- ANA SAYFAGiriş Noktanız
- BAŞKANLIKKurumsal Yapı
- BİR BAKIŞTA ABAB Yapısı ve İşleyişi
- AB İLE İLİŞKİLERTürkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
- Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi
- Temel Belgeler
- Anlaşmalar
- Protokoller
- Katılım Ortaklığı Belgeleri
- Ulusal Programlar
- Avrupa Komisyonu Tarafından Hazırlanan Türkiye Raporları
- Genişleme Strateji Belgeleri
- AB'ye Katılım için Ulusal Eylem Planı (2016-2019)
- AB'ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı (2021-2023)
- Ortaklık Konseyi Kararları
- Türkiye-AB Zirvelerine İlişkin Belgeler
- Kurumsal Yapı
- Gümrük Birliği
- Türkiye- AB Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantıları
- VERİKaynaklar
- MEDYAHaber / Duyuru
- İLETİŞİMBize Ulaşın
- 2008-02-28 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2008-02-26 AB Bülteni
- 2008-02-25 AB Bülteni
- 2008-02-22 AB Bülteni
- 2008-02-21 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2008-02-21 AB Bülteni
- 2008-02-20 AB Bülteni
- 2008-02-14 Haftalık AB -Türkiye Haberleri
- 2008-02-07 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2008-02-05 AB Bülteni
- 2008-02-04 AB Bülteni
- 2008-02-01 AB Bülteni
2008-02-28 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
2008-02-28 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
ALMANYA BASINI
TBMM TARAFINDAN KABUL EDİLEN VAKIFLAR YASASI'NIN ALMAN BASININA YANSIMALARI
BERLİN, 22/02(BYE)--- TBMM tarafından kabul edilen Vakıflar Yasası'nın Alman basınına yansımaları şöyledir:
Frankfurter Allgemeine Zeitung'da, "Türkiye'deki Azınlıklar Güçlendi... Ankara'daki Meclis Vakıflar Kanunu'nu Onaylıyor" başlığı altında ve Rainer Hermann imzasıyla yayımlanan, İstanbul çıkışlı yazıda şöyle denilmiştir: "Türk Parlamentosu, şiddetli tartışmaların ardından eski Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edilen gayrimüslim azınlıklarla ilgili Vakıflar Yasası'nın belirli maddelerini muhalefetin karşı oylarına rağmen karara bağladı. Kabul edilen maddelerin ulusal güvenliğe zarar vermesinden endişelenen milliyetçi muhalefet partileri CHP, MHP ve DSP, öncelikle 1972 yılından bu yana devletin el koyduğu mülklerin vakıflara iadesine karşı çıkıyor. Diğer yandan ilk kez yabancıların karşılıklılık esasına göre vakıf kurabilmelerine ve yine ilk kez yurt dışındaki kuruluşlarla iş birliği yapabilmelerine izin veren yasa, gayrimüslimlerin günlük yaşantısını kolaylaştırmakla birlikte, bütün talepleri karşılamıyor. AB, Türkiye'den uzun süreden beri gayrimüslim azınlıklara ayrımcılık yapılmasına son verilmesini talep etmekteydi. CHP, Yasayı Anayasa Mahkemesine taşıyacağını açıklarken, MHP de bu Yasanın 1920 yılında yapılan, Türkiye'nin bölünmesini öngören Sevr Barış Anlaşması'na geri dönüş anlamına geleceğini kaydetti. Solcu Bağımsız Milletvekili Genç ise, yasanın, Rum Ortodoks Hristiyanların ekümenik partikhanesi tarafından hazırlandığını iddia etti. Hükümet partisi AKP ile muhalefet partileri arasından, bir vakfın yönetim kurulunun kimlerden oluşacağı konusu ise tartışmasız olan tek şey."
Die Welt gazetesinde, "İsa'ya Celpname... Türkiye Kiliselerin Vakıflaşma Hakkını Reforme Ediyor...Uygulamaya Dair Kuşkular" başlığı altında ve Boris Kalnoky imzasıyla yayımlanan İstanbul çıkışlı yazıda şu ifadelere yer verilmiştir: "Türk Meclisi, ülkedeki Hristiyan kiliselerin varlığına dayanak teşkil eden Vakıflar Kanunu'nu reforme etmeyi kararlaştırdı. Türkiye'de tüzel kişiliği olmayan kiliseler esasen yok. Kiliseler şimdiye kadar sadece, kendileriyle hiçbir hukuki bağın olmadığı kamu yararına çalışan vakıflar üzerinden gayrimenkul sahibi olabiliyordu. Bu, yeni yapılan reform sonrasında da böyle kalacak. 1939 yılından beri malları ellinden alınan azınlık kiliselerinin yok edilmesi hedeflenmişti. Şimdi ise yeni Yasa ile el konulan mallarının iadesi; mal mülk alımına, yurt dışından mali destek yapılmasına ve bağış kabul etmelerine izin verilmesi öngörülüyor. Her halükarda Yasa metninde bunlar yazıyor. Ancak satır aralarına bakıldığında, Türk Vakıflar Yasası'nı tanıyanların bildikleri bazı hususlar dikkati çekiyor. Vakıfların çoğu, cemaatleri tükendiği gerekçesiyle art arda kamulaştırıldığı için, el konulan malların çoğu, el konulmuş mal olarak sayılmıyor. Bu, bir yandan doğruydu. Zira sürülen Ermeniler ve Rumların vakıflarına ait mallara, daha doğrusu vakıflara el konulmuştu. Burada söz konusu olanın kilise mallarının iadesi değil de, bizzat vakıfların iadesi olduğuna, yeni Yasada yer verilmedi. Bu durumda mevcut vakıflar, el konulan mallarını geri alabilecek. Prensipte 2002/2003 yılında yapılan reformdan bu yana bu, zaten mümkündü. Ancak istatistikler, 2300 iade başvurusunun 400'ünün belgeler eksik olduğu için ve 800'ünün mallar üçüncü şahsa ait olduğu gerekçesiyle mahkemeler tarafından reddedildiği görülüyor, ki üçüncü şahsa satılan gayrimenkuller yeni Yasa ile de iade edilmeyecek. Bazı gayrimüslim vakıfları, vakfın kurucusu olarak İsa veya diğer azizlerin adını vermişler. Mahkemeler bu yüzden, vakfın kendisine ait olduğunu teyit etmesi için İsa'ya celpname gönderiyor. Diğer vakıfların sahipleri ise vefat etmiş durumda. Bazılarına ise el konulmuş ve üçüncü bir kişiye satılmış. Bu durum davaların sürüncemede kalmasına neden oluyor. Yasayı "çözüme kavuşmayan bir yığın soruna rağmen ileriye atılmış bir adım olarak gören" İstanbul'daki Rum Ortodoks Patrikhanesinin avukatı Ata Sakmar, temkinli bir iyimserlik içinde. AB'den reformla ilgili olarak yapılan ilk açıklama da olumluydu. Buna karşın karamsar bir tablo çizen insan hakları savunucusu Baskın Oran, vakıfların sadece anlaşmalarında belirtildiği takdirde uluslararası kuruluşlarla faaliyet ve iş birliğine gidebileceğini, oysa vakıfların çoğunun anlaşmasında böyle bir ifade bulunmadığını, ayrıca Medeni Kanun'un yeni vakıf kurulmasını da yasakladığını belirtiyor. Yeni yasanın ne anlama geldiğini görmek için uygulamayı beklemek gerekecek. Zira, geçmişte de uygulamanın genelde yasanın kendisinden daha önemli olduğu görülmüştür."
Süddeutsche Zeitung'da "Türkiye, AB'ye Boyun Eğiyor... Meclis Hristiyanların ve Yahudilerin Haklarını Güçlendiriyor" başlığı altında ve "epd/kna"ya atfen yayımlanan İstanbul çıkılı haberde şu ifadeler yer almıştır: "Türk Meclisi çarşamba akşamı muhalefetin şiddetli direnişine rağmen, Hristiyanların ve Yahudilerin mal mülk edinme haklarını güçlendiren Vakıflar Yasası'nı karara bağladı. Yasa taslağı, Kemalist ve milliyetçi muhalefet partilerinin iktidardaki AKP'yi, ulusal çıkarları Hristiyanlara ve Yahudilere satmakla suçladığı şiddetli tartışmaların ardından Mecliste hazır bulunan 314 milletvekilinden 242'sinin oylarıyla kabul edildi. Azınlıklara gayrimenkullerinin iadesini öngören Yasa, hükümet tarafından Kasım 2006'da bir kez daha karara bağlanmış, ancak dönemin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edilmişti. Yeni Cumhurbaşkanı Gül'ün ise Yasayı onaylayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Azınlıklar da, sadece kısa bir süre önce el konulan malların iadesini isteyebilecek olmalarını ve el konulduktan sonra üçüncü bir şahsa satılan malların geri verilmeyecek olmasını eleştirdiler. Türkiye'deki Hristiyan ve Yahudi cemaatleri tüzel kişilikleri olmadığı için genelde vakıf olarak örgütlenmiş bulunuyor. 1974 yılında alınan bir mahkeme kararı uyarınca devlet, 1936 yılından sonra satın alınan, toplam değeri 150 milyon doları bulan bütün gayrimenkullere el koymuştu. Bu mal varlığı, kendi okullarını kendileri finanse ettiğinden azınlıklar için büyük önemi haiz. AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Brüksel'de yaptığı açıklamada Vakıflar Yasası'nı "ileriye yönelik önemli bir adım" diye övdü. Dini azınlıkların özgürlüğünün Türkiye'nin olası AB üyeliğinin en önemli koşullarından biri olduğunu kaydeden Rehn, AB'nin Yasanın nihai halini inceleyeceğini belirtti. Türkiye'de yaklaşık 125 bin Hristiyan ve 23 bin Yahudi yaşıyor. Dini cemaatlerin mallarının elinden alınmasına dayanak olarak, laik devlet geleneği gösterilmişti. Bu şekilde eş zamanlı olarak İslamcı güçlerin de kontrol altında tutulması öngörülmüştü.
Vakıflar Yasası'nı eleştirenler, Türk Hükümetinin Yunanistan'daki azınlıkların zararlarının da karşılanmasında ısrarcı olmasını talep ediyor."
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "AZINLIKLAR İÇİN BİR YASA"
BERLİN, 22/02(BYE)--- Tirajı günde 412 bin olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 22 Şubat 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında ne isterseniz düşünebilirsiniz. Ancak gayrimüslimlere ilişkin yeni Vakıflar Kanunu çerçevesinde sürdürülen tartışmayı izlemiş olan bir kişi, Erdoğan'ın partisi AKP'nin halihazırda Avrupa için neden muhtemel tek ortak olduğunu hatırlayabilir.
Mecliste konu hakkında sürdürülen tartışmalar, Türkiye'nin hala içinde bulunduğu sabit fikirlilik ve paranoyayı su yüzüne çıkardı. İstiklal Savaşı'nın kahramanlıklarını vurgulayan ve hükümeti ülkeyi satmakla suçlayan milliyetçiler ile Cumhuriyet'in tehlikede olduğunu ileri süren sözde sosyal demokratlar, kanun tasarısına karşı çıkılması çağrısında bulunmuşlardı. Peki neden? Hükümet ve Meclis, bir avuç Hristiyan ve Yahudi cemaatine, devletin ellerinden aldığı malları kısmen iade etmek istediği için. İyi haber, hükümetin istediğini kabul ettirmiş olmasıdır. Zira çıkardığı yasa, dini azınlıklara bir nebze özgürlük ve maddi güvence veriyor. AB de bu nedenle alkış tutuyor.
Ancak alkışların çekimser kalmasının nedeni var. Gayrimüslimlere yönelik eziyetlerin listesi uzun. Ortodokslar hala kendi din adamlarını yetiştiremiyorlar. Hatta Katolik Kilisesi resmen yok. 2002 yılında iyi niyetle hazırlanan benzer bir reform yasası bürokrasi tarafından sabote edilmişti. Şimdi buna rağmen ilk adım atıldı. Başörtüsünden çok muhalefetin milliyetçiliğinden korktuklarını söyleyen Türkiye'deki Hristiyanlar ve Yahudiler bir kez daha haklı çıktılar.
DIE WELT: "TÜRK DEVLETİ VE HRİSTİYAN KİLİSELERİ... KÜÇÜK DE OLSA BİR ATIŞ"
BERLİN, 22/02(BYE)--- Tirajı günde 264 bin olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 22 Şubat 2008 tarihli sayısında, Boris Kalnoky imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye'deki kiliseler onlarca yıldan bu yana hukuki haklara sahip olmamaktan mustaripler. Tüzel kişiliğe sahip olmayan kiliseler mal sahibi olamıyor ya da sahip oldukları malları yönetemiyorlardı. Bu yalnızca vakıflar üzerinden yapılabiliyordu. Vakıflar hukuku 20. yüzyılda, Hristiyan kiliselerinin mal varlıklarının ellerinden alınmasını mümkün kılacak şekilde uygulanmıştı. AKP Hükümeti, bu uygulamayı kaldırma sözü vermişti. 2002/03 yılında yapılan ilk yasa değişikliği önce olumlu karşılansa da, daha sonra uygulamada yaşanan sorunlar nedeniyle karmaşıklığa yol açmıştı. Şimdi ise yeni reform gerçekleştirildi. Kabul edilen yeni Vakıflar Kanunu uyarınca el konulan malların iade edilmesi ve vakıflara yurt dışından destek verilmesi mümkün olacak.
Yeni yasa iki şekilde yorumlanabilir: Yapılan değişiklik bir yandan reform olmayan bir reform olarak görülebilir. Kiliselerin eski mal varlıklarının çoğu yeni yasayla da iade edilmeyecek. Geçmişin sorunlarının çoğu esasen nihai olarak çözülmez ilan edilmiştir.
Bununla birlikte, kanunda yer alan iki hüküm, kiliseler için yeni bir başlangıç anlamına gelebilir. Buna göre vakıflar gelecekte satın alma ya da bağış yoluyla gayrımenkul sahibi olabilecek, sahip oldukları gayrimenkulleri karşılıklı olarak devredebilecek ya da yurt dışından bağış kabul edebilecekler. Bu düzenleme, Türkiye'deki kiliselerin yeniden sağlıklı bir ekonomik temele sahip olmalarının temel şartını teşkil ediyor.
AB, dini azınlıkların durumlarının iyileştirilmesini Türkiye'nin AB üyeliği için şart koşmuştu. Brüksel şimdi, yeni kanunun bu şartın gerçekten yerine getirilmesini sağlayıp sağlamadığını tam olarak izlemek zorundadır.
HAMBURGER ABENDBLATT: "SİYASİ AHMAKLIK"
ANKARA, 23/02(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Hamburger Abendblatt gazetesinin 23 Şubat 2008 tarihli sayısında, Thomas Frankenfeld imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yorumun çevirisi şöyledir:
Kosova bağımsızlığına kavuşuyor ve Türk ordusu Kuzey Irak'a giriyor. İki olay birbiriyle bağlantılı görünmüyor. Fakat Türkiye'nin kara harekatıyla vurmayı amaçladığı PKK, toprağı olmayan büyük halkın mücadele örgütü konumunda; Kürtlerin. Öte yandan Kosova'daki gelişmeler de, PKK'nın, kendi devletlerini vuruşarak kazanma uğurundaki yakıcı ihtirasını artık iyice körükleyeceğe benziyor.
Topraklarına sınır ötesinden terör getiren bir militan örgütlenmeye karşı kendini savunma hakkı olduğundan uluslararası hukuk açısından Türkiye'ye bir suçlama yöneltmek zor görünüyor. Irak ordusu sınırı koruyacak durumda değil.
Ancak siyasi bakış açısından söz konusu operasyon ahmakça. Kürtlerle yaşanan ihtilaf, ABD'yi zorlarken savaş kıvılcımlarını da şu ana değin nispeten sakin kalabilmiş Kuzey Irak'a taşıyabilir.
Ayrıca Ankara, Türkiye'nin olası bir AB üyeliğinde, eve ne gibi tatsız sorunları taşıyabileceğini açıkça göstermiş oldu.
WESTDEUTSCHE ALLGEMEINE: "TÜRKİYE PKK SAVAŞCILARINA SALDIRIYOR"
ANKARA, 23/02(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Westdeutsche Allgemeine gazetesinin 22 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin çevirisi şöyledir:
--Kuzey Irak'ta Ağır Çatışmalar. Operasyonun Süresi Sınırlı... AB ve Berlin Bölgedeki İstikrarın Bozulması İhtimali Karşısında Endişe Duyuyor--
Türk Silahlı Kuvvetleri perşembe akşamı Kuzey Irak sınırını aştı. 50 savaş helikopterinin de destek verdiği askeri operasyon, yasaklı Kürdistan İşçi Partisi PKK'ya karşı yapılıyor. Kuzey Irak'ta yaklaşık 3.500 PKK savaşçısı olduğu tahmin ediliyor. Yüksek rütbeli askeri bir yetkili, operasyonun iki tugay tarafından yürütüldüğünü söylüyor. Türk haber kanalı NTV 10 bin askerden söz ederken, CNN Türk 3 bin rakamını verdi. Türkiye en son 1997 yılında Kuzey Irak'a girmişti.
Öte yandan, AB ve Berlin endişelerini dile getirirken, Amerika operasyona çekimser yaklaştı. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza, "Bunlar pek iyi haberler değil" dedi.
Basın, Irak topraklarının 20 km. içine girildiği, operasyonun perşembe günü saat 19.00'da Milli Güvenlik Kurulu toplantısının bitmesinin hemen ardından başladığı haberlerine yer veriyor. Silahlı Kuvvetler, operasyondan önce Türk savaş helikopterleri ve topçu birliklerinin Kuzey Irak'taki hedefleri bombaladığını bildirdi. Operasyona katılan birliklerin hedeflerine ulaşmasının ardından Türkiye'ye geri dönecekleri söyleniyor. Ancak bu hedeflerin neler olduğu belirtilmedi.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan, operasyonun sadece PKK'ya karşı yapıldığına ve Iraklı Kürtlerin hedefte olmadığına vurgu yaptı. Erdoğan, ABD Başkanı Georg W. Bush'a, askeri operasyonu önceden telefonla bildirdiğini söyledi.
Irak-Kürt güvenlik güçlerinden bir sözcü, sınıra yaklaşık 2 bin peşmergenin yerleştirildiğini açıkladı.
Kürt asiler, yaşanan çatışmalarda iki Türk askerinin öldürüldüğünü ve sekizinin de yaralandığını bildirdi. PKK temsilcisi Ahmet Deniz, "Irak'ın Sesi" adlı haber ajansına, şiddetli çatışmaların yaşandığını söyledi. Bu açıklama, resmi merciler tarafından onaylanmadı.
Operasyonun başında Türk hükümetinin haberdar ettiği tek ülke, aylardan beri kendisine Kuzey Irak'taki PKK hareketleriyle ilgili gizli bilgileri veren ABD değil. Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Iraklı meslektaşı Celal Talabani'yi de haberdar etti.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler Sorumlusu Javier Solana, operasyonu eleştirdi. Alman Dışişlerinden bir sözcü de, Alman hükümetinin gelişmeleri büyük bir kaygıyla takip ettiğini söyledi.
Gözlemciler, hava şartları göz önüne alındığında operasyonun büyük bir başarı elde edemeyeceğini düşünüyorlar. Bunun daha çok bir güç gösterisi olduğu ve PKK'ya karşı Kuzey Irak'ta yeterince harekete geçmediği yönünde eleştirilen ABD'ye verilen bir sinyal olduğu belirtiliyor.
SÜDWEST PRESSE:"TÜRKİYE'DEKİ KİLİSELERE DAHA FAZLA HAK"
ANKARA, 23/02(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Südwest Presse gazetesinin 23 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Gerd Höhler imzalı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Hristiyan ve Yahudiler Devlet Tarafından El Konulan Mallarını Geri Alabilecek. Yeni Çıkan Kanun Buna Olanak Vermekte--
Türkiye'deki Müslüman olmayan azınlıklar daha fazla haklara kavuşuyor. Bu uygulama Ankara'daki Parlamento tarafından kabul edilen yeni bir kanunla mümkün olacak. Olli Rehn bu adımı Türkiye'nin AB süreci çerçevesinde gösterdiği ilerleme olarak değerlendirdi. Eleştiriciler ise, bu yeni düzenlemeyi yeterli bulmamakta.
Vakıflar Yasası, Hristiyan ve Yahudi azınlıklara, devlet tarafından el konulan mallarını geri alma hakkı getiriyor. Türkiye 1974 yılında yaşanan Kıbrıs sorunu çerçevesinde özellikle Rum-Ortodoks azınlıklara ait, aralarında kilise, okul ve yetimhanenin de bulunduğu çok sayıda mülke el koymuştu. Bu mülkler şimdi geri alınabilecek. Yeni düzenleme diğer Hristiyan kiliseler için vakıf kurma gibi iyileştirmeler getiriyor. Daha önce bu haklardan yoksun olan azınlıklar ne mülk edinebiliyor ne de bir banka hesabı açtırabiliyordu.
Yeni düzenlemenin uygulama yönünün nasıl olacağı çok önemli. AB Komiseri Olli Rehn, düzenlemenin, Türkiye'nin azınlıkların hak ve özgürlüklerini uygulamaya koymasındaki başarısının kanıtı olacağını açıkladı.
Yeni kanuna ilişkin eleştiri ise, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfından (TESEV) geldi. TESEV, kanunun malların el değiştirme durumunda geri verilmesine yönelik bir düzenleme içermemesini eksiklik olarak eleştirdi. Malların çoğu bu süre zarfında devlet tarafından satılmış durumda. TESEV, kanunun bu haliyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) ve Türk Anayasası'nın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu savunuyor.
Türkiye'deki yeni nesil Hristiyan-Ortodoks papaz eğitimi konusu ise henüz netlik kazanmış değil.
DIE WELT: "İSTANBUL AVRUPA KOKUYOR"
BERLİN, 25/02(BYE)--- Tirajı günde 264 bin olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 25 Şubat 2008 tarihli sayısında, Jennifer Wilton/Alan Posener imzalarıyla yazar Geert Mak ile yapılan ve yukardaki başlık altında yayımlanan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
--Hollandalı Yazar Geert Mak'a Avrupa'daki Uzlaşmaya Sağladığı Katkılarından Dolayı Mart Ayında Leipzig Kitap Ödülü Verilecek--
WİLTON/POSENER: Batı ile Doğu'nun harmanlanması Avrupa Birliği'ne yönelik bir meydan okumadır. Avrupa Birliği Türkiye'ye yönelik nasıl bir tutum içinde olmalıdır?
MAK: Öncelikle şunu belirteyim: AB uluslararası siyasette kül kedisi konumundadır, tarihte kıymeti takdir edilmeyen olarak yer alır. Bunun başlıca nedeni, AB'nin başarısının gerçekleşmeyen bazı olaylarda yatmasındadır. Örnek olarak, Doğu Avrupa'daki gelişmeleri gösterebiliriz. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Doğu Avrupa'da iç çatışmalar çıkmamıştır. AB'nin uyguladığı "yumuşak güç" sayesinde Doğu Avrupa kurtulmuştur. AB'nin en önemli ihracatı istikrardır. Bu durum AB'den daha ziyade özellikle komşu ülkelerde hissediliyor. Türkiye'de her gün Avrupa'nın etkileri hissedilir. Son on yılda Türkiye'de Avrupa'nın etkileri sayesinde çok şey değişmiştir.
SORU: Yani AB Türkiye'yi içine alsın mı?
CEVAP: Yavaşça. Çok şey gerçekleşti, fakat yapılması gereken daha çok şey var. Mesela benim yeni kitabımın Türkiye'de baskısı yapılamıyor. Söz konusu kitapta Atatürk ve Ermenilerle ilgili çok şey yer alıyor. Yayınevi bu kitabı basmaya cesaret edemiyor. Belki iki yıl sonra olabilir. Birtakım hareketlenmeler var. Aynı zamanda bu hareketlilik beraberinde bir dizi sorunları da getiriyor.
SORU: Siz daima Türkiye'nin AB'ye üye olmasından yanaydınız? Bu konuda artık o kadar emin değil misiniz?
CEVAP: ABD, stratejik nedenlerden ötürü Türkiye'nin AB'ye üye olması yönünde bir baskı uyguluyor. Stratejik açıdan bakılırsa haklılar. Avrupa ile Şark arasında bu köprüye ihtiyacımız vardır. Avrupa'da modern bir İslam topluluğu, tüm İslam dünyasındaki ilerici insanlar için bir umut teşkil eder. Ben, Türkiye'nin AB üyeliğine hep olumlu yaklaşmıştım ve hala olumlu yaklaşıyorum. Türkiye sadece Ankara'ya kadar olsa sorun yok. Fakat Türkiye İran'a, Suriye'ye, Irak'a kadar uzanıyor. Bir Türk arkadaş ile yaptığım bir sohbet beni bir hayli düşündürmüştür. Galata Köprüsü'nde ufak bir bomba patlamış ve bereket versin kimse yaralanmamıştı. Ben miskin bir gazeteci olduğum için bu bombadan haberdar olmamıştım. Bir gazeteci arkadaşım bana, bu bombanın Türkiye'nin istikrarsızlaşmasını isteyenlerce patlatıldığını anlatmış, iş çığırından çıktığı vakit yapılacak fazla bir şeyin olmayacağını ve bombaların çok hızlı bir şekilde bir ülkeyi istikrarsızlaştırabileceğini, fakat hızlı bir gelişimin de bir ülkede aynı etkiyi yaratabileceğinden söz etmişti. Artık birkaç sene sonrasını değil, onlarca sene sonrasını düşünmek durumundayız. Belki de bahsettiğimiz 40-50 sene sonrasıdır.
SORU: Bu Türkiye için çok geç olabilir.
CEVAP: Avrupa için de geç olabilir. O halde ne yapılmalıdır? Yayılımcı siyaset bu zamana değin o kadar başarılı olmuştur, ki, hep böyle olacağına inanıyoruz. Fakat bundan o kadar emin olmamalıyız. Romanya ve Bulgaristan'ın sorunlarının üstesinden gelebileceğiz mi? Ya da Balkanlardaki sorunların üstesinden? Bu zamana kadar Avrupa istikrar ihraç etmiştir. Fakat istikrarsızlık da ihraç edebilir. Bunun İslamiyetle bir ilgisi yoktur. Özellikle Türkiye'de din ile devlet ayrı tutulabiliyor. Türkiye oldukça milliyetçi bir ülkedir ve Türkiye AB'ye üye olduğu zaman büyük bir ağırlığa sahip olacaktır. Bu durumda Türkiye'deki siyasi kadrolar sadece Türk bayrağını değil, aynı zamanda Avrupa bayrağını da sallandırırlarsa hayırlı olur. Bunu sağlayacak olan da gelecek nesildir.
BERLINER ZEITUNG: "BATI TARZINDA BİR SAVAŞ"
BERLİN, 26/02(BYE)--- Tirajı günde 170 bin 700 olan liberal eğilimli Berliner Zeitung'un 25 Şubat 2008 tarihli sayısında, Günter Seufert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun geniş özet çevirisi şöyledir:
Türk ordusunun Kürtlerin yaşadığı Kuzey Irak'a yönelik müdahalesi, Türkiye'nin koşulsuz şartsız Batı'ya, dolayısıyla da Avrupa'ya ait olduğunun bir teyidi midir?
Türkiye'nin Batı'ya aidiyeti, tam da Kürt PKK'yı yok etmek amacıyla komşu ülkede gerçekleştirilen askeri harekatla mı kanıtlanacaktır? Bu kışkırtıcı savı bugün ABD'de öğretim üyesi olarak görev yapan Slovenyalı felsefeci Slavoj Zizek geçtiğimiz ekim ayında ortaya atmıştı. O dönemde Türk parlamentosu, generallere Kuzey Irak'ta savaş yetkisi vermişti. Uzun süren hava saldırılarının ardından bu savaş, bugünlerde kara harekatı olarak sürdürülüyor.
Zizek'e göre bir ülkenin Batı'ya ait olmasının ölçütü, bu ülkenin şiddet kullanmasının meşru olarak görülmesiydi. Türkiye'nin sürdürdüğü operasyonun uluslararası düzeyde yol açtığı tepkiler, şimdiye kadar Zizek'e hak veriyorlar. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice için PKK bugün, Türkler ile Amerikalıların ortak düşmanıdır. Avrupa Birliği de duruma anlayış göstermektedir. Genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn'in sözcüsü, müdahalenin Türkiye'nin AB ilişkilerini etkilemeyeceğini açıklamıştır.
Türkiye'nin diplomasi dünyasında elde ettiği başarının, Türklerin artık "teröristlerle mücadele", "sivil halka zarar vermeyecek şekilde operasyonlar" gibi uluslararası söylemleri benimsemesiyle bağlantılıdır. Ancak Türkiye, yalnızca söylem alanında Batı'yı taklit etmiyor. Türk askerleri teçhizat ile savaşma tarzı açısından da Batı'dan geri kalmayıp aynı tarzda savaşıyorlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri bugün bu kadar serbestçe hareket edebilmesini, tam da generallerin pek sevmediği Erdoğan hükümetine borçludur. Erdoğan hükümeti, idam cezasının kaldırılması, Kürt kimliği ve dilinin tanınması gibi AB süreci çerçevesinde gerçekleştirdiği reformlarla, PKK'nın saldırı gerekçesini elinden aldı. Bu nedenle, terörle mücadele şimdi kolayca haklı kılınabiliyor. Öte yandan temmuz ayından bu yana mecliste Kürt yanlısı bir parti temsil ediliyor. Bunun dışında, ordudan farklı olarak Erdoğan hükümeti Kuzey Irak'taki Kürtlerle çok sınırlı olsa da bir diyalog başlatabildi. Daha üç ay önce milislerinin Türklerle savaşmaya cesaret edeceği tehditleri savuran Barzani, bugün PKK'yı artık desteklemeyeceğini açıklıyor. Irak'taki Kürt basını da hemen, PKK'nın sığındığı 450 köyün, Türk ve Amerikalıların yardımıyla temizlenmesinden sonra nihayet gelişeceğini yazıyor.
Tüm bunların gerçek olabilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri'nin zafer elde etmesi gerekiyor. Ancak, bunu başarıp başarmayacağı son derece şüphelidir. Ayrıca, savaşın uzaması ve savaşta sivil kurbanlarının da öldüğü yönünde ilk haberlerin duyurulması halinde, belki Batı'nın tutumu değişecektir.
Türk halkının büyük bir çoğunluğu ordunun arkasında duruyor. Savaş heyecanı siyasi reformların ileriye götürülmesini zorlaştırıyor. Ancak, Kürt sorununun gerçekten çözülmesi ve Türkiye'nin hakikaten Batı'nın bir parçası olması yalnızca siyasi reformlar sayesinde mümkün olacaktır.
AVUSTURYA BASINI
DIE PRESSE: "KİLİSELERE ARAZİLERİ GERİ VERİLİYOR"
VİYANA, 22/02(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 22 Şubat 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara/Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Ankara'daki Parlamento Şiddetle Eleştirilen Vakıflar Yasası'nı Reformdan Geçiriyor--
Türkiye, çarşamba günü AB üyeliği yarışında bir engeli daha aştı. Ankara'daki Parlamento büyük bir çoğunlukla, Türkiye'deki dini azınlıklara 70'li yıllarda devletin el koyduğu mal varlığını iadeyi öngören bir yasa kararlaştırdı. AB Komisyonu bunu memnuniyetle karşıladı. Genişleme Komiseri Olli Rehn bu kararı, "ileri doğru atılan memnun edici bir adım" olarak nitelendirdi.
Türkiye'nin dini azınlıklarla arasındaki ilişki ılımlı İslamcı AKP iktidara gelinceye kadar, katı laik ve oldukça gergindi. Devletin din üzerindeki üstünlüğünden en çok etkilenen Rum Ortodoks kilisesiydi. İstanbul 1923'de Ekümen Patrikliğin merkezi oldu. Ancak Patrik I. Bartholomeos Türk Devleti tarafından Ortodoks Hristiyanların ruhani lideri olarak tanınmıyor.
Bunun ardında, Cumhuriyet'in kurucusu Kemal Atatürk'ten kalan, dini grupların Türk Devletinin içine sızması korkusu var. Bu köklü kuşku, kendini Atatürk'ün mirasının koruyucusu olarak gören ordu ile AKP arasındaki anlaşmazlıkları da şekillendiriyordu.
Bu durum, dini azınlıklar açısından hiç iç açıcı değildi. Örneğin: Rum Ortodoks kilisesi gerçi vakıflar üzerinden okul işletebiliyor, ancak genç din adamı yetiştiremiyordu. Ermeni kilisesi ve Yahudi vakıfları gibi Rum Ortodoks kilisesinin de öncelikle arazi ve gayrimenkullerden oluşan mal varlığına el konulmuştu.
--Strasburg'tan Yardım--
Ancak AB Komisyonu bundan bir süre önce Türkiye'ye bu alanda reform yapılmadan Birliğe katılımın mümkün olmayacağını açıkça söylemişti. Ocak 2007'de Türkiye'yi bir Rum Ortodoks vakfına iki gayrimenkulu geri vermeye, aksi takdirde 890 bin avro tazminat ödemeye mahkum eden Strasburg İnsan Hakları Mahkemesi de Komisyonu desteklemiş oldu. Bu karar esas alınacak olursa, Türkiye'nin tahminen 25 milyon avroya varan toplu tazminat ödemesi gerekebilirdi.
Vakıflar Yasası'nın değiştirilmesi genelde memnuniyetle karşılanmasına rağmen, söz konusu dini kurumlardan eleştiri de alınıyor. Öncelikle de yeni Yasanın devlet tarafından bu arada satılmış olan arazi ve gayrimenkullar için tazminat öngörmemesi tenkit ediliyor.
DIE PRESSE: "TÜRKİYE PKK'YA 'ÖLDÜRÜCÜ DARBEYİ' İNDİRİYOR"
VİYANA, 23/02(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 23 Şubat 2008 sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
--Irak'a On Yıldan Beri Yapılan En Büyük Askeri Harekata 10 Bin Asker Katılıyor. AB ve ABD Gerçi Bu Durumdan Pek Hoşnut Değil, ama Eleştirmekten Çekiniyor--
Kışın ortasında ve gece yarısı: Türk ordusu bu harekatıyla çifte sürpriz yapmış oldu. Genelkurmay Başkanlığı web sayfasında Türk birliklerinin hedeflerine ulaşır ulaşmaz geri döneceklerini ve sivil halka zarar verilmeyeceğini temin etti. Ancak Irak Kürtlerinin sınır birlikleri komutanı Hüseyin Tamer'in verdiği bilgiye göre, sınırın 30 km ötesinde bulunan Sedafan çevresindeki Kürt köyleri de isabet aldı. Ama ölen ya da yaralananlara ilişkin herhangi bir bilgi verilmedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın operasyon hakkında bilgi vermek üzere meslektaşı Nuri el Maliki'yi aradığı belirtilmesine rağmen, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari Irak'ın harekattan haberi olmadığını öne sürdü.
--"En İyi Cevap Değil"--
AB'nde Türkiye ile müzakerelerde bulunan, önde gelen diplomat Javier Solana, harekat hakkında ihtiyatlı eleştirici bir ifade kullandı. Türkiye'nin harekatının "en iyi cevap" olmadığını belirten Solana, bunun yanı sıra Türkiye'nin AB ve ABD tarafından da terör örgütü olarak değerlendirilen PKK ile sorununa anlayış gösterdiğini de sözlerine ekledi. Alman Dışişleri Bakanlığının bir sözcüsü ise, Berlin'in harekatı "büyük bir endişe" ile izlediğini, Türk birliklerinin Kuzey Irak'ta bulunmasının "bölgenin istikrarı açısından hatırı sayılır bir risk" oluşturduğunu söyledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Matt Bryza da Brüksel ziyareti sırasında Türkiye'nin tutumunu ihtiyatlı bir dilde eleştirdi. Bryza, Türkiye'nin harekat başlattığı haberinin, "alınabilecek en iyi haber olmadığını" belirtti. Ancak ABD muhtemelen harekat konusunda diplomatik bir müdahalede bulunmayacak.
ABD eğer isteseydi, Dışişleri Bakanı Ali Babacan bundan dört gün önce Kuzey Irak'a operasyondan bahsettiğinde böyle bir girişimde bulunabilirdi. Ancak Washington pek hoşnut olmuş gibi görünmese de, prensipte harekatı reddedici bir tepki göstermedi.
--Kuzey Irak'ta 3 Bin Kadar PKK'lı Var--
Türkiye'nin amacı anlaşılan PKK savaşçılarını daha bahar gelmeden, kış kamplarındayken imha etmek ya da yakalamak. Türkiye Irak'ta yaklaşık 3 bin kadar PKK'lının bulunduğunu tahmin ediyor. PKK kampları büyük şehirlerden uzakta olduğundan, prensipte sivil halka zarar vermeden operasyon yapmak mümkün...
DIE PRESSE: "KÜRT LİDERİ TÜRKİYE'DE AYAKLANMAYA ÇAĞIRIYOR"
VİYANA, 25/02(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 25 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara/Erbil çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Kuzey Irak... Türk Ordusu Kürt PKK'ya Karşı Harekatını Yoğunlaştırıyor--
Kürdistan İşçi Partisi PKK'nın önde gelen kumandanlarından biri, Türkiye'nin Kuzey Irak harekatını protesto etmek için ayaklanma çağrısında bulundu. PKK'ya yakın Fırat Ajansının verdiği bilgiye göre, Bahoz Erdal "Bizi yok etmek istiyorlarsa, bizim gençlerimiz de Türkiye'deki şehirleri oturulamaz hale getirmek zorunda kalır" dedi. Bundan önce de PKK sözcüsü Ahmet Danış eğer Ankara harekata devam ederse, PKK'nın Türk şehirlerinde gerilla eylemleri başlatacağı ve çatışmaları ülkenin içine taşıyacağı yolunda tehdit etmişti.
--Hedef Bölücüler--
Öte yandan geçen hafta Kürt bölücüler ile mücadele etmek üzere Kuzey Irak'a giren Türk birlikleri PKK'nın üzerine yürümeye devam etti. Hükümet Türkiye'de yasak olan PKK'nın Kuzey Irak'ı geri çekilme bölgesi ve Türkiye'ye saldırılarda bulunmak için üs olarak kullandığını düşünüyor.
Asiler kendi verdikleri bilgilere göre bir Türk savaş helikopterini düşürdü. Bir PKK sözcüsü Reuters haber ajansına Cobra tipi helikopterin sınır yakınlarındaki bölgede yapılan çatışmalarda isabet aldığını söyledi. Türk ordusu ise bu haberi yalanladı ve helikopterin bilinmeyen nedenlerden dolayı düştüğünü belirtti.
PKK sözcüsü Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesinden bu yana 22 Türk askerinin öldürüldüğünü, 15 cesedin bulunduğunu, ölenlerin isimlerinin yakında açıklanacağını söyledi. Türk ordusu ise yalnız yedi askerin, asilerden ise 112 kişinin öldüğünü söylüyor. Dışişleri Bakanı Ali Babacan harekatı bir "başarı" olarak nitelendirdi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hedefin yalnız "terörist örgüt" PKK olduğu ve Ankara'nın Irak'ın toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini destekleyenlerin başında geldiği şeklindeki sözlerini yineledi.
Iraklı Kürtlerin özerk yönetimi ise Türk ordusunun Kuzey Irak'ta yaptığı büyük harekattan ABD'yi sorumlu tutuyor. Türkiye'nin ABD olmasaydı, Irak'ın hakimiyetini böylesine ihlal edemeyeceği belirtiliyor. Bir Kürt hükümet sözcüsü, PKK ile ihtilafın askeri yoldan çözülemeyeceğini açıkladı. Kürtlerin Kuzey Irak'taki özerk yönetiminin başkanı Mesud Barzani Türkiye'den sivillere ve altyapıya zarar vermemesini istedi.
ABD Savunma Bakanı Robert Gates harekatın kısa sürede sona ermesini umduğunu ifade etti. Gates ayrıca Ankara'nın siyasi önlemler alarak, Kürt azınlığı devlet sistemine daha iyi entegre etmek için çaba harcamasını da istedi. Gates Türkiye'nin harekatının Irak'ın istikrarı açısından tehlike arz etmediğini belirtti.
--Plassnik İstikrarın Bozulmasından Korkuyor--
Avusturya Dışişleri Bakanı Plassnik ise Türkiye'nin Kuzey Irak harekatını ölçüsüz bularak eleştirdi ve tüm bölgenin istikrarının bozulabileceği yolunda uyardı. Diplomatların Semmering'e yaptıkları bir kayak gezisinde konuşan Plassnik, "Bilhassa AB adayı bir ülkeden bölgesel istikrara öncelik vermesini bekliyoruz" dedi. Plassnik, Türkiye'nin gerçi AB tarafından da terörist bir örgüt olarak nitelendirilen PKK'nın şiddet eylemlerine karşı kendini savunma hakkı olduğunu, Irak ile Türkiye arasındaki bir dizi anlaşmanın PKK'nın Irak topraklarında takip edilmesine izin verdiğini, ancak "Irak'ın bağımsızlığına, egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğini" belirtti.
DIE PRESSE: "KIBRIS LABİRENTİNDEN ÇIKIŞ YOLU"
VİYANA, 26/02(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 26 Şubat 2008 tarihli sayısında, Wolfgang Böhm imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--Yeni Cumhurbaşkanı AB Sorunlarını Çözebilir--
AB'yi bazı hassas sorunlardan kurtaracak olan kişi bir komünist olabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yeni Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas adanın bölünmüşlüğüne son vermek istiyor. İlk belirtiler gerçekten de bunun başarılı olabileceği umudunu kuvvetlendiriyor. Hristofyas'ın yeniden birleşme planı başarılı olursa, bu, bloke olan Türkiye ile müzakerelere devam edilmesini sağlayabileceği gibi, Birliğin Kosova konusunda bölünmesini de engelleyebilir.
2004'te AB'ye katılan Kıbrıs, Avrupalıların dış politika alanında verdiği birçok kararda anahtar rolü oynuyor. Pazar günkü seçimleri komünist adayın kazanmasına pek şaşırmayan AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, "Bu, Kıbrıs sorununun durgunluk döneminden kurtulması için bir fırsattır" dedi. Hristofyas selefi Tasos Papadopulos'un politikasına son vereceği konusunda kuşkuya yer bırakmadı ve yeni bir girişim başlatacağını, Kuzey Kıbrıs'ın siyasi lideri Mehmet Ali Talat ile doğrudan görüşmeler yapacağını açıkladı.
Bu, 1974'te Türk birliklerinin adaya çıkmasından bu yana bölünmüş olan ada için belki de son şans. Çünkü adanın hem kuzeyinde hem güneyinde iki devletli kesin bir çözümden yana olanların sayısı giderek artıyor.
Hristofyas, AB için tam zamanında beliren bir şans. Çünkü Kosova'nın tanınması ihtilafında, Kuzey Kıbrıs'ın adadan tamamen ayrılması korkusu ağırlıklı bir rol oynuyor. Lefkoşa ve Atina, emsal teşkil etmesinden korktukları için Kosova'nın tanınmasına karşı çıktılar. Bölücüler ile sorunları olan İspanya'nın da konuya kuşkulu bakanların yanına geçmesiyle, AB iyice bölünmüş oldu.
Türkiye ile müzakereler de durum bundan daha az karışık değil. Ankara, Kuzey Kıbrıs ile dayanışma içinde olduğu için Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımıyor, dolayısıyla Kıbrıs uçak ve gemileri hala Türk limanlarından yararlanamıyor. Brüksel de Kıbrıs'ın baskısı sonucu müzakerelerin sekiz başlığını bloke ediyor.
--Kuzey Kesimde AB Yasaları--
Kıbrıs sorunu diğer bütün sorunları gölgede bıraktığından, Türkiye'nin AB'ye katılımına karşı olanlardan bunu kendi çıkarları için de kullanıyor. Türkiye'nin Birliğe yakınlaşması için çekici başka seçenekler bulmak yerine, Türkiye'nin Kıbrıs konusundaki katı tutumunu, Ankara aleyhinde bir ortam yaratmaya vesile olarak kullanıyorlar.
Devletler hukuku açısından Kıbrıs'ın tümü 2004'ten bu yana AB üyesi. Adanın yeniden birleşmesi, AB yasalarının kuzey kesimde de geçerli olmasına yol açacaktır. Ama işin bu raddeye gelmesi için Hristofyas'ın dile getirdiği iyi niyetten daha fazlasına ihtiyaç var. Örneğin, kuzeyde Türk birliklerinin varlığı ve Kıbrıs Rumlarının bugün neredeyse tamamen Türklerin yaşadığı kuzey kesime geri dönme hakları, hala üzerinde tartışılan konular.
BELÇİKA BASINI
EUOBSERVER: "İSVEÇ, GELECEKTE DÖNEM BAŞKANI OLAN ÜLKE LİDERLERİNE AB'DE ROL VERİLMESİNİ İSTEDİ"
ANKARA, 21/02(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı Euobserver'ın 20 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Lucia Kubosova imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Strasbourg çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir: İsveç Başbakanı Frederic Reinfeldt, AB'nin, yeni AB başkanlığı makamı oluşturulduktan sonra gelecekte dönem başkanı olan ülke liderleri için bir eşbaşkanlık görev listesi hazırlanması gerektiğini söyledi.
Çek Cumhuriyeti ve İsveç Lizbon antlaşmasının yürürlüğe girmesinin beklendiği 2009'da AB'ye başkanlık edecek ülkeler.
Yeni antlaşma uyarınca, blok altı aylık dönem başkanlığı sisteminden, Avrupa çapında üst düzey tartışmaları ve dönem başkanı ülkelerin bakanlarının başkanlık ettiği bakanlık oturumlarını koordine edecek daimi bir AB başkanlığından oluşacak karma bir sisteme geçecek.
Reinfeldt, AB'nin yeni başkanlık görevini yürütenlerle diğer kurumların yanı sıra dönem başkanı ülkelerin liderleri arasında gelecekteki güç paylaşımının nasıl dengeleneceği konusunda istişarede bulunulması gerektiğini söyledi.
--Fransa'nın Aksine Türkiye'ye Evet--
Reinfeldt'in Strasbourg'daki AB Asamblesine hitabından sonra Meclis Başkanı Hans Gert Poettering ve Fransa Başbakanı Francois Fillon arasında bir toplantı gerçekleşti.
Hem Fransa hem de İsveç, AB dönem başkanlıkları sırasındaki öncelikleri arasında iklim değişikliği ve göçle ilgili meseleleri vurgularken AB genişlemesi konusunda fikir anlaşmazlığı yaşandı.
Fransa Türkiye'nin AB üyeliğinin güçlü muhaliflerinden biri ve bunun yerine hem AB üyesi olan hem de olmayan ülkelerden oluşan bir Akdeniz Birliği öneriyor.
Reinfeldt, genişlemenin İsveç halkı tarafından desteklendiğini ve bu sürecin bazı "eleştirel sesler" tarafından bozulmaması gerektiğini söyledi.
Reinfeldt şöyle dedi: "Devamlı bir genişleme olmaksızın kendi kıtamızda istikrarsızlık riski söz konusu olacak. Genişleme Avrupa işbirliğinin üzerine kurulu olduğu değerleri yaymanın en önemli stratejik aracıdır. Avrupa'da bir duvarı yıktık. Türkiye veya diğer Avrupa ülkelerine karşı yeni bir duvar inşa etmeye başlamamalıyız."
Bazıları, farklı ülkelerin AB adayları hakkında kamuoyu önünde çok farklı tutumlar benimsemesini eleştirdi.
Alman sosyalist lider Martin Schulz, "Türkiye konusunda Sarkozy ile konuşmalısınız. Farklı başbakanların aday ülkelere farklı mesajlar göndermeleri devam edemez" dedi.
DE STANDAARD: "BİR 'KOMÜNİST' KIBRIS CUMHURBAŞKANI OLUYOR"
BRÜKSEL, 25/02(BYE)--- Tirajı günde 76 bin olan De Standaard gazetesinin 25 Şubat 2008 tarihli sayısında, BB rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan DPA kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:
--Kıbrıslılar, Kıbrıslı Türklerle Yeniden Görüşmelere Başlamak İsteyen Bir Kişiyi Cumhurbaşkanı Seçtiler--
Kıbrıslı Rumlar, pazar günü yapılan cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçiminde, komünist parti genel sekreteri Hristofyas'ı seçtiler. Hristofyas oyların yüzde 53'ünü aldı. Rakibi ve eski Dışişleri Bakanı Kasulidis ise yüzde 46 oy topladı.
Kıbrıslıların, adanın kuzeyindeki Türk kesimi ile yakınlaşma yönünde oy kullanmaları önemli bir şey. Her iki aday da Kuzey Kıbrıs ile yakınlaşma yanlısıydı. Görev süresi bitecek olan Papadopulos ise, adanın yeniden birleşmesi için hiç ödün vermeyen sert bir çizgi izliyordu. Seçimlerin ilk turunda sert bir yenilgi aldı. Kasulidis ise ilk turda Hristofiyas'tan daha fazla oy almıştı.
Kıbrıs'ın kuzeyi 1974 yılından beri Türkiye'nin işgali altında bulunuyor. "Kıbrıs Cumhuriyeti" 2004 yılında AB üyesi oldu, ancak bu sadece adanın güneyi için geçerli.
Adanın yeniden birleşmesi konusu, AB üyeliği yolunda Türkiye'nin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi duruyor. Türkiye'nin, Ankara Protokolünü Kıbrıs için uygulamaması nedeniyle üyelik müzakerelerinde 8 başlık askıya alındı. Söz konusu protokol, AB ile Türkiye arasındaki gümrük birliğini, 2004 yılında AB üyesi olan Kıbrıs da dahil 10 ülkeye genişlemesini öngörüyor. Ankara hala limanlarını Kıbrıs gemilerine açmıyor. AB 2006'da, ticari ilişkileri içeren 8 başlığı askıya aldı. Her üye ülkenin müzakerelerle ilgili olarak veto hakkı bulunuyor. Görev süresi dolmak üzere olan Papadopulos 2004 yılında, Kıbrıs'ın yeniden birleşmesini öngören BM planına karşı kampanya yürütmüştü.
EU OBSERVER: "TÜRKİYE AB'NİN KABUL EDİLMESİ İÇİN ÇABA GÖSTERDİĞİ REFORMU ONAYLADI"
ANKARA, 22/02(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı EU Observer'ın 21 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Renata Goldirova imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonu yetkilileri, Müslüman olmayan azınlıkların mülk edinmesine yönelik haklarını güçlendiren bir yasayı kabul etmesi nedeniyle Türkiye'den övgüyle söz etti. Bu yasanın kabulü için uzun süredir AB tarafından Ankara'ya baskıda bulunuluyordu.
AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri, Türk meclisinde (20 Şubat) çarşamba günü yapılan oylama hakkında, "Vakıflar konusunda yeni yasanın kabulüyle ileriye olumlu bir adım atılmıştır" dedi.
Rehn, "Yasanın uygulanması, haklar ve özgürlüklerin sağlanması konusunda kaydettiği ilerlemeyi görmesi için Türkiye'ye sınav niteliğinde olacaktır" dedi.
Yeni kabul edilen yasa uyarınca, Hristiyan ve Yahudi vakıfları daha önce devlet tarafından kamulaştırılan mal varlıklarını -kiliseler ve okullar gibi- yeniden edinebilecekler. Ancak üçüncü şahıslara satılan varlıklar buna dahil olmayacak.
Meclis oylamasında, aleyhteki 72 oya karşılık 242 milletvekili yasayı destekledi. Yasanın uygulamaya geçirilebilmesi için cumhurbaşkanının onayına ihtiyacı var.
AP tarafından yayınlanan verilere göre, nüfusunun çoğu Müslüman olan 75 milyonluk Türkiye'de 65 bin Ermeni Ortodoks Hristiyan, 23 bin Yahudi ve yaklaşık 2.500 Rum Ortodoks Hristiyan yaşıyor.
FRANSA BASINI
AFP: "TÜRKİYE... GAYRİMÜSLÜMLERİN MÜLKİYET HAKLARIYLA İLGİLİ YASA KABUL EDİLDİ"
ANKARA, 21/02(AFP)(BYE)--- Türk Parlamentosu dün, küçük Hristiyan ve Yahudi cemaatlerinin mülkiyet haklarının genişletilmesini öngören bir yasa taslağını ikinci kez görüşerek onayladı. Bu, Türkiye'nin üyeliği çerçevesinde Avrupa Birliği'nin kilit talebi idi.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 2006'nın Kasım ayında bu yasa taslağını veto etmişti. Taslak, aynı yılın ekim ayında Parlamento tarafından kabul edilmişti.
Meclis Başkan Vekili Meral Akşener yaptığı açıklamada, söz konusu taslağın dün, Mecliste hazır bulunan 314 milletvekilinden 242'si tarafından kabul edildiğini belirtti.
Aynı yasa taslağı, ihtilaflı bir hukuki karar uyarınca 1974'ten bu yana devlet tarafından el konulan bazı mülklerin cemaat vakıflarınca (özellikle Rum, Ermeni ve Yahudi) geri alınması yolunu açmaktadır.
Bununla birlikte, ilgili cemaatlerin temsilcileri, devletin o tarihten bu yana üçüncü şahıslara sattığı mülklerin iadesinin veya tazmininin öngörülmesi konusunun yasada es geçilmesini eleştirdiler.
Temsilciler ayrıca, mülklerin iade talepleri için gerekli olan süreyi 18 ayla sınırlayan bir hüküm bulunmasını da kınadılar.
Yasa aynı zamanda, devletin tüm vakıflar üzerindeki kontrolünü de gevşetmekle birlikte, mülkiyet ve idare üzerindeki haklarını da genişletiyor.
Bu metin vakıflara, yabancı ülkelerde faaliyette bulunmalarına, yabancı vakıfların da burada faaliyet göstermelerine ve kâr amacıyla bir işletmede hisse sahibi olunmasına izin veriyor.
Bunun, AB'nin baskısı altında Türkiye'nin menfaatlerini tehlikeye attığı değerlendirmesini yapan muhalefet partilerinin yoğun eleştirilerine konu olan yasa metninin şimdi cumhurbaşkanı tarafından onaylanması bekleniyor.
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye, İstanbul'da yoğunlaşmış olan birkaç küçük Hristiyan cemaati, özellikle de Rum-Ortodoks, Ermeni ve Yahudi cemaati barındırıyor.
AB'nin 2005 yılında yayımladığı Türkiye'deki demokratik gelişmeler konusundaki bir raporda, gayrimüslimlerin mülkiyet haklarına getirilen kısıtlamalardan dolayı acı çektikleri ve vakıflarının idaresinde müdahalelerin hedefi oldukları vurgulanıyordu.
Raporda, "Mevcut mülkler el konulma tehdidi altında ve bunların hukuki yollardan telafi girişimleri birçok engelle karşılaşıyor" deniyordu.
AFP: "AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ"
STRASBOURG (AVRUPA KONSEYİ), 26/02(AFP)(BYE)--- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bugün Türkiye'yi, 1996'da Kürdistan İşçi Partisi militanlarına karşı yapılan bir operasyon sırasında kaçırılıp idam edildiği iddia edilen bir Kürt'ün ölümü dolayısıyla mahkum etti.
Yakınlarının iddialarına göre, 24 yaşındaki Mazlum Mansuroğlu, o dönemde olağanüstü hal uygulanan Tunceli bölgesinde üç PKK militanını yakalamak üzere düzenlenen bir operasyon sırasında güvenlik güçlerince evinden alınarak götürüldü.
Ardından Mazlum Mansuroğlu'nun cesedi, aranılan üç militanın ikisinin cesedinin yanında sergilendi. Türk yetkililerine göre Mansuroğlu, diğer iki militanla birlikte güvenlik kuvvetleriyle girdiği bir çatışma sırasında öldü.
Mansuroğlu'nun yakınlarıysa tam tersine, genç Kürt'ün kaçırılıp idam edildiğini iddia ediyorlar.
Ellerinden kaçan bir teröristin yerine koymak amacıyla güvenlik güçlerinin Mansuroğlu'nu "bilinçli bir şekilde öldürdüğü" yolunda bir karar vermese de AİHM, Mazlum Mansuroğlu'na karşı kullanılan öldürücü gücün gereğinden fazla olmadığını kanıtlayamadığından ötürü devleti kusurlu buldu.
Mahkeme, ayrıca Mazlum Mansuroğlu'nun annesi Emine Mansuroğlu'nun da oğlunun götürülmesi esnasında araya girmeye çalıştığında güvenlik güçleri tarafından kötü muameleyle karşılaştığını da tespit etti.
Mahkeme, Türkiye'yi, Mansuroğlu'nun yakınlarına maddi ve manevi tazminat olarak yaklaşık 27 bin avro ödemeye mahkum etti.
İNGİLTERE BASINI
REUTERS: "AB: TÜRKİYE, IRAK HAREKATININ ORANTISIZ OLMASINDAN KAÇINMALIDIR... SOLANA: TÜRKİYE'NİN HAREKATI EN İYİ KARŞILIK DEĞİL"
BRÜKSEL, BRDO, 22/02(REUTERS)(BYE)--- Avrupa Birliği bugün, Türkiye'ye Kuzey Irak'ta orantısız bir harekatta bulunmaktan kaçınması çağrısında bulundu.
Türk ordusunun Kuzey Irak'a jetlerle desteklenen bir sınır ötesi kara harekatı başlattığını açıklamasına karşılık olarak Avrupa Komisyonunun bir sözcüsü şöyle dedi: "AB, Türkiye'nin halkını terörden koruma ihtiyacını anlamaktadır ama aynı zamanda Türkiye'nin orantısız bir harekatta bulunmaktan kaçınması ve insan hakları ile hukukun üstünlüğüne saygı göstermesi gerektiğini de söylemektedir. Türkiye'yi bu meselede uluslararası ortaklarıyla diyalogta bulunmaya devam etmeye teşvik ediyoruz."
Bu arada AB'nin dış politika şefi Javier Solana da Türkiye'nin Kuzey Irak'a kara harekatının Ankara'nın saldırılarla ilgili endişeleriyle başa çıkmasının en iyi yolu olmadığını söyledi.
Solana, Slovenya'da AB savunma bakanlarıyla görüştükten sonra, "Türkiye'nin endişelerini anlıyoruz ama bu harekatın en iyi karşılık olmadığını düşünüyoruz. Irak'ın toprak bütünlüğü bizim için çok önemli" dedi.
REUTERS: "TÜRKİYE'NİN KUZEY IRAK HAREKATI... PENTAGON: HIZLA SONUÇLANDIRIN... BM: ULUSLARARASI SINIRLARA SAYGI GÖSTERİN... AVRUPA KOMİSYONU: İNSAN HAKLARI VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ GÖZETİN"
WASHINGTON/BM/İSTANBUL, 22/02(REUTERS)(BYE)--- Pentagon Sözcüsü Bryan Whitman basına yaptığı açıklamada, "Türk Hükümetine kesin bir dille operasyonları hızlı bir şekilde sonuçlandırmaları gerektiğini söyledik" dedi.
ABD Hükümetinin, Türkiye'ye "ortak bir düşmana karşı izlenecek yolu belirlemede Kürt bölge yönetimi otoriteleri de dahil doğrudan Iraklılarla birlikte çalışması" çağrısında bulunduğunu söyleyen Whitman, "Nihayetinde istenen, bu sınır bölgesinin istikrarını ve güvenliğini artıracak uzun vadeli bir anlaşmadır" dedi.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon da bugün Türkiye'den, Irak ile olan sınırlarına saygı göstermesini istedi ve PKK'yı, Türkiye yönelik saldırılarını durdurmaya çağırdı.
Ban Ki-moon'un sözcüsü, "Genel Sekreter, Türkiye'nin kaygılarını anlamakla birlikte azami itidalle Irak-Türkiye sınırlarına saygı göstermesi yönündeki çağrısını yinelemektedir" dedi.
"Kuzey Irak'tan Türkiye'ye terörist saldırılar düzenleyen PKK unsurlarının da saldırılarına bir an önce son vermelerini" isteyen Genel Sekreter, Irak ve Türkiye hükümetlerini sınır boyunda barış ve istikrar için birlikte çalışmaya davet etti.
Bu arada Avrupa Komisyonu da Türkiye'ye bu paralelde bir uyarıda bulundu.
Komisyon Sözcüsü Krisztina Nagy, "Türkiye aşırı askeri güç kullanmaktan kaçınmalı; insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü gözetmelidir. (...) AB, Türkiye'nin, halkını teröre karşı koruması gerektiğini anlamaktadır. (...) Türkiye'nin uluslararası ortaklarla diyaloğunu devam ettirmesinden yanayız" dedi.
THE INDEPENDENT: "KIBRIS'TAKİ SEÇİMLERİ SOL GÖRÜŞLÜ ADAYIN KAZANMASI KIBRIS'IN BİRLEŞMESİ UMUTLARINI YENİDEN CANLANDIRDI"
ANKARA, 25/02(BYE)--- The Independent gazetesinin 25 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Nicholas Birch imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Kıbrıs Komünist Partisi lideri Dimitris Hristofyas'ın dün başkanlık seçimlerini kazanması, bölünmüş adada -Kıbrıs'ı da aşan sonuçlar getirebilecek- bir çözüme ulaşılması yönündeki umutları yeniden canlandırdı.
Oyların yüzde 53.36'sını kazanan Hristofyas her ne kadar ülkesinin pazar ekonomisini kabul etse de, ülkenin ilk komünist lideri oldu. Onun sağ görüşlü rakibi Yannis Kasulides ise oyların 46.64'ünü aldı.
Kıbrıs dışında en çok odaklanılan konu Hristofyas'ın komünist geçmişi ve Moskova'da aldığı eğitim olsa da, ada seçmenleri daha çok Avrupa'nın en uzun süreli sorununun çözümüyle ilgileniyor.
Bu seçim, Kıbrıslı Rumların adanın yeniden birleşmesini öngören BM destekli planı büyük çoğunlukla reddetmesinden dört yıl sonra yapıldı.
Önceki Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos geçen haftasonu seçimin ilk turunda hiç beklenmedik biçimde yenilgiye uğradı. Papadopulos tüm gücünü Annan Planı olarak anılan planı engellemeye adamıştı. Hristofyas, Papadopulos'un uyuşmazlık politikasıyla aynı çizgide devam etmeye hiç niyeti olmadığını açıkça ifade etti: Oyunu kullanmasının ardından Lefkoşa'da gazetecilere "Kollarımızı sıvayacağız ve adamızın yeniden birleşmesi için sıkı çalışacağız" dedi.
Hristofyas'ın Akel Partisinden bir milletvekili olan Takis Hacıyorgeu, yeni cumhurbaşkanının görüşmeleri başlatmak için "pazartesiden itibaren" çalışmalara başlamasını umduğunu söyledi.
Kıbrıslı Rumların yüzde 76'sı 2004'te Annan planına karşı oy kullanarak görüşmeleri dört buçuk yıl boyunca baltalamamışlardı, ancak son seçim sonuçları halkın çoğunun bir çözüm bulunması için çaba verilmesinden yana olduğunu gösteriyor.
Sadece Türkiye'nin tanıdığı, bir zamanların dışlanmış devleti Kuzey Kıbrıs, otuz yıl süren uluslararası izolasyondan 2004'ten bu yana sıyrılmaya ve zenginleşmeye başladı.
Kuzeydeki Kıbrıslı Rumlar, kaybettikleri malların telafi edilmesi veya tazminat almaları için bunun muhtemelen son şans olduğunun farkındalar.
Önde gelen Kıbrıslı Rum yorumcu Makaryos Drusiotis "Bu sorunu biz çözemesek bile eninde sonunda çözülür. Bir yıl içinde ortak bir zemin bulunmaması halinde, fiili bölünme kalıcı olacak" dedi.
Bu seçim sonuçlarından etkilenecek olanlar muhtemelen sadece Kıbrıslılar değil; zira sonuçlar Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik çabalarına da hız verecek gibi görünüyor.
BM planını reddetmesinden bir ay sonra AB üyesi yapılan Papadopulos'un Kıbrıs'ı, 1999'da bir takım kritik mesele hakkındaki Türkiye-AB müzakerelerini veto ederek Türkiye'nin katılım sürecine ket vurmama yönünde verdiği sözden dönmüştü.
Uluslararası Kriz Grubu'nun, Kıbrıs üzerine geçen ay yayımladığı raporun yazarlarından Hugh Pope, "Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olanlar, Türkiye'nin kendi rızası ile vazgeçmesini sağlamak için mümkün olan herşeyi yapıyorlar" dedi.
Türkiye'nin Kıbrıs'ı tam olarak tanımayı reddetmeye devam etmesi "onlar elinde bulunan en etkili yoldur". Brüksel'in Kıbrıs tarafından rehin tutulduğunu düşünen Türkiye, misilleme olarak Nato üyeliğini, Kosova ve Afganistan'daki AB-NATO işbirliğini engellemek için kullandı.
Avrupa yanlısı Türkler; Kıbrıs'ın her iki tarafıyla beraber AB, ABD ve BM görüşmelerinin yeniden başladığını görmeyi isterlerken, Kıbrıs'ın diplomatik gerilla taktiklerinin Türkiye'yi kızdırarak hevesini kırmasından endişe duyuyorlar.
Önde gelen bir Türk hükümet yetkilisi, dünyanın, adanın bir çözüme kavuşmasındaki ana engelin Türkiye'nin otuz yıllık savaş yanlısı duruşu olduğuna inanmasının ardından Türkiye'nin 2004'te BM planını destekleme kararı almasına atıfta bulunarak, "Biz elimizi verdik, kolumuzu kaptırdık" dedi.
Türklerin AB katılım sürecine verdiği destek yüzde 70'ten yüzde 40'a kadar düştü. Türk Dışişleri Bakanı son günlerde "2008'in bir AB yılı olacağı"nı vadetmesine rağmen Avrupa, hükümetin gündeminden düşmüş gibi görünüyor.
REUTERS: "TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI GAYRİMÜSLİMLERE MÜLKİYET HAKKI TANIYAN YASAYI ONAYLADI"
ANKARA, 26/02(REUTERS)(BYE)--- Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bugün makamından yapılan açıklamaya göre, AB tarafından uzun süredir beklenen ve gayrimüslim azınlıkların mülkiyet haklarını düzenleyen yeni bir yasayı imzaladı.
Geçen hafta Parlamentoda kabul edilen Vakıflar Kanunu, dini vakıfların Türk Devleti tarafından el konulan bazı mülkleri iadesinin yolunu açmakla kalmayıp yabancıların Türkiye'de vakıf kurmasına da izin veriyor.
Yeni Yasa, el konulduktan sonra üçüncü taraflara satılmış olan mülklerin iadesine izin vermediği için bazı çevrelerce fazla kısıtlayıcı bulundu.
Türk Devleti, onlarca yıldır Hristiyan azınlıklara, özellikle de Rum Ortodoks cemaatine ait olan, milyonlarca dolar değerindeki mülkü istimlak ediyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Kasım 2006'da Vakıflar Kanunu'nu veto etmişti. Zira Türkiye'deki din-devlet ayrılığına dayalı laik sisteme halel getireceği endişesindeydi.
Ancak AB reformlarının sıkı savunucularından Gül'ün, kendisinin de cumhurbaşkanlığı öncesinde dışişleri bakanı olarak görev yaptığı AK Parti hükümetince teklif edilen Yasayı onaylaması zaten bekleniyordu.
AB yeni Yasayı memnuniyetle karşılamakla birlikte esasen Türkiye'nin, büyük çoğunluğu Müslüman olup laik bir rejimle yönetilen ülkede bütün dini cemaatlere faaliyet serbestisi tanıyan kapsamlı bir yasal düzenleme yapmasını istiyor.
İTALYA BASINI
TEMPI: "HER ŞEY, HATTA ÖZGÜRLÜK BİLE GÖRECELİYSE, ŞERİATA HOŞGELDİN DEMEYE HAZIR OLUN"
ROMA, 22/02(BYE)--- Tirajı günde 315 bin olan sağ eğilimli il Giornale gazetesinin haftalık aktüalite dergisi Tempi'nin 21 Şubat 2008 tarihli sayısında, Giorgio Israel imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin AB'ye katılımından yana olanları uyarıyorum... Başbakan Erdoğan, Almanya ziyareti sırasında Türk cemaatine hitaben yaptığı konuşmada, "entegre olun ama asimile olmayın" şeklinde bir çağrıda bulunarak, "Çünkü asimilasyon bir insanlık suçudur" dedi. Türk asıllı Avrupa parlamenteri Cem Özdemir'e göre, entegrasyon yaşanılan ülkenin dilini konuşmak, anayasasına ve yasalarına saygı göstermektir, oysa ki "asimilasyon", tam olarak dininden, dilinden ve geleneklerinden vazgeçmek -kebap yemekten vazgeçip "kartoffelsalat" yemeğe başlamak gibi- anlamına gelmektedir.
Bundan Başbakan Erdoğan'ın, liberal demokrasi hakkında pek bilgisi olmadığı sonucu çıkarılabilir. Liberal demokrasi, entegrasyonu -yani anayasa ve yasalara saygı, dil bilme- (ki buraya kadar sorun yok) gerektirir, ama aynı zamanda din değiştirme, ya da dinsiz olma, kendi dilini konuşmaktan vazgeçme, yaşadığı ülkenin kültürüne merak sarma, canının çektiğini yeme özgürlüğü de demektir. Liberal demokrasinin ne anlama geldiği konusunda bir fikre sahip değil, çünkü bu özgürlüğü berbat bir şey, hatta "insanlık suçu" olarak görüyor. Şayet bu AB'ye katılması gereken 70 milyon Türkün genel anlayışı bu ise, şunu söylemek lazım: "Hayır, teşekkürler". Zaten bir sürü sorunumuz var, önce kendi sorunlarınızı çözün, yani yayılmaya başlayan bir kökten dinciliğe Kemalizm kazanımlarınızı yok ettirmeyin. Irkçılık sorunlarını özünde taşıyan duygularla doldurulmuş olan topluluk (AB) anlayışındaki iki buçuk milyon Türk ile hesaplaşmak durumunda olan Almanya'nın pek çok sorunu var. Benzer sebeplerle Fransa'nın ve Madrid saldırısının ardından seçimleri tekrar kazanmak için Müslümanların oyunu isteyen bir hükümeti işbaşına getiren İspanya'nın da bir o kadar benzeri sorunu mevcut; artık neredeyse İslamlaşan Hollanda'dan bahsetmeyelim. Potansiyel olarak İtalya'nın ve özellikle İngiltere'nin oldukça fazla benzeri sorunları var. İngiltere'deki Anglosakson bir başpiskopos, Erdoğan'ın açıklamalarının da ötesine geçerek, bir kısım vatandaşların İngiliz yasaları dışında, sadece şeriat kanunlarıyla yaşayabilmesi için bir öneride bulunmuştu. Çok eşli ailelere maddi yardım yapılması gibi hiç duyulmadık bir öneri ortaya atıldı. Bu arada, Yahudi katliamından bahsedilmesini işitmek istemeyen Müslümanların "hassasiyetine" saygı göstermek için birçok okulda, Yahudi katliamlarını "anma günü" iptal edildi. Ve aynı zamanda okullarda ya da hastanelerde "anne" ve "baba" kelimelerinin kullanımı da yasaklandı ve en başta, rasgele, bir Frankeştayn'ın hoşuna gideceği yaşamlar üretildi.
Belki de Erdoğan, bu dramatik zayıflığı ve Avrupa'nın bölünmüşlüğünü, liberal demokrasinin temel taşını oluşturan kültürel prensiplerin ve ahlaki değerlerin parçalandığını anladığı için (Başbakan Merkel'in yakınında, Alman halkının yöneticisi rolüne bürünerek) bu şekilde konuşmakta sakınca görmüyor. Ve ahlaki değerlere meydan okumakta sakınca görmüyor. Bazı budalalar, bir medeniyet savaşı öğüdünde bulunduğumuzu söyleyebilir. Olup bitenin farkına varmamak, daha kötü dramlara hazırlanmak anlamına gelir. Söz konusu olan şey, birisi bizi insanlık suçu işlemekle suçlamaksızın, özgürlüğün temeli olan, din, kıyafet, kitap ve yemeği seçmemize imkan tanıyan ilkelere hala önem verip vermediğimize karar vermektir. Söz konusu olan, hala özgür kalmayı isteyip istemediğimize karar vermektir.
ANSA: "İTALYA-TÜRKİYE... ROMA BÜYÜKELÇİSİ ZİYAL: KUZEY LİGİ HARİÇ PARTİLERLE İLİŞKİLERİMİZ İYİ"
ROMA, 22/02(BYE)--- İtalyan ulusal haber ajansı ANSA'nın 19 Şubat 2008 tarihli bülteninde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Uğur Ziyal, "Bizimle iyi ilişkiler içinde olmak isteyen tüm İtalyan partileriyle iyi ilişkiler içindeyiz, ancak dünyanın hiçbir yerinde görmediğim bir yabancı düşmanlığına sahip bir önceki hükümetin ortağı olan bir parti hariç" dedi. Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Uğur Ziyal, Diritto Liberta dergisinin 13. sayısının tanıtım konferansında yaptığı konuşmada, İtalya ile ilişkilere ve Türkiye'nin AB'ye katılım hedeflerine değindi. Büyükelçi Ziyal'in, detaya girmemesine rağmen, Ankara'ya yönelik sürekli ve şiddetli suçlamalarına şahit olduğu Bossi'nin Kuzey Ligi Partisine atıfta bulunduğu belliydi. En son suçlamalar, geçen aralık ayında, İzmir'deki bir kilisede bıçaklanan rahip Adriano Franchini vakasının sonrasındaydı. Ziyal, "Türkiye'nin, Avrupa ile birlikte barış ve özgürlük arzusunu ve gerekliliğini paylaştığını" vurguladı. Ziyal, "Herkes için hak ve barışa ihtiyacımız var" ve "Ankara'nın dış politikasının temeli budur" dedi. "Bölgedeki demokratik olan yegane iki ülke" olan Türkiye ve İsrail arasındaki geleneksel iyi ilişkilere de değinen Büyükelçi Ziyal, "Türkçe'de getto kelimesinin mevcut olmadığını" hatırlattı ve sözlerini "Her iki ülke de ileri düzeyde tüm hak ve özgürlükleri temsil eden AB'ye katılım için gerekli niteliklere sahiptir" diye tamamladı.
KIBRIS RUM BASINI
POLİTİS: "ÖZGÜN AVRUPA YANLISI KASULİDİS EZİCİ OLARAK HRİSTOFYAS'TAN ÜSTÜNDÜR"
LEFKOŞA, 21/02(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Politis gazetesinin 21 Şubat 2008 tarihli sayısında, Hristodulos Grutidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Seçimlerin ilk turunun sonucu referandumdan dolayı ortaya çıkan bölünmeyi geride bırakıyor ve 60'ların politikacılarının devrini kapatıyor. "Evet" ve "Hayır" yanıtından bağımsız olarak seçmenler Kıbrıs sorununa özlü bir çözüm bulunması amacıyla birlikte yürümemiz gerektiğine karar verdi. Ayrıca bu yönetimin yeni nesil bir politikacının eline geçmesi gerektiğine de karar verdi. Sonuçların açıklanmasından hemen sonra kazananlar koordinatlarını verdiler: Kasulidis geleceğimizin Avrupai olduğunu vurguladı ve bunun için birlikte hareket etmemiz gerektiğinde ısrar etti. Öte yandan Hristofyas, "Kötü bir çözümü kabul etmeyeceğinin" üzerinde durdu. İkisi arasındaki tercih dengeli bir karşılaştırmaya dayanmalıdır.
Aşağıdaki özetlenmiş sebeplerden dolayı Kasulidis'in ezici olarak üstün durumda olduğu sonuçlar görünüyor:
1. Seçmenler büyük çoğunlukla Kıbrıs sorununun, durgunluktan kurtulmasına ve çözüm yörüngesine girmesine karar verdi. Hristofyas'ın -iki kez tekrarlayarak- üzerinde durduğu, "kötü bir çözümü kabul etmeyeceği" yönündeki izlenimleri, açıklamalardan önemli bir sapma teşkil eder. Hristofyas geçen pazar gününe kadar onun kötü çözümün yıkılması konusundaki ısrarının uluslararası topluluğa ve Kıbrıslı Türklere olumsuz mesajlar verdiğini ve bunun istenmediğini, çünkü ikinci bir "hayır"a gidersek bölünmenin kalıcı olacağını söyleyerek, Papadopulos'u suçluyordu. Hristofyas'ın sözünü tutmaması ilk turdaki halk yetkisinin içeriğini değiştiriyor, açıklamaları şüpheye yer veriyor ve azalan güvenirliği gittikçe azalıyor.
2. Kasulidis tezlerine bağlı kalıyor. Onu diğerlerinden ayıran bütün samimiyetiyle ikna edici bir şekilde tüm gerekli açıklamaları yapıyor. Tezlerini sağlam bir şekilde muhafaza ediyor ve yüksek uluslararası güvenirliğini güçlendiriyor, çünkü bunun devasa önemini "doğrudan" biliyor.
3. Çözüm için başlayacak olan çabalar, geçmişten farklı olacak. Kıbrıs sorunu BM çerçevesinde bekliyor, ancak AB'nin rolü belirleyici olacak. Bu yönde Kasulidis önemli derecede Hristofyas'tan üstün durumdadır. O, muhakkak ve inkar edilemez bir şekilde Avrupa yanlısıdır ve tüm bunlar önemli ve gerekli garantileri veriyor: Bilgi ve deneyimleri, Avrupa milletvekili olma özelliği, seçim kampanyasına 57 Avrupa milletvekilinin katılımıyla kanıtlandığı üzere üstün kişisel ilişkileri. Her şeyin ötesinde Avrupa Parlamentosunun büyük grubu güçlü siyasi dayanağıdır. Hristofyas, Avrupa sol grubunda zayıf bir dayanağıyla gizlemeye çalışacağı zengin Avrupa kuşkuculuğunu kıyaslıyor.
4. Türkiye'nin Avrupa süreci bizim güçlü müzakere kartımızdır. Bunu değerlendirmemiz için sadece ikna edici tezler ve talepler yeterli değildir. Müzakerelerdeki gücümüz, doğrudan bizi desteklemesi için arkamızda bulunacak siyasi gücün büyüklüğüyle bağlantılıdır. Kasulidis'in bağlı olduğu Avrupa Halk Partisi ona müzakereleri "zorlamak" ve Kıbrıs sorunu için mükemmeli garantileme imkanı sunuyor. Öte yandan Hristofyas hiçbir şekilde kesin olarak bize güvence vermeyen, yetersiz siyasi dayanak ortaya koyuyor.
Sonuç basittir: AB'nin oynayacağı rol, önemli derecede Kıbrıs sorunuyla ilgili gelişmeleri açıklığa kavuşturacak. Kasulidis AB'de "kendi alanında" mücadele edecek. Öte yandan Hristofyas "dikenlere yalınayak" gidecek.
Kıbrıs'ın özgün Avrupa yanlısı bir cumhurbaşkanına ihtiyacı vardır. Avrupa kuşkuculuğu olan cumhurbaşkanı şanssızlığa mahkumdur. Kasulidis'in üstünlüğü bellidir. Cumhurbaşkanlığı görevine Kasulidis'i seçerek, bunu Kıbrıs'ın çıkarları için değerlendirmeliyiz.
YUNANİSTAN BASINI
TA NEA: "YORGO PAPANDREU: SKANDALLAR KONUSUNDA TUTUMUM TAMAMEN KATIDIR"
ATİNA, 25/02(BYE)--- Tirajı günde 63 bin olan Ta Nea gazetesinin 23-24 Şubat 2008 tarihli sayısında, Pantelis Kapsis ve Yorgo Papahristos'un PASOK Başkanı Yorgo Papandreu ile yaptıkları ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
KAPSİS-PAPAHRİSTOS: Son günlerde ön plana çıkan konuyla başlayalım. Hükümet çifte isim içeren bir çözümü görüşüyor mu? Son zamanlardaki durum, geniş bölgedeki (Kosova'daki) gelişmelerle ilgili baskıların neticesi mi?
PAPANDREU: YDP hükümeti, Yunanistan'ın müzakerelerde savunduğu tezden uzaklaşmış olmasından ve gücünü kaybetmesinden tamamen sorumludur. Tam bir ilgisizlik ve strateji eksikliği gösterdi, AB'deki rolümüzü güçsüz hale getirdi. Üsküp'ün önce ABD tarafından müteakiben de Kanada gibi önemli müttefikler tarafından anayasal ismiyle tanınması bütün bunların doğal bir gelişmesiydi. Sonra da, bu ülkenin AB üyeliğini sorunun çözümlenmesi konusuna bağlamadan, aday ülke statüsünün tanınmasını kabul etti. Hükümet bugün, "çifte isim" konusunu dahi görüşmeye hazır. Bu, PASOK tarafından kesinlikle reddedilmiş olan ve Yunanistan'ın çıkarları için en kötü gelişmedir. Kosova'daki gelişmelere gelince; BM çerçevesi dışında ve uluslararası yasallığı ihlal eden tek taraflı tanımalar bizce çok olumsuz bir gelişmedir. Yunanistan Balkanlardaki politikayı etkileme yönündeki rolünü burada kaybetti. Ayrıca, çifte dillilik tutumunu benimsedi ve uluslararası hukuka saygı çerçevesinde olan dış politikanın özüne zarar verdi. Hükümeti, Kosova'nın bağımsızlığını tek taraflı tanıma yönünde ilerlememeye davet ediyoruz.
KAPSİS-PAPAHRİSTOS: Peki ya Kıbrıs konusu? Yeni cumhurbaşkanının seçimi nasıl etkileyecek?
PAPANDREU: Kıbrıs konusunun geleceği hakkında, biz her zaman, Kıbrıs'ın AB üyesi olmasının Kıbrıs sorununun çözümlenmesine ve hepimizin arzu ettiği adanın yeniden birleşmesi yönünde katalizör rolü oynayabileceğine inanıyorduk ve de inanmaya devam ediyoruz.
--BM ve Avrupa ile--
Asıl istenen, Kıbrıs sorununun, BM'nin kararlarına, AB'nin ilke ve değerlerine göre ve hem Kıbrıslı Rumların hem Kıbrıslı Türklerin refahını güvence altına alacak şekilde AB müktesebatına tam saygı göstererek çözümlenmesi amacıyla, BM'de ve AB'de gerekli girişimlerde bulunulmasıdır. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yeni cumhurbaşkanına, ele alacağı bu zor işte başarılar dilerim. Her yeni girişiminde, hem PASOK Başkanı hem de Sosyalist Enternasyonal Başkanı sıfatıyla onun yanında olacağımı bilmesini istiyorum.
KAPSİS-PAPAHRİSTOS: Dış politika konusunu Türkiye ile kapatalım. Sayın Simitis Avrupa Birliği ile Türkiye arasında özel ilişkiden yana olduğunu belirtti.
PAPANDREU: Eski Başbakanın görüşlerine daima saygı duyuyorum. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olması için kapıyı biz açtık. Ve bunu, ikili ilişkilerimizi belirleyici, zaman içinde toplanmış konuların çözümlenmesini ve barışçıl birlikte yaşamayı amaçlayan bir çerçeve çizerek yaptık. Bu çerçevenin hedefi, Türkiye'nin; gelecekte AB üyesi olması, aynı zamanda da insan haklarına saygıdan Kıbrıs sorununun çözümlenmesine kadar, AB'ye karşı bütün yükümlülüklerini yerine getirmesiydi. Bu politika, Türkiye ile ilişkilerin aşamalı bir şekilde düzelmesine ve ekonomi alanında ülke için belirli kazanımların sağlanmasına yol açtı. Yunanistan'ın egemenlik haklarını daima yüksek tutarak kesinlikle müzakere konusu yapmadık ve kıta sahanlığı sorununun çözümlenmesi için ciddi bir perspektife yol açtık. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini başardık. Tezimiz, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olma hakkına sahip olduğu, fakat aynı zamanda Avrupa Birliği ve bütün AB üyesi ülkeler yönünde üstlenmiş olduğu yükümlülükleri yerine getirmesinin gerekli olduğu yönünde olmaya devam etmelidir.
TO VİMA: "ÖZEL İLİŞKİNİN İÇERİĞİ"
ATİNA, 26/02(BYE)--- Tirajı pazar günleri 201 bin 86 olan To Vima gazetesinin 24 Şubat 2008 tarihli sayısında, Atina Üniversitesi profesörü ve ELIAMEP yönetim kurulu üyesi Panayotis K. İoakimidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Eski Başbakan Kostas Simitis'in gazetemizde yer alan metni son veriler ve gelişmeler açısı altında Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin geleceği için tartışmanın ülkemizde de başlamasına yol açtı. Veriler ise, son genişlemenin deneyiminden sonra Avrupa kamuoyunun ve önemli bir ülkeler grubu (Fransa, Almanya, Avusturya vb.) siyasi liderlerinin Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin tam bir kurumsal üyesi olmasını istemedikleridir. Özellikle Fransa'nın, Türkiye gibi nüfus açısından kendisinden daha kuvvetli olan bir ülkenin AB üyesi olmasını kabul edeceğini sanmıyorum. Bu bağlamda Türkiye'nin AB üyeliği hemen hemen imkânsız görülüyor. Bu nedenle de "en iyi ikinci seçenek" yani AB-Türkiye arasındaki özel ilişki ya da imtiyazlı ilişki konusu ele alınıyor.
--Bu İmtiyazlı İlişkinin İçeriği Ne Olabilir?--
Şimdiye kadar belirli bir özel ilişki önerisinin yapılmamış olmasına rağmen, Fransız ve Almanların uygun bir zamanda açıklayacakları bazı düşünceler üzerinde çalıştıkları biliniyor. Bence imtiyazlı ilişki basit bir ortaklık bağlantısından daha fazla fakat tam bir kurumsal üyelikten de daha az bir içeriğe sahip olmalı. Başka bir ifadeyle her iki tarafı; hem AB'yi hem de Türkiye'yi tatmin edecek ikisinin ortası bir ilişki statüsü olacak. Bu statü şunları içerebilir:
- Türkiye'nin Avrupa Ekonomi Alanı (Norveç ve İzlanda'nın iç piyasaya katılımı) örneği çerçevesinde ve benzer düzenlemelerle AB'nin iç piyasasına tam katılımını
- Avrupa Birliği'nin ortak dış politikası ve savunma politikasının önemli bir bölümüne katılımını
- Diğer politikalara, programlara ve AB'nin arama, teknoloji, çevre vb. konularına ilişkin bütçesine seçenekli katılımını içerebilir, fakat Avrupa Birliği'nin Ekonomi ve Para kuşlağına katılımını içeremez.
Türkiye'nin kurumsal rolüne gelince bu konu, Türkiye'nin politika şekillendirme işlemlerine katılmasının fakat karar alma işlemlerine sadece pek nadir durumlar dışında genelde katılmamasının öngörülmesiyle hallolabilir. Aynı zamanda Türkiye'nin Avrupa Birliği ülkeler arası organlarına örneğin AB Konseyi'ne, AB Parlamentosu'na, Ekonomik ve Sosyal Komisyona vb. katılması konusu gözden geçirilebilir. Bu organlara katılımı gözlemci ülke nitelikli olabilir. Böylelikle politika şekillendirmeye katkısı olabilecek fakat karar alma işlemlerine katılmayacak. Bu tür bir statünün üzerinde çalışılması Yunanistan'a yeni bir "Helsinki mantığı" çerçevesinde kendisini ilgilendiren özel konuları masaya getirme, işlemlere bağlama ve müzakereler yapma fırsatını verecek.
Bence bu ortaklık ve üyelik arası statü sadece Türkiye için değil AB üyesi olmak isteyen fakat yakın gelecekte üye olmaları mümkün görülmeyen başka ülkeler için de (örneğin Ukrayna için) uygulanabilir. Bu statü "Avrupa'ya siyasi katılım" oluşturabilir, fakat kararların alınmasına tam katılımla "kurumsal üyelik" olmayacak. Böylelikle Avrupa Birliği'ne üç türlü katılım statüsü şekillenmiş olur:
- Tam üyelik (full institutional membership)
- Siyasi katılım (political membership)
- Katılım ortaklığı (associated membership)
AB'de bu üç statünün şekillenmesi AB'nin sonsuzluğa kadar tam üyeliklerle genişlemesinin mümkün olmadığı temelinde, Avrupa Birliği'nin bugün karşılaşmakta olduğu yeni ülkelerin üye olması yönündeki baskılara karşı bir tutum benimsemesine yardımcı olabilir.
İSVİÇRE BASINI
TAGES-ANZEIGER: "TÜRKİYE, DİNİ AZINLIKLARI BUNDAN BÖYLE DAHA İYİ KORUMAK İSTİYOR"
BERN, 22/02(BYE)--- Tirajı günde 216.400 olan Tages- Anzeiger gazetesinin 22 Şubat 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
--Yeni Bir Mülkiyet Düzenlemesi, Devletin 70'li Yıllarda Kamulaştırdığı Mülklerin İadesine Olanak Tanıyor--
Meclis çarşamba akşamı özellikle Hristiyan ve Musevilerin mülkiyet haklarını güçlendiren bir vakıf yasasını kabul etti. Bu, milliyetçi ve Kemalist muhalefetin şiddetle karşı çıktığı yasa için yapılan ikinci girişimdi. İlki Kasım 2006'da dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in vetosuna takılmıştı. Bu defa oylamaya katılan 314 parlamenterin 242'sinin kabul oyu verdiği yasanın yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Şimdi Hristiyan ve Musevi cemaatleri, devletin 1974'te el koyduğu arazi ve gayrimenkullerini geri isteyebilecekler.
Avrupa Birliği, Türkiye'yi uzun bir süre dini azınlıklarının korunmasını ciddiye alma ve bu yasayı çıkarma konusunda sıkıştırmıştı. Şimdi Brüksel Ankara'yı övdü. Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Olli Rehn, Brüksel'de çarşamba akşamı yaptığı açıklamada, "Bu, ileriye doğru atılmış önemli bir adım" dedi, ancak daha yasanın son halinin ve uygulamasının görülmesi gerektiğini belirtti. Türkiye'de yaklaşık 23 bin Musevi ve 125 bin Hristiyan yaşıyor, bunların çoğu da Rum ve Ermeni.
Adil bir vakıflar yasası küçük Hristiyan ve Musevi cemaatleri için büyük önem taşıyor, zira bunlar kısmen maddi olarak ayakta kalma mücadelesi veriyorlar. 1936'dan sonra edindikleri tüm arazi ve gayrimenkulleri 1974'te verilen bir mahkeme kararıyla kaybetmişlerdi. Şimdiki yasa öncesi azınlık saflarından eleştiri sesleri de yükselmişti. Onlara göre yasa yetersizdi, çünkü yasa devletin üçüncü şahıslara satılmış olan mülkler için tazmin öngörmüyor. Ayrıca 1,5 yıllık başvuru süresi de çok kısa bulunuyor.
Çarşamba akşamı kabul edilen mülkiyet düzenlemesi, Vakıflar yasasının sadece son bölümüydü. Devletin dini vakıflar üzerindeki kontrolünü gevşeten diğer paragraflar geçen hafta kabul edilmişti. Bunlara göre vakıflar yurt dışı ilişkilerinde daha özgür olabilecek ve yurt dışından para alabilecek.
AB açısından Vakıflar yasası sadece bir ilk adım olabilir: Türkiye'de gayrimüslimlere zarar vermek üzere kullanılan hakların listesi bir hayli uzun. Ortodokslar hala kendi din adamlarını yetiştiremiyorlar. Katolik Kilisesi resmi olarak mevcut bile değil. 2002'deki benzeri iyi niyetli bir reform yasası bürokrasi tarafından sabote edilmişti.
Fakat Türk muhalefetine göre çarşamba günü çıkan yasa fazla ileri gidiyor. Muhalefet partileri CHP ve MHP saflarından büyük protestolar geldi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın hükümetteki AKP'sini milli çıkarları Hristiyan, Musevi ve AB'ye satmakla suçladılar. Milliyetçi MHP yine Türkiye'nin bölünmesini gündeme getirdi, hatta parti lideri Devlet Bahçeli bunu bir "ihanet yasası" olarak tanımladı. Bir milletvekili, yasanın "Türkiye Cumhuriyetinin temellerine bomba koyduğunu" söyledi. Geçen hafta MHP'nin talebi üzerine konuya ilişkin gizli bir Meclis oturumu bile yapılmıştı.
BASLER ZEITUNG: "DİNİ AZINLIKLAR MÜLKLERİNİ GERİ ALACAK"
BERN, 22/02(BYE)--- Tirajı günde 94 bin olan Basler Zeitung'un 22 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan AP kaynaklı ve Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'deki dini azınlıklar 70'li yıllarda devletin el koyduğu mülklerini geri alabilecekler. Ankara'daki Meclis buna çarşamba akşamı karar verdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yasayı imzalayarak yürürlüğe koyması bekleniyor.
AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Meclis kararını memnuniyetle karşıladı. Türkiye 1974 yılında Hristiyan yahut Musevi örgütlerce işletilen vakıf mülklerine el koymuştu. Bunlar arasında kiliseler, okullar ve yetimhaneler bulunuyordu.
ABD BASINI
AMERİKA'NIN SESİ: "VAKIFLAR YASASI TBMM'DE KABUL EDİLDİ"
ANKARA, 21/02(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, el konan azınlık vakıflarına ait taşınmazların iadesinin de ele alındığı Vakıflar Yasası'nı oy çokluğuyla kabul etti. Yasa önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 9. maddesinin yeniden görüşülmesi için Meclise iade edilmişti. Yasa, 72'ye karşı 242 milletvekilinin oyuyla kabul edildi.
Avrupa Birliği'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Vakıflar Yasası'nın geçmesini "memnuniyet verici bir adım" olarak niteledi. Bununla birlikte Rehn, yasa metnini inceleyeceklerini, uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarıyla örtüşmesi gerektiğini söyledi.
THE WASHINGTON INSTITUTE: "AVRUPA'DAKİ PKK SUÇ ŞEBEKELERİ VE PKK'YA YARDIMDA BULUNAN KURULUŞLAR"
ANKARA, 22/02(BYE)--- Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsünün 22 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Abdülkadir Onay imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Terörle Mücadele Koordinatör Başyardımcısı Frank Urbancic 13 Şubat'ta CNN-Türk televizyonuna bir açıklama yaparak "PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Avrupa'da mafya gibi çalışıyor" dedi. Urbancic, PKK'nın Avrupa'da terörist bir örgüt olarak bulunmasının yanı sıra finansal kaynak toplamak için "uyuşturucu ve insan kaçakçılığı yapan ahtapotvari bir yapısı olduğunu söyledi. Urbancic ayrıca Avrupa'da örgütün suç ve terör eylemlerini gizlemesine yardımcı olan kuruluşlar olduğunu da belirtti.
ABD ve Türkiye son zamanlarda Kuzey Irak'taki PKK güçlerine karşı işbirliği içine girdi. Ancak örgütün Avrupa'daki suç şebekeleri ve kurumlarla olan nispeten fark edilmemiş ilişkisi devam edecek ve eğer bu konuyla ilgilenilmezse örgütün sürekli olarak maddi destek ve tedarik görmesinin önüne geçilemeyecek. Türkiye, ABD ve Avrupa Birliği PKK'yla mücadelelerinde başarılı olmak istiyorlarsa örgütün Avrupa'daki faaliyetleriyle ilgilenmeliler.
--Avrupa'da Yasadışı Finansal Kaynak Toplama--
Dışişleri Bakanlığı'nın Nisan 2007 Terör Raporunda PKK'nın eylemlerini Avrupa'da maddi kaynak toplayarak ve yasadışı faaliyetlerle finanse ettiği belirtildi. NATO bünyesindeki Terör Tehdidi İstihbarat Birimi'nin bir raporunda da PKK'nın kaçakçılık ve vergi kaçırma gibi yasadışı ekonomik faaliyetlerinin olduğu, uyuşturucu ve sahte para kaçakçılığı ve yasadışı döviz alım satımı yaptığı bildirildi. Raporda ayrıca PKK üyelerinin para toplamak için tehdit yoluna başvurduğu da belirtildi.
Kasım 2007'de düzenlenen NATO Ekonomi Komitesi toplantısında sunulan verilere göre PKK en fazla mali kaynağı narkotik piyasasından elde ediyor. Komitenin toplantıyı takiben sunduğu rapor, PKK'nın narkotik ticaretinin her safhasıyla -Pakistan'daki hammadde üretimi ve Irak'taki damıtma işlemlerinden sokak satışları ve Avrupa'da PKK tarafından üretilmeyen uyuşturucunun "vergilendirmesine" kadar- bağlantılı olduğunu ortaya koydu. Raporda ayrıca insan ticaretinin PKK'nın en fazla kar getiren ikinci faaliyeti olduğu belirtiliyor.
Europol (Avrupa Polis Teşkilatı) da PKK'nın yasadışı faaliyetleri hakkında benzer bir çalışma yaparak Nisan 2007'deki terörizm raporunda kesin kanıtlardan bahsetti. Raporda şöyle deniliyor: "Fransa'da 2006 yılında terörü finanse etme amaçlı kara para aklama suçundan iki PKK'lı tutuklandı. 2005 sonunda PKK'ya finansal kaynak sağlamaktan Belçika'da üç, Almanya'da bir PKK'lı tutuklandı. Belçika yetkilileri tutuklanan şüphelilerin vatandaşlarından nasıl 'vergi' topladıklarını gösteren broşürler yayımlattılar. PKK'nın AB'deki finansal kaynak toplama faaliyetlerindeki artış, Kürt teröristlerin Türkiye'deki terör kampanyalarındaki artışa bağlanıyor."
--PKK'ya Yardımda Bulunan Kuruluşlar ve Yasal Boşluklar--
PKK Avrupa'da para toplamak için suç şebekelerinin yanı sıra bazı kuruluş ve yasal boşluklardan da faydalanıyor. NATO bünyesindeki Terör Tehdidi İstihbarat Birimi'nin raporunda örgütün yıllık 50 ila 100 milyon dolar kaynak elde ettiği belirtiliyor. Bu paranın çoğunluğu Avrupa'daki yasadışı faaliyetlerden elde edilse de PKK'nın, yaklaşık yarısı Almanya'da olmak üzere, Avrupa'daki 400 kurumla bağlantısı var. Bu şebeke, merkezi Brüksel'de olan Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyonu (KON-KURD)ve Rotterdam'daki Kürt İşverenler Örgütü (KAR-SAZ) gibi sempatizan kurumları da içeriyor.
PKK'nın Avrupa'da ayrıca propaganda ve finansal kaynak toplama amaçlı iki haber ajansı, dört televizyon kanalı, onüç radyo istasyonu, on gazete, ondokuz dergi ve üç yayınevinden oluşan geniş bir şebekesi bulunuyor. Danimarka'daki Roj TV ve Hollanda'daki Fırat Haber Ajansı gibi medya kuruluşları Avrupa'nın her tarafına yayılmış durumdalar.
--Silah Satın Alımı--
PKK yasadışı faaliyetlerinden ve unsurlarından elde ettiği gelirleri, Avrupa'da silah satın alımı için kullanıyor. 1984 ila 2006 yılları arasında Türkiye, toplam olarak 40,405 adet silah ele geçirdi. Silahların pek çoğunun menşei, üretici firmanın ambleminin kaçakçılar, üretici firma ya da kullanıcı tarafından silinmesi nedeniyle tespit edilemiyor. Yine de şimdiye kadar 16 binden fazla silahın nereden geldiği izi sürülebildi. Silahların bazılarının meşei İtalya, Almanya, Belçika, Macaristan ve Rusya da dahil olmak üzere Avrupa ülkelerine ait. Türkiye tarafından ele geçirilen 8015 mayından 4857'si İtalya, 2268'i Rusya ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinden temin edilmiş durumda. Askeri depolarda tutulan bu kadar çok malzemenin ortadan kaybolması karşısında normal koşullar altında yetkililerin harekete geçmesi gerekir.
--Avrupa İşbirliği: Yavaş Ama Artıyor--
PKK bazı Avrupa ülkelerinde belli bir süre rahatlıkla faaliyet gösterebildi. Bugün bu ülkeler terörizmin küresel etkilerini anlamaya başladılar ve bu doğrultuda PKK faaliyetlerini kısıtlayacak ya da yasaklayacak adımlar attılar. Örneğin Türkiye'de yayımlanan Sabah gazetesinde ifade edildiği üzere, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Ocak 2008'de PKK ve ona bağlı unsurların İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde 2001'den bu yana faal halde olduklarını kabul etti. Netice itibariyle, İngiltere "yabancı bir terörist örgüte İngiltere topraklarını kullanmasına ve mali destek sağlamasına izin verilmeyeceğini" ilan etmiş oldu.
Pek çok Avrupa ülkesi aynı şekilde PKK'yı terörist bir örgüt olarak (her ne kadar Norveç gibi bazı ülkeler henüz tanımış olmasalar da) tanımış durumda. Bu çerçevede aynı ülkeler örgüte karşı sert önlemler alıyorlar. Örneğin Ocak 2008'de Berlin'deki yerel mahkeme bir Türk vatandaşını 1994 yılından bu yana Bavyera'da gizli bir PKK hücresi oluşturmaktan suçlu buldu ve kendisini üç yıla yakın hapis cezasına çarptırdı.
--Avrupa ile İşbirliğinin Geliştirilmesinde ABD'nin Rolü--
Avrupa Birliği Konseyi'nin 2002 yılındaki Terörle Mücadele ile ilgili aldığı çerçeve karar uyarınca, üye ülkeler terörist örgüte mali kaynak sağlamak, lojistik destekte bulunmak ya da örgüt içerisinde bizzat yer almak gibi her türlü hareketin yasalar kapsamında cezalandırılmakla yükümlü. Ne yazık ki, Avrupa ülkeleri bu yasayı uygulamakta bir hayli yavaşlar.
Başarı kaydedebilmek için, ABD ve Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK'ya karşı stratejisine, ABD-Türkiye-Avrupa terörle mücadele imkan ve kabiliyetlerini örgütün Avrupa'daki yasadışı şebekesini ve unsurlarını kapatmak üzere harekete geçirmek de dahil edilmelidir. Bu bağlamda ABD, Türkiye ve Avrupa'yı; Amerikalı, Türk ve Avrupalı yasa uygulayıcı kurumlar arasında ortak çalışmaları teşvik ederek biraraya getirmelidir.
THE WASHINGTON INSTITUTE: "TÜRBAN İKİLEMİ... TÜRKİYE VE ABD AÇISINDAN SONUÇLARI"
ANKARA, 22/02(BYE)--- Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsünün 20 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Soner Çağaptay imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin özet çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 9 Şubat'ta kadınların başörtüsünün özel bir şekli olan türbanın üniversitelerde yasalaştırılmasına yönelik iki anayasa değişikliğini kabul etti. Türk türbanı -Güney Asya erkeklerinin türbanıyla karıştırılmamalı- ülkede ilk olarak 1980'li yıllarda ortaya çıktı ve uzun zamandır üzerinde tartışılan, ihtilaflı bir siyasi mesele olarak kendini gösterdi. Türkiye'nin din ve dini sembolleri devlet yönetimi ve eğitimin dışında tutan Batı tarzı laikliği, türbanı siyasi bir simge -AKP'li Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da 15 Ocak'ta yaptığı kamuoyu açıklamalarında kabul ettiği bir sembol- olarak görüyor. 20 yıla yakın bir zamandır, laik bakış açısı, Türk mahkemelerinin türbanı kamusal alanda yasaklamasına yol açtı. Şu anda ise türban üniversitelerde serbest bırakıldı, peki Türkiye'de bundan sonra ne olacak? Ve bu yasa ABD için neler ifade ediyor?
--Yasal Süreç--
İki anayasa değişikliği de AKP hükümetinin eski Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün elinde. Gül'ün, anayasa değişikliğini ya imzalayıp yasalaştırmak ya da ikinci bir oylama için yeniden parlamentoya göndermek üzere 26 Şubat'a kadar zamanı var. Ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), anayasa değişikliğinin aynen geçmesi durumunda, yasa yapımında izlenen prosedürün hukuka uygun olup olmadığının değerlendirilip hükme bağlanması amacıyla değişikliği Anayasa Mahkemesine götüreceğini açıkladı. Aslında teknik açıdan uygun prosedür izlendi, ama CHP ve bazı hukukçular, türbanın yasalaştırılmasının, anayasanın ikinci maddesinde tanımlanan Türk devletinin laik niteliğini etkileyeceğini ve Anayasa'nın ikinci maddesinin değiştirilemez oluşu sebebiyle de söz konusu değişikliğin Türk devletinin laik niteliğine bir tehdit oluşturduğunu iddia ediyorlar.
Anayasa Mahkemesi türban meselesiyle ilgili en son 1989 yılında bir inceleme yapmıştı. Söz konusu değişikliğe benzer bir teklife, anayasayı ihlal ettiğine karar vererek, büyük bir darbe indirmişti. Mahkeme hala böyle bir değişikliği engelleyecek gücü elinde bulundursa da o günden bugüne siyasi ortam ciddi anlamda değişti. Örneğin, Mahkeme, 2007 baharında AKP'nin Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı seçmesini engelleme girişiminde bulundu, ama başarılı olamadı. AKP, mahkemenin hamlesinin halk iradesine karşı atılan bir adım olduğu çıkışını yaparak, dikkatleri kendi üzerine çekmeyi başardı. Ardından Haziran 2007'de erken seçim çağrısı yapıp parlamentodaki sandalyelerin yüzde 47'sini elde etti. Bunu takiben de Gül'ü cumhurbaşkanı seçtirmeyi başardı.
--AKP İçin Kazan-Kazan Durumu--
Mahkemenin değişiklikle ilgili kararı ne olursa olsun, AKP bundan karlı çıkacak. Mahkemenin kararı iptali durumunda, parti, laik mahkemelere karşı halkın iradesini temsil ettiği söylemi etrafında daha çok oy toplayacak. Bu da Nisan 2009'da yapılması planlanan yerel seçimlerde yeni bir zafer daha kazanmasını sağlayacaktır. Mahkemenin değişikliğe izin vermesi durumunda ise, hem seçmen kitlesinin taleplerini karşılayarak, hem de dini açıdan daha muhafazakar bir Türkiye talebindeki bir parti olduğu iddiasını başarıyla savunarak, önemli bir başarı elde etmiş olacaktır. Bu netice de başka bir yeni seçim zaferine yol açabilir.
--Azalan Avrupa Desteği ve Liberal Destek--
Her ne kadar Türkiye'nin liberal fikir adamları, akademisyenleri ve işadamları -küçük ama etkili bir seçmen kitlesi- AKP'yi AB yanlısı ve iş dünyası lehinde politikaları sebebiyle uzun yıllardır desteklemiş olsa da son zamanlarda partiyi eleştiriyorlar. Bu kesim, Ankara'nın AB'ye katılım müzakerelerine başladığı 2005 yılından bu yana AKP'nin reform yapma konusundaki isteğinin azaldığını -Avrupalı bürokratların kabul ettiği bir iddia- düşünüyor. AKP ise yeni reformların kamuoyu muhalefetinden dolayı zorlaştığını iddia ediyor. Fakat AB reformlarının kesildiği bir dönemde türban yasasının geçirilmesi, liberallerin hükümetin bazı değişiklikleri yapmak isterken bazılarını istemediğini iddia etmelerine yol açtı. Bu algılama AKP için, liberal kesimin ve AB'nin desteğine malolabilir, fakat parti kendisine verilen şu anki geniş destek nedeniyle muhtemelen rahat ve bu kaybı dikkate almıyor.
--Başka Bir Yol Var Mı?--
Türbanla ilgili değişikliğin yasalaşması durumunda, Türkiye'de ciddi değişiklikler olacak. Batıdaki büyük şehirlerde çok bir şey değişmese de İç Anadolu ve Türkiye'nin doğusu gibi geniş kesimlerde günlük yaşam görünür bir biçimde farklılaşacak. Türban, erdemli bir İslami yaşayışın simgesi olarak görülüyor ve İslami uygulamaya riayet edilmemesine daha az hoşgörü gösteren kesimlerde türbansız kadınlar kendilerini rahatsız hissedecektir. Muhafazakar güneydoğuda ise çoğu kadın kendisini türban takmak zorunda hissedecektir. Türk kadınına daha fazla özgürlük sağlamak yerine türban yasağının kaldırılması türban takmayı tercih etmeyenler açısından yeni bir problem teşkil edebilir.
Fakat burada AKP için bir yol daha var. Parti, değişiklikleri yaparken, liberallerin ve Batı'nın desteğinin sürmesini istiyorsa türban takmayan kadınları korumaya hazır ve kadınların özgürlüğünden yana olduğu konusunda Türk halkını ikna etmek için gerekli adımları atmalı. Örneğin türban takan kadınları koruduğu gibi türban takmayan kadınları da koruyan bir yasa çıkarabilir (yakın zamanda yapılan bir ankete göre türban takan kadınların yüzde 10'u aileleri ve kocaları tarafından zorlanıyor). Bir adım daha atarak, tek konuya odaklı bir parti olmadığını ispatlamak için türban yasasını AB'ye katılım için hazırlanan geniş bir reform paketinin bir parçası olarak çıkarabilir. Son olarak, türban yasası parlamentodan sadece üç haftalık bir kamuoyu tartışma sürecinden sonra geçirildiği için, AKP tartışmalara daha uzun bir zaman dilimi ayırabilir.
--ABD Açısından Sonuçlar--
Değişikliklerin yasalaşması halinde, Türkiye bir gecede köktendinci bir ülke olmayacaksa da dini yaşayışı sembolize eden bir simgenin -türban- birçok yerde uygulanmaya zorlanacağı bir ülke olacak. Dini yaşayışın istemsiz tek tipleştirilmesi, mahkeme müdahalelerine ve laik Türklerin protestolarına yol açacak şekilde sürebilir. ABD, Türk laikliğinin temel hassasiyetlerini dikkate alarak bu fırtınaya yön verebilir.
Özellikle Türk laikliğinin Avrupalı doğası -din özgürlüğünden ziyade dinden bağımsızlığı vurgulayan- göz önüne alındığında, ABD yönetimi Türkiye'ye kendi laiklik anlayışını empoze etmemeye dikkat etmeli. Buna bağlı olarak, Washington türbanın Türkler arasındaki simgesel gücüyle tartışmalı bir konu olduğunu hatırda tutmalı. Konu, hassas ve ihtilaflı niteliği göz önüne alınarak Türkiye'nin iç tartışması olarak kalmalı. ABD, Türk laikliği konusunda tavrını özenle seçilmiş kısa ve öz ifadelerle tanımlamalı.
AMERİKA'NIN SESİ RADYOSU: "AB HRİSTOFYAS'TAN UMUTLU"
ANKARA, 26/02(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:
Kıbrıs Rum kesiminde cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Hristofyas, barış görüşmelerini yeniden başlatmak amacıyla yakında Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile bir araya geleceğini açıkladı. Talat, AKEL partisi lideri Hristofyas'ı arayarak hızla görüşme masasına oturmalarını istemişti. Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis de Kıbrıs Türk ve Rum toplumları arasında görüşmelerin başlatılmasına destek verdi.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı da Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı seçilen Hristofyas'ı kutlarken, adanın yeniden birleşmesi yolunda kendisiyle birlikte çalışmaya hazır olduklarını bildirdi. Bakanlık Sözcüsü Tom Casey, Türk ve Rum toplumları tarafından kabul edilecek iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon yoluyla adanın birleşmesini öngören kapsamlı çözümü Amerika'nın desteklediğini tekrarladı.
Casey, bu konuda BM, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk toplumu, Türkiye, Yunanistan ve Avrupa Birliği ile birlikte çalışacaklarını da söyledi.
Bu arada Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, Brüksel'de yaptığı açıklamada, tarafları BM gözetiminde hızla masaya oturmaya çağırdı.
Brüksel'den Güven Özalp bildiriyor:
Papadopulos'un ilk turda elendiği Rum Kesimindeki seçimlerden Akel Genel Sekreteri Hristofyas'ın zaferle çıkması, Kıbrıs sorunun çözümü konusundaki umutları canlandırdı. Papadopulos'un yıllardır sürdürdüğü en iyi çözüm çözümsüzlük politikasından yaka silker hale gelen Brüksel'den Hristofyas'a en üst düzeyde kutlama Komisyon Başkanı Barroso tarafından yapıldı.
Hristofyas'ın seçimini adadaki sorunun çözümü açısından bir fırsat olarak değerlendiren Barroso, yazılı açıklamasında, "Bu şansı kullanmanızı ve kapsamlı bir çözüm bulunması amacıyla Kıbrıs Türk toplumu lideriyle BM himayesindeki görüşmelere gecikmeksizin başlamanızı şiddetle teşvik ediyorum" dedi. Barroso, Komisyon Başkanı olarak Rum ve Türk tarafının çözüme yönelik ortak çabalarını güçlü bir şekilde destekleyeceğini ifade etti.
Barroso'nun açıklaması Papadopulos'un özellikle 2004 referandumundan sonra Kıbrıs Türk toplumunun izolasyondan kurtarılması amacıyla Avrupa Birliği tarafından devreye sokulmaya çalışılan her girişimi engelleme amaçlı politikalarından bıkan Brüksel'in rahatladığını ve önceliğinin sorunun çözümüne yönelik adım atılması olduğunu ortaya koyuyor. Brüksel'de hiç kimse Hristofyas'ın süreç açısından yeni bir umut olduğunu gizlemiyor.
Avrupa Birliği üst düzey yetkilileri, Hristofyas'ın seçilmesinin Ankara-Brüksel ilişkilerine de olumlu yansıyacağı öngörüsünde bulunuyorlar. Hristofyas'ın Barroso ile 5 Aralık'ta yaptığı görüşmede altını kalın bir şekilde çizdiği "çözüm için yoğun çaba harcama" taahhüdünü hayata geçirmesi halinde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin yeni bir ivme kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Kapsamlı çözüm doğrultusunda olası bir somut ilerleme kaydedilmesi, Kıbrıs nedeniyle halen 8 müzakere başlığı askıda olan Türkiye'nin yeni açılımlarda bulunmasını ve Ankara-Brüksel hattındaki en önemli gerginlik unsurunun ortadan kalkmasını sağlama potansiyeli taşıyor. Bölünmüşlüğün ortadan kalkması, Türkiye'nin müzakere sürecini rahatlatacak en önemli unsurlardan biri olarak görülüyor.
Hristofyas'ın seçilmesini kutlayan Avrupa Parlamentosu Birleşik Sol Grup Lideri Francis Wurtz da yaptığı açıklamada, "Bu, adanın birleşmesini destekleyen herkes için büyük bir gün. Bir sayfa çevrildi. Umut yeniden doğdu" dedi. Wurtz, "ilke adamı" olarak tanımladığı Hristofyas'ın adil ve kalıcı bir çözüme yönelik süreci başlatacağına inancının tam olduğunu da dile getirdi.
Papadopulos döneminin Kıbrıs sorunu açısından "kayıp yıllar" olarak değerlendirildiği Brüksel'de öncelikli beklentiyi adadaki iki liderin bir an önce bir araya gelmesi oluşturuyor. Hristofyas'ın mart ayının ilk haftalarında Brüksel'i ziyaret ederek çözüm süreciyle ilgili görüş alışverişinde bulunması öngörülüyor.
AMERİKA'NIN SESİ: "AVRUPA BİRLİĞİNİN, TÜRKİYE'NİN KUZEY IRAK OPERASYONUYLA İLGİLİ KAYGILARI ARTIYOR"
ANKARA, 27/02(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:
Avrupa Birliği, Türkiye'nin Kuzey Irak operasyonundan duyduğu kaygı düzeyini artırdı. Birliğin dönem başkanlığı, Ankara'nın operasyonu sınırlı tutmasını ve Irak'ın toprak bütünlüğüne saygı göstermesini istedi.
Ayrıntıları Brüksel'den Güven Özalp bildiriyor:
Türkiye'nin PKK ile mücadele kapsamında Kuzey Irak'ta başlattığı hava destekli kara operasyonuyla ilgili yaptığı ılımlı açıklamalarla dikkati çeken Avrupa Birliği, son açıklamasında, endişe tonunun bir derece yükseldiğini hissettirdi.
Avrupa Birliği Dönem Başkanı Slovenya tarafından yapılan açıklamada, Türkiye'den askeri operasyonu ana amaç olan Türk halkının terörizmden korunmasıyla sınırlı tutması istendi. Slovenya tarafından Avrupa Birliği adına yapılan yazılı açıklamada, "Avrupa Birliği dönem başkanlığı, Türk ordusunun 21 Şubat 2008 tarihinde Irak topraklarında başlattığı operasyonu büyük endişeyle izlemektedir" denildi.
Açıklamada, Türkiye'nin vatandaşlarını terörizmden koruma ihtiyacının anlaşıldığının altı çizilse de Ankara'dan orantısız askeri güç kullanımından kaçınması, Irak'ın toprak bütünlüğüne, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermesi talep ediliyor.
"Avrupa Birliği dönem başkanlığı, Türkiye'ye askeri eylemlerini ana amaç olan Türk halkının terörizmden korunması için mutlaka gerekli olan eylemlerle sınırlandırması çağrısında bulunuyor" ifadelerinin yer aldığı açıklamada, uluslararası ortaklar ve özellikle de Irak Hükümeti ile diyalogun sürdürülmesi istendi.
Operasyon, Avrupa Parlamentosu nezdinde de ses getirmeye başladı. Bu çerçevede çarşamba günü gerçekleştirilecek bir basın toplantısında Avrupa Birliği'nden Türkiye'yi kınaması talep edilecek. Türkiye'nin Irak'ın toprak bütünlüğüne saygı göstermesi ve soruna siyasi çözüm bulunması amacıyla Kürtlerle doğrudan diyaloga girmesi de diğer istekleri oluşturacak.
Basın toplantısında, Kürt Enstitüsü Başkanı Derviş Ferho, Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyonundan Talat Temerkan ve Türkiye'nin hakkında kırmızı bülten çıkarttığı Kürt Ulusal Kongresinden Ahmet Dere'nin de görüşlerini açıklaması bekleniyor.
Kürt sorunu 3-4 Mart'ta yeni anayasa çalışmaları bağlantısıyla bir kez daha Avrupa Parlamentosu gündemine gelecek. Sosyalistler, Liberaller ve Yeşillerin evsahipliği yapacağı toplantıda, AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, anayasa reformu konusundaki görüşlerini iletecek.
İlk gününde siyasi partilerin ve gazetecilerin anayasal reform ve Kürt sorunuyla ilgili görüşlerine odaklanacak olan toplantının ikinci gününde ana temayı yeni anayasa, sivil toplum ve kültürel özgürlükler oluşturacak.
İRAN BASINI
TAHRAN RADYOSU: "SOLANA, PKK SALDIRILARINI ENGELLEMEK İÇİN KARA HAREKATININ EN İYİ KARŞILIK OLMADIĞINI SÖYLEDİ"
ANKARA, 23/02(BYE)--- Tahran Radyosu'nun 06.30-08.00 Türkçe yayınından:
Avrupa Birliği Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Solona, PKK saldırılarını engellemek için kara harekatının en iyi karşılık olmadığını söyledi. Slovenya'da düzenlenen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin savunma bakanlarının toplantısına katıldıktan sonra konuşan Solona, "Türkiye'nin endişelerini anlıyoruz, ancak kara harekatı en iyi karşılık değil. Irak'ın toprak bütünlüğü bizim için çok önemli" dedi.
CUMHURİ İSLAMİ: "SOLANA, TÜRKİYE'NİN KUZEY IRAK'A YÖNELİK ASKERİ OPERASYONUNA OLUMSUZ TEPKİ GÖSTERDİ"
TAHRAN, 25/02(BYE)--- Muhafazakar eğilimli Cumhuri İslami gazetesinin 25 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB Dış Politika Yüksek Komiseri Solana dün, Türkiye'nin Kuzey Irak'a yönelik askeri operasyonunun PKK sorununa iyi bir yanıt olmadığını söyledi.
Mehr haber ajansının AFP'ye atıfta bulunarak duyurduğuna göre, Slovenya'da AB Dışişleri Bakanları ile görüşen Solana görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, "Türklerin kaygısını anlıyoruz. Ancak bizim açımızdan bu girişim iyi bir yanıt değil. Irak'ın toprak bütünlüğünün çok önemli olduğunu düşünüyoruz" şeklinde konuştu.
Bu arada Avrupa Komisyonu dün, Türkiye'den, dengeli olmayan her türlü askeri girişimde bulunmaktan kaçınmasını istedi. Avrupa Komisyonu Sözcüsü Krisztina Nagy dün düzenlediği basın toplantısında, "Konuyu yakından takip ediyoruz ve şimdi sadece kendi tutumumuzu tekrarlayabilirim. AB, Türkiye'nin, halkını terörizme karşı korumaya ihtiyaç duyduğunu anlıyor. Türkiye'nin dengeli olmayan askeri bir girişimde bulunmaktan kaçınması ve insan hakları ile yasaların egemenliğine saygı duyması gerekiyor. Türkiye'yi, söz konusu meseleyle ilgili olarak uluslararası ortaklarıyla müzakereyi sürdürmeye teşvik ediyoruz" dedi.
RUSYA BASINI
İZVESTİA: "TÜRKİYE DIŞİŞLERİ BAKANI ALİ BABACAN: RUSYA İLE RAKİP DEĞİL, ORTAĞIZ"
MOSKOVA, 21/02(BYE)--- Tirajı günde 197 bin olan liberal eğilimli İzvestia gazetesinin 21 Şubat 2008 tarihli sayısında, İgor Yavlyanski imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, resmi bir ziyaret için Moskova'ya geldi. Konuk Bakan, gazetemize özel mülakat verdi.
SORU: Rusya, Türkiye için önemli bir ortak. Hangi alanlarda ilerleme kaydediliyor ve hangilerinde hala çözülmemiş sorunlar bulunuyor?
BABACAN: Biz, komşu ve dost iki ülkeyiz. İlişkilerimizin tüm alanlarda hızlı bir şekilde gelişmekte olduğunun altını çizmek istiyorum.
SORU: Türkiye, Kosova'nın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden biri oldu. Bu kararı almanızın nedeni nedir?
BABACAN: Kosova ile yakın ve tarihi ilişkilerimiz olduğu biliniyor. Halen Türkiye'de yaşayan Kosovalıların sayısının, Kosova'daki nüfustan daha fazla olduğunu belirtmek istiyorum.
SORU: Burada Kosovalılardan mı, yoksa Arnavutlardan mı söz ediyorsunuz?
BABACAN: Şunu kesinleştirelim; burada Arnavutlar söz konusudur. Bilindiği üzere, dünya toplumu Kosova'nın bağımsızlığı konusunda ikiye bölündü.
SORU: Hayır, üçe bölündüğünü bile söyleyebiliriz. Bu konuda tereddüt eden ülkeler de var.
BABACAN: Evet, doğru. Biz, bu konuda karar verirken halkımızın beklentilerini göz önüne aldık. Bizim için en önemli olan husus Balkanlarda kalıcı barışın sağlanmasıdır.
SORU: Ankara, Kosova ile ilgili karar alırken iki sorunu göz önüne almak zorundaydı. Bunlardan birincisi, Kürt ayrılıkçılığı, diğeri ise Kıbrıs sorununun Kıbrıslı Türklerin istediği şekilde çözüm imkanıydı. Bu konudaki düşünceleriniz nedir?
BABACAN: Açıkça söylemek gerekirse, konuyu bu açıdan değerlendirmedik. Biz şuna inanıyoruz: Kosova özel bir meseledir ve diğer sorunlarla kıyaslanamaz.
SORU: Buna rağmen, Kosova'nın tanınmasıyla Irak Kürdistanı dahil, dünyadaki bütün ayrılıkçı hareketler aktifleşmeye başlamaz mı?
BABACAN: Ben, bu sakıncayı paylaşmıyorum. Her olayın kendi özellikleri vardır. Örneğin Irak'ı ele alalım. Geçen yıl kasım ayında İstanbul'da düzenlenen uluslararası konferansta, bu ülkenin sorunları ele alındı. Toplantı sonrasında siyasi bir deklarasyon yayımlandı. Belgede, Irak'ın toprak bütünlüğünün özel bir önem taşıdığı kaydedildi. Kürtlerin de yaşadığı bölgelerin tek Irak devleti içinde kalması konusunda uluslararası konsensüs sağlandı. Kosova'ya gelince; buradaki durumun farklı şekilde geliştiğini belirtmek istiyorum. Biz, sorunun BM özel temsilcisi Ahtisaari planına dayalı olarak çözümlenmesini istedik. Maalesef, bu konudaki görüşmeler sonuçsuz kaldı.
SORU: Batı basınında, Kosova milli bayraklarının ilk partisinin Türkiye'de yapıldığına ilişkin haberler yer aldı. Bu doğru mu?
BABACAN: Konudan haberdar değilim. Bundan herhangi bir siyasi anlam çıkarmamak gerekiyor. Ülkemizde tekstil sanayi son derece gelişmiş durumda. Kosovalıların, piyasa araştırması yaparak, düşük maliyetli ve kaliteli mal üreten Türk firmalarını tercih ettiğini tahmin ediyorum.
SORU: Moskova ve Ankara arasında enerji alanında yapılmakta olan işbirliğinde bazı tartışmalı konular var. Örneğin, Rus doğalgazının Burgaz-Aleksandrupolis güzergahından sevk edilmesine ilişkin kararın alınmasından sonra Türkiye, Rus topraklarını baypas edecek Transhazar doğalgaz boru hattının inşası konusunda Türkmenistan'la yoğun görüşmeler yapıyor. Bunun nedenini açıklar mısınız?
BABACAN: Ülkemiz, petrol ve doğalgazın transit geçişi için son derece cazip. Biz, birbiriyle rekabet edecek projeler değil, sadece birbirini tamamlayacak projelerin devreye sokulmasından yanayız. Burada bazı farklı eğilimlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Yani, tüketici ülkeler kendi güvenlikleri açısından enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışıyor.
SORU: Türkiye AB üyesi olmak istiyor, fakat anlaşılan bu konu sürüncemede kalıyor. Brüksel, dini farklılıklardan mı, Türk örf ve geleneklerinden mi, örneğin sıkça sözü edilen türbandan mı, yoksa etnik Türklerin Batı Avrupa ülkelerindeki toplumlarla entegrasyon konusunda çıkabilecek güçlüklerden mi korkuyor? Yoksa daha başka sebepler mi var?
BABACAN: Birleşik Avrupa'nın demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulculuk gibi genel ilkeleri bulunuyor. Türkiye, bu ilkelerin tamamını uygulamaya çalışan tek Müslüman ülkedir. Biz, demokrasi, laiklik ve İslamın bir arada yaşayabileceğini göstermek istiyoruz. Türklerin Batı Avrupa ülkeleri halklarıyla bütünleşmesine gelince; biz orada yaşayan vatandaşlarımızın dil, din ve kültürel kimliklerini koruyarak entegrasyon sağlamalarından yanayız.
VESTİ.RU: "TÜRKİYE DIŞİŞLERİ BAKANI ALİ BABACAN MOSKOVA'DA"
MOSKOVA, 22/02(BYE)--- Rossia televizyon kanalının "Vesti" haber programında 20 Şubat 2008 tarihinde yayınlanan özel röportajın çevirisi şöyledir:
SUNUCU ANDREY LOŞİLİN: Bugün Rusya için çok hassas bir konu olan Kosova konusundan başlayalım. Türkiye Hükümeti, Kosova'nın bağımsızlığını tanıma kararı aldı. Kosova'nın bu adımının Türkiye dahil, bütün dünyada bir takım benzer olayların yaşanmasına yol açmasından korkmuyor musunuz? Örneğin, ülkenizde Kürt isyancılar uzun yıllar bağımsızlık için mücadele ediyor.
BABACAN: Bu tür tüm sorunların ayrı ayrı ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Her sorunun kendine özgü özellikleri vardır. Dünya kamuoyu Kosova konusunda bölündü. Türkiye asla Kosova'nın kaderine kayıtsız kalamaz. Zira, bizi birbirimize bağlayan çok sıkı tarihi, kültürel ve insani ilişkiler mevcut. Bir örnek vereyim: Türkiye'de yaşayan Kosova kökenlilerin sayısı, vatanları Kosova'dakine oranla daha fazla. Bu nedenle iç siyasi açıdan da Kosova sorunu bizim için çok önemli. Türkiye Cumhuriyeti, Kosova'nın bağımsızlığının tanınmasını karara bağladı, diğer ülkeler ise daha farklı karar aldılar. Burada en önemlisi, Balkanlardaki kalıcı barışın sağlanmasıdır. Türkiye, Kosova'da istikrar ve barışın tesisi konusunda önemli katkıda bulunuyor ve biz, Sırbistan'la da diyalog kurarak çaba harcamaya devam edeceğiz. Sırbistan'ın, Balkanlardaki istikrarın korunmasında çok büyük rolü var ve bu ülkeyle şimdi çok iyi durumda olan ilişkilerimizi devam ettirmek istiyoruz.
LOŞİLİN: Moskova'nın kanaatine göre, Kosova Parlamentosunun bölgenin bağımsızlığını ilan etmesi, BM Güvenlik Konseyi'nin 1244 no'lu kararına ters düşmektedir. BMGK'nin kararında Sırbistan'ın toprak bütünlüğünün kesin olarak desteklendiği ifade edilmektedir. Şimdiyse bazı ülkelerin bu konuya değişik açıdan baktığı anlaşılıyor. Türkiye'nin, toprak bütünlüğü ilkesiyle ilgili tutumu nedir?
BABACAN: Uluslararası hukuk uzmanları arasında Kosova'nın hukuki statüsü konusunda görüş birliği yok. Bizim görüşümüz şudur: Balkanlarda kalıcı barış ve refah kurulmalı ve bu bölgenin bağımsızlığı buna katkıda bulunacak. Bununla birlikte biz, diğer ülkelerin değişik yaklaşımlarını anlayışla karşılıyoruz. Çeşitli formatlarda yapılan yoğun uluslararası tartışmalar, maalesef bu konuda konsensüs sağlayamadı.
LOŞİLİN: Sayın Babacan, geçen yıl ülkelerimiz arasındaki ticaret hacmi 25 milyar dolara ulaştı, Türk yatırımları 5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Sizce, hangi ekonomik projeler başarıya ulaştı?
BABACAN: Gerçekte, bizim istatistiklerimize göre, geçen yıl Rusya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 28 milyar doları aştı. Şimdi Türkiye, Rus mallarının ithalatı bakımından dördüncü sırada bulunuyor. Karşılıklı yatırımların hacmi de hızla artıyor. Türkiye'nin Rusya'da yaptığı yatırımların tutarı 7 milyar dolara yaklaştı. Rusya'nın Türkiye'deki yatırımlarının hacmi de yaklaşık 4 milyar dolar. Resmi istatistiklerdeki rakamlar, her zaman tüm manzarayı yansıtmamaktadır. Ekonomik ilişkilerimiz hızla gelişiyor. Biz, enerji alanındaki ikili işbirliğinin yoğun olarak gelişmesinden memnunuz. İnşaat şirketlerimiz Rusya'da çok aktif çalışıyor. Bu şirketler, Rusya'da toplam 26 milyar dolar tutarında iş yapmış bulunuyor. Burada önemli bir husus da şu: "Geçen yıl Türkiye'yi 2.5 milyon Rus turist ziyaret etti ve bu rekor bir rakamdır. Bir bütün olarak biz, Rusya ile ilişkilerimizi çok yönlü ve sürekli olarak güçlenen bir ortaklık olarak nitelendiriyoruz.
LOŞİLİN: Karadeniz'in altından döşenen ve tam kapasiteyle iki yıldan fazla devrede olan Mavi Akım doğalgaz boru hattı, Türkiye'yi bir nevi enerji köprüsü haline getirdi. Türkiye açısından bu ne kadar önemlidir? Bu tür bir işbirliğinin genişletilmesi planlanıyor mu?
BABACAN: Türkiye enerji kaynaklarının nakli bakımından süratle önemli bir transit ülke konumuna dönüşüyor. Kendi petrol ve doğalgaz kaynaklarımız az, fakat bizim coğrafik konumumuz Türk toprakları üzerinden yeni petrol ve doğalgaz boru hatlarının inşa edilmesini gerekli kılıyor. Bu bakımdan, Rusya'nın yakın komşusu olarak biz, gelecekte de işbirliğinin geliştirilmesi için imkanlar olduğunu düşünüyoruz. Bu alanda yeni projelerin gerçekleştirilmesi konusundaki çalışmalar sürüyor. Rusya ve Türkiye'nin küresel enerji piyasasında birbirlerini çok iyi tamamladığına inanıyoruz.
LOŞİLİN: Sayın Babacan, öğrencilerin türban takma hakkı konusu Türk toplumunu ikiye böldü. Sizin bu konudaki şahsi görüşünüz nedir? Bu tartışmanın sonucu Türkiye'nin AB'ye katılma şansını etkilemez mi?
BABACAN: Türkiye, halen demokratik sistemi derinleştirecek, özgürlükleri ve vatandaşların temel haklarını genişletecek ve yasal düzeni güçlendirecek bir takım reformlar yapıyor. Özgürlüklerden bahsederken, dini özgürlükleri de kast ediyoruz. Türkiye, İslamın, laikliğin ve demokrasinin birarada var olduğu bir ülkedir. Ve giderek bu uyum daha da iyi gelişiyor. Türban takılmasına gelince, dindar veya düzenli olarak camiye giden kadınlar için bu din bakımından zorunlu bir şeydir. Biz, bu soruna bu açıdan yaklaşıyoruz. Türbanlı kızların eğitim kurumlarına girmesinin yasaklanması,
bizim kanaatimizce, eğitim alma hakkının açık ihlalidir. Bu nedenle bizim inisiyatifimizle geçenlerde Anayasa değişikliği yapıldı. Buna göre, giyinme usulü eğitim alma hakkının engellenmesi için bir sebep olmamalıdır. Bizim yaklaşımımız, daha geniş özgürlükler, yani tercih özgürlüğünü sağlamaktır. Üniversitelerde türban kullanma hakkının sağlanmasının, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini etkileyebileceğini düşünmüyoruz. Zira, Avrupa değerlerinin temelinde de eğitim hakkı dahil çeşitli haklar yatmaktadır.
LOŞİLİN: Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili son durum nedir?
BABACAN: Türkiye, AB adayı ülke olarak demokrasi ve piyasa ekonomisinin gelişme standartlarındaki kriterleri yerine getirdikten sonra Aralık 2004'te müzakereleri başlattı. AB'ye tam üye olabilmemiz için şimdi gerçekleştirmekte olduğumuz bir takım reformları tamamlamamız gerekiyor, burada yüz binlerce sayfalık belgeler söz konusu. AB'nin çeşitli alanlardaki normlarına uyabilmemiz epey zaman alacak. Üstelik, her madde konusunda AB üyesi tüm üyelerin konsensüsü gerekiyor. Zaman zaman şu veya bu ülke, şu veya bu nedenle Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğunu beyan ediyor. Fakat biz, reformları sürdürüyoruz ve bunların sayesinde AB üyeliğine yakınlaştığımıza inanıyoruz. Bu, hem bizim ülkemizin çıkarlarına, hem de AB'nin çıkarlarına uygun olacak. Bunun sayesinde, ilk kez Türkiye gibi daha ziyade Müslüman nüfuslu bir devlette Avrupa değerlerinin geçerli olmasının sağlanması mümkün olacak. Bu, bütün bölge için çök önemli bir sinyal olacaktır. 11 Eylül 2001 tarihinden sonra medeniyetler çatışması hakkında çok tartışmalar yapıldı. Bizim durumumuz şunu gösterdi ki, birbirinden çok farklı olan ülkeleri birleştiren gerçekten evrensel değerler mevcut. Çeşitli bölgelerde, örneğin Fas ve Endonezya gibi birçok ülkeler bizim şimdi neler yaptıklarımızı takip ediyor. Onlar için yaptığımız reformların, diyebiliriz ki, esin kaynağıdır.
LOŞİLİN: Irak'la şimdiki ilişkilerinizi nasıl nitelendirebilirsiniz? Türk askeri birliklerinin Kürt savaşçılarını yok etmek için Kuzey Irak'a girme ihtimali geçen yılın sonunda olduğu gibi hala güçlü mü?
BABACAN: Irak sorunu, Orta Doğu'da bir bütün olarak istikrarla doğrudan bağlıdır. Biz, Irak sorununun çözülmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Örneğin, Türkiye'nin inisiyatifiyle ülkemizde Irak'a komşu ülkeler, G-8 devletleri ve Rusya dahil BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olan devletlerin katılmasıyla konferans yapıldı. Bu toplantının sonuçları itibarıyla ortak bir bildiri kabul edildi. Belgede uluslararası topluluğun belki ilk kez Irak sorununun çözümüne ortak yaklaşımı ifade edildi. Yani, Irak'ta siyasi birliğin sağlanması ve toprak bütünlüğünün korunması söz konusu. Fakat diğer yandan, Irak'ın kuzeyinde PKK terör örgütünün üsleri varlığını sürdürüyor. Biz zaman zaman Amerikan silahlı kuvvetleriyle sıkı işbirliği içinde orada askeri operasyonlar yapıyoruz, fakat bu operasyonların hedefi yalnızca teröristler ve onların kamplarıdır. Operasyonlar, Irak halkı ve Irak'ın toprak bütünlüğü açısından herhangi bir tehdit oluşturmuyor. Bu, Türk ve Kürtler ya da Türkiye ile Irak arasında bir sorun değildir. Bu tamamen terörizmle mücadeledir. Bu mücadele hem bölge ülkeleri, hem de uluslararası topluluk tarafından destekleniyor.
LOŞİLİN: Kürt ayrılıkçılara karşı askeri operasyonunuzun Türkiye topraklarında terör eylemleri dalgasına yol açmasından ve ülkenizi tatil bölgesi olarak tercih eden çok sayıdaki turistleri ürküteceğinden korkmuyor musunuz?
BABACAN: Terörizm artık küresel bir sorun haline geldi ve son 5-6 yıllık süre şunu gösterdi: "Hiçbir ülkenin terör eylemlerine karşı bağışıklığı yoktur. Bu şartlarda terör ve PKK gibi terörist örgütlerle mücadelede uluslararası dayanışma çok önemlidir. PKK, 20 yoldan fazla varlığını sürdürüyor ve şimdi nihayet birçok ülke bizim PKK ile mücadelemizle ilgili çabalarımıza destek vermeye başladı. PKK yandaşlarına sığınma hakkı tanımıyorlar ve bizim faaliyetlerimize uluslararası destek giderek güçleniyor. Bu faaliyetlerden amaç, PKK'nın Türk topraklarında saldırı düzenleme imkanlarını asgariye indirmek, onların ikmal ve askeri eğitim üslerini yok etmektir.
LOŞİLİN: 2008 yılı Rusya'da Türkiye Yılı olarak ilan edildi. Bu etkinliye önem veriyor musunuz?
BABACAN: Biz, bu olaya çok büyük önem veriyoruz. Rusya'da Türkiye Yılının açılışı nisan ayında yapılacak. Bu çerçevede sergiler, festivaller, konferanslar ve konserler gibi birçok etkinlik yapılacak. Biz buna çok büyük önem veriyoruz ve Rusya yönetimine, Türkiye'nin zengin kültürünün çeşitli yönlerini Ruslara tanıtmak için bize bu kadar değerli imkanlar sağladığı için teşekkür ederiz. Rusya'da Türkiye Yılının kutlanması, ülkelerimiz arasındaki ortaklığın sürekli olarak güçlenmesinin yeni bir belirtisidir.
NOT: Aynı program Rossiya televizyon kanalında ve Vesti-24 haber kanalında salı ve çarşamba günleri dört kez yayınlanmıştır.