ENGLISH
  Güncelleme: 19/03/2008

2008-02-20 AB Bülteni

2008-02-20 AB Bülteni

Bülten No : 030                                                                                                                                                                    20 Şubat 2008


DIŞ BASINDA

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ


ALMANYA BASINI:
Deutschlandradio: "Fas'tan Türkiye'ye... AB'nin Akdeniz Politikası": "Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'ye kalırsa Akdeniz Birliği Fas'tan Türkiye'ye değin uzanmalı. Ancak Akdeniz'e kıyısı bulunan bazı Avrupa ve Afrika ülkelerini daha sıkı birbirine bağlama fikri, bazı AB ortakları arasında pek hoş karşılanmıyor. Barselona Süreci başarısızlıkla sonuçlandı. AB'nin Akdeniz politikası yeniden gözden geçirilmek durumunda. Genel çerçeveye ilişkin ortak görüş hakimken, izlenecek yol konusunda ayrılıklar söz konusu. Sarkozy'nin Akdeniz Birliğine dair planları Alman-Fransız lokomotif gücünü duraklatabileceğe benziyor. Başbakan Merkel de fırsatı kaçırmayıp AB'nin bölünebileceğine ilişkin uyarılarını yaptı. Buna karşın ortak yaklaşımlar da söz konusu olabiliyor. Sarkozy ve Merkel Türkiye konusunda tam üyelik yerine bir imtiyazlı ortaklık görüşünde buluşuyor. Almanlar, kendi ceplerinden çıkacak AB'ye rakip bir oluşumdan endişe ediyor; Fransızlar ise Akdeniz'de hegemonya kurma gayretinde ve ardından eski sömürgelerindeki imajlarını iyileştirme peşinde. Öyle görünüyor ki Alman şüpheciliğinin üstesinde gelmek için bundan sonra Alman yatırımcılara dönük somut projelerin götürülmesi bekleniyor. Barselona Sürecinin sonunda Akdeniz için bir ortaklık mı, yoksa bir Akdeniz Birliği mi olacak? Akdeniz'e ilişkin diplomasi trafiğinde sonunda kimin üstün geleceği merakla bekleniyor. Paris'teki Dışişleri Bakanlığından bu konuda daha ılımlı görüşler de işitilse, Nicolas Sarkozy'nin kafasına koyduğunu hayata geçirmek konusunda istekli olduğu biliniyor: Gerekirse AB'den resmi destek görmeksizin dahi. " (Burkhard Bikre, 18/02)

Financial Times Deutschland: "Avrupa İçin Kurulan Tuzaklar": "Kosova'ya hiç kimse, devlet olarak tanınmadan önce bir Avrupa perspektifi sunamaz. Kosova ise, çözülmemiş bir sınır sorunu varken AB kriterlerini yerine getiremez. Diğer yandan, AB Sırbistan'a karşı göz yumacak olursa da amacına ulaşamaz, zira Sırbistan da AB üyesi olarak Kosova'nın ilerleme kaydetmesini bloke edebilir. Sırbistan'ın Kosova üye edilebilir duruma gelene kadar bloke edilmesi halindeyse, büyük bir riske girilmiş olur. Zira Kosova'nın bozuk yapısıyla ekonomisinin düze çıkması çok uzun sürebilir. Kosova çözümü, Türklerin yaşadığı Kuzey Kıbrıs'ı da özendirecektir. AB Dışişleri Bakanları, istedikleri kadar Kosova'nın münferit bir vaka olduğunu tekrarlasınlar, paralellikler aşikardır. Kuzey Kıbrıs'ta da katliam ve sürgün yaşanmıştır. Türk ve Rum halk guruplarının barışması mümkün gözükmemektedir. Bu yıl içersinde barışma yönünde yapılacak bir hamlenin yine başarısızlıkla sonuçlanması halinde, AB'nin tüm diplomatik arabuluculuk çabalarının hezimete uğradığını kabul etmesi gerekecektir. Türkiye'de daha şimdiden Kosova'ya tanınan hakların Kuzey Kıbrıs'a da tanınmasını talep eden bir hareket oluşmaktadır. Kosova'nın bağımsızlığının başka hangi eğilimleri körükleyeceğini hiç kimsenin bilmemesi bir yana, gelecekte Kıbrıs ile Türkiye arasında, AB-NATO işbirliği nedeniyle yeniden sorun yaşanması muhtemeldir. " (Fidelius Schmid, 19/02)

AVUSTURYA BASINI:
Wiener Zeitung:
"Nabucco: AB Fransızların da Katılmasını İstiyor": "Boru hattı projesi Nabucco'dan sorumlu AB Koordinatörü Jozias van Aartsen, hafta sonunda Ankara'da yaptığı bir konuşmada, Fransız enerji holdingi Gaz de France'ın (GDF) proje dışı bırakılmamasından yana çıktı. GDF'nin Nabucco'ya katılımı sorununun iki hafta içinde çözülmesi gerektiği görüşünde olan Van Aartsen, üç haftaya kadar Ankara'yı yeniden ziyaret edeceğini açıkladı." (19/02)

FRANSA BASINI:
Le Monde:
"Türkiye'nin AB Üyeliği mi? Her Zaman 'Evet'": "Le Monde gazetesinin 29 Ocak 2008 tarihli sayısında yayımlanan, Avrupa Parlamentosu üyesi Alain Lamassoure ve Fransa'da iktidardaki merkez-sağ partili üyelerin hazırladığı dar düşünceli ve aldatıcı beyandan çok uzak olan Türkiye ile süren müzakerelerin gerçeklerini hatırlatmanın önemine inanıyoruz. Öncelikle Türkiye'nin adaylığının çok eskilere dayandığını hatırlatalım. 1963 yılında üyelik olasılığını öngören bir ortaklık anlaşması imzalayan Türkiye, üyelik hedefini tescilleyen, Avrupalılığı üzerindeki tartışmalara son verecek şekilde resmi aday statüsüne 1999 yılında sahip olmuş, en sonunda 2005 yılında, 40 yıllık uzun bir yakınlaşma süreci ardından müzakereler resmen başlamıştır. Bildiriyi okuduğumuzda, uzun ve zorlu görünen müzakere gerçeğiyle peş peşe sıralanan yanıltıcı argümanlarının ardından Lamassoure ve arkadaşlarının Türkiye'nin adaylığına bağlı endişeleri uyandırarak halkın korkularıyla oynama niyetini sezinlediğimiz açıklamaları arasındaki kopukluğu şaşkınlıkla karşıladık. Bildiriyi, sadece bu ulus hakkındaki tek yönlü ve mantıksız görüşlerinin bir göstergesi olarak görmek gerekir. Irak veya Suriye gibi ülkelere bağlı efsaneleri, Avrupa'nın gelecekteki sınırları hakkında endişeler uyandırmak üzere kullanmak bu tehlikeli yöntemin bir örneğidir. Avrupa Birliği projesini genel bir değerlendirmeden geçirmeden Türk meselesine ciddi olarak değinemeyiz. Sürekli değişim halindeki dünyada, Avrupa'nın etnik, kültürel ve inançla ilgili olarak anlayacağımız bazı "coğrafi kriterlerde" dondurulmasının mümkün olduğuna artık kim inanabilir ki? Bu coğrafi kriterler ayrıca tartışılabilir, yani bildiriyi yayımlayan milletvekillerinin savunduklarının aksine değişmez bir gerçek değildir. Avrupa konusunda tek geçerli olan anlayış, her zaman güçlü ve destekçi bir birliğin oluşması yönünde yer almış, ortak siyasi ve demokratik değerleri olan bir Avrupa anlayışıdır. Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin mali yükünün öne sürülmesi ayrıca bu muhafazakar parlamenterlerin içine kapandıkları dar görüşün de bir göstergesidir. Bu parlamenterlerin Avrupa için umutları bu kadar mıdır? İnsanların, Türkiye'nin hemen gerçekleşecek üyeliğinin bütçemizi sarsacağı ve siyasi bir Avrupa'nın oluşumuna engel olacağı düşüncesine kapılmasına engel olmamak bir sorumsuzluktur. Türkiye'nin üyeliği, öncelikle orta veya uzun vadede gerçekleşeceği düşüncesiyle algılanmalıdır. Ayrıca o tarih geldiğinde, cesur bir siyasi projeyi taşıyabilecek bir bütçeye sahip olacağımıza inanmak da istiyoruz. Bütün bunlar olmadan zaten, Türkiye olsun veya olmasın, yarım asırdır konuşulan siyasi Avrupa sadece gerçekleşmesi imkânsız bir dilek olarak kalacaktır. Bu süreç uzun olacağından, Türkiye'nin adaylığını şimdiki siyasi durumlara göre değerlendirmek anlamsızdır. Dolayısıyla Ermeni ve Kıbrıs meselelerini, ayrıca ifade, basın ve toplantı özgürlülerini aşılmaz engeller olarak öne sürmek, hem müzakerelerin başından bu yana kaydedilmiş ilerlemeleri göz ardı etmek, hem de AB'nin Türkiye'yi bu reformlarında -ki tüm bu reformları bizler de talep ediyoruz- destekleme yeteneğini inkâr etmek anlamına gelecektir. Demokratik ilerlemelere dair beklentilerimizi, bir halkın barış içindeki bir kıtaya siyasi anlamda entegre olması yönünde kaydedeceği gelişmeleri taşıyacak olan üyelik umududur. Şüpheler üzerine ne tek, ne de toplu bir gelecek inşa edilebilir. Parlamenterlerin içi rahat etsin... Bu ayrıntıyı belki kaçırmış olabilirler ama bilsinler ki kaçınılmaz olan demokratik reformlar titizlikle sonlandırılmadan Türkiye'nin AB'ye girmesi zaten hiçbir zaman söz konusu olmadı... Bu parlamenterlerin, bildirilerini, Türkiye'ye dayatılacak alternatif bir yol olarak Akdeniz Birliği çağrısında bulunarak sonlandırmaları şaşırtıcı değil. Böylece Fransız sağının Türkiye'ye önerdiği şu meşhur ‘imtiyazlı ortaklık' konusunun ne oluğu da anlaşıldı... Projeyi Türkiye karşıtı bir kandırma yöntemi olarak algılayan Avrupalı ve Akdenizli ortakların eleştirileri karşısında, Avrupa ile Akdeniz arasında işbirliği canlandırmaktan başka bir niyeti olmadığını savunan Nicolas Sarkozy'nin yalanlamalarını hatırlatmaya gerek var mı acaba? Kime inanmalı? Cumhurbaşkanı Sarkozy'ye mi yoksa iktidardaki milletvekilleri veya bu girişimi savunmakla görevlendirilen bakanları, büyükelçileri ve temsilcilerine mi? Bu çelişkiler ve muhatabına göre değişen mesajlar karşısında asıl Fransa'nın AB dönem başkanlığında savunacağı projenin inandırıcılığı zarar alabilir. Fransa, dönem başkanı olarak, örnek ve mütevazı olmalıdır. Avrupalı ortaklarına olduğu kadar Türklere de verilmiş sözleri tutmasını bekliyoruz. Ciddiyet, bugün yalnız şövalye olarak görülen Fransa'daki bu kakofoninin önüne geçmelidir. Son olarak, korku uyandıran ifadelere dayanarak halkları birbirlerine karşı getirecek ‘Türkiye'ye özel' bir referandumla sorumluluklardan sıyrılmak, bu kişilerin görevlerine hiç yakışmayan ve bizimle hiçbir alakası olmayan bir politika anlayışını sergilemektedir. Parlamenterleri, Türkiye'nin AB'ye üyeliği gibi oldukça stratejik bir mesele hakkında Fransızlara hak ettikleri saygın, dayanaklı ve farklı görüşlerin yer aldığı bir tartışma sunarak tutarlı ve sorumlu bir çizgide bulunmaya davet ediyoruz." (Avrupa Sosyalistler Partisi Grubu (PSE) vekilleri Kader Arif (Fransa), Carlos Carnero (İspanya), Pasqualina Napoletano (İtalya) ve Jan Marinus Wiersma (Hollanda) imzalı ortak bildiri, 19/02)

İRAN BASINI:
İran:
"Erdoğan, Merkel ve Sarkozy ile Ortak Toplantıyı İptal Etti": "Recep Tayyip Erdoğan'ın Merkel ve Sarkozy ile Ankara'da mayıs ayında ortak toplantı yapması karara bağlanmıştı. Ancak Erdoğan, Merkel ve Sarkozy'nin Türkiye aleyhindeki tutumundan rahatsız olduğunu belirterek bu toplantıyı iptal etti. Sarkozy, Türkiye'ye AB'de tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık verilmesini önermişti." (18/02)

YUNANİSTAN BASINI:
Eleftherotipia:
"Veto Ağır Bir Yük": Strasburg Avrupa Mahkemesi Başkan Yardımcısı Profesör Hristos Rozakis ile yapılan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir.

SİUTİ: Gerçekten, Türkiye Avrupa üyesi olabilir mi?

ROZAKİS: Erdoğan hükümeti gerili bir ip üzerinde yürümek gibi tehlikeli bir girişimde bulundu, şimdilik bunu başarıyla sürdürüyor. Toplumun geniş mutabakatını sağlayan din sayesinde AB'ye üyeliğini de sağlayabilecek bir çağdaşlaşma teşebbüsünde bulunuyor. Girişim sorunsuz bir şekilde devam ederse gelecekte -ancak gelecek on yılın sonundan önce değil- Türkiye Avrupa ailesi üyesi olmayı başarabilir.

SİUTİ: Sizce Türkiye gerçekten değişiyor mu?

ROZAKİS: Türkiye değişiyor, Yunanistan da değişiyor. Türkiye'nin üye olacağı beklenen dönemde AB'ye yeni ülkeler girmiş olacak. Bu arada bazı AB üyesi ülkelerin siyasi birleşme yönünde üst düzey politikalar sürdürme olanakları Türkiye gibi hacmi büyük bir ülkenin AB'nin bütünleşmesiyle şekillenecek tek merkezli küçük-büyük "dairelerden" birisine dahil edilmesini kolaylaştıracaktır. (Vasiliki Siuti, 17/02)

Yunanistan Radyo-Tv Kurumu: "AB-Türkiye İlişkisi Anlaşması Onaylandı":"AB Dışişleri Bakanları Konseyi, prensipte 28 Ocak'ta kabul edilen Gözden Geçirilmiş AB-Türkiye Ortaklık İlişkisi Anlaşmasını resmi olarak da onayladı. "27"ler Ankara'dan, insan haklarının korunması ve uluslararası yükümlülükleriyle ilgili reformlarını acilen yapmasını istiyorlar. Gözden Geçirilmiş Ortaklık İlişkisine göre, Türkiye'nin, kısa vadede -iki yıl içinde- demokrasi ve hukuk devletinin tesis edilmesi, siyasi ve dini hakla ile azınlıkların korunması, ifade özgürlüğü ve bölgesel ile uluslararası sorunlara çözüm bulunması konularında reform yapması gerekiyor. Uluslararası sorunların çözümü konusunda Ortaklık İlişkisinde, Ankara'nın Kıbrıs, özellikle de Gümrük Birliği Ek Protokolünü uygulaması ve Kıbrıs gemi ile uçaklarına uygulanan kısıtlamaları kaldırması gerektiği vurgulanıyor. Bunun paralelinde, Türkiye yükümlülüklerini yerine getirene kadar, AB'nin, sekiz müzakere başlığını açmama ve hiçbir başlığı kapamama kararının altı çiziliyor." (19/02)

To Vima: "Türkiye'nin Avrupa ile İlişkileri": "Avrupa Birliğinin önemli ülkeleri yıllarca süren zorlu müzakereler sırasında başka ülkelerin itirazlarını aştıktan sonra, sürecin sonunda Yunanistan'ın öne süreceği yeni itirazlara olumsuz tepki gösterebilir. Bu ülkeler Yunanistan'ın itirazlarını gelecekte müzakere etme vaadiyle aşacaklar, Yunanistan'ın kaygılarının aşırı olduğunu ve Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili riske nazaran Yunanistan'ın taleplerinin aşırı olduğunu öne sürecekler. Gerçekten de mademki Yunanistan ve Türkiye yıllardır devam eden sorunlar için görüşmelerden kaçınıyor, bütün anlaşmazlıklar yıllarca sürüncemede kalacak ve sorunların nihai çözümü için ortam yeterince olgunlaşmış olmayacak. Yunan tarafının bu planı nasıl olsa gerçekçi değildir. Türkiye'nin üyeliği de artık olası değil. Çünkü bir yandan AB kamuoyunda Türkiye'nin üye olmasına karşı yoğun tepkiler var öte yandan da Türkiye'de AB müktesebatının tamamının kabul edilmesine karşı güçlü direniş gösteriliyor. Avrupa ile Türkiye arasında uzun zamandan beri yakınlaşmanın söz konusu olmadığı görülüyor. Özel ilişkiyi istemeyen Türkiye, üyelik dilekçesinin kabul edilmemesi durumunda sert tepki gösterecek. Bu durumda AB'nin Türkiye'nin tepkilerini aşabilmek ve hapı yaldızlayıp yutturmak için bir dizi olumlu düzenlemeler önereceği kolayca anlaşılıyor. Yunanistan'ı ilgilendiren konuların kaderi Türkiye'yi yatıştırma yönündeki çabalardan etkilenebilir. Başka bir ifadeyle, kabul etmek istemediğimiz bazı düzenlemeleri kabul etmemiz için baskı uygulanması olasıdır. Ülkemiz tek başına kalmamalı. Örneğin AB'nin büyük çoğunluğu aleyhte iken Türkiye'nin üyeliğini desteklemekte sonuna kadar ısrar etmemeli. Yunanistan belirli bir yönde hareket etmeyeceğini ve tutumunun gelişmelere bağlı olacağını bir an önce ifade etmeli. Özel ilişki önerenlerle kendisini ilgilendiren konuları nasıl düzene sokabileceğini görüşmeli. ‘Özel ilişkiye' gidilirse üyelik durumunda benimsenen tutumun aynısı benimsenecek, bu konuda değişiklik olmayacak. Bu konudaki gelişmeler Türkiye'ye ve bize bağlı. Önemli adımlar atabiliriz ve de atmamız gereklidir. İkinci konu askıda tutulan Ege ile ilgili sorunun çözülmesi. Yunanistan barışçıl düzenlemeden ve uluslararası hukukun uygulanmasından yanadır ancak savaş tehditlerine ve silah gücüyle oynanan politikaların aleyhindedir. Türkiye'nin üyeliği AB'nin Orta Doğu'da konumunu güçlendiriyor, fakat başka konuların ele alınmasına ve AB'nin birleşmesine katkısı olmuyor. AB'nin kalkınma düzeyinin Türkiye'nin düzeyinden çok uzak bir mesafede olması, ortak bir çabanın sarf edilmesini çok zor kılacak. Türkiye'nin üyeliği bazı üye devletlerin Ukrayna gibi başka pazarların da dahil olacağı ve sadece jeopolitik kıstaslara dayanan geniş bir ortak pazar oluşturma yönündeki amaçlarını güçlendirecek. Bazıları AB'nin bu geniş sorununun Türkiye AB üyesi olduğunda artık gündem dışı olacağını iddia ediyor. 10-15 yılda AB üyeliği gerçekleştiğinde AB kesin şeklini almış olacak deniyor. Bu görüş Türkiye'nin müzakerelerin yakında tamamlanmasını amaçladığını ve bu kadar bekleme dönemini kabul etmeyeceğini gözardı ediyor. "

--Angelos M. Sirigos: Üyeliğe Neden "Hayır" Diyorum--

"AB içinde bugün dört büyük AB ülkesi (Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya) ve birçok orta ve küçük ülkeler arasındaki dengelere dayanan bir ortam şekillenmiş durumda. Özellikle iki dünya savaşının yaralarını taşıyan büyük ülkeler dengeleri korumanın önemine dair derslerini iyice öğrenmiş durumdalar. Türkiye'nin AB üyeliğiyle bu dengeler sarsılacak. Türkiye konumunu güçlendirecek. AB'nin en büyük ülkesi olarak en azından diğer dört büyük ülke kadar iktidar ve güç sahibi olacak. AB içinde Türkiye ile işbirliğinde bulunmak ve onunla anlaşmak hemen hemen zorunlu olacak, Türk temsilciler bütün AB organlarına katılacak ve önemli görevlere atanacak. Ayrıca, gelir dağılımı açısından bölgeden bölgeye büyük farklar gösteren bir ülke olan Türkiye bugüne kadar Yunanistan da dahil olmak üzere ekonomik açıdan daha zayıf olan ülkelere yaptığı yatırımların hepsini çekecek. Sonuç olarak Türkiye sonunda AB üyesi olursa hacmi ve hemen hemen bütün alanlardaki önemli eksiklikleri çerçevesinde, Avrupa yapısının iptal edilmesine dahi neden olacak bir şekilde sarsılmaya başlayacak."

--Thanos P. Dokos: AB Üyeliği Yunanistan'ın Yararına--

"Türkiye-AB arasında özel bir ilişkinin kazanımları sınırlı, Türkiye için yükümlülükler ve taahhütler daha da az önemli, Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarının çözülmesi ise çok daha önemsiz bir konu olacak. Avrupa ailesi dışında olacak, güvensizlik duyacak, bu bağlamda ülkemize karşı saldırgan tutumun yeniden canlanmasına katkıda bulunması olası aşırı milliyetçi refleksleri güçlenecek bir Türkiye'ye elbette tercih edilir. Yunanistan'ın desteği Türkiye'nin üyeliği için gerekli fakat yeterli değil. Atina da AB içindeki dengeleri değiştirmek için gerekli ağırlığa sahip değil. Bu demek değildir ki şimdiye kadar uyguladığı politikayı değiştirmesi gerekiyor. " (Eski Başbakan Kostas Simitis'in, Pantion Üniversitesi Uluslararası Hukuk Yardımcı Profesörü, Avukat Angelos Sirigos ve Yunan Avrupa ve Dış Politika Vakfı Genel Müdürü Thanos Dokos , 17/02)

 

NOT: Bu bülten, 18-19 Şubat 2008 tarihlerinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.


Güncelleme: 19/03/2008 / Hit: 3,549

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı