- ANA SAYFAGiriş Noktanız
- BAŞKANLIKKurumsal Yapı
- BİR BAKIŞTA ABAB Yapısı ve İşleyişi
- AB İLE İLİŞKİLERTürkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
- Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi
- Temel Belgeler
- Anlaşmalar
- Protokoller
- Katılım Ortaklığı Belgeleri
- Ulusal Programlar
- Avrupa Komisyonu Tarafından Hazırlanan Türkiye Raporları
- Genişleme Strateji Belgeleri
- AB'ye Katılım için Ulusal Eylem Planı (2016-2019)
- AB'ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı (2021-2023)
- Ortaklık Konseyi Kararları
- Türkiye-AB Zirvelerine İlişkin Belgeler
- Kurumsal Yapı
- Gümrük Birliği
- Türkiye- AB Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantıları
- VERİKaynaklar
- MEDYAHaber / Duyuru
- İLETİŞİMBize Ulaşın
- 2009-04-16 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-04-16 AB Bülteni
- 2009-04-15 AB Bülteni
- 2009-04-14 AB Bülteni
- 2009-04-13 AB Bülteni
- 2009-04-10 AB Bülteni
- 2009-04-09 AB Bülteni
- 2009-04-08 AB Bülteni
- 2009-04-07 AB Bülteni
- 2009-04-06 AB Bülteni
- 2009-04-03 AB Bülteni
- 2009-03-27 AB Bülteni
- 2009-06-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-03-25 AB Bülteni
- 2009-03-20 AB Bülteni
- 2009-03-19 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-03-17 AB Bülteni
- 2009-03-16 AB Bülteni
- 2009-03-13 AB Bülteni
- 2009-03-10 AB Bülteni
- 2009-03-06 AB Bülteni
- 2009-03-05 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-03-04 AB Bülteni
- 2009-05-13 AB Bülteni
- 2009-05-12 AB Bülteni
- 2009-05-11 AB Bülteni
- 2009-05-08 AB Bülteni
- 2009-05-07 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-05-07 AB Bülteni
- 2009-05-06 AB Bülteni
- 2009-05-05 AB Bülteni
- 2009-02-27 AB Bülteni
- 2009-02-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-02-25 AB Bülteni
- 2009-02-23 AB Bülteni
- 2009-02-20 AB Bülteni
- 2009-02-19 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-02-19 AB Bülteni
- 2009-02-17 AB Bülteni
- 2009-02-16 AB Bülteni
- 2009-02-12 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-02-11 AB Bülteni
- 2009-02-10 AB Bülteni
- 2009-02-09 AB Bülteni
- 2009-02-05 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-02-05 AB Bülteni
- 2009-02-04 AB Bülteni
- 2009-01-29 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-01-29 AB Bülteni
- 2009-01-28 AB Bülteni
- 2009-01-26 AB Bülteni
- 2009-01-23 AB Bülteni
- 2009-01-22 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-01-21 AB Bülteni
- 2009-01-20 AB Bülteni
- 2009-01-19 AB Bülteni
- 2009-01-16 AB Bülteni
- 2009-01-15 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-01-15 AB Bülteni
- 2009-01-14 AB Bülteni
- 2009-01-13 AB Bülteni
- 2009-01-12 AB Bülteni
- 2009-01-09 AB Bülteni
- 2009-01-08 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2009-01-05 AB Bülteni
- 2009-01-02 AB Bülteni
- 2008-12-31 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2008-12-29 AB Bülteni
- 2008-12-25 AB Bülteni
- 2008-12-23 AB Bülteni
- 2008-12-19 AB Bülteni
- 2008-12-18 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2008-12-16 AB Bülteni
- 2008-12-15 AB Bülteni
- 2008-12-05 AB Bülteni
- 2008-12-04 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2008-12-04 AB Bülteni
- 2008-12-03 AB Bülteni
- 2008-12-01 AB Bülteni
- 2008-11-28 AB Bülteni
- 2008-11-27 AB Bülteni
- 2008-11-26 AB Bülteni
- 2008-11-24 AB Büiteni
- 2008-11-21 AB Bülteni
- 2008-11-20 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2008-11-20 AB Bülteni
- 2008-11-18 AB Bülteni
- 2008-11-14 AB Bülteni
- 2008-11-13 AB Bülteni
- 2008-11-12 AB Bülteni
- 2008-11-11 AB Bülteni
- 2008-11-10 AB Bülteni
- 2008-11-07 AB Bülteni
- 2008-11-06 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
- 2008-10-22 AB Bülteni
- 2008-10-21 AB Bülteni
- 2008-10-20 AB Bülteni
- 2008-10-17 AB Bülteni
- 2008-10-16 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
2008-09-11 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
2008-09-11 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
ALMANYA BASINI
DER STANDARD: "AVRUPA KONSEYİ, KIBRIS GÖRÜŞMELERİNİ 'DAHA İYİ BİR GELECEK FIRSATI' ŞEKLİNDE DEĞERLENDİREREK KUTLADI"
ANKARA, 05/09(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Der Standard gazetesinin 4 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan APA kaynaklı ve Paris çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Genel Sekreter Terry Davis Destek Teklifinde Bulundu--
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Terry Davis, Kıbrıs Adası'ndaki Rum ve Türklerin yeniden görüşmeye başlamasını "iki kesim lideri açısından tarihe geçme fırsatı" olarak değerlendirdi. Davis perşembe günü yaptığı açıklamada ayrıca, Kıbrıs'ın dünyanın geri kalanına "çok uzun bir zamandır süregelen sorunların iyi niyet ve sabırla barışçıl yollardan giderilebileceği" mesajı verme fırsatı yakaladığını da belirtti.
Genel Sekreter Davis, görüşmelerin özellikle Kıbrıs halkları açısından daha iyi bir ortak gelecek inşa etme fırsatı taşıdığının altını çizerken Avrupa Konseyinin "uzmanlık ve tecrübelerini bu davanın hizmetine" sunacağını ifade etti. Davis, "Bu görüşmelerin çok yakında ilk meyvelerini vermesini bekliyoruz" dedi.
--Doğrudan Görüşmeler Yeniden Başladı--
Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ve Kıbrıs Türk halkının lideri Mehmet Ali Talat, BM Barış Planı'nın başarısızlıkla sonuçlanmasından beş yıl sonra çarşamba günü doğrudan görüşmelere yeniden başladı. İki lider 11 Eylül ve ardından yine 18 Eylül tarihlerinde bir araya gelip ada için zorlu "yeni anayasa" konusunu müzakere edecek. Kıbrıs, 2004 yılından bu yana AB'ye üye. Fakat uluslararası topluluk tarafından tanınan Lefkoşa iktidarı adanın sadece güney tarafı üzerinde denetime sahip. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ise sadece Türkiye tanıyor.
FRANKFURTER RUNDSCHAU: "GELİN TARTIŞALIM"
BERLİN, 05/09(BYE)--- Tirajı günde 148 bin olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 5 Eylül 2008 tarihli sayısında, Julia Kosbach'ın Avusturyalı yazar ve Türkiye uzmanı Barbara Frischmuth ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
KOSBACH: Yeni kitabınızda Avrupa ile Türkiye arasındaki davranış konusunda, "gelin tartışma başlatalım" şeklinde tavsiyede bulunuyorsunuz. Bununla tam olarak neyi kastediyorsunuz?
FRİSCHMUTH: Dürüst bir şekilde tartışmayı kastediyorum. İslam ve Hristiyanlığın veya Doğu ve Batı'nın söz konusu olduğu çatışmaları değil. Örneğin göçmenlerle veya Türkiye'nin hukuk sistemiyle ne gibi sorunlar yaşandığı gibi.
KOSBACH: AB-Türkiye tartışmalarında hep Türk kültürünün yeterince tanıtılmadığını yazdınız. Şimdi, Orhan Pamuk Nobel edebiyat ödülü aldığı ve Türkiye bu yılki Frankfurt Kitap Fuarının konuğu olacağı için memnun musunuz?
FRİSCHMUTH: Önemli olan kısa vadeli ses getiren gelişmeler değil, tanıtımın kalıcı bir şekilde yapılmasıdır. Ancak kitap fuarıyla tabii ki birçok insan, ilginç ve mükemmel bir şekilde kaleme alınmış Türk edebiyatının bilincine varacaktır.
KOSBACH: Türkiye'yi sizin için cazip kılan nedir?
FRİSCHMUTH: Çok çeşitliliği. Türkiye, sosyal yükseliş olanakları alanında bir etüttür. Tam da şu sıralar çok şey oluyor. Bunların başında ülkenin büyük bir hamle yapmasına neden olan, Anadolu'nun kendi kimliğini tespit ederek uyanışı geliyor. Şimdiye kadar Türkiye'de bu kesimle pek ilgilenen olmadı. Anadolulu çiftçiydi. Söz söyleme hakkına Kemalistler, yani şehirliler sahipti. Ancak son yıllarda epeyce performans kaybına uğradılar.
KOSBACH: Hangi bağlamda?
FRİSCHMUTH: Az veya çok burjuvazi hükümetler son yıllarda büyük ölçüde kendi ceplerini doldurmak için çalıştılar. Bu arada milyonlarca insan şehirlere taşındı, orada çalışmaya, iş yerlerini yönetmeye başladı ve birdenbire, Batı yanlısı Kemalistlerden farklı bir orta sınıf oluşturdu. Yeni orta sınıf da Batı'nın sunduğu imkanlarla çalışıyor. Başörtülü veya bıyıklı-sakallı diye ayrım yapmıyor.
KOSBACH: Yeniden güçlenen İslamın Türkiye'yi derinden böldüğünü yazıyorsunuz. Sözünü ettiğiniz iki halk grubu birbirlerine karşılar mı?
FRİSCHMUTH: Anadoluların hepsinin o kadar dindar ve inançlı olduğundan emin olmasam da evet diyebilirim. Ancak kimlikleri İslami. Batı ve kendi elitleri tarafından farkedilmediklerini düşünüyorlar. İslam kendilerine ait olan, onlara özgüven veren bir şey.
KOSBACH: Bu siyasi açıdan ne anlama geliyor?
FRİSCHMUTH: Bunu söylemek zor. Gördüklerimiz şöyle: Kemalist politikacıların bir şeyler yapabileceğine pek inanmayan çok sayıda aydın Recep Tayyip Erdoğan'ın İslamcı AKP'sini seçti. İlginç bir şekilde aydınları, İslamcıların modern, şehir planlayıcı taraflarıyla öncelikle de Kemalistler kadar milliyetçi olmayışı ilgilendirdi.
KOSBACH: Kemalistler, İslamcılardan daha mı milliyetçiler?
FRİSCHMUTH: Çoğu zaman öyle. İnsanların çoğunun ılımlı İslamcı Erdoğan'ı seçmesine bu da neden oldu. Tabii ki hep, hata yaptığı takdirde uzaklaştırmak şartıyla. Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül'ün fazla ileri gittiklerini düşünüyorum. Güçlerini hızla sabitleştirmek istediler. Bu ise insanları kızdırdı ve belirli bir kılıfa sokulmak istemeyen, İslam ile ilgilenmeyen modern ve genç insanların çoğunu kaybetmelerine neden oldu.
KOSBACH: Bu tehlikeli karışımdan ne olacak?
FRİSCHMUTH: Bilmiyorum. İki tarafa da bakmaya çalışıyorum. Başörtüsüzlerin Avrupai düşünceye sahip oldukları ve insan haklarını tanıdıkları şeklindeki tuzağa düşmemeye çalışıyorum, zira bu doğru değil. 301. Maddeden yargılanmak Erdoğan'ın buluşu değil. Her halükarda burada tahrip gücü çok yüksek, çok ilginç bir karışım mevcut. Bu halkın gerçekten bir millet olup olamayacağı kendisini gösterecektir.
KOSBACH: Türkiye bir yol ayrımında mı?
FRİSCHMUTH: Öyle olduğu kanısındayım.
KOSBACH: Habsburg İmparatorluğu'nun dağılmasını Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle kıyaslıyorsunuz.
FRİSCHMUTH: Her ikisi de neredeyse aynı süre boyunca hanedanlar tarafından yönetildi ve hemen hemen aynı tarihlerde çöktü. İki imparatorluğun azınlık sorunlarına nasıl yaklaştıklarına ilişkin kıyaslamalı bir araştırma olsun isterdim. Bize bu iki dünya savaşı getirdi. Bu dikkate alındığında Türk sorunu biraz farklı gözüküyor. Burada özür dilemek söz konusu değil.
KOSBACH: Örneğin, Birinci Dünya Savaşı'nda muhtemelen bir milyonun üzerinde Ermeniye yönelik soykırım için mi?
FRİSCHMUTH: Türklerle nahoş konuları tartışmaktan hiç kaçınmıyorum. Ancak, burada söz konusu olan, imparatorlukların neden parçalandıklarını bilimsel olarak tespit etmektir.
FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "YERİ DOLDURULAMAZ BİR MÜTTEFİK"
BERLİN, 08/09(BYE)--- Tirajı günde 363 bin 325 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 8 Eylül 2008 tarihli sayısında, Lothar Rühl imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:
--Kafkaslar, NATO ve Türkiye'nin Anahtar Konumu--
Atlantik Birliği ve AB'nin Güney Kafkasya'da ne yapacağı merak konusu. "Ne yapılması" gerektiği sorusunun muhatapları, bu bağlamda özellikle komşu ve müttefik Türkiye ile Gürcistan'da tek Batılı askeri güç ABD'dir.
Başkan Clinton döneminden bu yana ABD Gürcistan'ın NATO'ya alınmasından yana bir tavır içinde. Gürcüler ABD'ye hem güvenmekte, hem de stratejik bakımdan destek görmekteler.
Gürcistan ve tüm Kafkasların karşı karşıya olduğu güvenlik sorunu, krizlerin kontrol altına alınması ve çatışma çıkmasının sınırlandırılmasında yatmaktadır. Bu bağlamda şu sorunun cevaplandırılması lazımdır: "NATO, gelecek zamanda Güney Kafkaslarda güvenlik ve istikrarı sağlamak için siyasi ve askeri olarak neler yapmalıdır?" Doğu-Batı sürtüşmesinin sona ermesinden sonra bölgede kaynak dağılımı konusunda bir güç mücadelesi baş gösterirken, Rusya, İran, Türkiye ve genel olarak Avrupa'nın çevresinin jeopolitik olarak kontrolü gündeme geldi. Bu bağlamda, ABD kendi çıkarları doğrultusunda bölgede yandaşlar edinmeye başladı. Bu yandaşların arasında Gürcistan ve Azerbaycan'ın yer alacağı daha 1991 yılında belliydi.
Avrupa Birliği ise ne Kafkaslara, ne de Orta Doğu'ya yönelik bir politika üretebilmişti. Bu arada Türkiye AB'nin Güvenlik ve Savunma Politikasından (AGSP) Yunanistan ve Kıbrıs yüzünden dışlanmış ve böylece Avrupa'nın önemli kriz bölgelerinde operasyonlarda bulunması engellenmişti. Buna rağmen AB Güney Kafkasya'da ve özellikle Gürcistan'da ticari yollardan etkisini gösterebilmiştir. Bölgede siyasi entegrasyonun sağlanabilmesi için güvenlik sorununun çözümü şarttır.
Bu bağlamda NATO içinde Amerika'nın yanı sıra Türkiye yeri doldurulamayacak bir müttefiktir. Bu, Gürcistan'ın NATO'ya dahil olması durumunda da geçerliliğini koruyacaktır. Karadeniz'de ve Kafkaslarda askeri anlamda operasyon düzenlemek isteyenin, Anadolu'nun ve Boğazların desteğine ihtiyacı vardır. Montrö Antlaşması gereği Türkiye, Boğazların hakimidir. Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Karadeniz'de bulunma süreleri kısıtlıdır.
NATO, kolektif savunma anlayışına dayanarak, Türkiye'nin Karadeniz'deki deniz üslerini harekete geçirebilme imkanına sahiptir. Bu açıdan NATO'nun siyasi veya lojistik anlamda bir sıkıntısı bulunmamaktadır. Ayrıca, Bulgaristan ve Romanya'nın da Avrupa'ya destek çıkması söz konusudur. NATO'nun Türkiye üzerinden Gürcistan'da askeri varlık göstermesi mümkündür.
Fakat Türkiye'nin bu desteğinin ve katılımının siyasi bir faturası olacaktır. Ankara her ne kadar Gürcistan'ın bağımsızlığı ve bütünlüğünden yana olsa da, Rusya ile bir sürtüşme içine girmekten kaçınmaktadır. Türkiye'nin politikası NATO dahilinde de komşularıyla iyi geçinmeye ve kendi bölgesel çıkarlarını gözetmeye yöneliktir. Türkiye'nin, Gürcistan'ın NATO üyeliğini kabul edip etmemesi kendi güvenlik çıkarlarının gözetilmesiyle bağlantılıdır.
Washington geçmişte Ankara ile hava sahası ve limanlarının kullanımı konularında bazı tecrübeler edinmiştir. Müttefik Türkiye kendi bölgesinde Kıbrıs'ta, Ege'de Kafkaslarda ve Irak'ta yoğun bir şekilde kendi çıkarlarının peşinde olacaktır. Türkiye, jeostratejik konumundan ötürü anahtar bir ülke konumundadır ve eli güçlüdür. Bu yüzden, müttefiklerin "Avrupa-Atlantik değerler birliğine" vurgu yapmaları Ankara'nın ikna olması için yeterli olmayacaktır.
DER TAGESSPİEGEL: "UZAK BİR KOMŞUYLA YENİ BİR BAŞLANGIÇ"
BERLİN, 09/09(BYE)--- Tirajı günde 137 bin 569 olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 9 Eylül 2008 tarihli sayısında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
--Türkiye Cumhurbaşkanı Gül'e AB'den Ermenistan Gezisi İçin Övgü Geldi--
Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül komşu ülke Ermenistan'a yapmış olduğu ziyaret sonrasında yaptığı açıklamada, "psikolojik bir duvarı yıkmış olduk" ifadesinde bulundu. Ermenistan Türklerin çoğu için adeta ay kadar uzak bir yerdi. Zira, Ermenistan-Türkiye sınırı kapalı, karşılıklı ziyaret yok denilecek kadar az ve iki ülke arasında diplomatik ilişkiler yürütülmüyor.
Her ne kadar ilk defa bir Türk Cumhurbaşkanı'nın Ermenistan'ı ziyaret etmesi bir jest niteliğinde olsa da, Cumhurbaşkanı Gül bu ziyaret vesilesiyle somut sonuçlar elde etmekle birlikte yeni bir başlangıç yapmış oldu. Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan Cumhurbaşkanı Gül'ün sadece yedi saat süren ziyaretinde Türkiye'nin "Kafkas Platformu" girişimini desteklediklerini belirtti. İki ülkenin dışişleri bakanlarının karşılıklı "istişare mekanizmaları" oluşturmaları için gayret göstermeleri bekleniyor.
Fransa Cumhurbaşkanı ve AB Dönem Başkanı Nicolas Sarkozy, Cumhurbaşkanı Gül'ün Ermenistan'ı ziyaret etmesini, "cesaret verici ve tarihi bir adım" olarak değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Gül ve Sarkisyan'ın New York'taki BM Genel Kurul Toplantısında yeniden bir araya gelmeleri bekleniyor. Türk Cumhurbaşkanı Ermenistan Devlet Başkanı'nı rövanş maçı için Türkiye'ye davet etti. İki ülke arasındaki ilişkilerin gergin olmasına neden olan Ermenilerin iddia ettikleri soykırım meselesi herhangi bir şekilde gündeme gelmedi. Türkiye, o dönem suçsuz insanların hayatlarını kaybettiklerini kabul ederken, soykırım iddialarını kesinlikle reddediyor. Ermenistan'da göstericiler Türk Cumhurbaşkanı'nın soykırımı tanımasını talep ettiler. Türkiye'nin ana muhalefet partisi lideri Deniz Baykal ise, kinayeli bir şekilde Cumhurbaşkanı Gül'ün Erivan'daki soykırım anıtına çelenk koyması gerektiğinden bahsetti.
Cumhurbaşkanı Gül'ün Ermenistan ziyareti ülke içinde de olumlu tepkilere neden olurken, bir gazete, "Cumhurbaşkanının bu jestinden çocuklarımız söz edeceklerdir" yorumunda bulundu.
AVUSTURYA BASINI
ÖSTERREICH: "STRACHE'NİN HAYALİ İÇİŞLERİ BAKANI OLMAK"
VİYANA, 08/09(BYE)--- Tirajı günde 162 bin olan bulvar gazetesi Österreich'in 7 Eylül 2008 tarihli hafta sonu sayısında, Hanna Simons'un FPÖ Başkanı Heinz-Christian Strache ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
FPÖ Başkanı oy oranını "yüzde 15" artırmak ve AB'den çıkma konusunda halk oylaması yapmak istiyor. FPÖ Başkanı Strache, röportajda tavrını belirliyor: Türkiye'nin Birliğe alınması halinde Avusturya'nın AB'den çıkmasından yana.
SORU: Seçim programınızda Türkiye'nin AB'ye katılımı halinde Avusturya'nın AB'den çıkması isteniyor. Bu konuda ciddi misiniz?
STRACHE: Türkiye 100, hatta 150 yıl içinde bile AB'ye üye olmamalı. Bu ülkenin Avrupa ile alakası yok. Bu yüzden, hem anayasa hem de Türkiye'nin katılımı konusunda halk oylamasına gidilmesini istiyoruz. Ancak hükümetteki politikacılar Avrupa'daki halkları ciddiye almamakta devam ederler de, Türkiye gerçekten önümüzdeki yıllarda AB'ye alınırsa, Avusturya için AB'de kalıp kalmama konusunda halk oylaması yapma zamanı gelmiş olacak. Bunda ısrarlıyız.
BELÇİKA BASINI
EUOBSERVER: "ABD: 'BALTIK DEVLETLERİNİN NATO'NUN YARDIMINA İHTİYACI VAR'"
ANKARA, 04/09(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı EU Observer'ın 3 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, Philippa Runnar imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan metnin özet çevirisi şöyledir:
Rusya'nın Gürcistan'ı işgalinin Avrupa'nın güvenlik düzenlemelerini sarsmaya devam ettiği şu günlerde ABD tarafından yapılan son açıklamada, saldırıya uğramaları halinde Baltık ülkelerinin -Estonya, Letonya ve Litvanya- NATO tarafından savunulacağının Rusya'ya gösterilmesi gerektiği söylendi.
--Türkiye'nin Girişimi--
Bir AB yetkilisinin EUobserver'e yaptığı açıklamaya göre, AB, Gürcistan'ı göz önünde bulundurarak, AB adayı ve NATO üyesi Türkiye'ye "Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu" girişimine davam etmesi yönünde "yeşil ışık" yaktı.
Söz konusu girişim Türkiye, Rusya, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında ilişkileri geliştirmeyi amaçlıyor; öte yandan Avrupa Komisyonu Türkiye'nin bölgesel aktör olarak ağırlığının, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ anlaşmazlığına da bir son verebileceğini umuyor.
AB yetkilisi şunları söyledi: "Dikkat edecek olursanız Gül bu hafta sonunda Ermenistan'ı ziyaret edecek. Sanırım bu, soykırımdan beri bu derece yüksek seviyedeki ilk ziyaret. Eğer Ermenileri, güçlerini Azerbaycan topraklarından çekmeye ikna ederlerse bu büyük bir adım olur"
Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesinin 1994'ten bu yana, Rusya'nın desteklediği Ermeni güçlerinin işgali altında olması, Bakü'deki Batı yanlısı yönetimin petrol ve gazı Rusya'yı devre dışı bırakarak Güney Kafkasya üzerinden AB'ye sevkiyat yapmasını zorlaştırdı.
--Karadeniz Hamlesi-
Bu arada Moskova, Rusya ile Gürcistan arasındaki çatışmaların kesilmesini takiben ABD savaş gemilerinin Karadeniz limanları üzerinden Gürcistan'a yardım getirmesinin ardından NATO'ya kendi üslubunca karşı uyarılar göndermeyi planladığını açıkladı.
Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Interfax haber ajansına salı günü Özbekistan'ı ziyareti sırasında şu açıklamayı yaptı: "İnsani yardımın askeri gemilerle ve modern füze sistemleriyle donatılmış gemilerle gönderilmesinin sebebi nedir? Bunun bir açıklaması olacaktır. Rusya histeriden arınmış, sakin bir tepki verecektir."
FRANSA BASINI
AFP: "SARKOZY: SURİYE-İSRAİL DOLAYLI GÖRÜŞMELERİ KONUSUNDA AB TÜRKİYE'YE MİNNETTARDIR"
ŞAM, 04/09(AFP)(BYE)--- Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy bugün Şam'da yaptığı açıklamada, İsrail ile Suriye arasındaki dolaylı görüşmelerde arabuluculuk yapmasından ötürü Avrupa'nın Türkiye'ye karşı "minnettar" olduğunu söyledi.
Sarkozy, "Devlet Başkanı Esad'a söylediğim gibi Fransa'nın, İsrail ile Suriye arasındaki dolaylı görüşmelerdeki Türk diplomasisinin çabalarını desteklediğini ifade etmek istiyorum" dedi.
Sarkozy'e göre, "Türkler, sonu dolaylı görüşmelere varması beklenen kayda değer bir çalışma yaptılar ve tüm Avrupa onların başlattığı bu eylemden dolayı Türkiye'ye minnettardır."
Sarkozy sözlerine şöyle devam etti: "Devlet Başkanı Esad'a, İsraillilerin ilkeleri kabul etmeleri ve doğrudan görüşmelerin başlaması durumunda, doğal olarak Fransa'nın diplomatik, siyasi, ekonomik ve askeri açıdan bu doğrudan görüşmelere yardım etmeye hazır olduğunu söyledim, zira bir ara birbirleri arasında güven ortamı oluşturmak için somut kararlar alınması gerekecektir."
Nicolas Sarkozy, bu sabah Şam'da Fransa, Suriye, Türkiye ve Katar'ı biraraya getiren dörtlü zirvenin başlangıcında konuşuyordu.
Sarkozy'e göre, "Tüm bölgesel anlaşmazlıklarla aynı anda ilgilenmek bir çılgınlık değil." Fransa Cumhurbaşkanı devamında, "tam tersine bunun zekice bir davranış olduğunu düşünüyorum, zira tüm bölgesel anlaşmazlıklar birbirine bağlıdır. Birini bir tarafa bırakmak istemek bir hatadır, zira birlikte tüm cephelerde istekle ilerlemek kesinlikle ortak menfaattir. Hangi riskler alınıyor? Hiçbiri, çünkü barış riski alınıyor ve barış riski her zaman savaş riskinden daha ucuzdur" diye konuştu.
LE FİGARO: "VAZGEÇİLMEZ TÜRKİYE"
PARİS, 04/09(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 04 Eylül 2008 tarihli sayısında, Pierre Rousselin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan başmakalenin çevirisi şöyledir:
Türkiye, çevresinde olup bitenler nedeniyle vazgeçilmez bir ülke olma yolunda. Kafkasya krizi, birçok çatışmanın yaşandığı bölgede Türk diplomasisine önemli ve bu anlamda yegane bir rol yükleyen hareketli bir gündemin sadece en son perdesi. Ülkenin İsrail ile Suriye arasındaki barış müzakerelerinde üstlendiği arabuluculuk, Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin de bugün Şam'da katılacağı dörtlü zirvenin ana gündem maddesi. Katar, Suriye, Fransa ve Türkiye, İsrail ile Suriye arasındaki barış hedefini görüşmek üzere en üst düzeyde bir araya gelecekler. Bu görüşme, Fransa'nın Orta Doğu'ya dönüşü, Suriye rejimine yönelik dışlamanın son bulması ve Türkiye'nin bir merkez olması şeklinde üç önemli gelişmenin belirtisi.
Türkiye'nin merkezi konumu kendini başka önemli meselelerde; örneğin, Kürdistan'ın Ankara için bir öncelik olduğu Irak'ta, bir diğer komşu olan İran'da ve gelecek aylarda gelişmesi beklenen NATO-AB ilişkilerinde de gösteriyor. Kısacası Türkiye'ye, AB adaylığının, Kıbrıs meselesinin ve şimdi artık iç işlerindeki rahatlamanın ötesinde dört bir yandan çağrı geliyor. Kafkasya bunun bir kanıtı. Bu bölge, aralarındaki rekabet eskiye dayanan Moskova için olduğu kadar Ankara için de stratejik bir önem taşıyor. Ancak yine de, Türkiye ile Rusya burada pek çok ortak çıkara sahip. Komşu ülkelerin istikrarsızlığa düşmelerini engellemek amacıyla Türkiye'nin Bükreş'teki NATO zirvesinde, Gürcistan'ın Atlantik Birliğine hızlı üyeliğine karşı gelen Fransa ile Almanya'ya katıldığı hatırlanmalı.
Hazar denizindeki akaryakıtı taşıyan boru hatlarının toplandığı ülke olan Türkiye aynı zamanda Gürcistan'da bir numaralı yatırımcı. Ayrıca yüz bin kadar Abhazya mültecisini barındırıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Ermenistan-Türkiye futbol karşılaşması vesilesiyle Cumartesi günü Erivan'a yapacağı ve bir ilk oluşturan ziyaret de, Ankara'nın Kafkasya meselelerinde daha etkin olma niyetinin bir kanıtı.
Son olarak Türkiye, İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla kilidini elinde tuttuğu Karadeniz'in gardiyanı. Etkisi, Moskova ile yeni bir tartışma konusu olması beklenen Ukrayna'ya kadar ulaşıyor. Türkiye, Kafkasya'nın Gürcistan krizi sonrasındaki durumu hakkında düzenlenecek uluslararası bir konferansın önemli katılımcılarından olacaktır. Irak savaşı nedeniyle ABD ile ilişkilerinde arasına mesafe koymuş olan Türkiye, Avrupa eğer Kremlin ile girdiği riskli oyundan zararsız çıkmak istiyorsa, kendisiyle işbirliği yapılması gereken bir ülkedir. Fransız ve Türk diplomasilerinin giriştiği çeşitli bölgesel meseleler, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğine ilişkin ikili krizi tamamen aşma fırsatını sunmaktadır, ki bu da kaçırılmaması gereken bir şanstır.
AFP: "AB DÖNEM BAŞKANI FRANSA, TÜRKİYE CUMHURBAŞKANININ ERMENİSTAN ZİYARETİNİ MEMNUNİYETLE KARŞILADI...
ERDOĞAN: ERMENİSTAN'IN DAVETİNİ REDDETMEK, SPORU POLİTİKAYA FEDA ETMEK OLUR"
PARİS/ANKARA, 04/09(AFP)(BYE)--- AB'nin dönem başkanlığını yürüten Fransa, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün cumartesi günü gerçekleştirmesi öngörülen "tarihi" Ermenistan ziyaretini, iki ülke ilişkilerinin normalleşmesine uygun bir ortam yaratmasını umut ederek memnuniyetle karşıladı.
Fransa Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Eric Chevallier basına yaptığı açıklamada, "Bu tarihi ziyaret, Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkiler için teşvik edici ve güçlü bir jest oluşturuyor" dedi.
Sözcü Chevallier, AB dönem başkanlığı "bu sembolik ziyaretin iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine uygun bir ortam oluşturmasını diliyor" dedi.
Chevallier, "Gürcistan'daki anlaşmazlık bağlamında yeni bir boyut kazanan anlamlı bir katkının (...) söz konusu olduğunu" vurgulayarak, dönem başkanlığının, "Türkiye'nin Kafkaslar'da işbirliği ve istikrar sağlama girişimine duyduğu ilgiyi belirtmek için bu fırsatı değerlendirdiğini" sözlerine ekledi.
Öte yandan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan'ın davetini reddetmenin, sporu politikaya feda etmek olacağını söyleyerek kararı "olumlu" olarak niteledi.
Erdoğan, "Türkiye'nin bu gibi görüşmelerden korkacak bir şeyi yok", çünkü Ermeni meselesi konusundaki tutumunun sağlam temellere dayandığı konusunda ikna olmuştur şeklinde konuştu.
Erdoğan ayrıca, Gül'ün ziyaretinin Türkiye ile yakın ilişkileri olan, Türkçe konuşan ve Müslüman Azerbaycan'ı inciteceğine dair spekülasyonları reddetti. Ankara, Ermenistan ile olan sınırını Bakü ve Erivan arasında Dağlık Karabağ konusundaki anlaşmazlıkların ardından 1993 yılında kapattı.
Erdoğan detay vermeden, "Meseleyi kardeşim İlham Aliyev ile görüşmüştüm" dedi.
AFP: "KIBRIS CUMHURBAŞKANI TÜRKİYE'NİN AB'YE ÜYELİĞİNDEN YANA"
STOCKHOLM, 05/09(AFP)(BYE)--- Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas bugün yaptığı açıklamada bazı şartlar altında Türkiye'nin AB'ye üyeliğinden yana olduğunu belirtti.
Stockholm'de basına yaptığı açıklamada Hristofyas, "Şayet AB tarafından talep edilen kriterleri yerine getirir ve Kıbrıs Cumhuriyetini tanırsa Türkiye'nin AB'ye üyeliğinden yanayız" dedi.
İsveç'e resmi bir ziyaret gerçekleştiren Hristofyas bugün İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt ile görüştü.
İsveç Başbakanı ise ülkesinin "AB'nin genişlemesinden yana bir ülke olarak tanındığını" belirtti.
Reinfeldt ayrıca, Ankara protokolü konusunun Temmuz 2009'da başlayacak olan İsveç'in AB Dönem Başkanlığı sırasında yeniden ele alınacağını hatırlattı. Başbakan, "O zaman Kıbrıs konusu görüşmelerin odağı olacak" dedi.
Hristofyas ise, "İyimser olmak istiyorum. Eski dostum Mehmet Ali Talat (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti lideri) ile mantıklı esnek olmaya ve iyi niyet göstermeye çalışacağız" şeklinde konuştu.
Dimistris Hristofyas, "Ülkemizi askeri varlıktan kurtarmak ve birleşmiş bir Kıbrıs'a sahip olmak için bir çözüm bulmayı diliyoruz" dedi.
VALEURS ACTUELLES: "AVRUPALILARDAN TÜRKİYE'YE HAYIR"
PARİS, 05/09(BYE)--- Tirajı haftada 85 bin olan Valeurs Actuelles dergisinin 5 Eylül 2008 tarihli sayısında, Eric Branca imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
--IFOP Tarafından Valeurs Actuelles İçin Gerçekleştirilen Kamuoyu Araştırması... Avrupa Kamuoyu Türkiye'nin AB'ye Üyeliğini Her Zamankinden Çok Reddediyor. Halklarla Brüksel Komisyonu Arasında Tam Bir Anlaşmazlık Yaşanıyor--
Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun yayımlanan son kamuoyu anketini yakından incelemesi gerekir. Zira bu anket, birlik kurumlarının haklılıklarından emin bir şekilde görevlerinin, Türkiye'nin üyeliğinin önündeki engellerden kaçmanın yolunu bulmak olduğu düşüncesiyle hareket etmeye devam ettikleri takdirde ciddi bir krizin yaşanacağı haberini veriyor.
Türkiye'nin Ortak Pazar ile 45 yıl önce imzaladığı ve AB üyesi olabileceği konusunda "söz" niteliği taşıyan veya taşımayan 1963 Ankara Antlaşmasından bu yana çok şey değişti. Bunların başında Türkiye'nin artık bir İslamcı parti tarafından yönetiliyor olması geliyor. Ancak asıl değişen, özellikle katılım müzakerelerinin resmen başladığı 2004'ten itibaren Küçük Asya'nın Avrupa kıtasına siyasi anlamda bağlanmasını sorgulamaya başlayan Avrupa kamuoyudur.
IFOP'un o yıllarda Le Figaro gazetesi için beş bin Avrupa vatandaşı üzerinde yaptığı anket sonucu Fransızların yüzde 68'inin, Almanların ise yüzde 63'ünün birliğin, Türkiye'ye genişlemesine karşı olduklarını, buna karşılık İspanyolların yüzde 78'i, İtalyanların yüzde 67'si ve İngilizlerin yüzde 58'inin Türkiye'nin adaylığını desteklediğini ortaya koymuştu.
Valeurs Actuelles dergisi, dört yıl sonra görüşlerin ne şekilde geliştiğini araştırmak amacıyla IFOP şirketinden anketini bu kez yedi büyük Avrupa ülkesinde (Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, İtalya, Hollanda ve İspanya), Avrupa halkının üçte ikisini temsilen toplam 7.007 kişi üzerinde yinelemesini istedi.
Sonuç kesin: Türkiye'nin üyeliğine karşıt olanların oranının arttığı, hatta üyeliğine sıcak bakanlar arasında oranların tamamen tersine döndüğü görülüyor. Artık İspanyolların yüzde 21'i (dört yılda 29 puanlık bir artış), İtalyanların yüzde 56'sı (+23 puan), İngilizlerin ise yüzde 57'si (+15 puan) Türkiye'nin üyeliğini sakıncalı buluyor. Bu ihtimale en sert karşı çıkanlar, yüzde 80 oranıyla Fransızlar (2004 yılından bu yana 12 puan artış), ardından yüzde 76 ile Almanlar (+13), yüzde 68 ile Belçikalılar ve yüzde 67 ile Hollandalılar geliyor.
Fransa'da kamuoyunun görüşünün tahlili öğreti niteliğinde. Sadece evet ve hayır cevaplarına göre değerlendirilen sonuçlara değil de brüt sonuçlara bakılırsa, soru yöneltilen kişilerin sadece yüzde 14'ünün Türkiye'nin üyeliğini desteklediği, yüzde 55'inin karşı geldiği ve yüzde 31'inin çekimser olduğu ortaya çıkıyor.
Kısacası yaş grubu, bölge, hatta siyasi tercih farketmiyor: Ağır basan hep Türkiye'nin katılımına karşıtlık. İlginç olan iki nokta ise 25-34 yaş grubunun, Türkiye'nin üyeliğine yüzde 11 oranıyla, bu oranın yüzde 15'e ulaştığı 50 yaş üstü gruptan daha az destek çıkması, ayrıca aşırı solun, sosyalist seçmenlerden daha çok karşıt olması...
Ancak Türkiye'nin AB üyeliğine en sert çıkanların sağ cepheden olması pek şaşırtıcı değil: François Bayrou'nun seçmenlerinin yüzde 61'i, Nicolas Sarkozy'yi destekleyenlerin yüzde 68'i, Jean-Marie Le Pen cephesinin ise yüzde 81'i bu üyeliğe karşı.
Cumhurbaşkanlığı için verilen sinyal, net bir biçimde aday Nicolas Sarkozy'nin, Ankara'yı ısrarla destekleyen Jacques Chirac ve Dominique de Villepin'e karşı gelirken aslında kamuoyuyla tam bir uyum içerisinde olduğunun göstergesi. Dolayısıyla bu rotadan Fransa'nın yıl sonuna kadar AB Dönem Başkanı olduğu gerekçesiyle vazgeçilmesinin bir risk oluşturacağı düşünülüyor.
Türkiye'nin üyeliğine bir alternatif çözüm olarak düşünülen Akdeniz için Birlik projesi, Brüksel Komisyonunun ne pahasına olursa olsun katılım müzakerelerini ilerletme isteğini kırmaya yetecek midir? Projenin başlatılacağı 13 Temmuz zirvesine katılımı konusundaki kararsızlığını açıkça ifade eden Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu oyuna gelmediğini gösterdi. Jose Manuel Barroso ise, Paris zirvesinin sonuç bildirgesine, "Akdeniz için Birlik, Avrupa Birliği'nin genişleme politikasından, katılım müzakerelerinden ve müzakere öncesi görüşmelerden bağımsızdır" ibaresinin açıkça yer alması için ısrarda bulundu.
--Brüksel İçin Akdeniz İçin Birlik Bir Alternatif Çözüm Değil--
Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner bizzat Nicolas Sarkozy'nin Türkiye konusunda bilinen görüşünün, Türk Hükümeti ile Avrupa Komisyonu arasındaki katılım müzakerelerine hiçbir şekilde engel oluşturmayacağını belirtti.
35 başlıktan sekizi artık açılmış bulunuyor. 11-12 Aralık 2008 Avrupa Konseyi zirvesinde ise iki yeni başlığın açılması gündemde. Kısacası Jean Monnet'nin bir zamanlar önerdiği "yayılma etkisinin" göstergesi olan küçük adımlar politikası yürütülüyor.
Kesin olan bir şey var ki o da Fransa'nın 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren AB Dönem Başkanlığı konumunun gerektirdiği çekimserlikten kurtulup daha rahat bir hareket özgürlüğüne yeniden kavuşacağıdır...
AFP: "ATİNA, TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNİ KIBRIS'TA ÇÖZÜM ŞARTINA BAĞLIYOR"
ATİNA, 09/09(AFP)(BYE)--- Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni bugün yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik prosedürünü, Kıbrıs'ta halihazırda cereyan eden yeniden birleşme çabalarının sonucunun "etkileyeceğini" belirtti.
Bakoyanni, Kıbrıslı mevkidaşı Markos Kipriyanu ile görüşmesi sonrasında, Türkiye'nin Avrupa entegrasyonuna doğru ilerlemesinin Kıbrıs sorununun çözümünden etkilendiğini kaydetti.
"Meselenin özü budur, bunun içindir ki Kıbrıs'ta bir çözümün Türk halkının menfaatine olduğunu söylüyorum" diyen Bakoyanni, Türkiye'nin bu kozu "anlayacağına" dair umudunu dile getirdi.
Geçen hafta başlayan Kıbrıslılar arası müzakerelerin sonucu hakkında "ihtiyatlı bir iyimserlik" sergileyen Bakan, çözümün "AB ilkeleri ve değerlerine" uyması gerektiğini yineledi.
Türkiye bir takvimin kabul edilmesinden yana olurken, Bakoyanni özellikle çözüm çabalarında her türlü "suni zaman sınırlamasına" karşı.
"Sabır ve sebatı" gerektirecek "görüş ayrılıkları ve engellerle dolu zor bir prosedürü" öngören Kipriyanu ise, perşembe gününden itibaren meselenin en can alıcı noktasına varılmasıyla "gerçeği görmenin zamanının geldiğini" ifade etti.
İNGİLTERE BASINI
REUTERS: "AB'DEN TÜRKİYE'YE ÇAĞRI: SİYASİ KRİZ DÖNGÜSÜNÜ KIRIN"
AVİGNON, 06/09(REUTERS)(BYE)--- Paul Taylor bildiriyor:
Avrupa Birliği'nden dün Türkiye'ye yapılan çağrıda, AB üyeliğine hazırlık için gereken reformları yaparak siyasi kriz döngüsünün kırılması istendi ve ayrıca ülkenin bölgede oynadığı barış arabuluculuğu rolünden övgüyle bahsedildi.
27 ülkeli blokun genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn, Türkiye Dışişleri Bakanına, hükümetin AK Partinin kapatılmasına yönelik girişimi atlatmasının ardından olanca hızıyla AB reformlarına devam etmesi gerektiği yönünde çağrıda bulundu.
Rehn, Babacan ile Fransa'daki AB dışişleri bakanları toplantısında bir araya gelmesinin ardından Reuters'e yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Türkiye'ye gelecekte böylesi siyasi krizlerden kaçınmak için acilen siyasi partiler yasasında değişiklik yapmaları gerektiği yönünde uyarıda bulunduk."
Rehn ile Babacan ayrıca, Gürcistan ve Türkiye'nin Kafkaslarda istikrar sağlanması amacıyla bir platform oluşturulmasına yönelik teklifleri ve İsrail-Suriye barış görüşmelerinde arabuluculuk yapma çabaları hakkında da görüştü.
Rehn, "Suriye, Orta Doğu, Ermenistan ve Kafkaslarda yürüttüğü faal diplomasi, Türkiye'nin, dünyanın bu en istikrarsız yerlerinden birinde ortağımız olarak bölgesel istikrarın sağlanması konusundaki fevkalade önemine işaret ediyor" şeklinde konuştu.
--Reform Gündemi--
Babacan, Türkiye'nin, bu yılın sonunda bitecek olan Fransa'nın dönem başkanlığı sırasında AB ile iki yeni başlıkta daha müzakerelerin açılmasını beklediğini ifade etti.
Dışişleri Bakanı Reuters'e verdiği demeçte şöyle konuştu: "Bizden neler beklendiğini ve bunları yapabilmek için gerekenleri gayet iyi biliyoruz. Reform gündemimiz doğrultusunda ilerlemek adına her türlü gerekçemiz mevcut."
Rehn ise ayrıca, muhalif güçlerle siyasi diyalog geliştirmeleri ve bu sayede de daha fazla reformun konsensüs sağlanarak hayata geçirilebileceği yönünde Türk hükümetini yüreklendirdiğini söyledi.
İTALYA BASINI
IL SOLE 24 ORE: "ERMENİSTAN... CUMHURBAŞKANI GÜL'ÜN ZİYARETİ NEDENİYLE AB'NİN MEMNUNİYETİ"
ROMA, 05/09(BYE)--- Tirajı günde 500 bin olan ekonomi ağırlıklı il Sole 24 Ore gazetesinin 5 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, 2010 Dünya Kupasına katılmak için iki ülke milli takımları arasında oynanacak maçı seyretmek üzere yarın Ermenistan'a gitme kararı, AB tarafından takdirle karşılandı.
AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn, bölgenin istikrarının güçlenmesi yönünde dilekte bulundu. Fransa Cumhurbaşkanlığı ise tarihi bir ziyaretten bahsetti.
IL SOLE 24 ORE: "AB, NABUCCO'DAN VAZGEÇİLEMEZ DİYOR"
ROMA, 05/09(BYE)--- Tirajı günde 500 bin olan ekonomi ağırlıklı Il Sole 24 Ore gazetesinin 5 Eylül 2008 tarihli sayısında, Adriana Cerretelli imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:
Rusya-Gürcistan krizinin gündeme alınacağı 5-6 Eylül 2008 tarihlerindeki AB Dışişleri Bakanları Avignona zirvesi arifesinde, AB'den tüm Avrupa ülkelerine iki güçlü mesaj iletildi:
1. Gürcistan krizi ile enerji rotalarının değişken kılınması gereksinimi daha da belirginlik kazandı.
2. Nabucco projesi kaçınılmazdır.
Enerjiden sorumlu AB Komiseri Andris Piebalgs, Gürcistan kriziyle belirginleşen enerji rotalarının değişken kılınması gereksinimini karşılamak üzere, Hazar Denizi doğalgazını AB'ye taşıyacak Nabucco projesi karşısındaki engellerin aşılmasına yönelik siyasi girişimlerin artırılmasının gerektiğini ifade etti.
Uluslararası Enerji Acentesi -AIE Başkanı Nobuo Tanaka da, AB enerji raporunun tanıtılması vesilesiyle 4 Eylül'de yaptığı bir konuşmada, AB ülkeleri arasında tam bir koordinenin mevcut olmadığını, AB ülkelerinin üretici ülkelerle ikili müzakerelere girmeyi tercih ettiklerini, ancak bunun AB'nin bir bütün olarak ağırlığını hissettirmesine engel teşkil ettiğini ve dolayısıyla uzun süreçte kara değil zarara sebep olduğunu vurguladı.
Rusya'nın Gürcistan'ı işgali, Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi Rus topraklarından geçmeyen koridorların kontrollerini güçleştirdi ve altyapılara hasar verdi. Bu durum ise, AB'nin hareket alanına değişiklikler getirmekle kalmayıp 2013 yılına kadar Avusturya'ya Hazar Denizi üzerinden yılda 30 milyar metreküp doğalgaz taşıması öngörülen Nabucco projesini de riske attı. Nitekim, Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı üzerinden Nabucco'ya ikmal vermesi gereken Azerbaycan'ın, Rusya'ya doğalgaz satmak üzere müzakerelere girişi de bir rastlantı eseri değil.
Gazprom-ENI müşterek projesi "South Stream" de (Güney Akım) Nabucco'ya doğrudan rekabet oluşturuyor. Ancak Piebalgs, Nabucco projesinin gerçekleştirilmesinin ve desteklenmesinin gerektiğine inanmayı sürdürüyor.
KIBRIS RUM BASINI
FİLELEFTHEROS: "GARANTİLER VE AVRUPA BİRLİĞİ"
LEFKOŞA, 10/09(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 9 Eylül 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Güvenlik konusu, doğrudan müzakerelerde tartışılacak ilk üç konu arasında olmayacak. Yönetim, mal mülk ve toprak konularının gündemin en üst noktasında oldukları hali hazırda bilinmekteydi.
Elbette güvenlik konusu daha sonra tartışılacak çünkü bu sorunda son sözün Ankara'da olduğu açıktır.
Fileleftheros gazetesinin yazdığı üzere sahne gerisinde güvenlik konusu etrafında yoğun bir senaryo hazırlığı var ve çeşitli görüşler tartışılıyor. Bu görüşler üçüncü kişiler tarafından dile getirilen görüşlerdir. Konuya doğrudan müdahil olanlar ise, müzakere masasına daha sonra konulacak görüşler ve tezler üzerinde çalışıyorlar.
Kıbrıs Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine üye olmasından sonra 1960 garantörlük sisteminin başarısız olmasının ötesinde modası geçmiş olduğu da ortadadır. Türk işgalinden ve devam eden istiladan sonra başarısız olmuştur. Günümüzde uluslararası hukuku ihlal ederek işgal ordusu bulunduran bir ülkenin garantörlük sisteminin bir parçası olması doğru değildir.
Bizim görüşümüz, Kıbrıs Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine katılımı bile tek başına ülkenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için garanti teşkil etmektedir. Üzerinde anlaşılmış bir çözümün hayata geçirilmesi AB'nin de sorumluluğunda olacak. AB gerçekte üye bir devletin düzenli faaliyet göstermesi ile ilgilenecek.
1960 Garanti Anlaşmalarına katılan üç ortaktan biri olan Yunanistan resmi bir şekilde bu sistemin yürürlükten kaldırılması gerektiğini çünkü bunun modası geçmiş olduğunu söyledi. Türkiye'nin tezi bilinmektedir. Garantörlük sisteminin devam etmesinde ısrar ediyor. Çünkü bu garantiler aracılığıyla adayı kontrol edeceğini düşünüyor. Resmi olarak İngiltere'nin tezini bilmiyoruz, ancak bize ulaşan bilgiler Londra'nın garantilerin devam etmesini gerekli olarak görmediğinden bahsediyor. Yeri gelmişken öncelikle adadaki İngiliz üslerinin devam etmesiyle ilgilenen İngiltere'nin tezi bu şekildeyse bunu açıklamalıdır. Böylece sürece daha çok yardım edecek ve Kıbrıs Cumhuriyetinin bu garantilerden kurtulmasına katkıda bulunacak.
POLİTİS: "AB'YE GÜVENELİM"
LEFKOŞA, 10/09(BYE)--- Tirajı günde 4.500 olan bağımsız, liberal Politis gazetesinin 10 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Komisyon, Kıbrıs sorununa ilişkin temsilci atama konusunu inceliyor. Bu kişi, müzakereleri ölçülü bir şekilde izleyecek ve iki tarafın AB'nin faaliyet gösterme şekliyle alakalı konular hakkında izahat vermesi istendiği zaman, sürece müdahil olacak.
Kıbrıs hali hazırda AB üyesidir. Bununla birlikte bir mesele var. Kıbrıs'ın AB'ye Katılım Anlaşmasının 10. Protokolünde de öngörüldüğü gibi Kuzey kesimi Avrupa mevzuatına nasıl ve ne zaman dahil olacak. Komisyonun bu niyetinin, Türk tarafının bilinen tepkileriyle karşılaşmamasını umut ediyoruz. Tüm Kıbrıs'ın AB'ye işlevsel bir şekilde üye olmasıyla kardeş Kıbrıslı Türkler, aynı zamanda Kıbrıslı Rumlar şu iki şeyi anlamalıdırlar:
Birincisi, bir taraftan AB'ye üye olurken, diğer taraftan Avrupa toprağının bir parçası, Avrupa'ya ait olmayan (henüz) bir ülke tarafından tamamıyla kontrol edilemez. Kısacası Avrupa oyunu, askeri düzeyde değil, ekonomik ve toplumsal düzeyde oynanır.
İkincisi, bir taraftan AB'nin tam üyesi olurken, diğer taraftan da siyasi iktidarın kontrolünün "çoğunluk yönetir, azınlık da çoğunluğun arkasından sürüklenir" şartlarıyla düzenlendiğini düşünemeyiz. Siyasi eşitlik, kesindir ve öyle olmalıdır. Bununla birlikte Kıbrıs'ı AB içinde sadece 27 sandalyeden birini dolduran, ancak karar alma sürecine katılamayan bir ülkeye dönüştürmemelidir.
Eğer AB bugün Osetya'ya müdahale edebiliyorsa, bu konuda bir nüfuza sahipse ve bu, Rusya ve Gürcistan tarafından saygıyla karşılanıyorsa, Kıbrıs sorununa tüm sakinlerinin çıkarına olacak adil ve işlevsel bir çözüm bulma çabasında çok daha fazla söze ve yere sahiptir.
YUNANİSTAN BASINI
PONTİKİ: "KIBRIS İÇİN ANAHTAR STRASBURG'DA"
ATİNA, 04/09(BYE)--- Tirajı haftada 14.714 olan mizah dergisi Pontiki'nin 4 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Güney Osetya ile Abhazya'nın bağımsızlıklarının Ruslar tarafından tanınmasını kınamaya özen gösteren Bakoyanni'nin siyasi açıdan saf açıklaması, "kükreyen ayının" diplomatik hoşnutsuzluğuna neden olması bir yana, Hristofyas ile Talat arasında Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için başlayan doğrudan müzakerelerde de kendine özgü bir engelin ortaya çıkmasına neden oldu.
Bakoyanni, açıklamalarıyla, Türkiye'nin ya da "ilgili" başka bir devletin, Kosova'nın bağımsızlığını aynı zamanda da Güney Osetya ve Abhazya'nın kısa bir süre önce tanınmış olmalarını göz önünde tutarak, Kıbrıs'ın işgal altındaki kesiminin de tanınmasına ilerlemesi yönündeki korkuyu diplomatik sahneye koydu.
Cevap aynı gün, "Kafkasya'da olanlar ile Kıbrıs arasında herhangi bir benzerlik yok. Rusya, Kıbrıs sorunu için BM kararları temelinde ve iki taraf arasındaki doğrudan görüşmelerin sonucu olarak bir çözümün elde edilmesini amaçlıyor" şeklinde konuşan Rusya'nın Atina Büyükelçisi Andrey Vdovin tarafından verildi.
Rus Büyükelçi, Hristofyas-Talat müzakere sürecinin ülkesi tarafından desteklendiğini belirtti ve aynı zamanda "farklı yaklaşımların var olması durumunda onlardan kaynaklanmadığını" sözlerine ilave etti.
--Bağımsızlık ..."Ayağı Takıldı"--
Aslında, Kıbrıs sorununun çözümü için çeşitli yaklaşımlar sergileyenler bir yana, Strasburg'daki güvenilir diplomatik kaynaklara göre, sözde devletin tek taraflı tanınması olanağı hem BM kararlarına hem de Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhindeki kararlarına takılıyor.
Kısacası, AİHM'in kesin kararlarla Kıbrıs topraklarının yüzde 80'inin Kıbrıslı Rumlara ait servet oluşturduğunu ve onlara iade edilmesinin zorunlu olduğunu kabul etmiş olmasından sonra Kıbrıs'ın işgal kesiminin bağımsızlığının tanınması ilerletilemez.
--Yakıcı Rapor--
Strasburg'da diplomatik ilgi şimdi Hristofyas ile Talat'ın Kıbrıs için ortak bir çözüm bulmaları amacıyla doğrudan görüşmelere başlamış olmaları üzerinde toplanıyor.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas, eylül sonunda Avrupa Konseyi Asamblesinde resmi konuşmacı olarak, sözde devletin lideri Mehmet Ali Talat ise Kıbrıs Türk toplumunun temsilcisi olarak davet edildi. Aynı toplantıda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Siyasi İşler Komitesi Kıbrıs Raportörü Alman liberal Joachim Hörster'in Kıbrıs'ta bugünkü durumla ilgili raporu tartışılacak.
Rapor metni henüz tamamlanmamış olmasına rağmen, şimdiye kadar yapılan görüşmeler hakkında bilgisi olanlar Hörster'in, raporuna, AİHM kararlarını ve Türk tarafının asıl hedeflerini açıkça sergileyecek olan olaylar dahil etmiş olduğundan söz ediyorlar.
Başka bir ifadeyle Avrupa Konseyi, AİHM'in kararları vasıtasıyla ve bu kararların organizasyonun bakanlar kurulunda oylanmasıyla, Kıbrıs Rum tarafına, minimum kırmızı çizgilerini güvence altına alması ve her iki tarafın kabulüyle sağlanacak bir çözüm yönünde ilerlemesi için gerekli silahları sağlıyor.
--Mal Sahipleri Kıbrıslı Rumlar--
Diplomatik gözlemcilere göre, iki lider arasındaki doğrudan görüşmelerin merkezinde bulunacak olan işgal kesimindeki servetlerin iadesi konusunda, Türkiye en azından "köşeye sıkışmış" durumda.
Kıbrıs'a Türk çıkartmasından 35 yıl geçmiş olmasına ve işgal altındaki kesimdeki bütün Rum servetlerine el konmuş olmasına rağmen (gazete notu: toplam gayrimenkulün yüzde 80'i) AİHM'in "bu servetlerin yasal mal sahiplerinin Kıbrıslı Rumların olduğuna ve el konmuş olan servetlerin onlara iade edilmelerinin gerekli olduğuna" dair kesin karar almış olduğu hatırlatılmalı.
Ayrıca, AİHM'in başka bir kararla, çıkartmadan sonra işgal kesiminde olanlardan sadece Türkiye'nin sorumlu olduğunu kabul etmiş olduğu, buna paralel olarak ise Talat'ın sözde devletini yasal açıdan var olmayan, Türkiye yönetiminin bir uzantısı saydığı hatırlatılmalıdır.
Bunun yanı sıra, AİHM'in 1974 yılında çıkartma sırasında kaybolanlar konusuna ilişkin kararı temelinde Türkiye'nin hem bu insanlara ne olduğunu, nasıl kaybolduklarını açıklaması, hem de sorumluları öne çıkarması gerekir.
Üstelik Türkiye'nin işgal kesimine yerleştirmiş olduğu "Servetler Komisyonu" vasıtasıyla Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasında bir değiş tokuş statüsünü kurumlaştırmaya çalışması yönündeki amacı da tamamen başarısız oldu.
İki yıl önce yabancıların da katkısıyla, aynı zamanda da Türkiye'nin Avrupa Konseyinin (eski Genel Sekreteri Daniel Tarsis ve Genel Sekreter Yardımcısı Hans Christian Krüger'i Komisyon üyesi yaparak) "hoşgörüsünü" elde etmeyi başarmasıyla, bu çabanın meyve vermesi bekleniyordu.
--Türkiye İçin Hoşnutsuzluk--
Türkiye'nin AİHM'in kararlarını uygulamaması ısrarı, Mahkeme kararlarının üye devletler tarafından uygulanmasını gözetleme görevini üstlenmiş olan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulunun hoşnutsuzluğuna neden oldu.
Buna paralel olarak, Türkiye'nin bakanlar kurulunda diplomasiye aykırı tutumu ve Türk heyetinin şantajcı tepkileri, artık şarabına su katmamaya kararlı görünen Kurul Başkanının öfkelenmesine neden oldu.
Son olarak, Yunanistan ve Kıbrıs temsilcilerinin Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantılarındaki koordineli çabaları da, ortamın, hem organizasyonun üye devletleri hem de Bakanlar Kurulu sekreterliği karşısında zor konumda kalan Türkiye aleyhinde değişmesine neden oldu.
Bu bağlamda, diplomatik çevrelere göre, Kıbrıs sorununun çözümlenmesinden siyasi sorumlu ve yetkili olan BM'nin yanı sıra "anahtarın" Strasburg'da ve AİHM'in kararlarında da bulunduğu söylenirse, aşırı bir görüş sergilenmiş sayılmaz.
TO VİMA: "LEFKOŞA, AB VE RUSYA'NIN DURUMA MÜDAHALE ETMESİNİ UMUYOR"
ATİNA, 05/09(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 5 Eylül 2008 tarihli sayısında, Nikos Hasapopulos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Kıbrıs hükümeti, Türkiye'nin uzlaşmazlığı nedeniyle doğrudan müzakerelerin zorla başlamasından sonra AB'nin Kıbrıs sorununun çözülmesi için yardımcı faktör olarak duruma müdahale etmesini bekliyor. Gazetemizin edindiği bilgilere göre, Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Fransa'nın Avignon şehrinde yapılacak olan AB Dışişleri Bakanları Konseyinde Kıbrıs konusunu gündeme getirecek. Kıbrıslı meslektaşı Markos Kipriyanu ise dün yaptığı açıklamada, Avrupa ilkelerine uyum sağlamayan ve BM bildirileri tarafından desteklenmeyen bir çözümün kabul edilemeyeceğini söyledi.
Lefkoşa ayrıca, BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinin ve özellikle Rusya'nın da konuya müdahale etmesini bekliyor. Dün, doğrudan müzakerelerin ilk turundan sonra Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov telefon görüşmesi gerçekleştirip fikir alışverişinde bulundular. Lavrov, ülkesinin Kıbrıs sorununa ilişkin tutumunda hiçbir değişiklik gerçekleşmediğine ve şimdiye kadar geçerli olan BM kararlarıyla uluslararası hukuk kurallarını temel alacak yaşamsal bir çözümden yana olduğuna ilişkin güvence verdi. Kipriyanu'nun birkaç gün içinde Atina'ya gelip Yunan hükümetiyle çabaları koordine etmesi bekleniyor.
Bütün Yunan partilerinin desteğine sahip olan GKRY lideri Dimitris Hristofyas, müzakereleri canlı tutarak, bunların iki toplumlu iki bölgeli federasyon temelinde yapılması konusunda ısrar edecek. Ayrıca Hirstofyas, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'la ikinci görüşmesinde birlikte yönetme konusunu da gündeme getirecek.
Talat dün bir uzlaşmazlık örneği sergileyerek, Hristofyas'ın açıklamalarını "garip" olarak nitelendirdi. Hristofyas, Kıbrıs Rum kesiminin iki toplumlu iki bölgeli federasyonu kabul ederek sınırlarını zorladığını ve daha fazla geri adım atamayacağını söyledi. Talat, "Geri adım atmaktan söz etmek bir şey vermek anlamına geliyor" dedi ve yapılan başka anlaşmalar da varken Hristofyas'ın neden bu kadar sene geri dönüp Cumhurbaşkanı Makarios'un yaptığı anlaşmalara değindiğini sordu.
İki liderin çarşamba sabahı yaptıkları doğrudan müzakerelerde Talat'ın Türkiye Milli Güvenlik Kurulu'nun tezlerini sunduğu, Hristofyas'ın da kendisini Ankara'nın söylediklerini kabul etmekten vazgeçmeye ve bir Kıbrıslı olarak yapılan anlaşmalar temelinde müzakere etmeye davet ettiği ortaya çıktı. Talat, Ankara'nın çözüm bulunmasını arzu ettiğini söylemekle yetindi.
TO VİMA: "PATRİK: EYLÜL 1955 OLAYLARI RUMLARI TOPTAN YOK ETTİ"
ATİNA, 09/09(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 9 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Ekümenik Patrik Bartholomeos dün, Boğaz'da Beşiktaş Meryem Ana Kilisesindeki ayinden sonra 1955 yılının Eylül ayındaki trajik olaylardan söz etti.
Bartholomeos şunları söyledi: "Kilise takvimine göre yaşadığımız yılbaşının sevincine o lanetli 6-7 Eylül 1955 gecesinin anıları gölge düşürüyor. O trajik olaylar İstanbul'daki Rumların toptan yok olmalarının başlangıcı oldu. 1955, 1964 ve 1974 yılları Kıbrıs konusu nedeniyle İstanbul'daki soydaşlar için çok zor dönemlerdi. Binlerce Hristiyan gitti, fakat burada kalma gücüne sahip olan ve Tanrının yardımıyla sahip olmaya devam edecek olan bizler tarihimizi, geleneklerimizi, Hristiyanlığımızı, buradaki hayatımızı ve varlığımızı devam ettireceğiz.
Türkiye'nin er geç, -biz bunun erken olmasını diliyoruz- büyük Avrupa ailesine, yani AB'ye gireceği yönünde iyimseriz. O zaman soydaşların, diğer azınlıkların hayatında, aynı zamanda da bu ülkenin toplum yapısında çok etkili değişiklikler olacaktır."
İSVİÇRE BASINI
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "AVRUPA VE TÜRKİYE"
BERN, 05/09(BYE)--- Tirajı günde 143.800 olan Neue Zürcher Zeitung'un 5 Eylül 2008 tarihli sayısında, Georg Kreis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan kitap tanıtımının çevirisi şöyledir:
Türkiye ve Avrupa arasındaki ilişkiler hangi ölçüde değişmez özellikler gösteriyor? Ne kadar değişim olabilir? Konuya ilişkin bir konferans dizisi yayımlayan Gabriele Clemens, Avrupa Topluluğu Komisyon Başkanı Walter Hallstein'ın 1963'te söylediği Türkiye'nin Avrupa'ya ait olduğu sözünü hatırlatıyor. Bunu, bir zamanların olmazsa olmazlarının bugünkü neredeyse olmazsa olmazlarını kıyaslama geleneğinin rahatlığıyla yapıyor. Antik çağa kadar uzanan bu cilt, milattan önce sahip olunan ortak özellikleri gösteriyor ve düşman Osmanlı'nın aslında Ortaçağ sonlarında Avrupa bütünleşmesinin en önemli unsuru olduğunu vurguluyor. İslamın rolü nedir? Kültür sınırı dinden ziyade diğer "başkalıklar" tarafından belirleniyordu; otoriter kültür ve güçlü bir (Avrupa'dan esinlenmiş) milliyetçilik tarafından. Türkiye'nin dinsel boyutunun, (Alman İçişleri Bakanlığından) Sena Ceylanoğlu'nun da belirttiği gibi, iki nedenden dolayı sorunlu olduğu ortaya konuyor: Türk toplumunun arzulanan ve talep edilen demokratikleşmesi, var olan geleneksel dinselliği daha güçlü bir şekilde öne çıkarıyor ve Türk göçmen gruplarının Avrupa'daki entegrasyon sorunları, Türkiye'nin tek boyutlu resmini veriyor. Wolfgang Burgdorf, "tarihin" Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne alınmasına karşı olmadığını, çünkü Türkiye'nin "kesin olan olayların toplamını" sunmadığını, aksine "dev bir fırsatlar rezervuarı" sunduğunu vurguluyor. Kitap, ilişkilerin nasıl da kendiliğinden değişen koşullara bağlı olduğunu ve iki tarafı farklı ve kendi içinde homojen gösteren ön yargıların bu bağlamda yanlışlığını gösteriyor.
Gabriele Clemens: Türkiye ve Avrupa. Lit Yayınevi, Hamburg 2007. 279 S., Fr. 39.-, € 25.-.
ABD BASINI
OPEN DEMOCRACY: "AVRUPA BİRLİĞİ NEDEN TÜRKİYE'DEKİ LAİKLİĞİ GÜÇLENDİRMEYE ÇALIŞIYOR"
ANKARA, 06/09(BYE)--- Open Democracy adlı internet forum sitesinin 3 Ağustos 2008 tarihli sayfasında, Kalypso Nicolaidis ve Hakan Altınay imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Avrupa Birliği bürokratlarının Türkiye'de "laikler" ve "İslamcılar" arasında süregelen çatışmada taraf tutup tutmadığı konusu son günlerde kafaları oldukça kurcalıyor. Buna inanır görünen pek çok kişi, AB yetkililerinin Türkiye'nin iktidar partisi AKP'yi -laiklik karşıtı eylemlerin odak noktası olmakla- suçlayan iddianamenin gerekçelerini birbiri ardına reddetmelerini kanıt olarak gösteriyor. Bazı laiklere göre Avrupa, Türkiye'deki laikliğin (Cumhuriyetin kurucularının kabul görmesini büyük bir tutkuyla istedikleri Avrupalı bir değer) canına kasteden en büyük suç ortağı.
AB laikliğe olağanüstü bir anlam yükleyen bazı Türklerle kurduğu ilişkilerde gerçekten de yapıcı bir tutum belirleyemedi. Laiklerin çoğu, Batının 11 Eylül sonrası İslam dünyasında radikalizmi susturmak istediğini ve bu yüzden dost ancak Müslüman olan bir ülke için standartlarını düşürdüğünü düşünüyorlar. AB'nin demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilgili demeçleri söz konusu kişiler için birşey ifade etmiyor. AB politikacılarının aslında Türkiye'ye İslami demokrasinin yetip de artacağını düşünmesi bu kişileri endişelendiriyor. AB lütfetmiş!
Laikler AB eleştirilerini, din ve devlet işlerinin son bir iki yüzyıldır ayrılmış olduğu ile İslam ve İslam'ın yol açtığı belli sorunların sadece küçük topluluklar içinde yaşandığı Avrupa toplumlarında hoşgörüden bahsedilmesinin kolay olduğunu iddia ederek sürdürüyorlar. Laikler durum böyleyken kadınların başörtüsü takmasının pek de sorun oluşturmayacağını, ancak Türkiye'de bu konuyla ilgili taviz vermenin laiklikten taviz vermekle aynı anlamı içerdiğini söylüyorlar.
Bu keskin tartışma Türkiye'nin bir zamanlar Batı yanlısı olan seçkinlerinin Avrupa projesinden soğuması riskini de beraberinde getirdi. Bu, laikliğe önem veren Türkler ve Türkiye'de söz sahibi olan insanlar için üzücü bir durum ve bu insanlar AB'ye katılım girişimine dahil olmadıkları sürece bir şeyler eksik kalacak.
Bu sadece AB'nin hatası değil. Türk laikler -genelleme yapmak gerekirse- oldukça içlerine döndüler. Avrupa görüşmelerinden kaçınıyorlar. Avrupa'nın üst düzey yetkilileriyle nadiren de olsa bir araya geldiklerinde ise mevkidaşlarını dünyanın tüm sorunlarından sorumlu ilan eder bir tavır takınıyor; işbirliği yapmaktansa onlara ders vermeyi tercih ediyorlar. Laiklerin yapmamış olması gereken daha pek çok şey var. Örneğin, Türk ordusunun Nisan 2007'de internet sitesinde yayımladığı e-muhtırayı kınamadılar. Bunun sebebi belki de demokratik ilkelerin laik ideallerinden vazgeçmelerine neden olacağına inanmaları. Ayrıca küçük baskılara bile çok dramatik tepkiler vermek gibi bir tutum benimsemişler.
Avrupalıların laiklerin başvurduğu taktiklerden hoşlanmaması, laiklerin asıl endişesiyle ilgili karşılıklı yapıcı ilişkilerde bulunulmasını da engelliyor. Avrupa Birliği'nin (özellikle de laiklerin tabii müttefiki olan Avrupalı sosyal demokratlar) laiklerin -çoğu akla yatkın olan- endişelerini son zamanlarda başvurdukları -çoğu çirkin- yöntemden ayırt edebilmesi için bir yol bulması gerekiyor.
Beklentiler bu denli yüksekken işin temeline inilmesi gerekiyor. AB'nin kendi resmi yöntemleri, yani AB yasaları ve AB kurumları, -AB üyesi olsun olmasın- diğer ülkelerdeki laiklikle ilgilenmiyor. Ülkelerin ahlak ve din-devlet ilişkilerini düzenleme konusundaki tercihleri, geçmişlerindeki karmaşık olay örgülerinin bir ürünü olup ülkelerin kendi iradesine bırakılmalıdır. AB -aynı zamanda- her türlü etkileşime açık bir devletler ve halklar topluluğudur. Bu devletlerden (Türkiye gibi) her biri de, vatandaşlarını bir arada tutan -dinin kamusal alan içerisindeki rolünü de içeren- toplumsal sözleşmeyi yeniden oluşturmaya çalışmaktadır.
--Gelişme Alanları--
Avrupa Birliği Türkiye'deki tartışmalara bu başlık altında dahil olmaktadır. Taraflar geçmişteki siyasi ilişkileri hatırlayıp asıl konuyla ilgilenmeyi başarabilirlerse, AB'nin Türkiye'deki laikliği güçlendirmeye yarayacak yedi hayati gelişme alanı sunduğunu göreceklerdir:
1. Modernleşme: Modernleşmenin laikliği güçlendirmeye yarayacağından şüphe eden pek kimse yok. Türkiye'nin Avrupa Birliğine kademeli olarak entegrasyonu, Türkiye'nin daha fazla modernleşmesi anlamına geliyor. Türk ekonomisi kaçınılmaz olarak daha fazla modern hale gelecek; gittikçe artan bir refah düzeyine kavuşacaktır. Eski üyelerle yenileri arasında yılda yüzde 1'lik bir fark vardır. İspanya'nın Avrupa'nın ortalama gelirine ulaşması bunun somut bir örneğidir.
Türk üniversiteleri Erasmus ve benzeri başka programlarla çoktan Avrupa'ya entegre olmaya başladılar. Bu türlü gelişmeler, profesyonellerin daha büyük roller üstlenmesinin de dahil olduğu, "sosyal ayrım" olarak adlandırılan şeyi derinleştirecektir. Tüm bunlar büyük Alman Sosyolog Max Weber'in temelinde sosyal laikleşmeyi barındıran dönüşüm teorisinin parçalarıdır.
2. Sosyalleşme: Avrupa Birliği devletlere ait, idari ve iş dünyasının işbirliğine yönelik pek çok iletişim sistemiyle devletler üstü danışma ve karar verme mekanizmaları sayesinde ülkeler ve toplumların sosyalleşmesini sağlamaktadır.
Birlikteki ülkelerin sivil toplumları, birbirleriyle gitgide daha fazla iletişim kurmaktadır (örneğin, öğrenciler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları). Bu bireyler ortak özelliklere sahip topluluklara ne kadar dahil olurlarsa kendi yerel dini otoriteleriyle bağları o kadar azalacaktır.
Çok sayıda aidiyet yoluyla artan "hayat seçenekleri" insanları, hayatın geleneksel anlayışlarından özgür tutma eğilimindedir. Yunanistan'ın bir zamanlar dar görüşlü ve geleneklere bağlı olan kültürü, Yunanlıların Avrupa ağlarına katılımlarıyla yavaş yavaş dönüştürüldü. Türkiye'nin Avrupa sosyo-politik süreçlerine aşamalı entegrasyonu da kaçınılmaz bir şekilde siyasi kültürünü -herhangi İslamcı bir içgüdüden uzaklaştırarak-değiştirecektir.
3. Kadınlar: Kadınların konumu açıkça laik vizyonun merkezinde yer almaktadır. Muhakkak ki, modernleşmenin özel-kamu sınırlarını yeniden çizme çağrısı kadınları din dahil geleneklerin esaretinden kurtarma anlamına gelmektedir. Ne var ki, bu tepeden inme devlet feminizmine burada her işi halletme konusunda güvenilip güvenilemeyeceği de kesin değil. İşyerlerine eşit erişim hala anahtar konumdadır.
AB'nin "Lizbon stratejisinde" -birliğin anayasal belgesi değil ekonomik planları- yüzde 60 oranında kadın istihdam ettirilmesi istenirken bu kadınların büyük çoğunluğunun sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışmaları gerekmektedir. İşgücünde kadınların katılımının gittikçe artmasının sosyalleşme yoluyla laikleştirme gibi etkileri olacaktır. Bu fırsatlar bir kez verildiğinde kadınlar büyük ihtimalle seçimleri üzerindeki -ister Brüksel'den, ister kendi devletlerinden ya da erkek-egemen dini otoritelerin empoze ettiği iç sınırlamalardan gelen- izinsiz kontrolleri kabul etmeyeceklerdir.
4. Ayrımcılık karşıtlığı: Laikler, devletin oldukça etkili himaye gücü vesilesiyle yavaşça ilerleyen İslamlaşmadan endişe duyuyorlar. Buna karşı koymak için AB'nin, pek çok ayrımcılık karşıtı standardı bulunmaktadır. Bunlardan bazıları ayrımcılık karşıtlığını gösterme sorumluluğunu yerel, ulusal ve Avrupa düzeyinde kamu yetkililerine vermektedir. Ayrıca vatandaşlardan ayrımcılıkla ilgili şikayetler aldıktan sonra müdahalede bulunan AB düzeyinde bir ombudsmanlık bürosu da bulunmaktadır. Bundan farklı olmayan -bir Türk siyaset bilimciyle AB'nin genişleme komiseri Olli Rehn tarafından halihazırda önerilen bir "laiklik ombudsmanı"na benzeyen- bir büro da etkili bir başvuru mercii olabilir.
5. Rekabet: Laikler ihaleler ve lisanslar yoluyla hükümet yanlısı iş çevreleri yaratıldığına dair endişelerini dile getiriyorlar. Kamu alımları ve devlet yardımları konusundaki AB kuralları bu alanda etkili güvenceler sağlayabilir. AB hükümetlerinde rekabet karşıtı davranışlar ödüllerin ya da sözleşmelerin iptalinin yanı sıra para cezalarıyla cezalandırılmaktadır. AB ayrıca bağımsız otoriteler ve bugünün ekonomisinde daha büyük yarıklar yaratan, lisanslarla kamu ayrıcalıklarının dağıtımı üzerinde, daha önce denenmiş kurallara sahiptir.
6. Trans-Avrupa siyaseti: AB iç politikanın özelliklerini çiğnemez; ancak üye devletlerin kamusal alanlarını birbirine bağlayan bir çeşit trans-Avrupa siyasetini geliştirmektedir. Bu üye devletlerin ulusal siyasi partileri milletlerüstü ittifaklar kuruyor, Avrupa parlamentosu için birlikte kampanya yapıyor, ortak platformlarda görüşüyor ve fikirlerini paylaşıyor. Türkiye için bu, diğerlerine ilaveten AKP'nin ya da diğer merkez-sağ partilerin de, laikliğin ana ilkelerini içselleştirmiş olan muhafazakar Hristiyan Demokrat kültürüne entegre olması anlamına geliyor.
7. "Demokratik nüve": 1997'den beri çeşitli AB anlaşmaları, bir üye devlet içindeki otoriter "eğilimleri" engellemek için çok taraflı demokratik gözetim için bir mekanizmayı da içermektedir. Bu yaklaşım Avusturya'da Jörg Haider'in Avusturya Özgürlük Partisini içeren bir hükümet koalisyonunun kurulması sebebiyle gayri resmi olarak benimsenmişti. Yaptırım uygulanması, tartışmalı olsa da, 2000 yılında Nice Anlaşmasıyla "anayasallaştırılmıştır". Bu yüzden İran tarzı İslamcı bir hükümet Türkiye'de iktidara gelirse Haider'inkinden çok daha kötü bir muameleye maruz kalacağını savunmak zorlama olmaz; Türkiye'nin Avrupa'ya her zamankinden daha fazla entegre olduğunu farzedersek bunun bedeli çok yüksek olacaktır.
Daha genel olarak AB, hem (küçük devletlerin oransız söz sahibi olduğu ve kararların hiçbir zaman nüfusun basit çoğunluğuyla alınmadığı) AB düzeyinde hem de üye devletler içerisinde "çoğunluğun tiranlığına" doğru kaymayı kısıtlayan karmaşık bir kontrol mekanizması olarak düşünülebilir.
Bu yedi nokta AB ile uyum ve entegrasyonun Türkiye'deki laikliğin geleceği için açıkça bir artı olduğu savını güçlendirmektedir. Ancak buna iki itiraz var.
--Katılım Olmadan Uyum?--
İlk olarak, Türkiye'deki en laikler bile bu savları kabul etseler ve AB'den kaynaklanan modernleştirme vaadine inansalar bile, şüpheciler hala, biraz da haklı olarak, AB entegrasyonunun Türkiye'deki laikliği güçlendirecek olmasının Türkiye'nin gerçekte AB'ye katılım ihtimalinin günbegün azalmasıyla belirsizleştiğini söyleyebilirler. Aslında Türkiye'deki muhtemel sonucun, tüm zamanların en kötüsü olabileceğini söylüyorlar. AB üyeliğinin koruyucu etkilerini elde etmeden ülkedeki muhafazakar güçlere, (liberal) kapıları açarak uyumun bedelini ödemek.
Diğer 26 devlet ve hükümet başkanının Fransız hükümetinin Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili söylevini azarlamadaki başarısızlığı, Ahde Vefanın çağdaş Avrupa'da bir anlam ifade edip etmediği konusundaki şüpheleri artırıyor. AB her zaman büyük vizyonla önemsiz seçim mücadeleleri arasındaki hileli dengeyi korumuştur ama Türkiye, katılım öncesinde dahi, AB üyesi devletlerle birleşmeye devam ederken bu değişmek zorundadır.
Bu arada, Türkiye'nin ve Türk laiklerin Avrupa'da dostları -ve daha birçok potansiyel dostu- vardır. Ayrıca sadece AB'deki düşmanlarını dinlemekten ve onların sözlerini ilan etmekten vazgeçmelidirler. AB üyeliğini gerçekten istiyorlarsa, vakitsizce çekilmektense, dostlarıyla bağlantı kurup bu hedef yolunda çalışmalıdırlar. Bütün korumalarıyla birlikte bir Avrupa liberal demokrasisi; Avrupa standardında üniversiteler; ve kadınların kamu hayatına katılımları, bütün bunların Türkiye'deki laikliği herhangi bir otoriter seçenekten daha fazla güçlendirecek olduğu kesindir.
--Liberalizme Karşı Laiklik?--
Bu AB/daha-güçlü-laiklik denklemine ikinci ve en zorlu itiraz ise ilk ilkelere geri dönüşle ilgilidir. Avrupa laikliğine uyum bugün, özünde siyasi liberalizmle beraber modernizmin yeni bir safhasına angaje olmayı gerektirmektedir. Aslında laiklik büyük oranda itiraz edilen ve biçimlenmemiş bir fikir ve sadece Türkiye'de değil, Fransa ve İngiltere gibi birçok ülkede mesele üzerine düzenli sarsılmalarla zapt edilmektedir.
Türkiye bu yüzden yalnız değildir ve tartışmalarımız birbiriyle tartışmalıdır. Bunun sınırlarını çizme konusuna karar verirken bütün Avrupa halkları acı içinde, toplumsal entegrasyon gereğini toplumlarının radikal çoğulculuklarıyla uzlaştırmanın çeşitli yollarını aramaktadır. İster Hollanda, İngiltere, Fransa ya da Avusturya'da olsun laiklik artan bir şekilde liberal zorunlulukların içine gömülmektedir: liberal toplumun ana hedefi vatandaşlarını günümüze kadar devlet-toplum ilişkilerinin büyük kısmını şekillendiren korkulardan arındırmak olduğu inancına bağlı kalmak ve vatandaşın devlet ve toplum karşısındaki özerkliğini güçlendirmek. Türk laiklerin yapması gereken en verimli hareket bu tartışmaya katılmak olur.
Ancak laik ilkenin özündeki iddia -yani devletin din ya da dini inançtan ayrı olarak varolması gerektiği iddiası- nasıl yargılanmalıdır? Bu, kamu görevlilerinin kendilerini dini aidiyetlerini göstermekten alıkoymaları anlamına mı geliyor; bu, herhangi birinin kamusal alanda böyle bir görüntü sergilemesini de genel olarak içerir mi; ve eğer ikincisiyse, bu yasak sadece yaşı küçük olanları mı yoksa yetişkinleri de mi ilgilendirir?
Avrupa'nın geri kalanı, bir yetişkin tarafından takılan başörtüsünün, eğer o yetişkin kamu hizmetinden (örneğin eğitim gibi) faydalanacak biriyse, yasaklanmasının laik emirlerin dışında kaldığını düşünmektedir; ancak bu hizmeti sağlayanlardan birisiyse tartışma devam eder ve iyidir. Avrupalılar dini inançlara hoşgörü göstermekle farklı olana hoşgörü göstermek arasındaki çatışmayı biliyor.
Liberalizmin, Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden ülkenin laik temellerini kuran Jön Türklerin uzlaşmaz gayretleri olmasaydı Türkiye'nin AB üyeliğinin yakınına bile yaklaşamayacağına inanan laik Türk elit arasında iyi bir baskısı olması gerekmiyor. Yine de, Türkiye Avrupa'nın geri kalanını içine alan liberalizm-ve-laiklik tartışmalarının dışında duruyor. Türk laiklerin, 21. yüzyıl Avrupasında, hem laik hem de liberal ilkelere tutkuyla bağlı kalanların genellikle, iş yetişkinlere gelince özgür seçimin zoraki bir kıyafet politikasından ziyade kadınların özgürleşmesine doğru bir yol olduğunu savundukları gerçeğiyle yüzleşmeleri gerekiyor.
--Tanıma Sorunu--
Bütün bu tartışmada, en büyük zorluk gerçek bir karşılıklı tanıma olabilir. Türkiye'deki bölünme Müslümanlar (dindarlar ve laikler) arasındaysa bu, Türkiye'nin, laikliğin prosedürler ve kurallarla değil ateist bir inanç sisteminin teşvik edilmesi ve bu tip inançların yayılması için toplumsal koşulların yaratılmasıyla ilgili olan ideolojik bir şeklini benimseyen birçok Avrupalıyla angajmanı için ne anlam ifade etmektedir?
"Avrupalı" ile karşılaşmada -(Türkiye'nin yanı sıra başka yerlerde) Avrupa'nın maddi uygarlaşmasının ruhani olmayanı (küfür için hoşgörüsü de dahil olmak üzere) almak için olduğu yönündeki ortak fikir ile mücadele karşısında şizofrenik bir tavır takınmak sürdürülemeyebilir. Aslında hem saldırgan laiklik çevresindeki çağdaş endişeler hem de dinin küresel bir kavram olarak yeniden canlanması kabul görmelidir.
Türkiye'nin ikisi arasında bir orta zemini idare edebileceği ve 21. yüzyılda sürdürülebilir bir laiklik çeşidi icat etme kapasitesini gösterebileceği en iyi yer Avrupa'dır.
Nihayetinde biz ve sayısız diğerlerinin tekrar tekrar tartıştığı gibi, Avrupa siyasi projesinin ve Türkiye'de daha başka reformların başarısı birbiriyle yakından bağlantılıdır. Türkleri ve diğer Avrupalıları gerçekten birbirlerinin en önemli endişelerine, isteklerine ve tarihsel perspektiflerine saygı göstermeye davet ediyoruz; özellikle de bahis konusu olan, toplumlarımızın sağlam bir karşılıklı anlayış ruhu içerisinde yeniden yaratılmasında bizim paylaşma kapasitemizken.
INTERNATIONAL HERALD TRIBUNE: "ORTODOKS HRİSTİYANLIK TEHDİT ALTINDA"
WASHINGTON, 09/09(BYE)--- International Herald Tribune gazetesinin 8 Eylül 2008 tarihli sayısında, Nicholas Gage imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve lideri olduğu İslami kökenli Adalet ve Kalkınma Partisi bu yaz, laikler ülkenin Anayasa Mahkemesi'ni, her ikisini de siyasetten yasaklamaya ikna etmenin eşiğine geldiklerinde, bu çabaları dini özgürlüklere saldırı ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma çabalarına tehdit olarak nitelendirmişti. Ancak yaklaşık altı yıldır iktidarda olan Erdoğan, Türkiye'nin en saygın Hristiyan kuruluşu ve dünya genelindeki 300 milyon Ortodoks Hristiyanın ruhani merkezi olan Konstantinapol Patrikliğine en ufak bir dini özgürlük verme niyeti dahi göstermemiştir. Bunun sonucu olarak Türkiye'nin patrikhaneye yönelik eziyetleri, haklı olarak, Avrupa heveslerinin önünde büyük bir engel olarak durmaktadır.
Dördüncü yüzyılda kurulan ve bir zamanlar Vatikan kadar muazzam mal varlığına sahip olan Ekümenik Patrikhane, İstanbul'un Fener adlı giderek kaybolan bir köşesinde küçük, kuşatma altında bir yapıya dönüşmüştür. Neredeyse tüm emlakına birbirini takip eden Türk hükümetlerince el konulmuş, okulları kapatılmıştır, din adamlarına da, neredeyse her gün Türkiye'den çıkması istemiyle patrikhane dışında gösteri yapan aşırılık yanlıları tarafından sataşılmaktadır.
Ekümenik Patrik I. Bartholomeos, duvarlarla çevrili binadan çıkmayı göze aldığında, alaylara maruz kalmakta ve tehdit edilmekte, mütemadiyen Türk şovenistleri ve Müslüman fanatikler tarafından kuklası yakılmaktadır. Hükümetin bürokratları patriği taciz etmekten zevk almakta, alakasız konularda sorgulamak ve azarlamak için bürolarına çağırmakta, hala kendi kontrolü altında olan birkaç binanın tamir edilmesini engellemekte ve yurt dışına çıktığında yaptıkları ve söyledikleri konusunda üstü kapalı tehditler savurmaktadırlar.
Büyük bir dini inancın ruhani lideri olarak ekümenik statüsünü kabul etmek yerine onu İstanbul'un küçük Rum Ortodoks cemaatinin başı olarak gören Türk hükümetleri birbirlerinin peşi sıra maksatlı olarak patrikhaneyi küçültme politikaları izlemektedir.
Geçen yıl ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinin 50 üyesinden 42'si, Erdoğan'a, hükümetinin, o tarihte komitenin başkanlığını yürüten Tom Lantos'un tanımlamasıyla, "dünyanın en eski ve en büyük hazinelerinden birisi" olan patrikhanenin dini özgürlüklerine yönelik "tüm kısıtlamaları kaldırması" çağrısında bulunan bir mektup göndermiştir. Kongre üyeleri Türk Hükümetinden, dünyanın geri kalan bölümüne uyarak patrikhanenin ekümenik statüsünü tanıması, el konulan mülklerin geri verilmesi, Heybeliada'daki meşhur olanı da dahil olmak üzere, okullarının yeniden açılması ve "seçilecek kişinin Türk vatandaşı olması konusunda süregelen ısrar" başta olmak üzere, patrik seçimi sürecindeki tüm müdahalelere son vermesini istemiştir.
Kongre üyeleri, Türkiye'de Ortodoks Hristiyanlara sistematik olarak eziyet edilirken ve ülkedeki sayıları 2.500'den daha aza düşmüşken, yeni seçilecek patriğin Türk olması durumunda patrikhanenin yakında ortadan kalkacağını belirtmişlerdir.
Başkanları, "ekümenik patriğin kim olacağına Türk Hükümeti değil, kilise karar vermelidir" açıklamasında bulunmuştur.
Kongre üyelerinin mektuplarına ve çok sayıdaki ülkenin devlet adamlarının, patrikhaneye yönelik politikalarını yumuşatması için Türk Hükümetini ikna çabalarına rağmen, liderleri, tutumlarının Avrupa Birliği'ne girme şanslarına zarar vereceğini bilmelerine rağmen, harekete geçmemişlerdir.
Türk liderlerin uzlaşmaz tavırları, Avrupa Birliği'ne sağlayacağı ekonomik avantajlar için girmek istediklerini ancak politikalarını, Batılıların katılmalarına izin verme konusundaki endişelerini ortadan kaldıracak kadar yumuşatmaya hazır olmadıklarını açıkça göstermektedir. Türkiye, patrikhaneye ilişkin olanlardan başlamak üzere, gerekli köklü değişiklikleri yapmak için harekete geçinceye kadar, bu ülkenin AB'ye dahil edilmesi büyük bir risk oluşturacaktır.
1970'li yılların sonlarında New York Times adına Türkiye'de çalışırken, ülkenin nüfusu 34 milyondu. Bugün ise 71 milyon ve artmaya devam ediyor, buna karşın Avrupa'nın doğum oranı ciddi bir şekilde düşüyor. Buna ilaveten Türkiye'nin toplam 1.1 milyonluk asker sayısı, en büyük Avrupa Birliği ülkelerinin silahlı kuvvetlerinden bile büyük. Şayet Türkiye Avrupa Birliği'nin tam üyesi olursa, Avrupa'nın liberal geleneklerine mi uyacak, yoksa Avrupa'yı kendi isteklerine boyun eğdirmek için demografik ve askeri güçlerini mi kullanacaktır? AB, bir süre önce Türkiye'nin, bir AB üyesi olan Kıbrıs'ın gemilerinin limanlarını kullanmasına izin vermesi kararı almıştır ancak, Türkiye, Avrupa'ya katılma isteğine rağmen, bu kararı tümüyle görmezden gelmiştir. Bu nedenle temel soru, Türkiye'nin Avrupa'ya adapte mi olacağı, yoksa sadece AB'ye kendi kuralları ile girmek mi istediğidir. Avrupa'nın kapılarını bu ülkeye açmadan önce Türkiye'nin gerçek niyetini bilmesi önemlidir.
Bu nedenle, Türkiye'nin patrikhaneye yönelik tavrı, Avrupa'ya katılım için hazır olup olmadığının nihai sınavı olarak kalmalıdır. Şayet Türkiye, kendi içindeki "dünyanın en eski ve en büyük hazinelerinden birisi"nin değerini kabul edemez ise, Avrupa'yı belirleyen liberal değer ve geleneklere saygı göstermesi beklenebilir mi? Türkiye'nin kendi koşullarıyla Avrupa'ya girme konusunda ısrar etmesi durumunda, Avrupa'yı istila edeceği, yutacağı ve kökünden değiştireceği tehlikesi hafife alınmamalıdır.
Konstantinopol Patriği, riskin alınmaya değer olduğunu ve Türkiye'nin AB'ye kabulünü kuvvetle desteklediğini söylemiştir. Ben de Türkiye'nin üyeliğinin, ilgili tüm taraflara, özellikle Türk halkına büyük faydalar sağlayacağına inanıyorum, ancak Türkiye'nin bugün olduğu gibi, müsamahasız, şüpheci ve inatçı haliyle değil.
Türkiye Avrupa'ya katılabilmek için, şimdiye kadar olduğu gibi bebek adımlarıyla değil, Avrupa'nın bakış açısına adapte olmak üzere büyük mesafeler katetmeye hazır olduğunu göstermelidir. Bunun için en iyi başlangıç, şayet ülkenin liderleri görmek için gerekli bilgeliği gösterirlerse, Türkiye'yi Avrupa'ya götürecek yolu aydınlatmak için fener vazifesi görebilecek olan Fener'deki Patrikhane olabilir.
ASBAREZ: "SARKİSYAN AGİT'İN KARABAĞ TEMSİLCİSİYLE TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİNİ GÖRÜŞTÜ"
ANKARA, 09/09(BYE)--- ABD'de İngilizce-Ermenice yayımlanan Asbarez gazetesinin 8 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Erivan çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan dün AGİT Parlamenterler Asamblesi Dağlık Karabağ Özel Temsilcisi Goran Lenmarker ile bir araya gelerek, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ihtimalini ele aldı.
Cumhurbaşkanlığı Basın Bürosundan yapılan açıklamaya göre, Cumhurbaşkanı ile Lenmarker ayrıca Gürcistan'da devam eden kriz ve henüz çözülmemiş Dağlık Karabağ ihtilafının halledilmesi konularını da görüştüler.
Sarkisyan, Ermenistan'ın Dağlık Karabağ ihtilafını çözmek için güç kullanılmasının başarı şansı olmadığı şeklindeki konumunu yineledi ve uluslararası toplumun bölgedeki bazı ülkelerin kullandığı artan askeri söyleme uygun bir şekilde cevap vermesi gerektiğini vurguladı.
Lenmarker, bölgedeki son gelişmelerin, ihtilafların askeri olarak çözülemeyeceğini gösterdiğini, Güney Kafkaslar'ın donmuş ihtilaflarına gerçek çözümün ancak müzakereler yoluyla bulunabileceğini belirtti.
Lenmarker, Ermenistan'ın bölgedeki politikasını ve özellikle Sarkisyan'ın Gül ile bir araya gelmesini övdü. Sarkisyan'ın Gül'ü iki ülkenin Milli Takımları arasındaki maçı izlemek üzere Ermenistan'a davet etmesine atıfta bulunarak, "Hiç şüphesiz kolay bir karar değildi. Ermenistan ile Türkiye arasındaki mevcut meseleler dikkate alındığında güçlü bir adım attınız" dedi.
Sarkisyan, Ermenistan'ın politikasının tüm uluslararası ve bölgesel meseleleri müzakere yoluyla çözmek olduğunu açıkladı ve "Tüm meselelerin kısa bir sürede çözüleceği gibi hayallerim yok ancak bunu süreci başlatmak açısından doğru buluyorum" dedi.
Lenmarker dün ayrıca Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan ile de bir araya geldi. Nalbandyan, Ermenistan'ın her zaman sorunları çözme aracı olarak diyalogu desteklediğini ve Ermenistan'ın dış politikasının Kafkaslar'da istikrar, güvenlik ve işbirliği arayışında olduğunu söyledi.
Nalbandyan pazar günü ise AB'nin Güney Kafkasya Özel Temsilcisi Peter Semneby ile görüştü ve Dağlık Karabağ ihtilafı ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri konularını ele aldı.
Nalbandyan, Semneby'i, Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile görüşmeleri konusunda bilgilendirdi ve Sarkisyan'ın Gül ile görüşmesi konusunda da bilgi verdi.
Nalbandyan, Ermenistan'ın Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi yönünde adımlar atmaya devam etmeye hazır olduğunu ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin bölgedeki istikrar, güvenlik ve işbirliğine katkıda bulunacağını söyledi.
Semneby, Ermenistan'ın Türkiye ile ilişkilerini normalleştirme girişimlerini övdü ve AB'nin Türkiye'nin Ermenistan ambargosuna son verecek her türlü girişime destek vermeye hazır olduğunu ekledi.
AZERBAYCAN BASINI
AZADLIK: "TÜRKİYE, AB ÜYELİĞİNE KABUL EDİLMEYECEK"
BAKÜ, 09/09(BYE)--- Tirajı günde 5.500 olan muhalefet yanlısı Azadlık gazetesinin 9 Eylül 2008 tarihli sayısında, Fizze imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevrisi şöyledir:
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan ziyaretinden sonra Kıbrıs'ın birleşmesine yönelik söylentilerin ortaya atılması, Türkiye'nin, AB üyeliği yolundaki engelleri ortadan kaldırmak için çalıştığını gösteriyor. Ancak, bazı uzmanlara göre, Türkiye'nin bu adımı hiçbir işe yaramayacak. Gerek Ermenistan ziyareti gerek Kıbrıs konusuyla ilgili tutumun yumuşatılması, Türkiye'nin AB üyesi olmasına yardımcı olmayacak. Çünkü AB üyesi olan ülkelerden bazıları, aynı zamanda Ermenistan'ın destekçisi olarak bilinen Fransa, Türkiye'nin AB üyesi olmasına izin vermeyeceğini bildirmişti. Bu durumda Türkiye'nin son adımlarının arkasında ne var?
Konuyla ilgili görüşlerini açıklayan siyaset bilimci Vefa Kuluzade, Türkiye'nin AB üyeliğine kabul edileceğini zannetmediğini belirterek şöyle dedi: "Türkiye'yi AB üyeliğine kabul etmeyecekler. Bu konuda AB ve Avrupa ülkeleri temsilcileri defalarca açıklamalarda bulundular. Bunun için objektif ve subjektif nedenler var. Objektif neden, Türkiye ekonomisi Avrupa ekonomisi düzeyinde değil. Sübjektif neden ise, AB'nin Hristiyan kulübü olması. Bu kadar büyük İslam devletini AB'ye kabul etmezler. Ayrıca Gül ve Erdoğan iktidarı döneminde Türkiye'de Müslümanlık daha da ilerledi. Bu nedenle Ermenilerle ilişki kurarak, Kıbrıs konusunda taviz vererek, oradaki Türkleri azınlık yaparak Türkiye'nin bir şeyleri başarabileceğini zannetmiyorum. Ancak öyle görünüyor ki, bir şeylere güvenerek bu tür adımlar atıyor. Herhalde ABD, Türkiye'ye destek vereceğine dair söz verdi. Türkiye'nin bu adımları atması halinde, AB üyesi olmak için imkan sağlanacağı bildirildi. Belki de bu yüzden Türkiye bu adımları atıyor."
Abdullah Gül'ün Ermenistan'a ziyarette bulunmasının da bu ülkeyle ilişkilerin normalleşmesini sağlamayacağını düşündüğünü vurgulayan Kuluzade, şunları söyledi: "Gül'ün Ermenistan'ı bu şekilde ziyaret edeceğini zannetmezdim. Bunu daha önce söyleselerdi, böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söylerdim. Çünkü Ermenistan, soykırım ve toprak iddialarından vazgeçmeyecek. Dağlık Karabağ'ı boşaltma imkanına da sahip değil. Çünkü Ermenistan bağımsız bir devlet değil. Rusya'nın kuklası. Bunu Gül, benden iyi biliyor. Ancak, öyle görünüyor ki, bunu bir şeyleri sergilemek için yapmış. Gül'ün adımını ne Türkiye'de, ne de Azerbaycan'da doğru dürüst anlayan oldu. Ziyaret sırasında Dağlık Karabağ konusunun müzakere edildiğine de inanmıyorum. Karabağ konusunda son 15 yılda hiçbir ilerleme olmadı, olmayacak da. Rusya çökmediği sürece hiçbir ilerleme olmayacak. Çünkü en önemli engel Rusya. Rusya, Dağlık Karabağ konusundan da yararlanarak, belki Türkiye'yi de ele geçirmek istiyordur. Belki de Ermenistan'dan yararlanarak, Türkiye'yi kendi tarafına çekmek, NATO'dan koparmak istiyordur. NATO da, ABD de Ermenistan'ı Rusya'dan koparmak istiyor. Ancak öyle görünüyor ki, onlar cevap adımı olarak, Türkiye ile yakınlaşmak ve Türkiye'yi Rusya'nın çıkarlarına tabi kılmak istiyorlar."
525. GAZETE: "ABDULLAH GÜL: AZERBAYCAN'IN SORUNU BENİM SORUNUM"
BAKÜ, 09/09(BYE)--- Tirajı günde 2.500 olan iktidar eğilimli 525. Gazete'nin 9 Eylül 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevrisi şöyledir:
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yarın Bakü'ye geliyor. Ziyaret çerçevesinde Türkiye'nin "Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu" teklifi, bölgedeki son durum, enerji koridorlarının güvenliğinin sağlanması, Dağlık Karabağ ihtilafı ve Gül'ün Ermenistan ziyaretinin sonuçları müzakere edilecek. Türk basını, Abdullah Gül'ün Ermenistan ziyaretinin, Azerbaycan'da olumsuz karşılandığını, bu nedenle Ankara'nın, Azerbaycan'ın gönlünü almak için bazı adımlar atmaya hazırlandığını yazıyor. Bu amaçla planlanan adımlardan biri, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün önümüzdeki 1-2 hafta içinde Bakü'yü ziyaret etmesiydi. Türk basını, daha önce ziyaretle ilgili hazırlıkların sürdüğünü ve Gül'ün Bakü ziyaretinin, ABD ziyaretinden önce gerçekleşmesi için istişareler yapıldığını yazmıştı. Abdullah Gül'ün ABD ziyareti 20 Eylül'de gerçekleşecek.
Ziyaret arifesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, APA Ajansına bir mülakat verdi.
SORU: Ermenistan ziyaretinizle ilgili basına bazı bilgiler verdiniz. Azerbaycan'a yapacağınız ziyaret arifesinde başka neler söylemek isterdiniz?
GÜL: Öncelikle bütün Azerbaycanlı kardeşlerime sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Onların, bu ziyareti büyük bir ilgiyle takip ettiklerini biliyorum ve bize güvenmelerini istiyorum. Şahsen ben, bizlerin ayrı devlet, fakat bir millet olduğumuza ve bu şekilde devam edeceğimize inanıyorum. Dünya haritasına baktığımızda Kafkasya küçük bir yer olarak görünüyor, fakat çok büyük sorunları var. Bir ay önce bölgede taşların yerinden oynadığını gördük. Ortaya Rusya-Gürcistan savaşı çıktı. Hatta büyük devletler de bu işin içine girdi. Böyle bir durumda susarak oturulmuyor. Girişimlerde bulunulmalı. Kendi bölgemizin sorunlarını çözümlemek için ciddi bir şekilde çaba göstermeliyiz. Benim ve Sayın Başbakanımızın ziyaretine bu açıdan bakmak gerek. Bu amaçla tam zamanında "Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu" teklifinde bulunduk. Bölgenin önemli ülkeleri, harekete geçerek bu sorunları diyalog yoluyla çözümlemek için yeni hamleler yapmalılar. Başbakanımız Sayın Erdoğan, Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan'ı ziyaret ederek bu konuları müzakere etti.
Aslında ortaya tesadüfen bir fırsat da çıktı. Dünya Futbol Şampiyonasının eleme turunda Türkiye ile Ermenistan aynı grupta yer aldı. Bu rastlantıdan sonra Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, cesur bir şekilde beni Erivan'a davet etti. Ermenistan Cumhurbaşkanının, Türkiye Cumhurbaşkanına "Gel maçı birlikte seyredelim" demesi gerçekten de cesaret isteyen bir adım. Ermenistan'da buna karşı olan Taşnakların ve diğer grupların olduğunu biliyoruz. Ben neden bu teklifi kabul ettim? Çünkü, bölgemizdeki sorunları çözümlemek için müzakere yapma fırsatı oluştuğuna inandım. Karabağ sorununun, aynı zamanda Türkiye ile Ermenistan arasındaki sorunların müzakere edilmesi için bu fırsattan yararlanmak istedim. Doğrusu bu ziyareti gerçekleştirmekten çok memnun oldum. Çünkü devlet adamları, her şeyi önceden iyice tartarak kararlı bir şekilde adım atmalı. Sorunları dondurursak, daha da kötü olur. Bu dondurulan sorunlar, sonra de facto bir gerçek haline geliyor. Bu nedenle devlet adamları, cesur bir şekilde mücadele etmeliler. Kafkasya gibi küçük bir yerde hepimiz birbirimize çok benziyoruz. Kavga da etsek, ilişkilerimiz kötü de olsa, tarihin ve coğrafyanın getirdiği ortak taraflarımız var. Bölgede çoğunluk Türkçe konuşuyor veya anlıyor. Bu potansiyeli hareketlendirmek ve sorunları çözümlemek gerek. Ziyaretim sırasında Cumhurbaşkanı Sarkisyan ile bu konuda açık bir şekilde konuştum. Sizinle konuştuklarımı onunla daha açık konuştum. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ihtilafın çözümlenmesinin önemini vurguladım.
Ziyaret sırasında müzakere ettiğim iki konudan biri Dağlık Karabağ konusu oldu. Sarkisyan ile Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasıyla ilgili bir kelime bile konuşmadık. Ben, Azerbaycan halkını incitmemek için Ermenistan'a özel araçları ve korumalarımı 600 kilometre fazla yol katederek Gürcistan'dan gönderdim, Kars'tan değil.
SORU: Ermenistan tarafının tepkisi nasıl oldu?
GÜL: Serj Sarkisyan da, bölgedeki sorunların çözümlenmesinden yana olduklarını ve bizlerin bu sürece katılımımızdan memnun kalacaklarını bildirdi. "Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu" teklifine büyük destek verdiklerini, bunu bölgedeki sorunların çözümlenmesi için bir fırsat olarak gördüklerini ve Gürcistan'da yaşanan olaylardan sonra hepimizin diyalog içerisinde olmamızın çok önemli olduğunu vurguladı. Sayın Aliyev ile de görüştüklerini ve tekrar görüşeceklerini söyledi. Sarkisyan'a gerçekçi olmamız gerektiğini bildirdim. Bu sorunları ortadan kaldıracak bir diyalog süreci başlatılmalı. Diyalog bugün olmazsa, 30-40 yıl sonra olacak. Ancak, gelecek kuşaklar bundan zarar görecek. Sarkisyan'ın da iyi niyetli olduğunu ve samimi konuştuğunu gördüm. Erivan'dan büyük bir memnuniyetle ayrıldım. Gerek Türkiye, gerek Azerbaycan'da kızgın olanlar olabilir. Bunların hepsini saygıyla karşılıyorum. Ancak, bu girişimin iyi sonuçlara neden olacağına ve onların da sevineceğine eminim. İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa'da 50 milyon insan öldü, fakat şimdi Fransa ile Almanya en yakın müttefikler. Bu nedenle sadece geçmişe değil, geleceğe de bakmalı ve geleceğin önünü açmalıyız. Çarşamba günü Bakü'de olacağım ve bütün bu görüşlerimi Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile paylaşacağım.
Ayrıca Güney Kafkasya'daki son gelişmeler, enerji güvenliğinin en önemli konulardan biri olduğunu gösterdi. Bölgede gerçekleştirdiğimiz projeler mutlaka devam edecektir. Başka proje teklif edenler varsa, müzakere edebiliriz. Enerji güvenliğinin sağlanması için bütün devletler gereken adımları atmalı. Aynı zamanda, bölgedeki bütün devletlerin enerji konularına daha dikkatli yaklaşmalarından yanayız.
SORU: Serj Sarkisyan Cumhurbaşkanı olduktan sonra, selefinden farklı bir politika yürütmeye başladı. Koçaryan, Türkiye'yi düşman ülke ilan ederken, Sarkisyan, Batı eğilimli bir politikacı profili ortaya koydu. Ermenistan'a giderken Batı ile istişareler yaptınız mı?
GÜL: Tamamen bağımsız bir karar aldım. Ziyaretle ilgili kararımda hiçbir devletin etkisi olmadı. Fakat, birçok ülke tarafından takdir edilmekten de çok memnunum. Ermenistan, dünyadaki herkesle, özellikle komşu ülkelerle işbirliği yapmak zorunda olduğunu anlamaya başladı. Aksi takdirde bölgede barış sağlanmaz ve Ermenistan, barışı engelleyen bir ülke durumuna düşer. Ermenistan bunu biliyor. Onların bunu anlaması çok önemli. Bu fırsatın çok iyi değerlendirileceğine inanıyorum. Eski politikayı geride bırakmak gerek. Hepimiz, bölge ülkeleri olarak ileri bakmalıyız.
SORU: Türkiye'yi Avrupa Konseyinde temsil ettiğinizde ve Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttüğünüzde hep Türkiye'deki reformları Avrupa, Brüksel ve Strasbourg için değil, Türk halkı için gerçekleştirdiğinizi söylüyordunuz. Bugün Batı analizcileri, sorunların çözümlenmesi için reformların artırılması gerektiğini düşünüyorlar. Siz de Ermenistan'da bu yönde mesaj verdiniz. Azerbaycan'da da bununla ilgili mesaj verecek misiniz?
GÜL: Uzun yıllar Avrupa Konseyinde Türkiye'yi temsil ettim. Haydar Aliyev'in, büyük bir kararlılıkla Azerbaycan'ı Avrupa Konseyi üyesi yaptığını hatırlıyorum. Aynı yolu şimdi Sayın İlham Aliyev sürdürüyor. Demokrasi bir gecede gelen bir süreç değil. Türkiye, 1948 yılında Avrupa Konseyi üyesi oldu. Reformları artırdıkça bizden yeni reformlar talep ediyorlar. Azerbaycan'da da bunun zamanı gelecek. Bölgede demokrasinin olması istikrarın ve ülkeler arasındaki işbirliğinin daha da gelişmesini, halkların refahının yükselmesini zorunlu kılacak. Bu nedenle mesaj versem de, vermesem de, Azerbaycan yönetiminin, ülkede demokrasinin gelişmesi için elinden geleni yapacağına inanıyorum. Demokrasinin gelişmesinden son derece memnuniyet duyarım. Aynı zamanda İlham Aliyev'in de bundan gurur duyacağına inanıyorum.
SORU: Ermenistan'ın sözde soykırım iddiaları, daha çok Batı'dan, oradaki Ermeni diasporasından gelen baskılara bağlı. Bu baskıları aşabilecek misiniz?
GÜL: Diaspora da, Ermenistan'ın refahı için çaba göstermeli ve bunun için sevinmeli. Ermenistan'ın kendi komşularıyla iyi ilişki kurmasına diaspora da sevinmeli. APA Ajansı aracılığıyla Azerbaycan halkına sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Bize güvensinler. Her zaman Azerbaycan'ın arkasındayız. Azerbaycan'ın sorunu benim sorunumdur. Başka bir şey söz konusu değil. Bakü'ye de bunun için geliyorum.
NOT: Aynı mülakat birçok gazetede yer almıştır.
İRAN BASINI
HORASAN: "TÜRKİYE VE ERMENİSTAN İLİŞKİLERİNİ İYİLEŞTİRME YÖNÜNDEKİ FUTBOL DİPLOMASİSİ"
ANKARA, 08/09(BYE)--- İran'da yayımlanan Horasan gazetesinin 8 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:
Üst düzey bir Türk yetkilisinin Ermenistan'a ziyaretinden 70 yıl sonra Türkiye Cumhurbaşkanı, bu ülkeyi ziyaret etti. Dünya basını söz konusu ziyareti "Futbol Diplomasisi" olarak nitelendirdi. Bu ziyaret, iki taraf arasında ilişkilerin başlamasında etken oldu. Türkiye ve Ermenistan arasındaki futbol karşılamasını izlemek için Ermenistan'a giden Gül, Sarkisyan ile görüşmelerini yapıcı olarak nitelendirirken, 90 yıllık husumet, Erivan halkını bu ziyareti protesto etmek için sokaklara çıkarttı.
Diğer taraftan, AB'nin bu ziyareti desteklemesiyle bazı Türk çevreleri, Batı'nın bu desteğinin Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan halkasının oluşmasıyla bölgeye nüfuz etmek doğrultusunda olduğuna inanıyor.
--Futbol Tadında Politika--
Ermenistan ve Türkiye Cumhurbaşkanları Erivan'daki ortak basın toplantısında, iki ülke arasındaki sorunların çözülmesini istediler. Türkiye Cumhurbaşkanı Gül, cumartesi günkü ziyareti çerçevesinde Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile Ermenistan Cumhurbaşkanlığı Köşkünde görüştü. Sarkisyan, Türk mevkidaşını köşke girişinde karşıladı. İki Cumhurbaşkanı kameraların karşısında el sıkıştılar, sonra köşke girdiler ve kapalı kapılar ardında görüştüler. Bu toplantıda Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan da bulundu. Gül, Erivan'da bulunmaktan dolayı memnuniyetini dile getirerek, "Futbol karşılaşmasından dolayı elde edilen fırsatı iyi değerlendirdik" dedi. Türkiye Cumhurbaşkanı, toplantıda Kafkaslardaki olayların gündeme geldiğine işaret ederek, bu ziyaretin iki ülke arasındaki mevcut sorunları çözmede yeni bir başlangıç olacağını ümit ettiğini belirtti.
--Erivan'da Protesto--
Diğer yandan, Türkiye Cumhurbaşkanının Erivan ziyaretiyle eş zamanlı olarak binlerce Ermeni, Gül'ün geçeceği güzargahta, Osmanlılar tarafından Ermenilerin soykırım kurbanlarının anısına gösteri düzenledi. Halk, Abdullah Gül'ün havaalanına kadar olan güzergahında ellerinde pankartlar ve "Ermenistan halen soykırımı hatırlıyor", "Türkiye'nin Ermeni soykırımını kabul etmesi gerekir" sloganları attılar. Türkler ve Ermeniler arasında kökleri Birinci Dünya Savaşı'na uzanan bir nefret var. O dönemde, Türkler Ermenileri Anadolu'dan sürdüler. Ermeniler bu girişimin soykırım olduğu ve bu sırada 1.5 milyon Ermeninin hayatını kaybettiği görüşündeler. Türkiye bu suçlamayı kesinlikle reddediyor ve o dönemde çatışmalar olduğunu, ancak soykırım gerçekleşmediğini söylüyor.
Türkiye, SSCB'nin dağılmasından sonra 1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkeler arasında yer alıyor. Ancak bu ülke, üç nedenden dolayı Ermenistan ile ilişkiye girmekten kaçındı ve Ermenistan'ın bağımsızlığını elde etmesinden üç yıl sonra bu ülkeyle olan sınırını kapattı. Türkiye, Ermenistan'ın Türkiye'nin toprak bütünlüğünü resmen tanımadığını söylese de, Ermenistan yetkilileri, hiçbir hükümet yetkilisinin bugüne kadar bu konuda bir açıklama yapmadığını söylüyorlar.
Türkiye, Ermenistan'ın, 1915 yılında Osmanlı döneminde olanların soykırım olarak resmen tanınması yönündeki geniş çaplı uluslararası girişimlerinden vazgeçmesini istiyor.
Türkiye ayrıca, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Karabağ çatışması nedeniyle Ermenistan ile ilişkide bulunmaktan kaçınıyor.
--AB'nin Memnuniyeti--
Bu arada AB, Türkiye ve Ermenistan temaslarını önemli olarak nitelendiriyor. AB dönem başkanı Fransa'nın Cumhurbaşkanı Sarkozy, "Bu görüşme, Ermenistan'ın kuzey komşusu Gürcistan'daki savaşın ardından gerçekleşmesi açısından tarihi ve cesurcadır" dedi.
Fransa Dışişleri Bakanı da bu görüşmeyi önemli olarak değerlendirerek, "Bu ziyarete bir futbol maçını izlemenin ötesinde bakmak gerekir" dedi.
PAKİSTAN BASINI
DAWN: "'TARİHİ' KIBRIS GÖRÜŞMESİ"
İSLAMABAD, 05/09(BYE)--- Tirajı günde 130 bin olan liberal eğilimli Dawn gazetesinin 5 Eylül 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan başyazının çevirisi şöyledir:
Önlerindeki güçlükler göz önüne alındığında Kıbrıs Türk lideri ile Rum yoldaşı arasında çarşamba günkü tarihi denilen görüşmenin sonucu hakkında iyimserliğe kapılmak için erken olabilir. Daha önce de görüşmelerine rağmen Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Dimitris Hristofyas arasında çarşamba günü yapılan görüşme adanın 34 yılık bölünmüşlüğüne son vermeyi amaçlayan barış sürecinin resmen başlamasını simgeliyor. Birleşme görüşmelerinin yeniden başlaması her iki kesimde de sol eğilimli entelektüellerin iş başına gelmesi sayesinde gerçekleşebildi. Talat 2005 yılında Cumhurbaşkanı seçilirken, Hristofiyas şubat ayında şahinliğiyle tanınan Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos'u bozguna uğratarak bir Avrupa Birliği ülkesinin ilk komünist Devlet Başkanı oldu. Ortak solcu arka planlarından dolayı Talat ile Hristofyas iyi bir ilişki kurdular, öyle ki birbirlerine "yoldaş" diye hitap ediyorlar. Bu gelişmeler sonucunda nisan ayında önemli bir ilerleme sağlanabildi ve Lefkoşa'da bir geçiş noktası resmen açıldı ve sınırın her iki kesiminden insanlar bir festival havasında öteki tarafa geçtiler.
Her iki taraf da adayı yeniden birleştirme sözü verdi. Birleşme sonrasında her iki toplum da kendi kesimlerini kendileri yönetecek, fakat dışarıda merkezi bir hükümet tarafından temsil edilecek. Fakat kuzeydeki varlığın birleşmiş bir Cumhuriyete nasıl eklenebileceğini anlamak çok zor. Bir başka önemli sorun da kuzeyde 40 bin Türk askerinin varlığı. Kıbrıslı Türk ve Rum toplumları arasındaki güvensizlik göz önüne alındığında birleşik bir Kıbrıs'ta azınlık durumunda kalacak olan Kuzey Kıbrıslılar karşılıklı olarak kabul edilebilir yeni bir düzenleme içinde kendilerini güvende hissetmedikleri sürece adanın bölünmüşlüğe son vermek ve Türk askerlerini göndermek zor olacaktır.
Kıbrıs sorununun çözülmesi Türkiye'nin menfaatinedir, çünkü Kıbrıs sorununun çözülmemesi Türkiye'nin AB'ye girişinde önemli bir engel. Daha da önemlisi AB tarafından bütün adanın temsilcisi olarak tanınan Kıbrıs Rum devleti yeni üyelerin AB'ye girişi konusunda veto gücüne sahiptir. Bunun farkında olan Türk Başbakanı Recep Tayip Erdoğan müzakerelerin başlamasından memnunluk duydu, ancak "iki kesimlilik" ilkesinin gözetileceğini umduğunu ifade etti. Hem Talat hem de Hristofyas ihtiyatlı ifadelerle de olsa iyimserliklerini ifade ettiler ve bir birleşme formülünün bu yılın sonuna kadar bulunabileceğini umduklarını belirttiler. Ne var ki karşılaşacağı güçlükleri bilen iki lider görüşmeleri açık uçlu yapmaya karar verdiler. Birçok şey bu iki lidere bağlı. Bir analistin dediği gibi, "Eğer bunlar başaramazsa, hiç kimse başaramaz."
ERMENİSTAN BASINI
PANORAMA: "DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI: ERMENİSTAN, TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİNİ DÜZELTMEK İÇİN GEREKLİ ADIMLARI SÜRDÜRECEK"
ANKARA, 08/09(BYE)--- Ermeni haber ajansı Panorama'nın 8 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Rusça yazının çevirisi şöyledir:
Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan dün, AB'nin Güney Kafkasya Özel Temsilcisi Peter Semnebi'yi kabul etti. Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, Nalbandyan konuğunun istemesi üzerine Türkiye Cumhurbaşkanının Erivan'a yapmış olduğu ziyaretin sonuçlarını anlattı. Ermeni Bakan, Ermenistan'ın Türkiye ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik tutarlı adımları sürdürmek konusunda kararlı olduğunu söyledi. Bu adımların başlıca amacı, bölgede güven, istikrar, güvenlik ve işbirliğinin kurulmasıdır.
Peter Semnebi, Ermenistan'ın Türkiye ile ilişkileri düzeltmek için sergilediği gayreti ve kararlılığı olumlu olarak değerlendirerek, AB'nin iki komşu ülkenin aralarındaki ilişkileri düzeltme sürecine her türlü katkıyı vermeye hazır olduğunu söyledi.
Nalbandyan ve Semnebi ayrıca bölgedeki son gelişmeleri ve Dağlık Karabağ sorununun çözümüyle ilgili meseleleri ele aldılar.
LÜBNAN BASINI
AS SAFİR: "BİZ, TÜRKİYE VE İRAN"
ANKARA, 08/09(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan as Safir gazetesinin 8 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, Ali el Şehabi imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:
Hem İran'ın hem de Türkiye'nin, gerçekleştirmek için farklı yollar kullansalar da, üzerinde çalıştıkları stratejileri olduğu açık. Bu farklılık, her iki ülkenin de; coğrafyasına, modern tarihine ve uluslararası güçlerin doğasına mahkum oluşundan kaynaklanıyor.
İran'ın çabası, kendini, ABD'yi bölgedeki petrol zenginliğini onunla paylaşacak bir bölgesel güç haline getirme etrafında yoğunlaşıyor. Bunun için de biri askeri biri de ideolojik olmak üzere iki aracı var. İlki, Amerika'nın tehditlerine bir nokta koymayı garanti edecek olan nükleer programını tamamlarken, ABD'nin kendisini vurmasını zorlaştıracak bir savaş gücü geliştirmeye dayanıyor. Bu da, İran'ın içerideki ekonomik zorluklara göz yummasını açıklıyor; zira bütün çabası, bu askeri gücü inşa etmeye odaklanıyor. İdeolojik aracı ise, İsrail varlığına karşı kışkırtmaya dayanıyor.
İran, İsrail'in askeri güçle yok edilmesini isteyen güçlere sınırsız destek sağlayıp bunun üzerinde çalışarak, bu iki aracı çok yaratıcı yönde birbirine karıştırıyor. İran, sağladığı bu destekle anlık ve stratejik projesine hizmet ediyor: ABD'yi, kendisine saldırması durumunda bunun İsrail üzerindeki feci sonuçları konusunda uyarmakla anlık; Araplar gibi sadece nutuklar atarak değil, İsrail'i gerçekten yok etme konusunda ciddi olduğunu kanıtlamakla stratejik... İran nükleer programını bitirir bitirmez henüz savunma aşamasında olan İsrail düşmanı silahlı güçler, taarruz aşamasına geçecektir. Bu da Hizbullah'ın Lübnan'da maksimum sükunet ve istikrarı, ayrıca İsrail ile arasındaki statükoyu temellendirmeyi amaçlamasını açıklıyor. Ayrıca, Hamas'ın İsrail ile karşılaşmayı ertelemesini de açıklıyor; seçimleri kazanmasının ardından İsrail'e on yıllık bir ateşkes önerisi götürdüğünü hatırlayalım.
Sonuçta eğer İran nükleer programını tamamlayabilirse, Körfez'den Mısır'a kadar Arap toplumunu İsrail ve ABD'ye karşı dolduruşa getirecek olan bu güçlerin gerçek gücü ortaya çıkacaktır. İsrail'e karşı başlayacak silahlı kavga, ABD yanlısı Arap rejimlerini iki seçenekle karşı karşıya bırakacak: Açık bir biçimde İsrail'in yanında durarak kendi halklarıyla karşı karşıya kalmak, ya da bu kavgaya bir şekilde katılmak. Ancak İran, her iki durumdan da fayda sağlayacak.
Bu durum, ABD'yi İran ile müzakereye itecek. O zaman da İran'ın kabul edeceği sınırları ve desteklediği güçlerle onu itenler arasında meydana gelebilecek anlaşmazlığın boyutunu göreceğiz.
İşte İran'ın stratejik projesi bu; nükleer konuda istediği aşamaya ulaşmayı başarabildiği takdirde de oldukça vadedici görünüyor. Elde edeceği kazançlar ise maceraya ve çektiği sıkıntılara değer.
Çıkarları elde etmede uygulanan bu maskulen yöntemin tersine, İran'ın projesinden daha az tamahkar olmamakla beraber, Türkiye'nin de stratejik bir programı olduğunu görüyoruz. Türkiye, programını gerçekleştirirken daha dişil yöntemler kullanıyor; sakin, yumuşak, uysal ve sonuçları garantili.
Türkiye'nin projesi, AB üyeliği için verdiği çabayla özetlenebilir. Bu da, gerilemeye karşı perdelerini tamamen indirmeye ve önünde, kendisini gelişmiş dünyaya taşıyacak yolun açılacak olmasına işaret ediyor. Bu yüzden de tam üyelik için elini çabuk tutuyor ancak bunu bağırıp çağırarak değil, ciddi bir çalışmayla yapıyor. Askerden kurtulmak ve nüfuzunu daraltmak için onun gölgesinde çalışıyor. Ne dini ne de din düşmanı bir devlet kurabilmek adına, laik aşırılığın gölgesinde çalışıyor ve bu alanda, az da olsa ilerleme kaydetti. Ancak bu ilerleme yine de önemli; çünkü Anayasa Mahkemesi AKP'yi kapatmaya cesaret edemediğinde, Türk demokrasisini de şişenin ağzından çıkarmış oldu. Avrupa'daki yasalarla metin ve içerik olarak uyum sağlaması için kendi yasalarını geliştirip kurumsal bir devlet yapısı oluşturmaya çalışıyor. Zaten ekonomisi de ticareti de uzun zamandan beri serbest. AB ile müzakereleri yavaş da olsa ilerliyor. Öyle ki, geçen temmuz ayında iki fasıl daha açıldı. Avrupa da Türkiye'ye sorunlarını aşmak konusunda yardım ediyor; özellikle de asker ve laik aşırılıkla ilgili olanlarda.
Bütün bunlara rağmen önünde katetmesi gereken uzun bir yol var; ancak onu da aşacak ve Avrupa örneğinde olduğu gibi demokratik bir devlet olacak.
Ancak tam üyeliğini engelleyen ve hep engelleyecek olan bir sorun var ki, o da Kürt sorunu. Bu sorun, kendi Kürtlerinin istedikleri yönde çözümlenmedikçe, hiçbir zaman AB üyesi olamayacak. AB'nin bu tutumu sadece Kürtlere ya da Türkiye'deki Kürtlere karşı değil; onlar, dini ya da ulusal sorunlar yaşayan hiçbir devleti üye olarak kabul etmek istemiyorlar. Çünkü onları o halleriyle kabul etmek, sorunlarını da içine almak anlamına gelir. Bu da iç savaşlara yol açabilir, ki Avrupa bundan sakınıyor. Dolayısıyla özetin de özetiyle, Avrupa hem Türkiye'ye hem de kendisine katılmak isteyen bütün ülkelere "bizim gibi olmanız gerek" diyor.
Türkiye, farklı sorunlarını çözüp de onlar gibi olunca, onlarla aynı genel yöne doğru gittiğini görüyoruz. Böyle yapıyor, çünkü bu onun çıkarına. Örneğin, Suriye-İsrail arasındaki dolaylı görüşmelere aracılık ederek Arap-İsrail kavgasının çözülmesine katkıda bulunuyor. Ama bunu yaparken Avrupa'yı önemli bir bölgesel güç olduğuna ikna etmeye çalışmıyor; aksine, sorunu gidermeye çabalıyor, çünkü bu onun çıkarına.
Avrupalılar, kendi coğrafi çevrelerinde olduğu için bölgemizde istikrar istiyorlarsa, o halde Türkiye bölgeye yapışık olduğuna göre bunu daha fazla istemeli.
Türkiye, bütün Avrupa'nın Hamas'ı terörist olarak tanımladığı bir vakitte, Avrupalılara dalkavukluk ediyor olsaydı, Halid Meşal'i ağırlamazdı. Üç yıl boyunca diplomatik abluka altında kalan Suriye'nin de tek penceresi olmazdı; hem de bütün baskılara rağmen. AB'ye girmeye özen gösteren Türkiye, bu konuların üyeliğini hızlandırmayacağının ya da geciktirmeyeceğinin tamamen farkında; çünkü AB'nin de Türkiye'nin üyeliğinde büyük bir ekonomik çıkarı var. Bu nedenle de tam üyelik aşamasına ulaşması için ona yardım ediyor.
Hem İran'ın hem de Türkiye'nin birer projesi olduğunu gördük. Biz Araplarınsa, bütün Arapları kapsayacak ulusal bir projemiz yok. Rejimler sadece kendilerini umursarken, ulusalcı aydınlarımızın sadece ABD ve İsrail'in projelerinin tehlikelerinden bahsettiklerini görüyoruz. Hayat bize, yerine getirmemiz, bunu yaparken de Türkiye ve İran'ın projelerinden faydalanmamız için yeni görevler veriyor.
AS SAFİR: "GÜL'ÜN FUTBOL İLE BAŞLAYAN ZİYARETİ ÜMİT VERDİ"
BEYRUT, 08/09(BYE)--- Lübnan'da Arapça yayınlanan As Safir gazetesinin 8 Eylül 2008 tarihli sayısında, Muhammed Nureddin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Güney Afrika'da yapılacak olan 2010 Dünya Kupası elemeleri için yapılan Türkiye-Ermenistan futbol maçında Ermenistan Milli Takımı kendi evinde Türkiye Milli Takımı'na yenilirken, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Erivan ziyareti ve mevkidaşı Serj Sarkisyan ile görüşmesi iki ülke arasında yeni bir sayfa açtı.
İki cumhurbaşkanının iki gün önceki görüşmeleri, özellikle Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan'ın "İki ülke arasındaki problemleri gelecek nesillere bırakmayacağız. Biz çözeceğiz" demesiyle olumlu ve ümitli bir atmosferde geçmişti. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, "Bu görüşme, iki ülke arasındaki problemleri çözmek için iyi bir başlangıçtı. Zannediyorum, ziyaretim Kafkaslar'daki psikolojik duvarı yıkmıştır. Bu atmosfer devam ederse her şey normale dönecektir" dedi.
Sarkisyan, 14 Ekim'de İstanbul'da yapılacak olan Türkiye-Ermenistan maçını beraber seyretmek yolunda Abdullah Gül'ün yaptığı daveti kabul etti. "Türkiye'ye gideceğim ama rövanş için değil" diyen Sarkisyan, teklifini kabul ederek Erivan'a geldiği için Abdullah Gül'e teşekkür etti. Abdullah Gül, Sarkisyan ile görüşmelerinde sınırların kapatılması veya iki ülke arasındaki problemlerin konuşulmadığını söyledi, çünkü iki lider bu iki girift problemden uzak durmaya dikkat etti. Abdullah Gül, "Meslektaşım, soykırım iddiasıyla ilgili bir şey söylemedi" dedi.
Dün Türkiye'de yayımlanan bütün gazetelerin manşetlerinde "ümit" kelimesi vardı. Milliyet gazetesi "Ümitli Bir Başlangıç" derken, Radikal "Ümit Görüşmesi", Zaman gazetesi ise "Erivan İle Yeni Bir Dönem", Sabah gazetesi ise "Erivan'da Çifte Zafer: Görüşmelerle
Birinci ve Türk Milli Takımı ile İkinci Zafer" başlıklarını kullandı.
Abdullah Gül oruçlu olmadığı için iftar yerine akşam yemeği verildi. Abdullah Gül'ü Erivan'a getiren uçağa, savaş helikopterleri
refakat etti. Erivan'da çok sıkı güvenlik tedbirleri alındı. Ama yine de bu tedbirler, yüzlerce kişinin, Türkiye Cumhurbaşkanının Erivan'a gelmesini protesto etmesini engellemedi. Ankara'dan sınırı açmasını ve soykırımı kabul etmesini isteyen göstericiler, "Ben Muş'tan", "Ben Iğdır'dan", "Ben Bitlis'ten" ve "Ben Van'dan" pankartlarını taşıyarak 1915 tehcirinden önce dedelerinin Türkiye'de doğduğunu ifade ettiler.
Stadyumda Türk Milli Marşı çalınmasının bazı Ermeniler tarafından protesto edilmesine rağmen, zırhlı bir köşede oturan ve aralarında sohbet eden cumhurbaşkanları çok samimi görünüyorlardı.
Öte yandan Ermeni Milli Takımı zayıf olduğu için ve Türk Milli Takımı her zaman bildiğimiz formunda olmamasına rağmen maç Türkiye lehine 2-0 bittikten sonra, aralarında cumhurbaşkanlarının eşlerinin de bulunduğu heyetler el sıkıştılar.
Milliyet gazetesine göre, Ermeniler, Erivan'daki soykırım anıtının ışıklarını ziyaret boyunca sönük tutarak Türklerin dikkatini çekebildi. İki ülke dışişleri bakanlarının da katıldığı cumhurbaşkanları arasındaki görüşmeler, duvarında Ararat Dağı'nın (Ağrı Dağı) resmi bulunan bir salonda yapıldı. Ararat Dağı resmen Türk topraklarında bulunmasına rağmen bu resim, Ermenistan'ın resmi sembolü olarak kabul ediliyor ve Ankara buna devamlı itiraz ediyor.
Kendisini Erivan'a götüren uçakta yaptığı açıklamada Abdullah Gül şöyle dedi: "Problemleri herkes biliyor. Hedefim diyalog ve güven atmosferi oluşturmaktır. Eğer gerçekleşirse bu problemler çözülebilir." Gül sözlerini şöyle sürdürdü: "Balkan ülkeleri Türkiye için ne kadar önemliyse Kafkas ülkeleri de o kadar önemlidir. Kafkasya'da güven ve istikrarı sağlayacak olan teklifimiz bütün tarafların menfaatinedir."
Gül şöyle devam etti: "Problemler dondurulunca daha da zorlaşır. Çözülmeleri zorlaşır." Abdullah Gül bu ziyarette herhangi bir anlaşma imzalamadığını da ilan etti.
61 yıl boyunca aralarında hiçbir diyalog olmayan ABD-Küba maçını hatırlatan Abdullah Gül, Dünya Kupası elemelerinde Türkiye ve Ermenistan'ın aynı gruba düşmelerinin temas kurmak için iyi bir fırsat yarattığını söyledi.
Bir Türk gazetecinin yönelttiği soruya cevap olarak Ermenistan Cumhurbaşkanı şöyle dedi: "Sınırların açılmasını ve iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasını istiyoruz." Abdullah Gül yuvarlak sözlerle cevap vermekle yetindi.
Zaman gazetesi bir Türk diplomatik kaynağa dayanarak verdiği haberinde, "Görüşme tarihi bir dönüm noktasıdır. Ama doğrudan bir takım neticeler beklemek doğru olmaz. Diyalogun başlaması ve problemler üzerine sohbet etmek büyük bir kazançtır" dedi.
Ermenistan Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Eduard Nalbandyan ile Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın eylül ayı sonlarında New York'ta görüşecekleri belirtildi.
Görüldüğü kadarıyla ziyaretin ilk neticeleri, Gül'ün Ermenistan ziyaretinden önce Babacan ile Olli Rehn'in buluşmasından sonra Avrupa Birliğinin Türkiye ile üyelik müzakerelerinde "Basın ve Enformasyon Toplumu" başlığını açması oldu.
Bununla beraber Avrupa'nın bu ziyarete verdiği ilk olumlu tepki, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'den geldi. Sakozy şöyle dedi: "Bu ziyaret tarihi bir ziyarettir ve cesaret isteyen bir ziyarettir." Sarkozy, bölgede barış ve istikrarı sağlamaya çalışan Türkiye'ye şükranlarını sundu.
RUSYA BASINI
REGNUM: "ARFD GRUP BAŞKANI: GÜL'ÜN ERİVAN ZİYARETİNDEN TÜRKİYE ÇİFTE KAZANÇ ELDE EDECEK"
ANKARA, 09/09(BYE)--- Rus haber ajansı Regnum'un 8 Eylül 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Rusça yazının çevirisi şöyledir:
Ermeni Devrimci Federasyonu Daşnaksutyun (ARFD) Parlamento Grup Başkanı Vaan Ovannisyan, "Ermenistan, Cumhurbaşkanımızı dünyaya hoşgörülü olarak gösterdiği için Abdullah Gül'ün ziyaretinden kazanç elde etti. Diğer taraftan 11. yüzyıldaki Alparslan'dan sonra ilk kez bir Türk lideri, kıyım gerçekleştiren kişi olarak değil, bir konuk olarak Ermenistan'a geldi" dedi. Bununla birlikte Ovannisyan tüm bunların şimdiki Türk liderleri öncekilerin yaptıklarıyla ilgili sorumluluktan muaf tutmadığını söyledi.
Ovannisyan, "Cumhurbaşkanının hoşgörülü olduğunu gösteren Ermenistan kazançlı çıktı, fakat Türkiye çifte kazanç elde edecek. Çünkü, Sayın Gül'ün ziyareti AB'ye Türkiye'nin siyasi dönüşüme hazır olduğu şeklinde gösterilecek" dedi. Ovannisyan, sınırın açılmasından kimin daha az, kimin daha çok şanslı çıkacağı sorusunun tek bir cevabı olamayacağını ileri sürdü. Ovannisyan, "Ekonomik açıdan Türkiye kuşkusuz karlı çıkacak. Biz ise teorik açıdan bir kazanç elde ederiz. İşin siyasi boyutuna gelince, Türkiye, kuşkusuz daha çok kazanç elde edecek. Çünkü, AB karşısında sınırı açan taraf olarak görünecek" dedi. Ovannisyan, Türkiye'nin böyle bir karar alması durumunda, Azerbaycan'ı bunu anlayışla karşılaması için ikna edebileceğini belirtti.