- ANA SAYFAGiriş Noktanız
- BAŞKANLIKKurumsal Yapı
- BİR BAKIŞTA ABAB Yapısı ve İşleyişi
- AB İLE İLİŞKİLERTürkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
- Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi
- Temel Belgeler
- Anlaşmalar
- Protokoller
- Katılım Ortaklığı Belgeleri
- Ulusal Programlar
- Avrupa Komisyonu Tarafından Hazırlanan Türkiye Raporları
- Genişleme Strateji Belgeleri
- AB'ye Katılım için Ulusal Eylem Planı (2016-2019)
- AB'ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı (2021-2023)
- Ortaklık Konseyi Kararları
- Türkiye-AB Zirvelerine İlişkin Belgeler
- Kurumsal Yapı
- Gümrük Birliği
- Türkiye- AB Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantıları
- VERİKaynaklar
- MEDYAHaber / Duyuru
- İLETİŞİMBize Ulaşın
- 2007-12-31 AB Bülteni
- 2007-12-26 AB Bülteni
- 2007-12-24 AB Bülteni
- 2007-12-19 AB Bülteni
- 2007-12-18 AB Bülteni
- 2007-12-17 AB Bülteni
- 2007-12-14 AB Bülteni
- 2007-12-13 AB Bülteni
- 2007-12-12 AB Bülteni
- 2007-12-11 AB Bülteni
- 2007-12-10 AB Bülteni
- 2007-12-07 AB Bülteni
- 2007-12-06 AB Bülteni
- 2007-12-05 AB Bülteni
- 2007-12-03 AB Bülteni
- 2007-11-30 AB Bülteni
- 2007-11-29 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2007-11-28 AB Bülteni
- 2007-11-26 AB Bülteni
- 2007-11-15 Haftalık AB-Türkiye Haberleri
- 2007-11-15 AB Bülteni
- 2007-11-01 Haftalık AB-Türkiye Haberleri
- 2007-11-01 AB Bülteni
- 2007-10-22 AB Bülteni
- 2007-06-11 AB Bülteni
- 2007-05-18 AB Bülteni
- 2007-05-17 Haftalık AB-Türkiye Haberleri
2007-12-18 AB Bülteni
2007-12-18 AB Bülteni
Bülten No : 170 18 Aralık 2007
DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ
AVUSTURYA BASINI:
Der Standard: "İlle de Katılım": “Recep Tayyip Erdoğan aslında söylemlerinde Nicolas Sarkozy karşısındaki dostane tutumunu bozmadı sayılır. Fransız Cumhurbaşkanının zirve belgesinden Türkiye ile bağlantılı olarak ‘katılım’ sözcüğünü çıkarmasının neden olduğu kızgınlık düşünülecek olursa, Türk Başbakanının ‘iki yüzlülükten’ daha sert sözcükler kullanmaya hakkı vardı. Çünkü Sarkozy'nin müdahalesi yalnız Ankara'nın haklı taleplerini tehlikeye düşürmekle kalmıyor, reform anlaşması kararıyla bir yandan etki gücü artan Avrupa Birliğinin inanılırlığının da altını kazıyor. Türkiye'nin AB'ye katılımı aleyhinde gerçekten de bir dizi güçlü argüman var ama Ankara'ya oy birliğiyle katılım imkânı ve adaylık statüsünün tanındığı da bir gerçek. Başka bir deyişle, Türkiye ile AB sadece katılım başlığı altında müzakerelerde bulunuyor. Türkiye'nin katılım süreci zor bir dönemden geçiyor. Müzakereler duraksıyor, en iyimser durumda bile yıllarca sürecek ama Ankara artık bu sürecin içinde ve Avrupa'ya yakınlaşıyor. Avrupa'daki mantıklı politikacılar bundan başka ne isteyebilir? Ancak müzakerelerin başarısızlığa uğraması ya da Türklerin kendiliğinden Birliğe girmekten vazgeçmesi halinde, AB başkentleri ile Brüksel'in bir seçenek düşünmeye başlaması gerekir. O zamana kadar kimse ‘katılım’ sözcüğünü ciddi ciddi silemez. “ (Christoph Prantner, 17/12)
Der Standard: "Türkiye'nin Katılımına İlişkin Çok Fazla Hayal Var": Avusturya Başbakanı Alfred Gusenbauer ile yapılan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
Moravec: Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin baskısı sonucu Türkiye ile bağlantılı olarak "katılım" sözcüğü zirvenin nihai belgesinden çıkarıldı. Almanya ve Avusturya açıkça Türkiye'nin katılımına karşı olduklarını ifade etti. Bu durumda müzakerelere devam etmenin ne gibi bir anlamı kalıyor?
Gusenbauer: Türkiye'nin katılımı konusundaki tartışmalarda sanki Türkiye hemen kapıdaymış gibi üyelerin fazla hayale kapıldığı inancındayım. Gerçek olan, kimsenin müzakerelerin gelecek 10 yıl içerisinde biteceğinden yola çıkmadığıdır. Ayrıca biz hep AB'nin Türkiye, Türkiye'nin de AB olgunluğunda olmadığı argümanını öne sürdük. Bu yüzden başka işbirliği ve ortaklık imkânları olup olmadığının düşünülmesi gerekir. Müzakerelerin ille de katılımla sonuçlanması gerekmiyor. Avusturya'daki Parlamentoda varılan uzlaşma doğrultusunda, eğer Türkiye'nin katılımı söz konusu olacak olursa, bir halk oylaması yapılmasına karar verildi. AB'nin giderek konuya gerçekçi yaklaşabilmesi ve AB'de bizim tutumumuza katılan başka ülkelerin de olması beni rahatlatıyor.
Moravec: Ama bir taraftan müzakereler sürerken, öte yandan AB ülkelerinin önde gelen temsilcilerinin katılımın söz konusu olamayacağını vurgulaması sonucu, Türkiye kendisiyle dalga geçildiği hissine kapılacaktır. Bu statü, bütün şartların yerine getirilmesi halinde AB'ye tam üye olma hakkını içeriyor. Türkiye'ye bazı ülkelerin görüşüne göre bunun böyle olmadığını söylemek gerekmez mi?
Gusenbauer: Bu konuda maalesef görüş birliği yok. Bazıları Türkiye'nin katılım perspektifine sahip olması gerektiği görüşünde, diğerleri ise Avusturya gibi bunun AB'nin gücünü aşacağını düşünüyor.
Moravec: Şimdi Akil Adamlar Komitesi AB'nin gelecekteki sınırları konusunda kafa yoracak. Sizce Birliğin sınırları nerede? Örneğin Ukrayna Türkiye'nin aksine tamamen Avrupa'da bulunuyor. Bu yüzden daha iyi bir katılım perspektifine mi sahip?
Gusenbauer: Belli bir zamanda Avrupa'nın sınırları buradadır demenin tehlikeli bir şey olduğu kanısındayım. AB'nin sınırlarını siyasi açıdan kavramamız gerekir. Bugün sınır olarak görünen, 20-30 yıla kadar artık sınır olmayabilir. AB öncelikle barış, istikrar ve ekonomik gelişmeyi güvence altına alan siyasi bir proje. Daha bugünden sınırları belirlemenin yanlış olacağını düşünüyorum. (Michael Moravec, 17/12)
Wiener Zeitung: "Zirvede Sözü Edilsin Edilmesin, Herşey Genişlemede Bitiyor": “Hayır; genişlemeden söz edilmedi, yoksa edildi mi? AB devlet ve hükümet başkanlarının zirve kararlarında küçük bir cümleye herşeye rağmen yer verildi. Devlet ve hükümet başkanları AB Komisyonunun genişleme stratejisini dikkate aldıklarını belirttiler. Yeni ülkelerin ancak öngörülen şartları yerine getirmeleri halinde Avrupa Birliği'ne katılabilecekleri anlamına gelen bu cümle yeni bir şey değil. Böylece her AB üyesi bunu kendi ülkesi içinde istediği gibi yorumlayabilir. Burada söz konusu olan aslında Türkiye. Bundan başka hiçbir üyelik üzerinde bu kadar tartışılmadı. Zirve kararlarında ülkenin adı anılmamış bile olsa, AB devlet ve hükümet başkanları toplantısında oradaydı. Türkiye, Birliğin yapısını reforma tabi tutacak, dolayısıyla bundan sonraki genişlemeleri mümkün kılacak Lizbon Anlaşması'nın imzalanmasının yanı sıra Avrupa'nın sınırlarının ötesinde de düşünce üretecek olan Akil Adamlar Komitesinin kuruluşunda da bir rol oynuyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de önümüzdeki hafta yapılacak olan katılım konferansının adının hükümet konferansı olarak değiştirilmesi için ısrar ederken aslında Türkiye'yi düşünüyordu. Ankara'nın bunu izleyen protestosu, Türkiye'nin sabrının giderek tükendiğini gösterdi. AB açıkça hayır demediği gibi, ‘ama’sız bir evet demeyi de beceremedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Ankara'da, Paris ya da Brüksel'dekinden farklı bir ifade kullanan Sarkozy'yi ‘ikiyüzlü’ olarak tanımlaması birçok Türk açısından anlaşılır bir davranış. Hem Sırbistan hem de Türkiye'nin katılım için bütün kriterleri yerine getirmesi gerektiği tartışılmaz bir gerçek. Ancak Belgrad ve Ankara bunun dışında öne sürülen bütün şartları üyeliğin engellenmesi için bahane olarak algılayabilir. O zaman da ‘ikiyüzlülük’ sözcüğü yeniden akıllarına gelebilir. “ (Martyna Czarnowska, 15/12)
FRANSA BASINI:
AFP: "Türkiye... AB, Üyelik Müzakerelerinde İki Başlığın Açılmasını Kabul Etti": “AB'nin Portekiz dönem başkanlığı kaynaklarından elde edilen bilgilere göre, 27'ler bugün, Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerinin iki yeni başlığının çarşamba günü açılmasına yeşil ışık yaktı. ‘Transavrupa ağları’ ve ‘tüketicinin ve tüketici sağlığının korunması’ ile ilgili başlıklar, çarşamba sabahı, Türk ve Avrupalı yetkililerin hazır bulunacakları bir toplantıda resmi olarak açılacak. Sekiz başka başlık ise, Türkiye'nin havaalanlarına ve limanlarına Kıbrıs Rum uçaklarının ve gemilerinin girişini reddetmeyi sürdürmesinden dolayı Aralık 2006'dan bu yana dondurulmuş durumda. “ (17/12)
İSVİÇRE BASINI:
Tages Anzeiger: "Düşündürücü 'Akil Adamlar Komitesi'": “Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy sözünü dinletti. AB dokuz kişilik bir ‘dönüşüm grubu’nu hayata geçirdi. Bu komite Fransa Devlet Başkanının düşündüğü gibi olacaksa, genişlemenin sınırları konusundaki büyük soruyu ve böylece de AB'nin son halinin ne olacağı sorusunu cevaplayacak. Durum oldukça hassas, zira Sarkozy hedefinin Türkiye'nin Birliğe alınmasını engellemek olduğunu başından beri açıkça ortaya koymuştu. Ancak, tüm AB üyelerinin Ankara ile müzakereleri sürdürme kararı olduğu için, bu açıkça dile getirilemiyor. Akil Adamlar Komitesi 2020-2030 Avrupa'sı üzerine düşünecek. Raporun 2010 Haziran ayında sunulması gerekiyor. Merkel az rastlanır bir açıklık ile görev tanımının, grubun ‘neredeyse her şeyi’ ele alabileceği ölçüde geniş bir kapsama sahip olduğunu açıkladı. Merkel, komitenin tabii ki AB'nin genişlemesi ve pazarlık yeteneği konusunda da çalışacağını belirtirken, bu söylemini yine hemen sınırlamak için, Akil Adamlar Komitesinin ‘Türkiye ile müzakerelere doğrudan bir etkisinin bulunmayacağını’ ve yalnızca ‘siyaset için karar almayı sağlayıcı temel esasları’ sunacağını söyledi. Sarkozy ise durumu biraz farklı görüyor. Ona göre, AB'nin ‘sınırsız genişlemesi yüzünden’ ‘Avrupa rüyası’ tehlikeye atılıyor. Sarkozy AB'nin, ‘kıtanın yeniden birleşmesi ve giderek birbirine daha yakın siyasi bir birlik’ amacı ile kurulduğunu ve bu hülyanın sınırsız bir genişleme ile zıt düştüğünü belirterek, Akil Adamlar Komitesinin, bu hülyaya tutunmaya devam edilmeli midir, sorusunu cevaplamak zorunda kalacağını söylüyor. Böylelikle ortaya çıkıyor ki, AB, dönüşüm grubunu oluşturmakla hatırı sayılır bir riske atılıyor: Bu grup görevini ciddiye alırsa Birlikte bazı türbülanslara neden olabilir. “ (Luciano Ferrari, 15/12)
YUNANİSTAN BASINI:
Eleftheros Tipos: "Türksüz Ne Yapacağız?": “Yunanistan kendi durgun dünyası içinde yaşamını sürdürmeye devam ederken, dünya da ilerlemeye devam ediyor. Başlangıç birkaç gün önce Angela Merkel'in Türkiye'nin AB ile özel ilişkiler doğrultusunda ilerlediğini söylemesiyle oldu. Devamı, AB zirvesi nihai metin taslağından aday ülkelerin üye olma hedefine ilişkin ifadelerin çıkarılmasını Brüksel'e kabul ettirmesiyle geldi. ‘Türkiye Avrupa'da’ ideolojisinin çökmeye başlarken, bu ideolojiyi en sıcak şekilde desteklemiş olan ülkenin Başbakanı Ankara'yı ziyaret etme hazırlıklarına başlamış durumda. Konumu pek de zorlu değil, diyeceksiniz. Herkesin artık yok olduğunu bildiği bir şeyi desteklemeye devam edecek. Uluslararası ilişkilerde ikiyüzlülüğün devamlı kullanılan bir araç olduğu biliniyor. Ancak aynı zamanda bunun sık sık hiçbir sonuca varmadığı da bir gerçektir. Bu özellikle Türk-Yunan konuları için daima geçerlidir. Bu bağlamda Başbakanın Ankara'ya nasıl gideceği önemli değil, Ankara'dan nasıl döneceği önemlidir. Ege, Trakya, Kıbrıs konularıyla ilgili olarak bu ziyaret büyük bir olasılıkla herhangi bir gelişme getirmeyecek. Avrupa'daki mağlubiyeti nedeniyle Ankara'nın tutumunu katılaştırması olasıdır. Hazır olması gereken taraf Atina'dır. Türkiye'nin AB üyeliği perspektifi arkasında gizlendiği sürece Türkiye karşısındaki hareketsizliği ve eksiklikleri için bir bahanesi de vardı. Ancak şimdi bu şaka bitiyor ve bunu artık ne satabilirsin ne de arkasında saklanabilirsin. Artık gerçek bir politika gerekir. Hazin bir şekilde durgun dünyamız bu konuda hareketlenmek zorunda kalacak. İyi ki öyle olacak. Ancak bunun gerekli olduğunu kendiliğimizden anlamalıyız, gerçek bunu karşımıza çıkarmadan önce. Aksi halde gelişmeler sosyal güvenlik ya da Olimpik Hava Yollarını konularındaki gelişmeleri andıracak. Tek farkları: Bunlar daha olumsuz olacak. “ (Georgios P. Maluhos, 16/12)
NOT: Bu bülten, 17 Aralık 2007 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.