- ANA SAYFAGiriş Noktanız
- BAŞKANLIKKurumsal Yapı
- BİR BAKIŞTA ABAB Yapısı ve İşleyişi
- AB İLE İLİŞKİLERTürkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
- Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi
- Temel Belgeler
- Anlaşmalar
- Protokoller
- Katılım Ortaklığı Belgeleri
- Ulusal Programlar
- Avrupa Komisyonu Tarafından Hazırlanan Türkiye Raporları
- Genişleme Strateji Belgeleri
- AB'ye Katılım için Ulusal Eylem Planı (2016-2019)
- AB'ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı (2021-2023)
- Ortaklık Konseyi Kararları
- Türkiye-AB Zirvelerine İlişkin Belgeler
- Kurumsal Yapı
- Gümrük Birliği
- Türkiye- AB Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantıları
- VERİKaynaklar
- MEDYAHaber / Duyuru
- İLETİŞİMBize Ulaşın
- 2008-02-28 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2008-02-26 AB Bülteni
- 2008-02-25 AB Bülteni
- 2008-02-22 AB Bülteni
- 2008-02-21 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2008-02-21 AB Bülteni
- 2008-02-20 AB Bülteni
- 2008-02-14 Haftalık AB -Türkiye Haberleri
- 2008-02-07 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
- 2008-02-05 AB Bülteni
- 2008-02-04 AB Bülteni
- 2008-02-01 AB Bülteni
2008-02-07 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
2008-02-07 Haftalık AB - Türkiye Haberleri
ALMANYA BASINI
DER TAGESSPIEGEL: "MERKEL VE SARKOZY EL ELE"
BERLİN, 31/01(BYE)--- Tirajı günde 134 bin 500 olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli sayısında, Hans'Hagen Bremer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Paris çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
Dün Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile Paris'te bir görüşme yapan Şansölye Merkel (CDU), 1 Temmuz 2008 tarihi itibariyle AB Dönem Başkanlığını üstlenecek olan Fransa'ya bu süreçte başarılı olması için Almanya'nın destek vermeye hazır olduğunu belirtti. Merkel, Sarkozy'nin Akdeniz Birliği kurulması önerisine olumlu yaklaştığını ifade etti, ancak aynı zamanda bunun, tüm AB ülkelerinin ortak projesi olması gerektiğini, bazı AB üyesi ülkelerin Akdeniz, diğerlerinin ise Ukrayna için yetkili olmasının doğru bir yaklaşım olamayacağını söyledi. Buna karşın Sarkozy, herkesin Akdeniz Birliği'ne iştirak edebileceğini, ancak kimsenin bu projeyi engellemeyeceğini belirtti.
AB Dönem Başkanlığının önceliğinin göç konusunda bir "Avrupa İttifakı"nın kurulması olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Sarkozy, hiçbir AB üyesi ülkenin diğer ortakların onayını almadan yasa dışı yoldan göç eden çok sayıda kişiye ikamet izni vermemesi gerektiğini söyledi. Türkiye'nin AB üyeliği konusunda da Merkel'den daha açık ve net bir ifade kullanan Sarkozy, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu belirterek Avrupa'nın Hristiyan kökenlerine işaretle Türkiye'nin Avrupa'da yeri olmadığını söyledi.
LAUSITZER RUNDSCHAU: "MERKEL İSPANYOL MEVKİDAŞI İLE MALLORCA'DA BİR ARAYA GELDİ"
ANKARA, 01/02(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Lausitzer Rundschau gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan DPA kaynaklı haberin Türkiye ile ilgili bölümün çevirisi şöyledir:
İspanya Başbakanı Jose Luis Rodrgiuez Zapatero ile Almanya Başbakanı Angela Merkel, İspanya'nın Palma de Mallorca kentinde yapılan 21. İspanya-Almanya Zirvesinde bir araya geldi.
Merkel, Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili soruya net cevap vermeyerek, "Türkiye'nin AB'ye daha sıkı şekilde bağlanması gerektiğini" vurguladı. Zapatero ise buna karşılık, Türkiye'nin üyeliğine destek veriyor.
RHEINISCHE POST: "MERKEL SARKOZY'İ DESTEKLİYOR"
ANKARA, 01/02(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Rheinische Post gazetesinin 30 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında yukarıdaki başlık altında yer alan haberin Türkiye ile ilgili kısmının çevirisi şöyledir:
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı tavırlarını yineledi. Merkel UMP, CDU ve CSU'nun bu konudaki şüpheleriyle ilgili olarak hemfikir olduklarını ifade etti ve "Ancak Türkiye'ye olumlu bir teklifimiz var: imtiyazlı ortaklık" şeklinde konuştu. Sarkozy ise Türkiye'nin tam bir üyeliğinin kendi görüşüne göre, mümkün olmadığını belirterek "Türkiye küçük Asya'da olduğu için bu, benim açımdan söz konusu değil" dedi.
FRANKFURTER RUNDSCHAU: "AB, TÜRKİYE'NİN İLERLEME KAYDETTİĞİNİ BELGELİYOR"
BERLİN, 01/02(BYE)--- Tirajı günde 145 bin olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 1 Şubat 2008 tarihli sayısında, Thorsten Knuf imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:
--Brüksel Müzakereleri Hızlandırabilir... Her Üye Desteklemiyor--
Türkiye ile AB arasında yürütülen üyelik müzakerelerinde hareketlenme görülüyor. AB genişleme sorumlusu Olli Rehn perşembe günü yaptığı bir açıklamada, Slovenya AB Dönem Başkanlığında bazı müzakere başlıklarının görüşülmeye açılmasını umut ettiğini söyledi. Brüksel, 5-6 müzakere başlığının daha açılmaması için teknik olarak bir sebep görmüyor. Müzakere başlıklarının açılıp açılmaması kararını üye ülkeler veriyor. Haziran ayı sonuna kadar Slovenya Başkanlığında üye ülkelerin bir araya gelmeleri bekleniyor.
Hangi başlıkların görüşmeye açılacağı konusunda henüz bir bilgi bulunmazken, Frankfurter Rundschau gazetesine gelen haberlere göre, malların serbest dolaşımı, şirketler hukuku, enerji, vergi, eğitim ve kültür ile fikri haklar hukuku ana başlıklarının açılması ihtimali var. AB üyesi ülkelerin tamamının söz konusu altı başlığı aynı anda açılmasını kabul edecekleri beklenmiyor. 2005 yılından beri yürütülen Türkiye-AB müzakereleri oldukça sorunlu ilerliyor.
Türkiye'nin AB üyeliğine Alman Şansölye Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy karşı çıkıyorlar. Avrupalı siyasetçiler Türkiye'nin reformlar konusunda yavaş kaldığını ileri sürüyorlar. Müzakereleri olumsuz etkileyen en önemli konu, Kıbrıs meselesi. Son olarak aralık ayında, Avrupa'daki ulaştırma ağları, tüketim ve sağlık korumasıyla ilgili başlıklar müzakereye açılmıştı. Türkiye-AB müzakerelerinde beş ana başlık görüşülmeye açılırken, sadece bir tanesinde görüşmeler tamamlandı. Müzakerelerin 15 yıl sürmesi beklenirken, Türk Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, ülkesinin, 2013 yılına kadar üyelik koşullarının tamamını yerine getirmek istediğini belirtiyor.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "ORTAKLARIMIZ OLMAKSIZIN HİÇBİR ŞEY YAPMAYIZ"
BERLİN, 02/02(BYE)--- Tirajı günde 412 bin 300 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 2 Şubat 2008 tarihli sayısında, Jeanne Rubner imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Fransa'nın Avrupa İşlerinden sorumlu Bakanı Jean-Pierre Jouyet ile yapılan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
--Fransa'nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Jean-Pierre Jouyet Cumhurbaşkanı Sarkozy'i Savunuyor--
RUBNER: Sayın Bakan, siz Akdeniz Birliği'nin AB için bir çekişme nedeni olduğunu söylediniz. Son zamanlarda ise sıkça Akdeniz için bir birlik ve ilgili projelerden söz ediliyor. Bu konuda geri bir adım mı atıyorsunuz?
JOUYET: Akdeniz için bir birlik gerçekten de Akdeniz Birliği'nden farklı bir şeydir, ama buna rağmen çok önemlidir. Biz, AB ile Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki ilişkileri ve Akdeniz ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkilerini güçlendirmek istiyoruz. Bu suretle kuzey-güney arasındaki dengesizliği ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Bu bağlamda Kuzey Avrupalıların da yardım etmeleri önemlidir. Bu birliğin 4-5 büyük projeden ibaret olması bekleniyor, AB'ye karşı bir rekabet olması söz konusu olamaz. Bu birlik pek başarılı olamayan Barcelona Sürecini tamamlamayı hedefliyor. Çekişme nedeni demek biraz abartılı olmuş, sanırım bir anlaşma sağlayacağız.
RUBNER: Türkiye de katılmak zorunda mı?
JOUYET: İsterse katılır, Türkiye'nin de Akdeniz'e kıyısı var. Fakat bu Türkiye'nin AB ile yürüttüğü üyelik müzakerelerini tamamlayıcı bir oluşum değildir. Bu müzakereleri gayet tabii ki, sonucu açık bir şekilde yürütmek zorundayız.
DIE WELT: "TÜRK SİYASETİNDE KADIN KOTASINDAN YANAYIZ"
BERLİN, 04/02(BYE)--- Tirajı günde 264 bin olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 4 Şubat 2008 tarihli sayısında, Clemens Wergin imzasıyla TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ ile yapılan ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
--Arzuhan Yalçındağ, Türkiye'nin En Güçlü Kadınlarından Biri ve Geçtiğimiz Yıldan Bu Yana İşadamları ve Sanayiciler Derneği TÜSİAD'ın Başkanı. İstanbullu İşadamı Aydın Doğan'ın Kızı Olan Yalçındağ, Doğan Grubunun TV Bölümü Yöneticisiydi--
WERGİN: TÜSİAD'ın başındaki ilk kadın yöneticisiniz. İş arkadaşlarınızın sizinle çalışmaya alışmaları ne kadar sürdü?
YALÇINDAĞ: Çalışma arkadaşlarım beni daha önceden tanıyorlardı, sonuçta başkanlık görevini üstlenmemi onlar rica ettiler. Daha önce dört yıl yönetim kurulu üyesiydim. Türkiye'de kadınların yükselmesini engelleyen bir "cam tavan" (glass ceiling) yok.
WERGİN: İstatistiklere göre Türkiye, çalışan kadın oranıyla sonlarda yer alıyor. Yüksek pozisyonlara gelmeyi başarmak için sizin gibi ticaretle uğraşan önemli ailelerden mi gelmek gerekiyor?
YALÇINDAĞ: Evet, özellikle de siyaset alanında kadınların oranlarıyla hala sorunumuz olduğu doğru. Geçen dönem mecliste kadınların oranı sadece yüzde 4.4 iken, şimdi bu oran yüzde 9. Bu oranı hala düşük bulduğumuz için TÜSİAD olarak kota uygulamasını destekliyoruz. Siyasette kadınların temsil oranının en az yüzde 30 olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu bir ya da iki seçim döneminde gerçekleştirebilmek amacıyla kadın kotası uygulamasını destekliyoruz. Kota uygulamasına partiler yasasında yer verilmesi ve uygulama yükümlülüğü getirilmesi gerekiyor.
WERGİN: Peki ekonomik alanda?
YALÇINDAĞ: Türkiye'deki bayan banka yöneticilerinin oranı Avrupa'daki devletlerde olduğundan daha yüksek. Medya ya da akademik alanlarda da çok sayıda kadın yönetici var. Ancak genel olarak çalışan kadınların oranı yüzde 28. Bu oran çok düşük. Araştırmalardan şu sonuç çıkıyor: Şayet kadınlar meslek öğrenme şansına sahip ise, meslek hayatına atılma şansları da iyi. Üniversiteyi bitiren çalışan kadınların oranı aynı durumdaki erkeklerle aynı. Düşük eğitim seviyesine sahip kadınlar daha ziyade evde kalıyor ve ev işleriyle ilgileniyorlar. Yani, eğitim, kadınların ekonomik hayatta yer almalarının merkezi unsurunu oluşturuyor.
WERGİN: Ülkenin geçirdiği değişim süreci kadınların durumunu şimdiden iyileştirdi mi?
YALÇINDAĞ: Evet, ancak süreç çok yavaş ilerliyor. Bugün mecliste, çoğu AKP'li 50 kadın bulunuyor. Ancak bu yeterli değil. Ekonomide de artış var, ancak yavaş yavaş.
WERGİN: TÜSİAD, Türkiye'nin demokratikleşmesini ve reforme edilmesini destekliyor. Neden Başbakan Erdoğan'ın İslamcı-muhafazakar partisi değişimin en önemli gücüne dönüştü?
YALÇINDAĞ: Bu, AKP'nin Avrupa'daki Hristiyan demokratların bir benzeri olduğunun iyi bir örneği. AKP, Avrupa projesine inanıyor ve bu yüzden de Avrupa Parlamentosu'ndaki Hristiyan demokrat partilerin grubuna alınmalıdır.
WERGİN: Şayet AB Türkiye'ye kapıyı kapatacak olursa, Türkiye'deki değişim sürecinin sona ereceğine inanıyor musunuz? Bir başka deyişle: Türkiye kendisi için mi yoksa AB'nin hoşuna gitmek için mi reformlar yapıyor?
YALÇINDAĞ: Türkiye, katılım sürecinden siyasi, toplumsal ve ekonomik açıdan kendisini reforme ederek geçiyor. Bunu en başta kendisi için yapıyor. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayıp 100 yıldan beri Doğu'ya değil Batı'ya yön alıyor. Son 40 yıl içinde birleşmiş Avrupa'nın sadece Avrupa devletleri için değil, dünyanın geri kalan kesimi için de iyi olduğuna inandık. Bu, tarihi çağımızın medeniyet projesidir. Aynı değerleri paylaştığımız için Avrupa'ya Türkiye'de verilen destek yüzde 70-75'lerdeydi, ki bu, aday ülkeler arasında en yüksek orandı. Ne yazık ki bu destek, öncelikle Sarkozy ve Alman CDU'sunun tutumu yüzünden azaldı.
WERGİN: Türkiye'nin katılımına karşı görüş bildirdikleri için mi?
YALÇINDAĞ: Evet, burada bir tepki söz konusudur. Ben de medya alanında çalışıyorum ve bu yüzden desteğin çok kolayca yeniden yükselebileceğini biliyorum. Bu, Avrupalı dostlarımıza bağlı. Türklerin üyeliği aleyhindeki sert yorumlar, Türk kamuoyunu güçlü bir şekilde etkiliyor.
WERGİN: Türkiye'de yeni anayasa çok tartışılıyor. AKP'nin kadın haklarını kısıtlayacağından endişe ediyor musunuz?
YALÇINDAĞ: Hayır. Türkiye'de parlamenter sistem var. Eğer anayasayı değiştirirsek, ülkenin tamamının bunun arkasında olması gerekir. Sivil toplum, sivil örgütler, muhalefet partileri ve sokaktaki sıradan vatandaş da bu sürece dahil edilmek zorundadır. AKP bunu anladı.
GENERAL ANZEIGER: "AVRUPA... ÜÇÜNCÜ YOL"
ANKARA, 06/02(BYE)--- Almanya'da yayımlanan General Anzeiger gazetesinin 5 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Detlef Drewes imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin özet çevirisi şöyledir:
Yılda 125 milyar avro, Avrupa yanlısı olmak için geçerli bir sebep. Brüksel her yıl, altyapısı zayıf bölgelere kendi kasasından teşvik fonları dağıtıyor.
AB'nin Sırplara Avrupa hedefini sunmasının altında da bu yatıyor. Çoğunluk bu teklifi anladı. Şimdi bu teklif somut bir hal alacak; AB içinde kolay seyahat, öğrencilere burs ve Avrupa'nın teşvik fonlarını kullanma hakkı.
Avrupa ikiye bölünmüş durumda. Bu bölünme Türkiye, Sırbistan ve Makedonya konularında değil, daha çok kendi içinde; Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya gibi ülkelerde ortaya çıkan milliyetçi akımlardan kaynaklanıyor. Belgrat'ta elde edilen seçim sonuçları rahatlatmaya yetmiyor, çünkü milliyetçiler seçimleri kazanamasa da seçmenlerin neredeyse yarısına yakını aşırı milliyetçi bir partiye oy verdi.
Brüksel'de, böyle ülkelere teşvik fonlarının sınırsız olarak sunulması ya da AB içinde oy hakkı tanınmasının doğru olup olmayacağı tartışılıyor ve AB'ye tam üyelik dışında onun alternatifi olacak üçüncü bir yoldan söz ediliyor.
Sarkozy'nin ortaya attığı Akdeniz Birliği modeliyle Kuzey Afrika'daki ülkelerin ekonomik kalkınması sağlanarak, buradan gelen göç dalgasının önüne geçilmek isteniyor. Ancak böyle bir oluşum, Türkiye probleminde bir çözüm sağlamayacaktır. Herkesin bildiği gibi, Avrupa, AB'ye asla alınmayacak Türkiye'ye stratejik açıdan ihtiyaç duymaktadır. Aynı şey Sırbistan, Ukrayna ve Kafkas ülkeleri için de geçerli.
"AB'ye katılan her yeni ülke, beraberinde yeni komşusunu ve böylece yeni aday ülkeyi de getirir" sözü, bu konudaki fırsatlar ve tehlikelerle ilgili bir fikir vermektedir. Avrupa'da oluşturulan barış çemberi elbette genişletilmeli. Ancak sınırsız olarak genişleme de pek mümkün görünmüyor. Brüksel böyle bir genişlemeyi kaldıramaz. Daha şimdiden 27 üye ülkenin bakanlarının katıldığı oturum, danışma turundan başka bir şey değil.
Birlik, karşı tarafa kollarını açarak davet sinyali göndermek yerine, genişleme politikasını geliştirmeli ve üyelik kriterleri sertleştirilmelidir. AB, kendi içinde yeterince birliği ve gücü sağladıkça dışa açılabilir.
AVUSTURYA BASINI
DIE PRESSE: "SEÇENEK GEREKLİ"
VİYANA, 31/01(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--AB Parlamenteri Brok, AB'nin Daha Yıllar Boyunca Yeni Üye Alabilecek Durumda Olamayacağını Söylüyor--
Alman AB Parlamenteri ve AB Genişleme Raportörü CDU'lu Elmar Brok, AB eğer Türkiye, Ukrayna, Moldava, Gürcistan ve Batı Balkan ülkelerini önümüzdeki 10 yılda alacak olursa, "O zaman Birliği havaya uçuralım daha iyi" diyor ve AB'nin çoktan hazmetme yeteneğini yitirdiğini, yeni üye kapasitesinin ne zaman oluşacağının henüz belli olmadığını, AB'nin önce sağlamlaşması gerektiğini söylüyor.
Bu sözler öncelikle de 2005 yılından bu yana katılım konusunda görüşmelerde bulunan Türkiye'ye yönelik. Ankara'nın insan hakları ve demokrasiye aykırı tutumu bu süreci zorlaştırıyor.
--Çözüm Ekonomik Alan--
Brok tam üyeliğin Avrupa'ya entegre olma sorununa tek cevap olmaması gerektiğini söylüyor. Buna rağmen "Ülkedeki reform süreci için önemli olan bir Avrupa perspektifine ihtiyaç var" diyen Parlamenter, bu yüzden AB'ye katılıma seçenek olarak, çok uluslu anlaşmalara dayanan bir "Avrupa ekonomik alanı" öneriyor. Böylece AB üyesi olmayan ülkeler de AB iç pazarında "hemen hemen her şeyi yapabilecekler", ileride bir AB üyeliği için de kapı kapanmış olmayacak.
Brok öte yandan ekonomik alanın, Türkiye ile müzakerelerin 2016-2017 yılında başarısızlıkla sonuçlanması halinde, "çekici bir seçenek" olabileceğine işaret ediyor. Eğer böyle bir çözüm sunulmaz, AB de Türkiye'ye ret cevabı verirse, bunun bir felaket olacağını belirten Brok, AB'nin, aday ülkelerin hayal kırıklığına uğrayarak Rusya'ya yönelmelerini engellemesi gerektiğini vurguluyor.
DIE PRESSE: "TÜRKİYE'NİN KATILIMINA KESİN RET CEVABI"
VİYANA, 31/01(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 30 Ocak 2008 sayısında, Karl Gaulhofer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Viyana/İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Avusturya'da Yapılan Yeni Bir Araştırmaya Göre Katılımın Olumlu Yönlerine Hiç Yer Verilmiyor. "Die Presse" Gazetesi Altı Argümanı Lehte ve Aleyhte Olmak Üzere Tartışmaya Açıyor--
Yeni yapılan bir araştırma 2015 yılına ilişkin bir tahmin yürütüyor. Senaryo şu: Türkiye katılım kriterlerini yerine getirmiş. 2008'de de planlandığı gibi Avusturya katılım konusunda halk oylamasına giden tek AB ülkesi oluyor. Bulvar gazeteleri, "hayır" denmesi için ortam hazırlıyor. FPÖ İslam düşmanı beyanlarıyla yine dikkatleri üzerine çekiyor. Halkın yüzde 95'i "hayır" diyor. AB on yıl süren müzakerelerin ardından siyasi bir krize sürükleniyor. Viyana binlerce muhabirle dolup taşıyor, bunların 900'ü Müslüman ülkelerden geliyor. CNN ve el Cezire muhabirleri Tirol'deki köylülere ve Klagenfurt'taki taksi şoförlerine "Türkleri neden istemiyorsunuz?" diye soruyor.
Bu gerçekçi olmayan bir senaryo mu? Berlin, Brüksel ve İstanbul'da temsilcilikleri bulunan düşünce kuruluşu, "European Stability Initiative" (ESI) bunun gerçekçi olduğu görüşünde. Tanınmış enstitünün, "Tanınmayan Türk ve gelecekteki halk oylaması- Avusturya'daki bir tartışmanın anatomisi" isimli araştırması bu senaryoyu ve onun olası nedenlerini ele alıyor.
--Söz Konusu Olan Din Değil, Kültür--
Araştırmada yer alan AB anketi sonuçlarına göre, farklı din ön planda değil. Ankete katılanların yüzde 60'ı dinin AB'ye katılım konusunda önem taşımadığı görüşünde. Yalnız yüzde 28'i Avrupa'yı bir, "Hristiyan Kalesi" olarak görüyor. Kültür ve kimlik ise büyük önem taşıyor. Yüzde 74 için Türkiye, "bir Avrupa ülkesi değil." Bir o kadar kişi de kültürel farklılıkların çok fazla olduğunu düşünüyor. AB ortalamasında bu oran yüzde 54. Katılımın diğer AB ülkelerinde hararetle tartışılan, muhtemelen olumlu olan yönleri bu "genel şüphe" yüzünden tartışma dışı kalıyor, öncelikle de ekonomik avantajlar ve Orta Doğu'da "soft power" olan Türkiye'nin güvenlik açısından oynadığı rol.
Araştırmanın yazarı Gerald Knaus, Türkleri yabancı olarak görme duygusunun başlıca nedeninin, okullarda modern Türkiye konusunda yeterli bilgi verilmemesi olduğu kanısında. Knaus'un belirttiğine göre, Avusturyalı öğrenciler Türkiye Cumhuriyeti hakkında hiçbir şey bilmiyor. Tarih kitaplarında Türklere ancak Viyana kuşatması bağlantısında rastlanıyor.
Türkiye konusunda bir referandum, "diplomatik bir skandal" olurdu.
Ankete katılanların yalnız yüzde beşi "evet" derdi.
Avrupa Barometresi'ne göre Avusturyalıların yalnızca yüzde beşi Türkiye'nin AB'ye katılımından yana. Katılımı destekleme eğilimi giderek düşüyor. 2002 yılında bu oran yüzde 32'ydi. Ankete katılanlar verdikleri cevaplarda oldukça kararlı gözüküyor. Kararsızlık oranı yüzde yedi ile oldukça düşük. Bir kıyaslama yapılacak olursa, İsveç'te katılımdan yana olanların oranı yüzde 46, genişlemeye şüpheli bakmakla tanınan Fransa'da bu oran yüzde 22. Türkiye'nin ezeli düşmanı Kıbrıs Cumhuriyeti'nde bile ankete katılanların yüzde 19'u Türkiye'nin katılımına olumlu bakıyor.
Avusturya'daki siyasi tartışma da kamuoyunu oldukça etkiledi. Bu, eski sonuçlara bakıldığında da görülüyor. Avusturyalılar 2002 yılına kadar Bulgaristan, Hırvatistan, ya da Türkiye'nin katılımları arasında pek ayrım yapmıyordu.
--Politikacılar Saklanıyor--
Yeni yapılan araştırmaya göre 2004 yılı bir dönüm noktası oldu: SPÖ 2004'de Türkiye'yi konu yaptı. Muhalefet partisi sıfatıyla, VP/FP hükümetini, müzakerelerin başlamasına karşı çok az önlem almakla suçladı. Bunun üzerine süratle müzakerelerin olumlu sonuçlanması halinde halk oylamasına gidilmesini öngören, geniş bir partiler üstü cephe oluştu. Başbakan Schüssel, Aralık 2004'te referandum sözü verdi, Başbakan Gusenbauer de ondan bu çizgiyi devraldı. Balkanlardaki Hırvatistan'dan Makedonya'ya kadar diğer aday ülkeler için bu geçerli değil. Avusturya'daki resmi çevreler bu ülkelerin katılımını destekliyor.
Araştırmanın yazarı Knaus için referandum dehşet verici bir senaryo. Knaus, "Politikacılar halk oylamasının ardına saklanıyor. Kimse bunun kötü bir fikir olduğunu söylemiyor. İslam düşmanı nüansları olan karşı kampanya diplomatik bir skandala yol açabilir" diyor.
Avusturya gerçekten de 2015 yılında referandum yapacak tek ülke olacak. Gerçi Fransa Anayasası'nda da buna benzer istekler yer alıyor, ama bu her aday ülke için geçerli. Knaus, bunun uzun süre geçerli kalmayacağını tahmin ediyor ve "Fransızlar şu sıralar bir Anayasa değişikliği yapmayı düşünüyor" diyor.
Avusturya'da ise görüş birliği hakim. 2005'ten bu yana hiç bir hükümet temsilcisi Ankara'yı, ya da İstanbul'u ziyaret etmedi. Avusturya kamuoyunda katılımdan yana çıkan tek kişi, muhtemelen Türkiye'nin Viyana'daki büyükelçisi.
Türkiye'nin AB'ye katılımına ilişkin lehte ve aleyhte argümanlar:
-- Türkiye Yeteri Kadar Avrupalı mı?--
Aleyhte: Farklı kültür alanı.
Türkiye'nin AB'ye katılımına şüpheli bakanlar, katılımın birleşen Avrupa'nın geniş çaplı bir Avrasya projesine dönüşmesine yol açacağını söylüyorlar. Bu projenin en büyük üye ülkesinin farklı kültürden olacağı vurgulanıyor. Her siyasi oluşumun varlığını koruyabilmek için bir kimlik geliştirmesi gerektiğine işaret ediliyor. Hukuk ve felsefe uzmanı Christian Stadler, "İkinci Dünya Savaşı'nın anısı Avrupa kimliğinin çıkış noktasını teşkil ediyor. Türkiye'nin böyle bir bağlantısı yok" diyor.
Lehte: Riyakarlık.
Avusturyalı tanınmış diplomat Albert Rohan, konuya farklı bakıyor: "Artık başka bir savaşın çıkmaması lazım. Sıkı ekonomik bir işbirliği bunu engelleyecektir" diyor. Bunu bilmek için Alman ya da Fransız olmak gerekmediğine işaret eden Rohan, "Tabii ki katılıma karşı olanların derdini dinle. Bunu inkar eden riyakarlık etmiş olur. Aslında bunun ardında AB'nin büyük bir İslam devletini Birliğe alıp alamayacağı sorunu yatıyor. Daha küçük bir ülke için böyle bir şey söz konusu olmayacaktı" diyor.
--Artan Güvenlik--
Aleyhte: AB'ye yeni ihtilafların taşınması.
Türkiye'nin katılımı ile AB, Orta Doğu ihtilaf alanına girmiş olacak. Türkiye'nin Irak ile doğrudan sınırı ve çözüme kavuşmamış bir Kürt sorunu var. AB'nin bu ihtilafların üstesinden gelme imkanı yok.
Lehte: Orta Doğu'da arabuluculuk.
Türkiye konusundaki araştırmanın yazarı, ESI Enstitüsü'nün Başkanı Gerald Knaus, bu konuda endişelenmek için artık çok geç olduğu kanısında. "Bu dar görüşlü bir argüman. Avrupa birlikleri bugün Lübnan, Irak ve Afganistan'da görev yapıyor. Türkiye, Orta Doğu'da arabuluculuk yapabilir. İsrail ile Pakistan arasında arabuluculuk yaptığında da bunu kanıtladı." Albert Rohan, büyüyen bir AB'nin sorun teşkil etmeyeceğini düşünüyor ve "Büyüklük bir tehlike arz etmiyor, AB böylece önem kazanacaktır" diyor.
--İslam ile Aradaki Köprü--
Aleyhte: Batı'nın ileri karakolları.
İslam dünyası Türkiye'yi müttefiki olarak değil, Batılı çıkarların ve kültürün tehlikeli ileri karakolu olarak görüyor. Bu yüzden Türkiye, ABD Başkanı George W.Bush'un arzu ettiği gibi "köprü işlevi" göremez. Avusturya'daki Avrupa Güvenlik Politikası Enstitüsü'nün Başkanı Erich Hochleitner, "Türkiye, İsrail ile sıkı işbirliğinin de gösterdiği gibi, tipik bir İslam ülkesi değil. Daha kimliğini belirlemesi gerekiyor" diyor.
Lehte: Bugün açıkça Müslüman olmak.
Araştırmanın yazarı Gerald Knaus bu görüşün bugün artık eskimiş olduğunu savunuyor ve "Yalnız eski Kemalist Türkiye'ye İslam dünyasında ABD'nin Truva atı gözüyle bakılıyor. Oysa Türkiye bugün daha açıkça Müslüman, AB'ye daha açık, petrol zenginliği olmadan da ekonomik açıdan süratle büyüyen bir demokrasi" diyor.
--Hukuk Geleneğinin Bir Parçası mı?--
Aleyhte: Aynı dili konuşmamak.
Avrupa Birliği temel haklar, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarında belli standartları korumak zorunda. Hukuk ve felsefe uzmanı Stadler: "Doğu Avrupa ile müşterek bir hukuk geleneğimiz var. Türkiye ile ise aynı dili konuşmuyoruz" diyor.
Lehte: İngilizlerin bir sorunu yok.
Araştırmanın yazarı Gerald Knaus buna karşın AB çerçevesinde farklı hukuk sistemlerinin ilk kez birbirine yakınlaşmadığını söylüyor ve "İngiltere ve İrlanda'nın da diğer AB ülkelerinden daha farklı bir hukuk geleneği var. Türkiye daha 20'li yıllarda Medeni Kanunu İsviçre'den, Ticaret Kanunu'nu Fransa'dan, Ceza Kanunu'nu İtalya'dan aldı" diyor.
--Yeteri Kadar Sanayileşmiş mi?--
Aleyhte: Pahalı tarım.
AB Türkiye'nin katılımını ekonomik açıdan kaldırılabilecek güçte değil. Türkiye, Birliğe alınacağı zaman tahmini olarak AB nüfusunun yüzde 15'ini oluşturmasına karşın, ekonomik randımanın yalnızca yüzde üçüne katkısı olacak. Tarım alanında daha birçok kuşak yılda 20-27 milyar avro yardım yapmak zorunda kalacak ki bu tarıma ayrılan bütçenin üçte biri kadar.
Lehte: Çözüm tarım reformu.
Gerald Knaus, "Doğu Avrupalı yeni üyelerin katılımına karşı da aynı argüman öne sürülmüştü. Şimdi herkes bu ülkelerin bu kadar kısa sürede nasıl rekabet gücüne sahip olabildiğine şaşıyor" diyor. Albert Rohan, geniş çaplı tarım yardımı argümanının artık eskimiş olduğunu belirtiyor ve "Şimdi yapılan yardımlar Fischler'in reformlarının devamı sonucu, beş yıla kadar kalkmış olacak" diyor.
--AB Hala Hazmetme Gücüne Sahip mi?--
Aleyhte: Öldürücü bir sayısal artış.
Avusturyalı eski AB diplomatı Manfred Scheich bu konuda hayale kapılmıyor ve "Türkiye 2020 yılında 86 milyon nüfusuyla Avrupa Birliği'nin en büyük üyesi olacak. AB çok uluslu bir sistem ve 27 üyenin onayına ihtiyacı var. Türkiye'nin katılımı çok büyük bir nüfus artışını birlikte getirir, AB bunu kaldıramaz" diyor.
Lehte: Esnek yapı.
Gerald Knaus, Türkiye'nin AB'ye katılımına karşı olanların bu noktada da çok kötümser olduklarını belirtiyor ve "AB'nin 27 üye ile artık işlevini sürdüremeyeceği argümanı geçen genişleme turlarında da hep öne sürüldü. Ama görülüyor ki AB hala görüş birliğine varabiliyor ve karar almak bundan beş yıl öncesinden daha uzun sürmüyor" diyor.
DIE PRESSE: "AB'YE YAKINLAŞMAKLA İLGİLENEN YOK"
VİYANA, 31/01(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Türk Hükümeti ve Türk Halkının Şimdi Başka Sorunları Var--
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2008 yılını "Avrupa yılı" ilan etti. Yıl daha yeni başladı, ama henüz Türk politikası bu yönde bir ilerleme göstereceğe pek benzemiyor. Ceza Yasası'nın birçok kez değiştirileceği vadedilen 301. Maddesinin (Türklüğe hakaret), ocak ayı başında Parlamentoya getirilmesi bekleniyordu, ama bu bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Keza AB'nin de üzerinde durduğu, dini azınlıkların haklarını güçlendirecek olan yeni Vakıflar Yasası ve Anayasa reformu da.
Uzun süre bazı AB ülkelerinin katılıma karşı çıkmasına öfkelenen Türkler şimdi sanki Avrupa'yı unutmuş gibi görünüyor. Başörtüsü ihtilafı, enflasyon, birdenbire artan işsizlik gibi başka sorunları var.
--Başörtüsü İhtilafı Daha Önemli--
Politikacılar da halktan farklı değil. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şimdi tek bir konuya öncelik veriyor; Türk üniversitelerinde başörtüsü yasağının kaldırılmasına. Erdoğan'ın partisi AKP salı günü Parlamentoya bu konuda bir önerge verdi. Buna göre, üniversitede öğrenim gören kız öğrencilerin, çenenin altından bağlanan ve yüzü açıkta bırakacak başörtüsü takmalarına izin verilecek.
Buna rağmen Erdoğan, mayıs ayında Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile buluştuğunda "AB'ye katılım" konusu zorunlu olarak gündemdeki ilk maddelerden biri olacak. O zaman Başbakan yine Türkiye'nin AB'ye alınma hakkı olduğunu söyleyecek. Bir durgunluk döneminde bulunan AB politikasının yeniden canlanması için uyarıda bulunan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) de zaten buna güveniyor.
FRANSA BASINI
AFP: "AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ"
STRASBOURG (AVRUPA KONSEYİ), 31/01(AFP)(BYE)--- Türkiye bugün, içlerinden birine gözaltındayken elektroşok uyguladığı üç kişiye "insanlık dışı muamele" yaptığı gerekçesiyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkum edildi.
Şikayetçilerden Mehmet Sait Dönmü Mahkeme'ye, 2000 yılı haziran ayında Silvan jandarma karakolunda kendisine elektroşok verildiğini belirtti. Mehmet Ali Kaplan ise cinsel organının ezildiğini ve dövüldüğünü söyledi. Dönmü ve Kaplan, 8.000'er avro manevi tazminat alacaklar.
Strasbourg'un verdiği karar, dilekçe sahiplerinin vücutlarındaki, maddi kanıtlarla doğrulanan yaraların, insanlık dışı veya küçük düşürücü muameleyi yasaklayan Sözleşme'ye ihlal teşkil etmekte olduğu sonucuna vardı.
Ankara Hükümeti, yasa dışı bir örgüte yataklık yapmaktan sorgulanan bu iki kişinin suçlamalarını reddetti.
Şikayetçilere göre Türk savcılığı, 2000 yılı Ekim ayında işkenceci olmayan ve beraat eden iki jandarmaya karşı kötü muameleden ötürü dava açtı.
Avrupalı hakimler aynı zamanda, savcılık, dilekçe sahiplerinin sorgularının sorumlularını, yani jandarma istihbarat birimi ve emniyet yetkililerini dinlemediği için de, Türkiye'yi mahkum etti.
Bir başka davada ise, Kürdistan İşçi Partisi'ne (PKK) mensup olduğundan şüphelenilen ve 1999'da sorgulanan Süleyman Erkan, İstanbul Terörle Mücadele Birimi ajanlarından copla kafasına vurulduğu ve cinsel organının ezildiğinden şikayet etmişti. Strasbourg Mahkemesi, Erkan'ın 5.000 avro manevi tazminat almasına karar verdi.
İNGİLTERE BASINI
REUTERS: "İNSAN HAKLARI İZLEME ÖRGÜTÜ: ABD VE AB ŞÜPHELİ SEÇİMLERİ DESTEKLİYOR... TÜRKİYE'DE İNSAN HAKLARINA İLİŞKİN DURUM KÖTÜLEŞTİ"
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, 01/02(REUTERS)(BYE)--- Louis Charbonneau bildiriyor:
İnsan Hakları İzleme Örgütü dün, ABD ve Avrupa Birliğinin, Pakistan ve Kenya gibi şüpheli seçimlere sahne olan ülkelere gerçek demokrasi ülkeleriymiş gibi tavır takınmalarına izin vererek dünya çapında insan haklarına zarar verdiklerini bildirdi.
New York merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütünün yıllık raporunda şöyle denildi: "Bir demokrasi ülkesi olduğu iddiasında bulunan Kenya ve Pakistan gibi devletler, demokrasinin özü olan ifade özgürlüğü, dernek kurma hakkı ve özgür ve adil seçimleri de içeren insan haklarını güvence altına almalıdır."
İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca Rusya, Nijerya, Bahreyn, Ürdün ve Tayland'ın da demokratik bir ülke olarak anılmak için sadece seçim yapılmasının yeterli olduğu kanaatiyle hareket ettiklerini belirtti.
Örgüt Başkanı Kenneth Roth "Washington ve Avrupa hükümetleri, "seçimin galibi" stratejik veya ticari bir müttefik olduğu sürece en şüpheli seçimi bile kabul edeceklerdir" dedi.
Örgüt, Başkan Pervez Müşerref'in, ABD'nin terörizm konusunda ve komşu ülke Afganistan'da Taliban'a karşı verdiği mücadelede önemli bir müttefiki olan Pakistan'da, anayasa üzerinde değişiklik yaparak ve bağımsız hakimleri işten çıkararak gelecek ay serbest seçimler yapılması ihtimalinin önüne geçtiğini söyledi.
Raporda "İslamabad'ın en büyük destekçileri ABD ve İngiltere, seçim öncesi koşulların iyileştirilmesinde hükümete yardım sağlamayı reddettiler" denildi.
Geçen ay başkanlık seçimlerinde Müşerref'in en önemli rakibi Benazir Butto'nun suikaste uğrayarak hayatını kaybetmesi, Pakistan'ın adil bir seçim düzenleme kabiliyeti konusundaki kaygıları artırmıştı.
--Türkiye'de İnsan Haklarına İlişkin Durum Kötüleşti--
Raporda AB adayı Türkiye'de insan haklarına ilişkin durumun geçen yıl daha kötüye gittiği belirtildi. Raporda "ifadeyle ilgili adli kovuşturma ve mahkumiyetlerin artışı", tartışmalı mahkeme kararları, Kürt yanlısı Demokratik Toplum Partisi yetkililerinin taciz edilmesi ve polisin şiddet kullandığı yönündeki raporların artışına dikkat çekildi.
Ancak örgüt başkanı Roth, Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy gibi önde gelen AB liderlerinin Ankara'nın AB üyeliğine muhalefetinin, "Türkiye'de AB üyeliğini reform sebebi olarak ifade edenlerin siyasal gücünü azalttığını" söyledi.
REUTERS: "DIŞİŞLERİ BAKANI ALİ BABACAN: TÜRKİYE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞINI AB İÇİN KALDIRMALIDIR"
ANKARA, 02/02(REUTERS)(BYE)--- Dışişleri Bakanı Ali Babacan bugün, Türkiye'nin üniversitede başörtüsü yasağını, Avrupa Birliği'ne katılım amaçlı demokratik reformların bir parçası olarak kaldırması gerektiğini söyledi.
Türk Meclisinin gelecek hafta, İslami kökenli iktidar Ak Partinin desteklediği, üniversitede başörtüsüne yönelik yasağın gevşetilmesi yönündeki anayasal değişikliği onaylaması bekleniyor.
Başörtüsü tartışması Türkiye'nin karmaşık kimliğinden kaynaklanıyor; Türkiye genç bir demokrasi olarak hem dindar Müslüman nüfusun hem de -İslamı gerilik olarak gören- laik, Batı yanlısı elit kesimin isteklerini karşılamaya çalışıyor.
Babacan bir basın toplantısında, "Türkiye -kendi seçimi olan- Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefine ulaşmak için siyasi reformlar yapmak zorunda olan bir ülkedir" dedi.
Fransa'nın yanı sıra Hollanda'da da bazı yüksek öğretim kurumlarında başörtüsü yasak, ancak İngiltere ve birçok AB üyesi ülkede başörtüsüne kişisel özgürlük adına izin veriliyor.
Babacan, Türk hükümetinin Türkiye'yi, "Özgürlüklerin her alanda tamamıyla yaşandığı, birinci sınıf bir demokrasiye" doğru götürmeyi istediğini söyledi.
Babacan, ayrıca başörtüsü meselesine aşırı tepki göstererek tansiyonu yükseltmenin, Türkiye'nin imajını zedelediğini belirtti.
Babacan, "Maalesef bu günlerde süren tartışmaların büyük bir kısmı Türkiye'nin dışarıdaki imajını zayıflatıyor" dedi.
Türkiye'de hakimler ve önde gelen işadamları, hali hazırda başörtüsü planlarını eleştirdiler ve ana muhalefet partisi laik CHP Anayasa Mahkemesi aracılığıyla bu reformun önüne geçeceğini belirtti.
REUTERS: "TÜRKİYE GDF'NİN NABUCCO'DA YER ALMASINA KARŞI"
ANKARA, 06/02(REUTERS)(BYE)--- Orhan Coşkun bildiriyor:
Bugün üst düzey bir enerji yetkilisinin açıkladığı üzere Türkiye, Fransa'nın, Ermenilerin soykırım suçlamaları ile Ankara'nın AB'ye adaylığı konularındaki tutumu nedeniyle Gaz de France'ın (GDF) Nabucco gaz boru hattı projesinde yer almasına karşı çıkıyor.
Romanya Cumhurbaşkanı ile Macar MOL şirketinin, GDF'nin projeye dahil olmasına destek veren ifadelerini takiben söz konusu Türk yetkili, Reuters'e, Türkiye'nin muhalefetini ortaya koyan açıklamalar yaptı.
Beş milyar avroluk (7.4 milyar dolar) boru hattının, Türkiye ve Balkanlar üzerinden Avusturya'ya uzanması tasarlanıyor ve AB'nin, Rus gazına bağımlılığını azaltmaya yönelik planlarının da en önemli adımı. Projenin 2012'de tamamlanması planlanıyor.
Adının açıklanmasını istemeyen Türk yetkili, normal şartlarda Türkiye'nin, GDF'yi, enerji sektöründeki deneyimi ve başarısı nedeniyle bir ortak olarak kabul etmekten mutluluk duyacağını söyledi. Yetkili, "Türkiye enerjiyi siyasi bir araç olarak kullanmaktan kaçınmaktadır, Türkiye'nin böyle bir amacı yoktur. Ancak Fransa, tarihçilere bırakılması gereken 1915 olayları hususunda ve ayrıca AB ile diğer ortak projelerde kabul edilemez bir duruş sergiliyor" dedi.
Fransız Ulusal Meclisince, Ermenilerin 1915-16 arasında Osmanlı Türklerinin soykırımına uğradıklarını reddetmeyi suç sayan yasa tasarısının onaylanması nedeniyle Ankara, GDF'nin projeye katılmasına karşı olduğunu beyan etti.
Türkiye ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'in Ankara'nın AB'ye üyelik girişimlerine muhalefetinden ötürü üzgün.
Nabucco Konsorsiyumu dün, Alman RWE'nin de projeye katılacağını teyit etti.
Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkilisi, bu proje için altı ortağın yeterli olduğunu, ancak gaz üreten bir ülkeden yedinci bir ortağın katılabileceğini söyledi.
İran, Nabucco projesine gaz temin etme isteğini dile getirdi.
İran Ulusal Petrol Şirketi Uluslararası İlişkiler Direktörü Hüccetullah Ganimifard da Reuters'e yaptığı açıklamada, "Gaz ihraç etmek için Avrupa piyasasına girmek istiyoruz ve bu uzun geçiş rotasında ne kadar çok ortağımız olursa bu daha hızlı olacak. Şüphesiz Türkiye'nin bu rotanın ilk ayağı olmasını takdir ediyoruz" diye konuştu.
Türk yetkilinin ifadesine göre, Türkiye, BOTAŞ'ın, Nabucco projesinin başlangıç noktası olmasını istediği Ankara'ya kadar boru hattı döşemesinden yana.
Yetkili ayrıca, BOTAŞ'ın bu boru hatlarını başka şirketlerle ortaklaşa inşa edebileceğini de belirtti.
İSPANYA BASINI
EUROPA PRESS: "ZAPATERO VE MERKEL, MALİ KRİZİ ÖNLEMEK İÇİN AB'DE YENİ KURALLAR OLMASINI SAVUNUYOR"
ANKARA, 01/02(BYE)--- İspanya'nın haber ajansı Europa Press'in 31 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Palma de Mallorca çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:
İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ve Alman Şansölyesi Angela Merkel, borsadaki sorunlar, bunun Avrupa ekonomisine etkileri ve AB'nin iç sorunları gibi konularda görüş alışverişinde bulundukları 21. İspanyol-Alman Zirvesi kapsamında İspanya'nın Palma de Mallorca kentinde bir araya geldi.
İki lider, aralarında Kosova ve Türkiye'nin geleceğinin de bulunduğu Avrupa ajandasının gündemini belirleyen konular üzerinde de durdu. İspanya, Kosova'nın bağımsız olması konusunda Almanya ile hemfikir.
İspanyol-Alman zirvesinin sonunda Zapatero ile Merkel'in birlikte yaptıkları basın toplantısında bir gazeteci, Türkiye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Madrid'de geçtiğimiz haftalarda düzenlenen Medeniyetler İttifakı I. Forumu'nda Türkiye'nin AB'ye girmesinin reddedilmesinin yaratacağı sonuçlar konusundaki uyarıları sonrasında, iki ülkenin Türkiye'nin AB'ye girişini kolaylaştırmak için bu girişimi kullandığını düşünüp düşünmedikleri sordu. Şansölye Merkel, Berlin'in ilgiyle takip ettiği bu girişimin Türkiye için "bir alternatif" değil aksine "kültürel gereksinim mübadelesi" olduğunu ifade etti. Zapatero ise Türkiye'nin AB'ye giriş kapısının ittifak değil AB'nin kendisi olduğuna açıklık getirerek, Ankara ile müzakereler sürecinin verilen tüm garantilerle nihayete erdirilmesinden yana olduğunu belirtti.
İTALYA BASINI
IL SOLE 24 ORE: "ASKERLER OKULLARDA BAŞÖRTÜSÜNE 'DUR' DİYOR"
ROMA, 31/01(BYE)--- Tirajı günde 550 bin olan ekonomi ağırlıklı il Sole 24 Ore gazetesinin 31 Ocak 208 tarihli sayısında, Vittorio Da Rold imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
--Yasa Taslağı Hakkında Uyarı--
İslami kökenli AKP ile milliyetçi parti MHP arasında varılan anlaşma sonucunda, devlet okullarında başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin iki maddelik anayasa değişikliğinin TBMM'ye sunulmasının ardından askerler, kamuya ait yerlerde dini sembollerin gösterilmesine karşı olduklarını vurguladı.
Türk toplumunun her kesimi, Türk ordusunun başörtüsü (Türkçe'de türban) meselesi hakkındaki düşüncelerini biliyor. Anayasal açıdan Kemal Atatürk'ün "milliyetçi" ve laik mirasının en önemli savunucusu olup ABD'nin ardından NATO'nun ikinci büyük ordusuna komuta eden Genelkurmay Başkanı Başkanı Yaşar Büyükanıt, kendisine özgü sert tavrıyla "Bu konudan artık söz etmek istemiyorum" dedi.
Silahlı Kuvvetler aylardır, İslam akımının seyrine karşı gelme eğilimini ve AKP'li siyasetçilere gönderdiği sürekli uyarılarla devletin laikliğinin garantörü olmayı sürdürüyor. Nisan ayında gece yarısı Silahlı Kuvvetlerin internet sitesinde yayımlanan ve gazeteciler tarafından "e-darbe" diye adlandırılan muhtıra, Türk toplumunu etkilemiş ve çağdaş Türkiye'nin yakın tarihindeki diğer dört darbede olduğu gibi meydanlara tankların ineceği endişesi yaratmıştı.
Daha sonra gerilim azaldı, ancak Başbakan Erdoğan ile ordu arasındaki sürtüşmeler tam anlamıyla sona ermedi. Temmuz ayında yapılan erken seçimlerde kazanılan çığ gibi oyun (her iki Türkten biri AKP'yi seçti) ardından daha da güçlenen Başbakan Erdoğan, Anayasanın laik yapısını değiştirmek için reformlara başladı.
Laikler, hükümeti gizli bir İslam gündemi (buna göre başörtüsü yasağını kaldırma, şeriat ve İslam devleti kurma yolunda sadece atılan ilk adım) izlemekle itham ediyor. Oysa ki hükümet, Türkiye'nin Avrupa'nın özgürlük değerlerine yaklaştığından söz ediyor.
AB her geçen gün, Türkiye'nin AB'ye katılımı olasılığına daha soğuk bakıyor. Dün Paris'te Almanya Başbakanı Merkel ile birlikte iktidar partisi UMP'nin konferansına konuk olan Fransız Devlet Başkanı Sarkozy, Türkiye'nin AB'ye katılımına "hayır" dediğini bir kez daha vurguladı.
Bunun ardından "Avrupa'nın Hristiyan köklerini" yücelten Sarkozy, 2005 yılında Fransa'daki referandum ile geri çevrilen Avrupa Anayasası taslağından bu atfın çıkartılmış olmasını bir "hata" olarak yorumladı.
Sarkozy, "Geçmişimize sırtımızı dönmek ve apaçık ortada olan köklerimizi bir şekilde inkar etmek hataydı" dedi. Angela Merkel'in ardından söz alan Sarkozy sözlerini, "Bana gelip de, laikliği bir tartışma konusu haline getirdiğimizi söylemesin kimse. Yan yana dizilmiş kiliseleri görmek için Fransa semalarında uçmak yeterli" diye sürdürdü.
IL SOLE 24 ORE: "GAZ DE FRANCE, NABUCCO HATTI İÇİN KONSORSİYUMDA"
ROMA, 05/02(BYE)--- Tirajı günde 500 bin olan ekonomi ağırlıklı il Sole 24 Ore gazetesinin 5 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Bükreş çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Avrupa Doğalgaz Hattı--
Nabucco, AB'nin ve proje öncülerinin, Avrupa'nın Rus doğalgazına bağımlılığını en aza indirgemeyi garantilemek niyetiyle başlattığı bir proje. Nabucco, gaz sevkiyatı yapacak olanlarla (aralarında İran'ın da yer almasının düşünüldüğü) boru hattının rakipleri konusunda büyük belirsizliklerin mevcut olduğu bir proje: Kısa bir süre önce Rusya, Gazprom tarafından kontrol edilecek Avrupa'ya uzanan doğalgaz boru hattı için Bulgaristan ve Sırbistan'ın desteğini aldı.
Bununla birlikte, Nabucco projesi için kurulan beş ortaklı konsorsiyuma dün Fransa'da katıldı: Avusturya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye. Dün, Nicolas Sarkozy'nin Bükreş'e gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Romanya Devlet Başkanı Traian Basescu, Gaz De France'in Nabucco projesine katılacağını açıkladı. Fransa bir ortaklık garantilemek için projenin öncüleriyle aylardır pazarlık ediyordu, Fransa'nın Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda koyduğu engeller nedeniyle Türkiye Fransa'nın konsorsiyuma katılımına karşı çıkıyordu.
Nabucco için kurulan konsorsiyuma geçen günlerde, projeyle yakından ilgilendiğini açıklayan Alman Rwe de katılabilir. AB'nin dış ilişkilerden sorumlu Komiseri Benita Ferrero-Waldner, Azerbaycan'a projeye katılma davetinde bulundu. Azerbaycan, doğalgaz sevkiyatı konusunda Hazar'da kilit bir ülke olabilir.
KIBRIS RUM BASINI
FİLELEFTHEROS: "TÜRKİYE'NİN HAVADA ASILI DURAN ADIMI"
LEFKOŞA, 05/02(BYE)--- Bağımsız, liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 5 Şubat 2008 tarihli sayısında, Kostas Venizelos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Eski Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, kendi hükümette olduğu dönemde siyasetçiden çok teknokrat olarak çalıştı ve bu, daha çok dış politikayı idare ettiği sırada ortaya çıktı.
Yunanistan Başbakanı, Kardak olayından sonra, Türkiye ile yakınlaşmayı amaçlayan ve Türkiye'nin üyelik sürecini destekleyen bir strateji düzenledi. "Güçlü komşu" korkusundan, Türkiye'nin üyelik sürecini ilk dile getiren ülke olarak bir savunma taktiği şekillendirdi.
Bizzat kendisi, Kıbrıs'ın üyelik çabalarında ve Kıbrıs sorununun çözümüyle AB sürecinin bağlantısını kesmede başrol oynadı. Buna eş zamanda, o sıralarda şekillenmekte olan Annan planının kabul edilmesi için, taahhütler verdiği, ancak bunun teyit edilmediği söyleniyor.
Bundan bağımsız olarak, 90'lı yıllarda Türk-Avrupa ve Türk-Yunan sorunlarında şekillenen politikanın, 1999 yılında başlayan ve Kıbrıs'taki referanduma kadar süren tartışmalarla bağdaştırıldığı açıktır. Kamuoyunun bilgisine açılmadan önce kabul edilen Annan planının içeriğiyle de bağdaştırıldı.
Geçen hafta Simitis, Cambridge'de konuşarak Türkiye için izlediği politikayı çürüttü. Türkiye'nin AB'ye girmemesi gerektiğini söyledi. "Avrupa'nın Türkiye ile özel ilişkiler çerçevesinin olması gerektiği kanaatindeyim. Bu görüşe Almanya ve Avusturya da katılıyor" dedi. Bu tezini, Türkiye AB'ye girerse, AB içerisinde hız farklılıklarını değiştirmesi olanağının güçleneceğini söyleyerek açıkladı. Ayrıca en iyi çözümün Türkiye ile özel ilişkiler çerçevesinin olduğunu ve "Bu özel ilişkiler çerçevesinde Güneydoğu Avrupa'daki bazı sorunlarını da çözebileceğini" söyledi.
Yunanistan'ın bu müdahalesi yeni olmayan bir sorunu ortaya çıkardı. Bu konunun Atina ve Lefkoşa'da da ciddi bir şekilde tartışılması gerekecek. Gerçeklikleri halının altına sakladıkça, karşımızda meteorlar bulacağımız an uzak değil. Öte yandan Türkiye, bu perspektifle flört ederken, bu tutum güçlü ortaklarımız arasında bir siyasi pusula teşkil ediyor.
YUNANİSTAN BASINI
APOYEVMATİNİ: "KUMUÇAKOS: ELLE TUTULUR TEK TEMEL 8 TEMMUZ ANLAŞMASI"
ATİNA, 31/01(BYE)--- Tirajı günde 13.949 olan Apoyevmatini gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli sayısında, Kostas Mihalidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgos Kumuçakos, ülkemizin Trakya'daki Müslüman azınlığa uyguladığı yasalar önündeki eşitlik politikasının, Türkiye'nin Avrupa Birliği karşısında, bir dizi konuda üstlendiği yükümlülükleriyle hiçbir bağlantısı veya ilgisi bulunmadığını açıkça ifade etti. Üstelik Başbakanın Ankara ziyareti sırasında Türkiye tarafından İstanbul'daki Rum toplumunun karşılaştığı sorunların Yunanistan'daki Müslüman azınlığın sorunlarıyla eşitleme çabasının olup olmadığının sorulması üzerine Sözcü, Türkiye'nin Ekümenik Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulunu da ilgilendiren dini özgürlükler konusunda yol alması gerektiğini belirtmekten geri kalmadı.
Kumuçakos'a, Türk basınında yer alan haberlere ilişkin, Erdoğan'ın Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasına yönelik olarak Trakya'daki Müslüman azınlık için karşılık isteyip istemediği de soruldu.
"Yunanistan Dışişleri Bakanlığı resmi açıklamalar ve bildirileri muhatap almakta, basında yer alan yayınları değil" yorumunu yapan Kumuçakos, ekim ayında sözde "Türk dernekleri" konusunda Danıştay'ın kararlarıyla aynı olmayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla ilgili olarak, Yunanistan'ın Lozan Antlaşması'nın esaslarını uygulayarak yasa önünde eşitlik politikasını uyguladığını tekrarladı.
Başbakanın Türkiye ziyaretinin sonuçlarına, özellikle Kıbrıs sorunu konusuna değinen Kumuçakos, Yunan tarafının bir yandan Türkiye'nin, komşu ülkenin üyelik sürecinde çok önemli bir niteliğe sahip olan Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini iyileştirmesini, öte yandan sorunun çözümüne ilişkin olarak Yunanlı Başbakanın 8 Temmuz Anlaşması'nda ısrar ettiğini ve kalıcı bir çözüm için iyi hazırlanılmış bir sürecin başlatılmasında tek elle tutulan temel olduğunu belirtti.
Türk gemisinin Ege'de yaptığı araştırmalara yönelik olarak Sözcü, şimdilik Türk tarafından aramaların Türk kara suları içinde yapılacağının açıklandığını, bu nedenle ayrıca bir yoruma gerek olmadığını belirtti.
YUNANİSTAN RADYO-TV KURUMU: "SARKOZY-MERKEL TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNE KARŞI"
ANKARA, 01/02(BYE)--- Yunanistan Radyo-TV Kurumu'nun (ERT) 1 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Katerina İoannidu imzasıyla yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, Paris'te yaptıkları görüşmede Türkiye'nin AB üyeliğinin her şeklini bir kez daha kesin bir şekilde reddettiler. Sarkozy ve Merkel, Ankara'nın sadece bir "imtiyazlı ortaklık ilişkisinden" faydalanabileceğini açıkladılar.
Fransa'da iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) partisinin kongresinde yaptığı konuşmada Sarkozy, "Türkiye'nin dostu olmak istiyorum, ancak basit bir sebepten, Türkiye'nin Küçük Asya'ya uzandığından dolayı, Avrupa'da yeri olmadığını söylüyorum. Avrupa'da olmayan devletleri düşünmeden önce belki de zaten Avrupa'da olan devletleri düşünmeliyiz. Tuzağa düşmememiz gerekir. Avrupa'ya tüm komşu ülkelerin AB'ye girme yönelimleri yok. AB'yi sonsuza kadar genişletirsek o zaman siyasi Avrupa'yı öldürmüş olacağız" dedi.
Halk Hareketi Birliği (UMP) Kongresi'nin onursal davetlisi Almanya Başbakanı Angela Merkel de burada yaptığı konuşmada, 27 üyeli AB'ye gelecekte yeni üyelerin dahil olmasına karşı çıktı. Merkel, "Halk Hareketi Birliği ile Hristiyan Demokratlar Birliği'ni (CDU) -Başbakan'ın üyesi olduğu sağ parti- birbirine bağlayan tek bir şey vardır. O da, iki partinin Türkiye'ye eşit bir üyelik değil imtiyazlı ortaklık ilişkisini önermeleridir" dedi.
Fransa Cumhurbaşkanı tarafından desteklenen Akdeniz Birliği planına da değinen Merkel, "AB üyesi tüm üye ülkelere sorumluluklarını üstlenme imkanı tanınması gerekir" dedi. Bununla birlikte Almanya, AB içinde bölünmelere yol açacağı endişesiyle Akdeniz Birliği konusunda çekincelerini hiçbir zaman gizlemedi.
Bunun üzerine Sarkozy ise, "Akdeniz Birliği'ne tabii ki tüm ülkeler katılabilir" dedi.
KATHİMERİNİ: "FENER RUM LİSESİNİN SIRALARINDA"
ATİNA, 01/02(BYE)--- Tirajı günde 60.573 olan Kathimerini gazetesinin 1 Şubat 2008 tarihli sayısında, Yannis Ktistakis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:
Başbakan Kostas Karamanlis'in İstanbul Fener Rum Lisesinde yaptığı konuşma, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanının Strasburg'da her yıl yaptığı basın toplantısıyla aynı zamana denk geldi. Her yıl olduğu gibi (Fransız) Başkan insan hakları ihlalleri istatistiklerini açıkladı. 2007 yılında mahkeme, (birinci) Türkiye için 319, (ikinci) Rusya için 175, Yunanistan için 61 ve (47 Avrupa ülkesinde sonucu) İrlanda için sıfır ceza kararı verildiğini açıkladı.
Türkiye'nin aldığı ceza, Fener Rum Lisesiyle ilgili olarak bir önceki yıl aldığı cezayı da kapsıyor. Azınlık vakıfları arasında önde gelen Fener Rum Lisesi, 1936'da (Rum ve Ermeni vb.) vakıfların beyana zorunlu tutuldukları gayrimenkuller dışında başka mülk edinmesini yasaklayan Türk Devletinin uygulamasını şikayet etmek üzere, 1997 yılında mahkemeye başvurmuştu.
Türkiye'de 1974 Mayıs ayında Danıştay'ın aldığı karara göre, "Türklere ait olmayan tüzel kişilere gayrimenkul inşası yasaklanmıştı. Devlet, azınlık vakıflarına gayrimenkul edinme olanağı tanımış olsaydı çeşitli tehlikelerle karşı karşıya kalacaktı." Fener Rum Lisesi, biri hibe yoluyla olmak üzere 1952'de; diğeri de 1958'de satın alma yoluyla iki gayrimenkul edinmiş, ancak yukarıdaki sebepten dolayı haklarını kaybetmişti.
Fener Rum Lisesi mücadelesinden vazgeçmedi. Tepkisini göstermek üzere Avrupa Mahkemesine gitti. 2007 Ocak ayında Mahkeme, (Türk Yargıcın da oy kullandığı) oy birliğiyle Türkiye'yi uygulaması nedeniyle suçlu buldu ve Fener Rum Lisesinin gayrimenkullerini koruması talebini haklı çıkardı. 1974'te Danıştay'ın aldığı bu karar geçersiz kılındı ve Fener Rum Lisesi örneğini, Yedikule Ermeni Hastanesi de takip etti ve o da haklı bulundu.
17 asırlık bir kurum olan Ekümenik Patrikhane, 2008 yılı içinde Büyükada yetimhanesinin yasa dışı elinden alınmasına dair mahkemeye yaptığı başvurunun sonucunu bekliyor. Şimdi bütün azınlık, Avrupa Mahkemesi için Fener Rum Lisesinin "sıralarında ders mi" almalı? Cevap: evet. Çünkü, azınlık ve Türkiye'nin demokratikleşmesi hususu, "uygun şartların bulunması için" sadece diplomasiye güvenilemeyecek kadar zor konulardır.
KOSMOS TU EPENDİTİ: "CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNDE SÖZ SAHİBİ DEĞİL"
ATİNA, 02/02(BYE)--- Tirajı haftada 96.598 olan Kosmos tu Ependiti gazetesinin 2 Şubat 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Dimitris Konstantakopulos'un GKRY lideri Tasos Papadopulos ile yaptığı mülakatın çevirisi şöyledir:
Yabancı başkentlerin, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçimlerinde söz sahibi olduklarını ne zaman kabul ettik? Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos, kısa bir süre öncesine kadar kendisiyle işbirliğinde bulunan şimdi ise rakibi olan Dimitris Hristofias'ın uluslararası toplumla ve Kıbrıslı Türklerle daha iyi ilişkileri olduğuna dair açıklamasına bu soruyla cevap verdi. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesiyle gazetemizde yayımlanan mülakatında Annan Planı taraftarlarınca öne sürülen çözüm istemediğine dair ithamları "küfür" olarak nitelendiriyor. 2004 yılında Kıbrıslı Rumların Kıbrıs sorununun çözümünü reddetmediklerinin, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ikiye bölünmesini yasallaştıran ve Kıbrıs'ı sömürgeye dönüştüren bir planı reddettiklerinin altını çiziyor. Sayın Papadopulos yıllarca uygulanmış olan "iyi çocuk" rolünü oynama politikasının Annan Planı'nın ortaya çıkarılmasına yol açtığına inanıyor ve Türkiye'ye, AB üyeliği sürecine ya da AB ile başka türlü herhangi bir kurumsal ilişkiye devam etmek istiyorsa aşırı tezlerinden vazgeçmesinin gerekli olduğu yönünde uyarıda bulunuyor. Mülakatın tam metni şöyledir:
KONSTANTAKOPULOS: Sayın Cumhurbaşkanı siyasi rakipleriniz sizi geçmişte de şimdide de çözümü istememekle suçluyorlar, bu nedenle 2004 yılında Kıbrıslıları Annan Planı'na "hayır" demeye davet ettiğinizi, o günden bu güne "işi zora sürdüğünüzü" söylüyorlar.
Onlara ne cevap veriyorsunuz?
PAPADOPULOS: Çözüm istemeyen Kıbrıslı Rum politikacı yok. Herhangi bir politikacı için bunun söylenmesini küfür sayıyorum. Referandumda,
Kıbrıs Helenizminin yüzde 76'sı gibi ben de "hayır" dedim. Bizlerce reddedilen Kıbrıs'ın ikiye bölünmesi, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne son verilmesi ve Kıbrıs'ın Türkiye'nin sömürgesine dönüşmesiydi. Gerçek budur; bu tür bir çözümü ne istiyorum ne de imzalamak niyetindeyim. Beni çözümü zora sürmekle suçlayanlar Annan Planı'nı isteyenlerdi. İkinci bir referandum isteyenler, teşviklerinin millet tarafından benimsenmemesinden, o dönemde yaptıkları felaket tellallığından milletin korkmamasından dolayı hayal kırıklığına uğrayanlardır. Gerek BM Güvenlik Konseyi'nin gerekse Avrupa Birliği'nin uygulanmasına destek verdiği 7 Temmuz 2006 Gambari Anlaşması girişimlerim ve önerilerim sayesinde başarıldı. Anlaşmayı uygulamayı reddeden taraf Sayın Talat'ı da geriye doğru adım atmaya zorlamış olan Türkiye'dir. İstemeyerek de olsa bu gerçeği görmeyi reddedenler Kıbrıs sorununun çözümlenmemesinden dolayı tek sorumlu olan Türkiye'nin uzlaşmazlığına bahane sağlıyorlar.
KONSTANTAKOPULOS: Sizi eleştirenlerin bazıları İngiltere ve Amerika ile ilişkileriniz daha olumlu olmalıydı. Putin, Fransızlar ve Çinlilerle geliştirmiş olduğunuz ilişkilerin Kıbrıs konusu için yararı olmuyor, diyorlar.
PAPADOPULOS: Kıbrıs düşman yaratmak ya da büyük ve güçlü ülkelerle rekabette bulunmak lüksüne sahip değil. İyi niyetimiz bir veri oluşturuyor. Ancak bu demek değildir ki çıkarlarımıza zarar veren herhangi bir ülkenin faaliyetine karşı tepki göstermeyeceğiz. İyi ilişkiler karşılıklı saygı gerektirir. Fransa, Rusya ve Çin ile ilişkilerimizin gelişmesinin başka ülkelere karşı düşmanca ya da olumsuz herhangi bir tarafı yok. Bizler dostlarımızdan Türkiye ile iyi ilişkilerde bulunmamalarını talep etmediğimiz gibi onlardan da bizim başka ülkelerle ilişkilerimize müdahale etmemelerini bekliyoruz. Kıbrıs başka herhangi bir ülkenin çıkarlarına zarar hiçbir zaman vermedi.
KONSTANTAKOPULOS: Bir süre öncesine kadar müttefikiniz olan Dimitris Hristofias uluslararası toplumla ve Kıbrıslı Türklerle daha iyi ilişkileri olduğunu savunuyor, Kıbrıs sorununu daha iyi bir şekilde çözümlemeyi başaracağını söylüyor. Buna ne cevap veriyorsunuz?
PAPADOPULOS: Yabancılara kimin daha hoş göründüğüne dayanan bir rekabet mantığına girmek istemiyorum. Üstelik, Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki cumhurbaşkanlığı seçimleri için yabancı başkentlere ne zamandan beri söz sahibi olma hakkını tanıyoruz? Yabancılar acaba hangi çıkarlar temelinde tercihlerini dile getirecekler? Kıbrıs'ın mı, yoksa kendi çıkarları temelinde mi? Devletler politikalarını şahsi ilişkiler temelinde mi, yoksa çıkarları temelinde mi şekillendirir? AKEL'in, daha olumlu ve yakın işbirliği ilişkilerinde bulunmayı arzuladığımız Kıbrıslı Türk vatandaşlarımızla her zaman daha yakın ilişkilerde bulunduğunu kabul ediyorum. Ancak, Kıbrıslı Türkleri destekleme yönünde bu hükümet kadar önlemler alan başka bir hükümetin geçmişte görülmediğini hatırlatırım. İki toplum arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi, ortak çıkarların yaratılması gereğine, bunun karşılıklı anlayışın yerleşmesine yardımcı olacağına, aynı zamanda da bütün Kıbrıslıların çıkarlarına hizmet eden bir çözüm için çaba sarf etmenin gerekli olduğuna inanıyorum. Ancak, Sayın Hristofias'ın, Türk uzlaşmazlığının Kıbrıslı Türklerin Ankara'ya karşı bir ayaklanmasıyla son bulacağına yönelik tezine katılmıyorum. Bu tür bir yaklaşımı ve stratejiyi gerçekçi saymıyorum. Gerçekler Kıbrıslı Türklerin Türkiye'ye politikalarını kabul ettirmediklerini, Türkiye'nin Kıbrıslı Türklere politikasını kabul ettirdiğini gösteriyor. Sayın Hristofias'ın eski yoldaşları Sayın Talat ile Sayın Soyer'in, AKEL ile temaslarına ve diyaloglarına rağmen Ankara'nın adayı ikiye bölen politikasını neden benimsemiş oldukları da bu bağlamda yorumlanabiliyor.
--Annan Planı'nın Geri Getirilmesi Tehlikesi Mevcuttur--
KONSTANTAKOPULOS: 2004 yılında Kıbrıs halkı Yunanistan'da, Kıbrıs'ta ve uluslararası düzeyde tanınmış hukukçular ve anayasa uzmanları tarafından "feci" olarak nitelendirilen, dünya tarihinin en kötü anayasası sayılan, Kıbrıslıların büyük çoğunluğunu ve serbest bölgelerini üç yabancı hakimin ve üç yabancı ordunun hakimiyeti altına sokan bir planı büyük bir oy çokluğuyla reddetti. Bu tür bir planı tartışma noktasına nasıl ulaştık? Bu tür çözümlerin tekrar gündeme getirilmesi mümkün mü?
PAPADOPULOS: Zaman içinde sürekli olarak geriye doğru adımların atılmış olması nedeniyle uluslararası toplumda Ankara tarafından kabul edilecek olan herhangi bir çözümü kabul etmek niyetinde olduğumuz yönünde bir görüş şekillendi. Bu nedenle herkesin dikkati planın Türkiye tarafından kabul edilmesinin güvence altına alınması üzerinde toplandı, kaygılarımız ve haklarımız için ilgi gösteren olmadı, planın Kıbrıslı Rumlar tarafından kabul edileceği bir veri olarak görüldü. Bir zamanlar uygulanmış olan "iyi çocuk" politikasıyla bizim tarafın daha uzlaşmalı olması nedeniyle geriye doğru adım atmasının da daha kolay olacağı mesajını gönderdik, böylelikle de baskılar Türkiye'ye yönelik olacağına bize yöneldi. 8 Temmuz anlaşmasıyla Annan Planı bertaraf ediliyor. Başkaları tarafından önümüze getirilecek çözümlere pay bırakılmıyor. Fakat öte yandan gerek Sayın Erdoğan, gerekse Cumhurbaşkanı Sayın Gül en resmi şekilde Annan Planı'nın tekrar masaya getirilmesi için ısrar ediyor, bu nedenle 8 Temmuz anlaşmasını uygulamayı reddediyorlar. Demek ki içeriği bu plana benzer bir planın başka bir isimle masaya getirilmesi tehlikesi son bulmadı. Cumhurbaşkanlığına aday olanların Annan Planı için hangi tutumu benimsemiş oldukları, gelecekteki müzakere için ne kadar geniş paylar bıraktıkları (planın masaya tekrar getirilip getirilmeyeceğinde) önemli rol oynayacak. Açıkça ya da üstü kapalı olarak Annan Planı'na ilişkin öngörüleri kabul etmiş olanların daha iyi bir plan için müzakere yapma olanakları kısıtlandı. Uluslararası toplum bazılarının Annan Planı'nın Kıbrıs'ı yeniden birleştirdiğine inandıklarını biliyor. Bu bağlamda ve madem ki planın Türkiye tarafından kabul edilmiş olması da bir veri oluşturuyor farklı bir planı önermesine ne gerek var? Halbuki ben tekrar seçilirsem bu tür bir planın masaya tekrar getirilmesi mümkün olmayacak çünkü bunu kabul etmeyeceğim biliniyor.
--Türkiye İçin Siyasi Maliyet Yaratıyoruz--
KONSTANTAKOPULOS: Sayın Papadopulos, 2006 yılında Türkiye'nin üyelik müzakerelerine ilişkin bölümlerin açılmasını bloke ederek talep edici bir politika uyguladınız. Ancak Londra'nın, Washington'un, Atina'da bazı çevrelerin hatta koalisyon hükümetinizin yoğun hoşnutsuzluğuna neden oldunuz.
PAPADOPULOS: Yunan hükümetiyle faaliyetimizde mükemmel bir işbirliği ve koordinasyon var. Türkiye'nin AB üyesi olma isteği Ankara'ya siyasi baskı uygulama fırsatını sağlıyor. Hedef bugüne kadar uygulamakta olduğu uzlaşmaz tutumdan vazgeçerek daha uzlaşmalı bir tutum benimsemesi ve böylelikle Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin mümkün olması. Uygulamakta olduğumuz politika ile, AB üyeliğiyle ilgili stratejik hedefine ulaşması için Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin ön şart olduğunun bilincine varmakta olan Ankara için yüksek bir siyasi maliyet yaratıyoruz. 2006 yılının Aralık ayındaki AB Konseyi'nde uzun süren zorlu müzakerelerden sonra toplantının nihai metninde 2009 yılı Aralık ayında Türkiye'nin AB sürecinin yeniden değerlendirilmesi kararının yer almasını başardık. Türkiye'nin denetimini sağlayan bu etkili mekanizma, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için bugün bir hareketlenmenin var olmasının ve herkesin cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra kaydedilecek gelişmelerden söz etmesinin nedenlerinden birisidir. Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen ülkeler Kıbrıs sorununun çözümlenmesini istiyorlar, çünkü Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ne karşı yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve Kıbrıs sorununun çözümlenmemesi durumunda bu hedeflerine ulaşmalarının mümkün olmadığını biliyorlar. Türkiye ile AB arasında üyelik öncesi diyalogun başlamasını önlemiş olsaydık, Ankara'nın uzlaşmaz tavrından vazgeçmesi için herhangi bir neden olmayacaktı, bununla birlikte Kıbrıs'ın da Türkiye yönünde herhangi bir baskı aracı olmayacaktı.
KONSTANTAKOPULOS: Sayın Cumhurbaşkanı gazetelerde adaylar arasındaki Kıbrıs sorununu çözmek istemediklerine ya da çözemeyeceklerine dair birbirlerine karşı suçlamaları okuyanlar şu soruyla karşı karşıya gelebilir: Türkiye'nin 1974 yılında Kıbrıs çıkartması için sorumluluk acaba Kıbrıs Cumhuriyeti'ne ve siyasi liderlerine mi ait?
PAPADOPULOS: Kıbrıs sorununun çözümlenmemesinden Kıbrıs Cumhurbaşkanları sorumlu değil. Tek sorumlu olan çağdışı, yayılmacı görüşlere ve politikalara hala bağlı kalan Ankara'dır. Kıbrıs'ı gerçekten yeniden birleştiren, insan haklarını ve özgürlükleri güvence altına alan, işlevsel ve kalıcı bir devlet kuran, Türkiye tarafından kabul edilen ve bizlerden reddedilmiş olan bir plan şimdiye kadar önerilmedi. Çözümsüzlük için bizim tarafa sorumluluk yükleyenler isteyerek ya da istemeyerek gerçekler karşısında göz yumuyor, Türk uzlaşmazlığını güçlendiriyorlar.
YUNANİSTAN RADYO-TV KURUMU: "SİMİTİS'İN AB İLE TÜRKİYE ARASINDA ÖZEL İLİŞKİ KONUSUNDAKİ AÇIKLAMASINA PASOK TEPKİ GÖSTERDİ"
ANKARA, 04/02(BYE)--- Yunanistan Radyo-TV Kurumu'nun (ERT) 4 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Eski Başbakan Kostas Simitis, dün Cambridge Üniversitesinin Uluslararası Yönetim ve İşletmeler Merkezinde yaptığı konuşmada, PASOK'un Türkiye'nin Avrupalaşma süreci konusundaki görüşünden farklı görüş dile getirdi. Simitis, Almanya ve Avusturya'nın desteklediği gibi, AB ile Türkiye arasında özel bir ilişkiden yana tavır koydu.
Simitis, konuşması sona erdikten sonra bir soruya cevaben yaptığı açıklamada şöyle dedi:
"Yunanistan'ın, Türkiye'nin AB'ye üye olmasından yarar sağlayacağını düşünüyorum. Daha fazla bir istikrar ve daha iyi bir işbirliği olacak, ekonomik ilişkilerimiz daha fazla gelişecek. Yunanistan için beklentiler olumlu. Şu anda Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler iyi görünüyor. Esasında her zaman bir gerginlik var. Türkiye AB üyesi olursa bu zorlukları aşabilecek miyiz?
Diğer Avrupa ülkelerinin Türkiye konusunda ciddi sorunları var. Birkaç yıl sonra Türkiye'nin nüfusu 100 milyonu bulacak. Nüfus olarak AB'nin en büyük ülkesi olacak ve haliyle AB Konseyi'nde daha fazla oya sahip olacak. AB ülkeleri bu özel durumu kabul etmeyecektir. Bundan başka, kültür ve göç sorunları da var.
Bu yüzden, Avrupa ile Türkiye arasında bir özel ilişkiler çerçevesi olması gerektiğini düşünüyorum. Almanya ile Avusturya siyasi liderleri de bu görüşte. Türkiye AB üyesi olursa, sorunlara çözüm bulunması da zor olacak. Bana göre en iyi yol, Türkiye ile bir özel ilişkiler çerçevesi olmasıdır ve bu özel ilişkiler vasıtasıyla Yunanistan da Güneydoğu Avrupa'da bazı sorunlarına çözüm bulur."
PASOK da, Dış İlişkiler ve Savunma Birimi Başkanı Panos Beglitis vasıtasıyla yaptığı yazılı açıklamayla eski Başbakan'ın bu görüşlerine tepki gösterdi.
Açıklamada, PASOK'un, Türkiye'nin Avrupalaşma süreci ve sonuçta üye olma hedefi konusunda, hükümet olarak oluşturduğu ve uyguladığı stratejiye, AB'nin kararlarına ve kriterlerine saygı duyması koşuluyla bağlı kaldığı vurgulandı.
KATHİMERİNİ "K" DERGİSİ: "JOHN SARBANİS: AMERİKAN POLİTİKASININ 'AĞIR' YUNAN İSMİ"
ATİNA, 04/02(BYE)--- Tirajı pazar günleri 191.138 olan Kathimerini gazetesinin "K" adlı pazar ekinde ve yukarıdaki başlık altında yer alan Yannis Paleologos'un uzun yıllar Maryland Senatörü olan Paul Sarbanis'in oğlu ABD Milletvekili John Sarbanis ile yaptığı mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
PALEOLOGOS: Türkiye'nin Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin başarılı olması ne kadar önemlidir?
SARBANİS: Başarılı olması önemli, ancak önemli konularda uzlaşma sağlanmaması ön şart oluşturmalı. Kıbrıs bunun bir örneğidir. Ne yazık ki Türkiye AB üyeliğini engelleyen bazı konularda tutum değiştirmeye hazır olmadığını gösteriyor. insan hakları, Patrikhane'nin statüsü, Kıbrıs'ın tanınması gibi konuların ön plana çıkarılması yasaldır. Özellikle Bush yönetimi altında Türkiye'nin her istediğini kabul ettirmeyi başardığı birçok açıdan belli oluyor. Bu da elbette Irak'ta uyguladığımız politikaların etkilerinden birisidir. Irak'ta Türkiye'nin işbirliğine ihtiyacımız olduğu için diğer bazı kritik konularda Ankara'ya baskı uygulayamıyoruz. Bunun en son örneği Ermeni soykırımıyla ilgili Temsilciler Meclisi tarafından alınan karardı. Söz konusu kararın 200'den fazla raportörü vardı, Komisyondan geçti ve Genel Kurula getirilmeye hazırdı. Bunun üzerine Türkiye yoğun bir şekilde şikayetlere başladı, Başkan Kongre üyelerine baskı uyguladı, sonuç olarak karar geri çekildi. Bu arada, aynı hafta içinde Kongrenin Altın Madalyası ve Cumhurbaşkanlığı Madalyasıyla Dalay Lama'yı ödüllendirerek Çinlileri öfkelendirdik. Daha önce 2. Dünya Savaşında "eğlence kadınları" olarak kullanan Japonları suçlayan bir karar aldık ve tabii Japonları da öfkelendirdik
PALEOLOGOS: Yani ahlak ilkeleri duruma göre uygulanıyor.
SARBANİS: Tamamen öyle. Sonuç olarak Türk uzlaşmazlığı cesaretlendiriliyor. Beyaz Saray'ın ve Dışişleri Bakanlığının aralarında anlaşarak bu konulardan bazılarında daha atılgan bir tutum benimsemelerini arzu ederdim.
PALEOLOGOS: Türkiye'nin AB üyeliği sizce "medeniyetler çatışmasının" yatıştırılmasına yönelik çabalarda önemli bir rol oynayabilir mi?
SARBANİS: Türkiye çok önemli bir jeostratejik bölgede ABD'nin önemli bir müttefikidir ve Batı ile iyi ilişkileri olan bir Müslüman ülke olması onu daha da önemli kılıyor. Bence ABD, Ankara yönünde biraz daha sert bir tutum benimsemiş olsaydı Türkiye'nin yararına olurdu. Kıbrıs, Patrikhane ve Ermeni soykırımı gibi konularda gösterdiği haysiyetsizlik nedeniyle ülkenin sabote edilen imajını yükseltecekti.
PALEROLOGOS: Kıbrıs konusuna gelelim: Sizce bu yıl, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yeni bir müzakere turu için bir dinamizm olacak mı? Amerika'nın rolü ne olmalı?
SARBANİS: Bir dinamizm oluşacağını umuyorum. 8 Temmuz görüşmeleri sözde teknik komisyonların oluşmasına, pratik konular üzerinde müzakerelerin başlamasını sağlayacaktı, ama herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Türkiye ve Kıbrıslı Türkler işlemleri kabul ettiler, fakat müzakere masasına oturmaya hazır olmadıklarını ortaya koydular ve kimlerin karar verdiğine dair muğlak bir ortam oluşturan oyunlar oynuyorlar. Eninde sonunda kararların Ankara tarafından alındığını biliyoruz, fakat "bu konuda doğru bir temas yapılmadı" yahut "şu konuda Talat aşırı bir şekilde açılım yaptı" vb. şeyler söyleniyor. ABD'nin rolü her iki tarafa ciddi bir şekilde görüşmelere başlamaları için baskı uygulamaktır. Aynı zamanda bu görüşmelerin iki toplumlu iki kesimli federasyona yönelik yeni ve yapıcı bir "yol haritası" için temel oluşturduğuna inandığımızı Türkiye'ye net bir şekilde anlatmalıyız. Ancak bunun başarılması için ABD yönetimi Türkiye'ye karşı daha katı bir tutum benimsemeli. ABD'nin Kuzey Kıbrıs'ın tanınması yönünde perde arkasında yürütülen gelişmelere katkıda bulunmaması büyük önem taşıyor. Bush yönetimi bu konudaki tutumunda gerekli dikkati göstermedi bu da, Türkiye'nin ve Kıbrıslı Türklerin uzlaşmaz tutumlarının sonunda uluslararası toplumun Kuzey Kıbrıs'ın ayrı, yasal bir devlet olduğu fikrini kabul edeceği inancını güçlendiriyor. Demek ki bileşik, öngörücü ve tutarlı bir diplomasi uygulamak gerekir bu hükümetin yaklaşımı da ya aşırı basittir ya da Türkiye'nin tutumunu dolaylı bir şekilde kabul etmeye yönelten bir gündemi var. Kıbrıs'taki durumun ne kadar haksız olduğunu anlamanın en iyi yolu, Kongredeki meslektaşlarıma da açıkladığım gibi, adada 40 binden fazla Türk askerinin bulunmasıdır. Neden orada bulunuyorlar? Yeşil Hattan tam 13 milyon güvenli geçiş yapıldı. Ankara ordunun kuzeydeki Kıbrıslı Türkleri korumak için orada bulunduğu tezini ileri sürüyor, ancak korunmaya ihtiyaçlarının olmadığı açıkça belli olduğuna göre bu bahanenin arkasında farklı bir gündem gizli.
PALEOLOGOS: Son olarak; Yunanistan-ABD ikili ilişkileri nasıl görüyorsunuz?
SARBANİS: Resmi düzeyde ilişkiler çok iyi. ABD'nin imajı ve savunduğu ilkeler, yönetimimizin uyguladığı politikalar nedeniyle Yunanlıların gözünden düşmüştür. 1985 yılında Fulbright bursu ile Yunanistan'da bulunduğum sıralarda Papandreu'nun Amerika aleyhtarı açıklamaları doruğa ulaşmıştı, bu nedenle de resmi ilişkilerde de büyük bir gerginlik vardı, fakat kamuoyunun ABD ve Amerikalı vatandaşlar yönündeki duyguları her zaman sıcaktı. Bu iyi niyetin bir bölümü, dünyanın başka yerlerinde de olduğu gibi, son yıllarda kayboldu. 2004 yılında George Bush'un yeniden seçilmesi dış politikasına onay olarak yorumlandı ve uluslararası düzeyde şok etkisi yarattı. Yabancılar Bush'u tekrar seçtiğimiz için bizi affedebildiler çünkü o dönemde henüz sonradan yaptıklarını yapmamıştı.
PALEOLOGOS: Ve kendisi için gerçek olmayan bir imaj sergilediğini söyleyebiliriz.
SARBANİS: Tamamen öyle. Çoktandır Yunanistan'a gitmedim -bu yıl ziyaret edeceğimi ümit ediyorum-, fakat iyi niyet için hala bir şans olduğuna ve bunun tekrar hayata geçirilebileceğine inanıyorum. Aynısı, uluslararası faaliyetimize karşı bugün hoşnutsuzluk duyan diğer ülkeler için de geçerlidir. Lider değişikliği Bush yönetiminin sekiz yılında meydana gelen zararları belki de düşündüğümüzden çok daha çabuk düzeltir.
İSVİÇRE BASINI
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "ANKARA, STRASBOURG'DA YİNE İŞKENCEDEN HÜKÜM GİYDİ"
BERN, 01/02(BYE)--- Tirajı günde 143.800 olan Neue Zürcher Zeitung'un 1 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Strasbourg çıkışlı AFP kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi işkence nedeniyle birçok kez mahkum etti. Strasbourglu yargıçlar perşembe günü 2000 yılı Haziran ayında Diyarbakır yakınlarında tutuklanan 35 ve 49 yaşlarındaki iki adamı haklı buldu. Bu adamlar, terörist bir örgüte üye olmakla itham edilmişlerdi. Biri üç saat boyunca elektroşokla işkence görmüş, diğerine cinsel organlarına vurularak eziyet edilmişti. Doktor raporları adamların ifadelerini destekliyordu. Olaya karışan iki polisin kimliği hâlâ belli değil. Ankara Hükümeti davacıların her birine sekizer bin avro manevi tazminat ödemeye mahkum edildi. Türkiye geçen yıl Strasbourg mahkemesince 319 kez hüküm giydi, bu da 47 Avrupa Konseyi ülkesi arasında bir rekor.
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ REFORMU NEDENİYLE PROTESTOLAR"
BERN, 04/02(BYE)--- Tirajı günde 143 bin olan Neue Zürcher Zeitung'un 4 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Reuters kaynaklı Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Erdoğan Ülkenin Bölünmesinden Bahsediyor--
Başbakan Erdoğan, başörtüsü yasağının gevşetilmesi planlarına karşı yapılan kitlesel gösterilerin ardından karşıtlarını ülkeyi bölmekle suçladı. Erdoğan, resmi Anadolu Ajansına yaptığı açıklamada, reformu eleştirenlerin kendilerinden farklı düşünen ya da giyinenlerin tümünü laiklik düşmanı ilan ettiklerini, bu yüzden halkın bölündüğünü söyledi.
Cumartesi günü Ankara ve başka şehirlerde 120 binden fazla Türk başörtüsü reformunu protesto etti. Başkentteki Anıtkabir'de toplanan göstericiler, "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye bağırdılar ve Türk bayrakları sallayıp, bir zamanlar din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasını yürürlüğe sokan Atatürk'ün resimlerini havada tuttular. Protestolara katılan bir öğrenci, "Atatürk bize demokrasiyi getirdi. Zamanı geri çevirmek ve hala gelişmekte olan ülkeler sınıfındaki Arap komşularımız gibi olmak istemiyoruz" dedi.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, yasağın gevşetilmesinin nedenini ülkenin AB üyeliği gayretlerine bağladı. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olması için siyasi reformlar yapması gerektiğini belirten Babacan, bu nedenle hükümetin ülkenin "birinci sınıf demokrasisi" olması için insanlara daha fazla özgürlük sağlamak istediğini ifade etti. AB Türkiye'den daha fazla ifade özgürlüğü sağlamasını ve azınlıklara daha fazla hak tanımasını istedi. Ancak başörtüsü konusunda açık bir tutum almadı. Meclis muhtemelen önümüzdeki hafta, hükümet partisi AKP'nin üniversitelerdeki kız öğrencilere yönelik başörtüsü yasağının gevşetilmesi konusunda karar alacak.
Anketlere göre, Türklerin çoğunluğu başörtüsü yasağının gevşetilmesinden yana. Başörtüsü yasağının gevşetilmesi, özellikle dini kuralları ihlal etmek istemedikleri için üniversite eğitiminden vazgeçmiş olan kız öğrencilerin işine yaramasını hedef alıyor. Reform taslağına göre, öğretmenler ve kamuda çalışan kadınlar için başörtüsü yasağı devam edecek.
BERNER ZEITUNG: "TÜRKİYE: BAŞÖRTÜSÜ KAVGASI TIRMANIYOR"
BERN, 04/02(BYE)--- Tirajı günde 157 bin olan liberal eğilimli Berner Zeitung'un 4 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan SDA, Reuters ve DPA kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:
Cumartesi günü Ankara'da 120 binden fazla kişi başörtüsü yasağının kaldırılması planını protesto etti. Göstericiler megafonlarla "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye bağırdılar.
Türkiye'de yüksek okullardaki başörtüsü yasağının kaldırılması planlanıyor. Buna karşı şiddetli bir direniş var. Cumartesi günü, başörtüsü yasağının kaldırılması planını protesto etmek için Ankara'da 120 binden fazla kişi toplandı. Göstericiler, Türk bayrakları sallayıp bir zamanlar din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasını yürürlüğe sokan Atatürk'ün resimlerini havalara kaldırdılar.
Protestolara katılan bir öğrenci, "Atatürk bize demokrasiyi getirdi. Zamanı geri çevirmek istemiyoruz" dedi. Göstericiler arasında çok sayıda kadın grupları da vardı. Meclis önümüzdeki günlerde, hükümet partisi AKP tarafından planlanan ve üniversitelerdeki kız öğrencilere yönelik başörtüsü yasağının gevşetilmesini öngören tasarı konusunda karar alacak. Dışişleri Bakanı Ali Babacan yasağın gevşetilmesi nedenini ülkenin AB üyeliği gayretlerine bağladı. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olmak için siyasi reformlar yapması gerektiğini belirten Babacan, bu nedenle hükümetin ülkenin "birinci sınıf demokrasi" olması için insanlara daha fazla özgürlük sağlamak istediğini ifade etti. Başörtüsü yasağının kaldırılmasından özellikle dini kuralları ihlal etmek istemedikleri için yüksek okul eğitiminden vazgeçmiş olan kız öğrencilerin yararlanmaları öngörülüyor.
Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), meclis anayasa değişikliklerini kabul ettiği takdirde Anayasa Mahkemesine başvurmak istiyor. Din ve devlet işlerinin ayrı tutulmasını tehlikede gören CHP, AKP'yi ülkeyi yavaş yavaş İslamlaştırmakla suçluyor.
Başbakan Erdoğan, karşıtlarını, ülkeyi bölmek istemekle suçladı. Erdoğan hafta sonu yaptığı açıklamada, reformu eleştirenlerin farklı düşünen herkesi laiklik düşmanı ilan ettiklerini söyledi.
ABD BASINI
AMERİKA'NIN SESİ: "CLAUDİA ROTH: TÜRBAN ÖZGÜR İFADENİN SİMGESİDİR"
ANKARA, 04/02(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:
Türkiye'de üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması tartışması devam ederken, konu, AB ülkelerinde de son yıllarda sık sık gündeme geliyor.
Almanya'daki tartışmaları Berlin'den Cem Dalaman bildiriyor:
AKP ve MHP'nin türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına yönelik anayasa değişiklik teklifi, Almanya kamuoyu ve medyası tarafından çok yakından takip ediliyor. Medyadaki yorumların çoğunda söz konusu teklif, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde gerekli bir reform olarak nitelendirilirken, siyasetçilerden konuyla ilgili gelen açıklamalarında, türbanın serbest bırakılmasını destekleyenlerin ağırlığı hissediliyor. Nitekim, Birlik Partilerinin önde gelen isimlerinden Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering, Türkiye'de türban konusunun Meclis tarafından çözülmesi gerektiğini savundu ve "Benim için insanlar hoşgörülü olduğu sürece nasıl giyindikleri hiç önemli değil" dedi.
Türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına en yoğun destek verenlerden birisi de Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth. Türkiye konusunda Alman siyasetinde en çok demeç veren politikacı olarak bilinen Roth, türbanın özgür ifadenin simgesi olduğu görüşünde.
Roth bu konuda, "Modern, güçlü bir hukuk devleti olan Türkiye, kadınlara türban takma konusunda serbesti sağlarsa daha liberal, hoşgörülü ve daha özgüvenli bir ülke olur. Çok sayıda kendine güvenen akıllı, modern, türbanlı kadın tanıyorum. Türbanı baskıyla değil, tamamen özgür iradeleriyle takıyorlar. Bu nedenle ister Türkiye'de, isterse Almanya'da olsun insanları başına taktıklarıyla değil, kafalarının içindekileriyle değerlendirmeliyiz. Benim için en önemlisi budur" şeklinde konuşuyor.
Türban dört milyona yakın Müslüman nüfusuyla Almanya'nın da bir iç sorunu. Son yıllarda eğitim kurumlarında türban takılması konusunu değişik boyutlarıyla tartışan ve buna kısmen yasal engeller getiren ülkede, geçen aralık ayında Hessen Eyaleti Devlet Yüksek Mahkemesi büyük yankı bulan bir kararla, eyalette çalışan memurlar için türban yasağını onaylamıştı. Almanya'daki okullardaki türban yasağı konusunda ise ortak bir çizgi yok. Her eyalet kendi eğitim ve öğretim biçimine, öğretmenlerin giyimine ve bunlara bağlı olarak da diğer bütün konuları kendi eyaletinin durumuna göre düzenliyor. Öğrenciler ise türbanla okula gidebiliyorlar.
Sosyal Demokrat Parti milletvekili Leyla Akgün, Türkiye'deki tartışmaların Almanya'ya da sıçramasından endişe duyduğunu ifade ediyor ve türbanın burada da siyasi bir simge olarak algılandığına değiniyor.
Akgün, Almanya'da alınan mahkeme kararlarını hatırlatarak, partisinin türbanın özellikle çocuklara takılmasını kabul edemediğini ifade ediyor.
Akgün, "Almanya'da din özgürlüğü 14 yaşında başlıyor. Fakat ben maalesef sokaklarda altı yedi yaşında çocuklarda türban görüyorum. Buna çok karşıyım, açık söylemek istiyorum. Bu mahalle değil, aile baskısıdır. Altı yaşında bir çocuğun başının örtülmesi kabul edilecek bir şey değil benim açımdan. Biz de 14 yaşına kadar okullarda türban takılmasını yasaklamalıyız" diyor.
Bu arada hafta sonunda Berlin'i ziyaret edecek olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'deki bu güncel konuyu mevkidaşı Merkel ile hangi boyutta ve nasıl konuşacağı ise merakla bekleniyor.
NATIONAL REVIEW ONLINE: "DAVOS GÜNLÜĞÜ..."
WASHINGTON, 06/02(BYE)--- 15 günde bir yayımlanan ve tirajı 155 bin olan, ABD'nin önde gelen muhafazakar dergilerinden National Review'in 06 Şubat 2008 tarihli sayısında, Jay Nordlinger imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin özet çevirisi şöyledir:
Davos bana her zamankinden daha güzel görünüyor. Gece dağa çıktığınızda, ay, göz hizanızda beliriyor. Yıldızlar da çok yakın ve parlak. Dünyaya yeniden döndüğümüzde, bizden bir grup, Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile karşılaşıyor.
Ali Babacan (40) genç, güler yüzlü ve etkileyici; akıllı, titiz ve çok konuşkan biri. Aksanlı, fakat akıcı ve dilin özelliklerini yansıtan bir tarzda İngilizce konuşuyor. Varlığının birinci veya ikinci dakikasında harika biri olduğunu anlıyorsunuz.
Babacan, bize Türkiye'nin çok büyük bir değişimin ortasında olduğunu söylüyor. Türkiye, 2008 yılında 2002'deki haline hiç benzemiyor. Babacan, "İki farklı ülkeden bahsediyoruz" diyor. Türkiye, vatandaşlık haklarında, ekonomide ve hukukun üstünlüğünde büyük sıçramalar yapıyor. Babacan, birçok şeyin yapıldığı ve daha yapılacak çok şeyin olduğu konusunda ısrar ediyor.
Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda Babacan, Kopenhag Kriteri'nin yerine getirilmesi ve diğer konulardan bahsediyor. Bazı Davosçulara göre, "Kopenhag Kriteri" sözü "Nasılsın?" sözü kadar sıradan. Babacan, Türkiye'nin gittikçe bir AB ülkesi haline dönüştüğünü, Türklerin birliğe katılmaları halinde, birliği epeyce güçlendireceklerini ve Türkiye'nin AB'de bir ağırlığı olacağını belirtiyor.
Babacan, Türkiye'nin, farklı etnik kökenleri, kültürleri, dinleri ve dilleri bir araya getiren ve dikkat çekici çok kültürlü bir toplumu olduğunu belirtiyor.
Türk terör örgütü PKK hakkında Babacan oldukça net: "Türkiye peşlerinde ve başarılı oluyor. Türkiye'nin Irak ile bir problemi yok, Türkiye'nin Kürtlerle de bir problemi yok. Problemin temelinde PKK yatıyor"
Babacan'ın şu açıklamaları benim için -iddia ederim sizin için de- son derece dikkat çekici: "Kendilerini demokratik, cumhuriyetçi veya 'demokratik cumhuriyet' olarak nitelendiren birçok ülke, aslında öyle değil. İsimleri yalan." Babacan, Türkiye'nin bir yalandan ibaret olmak istemediğini belirtiyor. Türkiye'nin sadece bir gerçek olacağını söylüyor.
Evet, Türkiye AB'deki birçok ülkeden farklı, ancak, Fransa ve Almanya da oldukça farklı. (Bunlar Babacan'ın sözleri) Aslında, birbirleriyle savaştılar ve milyonlarca kişi öldürüldü. Fakat, ortak bir zemin buldular ve AB'de birleştiler. AB, herkesin kazandığı, kaybedenin olmadığı bir yer.
Babacan, "AB Hristiyan ülkelerin kulübü olmamalı, laik ve demokratik ülkelerin kulübü olmalı" diyor.
Evet, ama düşünüyorum, İslam Konferansında kaç ülke yer alıyor? Yaklaşık bin kadar mı? (Aslında Türkiye dahil 56 ülke var)
Dışişleri Bakanına sordum, "Türkiye İran'ın yükselişini nasıl değerlendiriyor ve nükleer İran konusunda ne düşünüyor?" Babacan, mülayim bir şekilde cevaplıyor; "Türkiye, nükleer silahların elde edilmesine ve yaygınlaştırılmasına karşıdır. Fakat, Türkiye İran ile iyi ilişkilere sahiptir. Ülkemizin sınırları 1639'dan bu yana yaklaşık 400 yıldır aynıdır"
Babacan, Amerika'nın ve dünyanın geri kalanının, İran'ı izole etmemeleri gerektiğini, bizim de onları tasvip etmememiz gerektiğini söylüyor. Diplomasi, izlenmesi gereken tek yol.
Babacan'ın kişisel cevabının, kamuya yaptığı açıklamadan farklı olup olmayacağını merak ediyorum.
Başka bir Amerikalı gazeteci, Türkiye'deki Amerika karşıtlığıyla ilgili, "Bush gidince karşıtlık azalır mı?" diye soruyor. Babacan cevabında, Amerika karşıtlığının şimdiden azaldığını, bunun nedenin de, Bush'un PKK'yı; Türkiye, Irak, Amerika ve Kürt halkının ortak düşmanı olarak beyan etmesi olduğunu ve bunun da halkın gözünde pek çok şeyi değiştirdiğini söylüyor.
Babacan, Türkiye'de çok hassas bir konu olan başörtüsü hakkında da; başörtüsünün dini özgürlükle ilgili bir konu olduğunu ve bir dini dayatma olmadığını belirtiyor. Babacan ayrıca, Türkiye'nin durmadan dışarı açıldığını vurguluyor. Çok sayıda fazla televizyon merkezi, uydu, gazete ve dergi var. Türkiye, "artık kapalı bir ülke değil."
Anket sonuçları, Türklerin artık eskisi kadar AB meraklısı olmadığını gösteriyor. Babacan, bunun anket sonuçlarının söyledikleri olduğunu vurguluyor. Ancak, Türkler "Bizi istemiyorlarsa, canları cehenneme, biz de onları istemiyoruz" şeklinde düşünüyor. Fakat Babacan, Türklerin büyük bir çoğunlukla, AB'ye kabul edilmelerini memnuniyetle karşılayacaklarına ve bu durumdan fazlasıyla memnun olacaklarına inanıyor.
Ve bu cevap, diğerlerinde olduğu gibi, izlenimleri doğruluyor.
AZERBAYCAN BASINI
HALK CEPHESİ: "AB ÜYELİĞİ TÜRKİYE'DE ORDUNUN ROLÜNÜ DEĞİŞTİREBİLİR"
BAKÜ, 31/01(BYE)--- Tirajı günde 3 bin olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli sayısında, Ramiz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher'in yardımcısı Norman Stone, Türkiye'nin AB üyeliğinin kendisi için kötü bir süreç olmadığını, fakat AB kurallarının adı geçen ülkenin geleneğini bozacağı şeklinde bir açıklamada bulundu. Geçtiğimiz asrın 20'li yıllarında Türkiye'nin dağılmış bir ülke olduğunu, halkının ise sadece yüzde 1-2'sinin eğitimli olduğunu hatırlatan Stone, şu anda Türkiye'nin her şeyi kendisinin başardığını bildirdi.
Peki, Stone, AB üyeliğinin Türkiye'nin hangi geleneğini bozacağından bahsediyor?
Siyaset bilimci Gabil Hüseyinli, "TSK'nın ülkenin hayatında ciddi bir rol oynadığı belli. AB üyeliği, Türkiye'de ordunun rolünü değiştirebilir. İfade ve basın özgürlüğü, azınlık hakları ve bazı temel değerler ile ilgili değişiklikler beklenebilir. AB üyeliği, Türkiye'nin, demokrasi ve insan haklarıyla ilgili Türk dünyasında yürüttüğü dış politikanın da tamamen yeni değerler üzerinde kurulmasını gerektirecek" dedi.
Azerbaycan ve Türkiye diasporalarının, kazanç sağlamayı ve kendi paralarını doğru harcamayı başarmaları gerektiğini bildiren Stone, "Azerbaycan ve Türkiye diasporalarından farklı olarak Ermenistan diasporası, kendi paralarını doğru harcıyor ve nüfuzunu kullanarak hayasızca yalan söyleyebiliyor. Bu onların çıkarlarına hizmet ediyor. Avrupa'da benim gibi, sözde Ermeni soykırımını tanımayan birçok aydın var" dedi.
HALK CEPHESİ: "ANKARA AB'YE, TÜRKİYE'DEN KORKMAMA ÇAĞRISINDA BULUNDU"
BAKÜ, 02/02(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 2 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'in açıklamalarıyla ilgili yorum yapan Başbakanlık Müşaviri Ali Sarıkaya, "Ankara, AB'nin, Türkiye'nin gücünden korkmaması gerektiğini düşünüyor. Türkiye'nin AB'ye girmesi, birliğe büyük katkıda bulunacaktır" dedi.
Sarkozy ve Merkel, Avrupa'nın geleceğiyle ilgili, "Kendi geleceğimizi birlikte kuralım" isimli konferansta yaptıkları konuşmada, Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı çıktıklarını bildirdiler. Sarkozy, "Türkiye, Küçük Asya'da bulunduğu için AB'de yeri yoktur. AB'yi sonsuz biçimde genişletirsek, Avrupa siyasetini öldürürüz" dedi.
Uzmanlar, Fransa ve Almanya'nın Türkiye ile tutumunun asıl nedeninin, Türkiye'nin AB üyesi olması halinde, AB'nin üç lider ülkesi olan Fransa, Almanya ve İngiltere'nin liderlik sultalarını etkilemesiyle ilgili olduğu kanısındalar. Türkiye, nüfusu, ekonomisi, jeopolitik önemi v.s. ile Avrupa'nın dördüncü lideri olabilir.
HAZAR: "TÜRKİYE'DEN SERT TEPKİ"
BAKÜ, 02/02(BYE)--- Tirajı 3.000 olan haftalık iktidar yanlısı Hazar gazetesinin 2 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
PKK terör örgütünü tamamen etkisiz hale getirmek için harekete geçen Türkiye, Kıbrıs sorununu da unutmadı. Türkiye, son günlerde Kıbrıs konusuyla ilgili sert açıklamalarda bulunuyor. AB'nin Kıbrıs sorunuyla ilgili son tutumundan memnun kalmayan Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Birliği, tarafsız olmamakla suçladı.
Türk basınının yaptığı habere göre, Babacan'ın memnuniyetsizliğinin nedeni, AB'nin, KKTC ile Rum Kesimi arasında barış sağlanması için aracılık yapmak istediği şeklinde bir açıklamada bulunması. Ankara, Birliğin böyle bir teklifte bulunmak için çok geç kaldığı kanısında.
Bunu açık bir şekilde dile getiren Babacan'ın açıklamasına göre, AB, Kıbrıs Rum Kesimini üye kabul ederek, yanlış yaptı. Birliğin, böylece tarafsızlığını tamamen kaybetmiş olduğunu ve bu nedenle Rum Kesimi ile KKTC arasında aracılık yapma teklifinin olumlu karşılanamayacağını bildiren Babacan, "Bizler, bir konuyu AB temsilcilerine açık bir şekilde söylüyoruz. Sizler, Kıbrıs Rum Kesimini AB üyeliğine kabul ederek, taraf tuttunuz. Bu nedenle sizin aracılığınızı kabul etmiyoruz. Bu sorunu BM'de müzakere edeceğiz" dedi.
Ali Babacan, ülkesinin, KKTC'nin haklarını korumaya devam edeceğini açık bir şekilde ortaya koydu.
Ankara, KKTC'nin bütün dünya tarafından tanınması için, geçen yüzyılın seksenli yıllarından itibaren başlattığı mücadeleyi sürdürmekte kararlı.
EKSPRESS: "HİCABA HAÇ"
BAKÜ, 02/02(BYE)--- Tirajı günde 5.000 olan tarafsız Ekspress gazetesinin 2 Şubat 2008 tarihli sayısında, Hasan Ağacan imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
Fransa ve Almanya, Türkiye'nin AB üyesi olma isteğinin üzerine büyük bir haç işareti çizmek istiyorlar.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Almanya Başbakanı Merkel, seçmenlerinin baskılarına dayanamayarak, Türkiye'ye AB'de yer olmadığını açıkladılar.
Ankara'ya, AB üyeliği yerine, imtiyazlı ortaklık teklif ediliyor. AB üyeliğinin Türkiye'nin 40 yıllık hayali olması nedeniyle, söz konusu hayalin başarısızlıkla sonuçlanması, Anadolu'daki İslamcıların konumlarını güçlendirecek.
Fransa'da iktidardaki Halk Hareketi Birliği'nin düzenlediği, "Kendi Geleceğimizi Birlikte Kuralım" isimli konferansta konuşma yapan Sarkozy'nin söylediklerine bir göz atalım: "Türkiye'nin, laik ve uygar devlet prensiplerinden adım adım geri çekilmesi, Avrupalıları endişelendiriyor."
Konferansa katılan Almanya Başbakanı Merkel de, Türkiye'ye AB'de yer olmadığını bildirdi.
"Türkiye'ye, üyelik yerine, imtiyazlı ortaklık teklif ediyoruz. Adı geçen ülke, Küçük Asya'da bulunması ve iktidardaki siyasi gücün zaman zaman laiklik prensiplerine aykırı adımlar atması nedeniyle hiçbir zaman AB üyesi olamaz."
Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidar olduğu ilk günden beri, "Ülkeyi AB'ye sokacağız" dese de, aslında amacı, yaptığı açıklamalardan tamamen farklı. Adalet ve Kalkınma Partisi, yeni İslamcı ve ılımlı, "İslam partisi" statüsüyle, AB'yi ve ABD'yi tatmin ediyor.
ABD'nin, "Yeni Ortadoğu Projesi"nde Adalet ve Kalkınma Partisi'ne özel bir rol hazırlandı. Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığını yaptığı parti, doğudaki siyasi güçlere, Abdullah Gül ise, devlet başkanlarına "hoşgörü, batıya meyilleşme ve modern İslamcılık" örneği olacak.
Türkiye'nin AB üyesi olması ve iktidardaki gücün, gerçekten de demokratik, laik ve milliyetçi bir politika yürütmesi, batının uzun yıllar bölge ile ilgili hazırlamış olduğu jeostratejik yapının bozulması anlamına geliyor. AB ve ABD, doğal olarak bunu istemiyor. Onlar, "Biraz uygar, biraz İslamcı" bir Türkiye iktidarı istiyorlar. Bu durumda hem batı memnun kalıyor, hem de doğu, Ankara'nın tamamen batılılaşmadığını düşünerek, Erdoğan'ın "modern İslamcı"larına güveniyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, durumdan yararlanmaya çalışan MHP ile birlikte, yüksek öğretim kurumlarında türbanı değişik bir biçimde yasal hale getirmek için çaba göstermesi de, AB'yi tatmin ediyor. Çünkü Türkiye'ye karşı olan ve ellerine iyi bir fırsat geçen politikacılar, şimdi, "Türbanın yasal hale geldiği ülkeyi AB'de görmek istiyor musunuz?" diyorlar.
AB'de Türkiye'yi destekleyenler de var. Sayısı çok az olan bu ülkelerin etki imkanları Fransa ve Almanya ile kıyaslanamaz bile. AB, Türklere kesin olarak "hayır" demek istemiyor. Çünkü siyasi çıkarları ve müttefiklik yükümlülükleri var.
Avrupa, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Türkiye'deki turizm bölgelerinde alkollü içecekleri yasaklama veya okullarda İslam'ın daha geniş bir şekilde öğretilmesiyle ilgili girişimlerini de unutmadı.
Sarkozy'nin, Küçük Asya'da bulunması nedeniyle, Türkiye'nin AB üyesi olamayacağı şeklindeki "dahiyane" açıklamasına gelince, çok saçma. Çünkü 40 yıl önce AB üyeliği vaadi verildiğinde, Türkiye aynı yerdeydi.
Sarkozy ile Merkel'in açıklamaları, Türkiye'nin yolunu kapamıyor. Çünkü ikisi de sağcı, AB ise solcu Jacques Delor'un kurduğu "sol proje". Türkiye, er geç AB üyesi olacak. Fakat, bu sürecin Adalet ve Kalkınma Partisi olmadan gerçekleşmesini isterim. Türkiye ve Azerbaycan'ın çıkarlarının güvenliği için.
YENİ MÜSAVAT: "DİNE İSYAN, DİNK'E DESTEK"
BAKÜ, 05/02(BYE)--- Tirajı günde 9.000 olan muhalefet yanlısı Yeni Müsavat gazetesinin 5 Şubat 2008 tarihli sayısında, Zahit Seferoğlu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
Son günlerde Türkiye'de türban heyecanı yaşanıyor. Yıllardır PKK terörüne ve Ermeni tehdidine göğüs geren, dış tehlikelerle mücadele eden demokratik ve Müslüman Türkiye'nin en önemli sorunu buymuş sanki. Kendilerini laiklikten yana görenlerin, türbana karşı çıkması ise, iki nedenden dolayı çok garip.
Birincisi, türban yasağının kaldırılmasını, Türkiye'nin üye olmak istediği AB talep ediyor. Söz konusu talep, yüzde yüz mantıklı. Çünkü laik devletlerin hiçbirinde böyle bir yasak yok.
Kadının ne giydiği, başını nasıl örttüğü veya inancı; eğitim almasına, çalışarak ekmek parası kazanmasına ve fotoğraf çektirerek gerekli belgeleri almasına neden engel olsun ki? Peki insan hakları, vicdan özgürlüğü, eğitim hakkı, çalışma hakkı ve uluslararası sözleşmeler ne olacak? Hangi yüzyılda yaşıyoruz?
Çok ilginç. Hristiyan Batı, Müslüman Türkiye'den, vatandaşlarının haklarına saygı duymasını istiyor. Türkiye'de ise protesto eylemleri yapılıyor. Kime ve neye karşı? Her şey, aynı zamanda AB'nin talebi bir yana, bu, öncelikle Allah'a karşı çıkmaktır.
Protestolar, aynı zamanda toplumun Erdoğan iktidarını destekleyen bölümüne saygısızlıktır. Erdoğan hükümeti, milliyetçi, yurtsever güçlere ve ortak Türk çıkarlarına gerekli hassasiyeti göstermemesi ve Azerbaycan'daki otoriter rejime kucak açması nedeniyle kınanabilir. Ancak, hükümetin türbanla ilgili tutumunun, vicdan özgürlüğü ve uluslararası normlara uygun olduğunu kabullenmek gerek.
Türban yasağının kaldırılmasını, AB'nin istediğini ifade etmiştik. Hem Türkiye'de kadının, açık saçık değil de hayalı bir şekilde giyinmeye teşvik edilmesinin nesi kötü? Türkiye, bir İslam ülkesi. Kimseye akıl vermek niyetinde değiliz. Ancak, Batı'nın değerlerini körü körüne aşılamak ve tüm sorunları türbana bağlamak doğru değil. Zengin ve şerefli bir tarihi olan, bağımsız, gelişen ve dünya uygarlığına büyük katkıda bulunan medeni Türk toplumuna yakışmıyor bunlar. Bu mantıkla, yarın erkeklerin sakal bırakması da yasaklanmalı.
Batı, zaten Türkiye'nin Hristiyanlaşmayacağını biliyor. Bu durumda şöyle bir soru oluşuyor: "Öyle ise, neden başkasının kıyafetinde olalım?" Her millet, kendi kıyafetiyle, kendi gelenekleriyle güzel.
Türban yasağının kaldırılması bu kadar tehlikeli olsaydı, o zaman çok sayıda Müslümanın bulunduğu Batı devletlerinde çoktan dine bağlı rejimler kurulmuştu. Veya MHP bu teklife destek vermezdi. Söz konusu destek tesadüfi değil. Çünkü dünya gelişiyor. Buna uyum sağlamak gerek. Bu anlamda, bazen insana öyle geliyor ki, türbana karşı çıkanların çoğu, "Hepimiz Hrant Dink'iz" diyenler.
ZAMAN: "AB'DE TÜRKİYE'YE YER BULUNAMADI"
BAKÜ, 05/02(BYE)--- Tirajı altı bin olan ve haftada üç kez yayımlanan iktidar eğilimli Zaman gazetesinin 5 Şubat 2008 tarihli sayısında, Aziz Mustafa imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan makalenin çevirisi şöyledir:
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye düşmanlığı galiba sınır tanımıyor. Adı geçen kişilerin, Avrupa'nın gelişim perspektiflerine ilişkin "Geleceğimizi Birlikte Kuralım" isimli uluslararası konferansta yaptıkları konuşmadan sonra böyle düşünmemek mümkün değil. Hamurları baştan aşağı Türk düşmanlığı ile yoğrulan Avrupa'nın iki büyük devletinin yetkilileri, söz konusu konferansta, AB'de Türkiye'ye yer olmadığını açıkladılar. Sarkozy, Küçük Asya'da bulunması nedeniyle, Türkiye'nin AB üyesi olamayacağını bildirdi. Merkel ise, Türkiye'ye sadece imtiyazlı ortaklık verilebileceğini ifade etti. Sarkozy ve Merkel, bu açıklamalarını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Avrupa'yı ziyareti arifesinde yaptılar. Bu, adı geçen kişilerin, Erdoğan'ı zor durumda bıraktıkları anlamına geliyor. Erdoğan'ın Avrupa'yı ziyareti sırasında başlıca müzakere konularından biri Türkiye'nin AB üyeliği konusu olacaktı. Merkel ile Sarkozy'nin, Türkiye'yi sırtından haince vurduğu darbe, Erdoğan'ın, AB üyesi ülkelere ziyaretinin siyasi önemini azaltma amacı güdüyor. Türkiye'nin AB üyeliği mücadelesinin 45 yıldır devam ettiğini hatırlatmakta yarar var. 1963 yılında taraflar arasında protokol imzalandı. 2000 yılında, Türkiye'nin AB'ye tam üye olması konusunda resmi olarak anlaşmaya varıldı. 2004 yılında ise, AB, Türkiye'yi kendi içine almak için müzakerelere başladı. Türkiye'ye 11 maddelik şart koşuldu. Ancak, bazı şartlar, Türkiye'nin çıkarları için o kadar büyük tehlike oluşturuyordu ki, Ankara, söz konusu şartların yerine getirilemeyeceğini açıklamak zorunda kaldı. Bununla birlikte, Türkiye, Merkel ve Sarkozy'nin son açıklamalarına kadar, AB üyeliğinin gerçekleşeceğine ve AB'nin, bu konuyla ilgili tutumunu yumuşatacağına inanıyordu. Ancak, geçtiğimiz yüzyılın sonlarından itibaren, dünyadaki bazı ünlü politikacılar ve siyaset bilimciler, AB'nin Hristiyan kulübü haline gelmeye başladığını ve kurumda Türkiye'ye yer olmayacağını bildiriyorlardı. Tahminleri doğru çıktı. Peki, Türkiye'nin AB kapısının arkasında tutulmasından kim daha çok kaybeder? Türkiye mi, yoksa Avrupa mı?
Ben, her ne olursa olsun, Türkiye'nin AB üyeliğine kabul edilmemesinden, Avrupa'nın kaybedeceğini düşünüyorum. Birincisi, düne kadar Avrupa sevdası ile yaşayan ve Birliğe üye olarak ekonomik ve siyasi gelişme sağlayacağını planlayan Türkiye, bundan sonra siyasi ve ekonomik sorunlarını kendi çözmeye çalışacak. Türkiye, bunun için yüzünü yeniden doğu ülkelerine doğru çevirecek, siyasi ve ekonomik entegrasyonu genişletecek. Buna paralel olarak Türkiye, Orta Asya'daki Türk devletleri ile ilişkileri yeni aşamaya taşımak zorunda kalacak ki, bu da Balkanlar'dan Çin Seddi'ne kadar uzayan büyük bir bölgede bulunan Türk halklarının entegrasyonuna katkıda bulunacak. AB kapısı arkasında kalan Türkiye, yeni siyasi ortamda İslam ülkelerinin lideri olma şansını elde edecek.
Bir başka konuyu da unutmamak gerek. Bu, Türkiye'nin, enerji kaynaklarının Avrupa'ya nakli konusunda stratejik önem taşımasıyla ilgili. Orta Asya'ya ait enerji kaynaklarının Avrupa'ya naklini öngören yeni güzergahların da Türkiye'den geçeceği göz önünde bulundurulursa, Avrupa'nın, er geç bu ülkeye karşı yürüttüğü politikayı değiştirmek zorunda kalacağı söylenebilir. Kısacası, bugün Türkiye'ye karşı yürüttüğü politikanın acısını Avrupa er geç duyacak. Avrupa, kendinden uzaklaştırarak, Türkiye'ye, Türk-İslam dünyasının lideri olma şansını vermiş oluyor. Türkiye'nin bu tarihi şansı kaçıracağını düşünmek saflık olur.
MERKEZ: "SICAK İLİŞKİLERDEN YANAYIZ"
BAKÜ, 05/02(BYE)--- Tirajı günde 3.500 olan iktidar eğilimli Merkez gazetesinin 5 Şubat 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
MHP milletvekili Mithat Melen APA'ya bir mülakat verdi.
SORU: Geçtiğimiz günlerde Fransa Senatosu'nda yaptığınız görüşmelerde hangi konular gündeme geldi?
MELEN: Sarkozy'nin Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, Fransa'nın, Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili tutumunda olumsuz yönde bir değişiklik ortaya çıktı. Almanya da daha önce benzer bir tutum sergilemişti. Bu tutumları değiştirmek için bizim de bir şeyler yapmamız gerekiyor. Bu bizim kadar onların da yararına olacak. Çünkü sergilediği tutum yüzünden Fransa, son yıllarda Türkiye ile yaptığı ticari işbirliğinde 5-6 milyar dolar zarara uğradı. Büyük silah ihalelerine Fransız şirketlerini kabul etmiyoruz. Fakat tüm AB ülkeleri gibi, Fransa ile de sıcak ilişkilerden yanayız. AB ülkeleri ile olan ticaret hacminin yüzde 60'ını Almanya ve Fransa ile olan ticaretimiz teşkil ediyor. Türkiye'nin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası'nın (GSYH) yarısı AB ülkeleri ile ticaretten elde ediliyor. Bu yüzden AB ile ilişkilerimize stratejik açıdan yaklaşmalıyız. On yıl sonra Türkiye'de AB ile ilgili düşüncelerin ne olacağı konusu, Almanya ile Fransa'yı da düşündürüyor. Türk halkı genç ve dinamik olduğu için, AB üyeliğimiz, adı geçen devletler için de faydalı olacak.
SORU: Fransa Senatosu'ndaki görüşmelerinizde sözde Ermeni soykırımı ile ilgili olarak Türkiye'nin haklı olduğunu söylediniz. Konuyla ilgili geniş bilgi verebilir misiniz?
MELEN: Türkiye'nin, sözde soykırımla ilgili tutumu belli: Bize karşı bulunulan iddialar BM'nin 1948 yılında kabul ettiği Soykırım Sözleşmesi'ne aykırı ve söz konusu sözleşme 1915 yılı olayları için uygulanamaz. Biz adaletsiz bir kanunun Senato tarafından reddedileceğine inanıyoruz. Söz konusu kanun, parlamentonun 29 üyesinin katılımıyla kabul edildi ve o dönemden bu yana Türkiye-Fransa ilişkilerinde ciddi bir soğukluk ortaya çıktı. Görüşme sırasında senatörlere bu kanunun adaletsiz olduğunu anlattık. Diğer ülkelerin parlamentolarında da görüşmeler yaparak Türkiye'nin tutumunu savunacağız.
SORU: Türkiye'ye karşı haksız iddialara son verilmesi halinde Ermenistan'la ilişkilerde ilerleme sağlanabilir mi? Partiniz konuyla ilgili nasıl bir tutum sergiliyor?
MELEN: Türkiye Cumhuriyeti'nin 85 yıllık politikası, ulu önder Atatürk'ün "Yurtta barış, cihanda barış" ifadesi üzerinde kuruldu. Dış politikada her gün değişiklik yapılmaz. Biz tüm komşularımızla sıcak ilişkiler kurmaktan yanayız. Fakat bize yapılan iftiralara karşı da sert cevabımızı esirgemiyoruz. Bölgedeki tüm ülkelerin buradaki zenginlikleri ortak kullanmasından yanayız.
Not: Aynı mülakat Halk Cephesi gazetesinde de yer almıştır.
BAE BASINI
EL HALİC: "TÜRKİYE, SARKOZY VE MERKEL'E ÖFKELİ"
ANKARA, 01/02(BYE)--- Birleşik Arap Emirlikleri'nde Arapça yayımlanan el Halic gazetesinin 1 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Hüsnü Mahalli imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çeviri şöyledir:
Türkiye, Ankara'nın Avrupa Birliğine üye olmasına kesinlikle karşı olduklarını bir kez daha dile getiren Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel'e öfkeli. Sarkozy ve Merkel, Türkiye'nin, imtiyazlı ortaklıktan istifade edebileceğini vurguladılar.
Ankara özelikle de, "Türkiye'nin Hristiyan menşeli Avrupa Birliğinde yeri olmadığı" yönündeki açıklamasından dolayı Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'e tepkili.
Sarkozy ve Merkel, çarşamba günü Fransa'nın başkenti Paris'te iktidardaki partinin toplantısı sırasında birer konuşma yaptılar. Toplantıda, Avrupa'nın durumu tartışıldı.
Türkiye'de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) resmi bir bildiri yayımlayarak, Sarkozy'nin, iktidardaki bazı parti üyelerinin Türkiye'ye yaptığı çağrı karşısındaki tutumunu kınadı. Parti üyeleri, Türkiye'ye, Osmanlı zamanında Ermenilere karşı "soykırım" işlediklerini kabul etmesi konusunda çağrıda bulundular.
Avrupalı Demokrat Hristiyan partilerin de katıldığı toplantıda bir konuşma yapan Sarkozy, "Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan'a komşu olan Türkiye, bir Asya ülkesidir ve Hristiyan menşeli Avrupa Birliği'nde yeri yoktur" dedi.
Almanya Başbakanı Merkel, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine üye olması halinde, AB'nin karşılaşacağı "tehlikeye" değindi. Merkel, Türkiye'ye tam üyelik vermek yerine, AB ile "imtiyazlı ortaklık" yapmasından yana olduğunu dile getirdi.
Türk diplomatik ve siyasi kaynaklar, Merkel'in söz konusu açıklamasına büyük tepki gösterdiler. Mart ayında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile yapacağı görüşme öncesinde, Paris ve Berlin'le herhangi bir gerginliğin yaşanmaması için Ankara, Sarkozy ve Merkel'in açıklamalarına yorumda bulunmaktan kaçındı. Erdoğan'ın, Sarkozy ve Merkel'le yapacağı görüşmede, Türkiye'nin, gelecekte AB ile olan ilişkileriyle ilgili tüm ayrıntılara yer vermeleri bekleniyor.
İRAN BASINI
ABRAR: "RUSYA-SIRBİSTAN ANLAŞMASI VE NABUCCO BORU HATTININ KADERİ"
ANKARA, 31/01(BYE)--- İran'da yayımlanan Abrar gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin özet çevirisi şöyledir:
"Rusya-Avrupa" enerji köprüsünün oluşması için Rusya-Sırbistan anlaşması bir kez daha, Hazar havzasının ve Orta Doğu'nun doğalgazını Avrupa'ya taşıması beklenen Nabucco boru hattının kaderini karanlıkta bıraktı.
Rusya'nın, Orta Asya'nın iki önemli doğalgaz kaynağı olan Türkmenistan ve Kazakistan ile önemli anlaşmalar imzaladıktan sonra Sırbistan ile anlaşması, enerji rekabet alanında "güvenli enerji sunumunu garantileme çabası" olarak nitelendirildi.
Ankara'daki uluslararası ilişkiler uzmanlarına göre, Rusya'nın "Güney Akım" boru hattı güzergahına Bulgaristan'ı da dahil etme girişimleri Nabucco boru hattının kaderini ciddi şekilde etkileyecek.
Bunun yanı sıra, bir yandan, Fransa ve Almanya tam üyelik amaçlayan Ankara hükümetine "galibiyet kartı" vermemek için, Türkiye'nin "Doğu ve Batı arasında önemli enerji köprüsü"ne dönüşmesini istemezken, diğer yandan ABD de, doğalgaz kaynakları açısında ikinci büyük ülke olan İran'ın gazının dünya çapında pazarlanmasına karşı çıkıyor.
Türkiye ve Yunanistan Başbakanları İstanbul'da iki ülkenin ticaret konseyi toplantısında Türkiye-Yunanistan doğalgaz şebekelerinin bağlanmasının önemi üzerinde dururken, Rusya, Sırbistan ile önemli bir anlaşma imzalıyordu. Bu anlaşma aslında Rusya'nın başarılı atağı ve Nabucco "barış boru hattına" sağlam bir darbeydi.
İstanbul toplantısında konuşan Türkiye Başbakanı Erdoğan, "Türkiye ve Yunanistan enerjinin güvenli pazarlanmasında ve enerji sağlayan kaynaklarda çeşitliliği arttırmada ortak hareket ettikleri sürece, başta Türkiye ve Yunanistan olmak üzere tüm bölge bundan kar sağlayacak" dedi. Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis de şunları söyledi: "Türkiye-Yunanistan boru hattı, enerji sorunu için ortak çözüm yolu bulmada iyi bir örnektir."
Geçen yıl Türkiye-Yunanistan boru hattı açıldı ve şu anda, Azerbaycan'ın Şah Deniz bölgesi doğalgazı bu boru hattından Yunanistan'a aktarılıyor. Bu hattın gelecekte İtalya'ya kadar uzanması bekleniyor.
ABD'nin, İran doğalgazına alternatif olarak Irak doğalgazından yararlanma baskısına rağmen, uzmanlar açısından şu anki şartlarda bu gerçekçi görünmüyor. Irak'taki istikrarsızlık, Türkiye'nin Irak Kürdistan yönetimiyle ilişkilerindeki sorunlar ve bu ülkede doğalgaz çıkarılması için yüklü yatırımlara ihtiyaç duyulması, bu konuda önemli engelleri oluşturuyor.
Diğer taraftan AB'nin iki önemli ülkesi olan Almanya ve Fransa'nın, Türkiye'ye yönelik tutumları ve Türkiye'nin tam üyeliğine karşı çıkmaları, dolaylı olarak Avrupa enerjisini sağlamada Rusya'nın pazarlık gücünü arttırdı. Almanya ve Fransa, Türkiye'nin bir geçide dönüşmesi ve bölgede önemli enerji köprüsü olmasının, Ankara'nın, tam üyelik meselesindeki pazarlık gücünü artırmasından korkuyorlar. Buna rağmen uzmanlar, dünyada büyük yankı uyandıran ve ABD'nin açıkça karşı çıkmasına yol açan İran ve Türkiye'nin önemli enerji işbirliği anlaşmasına dayanarak, bu anlaşmanın sonuçlanması ve uluslararası bir anlaşmaya dönüşerek en kısa zamanda uygulanması gerektiğini belirtiyorlar ve böyle bir girişimin dünya enerji satrancında iyi bir hamle sayılabileceğine inanıyorlar.
TAHRAN RADYOSU: "SARKOZY, TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİNE KARŞI ÇIKIYOR"
ANKARA, 01/02(BYE)--- Tahran Radyosu'nun 06.30-08.00 Türkçe yayınından:
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy yeniden Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıktı. Fransa'nın iktidardaki Halk Hareketi Birliği toplantısında konuşan Sarkozy, Türkiye'nin Asya kıtasında yer alan bir ülke olduğunu ve Avrupa Birliğinde yeri olmadığını, sadece imtiyazlı ortaklık biçiminde Avrupa Birliği ile yakın işbirliği yapabileceğini, Avrupa Birliğinin genişlemesi halinde çökeceğini söyledi.
Aşırı sağcı ve Amerikancı bir politikacı olan Sarkozy, iktidar olduğu günden beri Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliğine muhalefet ediyor. Avrupa Birliğinin iki güçlü ülkesi olan Fransa ile Almanya, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerine karşı çıkıyor.
Bu tutum, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olmasının istenmediğini söyleyen düşünür ve stratejistleri haklı çıkarıyor. Bu yaklaşıma göre Avrupa Birliği, Hristiyan kulübüdür ve bir Müslüman ülkeyi içine alamayacaktır.
Avrupa Birliği Anayasasının bazı üye ülkeler tarafından reddedilmesinde Türkiye'ye karşı yürütülen psikolojik savaşın etkili olduğu söylenebilir. Türkiye'nin Avrupa Birliği uyum paketlerini ve Kopenhag Kriterlerini ne zaman tamamlayabileceğini bir yana bırakalım, Fransa ve Almanya yöneticilerinin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkması soğuk duş etkisi yaptı. Sarkozy ve Merkel'in muhalefetine rağmen Türkiye yetkilileri, Avrupa Birliğine üyelik sürecinden vazgeçmeyeceklerini ilan ettiler.
Avrupa Birliği yetkililerinin, Türkiye'yi tahkir etmeleri, Türkiye kamuoyu ve bazı yönetim kadrolarının Avrupa Birliği üyelik süreciyle ilgili olarak ümitsizliğe kapılmalarına da sebep olmaktadır. Hatta Avrupa Birliği yetkililerinin, Türkiye'yi dışlayıcı tutumları konusunda akla gelen soru şudur: Acaba Türkiye'de İslami kesimlerin iktidar olması Avrupa Birliği yöneticilerinin öfkelenmesine mi sebep olmaktadır?
Elbette 40 yıldan beri Türkiye, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından oyalanmaktadır fakat aşırı laiklerin iktidarı döneminde Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine muhalefet dozu daha düşüktü.
Sarkozy ve Merkel'in Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine muhalefetleri, ABD ve Avrupa Birliği yöneticilerinin, Türkiye devleti ve milletini sadece kendi siyasi, ekonomik ve güvenlik çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştıkları ve Avrupa Birliğine üyelik sözüyle oyaladıklarını gözler önüne seriyor.
Türkiye halkı ve kamuoyunun, Fransa ve Almanya yöneticilerinin aşağılayıcı tutumlarına karşı gösterdikleri haklı tepki, Erdoğan hükümetinin Avrupa Birliği yanlısı politikalarını yeniden gözden geçirmesine sebep olacaktır.
RESALET: "ELYSEE SARAYI ANKARA'NIN KARŞISINDA"
ANKARA, 04/02(BYE)--- İran'da yayımlanan Resalet gazetesinin 4 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, Nesrin Haneşkizade imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:
Türk yetkililer AB üyeliği için çabalarını sürdürürken ve bunu ülkenin dış politikasının büyük hedeflerinden biri olarak kabul ederken, Merkel ve Sarkozy, Ankara'nın Birliğe üyeliğine hala muhalifler. Bu konu, AKP'nin, Fransa Cumhurbaşkanı ve Almanya Başbakanından hoşnutsuzluğuna neden oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy yaptığı açıklamada, Türkiye ile dost olmak istediğini, Türkiye'nin AB'de yeri olmadığını söylediğinde sadece Türkiye'nin küçük Asya'da olduğunu kastettiğini, Türkiye'nin AB ile imtiyazlı ortaklıktan yararlanması gerektiğini, AB'nin üyesi olmayan ülkeleri düşünmeden önce üyesi olan ülkeleri düşünmesi gerektiğini açıkça belirtti.
Bütün komşu ülkelerin AB'ye kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurgulayan Sarkozy, AB'nin sınırsız genişlemesiyle Avrupa siyasetinin öleceğini kaydetti.
Fransa'nın iktidar partisi Halk Hareketi Birliği Partisinin Avrupa konulu toplantısına onur konuğu olarak katılan Almanya Başbakanı Merkel, Türkiye'nin AB üyeliğine bir kez daha karşı çıktığını açıklayarak, Almanya iktidar partisi ile Fransa iktidar partisinin bu konuda hemfikir olduğunu vurguladı ve şöyle konuştu: "Her iki parti de Türkiye'ye tam üyelik değil, imtiyazlı ortaklık teklifi götürmek istiyor."
Tabii ilk bakışta Berlin ve Paris'in gösterdiği sebep doğru gibi görünüyor, ancak Almanya ve Fransa tarafından tek bir Avrupa politikasından bahsetmek oldukça şaşırılacak bir şeydir. Son yıllarda ABD'nin iki müttefiki olan Berlin ve Elysee Sarayı, AB'deki uyumu zedeledi. Tabii İngiltere de bu doğrultuda önemli bir paya sahip. Şimdi Avrupa Troykasının bu dengesiz birlikte uyumdan ve tek politikadan bahsetmesi düşündürücü.
Diğer taraftan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Paris'in dış politikasında çok başarısız görülüyor. Sarkozy'nin ABD ile ittifakı, Avrupa'nın siyasi dengelerinde Elysee Sarayı imajının zedelenmesine neden oldu. Ayrıca Sarkozy defalarca tek taraflı girişimleriyle Avrupa ülkelerinin memnuniyetsizliğine yol açtı. Bu arada birçok Fransız politikacı ve parti, hatta Sarkozy'nin bazı parti yandaşları, Sarkozy'nin politikalarının yenilgiye mahkum olduğunu belirtiyorlar. Fransa halkı da Sarkozy'den memnun değil.
Fransa'da yapılan bir ankete göre, halkın yüzde 52'si Sarkozy'nin politikalarına karşı ve Sarkozy'nin tutumundan memnun değil. Ankete katılanların yüzde 37'si ise Sarkozy'nin doğru politika izlediğine inanıyor. Bu arada aralık ve ocak aylarında yapılan başka anketler de Sarkozy'ye olan halk desteğinin azaldığını gösteriyor.
Gerçek şu ki ABD'de Bush'un ikinci dönem başkanlığının bitmesiyle, Fransa Cumhurbaşkanının konumunun da zayıflayacağına şahit olacağız. Sarkozy defalarca Bush için Blair'in yerini doldurmaya çalıştı. Sarkozy'nin bu tutumu, konumunun zayıflamasına neden oldu. Elysee Sarayı tarafından şu anki sürecin devam etmesi durumunda Avrupa dengelerinde Sarkozy'nin yoğun yenilgisine şahit olacağız. Bu, Sarkozy'nin henüz inanmaya cesaret edemediği bir gerçektir.
TAHRAN RADYOSU: "TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ TARTIŞMALARI TIRMANIYOR"
ANKARA, 05/02(BYE)--- Tahran Radyosunun 07.30 Türkçe Yayınından:
Türkiye Meclisinin Anayasa Komisyonunun kabul ettiği üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasını öngören Anayasa değişikliğinin Mecliste ele alınmasına bir gün kala yerli yabancı, değişik kesimlere mensup siyasi şahsiyetlerin konuyla ilgili açıklamaları siyasi çevrelerin dikkatini çekiyor. Bu konuda DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldıran değişikliğin Anayasa Mahkemesinden geri döneceğini söyledi.
Öte yandan Türkiye, AB Ortak Parlamento Komisyonu Başkanı ise Türkiye üniversitelerinde başörtüsü yasağının kaldırılmasına destek verdiğini açıkladı.
Bu arada Türkiye'de çeşitli siyasi çevreler konuyla ilgili farklı görüşlerini açıklamaya devam ediyor. Türkiye'de kamu kurumlarının tamamında başörtüsü yasağının kaldırılmasını savunanlar, üniversitelerde başörtüsü yasağının devam etmesini isteyenler ve yine başörtüsü serbestisinin sadece üniversiteli öğrencilere verilmesini isteyenler, Türkiye'de başörtüsü konusunda farklı düşünceleri temsil eden üç siyasi ve sosyal akım olarak dikkati çekiyor. Gerçek şu ki AKP ve MHP, üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasını gündeme getirmekle, Türkiye kamuoyunun istek ve iradesini yerine getirmenin yanı sıra, AB daimi üyeliği yolunda önemli bir siyasi reformu da gerçekleştirmiş oluyor.
Ancak laik partiler ve hükümete karşı çıkan çevreler çeşitli nedenlerle başörtüsü yasağının kaldırılmasına muhalefet ediyor. Söz konusu laik partiler başörtüsü yasağının kaldırılmasının, Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 küsur yıllık getirilerini yok edeceğini ve bu ülkenin geleneksel laik partilerinin gücünü olumsuz yönde etkileyeceğini savunuyor.
Öte yandan muhalefet partileri, AB üyeliğinin yolunu açan siyasi reformların İslami eğilimiyle tanınan AKP'nin eliyle gerçekleşmesini istemiyor. Laik parti ve çevrelerin başörtüsü yasağının kaldırılmasına karşı çıkmalarının bir başka sebebi ise, bu serbestinin ileride bütün alanlara yayılmasıdır. AKP iktidarına karşı çıkan bu kesime göre başörtüsü yasağının kaldırılması ilk etapta üniversiteleri hedef alırken, daha sonraki aşamalarda başörtülü kadınların kamu kurumlarında istihdamı için de yolu açacak ve böylece Türkiye'de laik anlayışı tehdit edecektir. Bütün bu nedenlere AKP iktidarının MHP ile birlikte Mecliste çoğunluğu elinde bulundurduğu gerçeği de eklenince, laik çevrelerin başörtüsüyle ilgili Anayasa değişikliğinin Mecliste onaylanacağı kaygısını iki kat artırıyor. Özellikle son günlerde askerlerin başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili çalışmalara yönelik suskunluğu veya laik partilerin askerlerin bu konuda tavır koymamalarını istemeleri de dikkatlerden kaçmıyor. Bilindiği üzere askerlerin Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesine karşı olduğunu yansıtan 27 Temmuz e-muhtırası daha önce AKP'nin oy oranının artmasına ve erken seçimlerden sonrada Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesine ve laik partilerin hezimete uğramasına vesile olmuştu. Şimdi de laikler, askerlerin başörtüsü konusunda tavır koymaları durumunda başörtüsü yasağının kaldırılma sürecini hızlandırmasından endişe duyuyor. Bu yüzden görünen o ki, Erdoğan hükümetinin muhaliflerinin şimdiden olayı saptırma çabasına girdikleri anlaşılıyor. Nitekim DSP liderinin Anayasa Mahkemesinin başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili açıklamasını bu açıdan değerlendirmek gerekir.
PAKİSTAN BASINI
DAILY JANG: "TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ'NE KATILACAK MI?"
İSLAMABAD, 02/02--- Tirajı günde 750 bin olan ve Urduca yayımlanan liberal eğilimli Daily Jang gazetesinin 29 Ocak 2008 tarihli sayısında, Karzar/Enver Gazi imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
Amerika Başkanı Bush ile Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında 8 Ocak 2008'de Washington'da bir görüşme gerçekleşti. Görüşmelerden sonra düzenledikleri basın toplantısında Amerikan Başkanı Bush, "Türkiye İslam ile Batı arasında bir köprüdür. Türkiye, tüm İslam ülkeleri için parlak bir örnektir. Türkiye'de İslam ve demokrasi omuz omuza yürümektedir. Bu özellikler nedeniyle Amerika, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne alınmasını destekliyor" dedi.
Burada, Türkiye'nin tarihi ve coğrafyasına göz atmamız gerekiyor. Türkiye'nin yüzde 97'si Asya'da, yüzde üçü Avrupa'dadır. En eski ve tarihi öneme sahip İstanbul kenti, Avrupa kesimindedir.
Türkiye Birinci Cihan Savaşı'nda Almanya'yı destekledi. Sonuç olarak karşı safta yer alan müttefikler İngiltere ve Fransa; Suriye, Mısır, Irak ve Arap topraklarını Türkiye'den aldı. 1919 yılında Yunan ordusu İzmir'i ele geçirdi. 1920 yılında Mustafa Kemal Atatürk Ankara'da geçici bir hükümet kurdu ve Yunan ordusunun elindeki bölgeleri geri aldı. 1922 yılında Kemal Atatürk Osmanlı İmparatorluğu'nun çöktüğünü ilan etti ve 29 Ekim 1923 yılında, Türkiye modern bir Cumhuriyet olarak ilan edildi. İkinci Cihan Savaşında Türkiye tarafsız kaldı, ancak daha sonra Batı Bloku'nun üyesi oldu. 1961 referandumuyla yeni Anayasa yürürlüğe konuldu. 1974 yılında Kıbrıs'ta Milli Muhafızlar (National Guards), Yunanlı askerlerin yardımıyla Cumhurbaşkanı Makaryos hükümetini devirdi. Bunun üzere Türk Silahlı Kuvvetleri Türk asıllıları korumak amacıyla 20 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs'a çıkartma yaptı ve adanın yüzde 40'ını kontrol altına aldı 1983'te Kıbrıs Türkleri, Rauf Denktaş liderliğinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adıyla bağımsız bir devlet kurdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 18 Kasım 1983'te 541 no'lu bir kararla bunu yasaya aykırı olarak nitelendirdi ve üye ülkelerin KKTC'yi tanımamasını istedi. Nitekim dünya bu devleti tanımadı ve Kıbrıs'ta Birleşmiş Milletler'in ordusu görev yapmaya başladı. 1990'lı yıllarda İslamcı Necmettin Erbakan'ın Refah Partisi Türkiye'de hükümet kurmayı başardı. 2003 yılında Recep Tayyip Erdoğan genel seçimlerde salt çoğunluğu kazandı. Nisan 2007'de Türkiye Cumhurbaşkanının görev süresi sona erdi. 28 Ağustos 2007'de 56 yaşındaki deneyimli politikacı Abdullah Gül 550 üyeli Parlamentoda 341 oyla Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Ocak 2008'de Türkiye Cumhurbaşkanı olarak ilk Amerika ziyareti gerçekleşti. Washington'da Amerika Başkanı Bush ile Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında gerçekleşen görüşmelerin ardından Bush, Amerika'nın Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasını desteklediğini açıkladı. Avrupa Birliği'ne üye olmak için neden bu kadar çaba? Konunun arka planı şöyledir:
Avrupa Birliği Avrupa ülkelerinin birliğidir. Başlangıçta kimse, birliğin gelecek yıllarda bu kadar güç kazanacağını düşünemezdi. Ancak bugünlerde Avrupa Birliği'nin ekonomisi hızla büyüyerek dünya üçüncüsü oldu. Avrupa Birliği üye ülkeleri Dünya Ticaret Örgütü, G8 ve Birleşmiş Milletler'in kurucu üyeleridir. Avrupa Birliği'nin 21 üyesi aynı zamanda NATO üyesidir. 1958 yılında Avrupa'nın altı ülkesi; Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu kurdu. Daha sonra her geçen gün büyüyen kuruluşun üye sayısı 2007'de 27'ye çıktı. Daha birçok ülke Avrupa Birliği'ne katılmak istiyor. Bazıları üyelik başvurusunda bulundu. Avrupa Birliği'ne katılmak arzusunda olan ülkeler arasında Hırvatistan, Türkiye ve Bosna ön sıralarda yer alırken, Karadağ ile Makedonya da AB üyeliği için çaba harcamaktadır. Avrupa Birliği'ne katılım konusunda ileri sürülen bir dizi şart arasında ülkede şeffaf seçimlerin yapılması en ön sıralarda yer almaktadır. Ülkeler tüm şartları Avrupa Birliği'nin istediği şekilde tamamlayana kadar Birlik'e katılamazlar.
Kasım 2007'de Hırvatistan'da seçimler Avrupa Birliği'nin Genişleme Komisyonunun Başkanı tarafından izlendi ve seçimlerin Avrupa Birliği'nin standartlarında olduğu kabul edildi. Önemli bir husus da Hırvatistan halkının yüzde 98'inin Hristiyan olmasıdır. Bu nedenle Hırvatistan'ın üye olması ihtimali yüksek, hatta kesindir. Avrupa Birliği'nin Genişlemeden sorumlu Komisyonunun Başkanı, 2004 yılında Bosna'yı ziyaret ederek birçok liderle görüştü ve kısa bir süre içinde Bosna'ya AB üyelik hakkı tanınacağını söyledi. Herkesin bildiği gibi, Bosna nüfusunun çoğu Müslümandır. Bosna liderleri kısa bir süre içinde Bosna'nın üye olarak kabul edileceğini umuyorlar, ancak uluslararası gözlemciler, Bosna'nın üye olarak kabul edilmesinin o kadar da kolay olmayacağını söylüyorlar. Nedeni ise hiç kimse için sır değil. Ağustos 2007'de Türkiye'de şeffaf seçimler yapıldı ve Abdullah Gül büyük bir çoğunlukla Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye 1959 yılından beri Avrupa Birliği'nin üyesi olmak için elinden gelen çabayı gösteriyor. 2003 yılında Dışişleri Bakanlığı döneminde de Abdullah Gül, Avrupa Birliği üyeliğini kazanabilmek amacıyla büyük çabalar harcamıştı, şimdi Cumhurbaşkanı olarak da üyelik için uğraşmaktadır. Şimdi Amerika da Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasını desteklediğini açıkça söyledi.
Şunu da hatırlamalıyız ki Türkiye yüzde 99'u Müslüman olan bir nüfusa sahip. Şimdi soru şu; tüm şartları tamamladıktan sonra acaba Türkiye, Avrupa Birliği'ne katılabilecek mi? Eski dostumuz Hacı Babaya göre, pekçok Avrupa ülkesine, koşulları tamamlamadan bile üyelik tanınacak, ancak Bosna ve Türkiye, Avrupa Birliği tarafından konulan tüm şartları yerine getirmesine rağmen Avrupa Birliği'ne katılamayacaktır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle zar zor canını kurtarabilen Avrupa, Müslüman halkın çoğunlukta olduğu devletlerde ekonomik ve siyasi istikrarı tesis ederek, İslam'ın güçlenmesine yol açacak bir tehlikeyi istemeyecektir.
RUSYA BASINI
VZGLYAD: "AVRUPA SINIRI: AVRUPALI SAĞCILAR COĞRAFYAYI HATIRLADI"
ANKARA, 01/02(BYE)--- Rusya'da yayımlanan Vzglyad gazetesinin 31 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Rusça yazının çevirisi şöyledir:
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa Birliği'nin Türkiye ile olan 45 yıllık ilişkilerinde noktayı koydu. Kemal'in Cumhuriyeti'nin bir Avrupa ülkesi olma hakkı kesinlikle reddedildi. Sarkozy ile Merkel coğrafyayı yeniden keşfettiler: Meğer Türkiye Avrupa'da değil, Asya'da bulunuyormuş! Bu keşfin büyük siyasi sonuçları olacaktır muhtemelen.
"Paris-Bonn eksenini" kuran De Gaulle ve Adenauer zamanından beri Fransa ve Almanya birliği, Avrupa entegrasyon binasının taşıyıcı sistemi rolünü oynuyor. Bu yüzden bu iki ülkenin ortak tutumu tüm Avrupa Birliği'nin genel tutumu oluveriyor. Öyle ki, iki ülke lideri tarafından verilen ortak kesin karar, Türkiye için temyiz edilemeyen bir hüküm anlamına geliyor.
Türkiye Cumhuriyeti'ni AB "hamamının ön kısmında" tutarak Avrupa liderleri, onu içeriye hiçbir zaman almayacaklarını açıkladılar. Gerçi, Türkiye'nin (eski Osmanlı İmparatorluğu'nun) 45 yıl bekleme salonunda oturduğu sandalyeyi kendisine bırakabilirler.
Bu karar, tüm dünya politikası için müthiş sonuçlar taşıyor. Birincisi, Balkanlar-Kafkasya-Orta Doğu'dan oluşan sıcak noktalar üçgenindeki jeopolitik durum kökten değişebilir. Bu üçgenin tam ortasında bulunan Türkiye, isyan ve fırtınalar arasında şu ana kadar huzur vahası ve Batı'nın direğiydi.
Kemal Atatürk, Türkiye'yi laiklik ve Batılılaşma yoluna kararlı bir şekilde döndürdükten sonra, ülkesi 80 yıl onun çizdiği rotadan sapmadı. Türkiye, NATO üyesi oldu, ABD'nin politikasına destek verdi, AB üyeliğine başvuruda bulundu.
Ve birden terslik yaşanıyor. Kısa bir süre içinde ikinci terslik: Geçen senenin sonunda Türkiye, Kürt sorunu yüzünden baş jeopolitik müttefiki Amerika ile ilişkilerinde gerginlik yaşadı.
ABD, Ankara'nın Irak topraklarında Kürt teröristlere karşı askeri operasyon düzenleme kararına destek vermedi. Oluşan sorun söndürülebildi, fakat tortu yine kaldı.
Böyle bir fon üzerinde Avrupalıların karşılık vermeyi reddetmesi, bugün iktidarda her ne kadar ılımlı olsalar da İslamcıların bulunduğu Ankara'nın sert tepkisine mutlaka yol açacaktır ki bu, Türkiye'nin jepolitik rotasının kökten değişmesine neden olabilir.
Olayların bu yönde gelişmesinin, Rusya tarafından gelebilecek inisiyatif için geniş bir alan açtığını belirtmek gerekir. İki Avrasya devleti arasındaki ilişkiler zaten oldukça yoğun bir şekilde gelişmekte. Fakat şimdi bu iki devlet arasında, ortak çıkarlara ve küskünlüklere dayanan geniş çaplı ittifakın oluşması mümkün görünüyor. Çünkü gelişimlerinde "Avrupa yönelimini" tercih eden her iki ülke için Avrupalı olma hakkı reddediliyor.
Bu, muhtemelen Avrupa ve Amerikalıların hoşuna gitmeyecek. Fakat Türkiye'nin İslami ve Batı karşıtı cepheye katılması alternatifi, onların hoşuna daha az gider. Bu arada, Türkiye'nin uzun süreli yöneliminden bir şeyler ummaya gerek yok: 1978 yılına kadar İran da Batı etkisinin Asya'daki kalesiydi.
Türk meselesinin çözümünün sonuçları, Avrupa Birliği'nin kendisi için daha da ilginç olabilir. AB genişleme stratejisinde görünüşüne göre, nokta konuldu. Yani şimdilik AB dışında kalan eski Yugoslavya'nın kalıntılarını Avrupa galiba daha hazmedecek. Fakat ileriye, Doğu'ya doğru ilerlemek mümkün değil.
Bu, Ukrayna için daha doğrusu "Avrupa tercihine" oynayan Ukrayna'nın siyasi sınıfı için kötü bir haberdir. Fakat AB liderlerini de anlayışla karşılamalı: Birlik, hazmedebileceğinden fazla yedi. "Eksen"in liderleri zaten ellerinde olana hakim olmak istiyor. Sarkozy'nin Türkiye'nin Asya'da bulunduğu yönündeki ikazı çok komik (sanki 40 yıl önce böyle değildi), fakat bu doğru. Avrupalı politikacılar, sınırın konulması gerektiğini nihayet anladılar.
Ancak Sarkozy ve Merkel'in kararında bir düzine "ama" var. Bu kararı sağcı liderler aldı, solcular ne diyecek? AB'nin sosyalist teknokrat Jack Delors ve hemfikirleri tarafınca hayata geçirilen sol bir proje olduğu ve sol eğilimin, bu birlikte oldukça güçlü olduğu hesaba katıldığında ne olacak? Coğrafik gerekçe altında kültürel farklılıklar yattığından politika etiğini ne yapmalı? Azınlıklar (sözgelimi Almanya'daki Türkler) ne tepki verecek?
Çok fazla soru var. Fakat yine de sağcıların kararı, belki de AB'yi, genişlemenin doğurduğu sorunların daha da derinleşmesinden koruyacak.
Tabii, eğer karar gerçekten alındıysa ve yerine getirilecekse: Malumunuz, zamane Avrupalı politikacılar ilkelere bağlı kalmak ve tutarlılık gibi vasıflardan yoksun.
REGNUM: "TOPRAKLARINDAN DOĞAL GAZ NAKLİ YAPILAN NATO UKRAYNASI"
ANKARA, 05/02(BYE)--- Rus haber ajansı Regnum'un 4 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Rusça yazıdaki Tatyana Silina'nın Ukrayna Başbakanı Yulia Timoşenko'nun Brüksel ziyaretinin irdelendiği "Timoşenko NATO'yu Bir Kenara attı; ülkesini Akıma Kattı" başlıklı makaleye dair ajansın yaptığı yorumun ve makalenin Türkiye ile ilgili bölümlerinin çevirisi şöyledir:
Ukrayna Başbakanı Yulia Timoşenko Brüksel ziyareti sırasında diğer konuların yanı sıra enerji konularına büyük önem verdi. Brüksel'de Timoşenko, Ukrayna üzerinden Hazar bölgesinden Avrupa'ya doğal gaz taşımacılığı için yeni doğal gaz boru hattının yapımını öngören White Stream (Beyaz Akım) projesine Avrupa Birliği'nin katılmasını teklif etti. Söz konusu proje, "Mavi Akım" projesinin hazırlanmasına katılmış olmalarıyla ünlü birtakım uzmanların çalıştığı Pipeline Systems Engineering (PSE) ve Rodon-Ishzumi şirketlerinden oluşan uluslararası konsorsiyum tarafından hazırlandı. Hazar bölgesinden mavi yakıtın taşınması imkanları arayışında olan konsorsiyum uzmanları, (başlangıçta -Gürcistan-Ukrayna-Avrupa Birliği-GUEU olarak adlandırılan) "Beyaz Akım" fikriyle Kiev'i 2006 yılının bahar aylarında ziyaret etmişlerdi.
Sunuma göre, "Beyaz akım" doğal gaz boru hattı, Güney Kafkasya boru hattından ayrılan bir kol olacak. İlk aşamada bu boru hattı üzerinden Azeri yatağı Şah Deniz'den, ikinci ve üçüncü aşamalarda Doğu Hazar (Kazakistan ve Türkmenistan) yataklarından doğal gazın akıtılması öngörülüyor. Gürcistan topraklarından başlayıp, Supsa civarında Karadeniz kıyısına çıkacak olan "Beyaz Akım", iki alternatif yönden birinden -ya Ukraynalı Kırım ya da Romanya'ya- deniz altından ilerleyecek.
Aslında "Beyaz Akım", Ukrayna'nın üst düzey yetkilisi tarafından oldukça beceriksizce "hissettirilen" ve ABD ile AB'nin alenen ilk Türkiye karşıtı bir projesidir. Batı devletlerini endişeye sevk eden Ankara'nın buna cevabı ne olur? Asya'dan Avrupa'ya enerji taşımacılığı konusunda Ukrayna ve Türkiye doğal rakiptir. Fakat, Ukrayna tarafı, Cumhurbaşkanı Yuşenko ve "turuncu" güçler blokunun aktif destekleri sonucunda Ankara'nın son yıllarda Ukrayna'nın tutumuna siyasi etki etmek konusunda güçlendiğini unutmamalı. Bu güç, Kırım Tatarlarıdır. Kiev'in Kafkasya'daki dikkatsiz her hareketi ve burada Avrupa-Atlantik çıkarlarını tekelleştirmeye çabalaması Türk tarafını derhal somut adımlar atmaya sevk edecektir.
NEZAVİSİMAYA GAZETA: "TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDA BİRÇOK SİYASİ SORUN OLMASINA RAĞMEN, İKİ ÜLKE ARASINDAKİ EKONOMİK İLİŞKİLER GELİŞMEYE DEVAM EDİYOR"
MOSKOVA, 05/02(BYE)--- Tirajı günde 37 bin olan liberal eğilimli Nezavisimaya Gazeta'nın NG Dipkuryer adlı ekinin 4 Şubat 2008 tarihli sayısında, Pavel Sarkisyan imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis'in ocak ayı sonunda Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaret, birçok siyasi gözlemci tarafından tarihi bir ziyaret olarak yorumlandı. Çünkü, üst düzey bir Yunan yetkilinin Ankara'ya yaptığı son ziyaret, yaklaşık 50 yıl önce yapılmıştı. Bu uzun ara, Ankara ve Atina arasındaki eski sorunlardan kaynaklanıyor. Ne dünya kamuoyunun ısrarlı çağrıları, ne de Karamanlis ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki bir nevi akrabalık ilişkileri -Bilindiği üzere 2004 yılında Yunanistan Başbakanı, Türk meslektaşının kızının düğününde "fahri konuk" olarak katıldı- iki ülke arasındaki sorunları aşıyor, fakat Türklere ve Yunanlara sorunları çözmede yardımcı olamıyor. Hatta birçok gözlemci, büyük bir barış atağının yapılmasını bekledi. Fakat bu beklentiler gerçekleşmedi. Aslında, bundan sonra da herhangi bir ilerlemenin olacağını söylemek zor.
Bu ziyaretin organizatörlerinden birinin ABD olduğu sanılıyor. Çünkü, NATO'nun güney kanadındaki gerginlik, Amerikan yönetimini ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Güney kanat ise, sürekli silahlı çatışmaların yaşandığı Orta Doğu'ya yakın bir coğrafyada bulunduğu için son derece stratejik bir öneme sahiptir. Ege Denizi'nde sık sık yaşanan olaylar, Beyaz Saray'ı, iki müttefik arasında uzlaşma aramasına zorluyor. Bunun dışında, ABD, Ankara'nın AB entegrasyon süreçlerine katılmasının fiiliyatta önemli taraftarından biri sayılıyor. Washington, Türkiye'de İslamcı eğilimlerin artmasından büyük kaygı duyuyor. O yüzden, ABD, Ankara'nın kendi etki alanında kalması açısından Türkiye'nin Batı ile yakınlaşmasını çok istiyor.
Bu arada, Ankara tuhaf bir duruma düştü: Bir taraftan, cumhuriyetin kurucusu Kemal Atatürk'ün döneminde Avrupa ile ilişkilerin geliştirilmesi, Türk devlet ideolojisinde yer alıyordu. Ayrıca, ABD'nin yanı sıra, AB'nin etkili konumdaki Avrupa Birliği ve İngiltere gibi bazı ülkelerin belirli çevreleri, Ankara'nın söz konusu üyeliğine destek veriyor. Fakat, bu üyeliğe karşı çıkanların sayısı da az değil. Örneğin, Paris, Berlin ve Brüksel gibi önemli devletler, Ankara'nın görünür gelecekte AB'ye üye olmasına yeşil ışık yakmadıkları ortada. Ayrıca, Birliğe üye ülkelerinin çoğunda yapılan kamuoyu araştırmaları sonuçlarına göre, AB vatandaşlarının çoğu Ankara'nın üyelik perspektifine fazla olumlu bakmıyor.
Yunanistan da, Türkiye'ye yönelik güven beslemeyen ülkeler arasında yer alıyor. Hiç kuşkusuz ki, böyle dev ve Atina ile tüm alanlarda arası açık olan bir ülkenin, AB'ye üye olması, Yunanistan'ın çıkarlarına ters düşüyor. Ankara, Avrupa Parlamentosu'nda fazla koltuk sahibi olacağı için Yunanlara fazla sorun çıkarabilir. Fakat Atina, Washington'un görüşünü göz ardı edemez. Bilindiği üzere, Beyaz Saray, Ankara ve Brüksel arasındaki müzakerelere müdahale ederek, Avrupa ülkelerini tek tek ikna etti. Ve Türkiye'nin Birliğe katılmasına engel olunmamasını istedi. Bugün, ABD'nin çabalarının başlıca amacı şudur: Birçok AB üyesi ülke, bazı taleplerin yerine getirilmesi karşılığında, Ankara'nın üyeliğine yeşil ışık yaktı. Bu talepler, demokratik reformlara devam edilmesi, devlet yönetiminde ordunun rolünün azaltılması ve ayrıca komşularla ilişkilerin normalleştirilmesini içeriyordu. Son talep ise, Yunanların işine geliyor. Çünkü, Kıbrıs sorunu, uzun yılların en sivri sorunlarından biri olarak görülüyor. Kıbrıs adasının tek ve bağımsız bir devlet olarak uluslararası toplum tarafından tanınmasına rağmen, bugün Kıbrıs fiiliyatta ikiye bölünmüş durumda: Etnik Türklerin yerleştiği kuzey ve etnik Rumların yaşadığı güney kesimi. Ankara ve Atina, Kıbrıslı soydaşları için sorumluluk hissi taşıyor ve çıkarlarını korumak için ellerinden gelen tüm fırsatları kullanıyor. Kıbrıs Rum kesimi geçenlerde Avrupa Birliği'ne üye oldu, Türk kesimi ise bu entegrasyon sürecinin dışında kaldı. Ankara ise, Güney Kıbrıs'a yönelik abluka politikası uyguluyor ve bu yönetimi tanımıyor. Bunun yanında da, Türkiye Silahlı Kuvvetleri'nin koruduğu Kuzey Kıbrıslılar, güney kesimiyle birleşmek için çaba harcıyor. Bu da onların birleşik Avrupa'ya hemen üye olabilmesini sağlayabilir. Fakat Rumlar, bu yakınlaşmayı reddediyor ve Türklerle bir devlet çatısı altında yaşamak yerine adanın yarısını kaybetmeyi tercih ediyor. Kıbrıs'ta taraflar arasındaki karşılıklı güvensizlik giderek artıyor. İki taraf arasında hiçbir ciddi görüşme yapılamıyor ve görünür gelecekte bu ihtilafın çözüme kavuşacağı söylemek çok zor.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki diyalogu gerginleştiren diğer bir konuyu ise, Ege Denizi'nin kıta sahası ve iki küçük adanın kime ait olup olmadığına ilişkin tartışmalar oluşturuyor. Rumlar, bu adayı İmiya, Türkler ise Kardak olarak adlandırıyor.
Uluslararası sözleşmeler gereği, 1946 yılından itibaren Ege Denizi'ndeki bu adalar Yunanistan tarafına devredildi, fakat İmiya adası resmi belgelere kayıt edilmedi ve formalite olarak bu adaların kime ait olduğu belli değil. 1996 yılında Avrupa Parlamentosu, Yunanistan'ın bu adalar üzerindeki egemenliğine ilişkin bir ek karar çıkardı, fakat Ankara bu kararları dikkate almadığını açıkladı. Bazı bilgilere göre, bu adalarda petrol ve doğalgaz rezervleri bulunabilir. O yüzden bu adalar özel bir önem arz ediyor. Türk savaş uçakları, sık sık açık bir şekilde Yunan hava sahasını ihlal ederken, Atina sınıra savaş uçaklar göndererek olaya bu şekilde karşılık vermeye çalışıyor.
Karamanlis ve Erdoğan arasında yapılan görüşmelerde, İstanbul Fener Rum Patriği'nin Ruhban Okulu'nun yeniden açılmasıyla ilgili konu da masaya yatırıldı. İstanbul'a yakın bir yerde bulunan söz konusu okul, 1972 yılında Türk yönetiminin kararıyla kapatıldı. Yunanistan için bu bir prensip meselesidir. Çünkü, asırlar boyunca olduğu gibi Yunanistan Ortodoks Kilisesi'nin hiyerarşik merkezi Konstantinopol (bugünkü İstanbul) sayılıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos'la görüşen Karamanlis, şu açıklamada bulundu: "Biz, Patrikhanenin haklarının korunmasından yanayız ve her türlü desteği vermeye hazırız."
Erdoğan'la bir araya gelen Yunan Başbakanı Karamanlis, Fener Rum Patrikhanesine ait Ruhban Okulunun açılması konusunu, Atina için öncelik teşkil ettiğini ve Türkiye'nin etnik azınlıkların haklarının korunmasının yerine getirmesinin, Ankara'nın AB'ye üyelik müzakerelerindeki yükümlülüklerinden biri olduğunu kaydetti.
Kısacası, Ankara ve Atina arasında siyasi alanda birçok sorun olduğunu tekrar belirtelim. Bu sorunlar da, ikili ilişkilerin gelişmesine engel oluyor. Fakat, ekonomik alanda farklı gelişmeler yaşanıyor. Son yıllarda, Türk ve Yunan iş çevreleri temsilcileri arasında gözle görünür bir şekilde hareketlilik yaşanıyor. İki ülke, dev bir ortak proje olan doğalgaz boru hattını gerçekleştirdi. Bu hat aracılığıyla, Batı Avrupa'ya Azeri doğalgazı sevkediliyor. Yunan işadamları, Türk ekonomisindeki yatırımları arttırıyor ve bu sayede ikili ticaret hacmi 2007 yılında üç milyar dolara yaklaştı.
Ankara, AB ile ekonomik ilişkileri artırmayı çok istiyor ve bu sebeple Yunanistan'ı göz ardı etmiyor. Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle geçenlerde yapılan ikili görüşmelerde ekonomik konulara özel bir önem verildi. Bu çerçevede Karamanlis, iki ülke işadamlarının düzenlediği Ekonomik Foruma katıldı. Anlaşılan, bu gezinin önemli sonucu yeni iş sözleşmelerinin imzalanmasıdır.
Karamanlis, Türkiye'nin AB üyeliğinin Avrupa için yararlı olacağını ve Atina'nın bu üyeliğe yeşil ışık yakacağını belirtti. Bu husus, özellikle gözlemcilerin dikkatini çekti. Fakat, bu sözler ne anlama geliyor?
İşin gerçeği şu: "Karamanlis, Erdoğan'a yeni vaatlerde bulunmadı. Benzer açıklamalar Avrupa'nın diğer kentlerinde de yapılıyor. AB ülkeleri, bazı koşulları yerine getirdiği takdirde Ankara'nın Birliğe üye olmasına karşı çıkmıyor. Artık top Ankara'da. Ancak burada esas konu, Türkiye'nin tavizlerde bulunmaya hazır olup olmadığıdır. Bir taraftan, Türkiye'yi geri çevirmek ve AB'ye üye yapmamak, etkili bir düşman kazanmak anlamına geliyor. Diğer taraftan da, bu ülkeyi şimdiki haliyle AB'ye almak mümkün değil. Çünkü, İstanbul'un batısı da doğusu aynı değil. Oluşan bu durum karşısında Yunanlıların, kendi taleplerini ekleyerek Brüksel'in ana şartlarını desteklemekten başka çaresi yok. Bilindiği üzere, Kıbrıs ve Ege Denizi'ndeki adalar konusunda taviz vermeye hazır olan bir Türk Başbakanı ortaya çıkarsa, hemen kendisi vatan haini ilan edilerek iktidardan uzaklaştırılır. Türkler benzer tavizlerde bulunursa, o zaman diğer komşularına karşı da aynı şeyi uygulamak zorunda kalacaklardır. Türkiye'nin diğer komşularıyla da yeteri kadar sorunu bulunuyor. Belli ki, bu şartlar altında çağdaş Türkiye'de bir değişikliğin yaşanması son derece düşük bir ihtimal. Bu da, Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerinin çok daha fazla zaman alacağı anlamına geliyor.