- ANA SAYFAGiriş Noktanız
- BAŞKANLIKKurumsal Yapı
- BİR BAKIŞTA ABAB Yapısı ve İşleyişi
- AB İLE İLİŞKİLERTürkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
- Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi
- Temel Belgeler
- Anlaşmalar
- Protokoller
- Katılım Ortaklığı Belgeleri
- Ulusal Programlar
- Avrupa Komisyonu Tarafından Hazırlanan Türkiye Raporları
- Genişleme Strateji Belgeleri
- AB'ye Katılım için Ulusal Eylem Planı (2016-2019)
- AB'ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı (2021-2023)
- Ortaklık Konseyi Kararları
- Türkiye-AB Zirvelerine İlişkin Belgeler
- Kurumsal Yapı
- Gümrük Birliği
- Türkiye- AB Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantıları
- VERİKaynaklar
- MEDYAHaber / Duyuru
- İLETİŞİMBize Ulaşın
- 2007-12-31 AB Bülteni
- 2007-12-26 AB Bülteni
- 2007-12-24 AB Bülteni
- 2007-12-19 AB Bülteni
- 2007-12-18 AB Bülteni
- 2007-12-17 AB Bülteni
- 2007-12-14 AB Bülteni
- 2007-12-13 AB Bülteni
- 2007-12-12 AB Bülteni
- 2007-12-11 AB Bülteni
- 2007-12-10 AB Bülteni
- 2007-12-07 AB Bülteni
- 2007-12-06 AB Bülteni
- 2007-12-05 AB Bülteni
- 2007-12-03 AB Bülteni
- 2007-11-30 AB Bülteni
- 2007-11-29 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2007-11-28 AB Bülteni
- 2007-11-26 AB Bülteni
- 2007-11-15 Haftalık AB-Türkiye Haberleri
- 2007-11-15 AB Bülteni
- 2007-11-01 Haftalık AB-Türkiye Haberleri
- 2007-11-01 AB Bülteni
- 2007-10-22 AB Bülteni
- 2007-06-11 AB Bülteni
- 2007-05-18 AB Bülteni
- 2007-05-17 Haftalık AB-Türkiye Haberleri
2007-11-29 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
2007-11-29 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
ALMANYA BASINI
DER TAGESSPIEGEL: "FEDERAL ALMANYA HÜKÜMETİ İNSAN HAKLARI DAVASI AÇMAKLA TEHDİT EDİYOR"
BERLİN, 22/11(BYE)--- Tirajı günde 135 bin 570 olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 22 Kasım 2007 tarihli sayısında, ddp'ye atfen ve yukardaki başlık altında internette yayımlanan Osnabrück çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Marco Davası, Avrupa Birliği'nde Giderek Kızgınlığa Neden Oluyor. 17 Yaşındaki Genç Yedi Aydan Beri Cezaevinde. Federal Almanya Hükümeti Şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Dava Açmakla Tehdit Ediyor. Ancak, Siyasi Baskının Marco'ya Bir Faydası Olacak mı?--
Marco vakası giderek Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler üzerinde baskı oluşturuyor. Neue Osnabrücker Zeitung'da yer alan bilgilere göre, Avrupa Parlamentosundaki (AP) tüm gruplar, liberallerin girişimi üzerine, genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn'den, 17 yaşındaki Alman'ın davasının hukuk devleti ilkelerine uygun bir şekilde görülmesi yönünde Ankara Hükümeti nezdinde girişimde bulunmasını talep etti. Gazetede ayrıca, AP'deki grup başkanlarının kapalı oturumda, Parlamento Başkanı Hans-Gerd Pöttering'i, Rehn'e, AP'nin endişelerini iletmekle görevlendirdiğini yazıyor.
AP Liberal Grup Başkan Yardımcısı Silvana Koch-Mehrin (FTP), "Marco ister suçlu olsun isterse suçsuz, reşit olmayan bir kişinin aylar boyunca cezaevinde tutulması AB'nin tüm hukuk devleti ilkelerine aykırıdır" diye konuştu. Mağdure olduğu iddia edilen İngiliz kızı Charlotte'nin ifadesinin hala Antalya'daki mahkemeye sunulmamış olmasını "bir skandal" olarak niteleyen politikacı, "Mesajların bir ülkeden diğerine atlarla götürüldüğü Orta Çağ'da yaşamıyoruz" ifadesini kullandı. Koch-Mehrig, "Eğer Türkiye AB'ye girmek istiyorsa, Marco gibi bir AB vatandaşının da buna uygun olarak yargılanmasını bekleyebilmemiz gerekir" diye konuştu.
CDU Avrupa Milletvekili Marcus Pieper de, Marco vakasında "insani karar" alınmasını talep etti. "Birçok Avrupalı ülkede, 17 yaşındaki bir zanlının belirli şartlar altında çoktan cezaevinden salıverildiği, sorumluluğun bilincinde hukuk sistemlerinin geçerli olduğunu" söyleyen AP Bölgesel Kalkınma Komisyonu üyesi, Antalya'da görülen davada, "Türk zihniyetine göre hukuki doğruluğun yanı sıra bir parça da insanlığının rol oynamasını umduğunu" söyledi.
Anlaşılan Federal Almanya Hükümeti, Antalya'daki mahkemede 14 Aralık'ta yapılacak duruşmada da karar alınmaması halinde gencin avukatları tarafından duyurulan, davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınacağı yönündeki girişimi destekleyecek. Bild gazetesinin haberine göre bu, Berlin'in davanın masraflarının bir kısmını üstleneceği anlamına geliyor.
Bu arada, Alman politikacılar, Alman öğrenciye karşı görülen davanın sürüncemede kalmasını şiddetle eleştirmeye devam ettiler. FDP Genel Sekreteri Dirk Nebel, "Bir genç insanın, makamların düzensiz çalışması nedeniyle acı çekmesi, yaşamının en önemli zamanını çalmaları kabul edilemez" diye konuşurken, Yeşiller Partili politikacı Volker Beck ise, davayla ilgili gecikmenin kendisi içim anlaşılmaz olduğunu ifade ederek, "Türk yargısına, Marco'yu gerekirse belirli şartlar altında derhal serbest bırakması çağrısında bulunuyorum" diye konuştu.
SPIEGEL ONLINE: "COHN-BENDİT TÜRK ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ÇAPRAZ SORGULAMASINDA"
BERLİN, 22/11(BYE)--- Spiegel Online'nin 22 Kasım 2007 tarihli sayfasında, Maximillian Popp imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
--Yeşiller Partisi Avrupa Milletvekili Daniel Cohn-Bendit İstanbul'da Üniversite Öğrencilerine Avrupa'nın Cazibesi Konusunda Hitapta Bulundu... Öğrenciler PKK Konusunda, Almanya'nın Türkiye'ye Yardım Edip Etmeyeceğini Sorgularken, AB'nin Daha Ne Kadar Türkiye'yi Yalanlarla Oyalayacağını Sordular--
Türkiye'nin en liberal üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri Avrupalı parlamenter Daniel-Cohn Bendit'e "Acaba Avrupa Türkiye'ye diğer ülkelere uyguladığı kıstasların aynılarını mı uyguluyor" şeklinde bir soru yöneltti. Bu soruya Cohn-Bendit, "Hayır, fakat Türkiye'nin AB üyeliği Malta veya Hırvatistan'ın üyeliği gibi aynı çerçevede değerlendirilemez" cevabını verdi. "Üyelik kriterlerini yerine getirdiğimiz takdirde tam üye olacağımız garantisi var mıdır, Avrupa bize birçok defa yalan söylemiştir" şeklinde bir ifadeye karşılık Cohn-Bendit, "Siyasette garanti yoktur, fakat Türkiye reformları devam ettirirse kendisine kapılar açıktır" yorumunda bulundu. Bir başka öğrencinin, "Neden Türkiye'nin AB üyeliğine olumlu bakıyorsunuz" sorusuna Cohn-Bendit, "Çünkü, Avrupa'nın demokratik ve İslam ülkesi olarak Türkiye'ye ihtiyacı vardır" şeklinde cevap verdi.
"European Center of Excellence" adlı kuruluşta konuşma yapan Daniel Cohn-Bendit, "Türkiye AB'ye üye olmak istiyorsa milliyetçiliğin üstesinden gelmelidir. Cumhurbaşkanı Gül bütün Türklerin cumhurbaşkanı olmalı ve hem Müslümanları hem de Hristiyanları kucaklamalı, ayrıca Kürt sorununa da bir çare bulmalıdır" ifadesinde bulundu.
Daniel Cohn-Bendit ayrıca, Türk ordusunun Kuzey Irak'a girmesinin büyük bir ahmaklık olacağını ve ülkeyi istikrarsızlaştıracağını belirtti.
STERN: "MARCO DAVASINDA YASALARA AYKIRILIK YOK"
BERLİN, 22/11(BYE)--- Tirajı haftada 1 milyon 11 bin 290 olan liberal sol eğilimli Stern dergisinin Internet sayfasında 22 Kasım 2007 tarihinde, Malte Arnsperger imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Türk Hukuku uzmanı Avukat Christian Rumpf'la yapılan mülakatın çevirisi şöyledir:
-- Marco W. için Avrupa Genelinde Dayanışma Sergileniyor. Hatta Avrupa Parlamentosu Bile Onun İçin Mücadele Etmek İstiyor. Ancak Avukat Christian Rumpf Türk Mahkemesini Savunuyor. Türk Hukuku Uzmanı, Ne Hukuk Devleti İlkelerinin İhlal Edildiği Ne de İnsan Haklarına Aykırı Davranıldığını Söylüyor. Avukat, Marco'yu da Umutlandırıyor--
STERN: Marco davası Almanya'da farklı mı seyrederdi?
RUMPF: Bu kolayca söylenemez. Benzer bir suçu Almanya'da işleyen bir yabancının da cezaevine konulmayı hesaba katması gerekirdi. Uygulanacak yöntem, Avrupa olduğu kadar özellikle de Alman standartlarına göredir. Türkiye'deki uygulamada, belirli durumlarda, özellikle siyasetle ilişkili davalarda bir takım eksiklikler gözlense de, bu davada böyle bir durum yoktur. Tabii ki görevli hukukçuların mantalite farkı farkediliyor. Savcılar arasındaki "sert" olana ya da sanığın aleyhinde ahlaki, ılımlı ya da sert düşünceye sahip hakimlere her yerde rastlamak mümkün. Bununla ilgili hükmü, dava sona erdiğinde verebileceğiz.
STERN: Türk yargısının Marco W. davasındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hukuk devleti ilkelerine aykırılık söz konusu mudur?
RUMPF: Şu aşamada, bana göre hukuk devleti ilkelerine açıkça aykırılık söz konusu değil. Türk mahkemesi, reşit olmayan davalının korunmasına ilişkin temel esasları, savunma kurallarını ve hukuki dinlenmeyi dikkate alıyor. Burada sorun, mağdurenin de hukuki dinlenme hakkı olduğudur ve davanın tam da bu nedenle rahatsızlık yaratmasıdır. Zira mağdurenin hiç bir ifadesi şimdiye dek usulen davaya girmedi. Ancak bunda suç Türk mahkemesinin değildir. Halihazırda durum daha ziyade, hem mahkemenin bağımsızlığını kanıtlamak hem de hukuk devleti ilkelerine uymaya çaba harcamasından dolayı Marco'nun acı çekiyor olmasıdır. Sorun, davacı ve davalı tarafların alışılageldiğin dışında olmasından kaynaklanmaktadır.
STERN: Dava, benzer bir durumda Almanya'da olduğundan daha mı uzun sürecek?
RUMPF: Bunu söylemek zor. Sürecin uzunluğuna gerekçe olarak en başta davanın uluslararası olması gösteriliyor. Makamlar arasındaki yardımlaşma hızlı gerçekleşmiyor, evrakların gidiş gelişlerinde çok zaman kaybı yaşanıyor. Eksik olduğunda tekrar tekrar yazışılıyor. Şayet Charlotte mahkemeye gelseydi, ki hukuk devleti ilkeleri açısından en optimal çözüm bu olurdu, eylül de, hatta belki de temmuzda mahkemeden karar çıkmış olurdu.
STERN: Almanya'da benzer bir suçlamaya maruz kalan bir davalı, yedi aylık tutukluluk süreci sonrasında ve mağdur olduğu iddia edilen kişinin çelişkili ifadeleri nedeniyle kefalet ödeyerek ya da şartlı olarak tahliye edilme şansına sahip olur muydu?
RUMPF: Sorun oluşturan da zaten çelişkili ifadeler. Mahkeme meseleyi açığa kavuşturmak zorunda. Burada çelişkili ifadeler taciz ateşi etkisi yapıyor. Tabii ki Türk mahkemesinin de şartlı ya da kefalet karşılığında serbest bırakma imkanı var. Ancak burada mahkemenin takdiri söz konusu. Zira mahkeme, öne sürülecek şartların, davalının gerçekten duruşmadan uzak kalmasını engelleyecek olduğundan emin olması gerekir. Almanya'yı sadece ziyaret etmek için gelmiş bir Türkün Alman mahkemesine çıkarıldığını varsayacak olursak, onun da burada tıpkı Marco kadar uzun bir süre cezaevinde kalması pekala muhtemeldir.
STERN: Marco'nun avukatlarına, mağdur olduğu iddia edilen kişiyi şahsen sorgulama şansı verilmesi gerekmiyor mu?
RUMPF: Evet. Mahkemeye sunulacak ifadenin sağlamlığı muhtemelen bundan olumsuz etkilenecektir. Bu eksiklik sürecek olursa, o zaman mahkemenin, daha şimdiden kanıtları yeterli olan suçlamadan yola çıkması gerekecektir. Savcılık, Charlotte'nin ifadesinin dava dosyasına girmesine ve değerlendirilmesini umuyor. Ve görüldüğü kadarıyla mahkeme de halihazırda bu olasılığı ihtimal dışı bırakmıyor.
STERN: Charlotte'nin şahsen sorgulanamaması halinde, mahkeme video kaydındaki ifadesini dikkate alabilecek mi? Almanya'da bu durumda ne yapılıyor? Bu, temyize gidilmesi için bir neden olur muydu?
RUMPF: Hukuk devleti ilkelerinden yola çıkıldığında, Almanya'daki mahkemelerde çok kötü şeyler yaşadığımı söyleyebilirim. Ben, video kaydındaki ifadenin kanıt olarak yetersiz olacağını düşünüyorum ve Türk mahkemesinin de bu teşhise varmasını umuyorum. Zira ifade veren tanığın bizzat mahkeme salonunda olması gerekmektedir. Hakim, savcı ve avukatların İngiltere'ye giderek sorgulamayı orada bir İngiliz hakim tarafından yaptırmaları da ihtimal dışı değildir. Ancak bildiğim kadarıyla Türk-İngiliz hukuk trafiğinde bununla ilgili yasal bir zemin yoktur. İngiltere ve Türkiye arasında bu yönde bir girişim olup olmadığını da bilmiyorum. İngiliz ceza yasasını tanımadığım için İngiliz mahkemesinin herhangi bir girişimde bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Elindeki tek delil video ise, bana göre Türk mahkemesi yine de doğru davranıyor. Zira mahkeme ancak bu şekilde, "videodaki ifade gerçi Marco'yu suçluyor ama bunu değerlendiremeyiz" diyebilir. Bu da beraat ya da ikinci sınıf bir mahkumiyetle sonuçlanabilir. Bir diğer alternatif ise şu olurdu: Mahkeme, videonun Marco'nun suçunu hafiflettiğinden yola çıkarak beraat ya da düşük mahkumiyet kararı alabilir. Karar sağlam bir zemine oturtulacağı ve geride herhangi bir şüphe kalmayacağı için böyle bir karar alınması Marco için daha iyi olurdu.
STERN: Marco'nun avukatları Strasbourg'daki AİHM'sinde açılacak bir davanın şansını nasıl görüyor?
RUMPF: Şu an bununla ilgili bir şey söylemek için vakit erken. AIHM'ye başvurmak için de daha erken. Zira, avukatların istedikleri, devam etmekte olan bir ceza davasına müdahale edilmesidir. Ben, şu aşamada Marco'nun Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonundan doğan haklarının gerçekten ihlal edildiği görüşünde değilim. Kaldı ki burada sadece Marco'nun değil, mağdur olduğunu iddia eden Charlotte'nin hakları da söz konusudur. AİHM'nin de herhangi bir Türk mahkemesini doğrudan bağlayan bir karar alma yetkisi yoktur. Tüm kozları kullanmak isteyen avukatlar açısından bu davranışı anlayışla karşılasam da, bunun akıllıca olup olmadığını bekleyip değerlendirmek gerekir. Ben muhtemelen böyle bir adım atmazdım. Zira, AİHM üzerinden stratejik hamlelerle bir ulusal mahkemeyi diz çökmeye zorlamak davalının durumunu olumsuz etkileyebilir. Türkiye'nin işkence sorunu ya da ordu veya polisin ülkenin güneydoğusundaki saldırıları nedeniyle sıkça haklı olarak AIHM'sinde dava edildiği olayların Marco davasıyla kıyaslanması hiç bir şekilde mümkün değildir.
STERN: Mağdurenin yaşı, ya da Marco'nun, 13 yaşındaki Charlotte'nin yaşını 15 olarak tahmin ettiği iddiası Türk mahkemesi için ne gibi bir rol oynuyor? Bu durum, Almanya'da nasıl bir rol oynardı?
RUMPF: Bu benim uzman olmadığım bir alan. Genel olarak, verilecek ceza mağdurun yaşına göre belirlenecekse, suç işleyenin yaşla ilgili sübjektif tahmini, olayın objektif değerlendirilmesinde etkili olmalıdır. Alman mahkemesi muhtemelen Alman ceza yasası çerçevesinde böyle hareket ederdi. Türk Ceza Kanunu Almanlarınkine benzemesine rağmen, Türk mahkemesinin de olaya ille de böyle bakması beklenemez. Zira makyaj ve daha olgun görünmesine rağmen bu kız bir çocuktur.
STERN: Mahkeme heyetinin başkanı olan hakim davadan alınmasını talep etmiş, ancak bu talebi reddedilmişti. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Almanya'da böyle bir durumda ne yapılırdı?
RUMPF: Böyle bir şey sadece hakimin tarafgir olduğunu açıklaması ve bunu düzgün bir şekilde gerekçelendirmesiyle mümkün olur. Anlaşılan burada bir görüş farkı ortaya çıktı. Bu muhtemelen daha ziyade kamuoyunun baskısından kaçma teşebbüsüydü, ki böyle bir gerekçe kabul edilemez.
STERN: Mahkeme Marco'yu hangi koşullar altında Noel Bayramı'ndan önce serbest bırakabilir?
RUMPF: Başka bir hakim Marco'yu belki de 20 Kasım tarihinde hatta daha önce bile serbest bırakırdı. Fakat bu davanın çok zor bir süreç olduğunu göz önünde bulundurmalı ve ayrıca mahkemenin davayı düzgün, inandırıcı ve makul bir şekilde sonuçlandırmak istediğini dikkate almalıyız. Bu konuda mahkeme takdir hakkını kullanabilir. Bence Marco'nun Noel Bayramı öncesinde serbest bırakılmasını gerektiren koşullar oluşmuştur. 14
Aralık tarihi itibarıyla Marco serbest bırakılabilir. Aksi takdirde mahkemenin bu durumu gerekçelendirmesi oldukça zorlaşır.
STERN: Sizce Marco'nun Türkiye'de alacağı ceza ne kadar ağır olacaktır. Acaba Marco Almanya'da ceza alacak mıdır?
RUMPF: Tecavüz yoluyla bir çocuğun taciz edilmesi cezası en fazla 15 sene, tecavüz gerçekleşmeden en fazla 8 senedir. Asgari ceza süresi ise 8 veya 3 senedir. Marco için ise reşit olmaması dolaysıyla en fazla 10 sene en az 2 sene ceza söz konusu olabilir. Mahkeme Marco'nun yaş durumunu sübjektif olarak dikkate alırsa sadece bir kaç ay ceza verebilir. Almanya ile bir mukayese çok zor, zira Almanya'nın gençlik ceza yasaları Türkiye'dekinden farklı. Alman gençlik ceza yasası gençlerin leyhine olacak bir şekilde yapılandırılmıştır. Davayla ilgili Almanya'da bir karar verme durumu olsaydı, sanırım daha hafif bir karar çıkardı. Alman yasalarında "gençlik hatası" faktörü çok daha fazla dikkate alınıyor.
STERN: Şayet Marco hapis cezası alırsa, bu cezayı Almanya'da çekmesi mümkün olur mu?
RUMPF: Buna imkan veren Almanya ile Türkiye arasında bir mutabakat var. Marco cezasını Alman cezaevinde çekebilecektir. Kabul edilir bir süre ceza alırsa, itiraz etmemesi kendi lehine olacaktır. Zira itiraz süresi Marco'nun aleyhine işleyecektir. Cezasının tecil edilmesi de gündeme gelebilir, bu durumda zaten Almanya'ya dönmesi mümkün olacaktır.
STERN: Son günlerde Marco davasıyla Türkiye'nin AB üyeliği sürekli olarak ilişkilendirildi. Bunu doğru buluyor musunuz?
RUMPF: Çok açıkça belirteyim: Marco davasıyla Türkiye'nin AB üyeliğini ilişkilendirmek Alman siyasetçilerinin yaptıkları bir saçmalıktır ve çok nahoştur. Bence bu 17 yaşındaki bir gencin durumundan ucuz bir şekilde yararlanmak girişimidir. Acaba bu siyasetçiler Romanya'nın veya Bulgaristan'ın hukukunun Avrupa'ya uygunluğunu gözden geçirdiler mi? Ya da Yunanistan'daki cezaevlerinin durumunu gündeme getiriyorlar mı? Acaba kaçımız İtalya'nın sürekli olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince yargılandığını biliyor? Avrupa'nın birçok ülkesinde meydana gelen olaylara Türkiye'deki kaldırılmış olan DGM'lerde bile rastlamıyorduk. Türkiye'de başka alanlarda yasa düzenlemelerinin yapılması gerekmektedir, düşünce özgürlüğü-din özgürlüğü veya yatırımcıların güvence altına alınmaları gibi. Bu konuyu şimdi burada derinleştirmek istemiyorum. Marco'nun Noel Bayramı'ndan önce serbest kalmasını ve bir an önce okuluna geri dönmesini diliyorum.
SCHAFFHAUSER NACHRICHTEN: "AVRUPA PARLAMENTOSU, MARCO DAVASINA MÜDAHİL OLMAK İSTİYOR"
ANKARA, 23/10(BYE)--- İsviçre'de yayımlanan Schaffhauser Nachrichten gazetesinin 23 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında yukarıdaki başlık altında yayımlanan DPA kaynaklı Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Avrupa Parlamentosu, Brüksel'in Konuyla İlgili Tutumunu Öğrenmek için AB Komisyonuyla Temasa Geçti--
Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering, perşembe günü AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn ile telefonla görüştü. Türkiye'nin AB'ye üyelik süreciyle ilgilenen AB Komisyonu, dava konusunda bir yorumda bulunmaktan çekiniyor. Rehn'in sözcüsü, komisyonun, dava sürecinde insan haklarına uyulup uyulmadığı konusunu dikkatli bir şekilde takip ettiğini söyledi.
--Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hızlı Bir Dava Sürecini Gözden Geçiriyor--
Strasbourg'da bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu konuda devreye girebilir. Mahkeme hızlandırılmış bir yargı sürecinin sonunda vereceği bir kararla gencin Türkiye'deki mahkumiyetini sona erdirebilir. Strasbourg'daki hukukçular bunun olması için, gencin Türkiye'deki tutuklu olduğu müddet içerisinde temel hak ve özgürlüklerinin zedeleneceği konusunda bir şüphenin oluşması gerektiğini söylüyorlar. Eğer Avrupa İnsan Hakları mahkemesi bu başvuruyu kabul edecek olursa, davayı kendi öncelik sırasına göre ele alacak.
Adalet Banklığından bir sözcü, Hükümetin, Marco'nun tutukluluk süresinin uzamasından dolayı, ailenin Avrupa İnsan Hakları mahkemesine başvurma düşüncesini destekleyip desteklemeyeceğini gözden geçirdiğini söyledi. Ancak şimdilik bu konuda sabit bir görüş bulunmuyor.
MARCO DAVASININ ALMANYA BASININDAKİ YANSIMASI
BERLİN, 23/11(BYE)--- Marco davasının Almanya basınına yansıması şöyledir:
Süddeutsche Zeitung gazetesinde, "Siyasetçiler Marco W. için girişimde bulunuyor" başlığı altında ve Nico Fried/Paul Anton Krüger imzalarıyla yayımlanan Berlin çıkışlı yazıda şöyle denilmektedir: "Alman genci Marco'nun Türkiye'de yedi aydan uzun bir süredir cezaevinde tutulması, Avrupa Birliği ve Berlin'de gencin geleceğiyle ilgili endişeleri artırıyor. Dün Federal Dışişleri Bakanlığı tarafından da teyit edildiği üzere, Federal Almanya hükümeti, AİHM'ye başvurmaları halinde Marco'nun avukatlarını destekleme kararı aldı. Böyle bir adım, Almanya'dan Türk yargısına verilen bir siyasi sinyal olarak anlaşılabileceği için tahrip edici etkisi olabilir. Şansölye Angela Merkel, RTL televizyon kanalına yaptığı açıklamada, "İlk etapta, gence yardımcı olabilmek için elimizden geleni yapacağız. Ancak bunu, farklı görüşlerde olunabilen büyük siyasi tartışmalarla bağlantı kurmadan yapmamızın daha doğru olacağına inanıyorum" diye konuştu. Alman hükümeti, Marco'nun sorunlarını daha da büyütebileceği endişesiyle Türk yargısı veya Ankara'daki hükümete baskı yapıldığı izlenimi doğmamasına gayret ediyor."
Frankfurter Rundschau gazetesinde "Türk Yargısı Baskı Altında" başlığı altında ve Steffen Hebestreit/Christoph Manus imzalarıyla yayımlanan yazıda şu ifadelere yer verilmektedir: "Alman Hakimler Birliği Başkanı Christoph Frank, dün gazetemize yaptığı açıklamada, Marco'nun yedi aydır tutuklu oluşuyla ilgili çekincelerini dile getirerek, 'Almanya'da bu kadar uzun tutukluluk süresi sorun yaratırdı' diye konuştu. Almanya'da benzer bir davada tutukluluk süresinin devamı yönünde bir kararın alınmasının zor olduğunu belirten Freiburg Başsavcısı, eşzamanlı olarak siyasetçileri Türk yargısına müdahale etmemeleri yönünde uyararak, 17 yaşındaki gence diplomatik yollardan yardımcı olunmasının ve AİHM'de açılacak olası davayı desteklemenin daha mantıklı olacağını ifade etti. Hükümet, bu tür davalarda öncelikle vatandaşına karşı duyduğu yükümlülük nedeniyle mahkeme masraflarının bir kısmını üstleniyor. Bu arada Yeşiller Partili politikacı Volker Beck de Türkiye'den 'Genci derhal şartlı olarak cezaevinden çıkarmasını' talep etti. Marco'nun avukatları ise Alman siyasetçilere 'Davayı siyasileştirmemeleri ve davayla ilgili her türlü açıklamadan kaçınmaları' uyarısında bulundular."
Financial Times Deutschland gazetesinde, "Almanya Marco Olayında Dava Açmayı Düşünüyor" başlığı altında ve Marina Zapf/Peter Ehrlich imzalarıyla yayımlanan Berlin çıkışlı yazıda şu ifadeler öne çıkmaktadır: 'Alman hükümeti Strasbourg'da açılacak olası bir davayı desteklemek niyetinde olsa da hükümetin halihazırdaki resmi tavrı, temkinli olunması yönünde. Davanın başında Alman siyasetçiler tarafından yapılan açıklamaların, 17 yaşındaki gencin kısa sürede Almanya'ya iade edilebilmesi için Türk yargısı nezdindeki işbirliğini zorlaştırdığı itiraf edilmekle birlikte, ilişkilerin bulandığı bir dönemde, gerektiğinde bireysel davanın hükümet tarafından destekleneceği açıklaması da dolaylı bir tehdit anlamına geliyor. Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu'nun 6. maddesi davanın hızlandırılmasını garanti ediyor, ancak dava açılması Marco'nun tutukluluk sürecini hemen sona erdirmiyor. Türk Dışişleri Bakanlığına da danışmanlık yapan Trier Üniversitesinden Prof. Hans-Heiner Kühne, Alman hükümetinin böylesi sıra dışı bir davayı açmak istemekle, davaya gerektiğinden fazla önem vermesini 'akılsızca' bir davranış olarak niteleyerek, hükümetin daha şimdiden 'konu dışı bir kabalık sergilediği ve hakaret edici bir pozisyon aldığını ifade etti. Federal Adalet Bakanlığı sözcüsü ise, hükümetin nihai kararını, Strasbourg'da insan hakkı ihlali nedeniyle dava açılmasının ardından vereceğini açıkladı."
Der Tagesspiegel gazetesinde, "Merkel: Elimizden Geleni Yapıyoruz" başlığı altında ve Albrech Meier imzasıyla yayımlanan Berlin çıkışlı yazıda şöyle denilmektedir: "Marco W. davası Brüksel tarafından da dikkatle izleniyor. Açıkça yorum yapmaktan kaçınan genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn'in sözcüsü tarafından dün yapılan açıklamada, 'AB Komisyonu'nun olayın insani boyutunu çok dikkatli bir şekilde izlediği' belirtildi. Bu arada Rehn ile görüşmesinin ardından açıklama yapan Avrupa Parlamentosu (AP)Başkanı Hans-Gert Pöttering (CDU), 'insani çözüm" bulunmasını umduğunu ifade etti. Ankara'daki AB temsilciliğiyle temas kurulmasını talep eden AP Sosyal Demokratlar Grup Başkanı Martin Schulz (SPD) ise gazetemize yaptığı açıklamada, bu olayda gençlik ceza yasalarının uygulanması gerektiğine dikkat çekerek, tutukevindeki koşulların AB standartlarına uygun olmadığını, şimdiye kadarki dava sürecinin zor bir dava da olsa bir 'skandal' olduğunu söyleyerek, genel olarak Marco davasının ele alınış tarzının Türk yargısı üzerine gölge düşürdüğünü ifade etti. Federal Almanya Parlamentosu AB İlişkileri Komisyonu Başkanı Gunther Kriechbaum da (CDU), 'Hukuk devleti ilkelerine bağlılık, bir davanın adil görülmesinden anlaşılır' diyerek, burada davanın sürmekten ziyade sürünceme kaldığından söz etti. CDU'lu politikacı, dava süresinin Brüksel ile Ankara arasındaki bundan sonraki görüşmeler için bir sınav niteliğinde olduğunu söyledi.
Berliner Zeitung'da, "Marco'nun Ailesi AB Mahkemesinde Destek Arıyor" başlığı altında ve Hinnerk Berlekamp imzasıyla yayımlanan, Berlin çıkışlı yazıda ise şu ifadeler yer almaktadır: "Strasbourg'daki bir hukukçunun dün yaptığı açıklamaya göre, AİHM'ye başvurulmasının Marco'nun serbest kalmasını hızlandırıp hızlandırmayacağı tamamen belirsiz. Zira mahkemenin önce, gencin insan haklarının Türkiye'deki cezaevinde gerçekten ihlal edildiğinden emin olması gerekiyor. Mahkemenin 17 yaşındaki Marco'nun lehine ihtiyati tedbir kararı alması halinde ise bu karar Türkiye için bağlayıcı olurdu. Marco davasıyla ilgili olarak diğer Alman siyasetçilerin tersine, hukuk devleti ilkelerine uymamakla suçlanan Türk yargısını savunan Yeşiller Partili politikacı Cem Özdemir, Alman Hakimler Birliği ve çok sayıda kişinin, kendilerini hukuk devleti olarak tanımlayan AB ülkelerinde de davanın farklı görülmeyeceğini teyit ettiklerini söyleyerek, 'Burada 13 yaşındaki bir kız çocuğunun tecavüze uğramış olabileceğinin söz konusu olduğunu unutmamalıyız. Böyle bir suçlama karşısında burada da farklı davranılmazdı' dedi. Buna karşın Marco'nun yedi ayı bulan tutukluluk sürecini bir 'skandal' olarak niteleyen Özdemir, gencin avukatların AİHM'ye gitmek istemelerini ve Federal hükümetin destek vermek istemesini ise makul karşılayarak, bu yolun herkese açık olduğunu ifade etti. Marco'nun bunun öncesinde serbest kalmasını umduğunu belirten Özdemir, muhafazakar kanattan olan meslektaşlarını ise şiddetle eleştirerek, Türkiye'yi AB'nin dışında bırakmaya yönelik hedeflerine hizmet eden her şeyden istifade ettiklerini belirtti. 'Herkese, Marco vakasıyla ilgisi olmayan konuları birbirine karıştırmamalarını acilen tavsiye ederim' diyen Özdemir, aksi takdirde meselesinin iyi bir şekilde sonuçlanmasını isteyenlere büyük zarar verileceğini kaydetti."
SPIEGEL ONLINE: "MARCO OLAYI... AB KOMİSERİ MÜDAHALE EDİYOR"
BERLİN, 25/11(BYE)--- Spiegel Online'nin 24 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, "Jul" rumuzuyla/Reuters'e atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Helsinki çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Olli Rehn, Türkiye'de Tutuklu Bulunan
Alman Öğrenci Marco'nun Davasına Müdahale ederek Ankara'ya, "Brüksel Olayı
Çok Dikkatle İzliyor" Mesajını Verdi--
Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Rehn, Fin gazetesi Helsinki Sanomat'a verdiği demeçte, Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile Marco olayının insan hakları boyutunu görüştüğünü söyledi. Alman gençle ilgili davanın AB Komisyonu tarafından çok dikkatle izlendiğini söyleyen Komiser, "Türk Hükümeti, davanın insan hakları ve hukuk devleti ilkeleri bağlamında izlendiğini biliyor" diye konuştu. Ankara'daki hükümetin süreci hızlandırarak davayı sonuçlandırmayı amaçladığını belirten Rehn, siyasi baskının ise daha ziyade zararlı olacağını ifade etti.
Türkiye'de tatildeyken 13 yaşındaki bir İngiliz kıza cinsel tacizde bulunmakla suçlanan Aşağı Saksonyalı 17 yaşındaki Alman genç suçlamaları reddediyor. İngiliz ailenin avukatı ise tecavüz için talep edilen en yüksek ceza olan 15 yıl hapis cezasını talep ediyor.
Federal Almanya Şansölyesi Angela Merkel kısa bir süre önce bu olay ile Türklerin AB üyeliği arasında bağlantı kurulmasına karşı olduğunu açıklamıştı. Türkiye daha önce de üyelik çabalarıyla bağlantılı olarak insan hakları ve hukuk devleti alanında yetersiz kaldığı suçlamalarına maruz kalmıştı.
SPIEGEL ONLINE: "MARCO WEİSS DAVASI... ELEŞTİREL BİR SÜREÇ"
BERLİN, 26/11(BYE)--- Spiegel Online'nin 25 Kasım 2007 tarihli sayfasında, "hei" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı ve DDP kaynaklı yazının çevirisi şöyledir:
--Marco Weiss Sekiz Aydan Bu Yana Türkiye'de Cezaevinde Tutuluyor. Alman Kamuoyu Öfkeli. Alman Hakimler Birliği Başkanı Christoph Frank, Almanya'da Bir Gencin Bu Kadar Uzun Süre Tutuklu Kalmasının Mümkün Olmadığını Söylüyor--
Alman Hakimler Birliği Başkanı Chrisph Frank, Spiegel Online'a yaptığı açıklamada, "Almanya'da durum kesinlikle farklı olurdu. Tutukluluk süresinin uzunluğu gözönünde bulundurulacak ve 17 yaşındaki bir gencin söz konusu olduğu düşünülecek olursa, bu gerçekten eleştirilmesi gereken bir süreç" diye konuştu.
Alman mahkemelerinin böyle bir durumda, tutukevi yerine alternatifleri gözden geçirmek zorunda olduğunu söyleyen hukukçu, "gençlerin yurda yerleştirilmesi ya da münferit durumlarda kefaletle serbest bırakılması"nın gündeme gelebildiğini söyledi.
Marco, nisan ayından beri cezaevinde. Antalya'daki mahkeme gecikmeye gerekçe olarak, 13 yaşındaki İngiliz kızı Charlotte'nin ifadesinin resmi tercümesinin hala mahkemeye sunulmayışını gösteriyor. Bu gerekçenin Alman mahkemelerince davanın ertelenmesi için neden olarak kabul edilmeyeceğini söyleyen Frank, "Verilen ifade hemen tercüme edilmek zorundadır. Bunun en fazla birkaç gün sürmesi gerekir" dedi.
Son olarak, Federal Almanya hükümeti, Strasbourg'da açılacak olası bir davayı destekleyeceğini açıklamıştı. Bu arada Avrupa Parlamentosu da olaya müdahale etti. Şansölye Merkel gerçi parti arkadaşlarından açıklamalarında temkinli davranmalarını talep etti, ancak kendisi gence faydalı olacak her şeyi yapmak istiyor.
Avrupa Milletvekili Vural Öğer ise Hamburger Abendblatt gazetesine yaptığı açıklamada, Avrupa Parlamentosunun, özellikle muhafazakar kanadından yükselen seslerin Uelzenli öğrenciye, Türk kamuoyu ve mahkeme nezdinde bir faydası olmadığını söyledi. Yetkili savcıyla görüştüğünü söyleyen SPD'li politikacı, savcının "çok öfkelendiğini" ve kendisine, "dava sadece Alman medyası ve politikacıları karıştığı için böyle karmaşık bir hal aldı" dediğini söyledi. Öğer'e göre, Türk hukukçular onurlarıyla oynandığını düşünüyorlar.
Almanya'da da 17 yaşındaki bir gencin 13 yaşındaki bir çocuğa tecavüz ettiği iddiasıyla mahkeme önünde yargılanacağını hatırlatan hukukçu Frank, davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınması halinde, mahkemenin önce Marco Weiss'ın Türkiye'deki tutukluluk koşullarını incelemesi gerektiğini söyledi. Frank, mahkemenin, uzun tutukluluk sürecinin Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu'na aykırı olduğuna hükmetmesi halinde bile, bunun Marco'nun kesin serbest kalacağı anlamına gelmediğini belirtti. Bu durumda mahkemenin sadece tazminat ödenmesine hükmedebileceğini söyleyen Frank, bu tür davaların genelde yıllar sürdüğüne işaret ederek, mahkemenin bir tavsiye kararı almasının da mümkün olduğunu ve çoğu devletlerin buna uyduğunu kaydetti.
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "KARŞIT GÖRÜŞLER"
BERLİN, 26/11(BYE)--- Tirajı günde 355 bin 130 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 26 Kasım 2007 tarihli sayısında, Wolfgang Günter Lerch imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Frankfurt çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:
--Berlin ve Türkiye... Büyük Koalisyonun Dış Siyaseti--
Federal Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler mükemmel, siyasi ilişkiler ise dostça gözüküyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin durumu diplomatlar ve siyasilere sorulduğunda alınan cevapların özeti bu şekilde. Bu tespit doğru fakat yüzeysel kalıyor.
Almanya'daki Büyük Koalisyonun Türkiye politikasını büyük ölçüde iki unsur belirliyor: Her iki ülkenin iktidar partilerinin farklı ve neredeyse Ankara'nın AB üyeliği konusundaki zıt görüşleri ile halihazırda yürütülen Türkiye-AB müzakere sürecinin durumu.
Son zamanlarda müzakere sürecinde fazla bir hareketlilik gözlenmiyor. Brüksel'in yayımladığı son ilerleme raporunda Ankara'daki hükümetin demokratik reformları aksattığından söz ediliyor.
SPD prensipte Ankara'nın AB üyeliğine olumlu yaklaşırken ve Federal Dışişleri Bakanı Steinmeier üyelik sürecinin sadece "şekilsel olarak canlı tutulmasını" değil aynı zamanda aktif olarak yürütülmesini arzuladığını geçtiğimiz yaz açıklamıştı. CDU Türkiye'nin AB tam üyeliğine karşı çıkarken, CSU'nun parti programında Türkiye ile "imtiyazlı ortaklıktan" söz ediliyor, yani Ankara'nın Avrupa'ya yakınlaştırılması fakat tam üye yapılmaması hedefleniyor. Fakat bu arada CSU'lu siyasetçi Peter Ramsauer'in Türkiye ziyareti ertesinde ılımlı ve temkinli açıklamaları dikkati çekiyor.
CDU partisi de Türkiye'nin AB tam üyeliğine karşı çıkıyor. Şansölye Angela Merkel de "imtiyazlı ortaklık" formülünü tercih ederken, partide etkili olan Federal Meclis Dışilişkiler Komisyonu Başkanı Ruprecht Polenz gibi diğer isimler değişik tutumlar sergileyebiliyorlar. CDU ve Şansölye Angela Merkel, bu konuda hem parti tabanının arzuladığı Türkiye karşıtı bir tutum, hem de AB'nin resmen başlattığı müzakere sürecine uygun bir rota izlemek durumundadır. Hattı zatında Türkiye'deki Başbakan Erdoğan'ın Müslüman muhafazakar AKP'si SPD'den çok daha fazla CDU'ya yakındır.
Almanya'daki Büyük Koalisyon halihazırda Türkiye'deki gelişmeleri izleme sürecinde bulunmasıyla kendi konumunu gerekçelendiriyor. Geçtiğimiz dönem içinde Ankara, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir kriz yaşamış; AB, Kıbrıs ve özgürlük hakları konularında hiç de memnun değil (azınlıklara yönelik olarak); Kıbrıs konusunda Ankara Protokolünün gerekleri yerine getirilmiyor. Ayrıca ikinci Erdoğan hükümeti ve yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dönemi birinci AKP iktidarı döneminden çok daha zor geçecektir.
Yaz döneminde Kürt PKK ile olan sorun patlak vermiş ve Berlin, AB ve ABD hep beraber Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini engelleme gayretinde bulunuyor. Almanya ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilerde ise Büyük Koalisyonun çıkardığı yeni göç yasasının "ayrımcı" olduğunun ilan edilmesi neticesinde bir takım sıkıntılar yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde Federal Almanya'nın entegrasyondan sorumlu Bakanı Maria Böhmer (CDU) yeni çıkan göç yasasının Almanya açısından gerekçesini Ankara'da anlatmaya çalıştı.
FRANKFURTER NEUE PRESSE: "AB KOMİSERİNDEN MARCO'YA DESTEK"
ANKARA, 26/11(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Frankfurter Neue Presse gazetesinin 26 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Helsinki çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn Türkiye'de tutuklu bulunan Alman öğrenci Marco konusunda devreye girdi. Rehn, perşembe günü Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile bu konunun insan hakları boyutunun görüştüğünü açıkladı.
Rehn, AB Komisyonunun Alman gencin olayını yakından takip ettiğini de sözlerine ekledi. Rehn, "Türkiye'nin dava çerçevesinde insan hakları ve hukuk devleti yaklaşımının gözlemlendiğinin farkında olduğunu" da belirti.
17 yaşındaki Alman genç, 13 yaşındaki İngiliz kıza cinsel tacizde bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmıştı. Genç yedi aydır tutuklu ve davası defalarca ertelendi. Marco ise kızın izniyle onunla beraber olmak istediğini açıklamıştı.
Rehn, Ankara Hükümetinin davayı hızlandırmaya ve olayı bir an evvel sonlandırmaya çatıştığını açıkladı. Rehn, siyasi baskının bu durumda daha çok olumsuz sonuç doğuracağı kanısında. Rehn, ayrıca Marco konusunda sessiz diplomasinin büyük siyasi tartışmalardan daha çok işe yarayacağını düşünüyor.
DER SPIEGEL: "AVRUPA, DÜNYA GENELİNDE SÖZ SAHİBİ OLMALIDIR"
BERLİN, 26/11(BYE)--- Tirajı haftada 1 milyon 51 bin olan liberal sol eğilimli Der Spiegel dergisinin 26 Kasım 2007 tarihli sayısında, Helene Zuber-Christian Neef imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, AB dönem başkanı Portekiz Başbakanı Jose Socrates'le yapılan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
SPİEGEL: Genişleme süreci şimdi nasıl devam edecek? Romanya ve Bulgaristan'ın alınmasından sonra AB, kendisine düşünmek için zaman ayırma konusunda hemfikir. Bu durumda şimdilik üye olacak son ülke Hırvatistan mı olacak?
SOCRATES: Avrupa geçtiğimiz yıllar içinde bazı konularda aceleci davranılmamasının daha iyi olabileceğini öğrendi. Kendimize zaman tanımalı ve oluşturulan yeni kurumlarla tecrübe kazanmamız gerekiyor. Ancak buna rağmen, katılım müzakerelerini sürdürdüğümüz ülkeler karşısındaki sorumluluğumuzu da unutmamamız gerekiyor.
SPIEGEL: Türkiye'yi mi kastediyorsunuz?
SOCRATES: Burada Avrupa tarafından verilen bir vaat söz konusudur. Şayet ülke kriterleri yerine getirecek olursa içeri bırakmamız gerekir. Kriterleri yerine getirmeyecek olursa dışarıda kalır.
DIE WELT: "MARCO İÇİN ÖZGÜRLÜK"
BERLİN, 27/11(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 27 Kasım 2007 tarihli sayısında, FDP Avrupa Milletvekili Silvana Koch-Mehrin imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
--Çekimserlik Dönemi Sona Erdi--
Bazı hukuki vakalar vardır ki insanların ortak bilincinin bir parçası haline gelir. Yedi aydan uzun bir süredir cezaevinde olan Marco'nun vakası da böyle bir olay. Uzunluğu, dava süreci ve genç Marco'ya bir yetişkin muamelesi yapıldığı gerçeği, olayı bir skandala dönüştürüyor, hukuk devleti standartları ile temel esaslar ihlal ediliyor.
Siyasi açıklamalarda dikkatli olunması uyarısı yapılarak, böyle bir davranışın Türk yargısı tarafından hakaret olarak algılanacağı söyleniyor. Türkiye, bir hukuk devleti olduğunu iddia eden bir ülke. Bağımsız yargısı olan, bağımsız hakimlerin olduğu bir hukuk devleti. Bu nedenle hakimlerin kamuoyunun ne düşündüğünden etkilenmelerine izin vermemeleri gerekir. Yedi ay boyunca siyasi açıdan dikkatli davranılması durumun iyileşmesini sağlamadı. Marco için en kötü senaryo gerçek oldu. Marco, daha suçlu ilan edilmeden cezasını çekiyor. Siyasi baskı durumu kötüleştiremez, ama iyileşme umudu verebilir.
Marco hakkındaki suçlamalar ağır. Ancak bir hukuk devletinin çalışmalarına dayanak aldığı temel esaslar ve ilkeler vardır. Ana unsur, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin altıncı maddesinde yer alan masumluk tahminidir. "Bir suç işlemekle itham edilen her insan, kanunen ispatlanıncaya kadar suçsuzdur." Türkiye bu sözleşmeyi imzaladı. Gençlerin söz konusu olduğu olaylarda ise, sadece başka önlemler sonuç vermediği takdirde tutuklama gündeme gelir ve dava hızlandırılarak görülür.
Yedi aydan uzun bir süredir İngiliz öğrencinin ifadesinin Antalya'ya ulaştırılamamış olması inanılacak gibi değil. Çalışma masamda her gün Avrupalı kurumların binlerce komplike yazısı tercüme edilerek dünyanın her tarafına gönderilmekte. İddialar yazılı olarak sunulmaksızın nasıl olurda aylar boyunca hapis cezası verilebilir?
Bu somut olayda insan ve vatandaş hakkı ne anlama gelmekte? Bir suç işlemekle itham edilen, ancak davası görülemeyen bir AB vatandaşı fiilen nasıl koruma altına alınabilir? Avrupa Birliği üyesi olmak isteyen bir ülke ile işbirliği neden bu kadar zor? AB'nin güncel Türkiye İlerleme Raporunda "demokrasi ve hukuk devleti" önemli bir bölümünü oluşturuyor. (Marco olayının da haklı olarak gösterdiği gibi.) Artık ya hızla karar alınmasının ya da Marco'nun hızla serbest bırakılmasının zamanı geldi.
DIE WELT: "İMTİYAZLI ORTAKLIK EN DOĞRU ÇÖZÜMDÜR"
BERLİN, 28/11(BYE)--- Tirajı günde 264 bin olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 28 Kasım 2007 tarihli sayısında, Mariam Lau ve Philipp Neumann'ın CDU Genel Sekreteri Roland Pofalla ile yaptıkları ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
SORU: Parti programınızda Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili ifadeler yoğun çekişmelere neden oluyor. Bu konu neden bu kadar hassas? Acaba CDU'lu üyeler aslında göç konusunda mı bir karar almak istiyorlar?
POFALLA: Öncelikle şunu belirteyim Almanya bir göç ülkesi değil, entegrasyon ülkesidir. Bu konuda ülkemizde muazzam gelişmeler kaydedilmiştir. Türkiye'nin AB üyeliği meselesinde, AB'nin üye kabul edebilme ve Türkiye'nin üye olabilme kapasitesi olmak üzere iki husus bulunmaktadır. Bu meselenin temelidir. Bizim yaklaşımımız ise bellidir. Türkiye ile yapılacak olan imtiyazlı bir ortaklık en doğru çözümdür.
DIE TAGESZEITUNG: "TÜRKİYE'YE STRASBOURG'TA DAVA AÇILDI"
BERLİN, 28/11(BYE)--- Tirajı günde 56 bin 990 olan sol eğilimli Die Tageszeitung'un 28 Kasım 2007 tarihli sayısında, EPD'ye atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel/Strasbourg çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Türk makamlarının değerli bir arsaya el koyması üzerine, Türkiye'deki Ortodoks Hristiyanlar harekete geçtiler. Konuyla ilgili olarak salı günü Strasbourg'taki İnsan Hakları Mahkemesinde duruşma yapıldı. Davacı Konstantinopel Ekümenik Patriği (MA), mülkiyetini koruma hakkı olduğuna atıfta bulunuyor. Mahkemenin bir yetkilisi davanın en erken 2008 ya da 2009 yılında sonuçlanabileceğinden bahsetti. İstanbul açıklarındaki Büyükada'da bulunan dava konusu olan arsa 1902 yılından beri Ortodoks Kilisesi'nin mülkiyeti altında. Arsa üzerinde uzun yıllar yetimhane olarak kullanılan bir bina bulunuyordu. Mahkemenin verdiği bilgiye göre, Türk makamları 1997 yılında söz konusu yerin idaresini devralacaklarını bildirmişlerdi. 2002-2005 yılları arasında açılan davalarda Türk mahkemeleri söz konusu gayrimenkulun Kiliseye geri verilmesini reddetmişlerdi. AB, Türkiye'ye dini azınlıkların haklarının güçlendirilmesi yönünde sık sık uyarılarda bulunuyor.
AVUSTURYA BASINI
DIE PRESSE: "ALMAN SİYASAL BİLİMLER UZMANI HERFRIED MÜNKLER İLE RÖPORTAJ"
VİYANA, 22/11(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 22 Kasım 2007 tarihli sayısında, Christian Ultsch ve Oliver Pink'in Alman Siyasal Bilimler Uzmanı Herfried Münkler ile yaptığı, yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
--Türkiye'nin Avrupa İçin Jeostratejik Önemi--
SORU: Bir imparatorluğun ancak çevresindeki ülkelerle ilgilenirse ayakta kalabileceği tezini savunuyorsunuz. Buna göre Avrupa da çevresiyle daha mı çok ilgilenmeli?
MÜNKLER: Avrupa zaten bunu yapıyor, ama yeteri kadar değil. Örneğin Türkiye'nin AB'ye katılımını jeostratejik açıdan kaçınılmaz buluyorum. Bu Romanya ve Bulgaristan'ın şimdi gerçekleşen katılımlarından çok daha önemli.
SORU: Neden bu kadar önemli?
MÜNKLER: Güneydoğu, Avrupa'nın stratejik açıdan zayıf noktası. Balkanları pasif hale getirmek gerçi iyi bir fikir, ama çok kısır bir düşünce. Türkiye güvenlik politikası açısından Kafkasya'daki kriz bölgeleriyle Orta Doğu arasında bir sürgü işlevi görüyor ve bu iki kriz alanının birbirine karışmasını önlüyor. Avrupa istikrarsız olan bu bölgeye açık, ama aynı zamanda da oradaki petrole ihtiyacı var.
SORU: Türkiye bunun için ille de AB'ye katılmak zorunda mı?
MÜNKLER: Türkiye'nin elinde bir de İslamcılık kartı var. Avrupalılar onu aşağılayıp reddetmeye devam ederlerse, ülkedeki elit tabaka Avrupa'ya yönelme fikrinden uzaklaşacaktır. Bu da bize Türkiye'nin katılımı için harcayacağımızdan çok daha fazlasına mal olabilir. Tabii Türkiye'ye daha baştan tam üyeliğin altında bir şey teklif etmek daha akıllıca olurdu. Ama 30 yıl boyunca tam üyelik konusunda ümit verdikten sonra, artık çok geç.
KURIER: "TÜRKİYE İLE İYİ UYUŞUYORUZ"
VİYANA, 26/11(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 24 Kasım 2007 tarihli sayısında "Enerjisa"nın Yönetim Kurulu Başkanı Gerhard Wedam ile yapılan ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
Gerhard Wedam "Sabancı" ve "Verbund"un ortak firması "Enerjisa"nın Yönetim Kurulu Başkanı. Enerjisa, Türkiye'nin enerji pazarında merkezi bir role sahip. Firma, elektrik üretimi üzerinde çalışıyor ve dağıtım ağları kurmayı planlıyor. Enerjisa 12 enerji santrali için lisans aldı.
KURİER: Avusturyalıların Türkiye'yi reddetmeleri ekonomik ilişkileri olumsuz yönde etkiliyor mu?
WEDAM: Türkiye ile iyi uyuşuyoruz. Yalnız büyük değil, orta büyüklükteki Avusturyalı işletmeler de fırsattan yararlanıyor. Türkiye muazzam bir büyüme potansiyeline sahip.
KURİER: Şüpheler haklı nedenlere mi dayanıyor?
WEDAM: AB ülkelerinin şüpheleri Türkiye'nin öz güven kazanmasına yarıyor. Katılıma karşı olan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin dürüst sözleri Türkiye'de olumlu değerlendiriliyor. Türkiye buna karşın bir ülkenin, örneğin Avusturya gibi, aslında katılıma karşı olmasına rağmen pozisyonunu açıkça göstermemesinden hoşlanmıyor.
KURİER: Siz katılımdan yana mısınız?
WEDAM: İki tarafın da, yani AB ile Türkiye'nin katılımdan yarar sağlayacağı görüşüne varması halinde, tam üyelikten yanayım. AB şu anda katılım ile Türkiye'ye bir hediye vermiş olacağını düşünüyor, ama bu doğru değil. Türkiye ise gelişmeden de AB olgunluğunda olduğu inancında.
KURİER: Ne yapılmalı?
WEDAM: İçteki organizasyon sorunları zayıf noktalardan biri. İzlenen rota net değil ve hep değiştiriliyor. Azınlık haklarının tanınması gerekir. Türkiye'nin, kırsal kesim gelişinceye kadar zamana ihtiyacı var.
KURİER: AB doğalgaz konusunda nasıl Rusya'dan bağımsız olabilir?
WEDAM: Nabucco gibi boru hatları sayesinde, ya da doğalgazın sıvı halde gemilerle taşınması yoluyla.
KURIER: "TÜRKİYE İLE İYİ İŞ İLİŞKİLERİ"
VİYANA, 26/11(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 24 Kasım 2007 tarihli hafta sonu sayısında, Margaretha Kopeinig imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Eskişehir çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Patlama Gösteren Türk Ekonomisinden Karlı Çıkan
Avusturya Firmalarının Sayısı Giderek Artıyor--
Eskişehir'de modern fabrikalar ve dükkanlar yanyana sanki bir zincir oluşturuyor. Batı Anadolu'daki 750 bin nüfuslu şehirde Türkiye'nin en büyük endüstri ve teknoloji parkı oluşuyor. Burada yılda 2,5 milyon buzdolabı üretiliyor, yüksek teknolojili fırınlarda tüm AB için kek ve bisküvi yapılıyor. Spor aletleri ve traktör üretiliyor. Bir Avusturyalı firma tarafından magnesit çıkarılıyor ve ihraç ediliyor. Avusturya bu bölgede tanınıyor. Pipo yapımında kullanılan lületaşı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde de Viyana'ya gönderiliyormuş. Türkiye ise bundan kısa süre önce Linz'de yapılan tramvay vagonlarından sipariş vermiş.
Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Savaş Özaydemir, "Hızla Avrupalılaşıyoruz" diyor. Altı işletmeye sahip olan ve yaklaşık 1.600 işçi çalıştıran Türkiye'nin en büyük inşaat firması, meslek eğitimi için Avusturya'yı kendisine örnek alıyor. Özaydemir, "Uygulamaya ve teoriye yer verilmesi hoşuma gidiyor. Ama biz yabancı dile ve spora Avusturya'dan daha çok önem veriyoruz" diyor.
Türkiye'de ekonomi patlıyor, Avusturyalı firmalar ise bundan kazançlı çıkıyor. Avusturya beş yılda en büyük yabancı yatırımcılar listesinde 18. sıradan 5. sıraya yükselmeyi başardı. Avusturya Ticaret Odasının (WKÖ) Ankara'daki temsilciliği, "Türkiye'nin güçlü yanı önceden kestirilebilen ekonomi politikası ve makroekonomik istikrarı" diyerek Türkiye'yi övüyor. WKÖ, AB'nin kapısı önünde giderek büyüyen Türk pazarını, Uluslararası Para Fonu'nun bütçeyi denetleyici işlevini, AB'ye uyum sürecini ve ülkenin güvenlik ve enerji politikası için önem taşıyan jeostratejik konumunu geleceğin güvencesi olarak görüyor.
Avusturya halkı, Avusturya ile Türkiye arasındaki yoğun ekonomik ilişkilere rağmen aday ülkenin AB'ye üye olmasını kesinlikle reddediyor. Geçenlerde açıklanan Avrupa Barometresi anketine göre, ankete katılanların yüzde 87'si Türkiye'nin AB'ye alınmasına karşı, yüzde 5'i ise katılımdan yana.
Türkiye, federal hükümetin Türkiye'nin AB'ye katılımı konusundaki şüphelerinin farkında. Özaydemir, "Avusturya'ya ilişkin hiçbir önyargımız yok. Ekonomiyi politikaya karıştırmamak gerekir" diyerek konuyu kapatıyor.
Uluslararası ilişkilerin çatı kuruluşu DEİK ve ülkenin ekonomi ve siyaset alanlarında elit tabakasını yetiştiren, İstanbul'daki St. Georg Avusturya Lisesinin Mezunlar Derneği gibi dernekler, Avusturya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzeltilmesine çalışıyor.
İstanbul'daki bir yatırımcı, "Türkiye'nin AB için ne kadar önemli olduğu konusunda Avusturyalıları ikna etmek politikacıların görevi. Burada insanların temel korkularıyla oynanmamalı" diyor ve kusursuz bir Almanca ile "Türkiye Viyana'daki Türk azınlık demek değil" diyerek sözlerini bitiriyor.
ÖSTERREICH: "TÜRKİYE AKDENİZ BİRLİĞİ KONUSUNDA TEMKİNLİ"
ANKARA, 28/11(BYE)--- Avusturya'da yayımlanan Österreich gazetesinin 27 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Paris çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye, Fransa tarafından planlanan Akdeniz Birliği konusuna temkinli yaklaştığını açıkladı. Abdullah Gül, salı günü Le Monde gazetesine yaptığı açıklamada, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin önerdiği Akdeniz Birliğinin Türkiye'nin AB'ye katılımına bir alternatif olmadığını söyledi. Gül, ülkesinin AB ile olan ilişkisinin hukuki temellere dayandığının da altını çizdi. Gül ayrıca, müzakerelerin devam ettiğini ve hedefin de belli olduğuna vurgu yaptı. Gül, bu nedenle, Sarkozy'nin AB üyeliğine alternatif olarak sunduğu önerinin söz konusu dahi olamayacağını açıkladı.
Gül ayrıca, Fransa'nın, Türkiye'nin iktisadi gücünün bilincinde olan ülkeler arasında yer aldığını da sözlerine ekledi. Gül buna örnek olarak da, "İstanbul'da, Paris'te olduğundan daha fazla Renault var" dedi.
Türkiye'nin AB üyeliğine şiddetle karşı çıkan ve buna alternatif olarak Türkiye'ye imtiyazlı ortaklık vaadinde bulunan Sarkozy, gelecek yıl için iktisadi, siyasi ve kültürel temellere dayanan bir Akdeniz Birliği kurmayı hedefliyor. Bu düşünceye karşı çıkanlar ise, AB ile Akdeniz ülkeleri arasında -Mısır ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı- Avrupa-Akdeniz Ortaklığının (EuroMed) varolduğunun ve bunun daha da güçlenmesi gerektiğinin altını çiziyor.
FRANSA BASINI
AFP: "D'ALEMA: İTALYA, TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNİ 'YÜZDE YÜZ' DESTEKLİYOR"
İSTANBUL, 22/11(AFP)(BYE)--- İtalya Dışişleri Bakanı Massimo D'Alema bugün İstanbul'da yaptığı açıklamada, Ankara'ya daha çok reform çağrısı yaparak, İtalya'nın, Türkiye'nin AB üyeliğini "yüzde yüz" desteklediğini belirtti.
Türk-İtalyan forumunda yaptığı açıklamalarının İngilizce çevirisine göre D'Alema, "Avrupa açılışı onaylamalı ve Türkiye AB'ye tam üye olmalıdır. Türkiye'nin AB üyesi olmak için sarf ettiği çabaları yüzde yüz destekliyoruz, bu bizim ulusal çıkarımıza olur" dedi.
Bakan, Türkiye'nin, İslamcı hareketten gelen hükümet ile laiklik yanlısı muhalefet arasında ilkbaharda yaşanan krizle birlikte, temmuz ayında genel seçimler ve ardından cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması nedeniyle yoğun geçen siyasi yıla rağmen Avrupa blokuna üyeliğini sürdürmesindeki "kararlılığını" memnuniyetle karşıladı.
Bununla birlikte D'Alema daha çok reform çağrısı yaptı ve "Şimdi, Hükümet partisinin büyük zaferinin (genel seçimler) ardından, Türkiye'de daha büyük reformlar göreceğimizi umuyorum ve eminim. Türk toplumu bu reformları istiyor" dedi.
Bakan özellikle Türkiye'ye, Ceza Yasası'nın 301. maddesinin yeniden düzenlenmesi çağrısı yaptı.
Aynı zamanda D'Alema, Türkiye'nin AB üyelik sürecini zehirleyen, Türkiye ve Kıbrıs arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi için 2008 yılının uygun olacağını ileri sürdü.
D'Alema, "Gelecek yıl önemli olacak, zira Kıbrıs'ta seçimler yapılacak ve sorunun gelecek yıl daha kolay çözümleneceğini düşünüyorum" dedi.
DERNIERES NOUVELLES D'ALSACE: "CEZAEVİNDEKİ BİR ALMAN GENCİN LEHİNDE BASKILAR ARTIYOR"
ANKARA, 23/11(BYE)--- Fransa'da yayımlanan Dernieres Nouvelles d'Alsace gazetesinin 23 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:
Almanya ve Avrupa Birliği, ilgili ülkelere sıkıntı veren karışık bir olayda, genç bir İngiliz kıza "cinsel tacizde" bulunmakla suçlanan bir Alman gencin yedi aydan bu yana cezaevinde bulunmasıyla ilgili olarak Türkiye'ye uyguladıkları baskıyı dün artırdılar.
Almanya Başbakanı Angela Merkel televizyonda yayımlanan demecinde, "Bu gence yardım etmek için elimizden geleni yapacağız" dedi. Alman Hükümeti, Marco W.'nin avukatlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine vermek istedikleri dilekçeye katılmayı düşündüğünü açıkladı. Amaç, serbest bırakılmasını ya da en azından 17 yaşındaki lise öğrencisinin tutukluluk şartlarının iyileştirilmesini sağlamak.
Parlamenter grupların tamamı, Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering'den, AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn'den Türkiye nezdinde müdahale olasılıklarını incelemesini talep etmesini istedi. Rehn'in sözcüsü Krisztina Nagy, Avrupa Komisyonunun "insan hakları konusunda, bu meseleyi yakından" izlediğini söyledi.
Avrupalı milletvekili Silvana Koch-Mehrin, "Suçlu olması ya da olmaması çok da önemli değil. Önemli olan, yedi ay süreyle bir çocuğun göz altında tutulmasının, Avrupa'nın hukuk devleti ilkelerine aykırı olmasıdır" dedi.
LE FIGARO: "CUMHURBAŞKANI GÜL: REFORMLAR YENİDEN BAŞLATILACAK"
ANKARA, 27/11(BYE)--- Fransa'da yayımlanan Le Figaro gazetesinin 27 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, Pierre Rousselin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan mülakatın çevirisi şöyledir:
--Türkiye Cumhurbaşkanına Göre, Fransa'nın Akdeniz Birliği Projesi, Ülkesinin Avrupa Birliği Üyeliğine Bir Alternatif Olamaz--
2015 Evrensel Sergisi'nin İzmir'de düzenlenmesi amacıyla Paris'e gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Le Figaro'nun sorularını yanıtladı.
SORU: Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine muhalefetine rağmen Paris ve Ankara arasındaki ilişkiler iyileşiyor gibi görünüyor. Neden?
GÜL: Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkiler eskidir. Bu ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğu dönemine ve cumhuriyetin ilk yıllarına dayanmaktadır. O zamanlar, Fransa bizim için Batı'ya açılan bir kapıydı. Fransızlar, Türkiye'nin ekonomik potansiyelini en iyi bilenler arasında yer almaktadır. Hiç şüphesiz İstanbul'da Paris'tekinden daha çok Renault araba var. Fransız diplomasisi, Türkiye'nin bölgedeki ve dünyadaki rolünü takdir etmektedir. Konjonktürel rastlantılar bu denli önemli ilişkileri değiştiremez. İki ülke arasındaki kaygılar ancak geçici olabilir.
SORU: Ermeni soykırımının inkarını cezalandıran yasa tasarısının Senatoya sunulmaması bu yumuşamaya katkıda bulundu mu?
GÜL: Bu olumlu bir nokta. Ancak bu yasa tasarısı, Fransa'nın bağlı olduğu özgürlük ilkelerine ters düşmektedir.
SORU: Türkiye üç nükleer santral inşa edecek. Fransız sanayisi katkıda bulunacak mı?
GÜL: Neden olmasın? Fransa'nın bu alanda uzman olduğunu herkes biliyor. Geçmişte temaslarımız oldu. Avrupa Komisyonu, Türkiye'yi, Ekim 2005'de üyelik müzakerelerinin başlamasıyla reformları durdurmakla suçladı... Geçen yıla, dikkatimizi meşgul eden ve Türkiye'de demokrasinin ne denli köklü olduğunu gösteren seçimler damgasını vurdu. Biz şimdi reformları yeniden başlatmaya hazırız. Meclis ve Hükümet kararlıdır ve ben de bu konuda oldukça kararlıyım. Bu reformları, Avrupa'dan daha çok kendi halkımıza borçluyuz.
SORU: Türkiye, Avrupa ile ilgili hayallerini yitirdi mi?
GÜL: Pek değil. Geçici zorlukların ötesinde uzun vadede birtakım şeyleri görmek lazım. Müzakere süreci başlamıştır, sonucu ne olursa olsun reformları sürdüreceğiz ve günü geldiğinde, bugün şüphe duyanların Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne verecek çok şeyi olduğunu anlayacaklarına eminim. Türkiye'nin AB için bir yük olacağını düşünmekten ibaret olan yanlış bir algılayış mevcut. Tersine, Türkiye'nin üye olacağı gün, o bunu AB pastasını büyüterek yapacaktır. Ne olursa olsun nihai karar Avrupa halklarına düşecektir.
SORU: Türk Ceza Kanunu'nun "ulusal kimliğe hakaretten" ötürü takibata izin veren 301. maddesi yürürlükten kaldırılacak mı?
GÜL: Yakında birtakım şeyler değişecek. Hükümet ve Meclis oldukça net bir şekilde ifade ettiler.
SORU: Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından savunulan Akdeniz Birliği projesi, Türkiye'nin AB üyeliğine bir alternatif teşkil edebilir mi?
GÜL: Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin hukuki bir temeli vardır. Müzakereler sürmektedir, hedef belirlenmiştir. Bu projenin Avrupa Birliği'ne üyeliğimize bir alternatif teşkil etmesi söz konusu olamaz. Türkiye bir Akdeniz ülkesidir, en geniş kıyılara sahip ülkelerden biridir. Euromed'e ve Barcelona sürecine katılıyoruz ve Akdeniz ile ilgili herşeyle ilgileniyoruz. Sarkozy tarafından teklif edilen projeyi de dikkatli bir şekilde inceliyoruz.
SORU: Kürt yanlısı DTP'nin kapatılma riski var mı?
GÜL: Yargının kararlarına müdahale edemem. Ancak terörizmle mücadelenin demokratik özgürlükleri zayıflatmasına izin vermeyeceğimizi size söyleyebilirim. Türkiye'de önemli boyutlarda bir terörizmin mevcudiyetine rağmen özgürlükler alanını genişlettik.
SORU: Türkiye, Irak ve ABD'den, Irak Kürdistanı'nda PKK'ya yönelik bir askeri operasyondan kaçınılmasına olanak sağlayacak güvenceler aldı mı?
GÜL: Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğüne ve onun istikrarına büyük önem vermektedir. Ancak yerleşik kaos nedeniyle Kuzey Irak terörist örgütler için bir cennet haline gelmiştir. Irak, sınırlarını kontrol etmelidir. Hayır, teröristlerin sızmalarına izin vermeyeceğiz. Bizim tutumumuz anlaşılmıştır ve olumlu gelişmeler olacağına inanıyorum. Bu süreci test etmekteyiz.
SORU: Siyasi erk ile ordu arasında sizin seçilmenizden önce yaşanan şiddetli gerilim yatıştı mı?
GÜL: En küçük bir mesele yok. Genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sorunsuz gerçekleşmiştir. Demokrasi güçlenmiştir ve terörizmle mücadele ordu ile hükümet arasında tam bir işbirliği içinde cereyan etmektedir. Türkiye'nin güçlü bir orduya sahip olmasından dolayı gurur duyuyorum. İçinde bulunduğumuz bölgenin dikkate alınması önemlidir; zira Afganistan'da, Kosova'da, Afrika'da, dünya barışına katkıda bulunuyoruz.
SORU: Partiniz AKP'yi "gizli bir niyeti" olmakla ve Türkiye'yi bir İslam devletine dönüştürmek istemekle suçlayanlara ne cevap verirsiniz?
GÜL: Seçilmemden bu yana, siyasi partilerle bağlarımı kesmeye özen gösterdim. Tüm Türkleri temsil ediyorum. Ancak Türkiye'nin kısa süre önceki yönelimini göz önünde bulundurmaya sizi davet ediyorum; girişilen reformlar, Batı'ya entegrasyon, ekonomik açılım, ülkenin modernleşmesi, diplomasimizin yapıcı yaklaşımı...
SORU: Türkiye, İran ve bölgedeki diğer ülkelerle en üst düzeyde ilişkiler yürütüyor. İran'dan endişe duyuyor musunuz?
GÜL: Tek kaygımız komşularımızla iyi ilişkilere sahip olmaktır ve bu çerçevede İran ile iyi ilişkilere sahibiz. Kısa süre önce Suriye, İran, İsrail ve diğer ülkelerden yöneticilere ev sahipliği yaptık. Bu, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle yapıcı bir yaklaşım sergilemek istediğini göstermektedir.
SORU: Türkiye, Suriye'yi Annapolis Konferansına katılmaya ikna etmek için önemli bir rol oynadı mı?
GÜL: Bu konuları izleyenler bunu iyi bilirler.
İNGİLTERE BASINI
REUTERS: "TÜRKİYE... ANAYASA MAHKEMESİ KÜRT PARTİSİNİN KAPATILMASINI DEĞERLENDİRİYOR"
ANKARA, 23/11(REUTERS)(BYE)--- Gareth Jones bildiriyor:
Anayasa Mahkemesi'nden bugün yapılan açıklamada, bir alt mahkemenin Kürt yanlısı bir partinin kapatılmasına ilişkin yaptığı müracaatın kabul edildiği bildirildi. Bu girişim Ankara'nın Avrupa Birliği girişimine zarar verebilir.
Cumhuriyet savcıları parlamentoda 20 sandalyesi bulunan Kürt yanlısı Demokratik Toplum Partisi'nin, Kürt gerillalarla yakın bağlantıları olduğu iddiaları üzerine kapatılmasını istediler.
Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt, "Cumhuriyet Başsavcılığının müracaatının tartışıldığını ve iddianamenin kabulüne karar verildiğini" ifade etti.
Paksüt, yargılama sürecinin, mahkemenin kararının DTP'ye resmen tebliğ edilmesinin ardından başlayacağını söyledi. Detay vermeyen Paksüt, mahkemenin daha sonra partiye karşı hangi önlemlerin alınabileceği konusunda daha fazla detay sağlayacağını ekledi.
Yargılama sürecinin ne kadar süreceği henüz net değil.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve iktidardaki AK Parti daha önce siyasi partilerin kapatılmasından yana olmadıklarına işaret ettiler. Bu tarz bir adım Ankara'nın AB üyeliği çabasıyla ilgili liberal reformların ruhuyla çelişiyor.
Türkiye daha önce DTP'nin birkaç selefini terörizme destek verdiği ve milli birlik ve güvenliği tehdit ettiği iddiası ile kapatmıştı.
AB yetkilileri Ankara'dan DTP'yi kapatmamasını istedi, ancak partinin de, Türkiye'nin güneydoğusunda Türk güvenlik güçleri ile mücadele eden yasadışı Kürdistan İşçi Partisi PKK militanlarından uzak durmaları gerektiğini de ifade etti.
--Diyalog İhtiyacı--
Analistler DTP'nin kapatılmasının Türkiye'nin güneydoğu bölgesinde yeni bir gerginlik yaratabileceğini ve hükümetin, ülkenin bu fakir bölgesine daha fazla yatırım yapılması çabalarına zarar verebileceğini söylüyorlar.
Sabancı Üniversitesi'nden Profesör William Hale, "Hükümetin Kürt siyasi liderleriyle diyalog kurması gerek. DTP bunu kolaylıkla yapamamış olabilir ama diyaloğun açık tutulması önemli. İkinci olarak partinin kapatılması halinde ülkenin AB'nin ve Avrupa Konseyinin eleştirilerine maruz kalacağı neredeyse kesin. Bu durum Batı Avrupa'da Türkiye'nin AB üyeliğine prensipte karşı olanların iddialarını güçlendirecektir" dedi.
DTP'nin kapatılması partinin 20 milletvekilinin durumunda herhangi bir değişiklik yaratmayacak. Milletvekilleri bu durumda Meclis'te bağımsız milletvekilleri olarak kalabilir veya yeni bir isim altında yeniden grup oluşturabilirler.
Öte yandan bazı DTP milletvekillerinin son günlerde yaptıkları konuşmalar nedeniyle haklarında soruşturmalar açılıyor ve Türk medyasında savcıların bu milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını isteyebileceklerine dair haberler yer alıyor.
Hale, yeni yasaların partilerin kapatılmasını eskisine göre daha zor hale getirdiğini söylüyor.
Selefi partileri kapatılmış olan AK Parti'nin lideri Erdoğan partilerin kapatılmasını daha da zor hale getirecek yeni düzenlemeler için çaba gösterebilir.
DTP milletvekilleri PKK'yı bir terör örgütü olarak kınamayı reddetmekle öfkeye yol açtılar. AB ve ABD de Türkiye gibi PKK'yı bir terör örgütü olarak niteliyor.
KIBRIS RUM BASINI SİMERİNİ: "KIRMIZI BEZ..."
LEFKOŞA, 27/11(BYE)--- Fanatik sağ eğilimli, EOKA-B çizgisinde Simerini gazetesinin 26 Kasım 2007 tarihli sayısında, Yannos Haralambidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Nicolas Sarkozy Ankara için kırmızı bezdir. Fransız Cumhurbaşkanın politikası, yani Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde yeri olmadığı yönündeki politikası, eli kolu bağlı oturmayan Ankara'yı kızdırıyor. Atak diplomasisiyle karşılık veriyor. Ali Babacan aracılığıyla şunu açıklıyor: "Ülkedeki reformlar AB empoze ettiği için değil, Türk halkının iyiliği için yapılıyor".
Babacan'ın açıklamasının somut bir siyasi alt yapısı vardır:
İlk olarak, reformlar ülkenin globalleşme çerçevesinde maruz kaldığı ekonomik baskılara dayanması açısından Türkiye için gereklidir. Nitekim:
a) Devletçilik şeklindeki Kemalist ilke ekonomik krizleri önleyemedi ve 2000 yılında bu kriz tavana vurdu. Üstelik bu ilke, Türk Kemalist kurulu düzenine, ülkenin zenginliğini kontrol etme ve birbirini kayırma ile yeniden türeme fırsatı veren bir yöntem ve taktik şekliydi.
b) International Monetary Found (Uluslararası Para Fonu) Türk ekonomisini himayesi altına aldı ve banka sisteminin değişmesinden makro ekonomik politikaları düzenleme düzeyine kadar bir dizi önlemler empoze etti.
İkinci olarak, AKP ve Erdoğan reformları durduramaz, nitekim reformların durdurulması halinde ekonomi çökse de çökmese de Erdoğan Hükümeti çöker. Neden? Çünkü Erdoğan'ın içeride elde ettiği dinamik, yalnızca İslam din unsurunun kullanılmasına dayanmıyor. Aynı zamanda, yüzde yedilere dayanan gelişme rakamlarına ve fanatik AKP sempatizanı olan orta çaplı iş adamları grubunun yaratılmasına dayanıyor. Bu grup Kemalist düzene karşı dengeleyici unsur oluyor. Dolayısıyla, reformlar Erdoğan'a iktidar kapılarını açan ve onu ordu karşısında güçlendiren anahtardır.
Üçüncü olarak, Türkiye pazarlık yapıyor. Hem de şark kurnazlığı şeklinde... Türkler, AB'ye yalvarmadıklarını söylüyor. Türk politikası şu argümana dayanıyor: Türkiye gelişip ekonomisi AB'nin kişi başına düşen milli gelirine denk geldiğinde Avrupalılara ihtiyaç duymayacak; AB Türkiye'ye ihtiyaç duyacak.
Şu konularda:
a)Büyük bir pazar ve ekonomi olarak.
b)Stratejik ve jeopolitik enerji kavşağı olarak. Nitekim, enerji yollarının yüzde onu topraklarından geçiyor.
Bu şekilde, Türkiye'nin bu kadar iyimser bir geleceği varsa ve AB olmadan yaşayabiliyorsa, öte yandan Avrupa'da Sarkozy'nin anlayışı oldukça geçerliyse her ikisi de üzülmesin... Avrupa ve Türkiye, tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık ile yan yana yaşayan iyi işbirlikçiler olmaya devam etsinler.
YUNANİSTAN BASINI
ANTENNA TV: "PKK, TÜRKİYE-AB KARMA PARLAMENTO KOMİSYONU TARAFINDAN KINANDI"
ANKARA, 23/11(BYE)--- Yunanistan'ın özel Antenna televizyonunun 23 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Ankara'da 58'nci Genel Kurulu sona eren Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, PKK'nın terörist faaliyetlerini kınadı.
Komisyon'da yer alan Hollandalı Parlamenter Joost Lagendijk yaptığı basın toplantısında, PKK'nın, Kürt sorununun çözümünün bir parçası olamayacağını savundu.
AB'nin neden PKK'yı kınamakta geç kaldığı sorusuna Lagendijk, AB'nin bu konudaki tavır değişikliğinin dünyadaki gelişmelerle bağlantılı olduğunu belirtti.
Son yıllarda Türkiye'nin, zorluklara rağmen bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasında büyük mesafe katettiğini vurgulayan Lagendijk, "PKK, Demokratik Toplum Partisinin (DTP) TBMM'de bulunmasını istemeyebilir" dedi.
Türk Ceza Kanunu'nun 301'nci Maddesi'ne de değinen Lagendijk, "301'nci Madde'nin değiştirilmesi iki yıldan beri tartışılıyor. Artık bunu yapmanın zamanı gelmiştir. 301'nci Madde Türkiye'nin dışarıdaki imajını zedeliyor. Türkiye'nin AB içindeki düşmanlarının da bunu istiyor. Düşmanların elinden bu silahı alın" dedi.
DTP'nin kapatılmasına ilişkin olarak Lagendijk, bir partinin kapatılmasının Avrupa'da en iyi çözüm olarak görülmediğini söyledi.
Joost Lagendijk daha sonra DTP Grup Başkanı Ahmet Türk ile görüştü. Lagendijk Türk'e, DTP'den PKK'nın faaliyet stratejisini desteklemediği açıklamasını beklediklerini söyledi.
TO VİMA: "HERVE MORİN: AB İLE İMTİYAZLI İLİŞKİLER... TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİNE 'HAYIR'"
ATİNA, 23/11(BYE)--- Tirajı günde 48 bin olan To Vima gazetesinin 23 Kasım 2007 tarihli sayısında, Angelos Koveos'un Fransa Savunma Bakanı Herve Morin ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
Fransa Savunma Bakanı Herve Morin, savunma sanayinde Yunanistan'la daha yakın ilişkilerin kurulmasına öncelik tanıyor. Yeni Mirage 2000-5'lerin bugün Yunan Hava Kuvvetleri gücüne dahil edilmesi vesilesiyle Yunanistan'ı ziyaret etmekte olan Morin, bugün Başbakan Kostas Karamanlis ile görüşecek. Morin, gazetemize verdiği demeçte, Fransa'nın AB dönem başkanlığı sırasında AB-Türkiye özel ilişkisini belirtecek olan girişimlerde bulunacağına dair bir ön açıklamada bulundu, Avrupa Birliği'nin Kosova'da önemli rol oynaması gereğinin altını çizdi, güvenlik ve savunma için bir "Beyaz Kitabın" düzenlenme aşamasında olduğunu açıkladı.
KOVEOS: Sayın Bakan, Mirage 2000-5'lerin resmi teslimatı nedeniyle ülkemizi ziyaret ediyorsunuz. Savunma işbirliği alanında Fransız-Yunan ilişkilerinin daha da pekiştirilmesi için olanaklar var mı? Bu işbirliği, savunma malzemesi siparişlerinden daha da ileriye nasıl gidebilir?
MORİN: Fransa, Yunanistan ile siyasi, askeri ve sanayi alanında kapsamlı bir işbirliği geliştirmek istiyor. Askeri alanda, askerlerimiz zaten Kosova, Afganistan ve Lübnan'da birlikte görev yapıyorlar. Bundan böyle, ortak tatbikat, deneyim teatisi ve ortak eğitim gibi birçok alanda belirli işbirliklerinde bulunmayı istiyoruz. İstediğimiz, ilişkilerimize gerçek bir sanayi işbirliğinin de refakat etmesi, bu konu da şimdi her zamankinden daha fazla ön plana çıkıyor.
KOVEOS: Fransız hükümetinin Türkiye'nin Avrupa üyeliğiyle ilgili tezleri biliniyor. Atina konuya farklı bir şekilde yaklaşıyor. Sizce iki ülke tezleri arasında yakınlaşma payı var mı ve varsa hangi şartlar altında?
MORİN: Cumhurbaşkanı Sarkozy net ifade etti; Fransa için Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde yeri yok. Fakat Türkiye ile imtiyazlı bir işbirliğinin geliştirilmesi Avrupa için gereklidir. Bu bağlamda, imtiyazlı bir işbirliğinin geliştirilmesiyle ilgili olan 30 bölüm üzerinde müzakerelerin devamını, fakat ülkenin AB üyeliğiyle doğrudan bağlantılı olan beş bölümün görüşülmemesini öneriyoruz. Bu süreç -ve bu noktada Yunanistan da hemfikir- Türkiye'deki yapısal reformların devam etmesine bağlı. Buna paralel olarak, Fransa Avrupa Birliği'nin gerçek değerleri konusunu, Avrupa planının 20-30 yıl sonra nasıl olacağını tekrar gözden geçirmek istiyor. Fransa bu yıl sonunda bir Uzmanlar Heyeti'nin oluşmasını, bu heyetin yukarıda sözünü ettiğim konuları ele almasını istiyor.
KOVEOS: Kosova'nın statüsü, Avrupa diplomasisinin de gündeminde olan bir konu. Bölgede yeni gerginliklerden kaçınmak için nasıl bir tutumun benimsenmesi gerekir?
MORİN: Fransa için Kosova konusu, her şeyden önce bir Avrupa konusudur. Avrupa'da birlikteliğin sağlanması, bu konuya yaklaşımı için öncelikli bir konudur. Troyka'nın gözetimi altında yapılmakta olan müzakerelerin 10 Aralık'a kadar herkes tarafından kabul edilecek bir çözümle tamamlanması yönündeki çabaları sonuna kadar desteklemeliyiz. Fakat Avrupa, hem Kosova'da hem de geniş bölgede genelde rol oynamaya her zaman hazır olmalı. Uygun bir şekilde faaliyet göstermeli. Güvenlik ve savunma alanında Kosova'da bir uluslararası varlığın bulunması zorunlu görülüyor. Bu varlık, Marti Ahtisaari'nin raporunda da denildiği üzere, azınlıkların korunması için en iyi garanti sayılıyor. Bu bağlamda Avrupa Birliği, polisi ve hukuk devletini desteklemek amacıyla Kosova'da Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'nın bir operasyonu için hazır olmalı.
KOVEOS: Birçoklarına göre Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin ülkeyi yönetme modeli Avrupa'nın bütün merkez-sağ hükümetleri için örnek oluyor. Bu görüşün Avrupa'nın dış ve savunma politikası hedeflerine de değişiklikler getirmesi olası mı?
MORİN: Cumhurbaşkanı için iddialı ve bağımsız bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, Fransa'nın AB dönem başkanlığı için öncelikli bir konudur. Avrupa Birliği'nin güvenlik alanına, stratejisine ve operasyon ihtiyaçlarına ilişkin hedeflerimizi hep birlikte yenilemeliyiz. Fransa savunma ve güvenlikle ilgili düzenlemeler konusunda, Beyaz Kitap'la bu soruna karşı bir katkıda bulunacak.
ABD BASINI
AMERİKA'NIN SESİ: "CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL, FRANSA BAŞBAKANI FİLLON İLE GÖRÜŞTÜ"
ANKARA, 28/11(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 07.00-07.30 Türkçe yayınından:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Fransa Başbakanı François Fillon ile bir araya gelerek, Ermeni soykırımı, terör ve AB ile devam eden müzakerelerde Fransa'nın tutumunu görüştü.
Cumhurbaşkanı Gül, görüşmenin ardından, Fransa'nın Ermeni soykırımını inkar edenlere hapis cezası öngören yasayı yeniden gündeme getirmeyeceğine inandığını, Fransa'nın Türkiye'nin AB ile müzakerelerinde iki yeni başlığın açılmasını da engellemeyeceğini kaydetti.
Arzu Çakır Paris'ten bildiriyor:
İzmir'in Dünya Expo-2015 fuarına adaylığı için temaslarda bulunmak üzere Paris'e gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gezisinin ikinci gününde Fransa Başbakanı François Fillon ile Türkiye'nin Paris Büyükelçiliğinde görüştü. İki politikacı görüşmede, ülkeleri arasında uzun süredir medya aracılığıyla devam eden ve krize yol açan konuları doğrudan görüşme şansı yakaladı.
Görüşmenin ardından basın toplantısı düzenleyen Cumhurbaşkanı Gül, sorular üzerine, Türkiye ile Fransa arasında gerçek bir krize dönüşen Türkiye'nin AB üyeliği konusuna değindi. Gül, Fransa'nın AB yolunda bir engel oluşturmayacağı ve aralık ayında açılması beklenen iki yeni başlığa da karşı çıkmayacağı izlenimi edindiğini söyledi.
Gül: "Bizim kendimize düşenleri yapmamız gerekir. Türk halkının çıkarına olduğu için yapmamız lazım. Müzakere süreci sadece siyasi bir süreç değil, aslında teknik bir süreçtir. Biz kendi işimize bakıp da her sene bunları gerçekleştirip Türkiye'yi güçlendirdiğimizde, beş sene sonra Türkiye, çok farklı bir Türkiye olacak. Bugünkü gayrisafi milli hasılasını ikiye katlayan bir ülke olacak. Dünya siyasetindeki ağırlığı bugünkünden çok daha farklı olacak. Böyle bir ülkeye hiç kimse istediği gibi davranamaz."
Cumhurbaşkanı Gül, Sarkozy'nin Akdeniz Birliği önerisini değerlendirirken de Akdeniz Birliğinin Türkiye'nin AB üyeliğinin alternatifi olamayacağını kaydetti.
Gül, Fransa Meclisinden geçtikten sonra Senato aşamasında soğutulan Ermeni soykırımını inkar edenlere hapis cezası verilmesini öngören inkar yasasının da gündeme gelmeyeceğini söyledi.
Gül: "Bu konuyla ilgili iddialar söz konusuysa, o zaman bunlara siyasetçiler karar veremez. Ancak tarihçiler, bilimadamları karar verir. Türkiye üstüne düşeni yapmıştır. Dolayısıyla 'Buyursunlar, bütün tarihçiler bunları incelesinler' dedik. Ayrıca Başbakan Fillon'a bizim ortak tarih komisyonumuzdan bahsettim. Kendisi bunu makul buldu. Siyasetçilerin değil, tarihçilerin karar vermesinin doğru olduğunu söyledi. Ortak tarih komisyonunu desteklediğini söyledi. Güzel şeyler duydum. Hükümet olarak düşüncelerini açık biçimde paylaştı."
Bir soru üzerine DTP'nin kapatılması konusunu da değerlendiren Cumhurbaşkanı Gül şöyle dedi: "O Türkiye'nin kendi konusu. Mahkemeye intikal etmiş bir konu. Demokrasi, terörü ve teröristleri izole eder. Demokrasiyi hiçbir zaman Türkiye'de zayıflatmadık. Hatta bazı ülkeler, terörle mücadele adına temel hak ve özgürlükleri sınırlandırırken, Türkiye geçen süre içinde bunları genişletti. Bütün bunlar aslında terör grubunu izole etti. Genel olarak, Türkiye'deki demokrasinin derinleşmesi, pekişmesi, terörle mücadelemizi güçlendirir, kuvvetlendirir. Ben bunu söylüyorum."
Gül'ün Fillon ile görüşmesinin en önemli gündem maddesini nükleer santral ihaleleri oluşturdu. Avrupa'da bunu en iyi inşa eden firmalar ise Fransız firmalar. Türkiye'de konuya ilişkin yasanın geçmesinin ardından Fransa da Türkiye'nin santral yapımı konusuna son derece ilgili yaklaşıyor.
Bu arada Başbakan Fillon, Sarkozy'in gelecek yıl Türkiye'ye gelmek istediğini de Gül'e aktardı. Fillon, gelecek sene Fransa'da "Türk Mevsimi" düzenleyeceklerini de belirterek, kültürel faaliyetlerin organizasyonu için çok ciddi hazırlık yapmaya başladıklarını, bunun başına da çok önemli bir kişiyi getireceklerini söyledi.
JAPONYA BASINI
SANKEI SHIMBUN: "AB SAYESİNDE GERÇEKLEŞEN DEĞİŞİM"
TOKYO, 26/11(BYE)--- Tirajı 2 milyon 66 bin olan muhafazakar eğilimli Sankei Shimbun'un 26 Kasım 2007 tarihli sayısında, Daisuke Murakami imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
"AB'nin sahip olduğu zenginlik ve özgürlüğü elde etmek için, AB üyesi olmak kesinlikle şart. Atatürk'ün kurduğu devletin halkı idare etmesi yerine, halkın ülkeyi idare edeceği sisteme gidilmesi gerekiyor." Medyada muhalif yazıları yer alan İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden Mehmet Altan böyle diyor. "Demokrasi, kontrolü elinde bulunduran ordu ve bürokratlardan geri alınmalıdır" diyerek, günümüz Türkiye Cumhuriyeti'nin rejim sorunlarını eleştirerek, demokrasi, insan hakları, etnik haklar gibi konularla AB'nin Türkiye'yi değişime zorladığını belirtiyor.
Altan, ülkenin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmasından bu yana, "nasyonalist sertliğin kuvvet bulduğu değişim" ve "İslami gücün toplumun geniş bir kitlesince saygı görmesi" ile "ikinci dönem cumhuriyetçilik" olarak adlandırdığı yeni düşünce akımını 1991 yılında açıklamıştı.
Bu ikinci dönem cumhuriyetçiler içinde, Altan dışında, sol görüşten dönen laiklik yanlısı fikir adamları ve gazetecilerden oluşan 12 kişi bulunuyor. 2006 yılında Türk olarak ilk Nobel ödülü alan Orhan Pamuk da bunlardan biri.
Pamuk, ödülü almadan önce 2005 yılında, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Türkiye'nin güneydoğusunda "Ermeni soykırımı iddialarına" ilişkin olarak, Türkiye'nin insan hakları konusunda Avrupa'nın eleştirilerini kabul eder yönde, "hükümet, gerçekleri kabul etmelidir" açıklamasında bulunması üzerine, ülke içinde şiddetli eleştirilerek maruz kalmış, ülkeye hakaret suçundan yargılanması konusu gündeme gelmişti.
Altan'ın eleştirilerini yönelttiği adres, aynı savaşta Batılı askeri güçlere karşı verilen Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesine liderlik eden Atatürk'e de uzanıyor. "Savaşta kazanan askerler ve ordunun kurduğu ülkede demokrasinin sağlanması çok zor. Zaten, Atatürk'ün düşüncelerinden oluşan Kemalizmin altı ilkesinde, "demokrasi" kavramı bulunmamaktadır. Ama, onların kurduğu günümüze uymayan Türkiye, AB'nin sayesinde değişmektedir" diyor.
Türkiye'de ordu, 70'li yıllarda sol görüşlülerin yarattığı gerginlik ve toplumda ortaya çıkan kaos neticesinde 1980'de, 1960'tan beri dördüncü darbeyi yaptı. Bu tarihte Altan da gözaltına alınanlar arasındaydı. Altan'ın sözlerinde, Atatürk'ün varlığını temel alarak, ülke içinde önemli ölçüde söz sahibi olan ordunun, bu konumun bozulması isteğinin olduğu gözleniyor.
--İslam Yanlıları Durumu Nasıl Gözlemliyor?--
"Hükümet içinde, İslam yanlısı muhafazakarlar da var, liberal laiklik yanlıları da. Türkiye'de milliyetçilik çerçevesinde baskıya uğrayan Kürtler de bu hükümete destek veriyor."
1998 yılında ordunun baskısıyla kapatma kararı alınan Refah Partisinden doğan İslam yanlısı iktidar partisi AKP, "AB üyeliği anlamsızdır" diyen Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan'ın çizgisini 180 derece değiştirerek, AB üyelik görüşmelerinde önemli ilerlemeler kaydedilmesini sağladı.
Baskı nedeniyle, başörtüsü yüzünden üniversiteye devam edemeyen kızlar, Avrupa'dan eğitim hakkı aradı. Başörtüsüyle eğitimlerini sorunsuz tamamladılar. Bu tür örnekler, İslam yanlılarının, sadece, AB üyeliğine girilmesi düşüncesine destek vermeye başlamasına önayak olmakla kalmayıp ödün vermeyen laikliliğin ülke içindeki konumunun bozulması yönünde karar almasını da etkiledi.
AB'nin Türkiye'ye, AB üyeliğine engel olarak gösterdiği konulardan biri de "insan haklarının tam sağlanamadığı" yönünde. Din yanlılarının, ülkede ödün vermez laiklik yanlılarınca oluşturulan baskıdan kurtulmak ve "askerin siyasete müdahalesi"ni eleştirmek konularında AB'yi kendilerine destek veren güç olarak gördükleri gözlemleniyor.
1920'li yıllardaki toplumsal yapıya modernleşme adına Batılı fikirleri sokmak isteyen laiklik yanlısı Türkiye, 50'li yılların ortalarından beri AB'ye girme yolları arıyor.