ENGLISH
  Güncelleme: 26/11/2008

2008-10-10 AB Bülteni

2008-10-10 AB Bülteni

Bülten No : 119 10 Ekim 2008

DIŞ BASINDA

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

ALMANYA BASINI:
Kölner Stadt-Anzeiger:
"Türkiye'nin Avrupaya İhtiyacı Var" : "Almanya'da yayımlanan Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinin 8 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında, Thomas Geisen imzasıyla yazar Necla Kelek ile yapılan mülakatın çevirisi şöyledir:

GEİSEN: Bayan Kelek, Türkiye, Frankfurt Kitap Fuarı'nın bu yılki onur konuğu. Ne gibi beklentileriniz var?

KELEK: Türkiye ve Türk aydınlarının kendini tanıtmaları için bir fırsat. Büyük bir kalabalık karşısında farklı fikirleri savunmak ve bilindik Türk düşüncelerinden uzaklaşmak için büyük bir fırsat. Buradaki edebî tartışmalarda elbette ağırlıklı olarak Türkiye ele alınacaktır.

GEİSEN: Sizin Türkiye'ye olan ilginiz size çok fazla düşman sahibi yaptığı gibi çok sayıda kişi tarafından da "vatan haini" ilan edildiniz. ‘Acı-tatlı Memleket' kitabınızla bu üne layık olmayı sürdürüyorsunuz...

KELEK: Evet ülkeye eleştirel gözlerle bakmayı kendime görev edindim. Ben sadece ülkenin güzel sularını izlemeye oraya gitmiyorum, aynı zamanda ülkenin kendisiyle, AB ile, göçmenlerle ve dünyayla olan sorunlarını da ele almaya çalışıyorum. Bu bağlamda bireyle devlet arasındaki ilişki ilgimi çeken öncelikli konular arasında yer alıyor.

GEİSEN: Devletin fonksiyonu nedir?

KELEK: Bunun için öncelikle ülkenin tarihine, geçmişine bakmak gerek. Bu konuyu ciddiye almayanlar veya olaya eleştirel bakmayanlar büyümüş sayılmaz. Bana göre Türk toplumu bu gününün ve geçmişinin sorumluluğundan kaçıyor. Şayet biri bu şekilde davranıyorsa o takdirde bu kişi geleceğini de sorumlu bir şekilde şekillendiremez. Bunu yapmak yerine AB'den gelecek maddi ve iktisadi yardımlardan medet umuluyor. Kadın hakları, Ermeni meselesi veya din özgürlüğü gibi sorunlar hiçe sayılarak, ‘Türklüğe hakaret' addediliyor.

GEİSEN: Çifte öfke mi söz konusu? Yani Türkiye büyüme yerine kendini, katılım taraftarı olmayan AB tarafından aşağılanmış mı görüyor?
KELEK: AB ile Türkiye arasındaki görüşmelerin, ebeveynle küçük çocukları arasındaki iletişime benziyor. Bana göre Türkiye kendini dışarıya karşı demokratik bir Avrupa ülkesiymiş gibi göstermeye çalışıyor. Gerçekten de Türkiye şekli olarak demokratik bir ülke, ancak ne yazık ki demokratları olmayan bir ülke. Kanunlarda herkesin okula gitme zorunluluğu olmasına karşın kızların okula gitmesi, evlenmesi hâlâ daha kabileler, aşiretler veya aile babaları tarafından tayin ediliyorsa, o takdirde Türkiye, AB taleplerini yerine getirmiyor demektir. Bunun da aşağılama veya hakaretle alakası yoktur.

GEİSEN: Türkiye'nin AB'ye üye olma isteği sadece ekonomik sebeplere mi dayanıyor? Bunu kalpten istiyor mu?

KELEK: Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı var, çünkü başka türlü uygun bir partneri olmayacak ve bu şekilde bir devletin var olması mümkün değil. Kulağımıza absürd de gelse, AKP'nin ülkeyi İslami yönde yönetmesi için elinde sadece AB aracı ve imkanı var. AB sayesinde elde edilen bütün yapısal iyileştirmelerse AKP'nin İslam temelli siyasetinin bayrağındaki başarı hanesine yazılıyor.

GEİSEN: Başbakan Erdoğan, şayet AB katılımı gerçekleşmese, Türkiye'nin başka yollara başvurmakta hiç de zorlanmayacağını açıkladı. Hangi yolu kastediyor?

KELEK: Türkiye'nin oldukça yüksel borcu var ve güvenilir bir partnere ihtiyaç duyuyor. Teoretik olarak bakıldığında akıllara ilk etapta ABD geliyor ancak bu durumda halkın büyük kesiminde yaygın olan Amerikan karşıtlığı nedeniyle AKP, halkın desteğinden yoksun kalabilir. Türkiye'nin Suudi Arabistan gibi petrol doları İslam ülkelerinden sürekli destek beklenmesi mümkün değil çünkü bu ülkeler de kendi içlerinde İslam dini konusunda kavgalı.

GEİSEN: Diğer yol hangisi?

KELEK: O yok. Erdoğan tehditleriyle Türkçe'de söylenildiği gibi ‘hava atıyor'. Bunun en güzel göstergesi ilkbaharda Köln'de yaptığı konuşmaydı. Erdoğan Türkiye'yi İslam ülkesi olarak AB'ye üye yapmak istiyor. Bunu yaparken de Avrupa'da yaşayan Müslüman göçmenlere dayanmak istiyor. Türkiye ancak ve sadece demokratik-laik, birey ve insan haklarına ve özgürlüklere saygılı bir ülke olarak AB'ye üye olabilir. AKP'nin de Kemalistler gibi bu durumun çok uzağında oldukları görülüyor.

GEİSEN: Açık söylemek gerekirse, İslami bir Türkiye AB'ye üye olamaz, olmaması mı gerekir?

KELEK: Türkiye laik bir ülke değil. İslam devlet tarafından destekleniyor kontrol ve finanse ediliyor. İslam -İstanbul ve bazı turistik bölgeler hariç- günlük hayatı belirliyor. Ne Aleviler ne de Hıristiyanlar, Müslümanlarla aynı haklara sahip. Sayısı oldukça az olan laik güçler de bugünlerde ulusalcı Kemalistlerle günlük hayata egemen olan İslamlaşma arsında sıkışmış vaziyete. Gerçekler Avrupa'nın bir parçası olma talebini karşılamıyor. Türklerin, katılım gibi görüşemeden önce demokrasi, bireyin ve azınlıkların özgürlüğünü gibi konuları görüşmesi gerekiyor.

GEİSEN: Anayasa Mahkemesin AKP'yi kapatması durumunda ne olurdu?

KELEK: Çok az farkla alınan karar, ordu içindeki eski Türklüğü savunan kesimin güçlü, ama eskisi kadar baskın olmadığını gösteriyor. Bunun dışında "darbenin" feci sonuçları olabilirdi. Ayrıca kime karşı darbe? Zaten halkın yüzde 53'ü AKP'yi seçmiş. Bu olaylar 80'li yıllarda oldukça kolaydı çünkü o zamanlar ordunun hedefinde solculara ve faşistler vardı.

GEİSEN: Söylediklerinin kulağa çok maceramsı ve bilinmedik geliyor, neredeyse ‘Acı-tatlı Memleket' kitabınızdaki karakterler ve insanlar gibi.

KELEK: Türkiye'de özellikle de kadınlarla ilgili hukuki boşluklar var. Erkeler, kadın ve çocukları kendi mülkleri olarak algılıyor. Kızlarını 12 yaşında tarlalarda çalıştırıyor ve iş gücünün ailede kalması güdüsüyle kardeşlerinin oğluyla evlendiriyor. UNESCO'nun tahminlerine göre Türkiye'nin güneydoğusunda 500 bin kızın okula gitmesi yasak. Bu ailelerde ‘Devlet Baba' sayılan erkeklerin keyfi davranışları hâkim.

GEİSEN: İslam'ın bu bağlamdaki rolü ne?

KELEK: İslam, bu tür ataerkil yapıları destekleyen onlara meşruiyet kazandıran ve devam etmelerini sağlayan bir din. İslam dinî boyunduruk altına almaya müsait bir din. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının fetvalarının hiçbirinde 12 yaşındaki kızların evlenmesini yasakladığını duymadım. Aksine; Devlet tarafından yetiştirilen imamlar da bu tür evlilikleri destekliyor.

GEİSEN: İslam dinin günlük hayata etkisi ne derece?

KELEK: Evet Türkiye, devletin ve Diyanet İşlerinin yardımı sayesinde İslamlaştırılmış durumda. Her dinlenme tesisi ve her hava limanında artık bir ibadethane var ve her yerde cami inşa ediliyor, hatta cuma günleri sokaklarda açıkça namaz kılınıyor. Günde beş defa Türkiye'nin her köşesinden müezzin sesli ve agresif bir şekilde namaza çağırıyor. Dinden kurtuluş olmadığı gibi farklı düşünenler ve farklı dinler için de özgürlük yok.

GEİSEN: O hâlde neden Türk erkeleri kadınlarını kapatıyor, neden dövüyor?

KELEK: Çünkü erkeklerin buna gelenek ve dinden kaynaklanan hakları var. Kadınların bu görüşe göre kendi başına karar verecek bireyler olmadığı görüşü hâkim. AKP hükümeti döneminde, çalışan kadınların sayısı yüzde 10 düşmüş durumda. Buna göre artık sadece her dört kadından biri çalışıyor. Zaten Erdoğan kadınlara bu yönde bir şiarda bulundu; Her Türk kadınını ülkenin ve İslam'ın yararı için dört çocuk yapmalıymış.

GEİSEN: Sizin tekil olayları genellediğiniz ve onları abarttığınız söyleniyor. Şiddet içerikli tepkilerden korkmuyor musunuz?

KELEK: Sorunlara değinmek herkesin hoşuna gitmiyor. Ancak sorunlarıyla yüzleşmeyenler sorunlarını çözemez. Bu kitapla ilgili bilgilerim Türkiye ile ilgili araştırmalarıma seyahatlerime ve sayısızca mülakata dayanıyor. Eminim insanlar doğruyu ve aklı hissedeceklerdir. ‘Acı-Tatlı Memleket'i bu bağlamda kaleme aldım. Başka bir beklentim yok. Hiçbir şeyden korkmuyorum. Ben özgürüm.

GEİSEN: Söyledikleriniz kulağa hiç de iyimser gelmiyor. Son olarak bize ülkeniz Türkiye'nin sadece acı değil tatlı olduğunda neyini sevdiğiniz söyler misiniz?

KELEK: Ailemi, paylaştığım türküleri, dilini, birlikte yemek yemeyi, sevgiyi, Türk edebiyatını şimdilerde kaybolmaya yüz tutmuş bireyselliği içeren klasiklerini. Ayrıca muhteşem manzaralarını ve bir zamanlar medeniyetin beşiği olan ve hazinesini hâlâ daha içinde barındıran Anadolu'nun kültürünü." (Thomas Geisen, 09/10)

 

BELÇİKA BASINI:
Le Soir:
"Türkiye Karşısında, Acaba Avrupa Birliği Yeterince Laik mi?: "Tirajı günde 140.000 olan Le Soir gazetesinin 9 Ekim 2008 tarihli sayısında, Maroun Labaki 'nin Galatasaray Üniversitesi felsefe profesörü Tülin Bumin ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

LABAKİ: Birkaç gün önce Brüksel Hür Üniversitesinde (ULB) Türkiye konusunda düzenlenen bir söyleşi sırasında Türkiye'yi üye olarak kabul etmek için AB'nin yeterince laik olup olmadığı sorusunu sordunuz...

BUMİN: Bir şahıs, AB üyesi olmak için Türkiye'nin yeterince laik olup olmadığını sormuştu. Bu konuda ciddi şüpheler var. Ancak bu, teorik olarak böyle ulu orta tartışılacak bir konu değil. Olumlu, olumsuz fikirler beyan edilebilir ve hiçbir şey kanıtlamadan uzun süre tartışılabilir. Ancak bir şey var, bir olay var, bize bir şeyler anlatıyor: Türkler, -daha doğrusu Türkiye insanları, zira herkese ‘Türk' diyemeyiz, Türkiye'de her şey var- çoğunlukla ve içten AB üyesi olmak istiyor. Bu isteği ciddiye almak gerek. Onlar, AB'yi bir Hıristiyan kulübü olarak algılamıyorlar. İslam ve dini inançları ile ilişkilerinin bunun için bir engel teşkil edeceğini düşünmüyorlar. Ancak Avrupa açısından aynı şey geçerli değil. Avrupa kamuoyundaki çekinceler çok daha ciddi ve Avrupalı politikacılar arasında Müslüman Türkiye'yi AB içinde tasavvur edemeyenler var. Bu nedenle soruyu ters yönde soruyorum. Acaba AB Türkiye'yi üye olarak kabul etmek için yeterince laik mi? Bu soru diğerinden daha tutarlı!

LABAKİ: Neden Türkler AB'ye girmek istiyorlar?

BUMİN: Avrupalılar bu isteği maddi açıdan, yani maddi yardım alınması açısından görüyorlar. Bunun, bu isteğin temel faktörü olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'nin her şeyden önce siyasi içe dönüklükten ve içinde bulunduğu kendi kendine yeterli olmaktan kurtulmaya ihtiyacı var. Dünya ile bütün olmaya ihtiyacı var. Kendini yalnız, çok yalnız hissediyor. NATO içinde bir müttefiki ABD vardı. Ancak o kadar uzak ve anlaşılması o kadar zor ki. İzlediği politikalar, müdahaleleri giderek anlaşılmaz ve haklı kılınamaz hale geldi. Küreselleşme döneminde bir şeye tutunmaya ihtiyaç var. Sadece dünyada yer almak için değil, dünya içinde yer almak için. Yaşananlarda özne olabilmek için hareket edebilmek çok önemli, ekonomik süreçler gibi bazı konulara katlanmamak için. İşte Türkler de siyasal alanlarını genişletme ihtiyacını duyuyorlar. Zira küreselleşme süreci sadece Türkiye'de değil, her yerde, politikasızlığa, politika alanının daralmasına neden oluyor. İnsanlar, siyaset sayesinde özerkliklerine ve kitlesel kaderlerine sahip olabilirler, bundan vazgeçemeyiz.

LABAKİ: Ancak bu politikasızlık Avrupa'da da hissediliyor.

BUMİN: Çelişki de burada. Biz, daha fazla siyaset yapabilmek için Avrupa'ya bağlanmak, Avrupa'ya entegre olmak isterken, Birlik içinde ekonomik ve hukuki konular ön plana çıkıyor. Birliğin siyasal kimliği belli ve belirlenmiş değil. Bu da, Avrupa'dan beklediklerimiz konusunda bir tezat teşkil ediyor. Hatta kendi kendime Türkiye'nin AB'ye kabul edilmesinin tam anlamıyla siyasal bir karar olup olmayacağı sorusunu soruyorum. Bu karar, uzun süredir Avrupa'da hissedilen siyasal eksiklik kapsamında, gerçek bir siyasal karar olacak.

LABAKİ: Çok sayıda Avrupalı siyasi parti, dini referanslarını ortaya koyuyor; Türkiye'de iktidarda bulunan muhafazakar Müslüman AKP gibi. AKP'yi bir gün PPE (Hıristiyan demokrat) grubu içinde görebilir miyiz?

BUMİN: Mantıklı düşünülürse bunun böyle olması gerekir. Ancak aksine, görülüyor ki özellikle muhafazakar Hristiyan partiler Türkiye'nin adaylığına karşı çıkıyorlar. Din nadir olarak birleştiriyor. Hristiyanlar arasında bile uyum tam değil. Bu, beni güldüren bir çelişki. Üstelik ‘Müslüman' bir Türk partinin acemilik dönemini gerçekleştirmesini, bu eğitim sürecini geçirmesini çok sempatik buluyorum. Şimdi, dini kültür ile siyaset arasındaki farkı algılıyor. Giderek dinden bağımsızlaşıyor.

LABAKİ: Yakın geçmişte, başörtüsü Türkiye'nin gündemindeydi. ULB'de yapılan söyledi sırasında başörtüsünün, laikleşmenin ve dinden bağımsızlaşmanın bir kanıtı olduğunu söylediniz.

BUMİN: Evet, dışarından bakıldığında çelişkili gibi görünüyor. Laik Türklerin gözünde de bunu anlamak kolay değil. Türkiye'de Batılılaşmış, laikleşmiş elit ile halk arasında bir uçurum mevcut. Bu konuyu anlamak için tüm değişkenlerle güç sarf etmek gerek. Başörtülü bazı kadınlar modernlik açısında bazı laik kadınlardan daha öndeler. Çünkü devlet otoritesine -Kemalizm her şeye rağmen biraz otoriter, laikliği biraz fazla radikal- ve kendi toplumsal geleneklerine karşılar. Bu bireyselleşme süreci, çok çeşitli kişisel tercih ve değişik türde başörtüleri ile bizi şaşırtıyor, ancak iyi bir sinyal. Üniversitelere girmeleri engellenen bazı başörtülü öğrenciler, Heidegger ve Derrida'nın düşkün okuyucuları. Bunları, eşlerini izleyen modernlik öncesi geleneksel diğer kadınlarla aynı sepete koyamayız. Bu kadınlar arasında ayrıca güçlü bir feminist akım bulunuyor. Bunları daha yakından tanımaya, ciddiye almaya ve özellikle küçük görmemeye çalışmak lazım.

LABAKİ: Ya Türk diasporasındaki, Batı Avrupa ülkelerinde göçmenlerin başörtüsü...

BUMİN: Değişik olabilir. Ancak her defasında ‘boyun eğmiş kadın' anlamına gelmiyor. Fransa'daki durumu daha iyi tanıyorum. Oradaki cumhuriyetçi ve laik tutum, genç kızların okula girmelerini engellemek ve mollalara eğitime göndermek yerine, okulun bütünleştirici gücüne ve güvene dayalı olmalı." (Maroun Labaki, 09/10)

 

YUNANİSTAN BASINI:
Ethnos:
"Türkiye ve Avrupa" : "5 Kasım'da, Amerika'daki seçimlerden bir gün sonra, Avrupa Birliği Türkiye ile ilgili yıllık raporunu yayımlayacak. Basındaki haberlere Amerika'daki seçimlerin sonuçları hakim olacak olsa da, bu rapor büyük önem taşımaktadır. Bunun nedeni de, son yıllarda ülkenin Avrupa üyelik sürecine ilişkin eğilimlerinin netleşecek olmasıdır. Yaz mevsimine kadar AB'de Türkiye ile ilgili ortam olumlu değildi. Yeniliklerin yapılmasındaki büyük gecikmeler, insan haklarının korunmasındaki ciddi sorunlar ve Kürtlerle süre giden sorunlar, ülkenin AB üyesi olmayı başaramayacağını veya olmak istemediğini gösteriyordu. Ancak bu süreci asıl yavaşlatan konu, Yüksek Mahkemenin, iktidar partisi AKP'nin faaliyetlerinin yasal olup olmadığını inceleme altına almasıyla, siyasi sistemde meydana gelen büyük kriz oldu. İnceleme sonunda ‘yasal olduğuna dair' alınan nihai karar, bu olumsuz görüntüyü hafifletti. Avrupa, Türkiye'ye olan ilgisini yavaş yavaş kaybetmeye, komşumuz ülkenin karmaşık durumlarını ve zaaflarını bünyesine katma olasılığını reddetmeye başladı. Öte yandan, Bükreş'teki NATO Zirvesinden hemen sonra, Gürcistan ve Ukrayna, AB'nin ilgisini çekmeye başladı. Türkiye, AB sürecinden uzaklaşmış görüntüsündeydi. Ancak Gürcistan'daki kriz ve kriz sonrası ortam bu görüntüyü değiştirdi. Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, olağanüstü bir çabukluk sergileyerek, çatışmaların bitiminden birkaç gün sonra Brüksel'e gidip Karadeniz bölgesinde istikrarın sağlanmasına yönelik son derece iyi hazırlanmış bir plan önerdi. Aynı zamanda, Türkiye'nin bölge ülkeleri arasında arabuluculuk rolü oynayarak, bu plana hizmet edebileceğini ifade etti. Bu girişim, Batı'nın Türkiye'ye olan ilgisini yeniledi. Türkiye bu krizle, AB için olduğu kadar, ABD için de kritik bir ortak ve müzakereci, Batı siyasetçilerinin istikrarsız Kafkasya bölgesine ulaşımını sağlayacak kanal haline geldi. Türkiye, AB ile ilişkilerindeki zor bir dönemde, en büyük avantajını, yani Doğu ile Batı arasındaki konumunu ve Kafkasya ülkeleriyle imtiyazlı temaslarını ortaya atarak, farklı bir girişimde bulundu. Bugüne kadar, AB üyeliği perspektifini politikasının merkezinde en fazla bulunduran bir hükümetin, AB'de gittikçe yoğunlaşan kuşkularla karşı karşıya kalması gerçekten mantık dışıdır. AB üyeliği olasılığı, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan için, AKP'nin Türk toplumuna hakim olmasındaki mucizevi formül oldu. Öyle ki, bunu (ilk dönemi dışında) Kemalizm dahi başaramadı. Şimdi Kafkasya'daki kriz komşumuza, Batı'nın öncelik vereceği temel oyuncu olabilmesinde altın bir fırsat sunuyor. Türkiye'nin bu kartı en iyi şekilde değerlendirip AB pasaportu haline getirmesi bekleniyor." (Marilena Kopa, 09/10)

 

NOT: Bu bülten, 09 Ekim 2008 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.


Güncelleme: 26/11/2008 / Hit: 3,099

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı