarlık --

Bir AB yetkilisi bu internet sitesine yaptığı açıklamada, 27 üye devletin kendi enerji projeleri için mümkün olan en büyük fonu almayı amaçlamasıyla, başkentler arasındaki pazarlığın "Türk usulü pazarlık" aşamasına ulaştığını söyledi. Örneğin Almanya tartışmalı Rus-Alman doğalgaz boru hattı Kuzey Akım'ın fonlanan projeler arasında alınmasını istiyor.
Bir AB diplomatına göre, Almanya tarafından projelere karşı çıkmak için kullanılan resmi görüş farklı. Berlin, halihazırdaki ekonomik krizin etkilerine karşı gerçek bir etkide bulunması içim projelerin komisyonun önerdiği gibi 2015'e kadar değil 2009 ve 2010'da fonlanması gerektiğini savunuyor.
Diplomat, üye devletlerin neredeyse yarısının farklı nedenlerle projelere karşı çıktığını ekledi. Bazıları, Rusya'nın gaz kesintisinden en çok etkilenen Bulgaristan ve Slovakya gibi ülkelerin sadece onlarca milyon avro alacak iken Fransa ve İtalya gibi ülkelerin birkaç yüz milyon avro için sırada oldukları gerçeğini zikrederek bölgesel dengesizliklere atıfta bulunuyor.
Diğer ülkeler belirli projelere karşı çıkıyor. Bir grup, Nabucco'ya yapılan tahsisatta daha fazla kesintiye karşı çıkarken Almanya'nın dahil olduğu üçüncü bir grup özel projeler için devlet fonlamasının ekonomik açıdan rasyonelliği konusunda şüphelerini ifade ediyor.

 

FRANSA BASINI

LE NOUVEL OBSERVATEUR: "TÜRK 'İANUS'U"

PARİS, 13/03(BYE)--- Tirajı haftada 542 bin olan Le Nouvel Observateur dergisinin 12-18 Mart 2009 tarihli sayısında, Jacques Julliard imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:

--Modern, Müslüman Ama Laik Bir Türkiye'ye "Evet", İslamcı Bir Türkiye'ye ise "Hayır"--

Kısa bir süre önce gittiğim Türkiye'de bir olgu var ki her şeyi geride bırakıyor: Brüksel'in budalalarına niyetin gizlenmesini amaçlayan belli bir gizliliğe rağmen, artan İslamcılık ile ekonomik modernleşme arasında adeta bir yarış yaşanıyor. Kısacası Çin'de olduğu gibi otoriter bir hükümetin yönetiminde ekonomik liberalizmin en saf haliyle karşı karşıyayız.
2004-2008 yılları arasında kişi başına milli gelir yüzde 20 oranında arttı. Şehirleşme ilerliyor ve İstanbul bugün dünyanın en bilinen şehri. Ayrıca adeta bir kültürel patlama, İspanyol usulü bir "movida" yaşanıyor. Müzeler çoğalıyor, müzikler gelişiyor, hatta -ki bu mucizevidir- Hürriyet gibi büyük gazetelerin okuyucu oranları düzenli olarak artıyor.
Bütün bunlar ideal bir Türkiye'de sevindirici gelişmeler olarak kaydedilebilirdi. Ancak buna paralel olarak basına yönelik baskılarla rejimin sertleştiğini görüyoruz. Demokrasinin mutlak kriteri, bir meclisin varlığı, düzenli seçimler ve çok partili bir sistemin ötesinde -bütün bunlar Stalin döneminin Sovyetler Birliği'nde de mevcuttu- basın özgürlüğüdür. Oysa 29 Mart belediye seçimleri yaklaşırken gazeteciler keyfi olarak gözaltına alınıyor, ülkenin önde gelen basın kuruluşu Doğan Grubu ise 395 milyon avroluk bir vergi cezasına çarptırıldı. Basını boğazlamak gibi III. Napolyon'a özgü yöntemlere rastlıyoruz. Ayrıca Müslümanlık dışındaki dinlere yönelik bezdirme çalışmaları da artıyor. Örneğin eskiden okullarda belli bir yere sahip olan dinler artık dışlanıyor.
Yarının Türkiye'si nasıl olacak? Güçlü bir İslamcı devlet mi, yoksa Batı modeline yaklaşan modern bir ülke mi? İstanbul veya Ankara'ya gelen bir Fransız, yapılan sohbetlerde 15 dakika geçmeden "Avrupa'daki en eski ve en beğenilen dostumuz olan Fransa neden AB'ye girmemize en çok karşı çıkan ülke oldu?" sorusuyla karşılaşmaktadır. Bu soruya samimiyetle üç noktada cevap verdim. Öncelikle bir konuda yanılmamalıyız. Avrupa'da Fransa'nın bu konuda kendini öne sürmesine sevinen pek çok riyakar ülke bulunuyor. Sonra Türkiye'nin gelecek yıllardaki siyasi gelişimi karar niteliğinde olacaktır. Kemalist, yahut post-Kemalist, yani Müslüman ancak aynı zamanda laik bir Türkiye'ye "evet", ancak İslamcı bir Türkiye'ye "hayır" diyoruz...
Ve asıl önemlisi, Fransa'nın en karşıt ülke olarak gözükmesi aslında Avrupa'da bir siyasi güç kurmaktan vazgeçmemiş olan tek ülke olmasıyla bağlantılı. Michel Rocard'ın "madem Avrupa artık siyasi birliği sağlamakta başarısız, neden Türk dostlarımıza üyelik reddedilsin ki?" şeklindeki düşüncesi bu noktada oldukça açıklayıcıdır. Türkler için biraz gönül kırıcı bulduğum bu görüşü yine de benimsemiyorum, zira Avrupa'nın -Avrupa'nın bir bölümünün- bir hayatta kalma mücadelesi içerisinde en sonunda siyasi anlamda birlik olmaya karar vereceklerine inanmak isteyenlerdenim. Avrupalılar için güçsüzlüğe ve kangrene karşı mücadele etmenin yolunun iki daireli bir Avrupa'dan geçtiğine inanıyorum: Bir yanda Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve Benelüks'ten oluşan bir siyasi Avrupa, diğer tarafta ise İngiltere, Polonya, Türkiye ve diğerlerinden oluşan bir ekonomik Avrupa.
Son olarak Türkiye konusunu aşan bir soruna değinmek istiyorum: Bu konu, Fransa'nın yurt dışındaki kültürel varlığı konusudur. Tasarruf bahanesiyle ve üst üste yapılan bütçe kesintileriyle iş imkânları düşürülerek ülkemizin geleceği, dili ve kültürü için hayati bir önem taşıyan dünya çapında kurulmuş bir ağı çökertmek üzereyiz. Oysa bu, Paris Operasına ayrılan bütçeyi aşmamaktadır. Her gün 1.500 kişinin uğradığı Fransız Kültür Merkezinin bulunduğu İstanbul'dan yeni döndüm. Eşi bulunmaz bir kuruluş... Oysa her yıl bu tür enstitülerin bütçeleri düşürülmekte. Sayın Bernard Kouchner, bu kültürel intiharın ortağı olmamalısınız. Hey Bernard Kouchner, "imdat"...

AFP: "DAVİD MİLİBAND, KRİZE KARŞI AB'NİN GENİŞLETİLMESİNİ SAVUNUYOR"

VARŞOVA, 16/03(AFP)(BYE)--- İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband bugün, Avrupa Birliğinin küresel ekonomik krize rağmen Türkiye'nin adaylık sürecini sürdürmesi ve Ukrayna ve İzlanda gibi ülkelere açık olması gerektiğini söyledi.
Miliband, Polonya'nın merkez sol gazetesi Gazeta Wyborcza'da yayımlanan bir makalede, "Kriz, sınırlarımız ötesinde var olan sorunlara ne kadar açık olduğumuzu bize net bir şekilde gösterdi. Temayüller ne olursa olsun, kendi içimize kapanamayız." dedi.
Bakan, "Türkiye'yi AB'ye katılım yolunda kesinlikle desteklemeliyiz: katılım süreci ve gerektirdiği reformlar meyvelerini vermeye başladı" değerlendirmesinde bulundu.
Miliband, "AB'ye girmeyi teklif etmek aynı zamanda, Balkanlar'ın batısının çok uzun zamandır zarar gördüğü milliyetçilik ve etnik bölünme politikalarını aşmak için de son derece önemlidir." dedi.
İngiliz Bakan, "Bu ülkelerin ötesinde, örneğin İzlanda ve Ukrayna gibi Birlik üyesi olma olasılığının önünü açmamız gereken başka ülkeler de var." şeklinde konuştu.

AFP: "GENİŞLEME... REHN, BERLİN'İ, BALKANLAR'I İSTİKRARSIZLAŞTIRMAMAYA ÇAĞIRDI"

BRÜKSEL, 18/03(AFP)(BYE)--- AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn bugün Almanya'yı, Hırvatistan'dan sonra genişlemeye ara verilmesini salık vererek AB'ye katılım sürecinin Balkanlar'da oluşturduğu "istikrar çapasını" tehdit etmemeye çağırdı.
Rehn bir basın toplantısında, Şansölye Angela Merkel'in başında bulunduğu Hristiyan Demokrat Partinin (CDU) tavrını değerlendirdi. Merkel dün, Hırvatistan'ın katılımının ardından AB'nin genişlemesine yıllarca ara verilmesini salık vermişti.
Olli Rehn, "Mali kriz, resesyon, yaklaşan Avrupa seçimleri ve Lizbon Anlaşması'nın onaylanmasını içeren çok zor bir siyasi dönemden geçiyoruz." dedi.
Rehn, "Ancak AB, birçok şeyi aynı anda yapabilir. Balkan ülkelerinde istikrarı ve toplumun gelişmesini hedefleyen kıymetli çalışmamıza ara veremeyiz." şeklinde konuştu. Rehn bu çalışmanın, "esasen Güneydoğu Avrupa'da reformlar için başlıca bir motor ve bir istikrar çapası teşkil eden Avrupa Birliği'ne katılım perspektiflerinden" kaynaklandığını sözlerine ekleyerek, "Bunu kırılganlaştırmamak gerek." dedi.  

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "TESEV RAPORU TÜRKİYE'Yİ AZINLIKLARIN MÜLKİYET HAKLARI KONUSUNDA BAŞARISIZ BULDU"

İSTANBUL, 15/03(REUTERS)(BYE)--- Ayla Jean Yackley bildiriyor:

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)'nın hazırladığı raporda, Türkiye'nin AB'ye katılım için yaptığı yasal reformların mülkiyet haklarını kısıtlayarak azınlıklar için yeni engeller oluşturduğu; bu durumun ise AB'ye katılımı tehlikeye soktuğu belirtildi.
Raporda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlâl edildiği, eylül ayında kanunlarda yapılan düzenlemelere rağmen Müslüman olmayan Türklerin hâlâ "demokratik olmayan, kanun dışı uygulamalara" maruz kaldıkları bildirildi.
Avrupa Birliği Türkiye'nin katılım sürecinde aşama katedebilmesi için azınlık haklarını artırması gerektiğini açıklamıştı. Avrupa Komisyonu Türkiye ile ilgili hazırladığı yıllık ilerleme raporunda, yeni yasaları memnuniyetle karşıladığını ancak hükûmetin bu kanunları tam anlamıyla uygulayamadığını; bazı önemli mülkiyet sorunlarının çözümlenemediğini söylemişti.
TESEV raporunu hazırlayan yetkililerden Dilek Kurban, dün bir basın toplantısında yaptığı açıklamada, "Azınlık hakları AB süreci açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye mülkiyet hakları sorununa bir çözüm bulamadığı takdirde AB üyeliği imkânsız hale gelecektir." dedi.
Türkiye 1930'lardan bu yana Rum, Ermeni ve Yahudi vakıflarına ait binlerce mülke el koymuştu. Bu vakıfların asıl görevi azınlıklara ait mal varlıklarını gözetim altında tutmak.
Türkiye azınlıkların gayrimenkul alıp satmalarına, yurt dışından mali destek almalarına ve gayrimenkullerden gelir elde etmelerine de sınırlamalar getirmişti.
Türkiye, son iki yıl içerisinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Rum ve Ermeni vakıfların açtığı beş dava kaybetti. Mahkeme, Türk devletinin gayrimenkulleri iade etmesine ve tamirat masrafları için yaklaşık 3,8 milyon avro ödemesine karar vermişti.
Raporu hazırlayan bir diğer yetkili Kezban Hatemi, "Devlet AB kriterlerini yakalamak için çaba gösteriyor fakat parti ve kuruluşların tamamı bu sürecin bir parçası olmazsa pek bir gelişme sağlanamaz." dedi.

 

İTALYA BASINI

IL GIORNALE: "TÜRKİYE AB'YE KATILSIN MI? DÜŞÜNELİM, AMA BİRAZ DAHA SONRA"

ROMA, 11/03(BYE)--- Tirajı günde 180.179 bin olan merkez sağ eğilimli Il Giornale gazetesinin 11 Mart 2009 tarihli sayısında, Aurelio C. imzalı okur mektubu ile Sorumlu Müdür Mario Giordano'nun bu mektuba yanıtının çevirisi şöyledir:

"Türkiye'yi ziyaret ederken, hızla büyüyen enflasyon oranının hazmedilemeyecek rakamlar oluşturması nedeniyle, Türk lirasının güncelleştirildiği fark ediliyor. Türk lirasının yeni metal paralarının avronun taklidi oluşu ise dikkat çekici. Bu da iki farklı anlama gelebilir: Ya Türkler bunu AB'ye güçlü bir katılımın bekleyişindeki arzuyu teyiden yaptı; ya da AB içinde bazıları bu ülkenin AB'ye katılımını şüphesiz görüyor. AB'nin daha sağlamlaşamadan ve aynı zamanda büyük entegrasyon problemleriyle karşılaşarak fazlaca genişlemiş oluşu bir yana, Türkiye meselesinde uygun bir şekilde düşünülebilmesi amacıyla birkaç nesillik bir dönemin geçmesinin beklenmesi gerektiği kanısındayım." (Aurelio C.)

"Sizin gibi düşünenlerin sayısı pek çoktur. Bunun nedeni de sadece Türk lirası değildir." (Mario Giordano)

LA PADANIA: "BORGHEZIO: TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİNE GİRMEMELİDİR, O ASYA'DIR"

ROMA, 12/03(BYE)--- Ayrılıkçı ve yabacı düşmanı Kuzey Ligi'nin yayın organı La Padania gazetesinin 12 Mart 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

Kuzey Ligi üyesi İtalyan Avrupa Parlamenteri Mario Borghezio, Strasbourg Parlamento salonunda yaptığı bir konuşma vesilesiyle, sadece Hz. Muhammed karikatürlerinin yayımına izin veren Danimarka'yı temsil etmesi nedeniyle Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliğine atanmasına şimdiden karşı çıkan bir ülkeyi (Türkiye'yi), AB'ye dâhil etmek nasıl olurda düşünülebilir." dedi. Borghezio, oturum Başkanının bugün giymiş olduğu kıyafetiyle, yani pantolonla Türk Parlamentosuna alınmayacağını sözlerine ilave ederek (Türkiye'nin) özellikle ibadet özgürlüğünü ve azınlıklara saygıyı engelleyen İslam kurallarının AB'ye katılımla uyumsuz düştüğünü vurguladığı konuşmasına "Türkiye, Avrupa değil Asya'dır." diyerek son verdi.

 

KIBRIS RUM BASINI

MAHİ: "TÜRKİYE MÜZAKERE PROSEDÜRÜNÜN DIŞINDA KALMALI"

LEFKOŞA, 12/03(BYE)--- Fanatik sağ eğilimli Mahi gazetesinin 12 Mart 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye'nin AB üyelik sürecinde gerçekleştirdiği ilerlemeyi görüşen Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulunda, çoğunluk, "Kıbrıs sorununa çözümün ortak kabul edilebilir olması için Türkiye'nin doğrudan müzakereler prosedürünün dışında kalması gerektiği" görüşünü destekliyor.
Bütün işaretler, dün görüşülen karar tasarısının bugün AP Genel Kurulunun onayını alacağı ve buna dayanılarak, Türk kuvvetlerinin Kıbrıs'tan çekilmesi ve Türk makamlarının demokratik düzenlemeleri hızlandırmaları gerektiği talebinde bulunulacak.
Türkiye, Yunanistan'la ilişkilerini iyileştirmek ve Heybeliada Ruhban Okulunu derhal yeniden işletmek zorunda kalacak.
AP'nin Kıbrıs'taki bürosu açıklamasında, genişlemeden sorumlu komiser Olli Rehn'in Türkiye'yle ilgili AP raporunu özellikle "dengeli" olarak niteledi, ifade özgürlüğü başta olmak üzere gerekli uyum düzenlemelerinde gecikme olduğuna da işaret etti.

YUNANİSTAN BASINI

ELEFTHEROTİPİA: "EYCM İÇİN TEST"

ATİNA, 09/03(BYE)--- Tirajı pazar günleri 166.195 olan Eleftherotipia gazetesinin 8 Mart 2009 tarihli sayısında, B.A. rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Önümüzdeki günlerde AB Parlamentosu EYCM, Hırvatistan ve Türkiye ile ilgili ilerleme raporlarını görüşecek. Yunanistan tüm dikkatini, Hırvatistan ve EYCM'nin üyeliklerine ilişkin tutumu ve raporda yer alan "ikili konuların üyeliğe engel olmaması gerektiğine" dair Almanya'nın ifadelerine topladı.
Berlin, Hırvatistan'ın AB üyeliğini büyük bir güçle destekliyor. Slovenya ise, Hırvatistan ile yaşadığı sınır sorunları nedeniyle tepki gösteriyor.
EYCM'ye gelince; Almanya'nın ısrarı Atina'da hoşnutsuzluk yaratıyor. Mesajların son zamanlarda yoğunlaşması nedeniyle YDP AB parlamenterlerine müzakereleri yakından izleme talimatı verildi.

DİPLOMATİA: "İSTİKRAR ANAHTARI"

ATİNA, 10/03(BYE)--- Aylık Diplomatia dergisinin Ocak 2009 tarihli sayısında, Uluslararası Çatışmalar Analiz Merkezi Müdürü Dr. Stelyos Alifantis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir.

Türkiye'nin, hedeflerine ulaşmak amacıyla sistematik bir şekilde uyguladığı gerginlik politikasını Yunanistan, belirli tahriklere karşı tepki gösterme politikası çerçevesinde ele alınıyor.
Türkiye tahriklerle belirli taleplere dair "siyasi mesajlar" gönderiyor aynı zamanda da uluslararası anlaşmalar ve uluslararası hukuk çerçevesinde düzenlenmiş olan Ege'deki statünün değişmesi yönündeki stratejik seçeneklerini ortaya koyuyor. Buna rağmen, gerek genel olarak stratejik hedefin tespit edilmesi gerekse şekillenen koşullara göre Türk tahriklerinin (diplomatik ve operasyonel) durdurulması yönündeki çabalar çok belirli iki nedenden dolayı sonuç vermiyor ve vermeyecektir.
Birincisi gerginlik ve kriz yönetimiyle, bu iki durum arasında gerçek bir ayırımın yapılmaması, ikincisi ise sınırları belirli siyasi bir strateji çerçevesinde gerginlik yaratmanın nasıl bir rol oynadığını tespit etmekle ilgilidir. Geniş stratejik alan ile varolan koşullar arasında olması gereken "plan ve faaliyet alanı" Yunanistan'ın düşünce çerçevesinde yok. Aradaki bu alanda gerginlik yaratmak, Ege'deki statüyü değiştirmek yönündeki stratejik hedefin ilerletilmesi, veya Yunanistan yönündeki baskıyı sürdürmek amacıyla birbirine bağlı olmayan tahriklerle her seferinde Ankara'nın diplomatik hedeflerine ulaşması amacıyla uygulanan bir pratiğin benimsendiği anlamını taşımıyor.
Gerginlikler yaratmak, bu gerginliklerin sayısı ve kalitesi, hedeflere göre bölümlere ayrılmış ve uzun vade içeren çerçevesi önceden çizilmiş belirli bir siyasi stratejinin gerçekleştirilmesi çabalarıyla bağlantılıdır. Gerginliklerin nasıl ele alınacağını krizlerin nasıl ele alınacağından ayırmazsak, komşumuz Türkiye ile ikili ilişkilerde istikrar sağlayacak, gerginliklerin aşılması yönünde tutarlılık sağlayacak bir Yunan politikası çizmemiz çok zor olacak. Bir tarafın uyguladığı gerginlik yaratma taktiği karşı tarafın siyasi stratejisine dâhil edilmezse, tahriklere karşı tutarsız bir politika uygulanmış olacak ki, bu da tahriklere maruz kalan tarafın bunlara katlanmasına yol açacak aynı zamanda da tahrik eden tarafı cesaretlendirecek ya da gerginlikleri tehlikeli bir şekilde tırmandıracaktır. Siyasi stratejinin diplomatik, askeri taktik ya da stratejik yayılmacılık çerçevesinde yorumlanması tahriklerle baş etme konusunda daha büyük karışıklıklara yol açacaktır. Buna paralel olarak tahriklerin sonuç verici bir şekilde ele alınamaması, bundan da daha kötüsü gerginliklerin daha da genişletilmesi, kontrollü krizlerin baş göstermesi böylece de karşı tarafın taleplerini güçlendirmesi olasılıklarının belirmesi, bazı siyasi çevrelerde Yunanistan'ın ulusal stratejisinin içeriğine dair karışıklığa neden oluyor. Gerginliklerin ele alınmasında elbette soğukkanlı ve ılımlı olmak gerekir fakat aynı zamanda, koşullara göre şekillenen tahrikleri derinlemesine anlayan ve bu ,koşulları karşı tarafın Ege'deki statüyü değiştirmek amacıyla uyguladığı siyasi stratejiye ve geniş stratejik hedeflerine bağlayan iyi hazırlanmış tezlerin düzenlenmesi gerekir.

--Sıcak olay tehlikesi-

Ege'deki Türk tahriklerinin yoğunlaşması Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkileri daha da olumsuz yönde etkileyecek olayların meydana gelmesi tehlikesini de içeriyor. Türk-Yunan ilişkileri ulusal güvenlik alanında birkaç yıldan bu yana tam bir gergin ip üzerinde ve "çatışmaya" doğru bir kaymanın olmasının tek nedeni, Yunan tarafının hem diplomasi hem operasyon düzeyinde sistematik bir şekilde soğukkanlı davranmasıdır.
Atina sistematik bir şekilde sesini yükseltmekten kaçınıyor, diplomasi ve operasyon düzeyinde "hoşgörü" uyguluyor. Herhangi bir olay karşısında Yunan Dışişleri Bakanlığı elbette ilk aşamada Ankara ve uluslararası faktörler yönünde çeşitli protestolarda bulunur, Türkiye'nin uygulamaları nedeniyle kaygısının altını çizer. Ancak yine de Bakanlık, bu konuda hükümet ile muhalefetin arasında tam bir uzlaşı sağlanmasına rağmen, yani Yunanistan'ın toprak bütünlüğüne karşı askeri tehdidin ve Türk tahrikleri nedeniyle uluslararası bir kriz meydana gelmesi tehlikesini tüm siyasi partiler kabul etmiş olmasına rağmen, bunu açıkça söylemekten çekiniyor. Aynı zamanda operasyon düzeyinde soğukkanlılığını, sadece çok tahrik edici faaliyetleri durdurtmakla gösteriyor, örneğin Atina FIR'ının ihlal edilmesi durumunda "seçenekli it dalaşları" pratiğini benimsemekle yetiniyor.
Kısa bir süre önce daha da yoğunlaşmaya başlayan Türk tahriklerine karşı uygulanan Yunan tepkilerinin, ne derece üretici olduğu Atina'yı yoğun şekilde kaygılandıran bir konu. İkili siyasi ortamın gerginleşmemesi adına kullanılan "diplomatik dil" belki de karşı tarafın istikrasızlık yaratma yönündeki rolünün küçümsenmesine, bunun da Yunanistan'ın güvenliğinin aleyhinde olmasına, Türkiye'nin faaliyetlerinin "alışılmış" ve kontrol altında tutulabilen teknik nitelikli bir rutin durum sayılmasına yol açıyor. Ancak bu durum bir yandan Yunan tarafında operasyon düzeyinde engellenmeyen ve riski olmayan bir askeri faaliyet sergilendiği fikrinin yerleşmesine, öte yandan da Türkiye'nin kendisine güvenin artmasına, "özgür hareket etme" yeteneğine sahip olduğu görüşünün üniformalı personel düzeyinde de yerleşmesine neden oluyor. Bu durum uluslararası faktörlerde Ege'de gerginliğin aşılmasının her şeyden önce Yunanistan'ın tepkisinden kaynaklandığı, karşı tarafın askeri tahriklerini sınırlamasından ve bunlara son vermesinden kaynaklanmadığı izlenimini yaratıyor. Konuyla ilgili bu düşünceler gerginlikleri istikrar, ulusal güvenlik ve ikili ilişkiler doğrultusunda kapsamlı, manevra kabiliyetli ve sonuç verici bir stratejik yönetim gereğini bir kez daha ön plana getiriyor.
Yunan hükümetinin tepkilerini kontrol etmek ve soğukkanlı davranmak yönündeki seçeneği, AB-Türkiye ilişkilerinin üyelik sürecinin karmaşık ve uzun vadeli olduğu görüşüne dayanıyor. Söz konusu sürecin temeli, Türkiye'nin gerçeklerinin değişeceği, bu bağlamda da Ege'de toprak talebi gibi çağdışı politikasından vazgeçileceği, AB'ye üye iki ülke arasında bir ortaklık ilişkisinin kurulacağı görüşüne dayanmaktadır. Atina bu sürecin otomatikman gelişeceğine ve düz bir çizgide ilerleyeceğine inanmıyor, engeller olacağını ve geriye adım atılacağını da biliyor. Buna rağmen Türkiye'nin daha ılımlı uygulamalara yöneleceğine, başta sadece güven artırıcı önlemler düzeyinde de olsa işbirliğinin güçlendirileceğine inanması doğaldır. Güven artırıcı önlemler çerçevesinde, iki tarafın resmi anlaşmalar altına imzalarını atarak üstlendikleri yükümlülükleri var. Bunların gerçekleştirilmesi için gerekli ikili kurumsal çerçeve de var ancak Ankara bunu uygulamaktan sistemli bir şekilde kaçınıyor. Atina'da özellikle 2004 yılından sonra, Ankara'nın AB üyeliği yolunu keyfi bir şekilde ilerleteceği yönündeki değerlendirme zaman geçtikçe iyice yerleşiyor. Ankara ise sistemli bir şekilde Türk-Yunan ilişkilerinin Avrupa-Türkiye ilişkilerinden ayrı tutulması girişiminde bulunuyor.

--Ankara'nın havada kalan adımı-

Türkiye, AB'nin toplumsal organlarını, aday ülke Türkiye'nin üye ülke Yunanistan ile arasındaki "sorunların" "tarafsız" üst hakemine dönüştürmeyi amaçlıyor. Ankara'nın siyasi açıdan çok önemli çevrelerinde AB başka, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti başka görüşünün hâkim olduğuna dair belirtiler var. Bu görüş çerçevesinde, AB üyeliğine Avrupa bütünleşmesine yönelik bir süreç olarak bakılmıyor, Birlik NATO, Avrupa Konseyi, OECD gibi bir "uluslararası organizasyon" olarak algılanıyor. Bu görüş sadece Yunanistan ve Kıbrıs'ı ilgilendiren güvenlik konularında değil, ordunun ülkenin siyasi sistemindeki rolü, demokratikleşme, devlet içinde karanlık güçleri, azınlıkları ve farklı etnik gruptan (Kürt, Çerkez, Alevi) milyonlarca vatandaşı ilgilendiren insan hakları, adalet gibi Türk iç politikasının kritik konularından da belli oluyor.
Politikaya hâkim Türk elitinin önemli bir bölümü, Türkiye'nin üyelik sürecinin ülkenin AB'ye üye olmasını öngören bir süreç olduğunu, AB'nin ilke ve değerleri dışına çıkamayacağını sadece belirli konularda geçici olarak müktesebat dışı bazı maddelerin uygulanmasını kabul edebileceğini anlamadığı belirtileri veriyor. Oysa Türkiye'nin, Avrupa yolunun AB üyesi ülkelerle bütünleşmesine yönelik bazı kritik nitelikleri, AB müktesebatı olarak bilinen karmaşık ve çok boyutlu siyasi görüşleri, kurumsal değişiklikler ve pratik uygulamalar çerçevesinde iç ve dış politikasında değişiklikler yapmayı kabul etmesi gerekir, ancak bu değişiklikler uzun zamandan beri ülke içinde büyük direnişlerle karşılaşıyor. Bunların aşılması Türkiye'nin siyasi elitinin ve seçmenlerinin siyasi iradesine bağlıdır.
Türkiye'deki Avrupa yanlısı çevrelerin ülkelerinin üyelik yolunu açık tutabilmeleri için Yunanistan'a ve Kıbrıs'a ihtiyaçları var fakat bu çevreler ülkenin siyasi sahnesinde hâkim güç değil. Türkiye'deki "derin devlet" ile etrafındaki siyasi ve ekonomik güçlerin Yunanistan'a ihtiyaçları yok. Nasıl olsa konumlarına ve amaçlarına zarar vermeyen bir AB üyeliğini tercih ediyorlar. Bu güçler AB üyeliğini Avrupa'yla bütünleşmeye yönelik bir süreç olarak değil, "uluslararası bir organizasyon" üyeliği olarak algılamaya devam ediyorlar. Bu bağlamda Türkiye'deki rollerini sürdürebilmelerini sağlayacak, aynı zamanda Türkiye'nin ya tam üyelik ya da özel ilişkiye uyum sağlamasını mümkün kılacak belirli bir çağdaşlaşmayı sağlayabilmek amacıyla "doğru pazarlıklar" yapıyorlar. Türklerin AB'yi bu şekilde algıladıklarını ortaya koyan bir örnek, Ankara'nın Gümrük Birliği Protokolü temelinde üstlendiği yükümlülükleridir. Gümrük Birliği Protokolünü sadece bir üye ülke, Kıbrıs Cumhuriyeti, yönünde uygulamaması Ankara için bir "pilot-taktik." Üye ülkeler arasındaki birlikteliği sözleşmeli yükümlülükler alanında da bozmayı başarırsa, bu tutumunun gerçekçi olduğu anlaşılacak. Belirtiler, Türkiye'nin sözleşmeli yükümlülüklerine kesin bir şekilde uyum sağlamasının "ertelenmesine" yönelik manevra yeteneklerinin zaman geçtikçe azaldığını gösteriyor. Bu konuda Türk askeri-siyasi elit için "gerçek saati" yaklaşıyor. Gelişmeler belki de Türkiye'deki iç koşulların ülkenin AB üyesi olması için uygun olmadığını gösterir.
2004 yılı AB zirvesi sırasında dahi Türkiye'nin Ege'de gerginlik yaratma politikası uygulaması, Yunan hükümetinde ciddi kaygılara neden oldu. Ancak bu durum, 1999'da kararlaştırılan Türk-Yunan ilişkilerinin Türkiye'nin AB üyeliği yoluna bağlanması politikasının yeniden gözden geçirilmesi için yeterli görülmedi. Gerek Helsinki stratejik seçeneği (1999) gerekse bunun devamındaki Avrupa-Türkiye ilişkilerinin ele alınma tarzı Yunan siyasi elitinin yoğun kaygılarına neden oldu ancak buna rağmen Kostas Karamanlis hükümetleri Helsinki politikasını sabit bir şekilde desteklemeye devam ettiler ve enerji boru hatlarına ilişkin stratejik işbirliği gibi çeşitli alanlardaki ikili işbirliğini geliştirdiler.
Diplomatik düzeyde Karamanlis-Erdoğan arasında özel ilişkilerin gelişmesi iki lider arasında doğrudan bir temas kanalı açtı fakat bu yakınlaşma, sadece Türk Başbakanın Atina ziyareti sırasında olumlu bir ortam yarattı, Ege'deki Türk tahrikleri açısından meyve vermedi. Tam aksine şekillenen koşullar altında gerginliğin tırmandırılarak, Türk diplomatik-askeri düzenin yaptığı değerlendirme ve planlar çerçevesinde, Türk taleplerinin güvence altına alınması ve ikili ilişkilerin Avrupa-Türkiye ilişkilerinden ayrı tutulması amaçlandı. Buna paralel Ankara'nın uluslararası örğütlerde (ICAO ya da IMO) Yunanistan'ın yetkilerini çürütme yönündeki yoğun çabaları, Türk Başkonsolosluğunun Batı Trakya'daki faaliyetleri ve en önemlisi zaman zaman çok tahrik edici olan Ege'deki ihlallerin ikili temaslar dönemlerinde de (örneğin Molivyatis'in Ankara ziyareti sırasında) veya üst düzey yetkililerin faaliyeti (örneğin Cumhurbaşkanı Karolos Papulias'ın Eşek adasına ziyareti) sırasında da devam etmesi, bu kişilerin konumlarının zayıflatılması yönünde çabanın sarf edildiğini gösterdi. Bütün bunlar Helsinki sonrası dönemin en azından ulusal güvenlik konularına ilişkin diplomasi ve operasyon düzeyinde kapandığı izlenimini yaratıyor.

--Gerginliklerin yönetimi-

Atina, Türk diplomasisinin uyguladığı taktiğin stratejik ufuklarını küçümerse, Yunan diplomasisi Türk diplomasisinin arkasından koşmak zorunda kalacak.
Türkiye'nin tahriklerine sadece aynı düzeyde Yunanistan'ın stratejik seçenekleriyle cevap verilebilir. Ankara açısından Türkiye'nin uygulamalarında herhangi bir değişiklik yok, tam aksine alışılmış şekildedir; Türkiye siyasi stratejisini gerçekleştirme yönündeki diplomatik ve askeri girişimlerinde tutarlılık sergiliyor. Toprak bütünlüğüne karşı Ege'de askeri baskı uygulaması, Türk-Yunan ilişkilerinin bir boyutudur. Türkiye'nin Yunan egemenliğine ve Yunan egemenlik haklarına karşı açıkça öne sürdüğü itirazları da devam ediyor. Türkiye'nin bu uygulamaları sayesinde konu uluslararası düzeyde bir Türk talebi olarak değil, Yunan egemenliğiyle ilgili "gri bir bölge" olarak ortaya konuluyor. Türkiye'nin amacı diplomatik düzeyde Yunan tezlerini iptal etmek veya çürütmektir. Örneğin AB-Türkiye Gümrük Birliği Protokolü konusunda reformcu Tayyip Erdoğan "ek protokol konusunda geriye adım atmıyoruz diye, AB ile müzakereler kesilirse, kesilsin" derse, bu aslında Avrupalı ortaklara Yunan amaçlarına zıt bir tez benimsemeleri yönünde baskı uyguluyor demektir. Bu arada Yunan tarafı ortaklarına uygun bir cevap vermezse daima Yunan tarafına baskı uygulanacak.
Türkiye'nin Avrupa yolunun aniden kesilmesi ve bunun özellikle Gümrük Birliği Protokolü nedeniyle olması tehlikesi var mı? Bunu savunan ciddi bir uzman yok. Öte yandan Türkiye, AB müktesebatını kabul edecek şekilde değişemezse hem Avrupa Birliğinin hem de Yunanistan'ın güvenlik sorunu açısından bu üyelikten beklentisi ne olabilir? Bunlar bir yana, 1974'ten beri Türkiye Yunan iç politikasının değişmesini, Yunan egemenliğine ilişkin ödünlerin verilmesini, ulusal stratejinin "uzlaşmalı" çözümler doğrultusunda yeniden gözden geçirilmesini amaçlıyor. Başka bir ifadeyle, Ankara Yunanistan'dan tamamen farklı bir yönde hareket ediyor. Yunanistan Türkiye'nin AB üyeliği yoluyla Türkiye'deki iç gelişmeleri etkilemeye ve Ankara'nın toprak taleplerine son vermesini sağlamaya çalışırken, Türkiye uyguladığı politikayla Yunanistan'daki iç gelişmeleri etkilemeye ve kendi toprak taleplerini gündeme getirmeye çalışıyor. Yunan siyasi stratejisinin artık bugün etkisiz olan şart ve ön şartlara dayanması, Türk siyasi stratejisinin arkasından koşacağını gösteriyor. Bu görüş, Yunanistan'ın ulusal stratejisinin gözden geçirilmesinin gerekli olduğu anlamını taşımıyor. Ulusal strateji yeni koşullara uyum sağlamalı ve bu uyum için strateji içeriğinin yeniden gözden geçirilmesi gerekmez, stratejinin dikkatle düzenlenmesi ve yeni koşullara hizmet edebilmesi gerekir.

--Yeni bir stratejiye geçiş-

Hem iki tarafın, hem uluslararası faktörün tezleri bilindiğine göre, Türk-Yunan ilişkilerinde istikrarın sağlanması eninde sonunda bu tezleri sabitleştiren bir iç ve uluslararası dengeler konusudur. Geniş siyasi ve sosyal ulusal çerçevede belirtilmiş olan iç dengeler özellikle politikanın öncelikli konularını, iç yeteneklerini ve bunların sürdürülmesiyle ilgili dayanıklılığı ortaya koyuyor. Ulaşılması istenen hedef, uluslararası avantajlar yaratma yönünde gerçekçi yeteneklere sahip olan bir siyasi stratejinin dile getirilmesi ve uygulanması. Bunun stratejinin başarılı olup olmadığı belirli bir zaman içinde vereceği sonuçlardan belli olur.
Ege ve Kıbrıs'taki Türk-Yunan ilişkilerinin çağ dışı toprak taleplerinden kurtulması yönündeki çaba sadece çok boyutlu olursa başarılı olabilir. Türkiye ile güvenlik ve işbirliği ilişkilerinin gelişmesinden yararlanmalıdır. Bununla birlikte Yunanistan'ın komşumuz ülkede gerçek bir ortaklık ilişkisini savunacak, toprak taleplerine son verecek siyasi güçlerin hakim olması yönündeki desteği Ege, Batı Trakya ve Doğu Akdeniz'de Türk tahriklerini başarılı bir şekilde durdurtabilmesine bağlı. Yeterince dile getirilmiş olan ve 1974'ten bu yana, hatalarına rağmen, başarıyla uygulanan ulusal strateji budur.
Yenilenmiş bir siyasi stratejinin merkezinde, -daima uluslararası hukuk temelinde- Türkiye'nin Ege'de gerginlik yaratma politikasının temelini oluşturan ikili şartların değişmesi yer almalıdır. Yunanistan uluslararası hukuk çevresindeki müdahalesini güçlendirmeli, gerginlikleri uygun bir şekilde ve belirli bir amaçla ele alması ve operasyon düzeyinde desteklemesi, karşı tarafa gerginliğin aşılmasını kabul ettirmesi gerekir. Türkiye'de iç siyasi güçler politikalarını değiştirmezler ise gerginlik yaratma tutumu sona ermeyecek. Ancak bu tahrikler, Ege'deki statüyü Türk talepleri yararına değiştirmedikçe başarısız kalır ve çağdışı sayılır.
Öte yandan Türkiye'ye geniş bir bakış açısı altına bakmayan, Türkiye'nin mevcut statüyü değiştirmeye yönelik politikasını iptal edecek iç ve uluslararası boyutlara önem vermeyen bir siyasi strateji yapıcı ve kalıcı olamaz. "İktidar güçleri"nin siyasi hâkimiyetine rağmen, Türk toplumunu ve politikasını demokratikleşme doğrultusunda hareketlendiren bir sosyal ve siyasi dinamizm var. Türk toplumunun, ekonomisi ve politikasındaki gelişmelerde zıtlıklar ve çelişkileri de var, bazı durumlarda bunların nasıl gelişeceği bilinemiyor.

İN.GR: "AVRUPA PARLAMENTOSU, TÜRKİYE, HIRVATİSTAN VE FYROM'DAN REFORMLARI HIZLANDIRMASINI İSTEDİ"

ANKARA, 12/03(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi İn.Gr'nin 12 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Strasburg çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu, dün ilerleme raporlarını değerlendirmesi istendiğinde, AB adayı üç ülkenin -Türkiye, Hırvatistan ve Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya (FYROM)- geleceğini ele aldı.
AB Dönem Başkanı temsilcileri de toplantıya katıldı. Konuyla ilgili kararlar bugün alınacak.
Çek Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Alexander Vondra, yaptığı konuşmada, Türkiye'nin "üyelik müzakereleri için yeni birini ataması dahil attığı olumlu adımları" takdir etmesine rağmen, geçen yıl "beklenen düzeyde reform" gerçekleştirmediğini vurguladı.
Vondra, özellikle Türkiye'den komşularıyla anlaşmazlıklarını barışçıl yollarla çözmeyi taahhüt etmesini istedi.
Vondra, yasaklanan web siteleri gibi ifade özgürlüğündeki kısıtlamayla ilgili endişenin devam ettiğini belirtti ve Türkiye'ye "üyelik müzakerelerinin seyrini etkileyecek ek protokolün tam uygulanmasıyla ilgili" sorumluluklarına bağlı kalma çağrısında bulundu.
AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Türkiye ile ilgili raporun "özellikle dengeli" olduğundan bahsetti, fakat ifade özgürlüğüyle ilgili reformların geciktiğini vurgulamaktan da geri kalmadı. Rehn, Türkiye'ye Kıbrıs'ın yeniden birleşmesinde daha aktif bir rol oynaması çağrısında bulundu.
Vondra, Hırvatistan ile ilgili yaptığı açıklamada, 2008 yılında ülkenin ilerleme kaydettiğini, fakat adalet reformunda ve yozlaşmayla mücadelede daha çok yol alması gerektiğini ifade etti.
Slovenya ile Hırvatistan arasında kara sularıyla ilgili ihtilaf hâlâ devam ederken Slovenya, programlanmış başlıklarda müzakereleri dondurmayla tehdit ediyor.
Vondra, AB Başkanlığının kalıcı ve karşılıklı kabul edilebilir bir çözümün bulunması için her türlü çabayı göstereceğini söyledi.
Vondra, FYROM'u "birçok tahrikle karşılaşan önemli ölçüde güçlü ve büyük dinamizmi olan" bir ülke olarak niteledi ve adı ile ilgili olarak "doğru ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüm" bulunmasını dilediğini ifade etti.
Vondra son olarak, FYROM'a demokratik seçim yapabilecek durumda olduğunu ispat etmesi çağrısında bulundu.

ERT: "AVRUPA PARLAMENTOSUNDA YUNAN VE KIBRISLI ÜYELERİN, TÜRKİYE VE ESKİ YUGOSLAVYA CUMHURİYETİ MAKEDONYA HAKKINDA KONUŞMALARI"

ANKARA, 12/03(BYE)--- Yunanistan Radyo-TV Kurumunun (ERT) 12 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin özet çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosunda Yunan ve Kıbrıslı üyeler, Avrupa Parlamentosunun yarın yapılacak oturumunda Türkiye ve Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya (FYROM) ile ilgili ilerleme raporlarının oylanması öncesi, Genel Kurulda yaptıkları konuşmalarda görüşlerini dile getirdi.
Yeni Demokrasi (ND) Partisi Milletvekili Yorgos Dimitrakopulos yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, azınlıklara karşı tutumunu değiştirmek ve Gökçeada (İmvros) ve Bozcaada'da (Tenedos) uyguladığı politikalardan kaçınmak; Avrupa politikasını destekleyen AB üyesi ülke olarak Yunanistan ile ilişkilerini, örneğin "casus belli"yi kaldırmak ve Ege'de ihlallere son vermek suretiyle iyileştirmek; Kıbrıs sorununda, Türk işgal kuvvetlerini geri çekmek ve bunun bütün alanlarında daha yapıcı bir tutum izlemek suretiyle ilerleme kaydetmek gibi bir dizi yükümlülüğü yerine getirmesi gerektiğini söyledi.
Dimitrakopulos, konuşmasının sonunda, "Sınırlarımız Girne'de" sloganıyla yetişen kuşaktan olduğunu söyledi.
Panhellenik Sosyalist Hareketi (PASOK) Milletvekili Maria Elleni Koppa yaptığı konuşmada, AB'nin Türkiye'ye mesajının "Hedefin üyelik olduğu, ancak bunun yükümlülüklerini yerine getirmekten geçtiği" şeklinde açık olması gerektiğini söyledi.
Türkiye'nin, ülke içinde olduğu kadar, jeostratejik rolünü yeniden belirlemede de kritik bir dönemde olduğunu belirten Koppa, bu çerçevede Türkiye'nin reformlara devam etmesi ve istikrarlı Avrupa sürecinin kesinlikle gerekli olduğunu vurguladı.
Koppa ayrıca, Türkiye'nin son olarak Ege'de yarattığı gerginlik ortamının yeni sorunlar yarattığını kaydetti.
Kıbrıs komünist AKEL partisi Milletvekili Adamos Adamu, Avrupa Birleşik Sol Grubu adına yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, bir AB üyesi ülke olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'ni de kapsayan AB karşısında kararlaştırılmış yükümlülüklerini yerine getirmeyerek, liman ve havaalanlarını Kıbrıs gemi ve uçaklarına açmayı reddetmeye ve Kıbrıs'ın uluslararası kuruluşlara katılmasını veto etmeye devam ettiğini söyledi. Adamu, Türkiye'nin bir taraftan bölgede düzenleyici faktör rolü oynarken, Kıbrıs'ı işgal etmek suretiyle uluslararası hukuku ihlal etmeye devam ettiğini bildirdi.
Adamu, bugün Kıbrıs sorununa, BM kararlarında belirtildiği üzere uluslararası ve Avrupa hukuku çerçevesinde, iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon ve siyasi eşitlik temelinde bir çözüm bulma sürecinin ortalarında bulunulduğunu belirtti. Adamu, Türkiye'nin müzakerelerde özde bir ilerleme kaydedilmesine izin vermesi, işgali sona erdirmesi ve kayıpların kaderlerinin belirlenmesi konusunda gerekli çalışmalara başlaması için AB'nin ilke görüşlerinde ısrar etmesi ve baskılarını artırması gerektiğini vurguladı.
Adamu, enerji başlığıyla ilgili olarak da Türkiye'nin, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kendi ekonomik bölgesinde egemenlik haklarını engellemeye son vermediği sürece, bu başlığın açılamayacağını iddia etti.
Kıbrıs komünist AKEL partisi Milletvekili Kiriakos Triantafillidis de konuşmasında kayıplar ve ekonomik bölge konularına değinerek, Türkiye'nin iki toplum arasındaki ilişkilerin gelişmesine fiilen yardımcı olması gerektiğini söyledi.
Triantafillidis, Türk askerî güçlerinin, iki toplum liderinin adanın geleceği konusunda sakin bir şekilde müzakere edecek şekilde çekilmesi gerektiğini bildirdi.
Triantafillidis ayrıca, Türkiye'ye, kayıplar konusundaki yükümlülüklerine uyması ve Kıbrıs'ın kendi ekonomik bölgesine karışmayı durdurması için çağrıda bulunulmasını istedi.

TA NEA: "KRİZ, TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ"

ATİNA, 13/03(BYE)--- Tirajı günde 63.430 olan Ta Nea gazetesinin 13 Mart 2009 tarihli sayısında, Panayotis Yoakimidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Ekonomik krizin bir kurban daha vereceği anlaşılıyor: Avrupa Birliği'nin yeni üye devletlerle ve özellikle -zaten zor konumda olan- Türkiye ile genişlemesi perspektifi. Öte yandan Türkiye'nin de jeopolitik konumu açısından iki eğilim arasında kaldığı anlaşılıyor. Birinci eğilim, AB'ye tam üye olarak katılmasının önemini ortaya koyuyor. Bu çerçevede AB konularından sorumlu bakanın yaptığı son açıklama ve "ulusal reform programının" benimsenmesi gösterilebilir. Hedef üyelik sürecine ivme kazandırılması, fakat bu pek de mümkün görülmüyor, çünkü en azından 13 müzakere başlığı hâlâ "dondurulmuş" durumda.
Buna paralel üyelik perspektifiyle ilgili siyasi sorunlar sürekli artıyor, çünkü güçlü bir grup devlet zaten özel-imtiyazlı üyelik müzakerelerine dönüştüğü belirtileri veren müzakere hızını daha da kesmek amacıyla ekonomik krizi (de) kullanıyor. Bu durumda da Türkiye haklı olarak Avrupa'yı "haksız" bir yaklaşım sergilemekle suçluyor.
İkinci eğilim Türkiye'nin bölgesel sistemde (Orta Doğu, Kafkasya) belki ABD ile iş birliğinde (son zamanlarda Ankara'ya Obama, Clinton ziyaretleriyle Türkiye-ABD ilişkilerinin düzene sokulması yönünde çabalar sarf ediliyor) üstlenebileceği lider rolünü vurguluyor. Bazıları lider, bölgesel güç rolünün ille de ülkenin AB üyeliği perspektifine karşı olmadığını öne sürüyor. Öte yandan bazıları bölgesel güç rolünün Türkiye'nin kimliği ve siyasi yapısına daha uyumlu olduğunu öne sürüyor. Çünkü AB ülkenin siyasi sisteminde hassas dengeleri bozma tehdidini ortaya koyan çok derin reformlar talep ederken, bölgesel rol bu tür reformların yapılmasını gerektirmiyor.
Yunanistan için, defalarca vurguladığımız üzere, ilgili kıstasların yerine getirilmesi durumunda Türkiye'nin AB bünyesine tam katılması, birinci en iyi seçeneği oluşturuyor. Buna rağmen ortaya çıkan eğilimler de göz ardı edilmemeli, çünkü durum tamamen değişebilir ve farklı bir statüyle, başka bir ifadeyle "imtiyazlı ilişkiyle" sonuçlanabilir.

ELEFTHEROTİPİA: "SANAYİCİLER KIBRIS KONUSUNU TÜRKİYE'NİN ÜYELİK MÜZAKERELERİYLE İLİŞKİLENDİRİYOR"

ATİNA, 17/03(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 17 Mart 2009 tarihli sayısında, Kira Adam imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Yunan Sanayiciler Odası (SEB), Kıbrıs İşverenler ve Sanayiciler Federasyonu, TUSİAD ve İŞAD Lefkoşa'da 12 Mart'ta yaptıkları toplantıda "Türk damgalı" bir çözüm öngören ortak bir metnin altına imza attılar. Bildiride, "devam etmekte olan Türkiye'nin üyelik süreciyle ilgili müzakerelerin ve devam etmekte olan Kıbrıs'taki iki toplum arasındaki müzakerelerin yıllarca sürmekte olan Kıbrıs sorununa bu yıl içinde bir çözümün bulunması yönünde katkıları olacağı" ümidi dile getiriliyor.
İlk bakışta tarafsız görünen bu ortak bildiride, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi Türkiye'nin AB üyeliğinin ilerletilmesine bağlandırılıyor ve Ankara'nın liman ve havaalanlarını Kıbrıs bandırasına açmasıyla ilgili AB yönündeki yükümlülüğünden (Ankara protokolü) söz edilmiyor.
Lefkoşa'daki görüşmenin ortak bildirisine göre, Yunan ve Kıbrıs Rum işadamları, Ankara'nın üyelik sürecini "kolaylaştırmaya" ve Türkiye'nin AB yönündeki yükümlülüklerini yerine getirip getirmemiş olması temelinde kapsamlı bir şekilde değerlendirileceği döneme rastlayan yıl sonuna kadar Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için uyguladığı baskıları desteklemeye hazır olduğunu gösteriyorlar.
Söz konusu dört kurumun işadamları şunların da altını çiziyor: Dört organizasyon, birleşmiş Kıbrıs'ın ekonomik kalkınması için adanın ekonomik birleşmesinin teşvik oluşturacağını belirtiyor. İşadamları, çözüm yönünde verilen herhangi bir fırsatın kaybolmaması gereğini vurguluyor ve bu bağlamda Hristofyas ile Talat arasındaki görüşmelerin anlaşmaya ulaşmasını cesaretlendiriyorlar. Görüşmede Kıbrıs İşverenler ve Sanayiciler Federasyonu (OEB) Başkanı Andreas Pittas, Kıbrıs Türk İşadamları Derneği (İŞAD) Başkanı Metin Yalçın, Yunan Sanayiciler Odası (SEB) Başkan Yardımcısı ve uluslararası faaliyetler başkanı Thanasis Lavidas ve TUSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ hazır bulundu.  

İSVİÇRE BASINI

BASLER ZEITUNG: "AB TÜRKİYE'NİN REFORM İSTEKSİZLİĞİNİ ELEŞTİRİYOR"

BERN, 13/03(BYE)--- Tirajı günde 93.300 olan Basler Zeitung'un 13 Mart 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan DPA kaynaklı ve Strasbourg çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

AB Parlamentosu aday ülke Türkiye'den özellikle yolsuzlukla mücadele ve basın özgürlüğünün korunması konularında olmak üzere daha büyük bir reform temposu talep etti.
Strasbourg'da soldan sağa milletvekillerinin büyük çoğunluğu Ankara'nın reform isteğinin eksikliğinden üzüntü duyduklarını belirttiler.

 

İRAN BASINI

İRNA: "TÜRKİYE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI, AB ÜYELİK SÜRECİNE KATILACAK"

ANKARA, 06/03(BYE)--- İran Haber Ajansının (İRNA) 6 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye, AB üyelik sürecine sivil toplum kuruluşlarının aktif katılımı için çabalıyor.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış bugün Ankara'da yapılan "AB sürecinde sivil toplumla diyalog" adlı toplantıda, Türkiye'nin AB üyelik meselesinin, Türk halkının konusu olduğunu ve bu nedenle halkın katılımı olmadan bu meselenin sonuçlanmayacağını belirtti ve hükûmetin sivil toplum kuruluşlarına verdiği önemi vurguladı.
Türk halkının sesini sivil toplum kuruluşları aracılığıyla, Avrupa ülkelerine duyurmanın çok önem taşıdığını vurgulayan Başmüzakereci, iki Türk şoförünün vize talebiyle ilgili Alman hükûmetine dava açtığına işaret etti ve şöyle konuştu: "İki Türk vatandaşı, Alman hükûmetine dava açarak yıllar önce Avrupa Mahkemesi tarafından Türkler için tanınan hakkı takip etti ve Türk hükûmeti de bu konuyu yakından takip ediyor."
Türk sivil toplum kuruluşlarının, Avrupa sivil toplum kuruluşlarıyla temas hâlinde olmalarını ve Ankara'nın tutumunu savunmalarını isteyen Bağış, kuruluşların, Avrupa kuruluşlarıyla yakın temasının çok yararlı olacağını da sözlerine ekledi.
Egemen Bağış, "Bu durumda Avrupa kamuoyunu yanımıza alabiliriz ve taraflar da birbirlerini yakından tanıma imkânı bulabilir." dedi.
Avrupa ile yakın olmayı isteyenin sadece Türk hükûmeti olmadığını belirten Bağış, Türk halkının da hızla AB ile uyum sağlamaya geçtiğini ve AB'nin Türk halkının ortak hedefi olduğunu vurguladı.
AB üyelik sürecinin 50 yıl önce başladığına işaret eden Egemen Bağış, "Bu meselenin uzamasının en önemli nedenlerinden biri, meselenin devlet meselesi olarak değerlendirilmesiydi. Bu süreç, sivil toplum kuruluşlarının ve halkın katılımıyla ivme kazanacak." dedi.
Türkiye'nin AB Daimi Temsilcisi Oğuz Demiralp toplantıda yaptığı açıklamada, AB üyeliğinin toplumların birbiriyle kaynaşması anlamına geldiğini belirtti.
Türkiye sivil toplum kuruluşlarının, hükûmetin AB üyelik sürecini desteklemeleri gerektiği üzerinde duran Demiralp, bu destek olmadan hükûmetin tek başına bu konuda adım atamayacağını belirtti.
AB'nin, kalıcı olmak için genişlemesinin şart olduğunu vurgulayan Demiralp şöyle konuştu: "Hem Türkiye, hem de AB birbirinden vazgeçemez, çünkü her ikisinin birbirine ihtiyacı var."
Türkiye'nin AB üyelik süreci önündeki sorunlara işaret eden Demiralp, bu sorunların Türkiye'yi caydırmaması gerektiğini de belirtti.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ve TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da toplantıda yaptıkları konuşmalarda, AB uyum sürecinde Türkiye'nin öncelik vermesi gereken konuları dile getirdiler.
Gelecekte Kıbrıs meselesinin Türkiye ve AB üyelik sürecine olumsuz etki yapacağını vurgulayan Yalçındağ, bu konuda hükûmetin ciddi tedbirler almasını istedi.
Türk toplumunda AB üyelik süreci konusunda haberleşmenin önemli olduğunu vurgulayan Hisarcıklıoğlu da, halkı bu konudan uzak tutmanın bu süreci yavaşlatmaya yol açacağını belirtti.
Egemen Bağış 8 Ocak 2009 tarihi itibariyle Devlet Bakanı ve Başmüzakereci olarak, bu göreve atandı. Daha önce bu görevi Dışişleri Bakanı Ali Babacan yürütüyordu.
Gözlemcilere göre Bağış'ın Başmüzakereci olarak görevlendirilmesi, Erdoğan hükûmetinin müzakere sürecini hızlandırma yönündeki çabasının bir göstergesidir. 

RUSYA BASINI

VESTİ: "ARBATOV: TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRMESİ AVRUPA'YI ZAYIFLATACAK"

ANKARA, 12/03(BYE)--- Rus haber televizyonu Vesti'nin 11 Mart 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Rusça yazının çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu üyeleri dün tekrar Türkiye ve Hırvatistan'ın AB üyeliğini görüşürken siyaset bilimci Aleksey Arbatov bu sürecin siyasi arka planını anlattı.
Arbatov, Türkiye'nin AB'ye girmesinin Avrupa'yı zayıflatacağı görüşünde. Arbatov şöyle konuştu: "Bu zayflama her şeyden önce etnik ve siyasi anlamda gerçekleşir çünkü Türk nüfusunun önemli bir kısmı İslami kökten dinciliğe yatkın. Avrupa için ise bu, özellikle bunun radikal şekilleri en önemli sorunlardan biri." Arbatov Türkiye'nin işte bu nedenle bu kadar uzun süre boyunca AB'ye kabul edilmediğini düşünüyor. Uzman Arbatov, "Bir yerde Avrupa'nın genişlemesinin sınırının çizilmesi lazım. Türkiye kabul edilirse, neden o zaman Kuzey Afrika ülkeleri kabul edilmesin? Neden şimdilerde ABD'nin yönetiminde yaşayan ve var olan Irak kabul edilmesin?" dedi.
Arbatov'a göre üyelik müzakereleri uzun sürüyor çünkü Türkiye'yi kırmak istemiyorlar, zira kendisi bir NATO üyesidir. Diğer yandan ABD Türkiye'yi bir tarafa itmemesi için Avrupa üzerinde baskı yapıyor çünkü ABD'nin Körfez bölgesindeki harekâtı Türkiye'ye bağlı. Avrupa'nın Türkiye'ye defalarca başka iş birliği şekillerini önerdiğini belirten uzman, "Fakat Türkiye gururlu bir ülkedir, üstüne üstlük bir İslam ülkesidir. Türkiye kendi itibarının dış tezahürleri konusunda çaba gösteriyor. Bütün geçici çareler denendi ve Türklere tam üyelik lazım, yoksa bunlar başka yöne gidecek." dedi. Türkiye'nin Avro Bölgesine girmesi konusuna gelince, Arbatov, Türk nüfusunun çoğunun bunu istemediğini düşünüyor. Uzman, "Türkler şimdi krizin şiddetlenmesinden korkuyor. Brüksel'in kararlarını yerine getirmesi gerekiyor, onlar ise bunu istemiyor." dedi.

VESTİ RADYOSU: "ALEKSEY ARBATOV: TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ AVRUPA'YI GÜÇSÜZLEŞTİRECEK"

MOSKOVA, 12/03(BYE)--- Devlet Vesti Radyosunda 11 Mart 2009 tarihinde saat 13.00-13.30 saatleri arasında yayınlanan haber bülteninde yukarıdaki başlık altında bir haber yer almıştır. İnternetten sağlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu milletvekillileri, Türkiye ile Hırvatistan'ın Avrupa Birliği üyeliğini bugün yeniden ele alacaklar. Siyaset uzmanı Aleksey Arbatov, bu sürecin gizli siyasi nedenlerini açıkladı. Aleksey Arbatov'a göre, Türkiye'nin AB üyesi olması halinde Avrupa daha güçsüz olacak. Arbatov, "Avrupa, öncelikle etnik ve politik anlamda zayıflayacak, çünkü Türklerin çoğu kökten dinci eğilimli ve Avrupa açısından bu husus önem taşımaktadır" dedi. Uzman, Türkiye'nin özellikle bu yüzden AB'ye uzun zamandır kabul edilmediğini belirterek, Avrupa'nın genişlemesinin sınırlandırılmasının ve Türkiye'nin kabul edilmesi durumunda Kuzey Afrika ülkeleri ile ABD kontrolü altındaki Irak'ın da kabul edilmesi gerektiğini iddia etti.
Uzmana göre, görüşmelerin bu kadar uzun zaman sürmesinin sebebi, Avrupa'nın, Türkiye'yi küstürmek istememesinden kaynaklanıyor. Nasıl olsa Türkiye NATO üyesidir. ABD, Avrupa'nın Türkiye'yi reddetmemesini istiyor, çünkü ABD'nin Körfez bölgesinde operasyon gerçekleştirmesi doğrudan Türkiye'ye bağlıdır. Avrupa, Türkiye'ye birçok kez çeşitli işbirliği tekliflerinde bulundu. Fakat Türkiye gururlu ve üstelik bir İslam ülkesidir. Türkler, AB'ye tam üyelik istiyor diğer şartları kabul etmeleri söz konusu değil.


Güncelleme: 02/06/2009 / Hit: 3,966

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı