ENGLISH
  Güncelleme: 29/02/2008

2008-01-24 Haftalık AB - Türkiye Haberleri

2008-01-24 Haftalık AB - Türkiye

ALMANYA BASINI


REGIERUNGSONLINE: "ŞANSÖLYE ANGELA MERKEL'İN 15 OCAK 2008 TARİHLİ BASIN TOPLANTISI"

BERLİN, 17/01(BYE)--- Federal Almanya Hükümetinin resmi internet sayfasında 16 Ocak 2008 tarihinde yayımlanan, Şansölye Angela Merkel'in 15 Ocak 2008 tarihinde yaptığı basın toplantısında yöneltilen soruların ilgili bölümlerinin çevirisi şöyledir:

SORU: Tahran ile ilgili bir soru. Amerika tarafından Noel'de, İran'ın 2003 yılından bu yana nükleer silaha sahip olma isteğinin muhtemelen yüzde sıfır olduğu yönünde yapılan açıklamadan sonra, Almanya'nın İran politikası değişecek mi ya da bu politika -Alman sanayisinin de uymak zorunda olduğu yaptırımlar gibi konularda- son haftalarda fark edilmeksizin değişmiş durumda mıdır? Annapolis ve başka yerlerde sarf edilen boş sözler bir yana, Orta Doğu müzakerelerinde gerçekten başarı elde edilmesi şansını nasıl görüyorsunuz?

MERKEL: İlk olarak İran konusunda şunu söylemek istiyorum. Amerika'daki güvenlik servislerinin raporunda, örneğin uranyum zenginleştirme programının uygulandığına dair bir kuşku bulunmamaktadır. Şikayetlerimizin nedeni daima bu husustu. İran ile bu hususu görüştük. Sürekli İran'a bir yandan öneriler sunarken, diğer yandan da BMGK kararlarına uyulması yönündeki beklentilerimizi dile getirmek şeklinde ikili strateji uyguladık. İran ile işbirliği konusunda şimdi yeniden görüşmeler yapılacaktır. UAEA'nın işbirliği kurallarına uyulmadığı, herhangi bir kişi tarafından uydurulmadı. Amerika güvenlik servisleri tarafından da uydurulmadı. Bunların hepsi mevcudiyetini korumaktadır.
Diğer yanda, yeni bir yaptırım kararı alınmasına ilişkin müzakereler bu rapor aracılığıyla tabii ki hızlandırılmamış, bilakis biraz yavaşlatılmıştır. Bu süreçte bu hususu da dile getiriyorum. İran'daki faaliyetleri hepimizin doğru bulduğunu söylememiz mümkün değildir. İzlediğimiz ikili strateji sürdürülecektir.
İkinci olarak Orta Doğu konusunda, şimdi Amerika tarafından gösterilen gayretlerin kesinlikle doğru, önemli ve iyi olduğu görüşündeyim. Bunun, uluslararası politika alanındaki en karmaşık meselelerden biri olduğunu herkes biliyor. Amerika Hükümeti, Başkanı ve Dışişleri Bakanı'nın angajmanına bu nedenle çok büyük önem atfediyorum. Barış sürecinin başlatılması için her türlü imkan kullanılmalıdır. Bu nedenle Alman tarafı olarak bunu elimizdeki bütün imkanlarla destekleyeceğiz. Ben Şansölye olarak ve Federal Dışişleri Bakanı bunu böyle yapmaktayız.

SORU: (Türkiye) Sayın Şansölye, önümüzdeki aylarda Sayın Sarkozy ve Sayın Erdoğan ile Berlin veya başka bir yerde üçlü bir zirve gerçekleştirmeniz söz konusu mudur? Şayet söz konusu ise, bu zirvenin içeriği ne olacak?

MERKEL: Türkiye Başbakanı şubat ayında ikili bir görüşme için Almanya'ya gelecek. Ayrıca, Türkiye'nin üyelik perspektifi ve Avrupa'ya bağlanma konusunu açıkça konuşmak için vakit ayıracağımıza dair anlaştık. Ancak bunun için henüz bir randevu belirlemedik.

SORU: Türkiye konusuna tekrar değinmek istiyorum. Bugün Madrid'de "Medeniyetler İttifakı"nın ilk oturumu yapılıyor. Sizin buna ne ölçüde önem verdiğinizi öğrenmek istiyorum. Sayın Başbakan Zapatero dün, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini desteklediğini söyledi. Sizin bu konudaki tutumunuz nedir?

MERKEL: İspanya Hükümeti ile iyi bir işbirliği içindeyiz. İspanya'nın, özellikle medeniyetler arası diyaloga bu kadar yoğunlaşmasının ve bunu Barcelona sürecinde de hep yapmış olmasının son derece kazanımlı olduğu kanaatindeyim. Meslektaşım Zapatero bu konuda her türlü desteğime sahiptir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği bağlamında, katılım müzakerelerinin devam ettirilmesine dair halihazırda kesin bir planın var olduğu bilinmektedir. Ancak Başkanı olduğum Hristiyan Demokratlar Birliğinin parti olarak görüşü, ayrıcalıklı ortaklığın tercih edilmesi yönündedir. Buna rağmen ilgili müzakere fasıllarını açtık. Ankara Protokolü ile ilgili olarak henüz epeyce sorunlar söz konusu. Ancak bunu bugün tartışmanın odak noktası haline getirmemiz gerekmez.

SORU: (Suç İşleyen Gençler) Tekrar yabancı gençlerin suç işleme konusuna gelecek olursak, Sayın Şansölye, geçen yıl 19 Ağustos'ta Mügeln'de 50 aşırı sağcı Alman genci sekiz Hintliye saldırıp şiddet uyguladılar. Bundan dört ay sonra Münih'teki korkunç olay yaşandı. Bu dört ay içinde, şimdi gençlerin suç işlemesi konusunu birdenbire gündeme alacak kadar değişen ne oldu?

MERKEL: Suç konusu maalesef çeşitli yönleriyle sürekli olarak gündeme gelmektedir. Mügeln'den sonra ilk kez, örneğin aşırı sağcı şiddete karşı neler yapılabileceği tartışması yapılmıştır. O zamanlar Aileden Sorumlu Bakan Ursula von der Leyen'in programını geliştirdik. Şimdi ise, suçları önleme konusu ön plana çıkmıştır. Mehmet davasını hatırlarsanız, Gençlik Ceza Hukuku sürekli olarak tartışıldı. O dönemin Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı Schröder'in gençlerle reşitlere yönelik Ceza Hukuku bağlamındaki ifadelerini hepiniz biliyorsunuz. Ben Gençlik Bakanı iken bunlar önemliydi.
Suç konusunu sürekli olarak ele almak zorunda kalıyoruz. Bir kez daha söylüyorum: Varmak istediğimiz noktaya henüz ulaşamadık. Ancak suçu önleme konusunun yanı sıra çok sayıda başka konuları da gündeme getirdiğimiz kanaatindeyim ki bunu son iki yılda da gözlemleyebildiniz. Örneğin kabul ettiğimiz ve (zorunlu) dil kursları içeren Göç Yasası gibi gündeme getirdiğimiz konular arasında büyük destekle karşılananlar olduğu gibi kısmen eleştirilenler de oldu. Toplumda bir meselenin tartışıldığı ilk kez olmuyor.
Kaldı ki, söz konusu Göç Yasası bağlamında koalisyon içinde uzlaşı sağlamak daha zor olan meselelerdendi. Zira bu bağlamda, burada yasal olarak yaşamayan ilticacıların tanınması ve çok daha fazla husus da söz konusuydu. Şu anda büyük bir devamlılık içinde olduğumuzu düşünüyorum. Ancak maalesef, durmadan bizi gerçeklere bağlayan korkunç olaylar yaşıyoruz.

SORU: Sayın Şansölye, gelelim seçim stratejinize: Uyum zirvesiyle, on yıllar sonra göçmenlerin de kabul ettiği bir konsept oluşturmayı başardınız. CDU'nun, Hessen'de yürüttüğü gibi bir seçim stratejisiyle göçmen kökenli seçmenlerin de oylarını alabileceğine inanıyor musunuz?

MERKEL: Gençlerin işledikleri suçlar ve Almanlar tarafından işlenip de aynı yabancılar tarafından işlenen suçlar kadar utanç verici olan suçlar hakkında sadece şunu söyleyebilirim: Göçmenlerin büyük bir çoğunluğu da, Alman halkının büyük bir çoğunluğu gibi metroyu kullandığında güvende olmak istiyor. Frankfurt'ta Almanların bir metro yolcusunu dövmeleriyle yabancıların Münih'te metroda yaşlı bir adamı dövmeleri arasında benim için hiçbir fark yok.
Burada yaşayanların büyük bir çoğunluğunun -ki göçmen kökenli olup olmamaları fark etmez- güvende yaşamak istediği ve her şeyden önce kaba kuvvetin farklı şekilleri arasında ayrım yapmadığı kanaatindeyim. Bu Alman Hükümetinin görevidir. Almanya'da yasal olarak yaşayan her insan, aynı düzeyde kendini güvende hissetme hakkına sahiptir. Bu hakkı uygulamaya koymalıyız.
Bu nedenle göçmenlerin çoğunun, -bu konular konuşulmadan- aynı kefeye konulmasına izin verilmemesi gerektiğinin doğru olduğunu düşünüyorum. Daha ziyade, suç işleyenlerden bahsetmeliyiz. Ancak diğerleri de burada bir geleceğe sahip olabilmeli.

FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "KENDİLİĞİNDEN OLUŞUM"

BERLİN, 18/01(BYE)--- Tirajı günde 355 bin olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 18 Ocak 2008 tarihli sayısında, Gustav Falke imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

---Eski Aşırı Solcu Frank Böckelmann, Batı'nın Kurtuluşunu Bilakis Yıkılma Tehlikesinin Belirmesinde Görüyor---

Bir zamanlar aşırı solcu cephede yer alan ve Sosyalist Öğrenci Birliği (SDS) üyesi olan Frank Böckelmann'ın yeni çıkan "Die Welt Als Ort" (Mekan Olarak Dünya) adlı kitabı, altı ana başlıktan oluşuyor. Yazar kültür-fizik kültü, şehirsel mekanın yok oluşu, internet seksi, çokkültürlülük, küreselleşme ve AB oluşan eserinde, modern benliklerde oluşan belirsizliği inceliyor.
Böckelmann kitabında, ABD'nin güçlü bir Avrupa'nın oluşmasını engellemek hedefinde olduğunu ve bu bağlamda Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediğini ve şayet bu gerçekleşirse Avrupa'nın nihai olarak küçük devletçikler olarak parçalanacağı tezini ortaya atıyor. Böckelmann tuhaf bir komplo teorisi olan, uluslararası sermaye piyasasının, ABD yönetimine, Türkiye'nin AB'ye entegrasyonu için diretmesi yönünde baskı uygulamasından ve bu şekilde Avrupa'nın mahvedilmek istenmesinden bahsediyor.

 

AVUSTURYA BASINI

WIENER ZEITUNG: "SARKOZY'NİN PLANLARI PROTESTOLARA NEDEN OLDU"

VİYANA, 18/01(BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 18 Ocak 2008 tarihli sayısında, Klaus Huhold imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Viyana/Paris çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Sarkozy'nin 25 ülkeyi kapsayacak Akdeniz Birliği oluşturma projesi büyük tartışmalara neden oldu. Fransız Cumhurbaşkanı'nın inisiyatifi, AB içinde tepki doğuruyor. Özellikle de Almanya, Paris'in böylelikle AB politikasına gedik açmasından endişe ediyor. Bu nedenle Berlin, Akdeniz ülkelerine AB komşuluk ilişkileri çerçevesinde yaklaşılması fikrini savunuyor.
Eleştirmenlerin öne sürdüğü başka bir argüman da, 1995 yılında başlatılan Barselona süreci çerçevesinde, 10 Akdeniz ülkesi ve AB arasında zaten bir ortaklığın mevcut olması. Bu ortaklık, siyasi ve ekonomik işbirliğini kapsıyor.
Malta Diplomatik Akademisi Müdürü Stephen Calleya, söz konusu Barselona sürecinin istenilen neticeyi vermediği görüşünü savunuyor ve bir çok Akdeniz ülkesi ile AB arasındaki ticaretin iyi yürümediğine işaret ediyor. Viyana Diplomatik Akademisinde konuşan Calleya, Kuzey ile Güney arasında giderek artan ekonomik dengesizliğin aşırı eğilimleri teşvik ettiğini, Avrupa'ya yönelik göçü hızlandırdığını, bu nedenle Avrupa'nın bu hassas bölgeye daha iyi angaje olması gerektiğini, Barselona sürecinin kurulacak bir Akdeniz birliği ile değiştirilmesini savunuyor.
Sarkozy'nin bu ilk projesinin Akdeniz bölgesindeki birçok ülkenin ekonomik kalkınmasına hız vereceğini vurgulayan Calleya, Fransa Devlet Başkanı'nın bölgeyi ziyaretinden sonra Fransız Petrol firmalarının Cezayir'de büyük yatırımlara girdiğini, Alstom Endüstri Holdinginin, Fas'ta 200 milyon avro tutarında Doğalgaz Çevrim Santralı inşasına başladığını belirtti.
Buna karşılık eleştirmenler, Sarkozy'nin aslında Fransa için yeni pazar arayışında olduğunu ve Akdeniz Bölgesinin bu işe uygun bulunduğu görüşünü savunuyorlar.
Ancak Sarkozy, tüm eleştirilere rağmen, girişimleri konusunda ilk ortaklarını bulmuş görünüyor. İtalya ile İspanya söz konusu Akdeniz Birliği girişimini destekliyor.
Girişim, AB'ye üye olmayan diğer ülkelerde ise kabul görmüyor. Konuyla ilgili konuşan Türkiye Başbakanı Erdoğan, Sarkozy'nin girişiminin "temelden yoksun" olduğunu belirtiyor. Türk hükümeti, Sarkozy'nin inisiyatifinin asıl amacının, Türkiye'nin AB üyeliğini engellemek ve Türkiye'yi, kurulacak bir Akdeniz Birliği ile ortaklığa bağlamak olmasından endişe ediyor.
Libya devrim lideri Kaddafi, Akdeniz Birliğine büyük ilgi duyduğunu gösterdi. Ancak bir şart öne sürdü: İçinde İsrail bulunmayacak. Buna Fransa'nın itirazı hiç de gecikmedi. Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner, projenin İsrailsiz düşünülemeyeceğini söyledi.
Sarkozy, planını gerçekleştirmek amacıyla, Fransa'nın AB Dönem Başkanlığını devralacağı 2008 yılının ikinci yarısında yeni adımlar atmaya hazırlanıyor. Sarkozy, özellikle de 14 Temmuz Fransız Milli Bayramı'nda tüm Akdeniz ülkeleri ile AB üyesi ülkelerin katılacağı bir zirve planlıyor. Akdeniz Birliğine kuşku ile bakanların ikna olup olmayacağı ise belli değil.

DER STANDARD: "AVRUPA İSTESEYDİ YAPABİLİRDİ"

VİYANA, 21/01(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 21 Ocak 2008 tarihli sayısında, Christoph Prantner imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

Pazar günü Viyana'daki Burgtheater'da yapılan, "Sarsılan Dünya Düzeni ve Avrupa'nın Rolü" isimli panele, Standard gazetesinin daveti üzerine Anne Marie Slaughter, George Soros, Joschka Fischer ve Karel Schwarzenberg katıldılar. Tartışmayı, Standard gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Alexandra Föderl Schmidt yönetti. Panelde, İran'ın nükleer çabaları, ABD'nin füze savunma sistemi, Çin'in yükselişi, Türkiye'nin AB'ye katılımı gibi konular tartışıldı.
Joschka Fischer, ABD'nin şu sıralar İran'a karşı bir savaşı kazanacak durumda olmadığını, öte yandan nükleer bir İran'ın "kabus" olacağını söyledi. Fischer'e göre, böyle bir İran, İsrail'in ve Suudi Arabistan'ın varlığını tehdit edebilir ve bölgede nükleer bir yarışa yol açar. George Soros da askeri bir harekatın, nükleer programı durduramayacağı ve radikal güçlerin işine geleceği görüşünü savundu. İran ve ABD'de yapılacak olan seçimlerden umutlu olduğunu belirten Soros, 2009 yılının yeni bir başlangıç olabileceğini söyledi. Anne Marie Slaughter ise ABD'nin Tahran ile yeniden doğrudan ilişki kurmasından yana olduğunu belirtti.
Karel Schwarzenberg, füze teknolojisinin ve kitle imha silahlarının yayılmasına dikkat çekerek, savunma sistemi projesi üzerinde çalışmaların devam ettiğini söyledi. Fischer ise buna benzer savunma planlarının hiçbir zaman işlemediğini öne sürerek, bunlara güvenmediğini belirtti.
Bir yıldan beri Şangay'da çalışan Slaughter, "Avrupalılar ve Amerikalılar artık her şeye kötümser bakmaya başladılar" dedi ve Çin'in, muazzam çevre ve sosyal sorunları olmasına karşın, olaylara bakışının bunun tam tersi olduğuna işaret etti. Slaughter, Pekin'deki hükümetin 25 yıllık bir gelişmeye ihtiyacı olduğunu, ancak ondan sonra dünya sahnesinde yerini alabileceğini söyledi. Soros ise, Çin'i on yıla kadar etkisi altına alabilecek mali bir krizin belirtilerinin görüldüğünden bahsetti.
Schwarzenberg, ne AB'nin ne de Türkiye'nin katılıma hazır olduğunu vurguladı, ama bunu ihtimal dışı bırakmak da istemedi. Fischer için asıl önemli olan soru, AB'nin "Türkiye'yi rencide edip etmediği" idi. Fischer Avrupalıların önümüzdeki 50 yıl içinde güvenliklerinin buna bağlı olacağı görüşünde. Rusya ve İran'ın Türkiye'yi bağırlarına basmak için beklediklerine işaret eden Fischer, böylece uzun zamandan beri birbirlerine karşı olan üç gücün birleşmiş olacağını, bunun Avrupa enerji politikası açısından feci sonuçlar doğuracağını vurguladı. Fischer ayrıca, Ankara'ya sırt çevirmenin sorumsuzca ve çılgın bir davranış olacağını söyledi. Slaughter, AB'nin, ancak Orta Doğu politikasına ilişkin net bir çizgi belirledikten sonra Türkiye hakkında düşünmesini önererek, "Bu bölgede Türkiye kritik bir güç" dedi.

 

FRANSA BASINI

AFP: "FRANSA, 2009-2010'U 'TÜRK YILI' İLAN ETTİ"

PARİS, 21/01(AFP)(BYE)--- Fransa Dışişleri Bakanlığından alınan bilgiye göre, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesine karşı olan Fransa, bu ülkeyi daha iyi tanıtma amacıyla 2009 Temmuz ayı ile 2010 Mart ayı arasındaki dönemi "Türk yılı" ilan etti.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Pascale Andreani, yayımlanan bir bildiride, "Fransa'da Türk yılı, Fransız halkının, çağdaş Türkiye'nin yaratıcı çeşitliliğini ve dinamizmini olduğu kadar, kültürel zenginliğini de daha iyi tanımasına olanak sağlayacaktır" şeklinde görüş bildirdi.
Andreani sözlerini, bu Türk yılı "Fransa için birinci derecede siyasi, ekonomik ve kültürel partner olan Türkiye ile ilişkilerimizin önemini, eskiliğini ve yoğunluğunu ortaya koyacaktır. Üst düzey ziyaretler de gerçekleşecektir" diyerek sürdürdü.
Sözcü, "Bütün Fransa'da, kültürel ve sanatsal olduğu kadar iktisadi, bilimsel ve teknolojik boyutlarıyla, kaynağını sivil toplumdan alan ortak yapım ve projeler de içeren birçok gösteri gerçekleştirilecektir" dedi.
Türk-Fransız organizasyonu karma komitesinin ilk toplantısının, önümüzdeki haftalarda yapılması öngörülüyor. Bu komiteye, Fransız sigorta şirketi Axa'nın genel müdürü Henri de Castries ve Türkiye'nin eski büyükelçilerinden Necati Utkan başkanlık ediyorlar.
Fransız Cumhurbaşkanı, "imtiyazlı ortaklık" teklif ettiği Türkiye'nin AB'ye üyeliğine muhalif. Fransız kamuoyu da çoğunlukla Türkiye'nin AB üyeliğine karşı.

 

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "PAPADOPULOS CUMHURBAŞKANI SEÇİLECEĞİNDEN EMİN"

LEFKOŞA, 18/01(REUTERS)(BYE)--- Michele Kampas bildiriyor:

Kıbrıs Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos ve sekiz kişi bugün, 17 Şubat'taki cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak için adaylık başvurusunda bulundu. Söz konusu seçimler, adanın yeniden birleştirilmesi müzakereleri ve Türkiye'nin AB'ye katılım umutları açısından kilit önem taşıyor.
Adaylık başvurusunun ardından basına konuşan Papadopulos, "Başarabileceğimizden hiç şüphem yok" dedi.
Kıbrıs'ın uluslararası camiada tanınan Kıbrıs Rum ve yalnızca Ankara'nın tanıdığı tek taraflı ilan edilmiş Kıbrıs Türk devleti arasında ikiye bölünmüş hali, Türkiye'nin AB'ye katılma davası önünde bir engel olmaya devam ediyor.
AB, Ankara, deniz ve kara limanlarını Kıbrıs Rum trafiğine açmayı reddettiği için sekiz başlıkta yürütülen üyelik müzakerelerini dondurdu.
Diplomatlar, 2004'te bir BM planının Papadopulos öncülüğünde Kıbrıslı Rumlarca reddinin ardından fiilen tıkanan barış görüşmelerine yeniden dönmek için bir fırsat kapısı açılabileceği görüşündeler.
Papadopulos, "Ödün vermeden hak ettiğimiz çözümü aramaya devam edeceğiz" diye konuşurken, sağ kanattan rakibi Ioannis Kassoulides, "İlerlemek istiyoruz, son beş yıldır düşülen çıkmaza saplanıp kalmak niyetinde değiliz" dedi.
Komünist lider Demetris Christofias ve Ioannis Kassoulides, Kıbrıs Türk halkıyla köprüler kurmaya çalışacaklarını ifade ettiler.
Lefkoşa'da bir Batılı diplomat da, "Halkı bir çözüm bulmaya odaklayacak seçimsiz bir dönem var. Bir de gündemde AB'nin 2009'da açıklayacağı Türkiye değerlendirmesi var" dedi.
Kıbrıs'ı iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon olarak birleştirme ilkesi çoğunlukça kabul edilmekle birlikte, federasyonun alacağı şekil üzerinde farklı görüşler söz konusu.

REUTERS: "TÜRKİYE'NİN AB GELECEĞİ YENİ REFORMLARA RAĞMEN KARANLIK"

ANKARA, 18/01(REUTERS)(BYE)--- Gareth Jones bildiriyor:

Türkiye, AB'ye üyelik girişimini 2008'deki önceliği olarak beyan ettiyse de ülkede Müslümanlara has başörtüsüne uygulanan yasağı kaldırma ve Anayasa'yı değiştirme hamleleri AB'yi tatmin edecek reformların uygulanmasına engel teşkil edebilir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu hafta bir konuşmasında, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi iç meselelerin 2007'de Türkiye'nin bütün siyasi enerjisini tükettiğini söyledi.
Gül, "2008 Avrupa Birliği yılı olacaktır.(...) Hükümetin eylemlerini yakından izleyeceğim" dedi.
Ancak, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Anayasa'nın yeniden yazılmasına ve başörtüsü yasağının kaldırılmasına odaklanması yargı ve orduyu da içine alan laik seçkinler tabakası ile gerginliği yeniden ateşleyebilir ve hükümeti AB davasından başka yöne saptırabilir.
Ankara, AB'ye katılma arzusunun azalmadığını beyan ederek 27 üyeli bloka katılmak için tamamlaması gereken 35 politika başlığından bazıları üzerindeki görüşmelerin açıldığına işaret ediyor.
Türkiye'nin AB davasına olan bağlılığını gösterecek olan turnusol testi, Türk Ceza Kanunu'nun 301 sayılı maddesidir. "Türklüğe" hakareti suç sayan bu madde uyarınca onlarca yazar ve akademisyen hakkında dava açıldı. Bu maddenin değiştirilmesi veya tamamen kaldırılmasında, AB ısrarcı.
Bu konuyu yıllardır kaçamak cevaplarla geçiştiren hükümet yetkilileri bugün artık, değiştirilmiş bir metinde anlaşmak üzere olunduğundan söz ediyorlar. Maddenin değiştirilmiş halinde daha belirsiz "Türklük" ifadesi yerine "Türk halkı" ifadesinin konulması bekleniyor.
Ancak, Gül bile Ceza Kanunu'nda ifade özgürlüğüne engel teşkil edebilecek başka maddeler de bulunduğunu kabul ediyor ve gerçek sorunun devlet çıkarlarını bireyin çıkarlarından üstün bilen muhafazakar adalet anlayışında olduğunu düşünüyor.
Parlamentonun yakın bir tarihte, önceki Cumhurbaşkanınca veto edilen Vakıflar Yasası'nı onaylaması bekleniyor, ancak bu yasa da, AB'nin, ülkede yaşayan Hristiyan azınlığa mülkiyet haklarının iadesi yönündeki talebini karşılamıyor.

--Milliyetçilik--

Hükümet, Parlamentodaki güçlü Türk milliyetçisi muhalefet ve ülkenin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı güneydoğusundaki zorlu güvenlik şartlarından ötürü Kürtlere daha fazla kültürel hak tanımak konusunda da gönülsüz davranıyor.
AB ve ABD'nin zımni desteğiyle de olsa Ankara, Türk güvenlik güçlerini hedef alan ve Türk milliyetçiliğindeki hızlı yükselişi körükleyen bir dizi ölümcül gerilla saldırısının ardından Kuzey Irak civarında PKK'lı ayrılıkçı Kürt isyancılarına ait mevzileri bombalamaya başladı.
Öte yandan milliyetçi kaygılar, son günlerde, kimi Türklere göre ulusal birliği bozmayı aklına koymuş Hristiyanlara yapılan saldırıların da sorumlusu olarak görülüyor. Cumartesi günü Türkler, Ermeni Hristiyan azınlığın önde gelen mensuplarından olup aşırı milliyetçi bir tetikçi tarafından vurulan editör Hrant Dink'i katlinin birinci yıl dönümünde andı. Londra merkezli Siyasi Risk Danışmanlığı Avrasya Grubundan Wolfango Piccoli, "Hükümetin AB reformları alanındaki ataleti ülkedeki milliyetçiliği körükleyebilir" diyor.
Piccoli, Türkiye'yi AB demokratik normlarıyla uyumlu bir çizgiye getirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa yazma planlarının, geçen yıl dinin yeri konusunda çıkan kavgaları canlandırma tehlikesi arz ettiğini söylüyor.
Türkiye'deki laik seçkinler, başörtüsü gibi dini semboller üzerindeki kısıtlamaları hafifletme planının din-devlet ayrılığını tehdit edeceği endişesinde.
Türkiye'nin AB yolundaki sıkıntıları sadece iç cepheyle sınırlı değil. Ankara aynı zamanda AB üyesi Kıbrıs'tan gelen deniz ve hava taşıtlarına limanlarını açmak konusunda ilerleme göstermek zorunda. Ne var ki AB, Akdeniz adasının kuzeyinde tek taraflı ilan edilmiş Kıbrıs Tük yönetimine karşı ticari kısıtlamalarını kaldırmadan Türkiye'nin bu yönde bir adım atmaya niyeti yok.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Tassos Papadopoulos gelecek ayki seçimlerde yeniden göreve gelirse Türkiye'nin işi daha da zorlaşacak, zira Kıbrıslı Rum lider, Ankara'nın gözünde, Türkiye ve Kıbrıslı Türk karşıtı bir figür.
Ankara'yı kaygılandıran bir nokta daha var: Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olan Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy 2008'in ikinci yarısında blokun dönem başkanlığını devralacak.
Erdoğan mayıs ayında, Türkiye'nin AB yolculuğunu kuşkuyla izleyen bir başka lider, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Sarkozy ile bir araya gelecek. Bu hafta yaptığı bir konuşmada Erdoğan, iki liderle görüşmesinde, onlara, Ankara'nın AB ile "imtiyazlı ortaklık" seçeneğini kabul etmeyeceğini net bir şekilde anlatacağını belirtti.

REUTERS: "ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN: İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KISITLAYAN TARTIŞMALI YASANIN DEĞİŞTİRİLMESİNE YÖNELİK TASLAK HAZIR"

İSTANBUL, 21/01(REUTERS)(BYE)--- Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin bugün, Türk hükümetinin ifade özgürlüğünü kısıtlayan tartışmalı bir yasanın değiştirilmesi yönündeki bir taslağı birkaç gün içinde parlamentoya sunacağını söyledi.
Şahin Sabah gazetesine yaptığı açıklamada hükümetin, Avrupa Birliğinin uzun zamandır beklediği değişikliğin bu ayın sonunda onaylanmasını umduğunu söyledi.
Şahin Sabah gazetesinin kendisiyle yaptığı mülakatta, "Tasarı hazır. Söz konusu değişiklik birkaç gün içinde meclis başkanlığına sunulacak. Bu ayın sonu itibariyle yasaya dönüştürmeyi planlıyoruz" dedi.
Türkiye, "Türklüğü aşağılama"yı suç sayan ve Nobel ödüllü Orhan Pamuk'un da aralarında bulunduğu onlarca yazar aleyhine dava açılması için kullanılan 301. Maddenin değiştirilmesi için AB'nin ve insan hakları gruplarının yoğun baskısı altında bulunuyor.
Söz konusu değişiklik ile, belirsiz "Türklük" ifadesi yerine "Türk milleti" ifadesinin yerleştirilmesi ve savcıların bu madde uyarınca dava açmadan önce Adalet Bakanlığından veya uzmanlardan oluşan bir kuruldan izin almalarını öngörmesi bekleniyor.
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, 301. Madde değiştirilinceye kadar AB'nin görüşmeleri, kilit nitelikteki adalet ve iç meseleler gibi alanlara genişletmeyeceğini söylemişti.

THE TIMES: "TÜRK CEZA KANUNU"

LONDRA, 19/01(BYE)--- The Times gazetesinin 19 Ocak 2008 tarihli sayısında, düşünce özgürlüğünü savunan 19. Madde adlı örgütün başkanı Agnes Callamard, Pen'in İngiltere Masası Direktörü Jonathan Heawood ve sansüre karşı mücadele veren Index on Cencorship'in Yönetim Kurulu Başkanı Henderson Mullin ortak imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan okuyucu mektubunun çevirisi şöyledir:

--İngiltere ve AB, Artık Hiç Kimsenin, Düşüncesini İfade Ettiği İçin Öldürülmemesi veya Hapse Atılmamasını Güvence Altına Almak Zorunda--

Türk-Ermeni gazetesi Agos'un editörü ve evrensel ifade özgürlüğü hakkının cesur savunucusu Hrant Dink'in ölüm yıl dönümü anısına Türkiye'de bu hafta sonu yapılan gösteriler, Türkiye'nin, belli başlı bazı konularda konuşanları "hain" olarak damgalayan ve bu yüzden bu kişileri aşırıcıların hedefi haline getiren Ceza Kanunu'nda bir an önce reform yapması gerektiğini hatırlatıyor.
Dink, Agos'ta 1915 Ermeni katliamlarını "soykırım" olarak tanımladıktan sonra Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesi uyarınca "Türklüğü aşağılamak" suçundan yargılandı. 19 Ocak 2007'de ise İstanbul'daki gazete binasının önünde aşırı milliyetçi biri tarafından vurularak öldürüldü. Oğlu Arat ve gazetenin sahibi de, ekim ayında ertelenmiş hapis cezasına çarptırıldılar.
Gerçek adaletin 301. maddenin bir an önce kaldırılmasını da içermesi gerektiğine inanan birçok Türk örgütü gibi biz de, geçen yıl boyunca çok az şeyin değişmiş olmasından endişe duyuyoruz. Yazarlar, gazeteciler ve yayıncılar, 301. madde ve diğer bazı tartışmalı maddeler kapsamında yargılanmaya devam ediyor ve bunun sonucunda sık sık şiddete maruz kalma tehdidi alıyorlar. Türk Parlamentosu gelecek hafta 301'deki değişiklikleri tartışacak, ancak sert cezalar içeren "Türk milletine iftira" suçu değişiklik kapsamında olmadığı için, bu yasa değişikliği yeterli görünmüyor.
Maalesef Türkiye ile müzakereleri sürdüren Avrupa Birliği, bu tehlikeli yasaların yürürlükten kaldırılması yerine düzeltilmesinde ısrar etti. İngiltere ve AB şimdi, 301. maddenin artık bir baskı aracı olarak kullanılmamasını ve başka kimselerin fikirlerini açıkladıkları için öldürülmemelerini yahut tutuklanmamalarını sağlamak zorunda.

Agnes Callamard Article 19 Başkanı
Jonathan Heawood English PEN Direktörü
Henderson Mullin Index on Cencorship Yönetim Kurulu Başkanı

 

İSPANYA BASINI

EUROPA PRESS: "ERDOĞAN, AB'YE TAM KATILIMDAN BAŞKA BİR ALTERNATİFİ KABUL ETMEYECEĞİNİ SÖYLÜYOR"

ANKARA, 17/01(BYE)--- İspanya'nın haber ajansı Europa Press'in 16 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Madrid çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin, AB'ye tam katılımdan başka bir alternatifi kabul etmeyeceği uyarısında bulundu. Öte yandan İspanyol şirketlerini, inşaat, gıda, tarım, turizm, telekomünikasyon ve enerji gibi alanlarda Türk şirketleriyle ortak çalışmaya davet etti.
Madrid'de düzenlenen bir iş yemeğinde Erdoğan, Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin, "Türkiye için ayrıcalıklı ortaklığı, alenen alternatif olarak savunduğunu, ancak Avrupa Birliği terimleri içinde ayrıcalıklı ortaklık ibaresi bulunmadığını, katılım için var veya yok denildiğini" belirtti.
Erdoğan, "Bizim katılım sürecimiz, siyasi dış politikamızın tartışma götürmez temel bir amacıdır ve Türkiye, tam üye olmak için gerekli adımları atmıştır. Türkiye, ya kabul edilir ya da edilmez, bunun başka ifadesi yok ve bunu da Sarkozy ve Merkel'in bilmesi gerekir" dedi. Türkiye Başbakanı, Türk katılımına olan çekinceler konusunda görüşmek üzere önümüzdeki mayıs ayında iki yöneticiyle bir araya gelecek.
Erdoğan, İspanya'nın Türkiye'nin Birliğe katılımına olan "samimi" desteğine teşekkür etti ve bunun, İspanyol Halk Partisi (PP) gibi İspanya Sosyalist İşçi Partili bütün İspanyol hükümetlerinin bir "devlet siyaseti" olduğunu belirtti.
Erdoğan, "1999'da Helsinki'de toplanan Avrupa Konseyinde İspanya, Türkiye'nin katılımı yönünde olumlu bir tavır sergilemiştir ve Aznar dönemindeki müzakere komisyonlarında da İspanya her zaman Türkiye'ye evet demiştir" açıklamasında bulundu.
Erdoğan, ülkesinin AB'ye katılım için, amaçlarının "büyümek, istikrar ve Türkiye'yi dünyanın ilk on ekonomi devinden biri yapmak olan bir ekonomi siyaseti sayesinde Maastricht Kriterleri'ni yerine getirmek yolunda" ilerlemek olduğunu vurguladı.
Başbakan, İspanya ile gelişen ekonomik ilişkilere değinerek, Türkiye'deki İspanyol şirketlerinin azlığından yakındı ve İspanyol şirketlerinden Türklerle çeşitli alanlarda ortak çalışmalarını istedi.

EL PAIS: "İTTİFAKLAR VE... SAYGI ÜZERİNE"

ANKARA, 18/01(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 18 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, Andreas Hadjithemistos (Madrid'deki Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçiliği Basın Ataşesi) imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının çevirisi şöyledir:

Zamanında futbol oyuncusu olarak Türk Başbakan Sayın Erdoğan, avantaj kuralını iyi öğrenmiş. Medeniyetler İttifakı Forumuna katılmak için Madrid'de bulunduğu zaman zarfında Erdoğan, AB üyesi bir devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti'ne katı bir şekilde saldırmak için forumdan faydalandı. Türk Başbakan, Türkiye'nin Avrupa perspektifine olan Fransız ve Alman çekinceleri konusundaki önemli sorularda açıklama yapmaktan kaçınarak Kıbrıs konusunda yanlış ve asılsız suçlamalar yapmakla uğraştı.
Değerli Erdoğan Bey; futbolda hakem olduğu üzere, uluslararası siyasette de her devletin durumunun çerçevesini dikte eden uluslararası yasallık ilkeleri vardır. Somut Kıbrıs konusunda, size hatırlatayım: Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız, uluslararası toplum tarafından tanınmış, toprak olarak hakim ve Kıbrıs adasının tamamı konusunda hukuki tek muhatap olan bir devlettir. Adanın bölünmüşlük durumu, 1974'te Türk askerinin yasa dışı işgaline ve Türkiye'nin 43 bin kişilik bir ordusuyla 160 binden fazla sömürgecinin bulunduğu Kıbrıs topraklarının yüzde 37'sini zaptetmesine bağlıdır. Kıbrıs, AB'nin üyesidir ve Kıbrıs Türkleri de Avrupa vatandaşı gibi tüm haklardan faydalanıyorlar. Kıbrıs, Türkiye'nin Avrupa perspektifini destekliyor. Bununla birlikte, tüm üye devletlerin paylaştığı AB ilke ve değerlerine saygı istiyor. Sayın Erdoğan, kültürlere saygı duyulmuyorsa ittifakın mümkünatı yoktur.

EL PAIS: "UZUN ÇÖL YOLCULUĞU"

ANKARA, 20/01(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 20 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, F.C. rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İspanya ziyareti, Avrasya ülkesinin Avrupa Birliği'ne girişi hakkındaki tartışmayı yeniden alevlendirdi. İspanya Hükümet Başkanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, Türk katılımına olan desteğini açıkça ifade ederken, Erdoğan da, Avrupa Komisyonunun teknik tüm isteklerini yerine getirdiklerini hatırlatmak ve ülkesinin AB tarafından neden kabul edilmediğini makul şekilde sormak için fırsattan yararlanıyordu. Türk Başbakan için ülkesi, AB'nin yeni birçok üyesinden farklı olarak Maastricht kriterlerini tamamladı.

--Uzun Bir Yol--

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımı, 40 yıldan fazla süren ve resmi olarak 2004'te başlayan uzun ve işkence dolu bir yola damgasını vurdu. Müzakereler çoğunlukla, siyaset, din, medeni haklar ve ekonomi konularında şartlandırıldı. Erdoğan da, ülkesinin girişini hızlandırmak için ekonomiye sık sık atıfta bulundu. Veriler, Türkiye ekonomisinin Birlik standartlarına uyumunu sağlamak için sergilediği yoğun çabalar sonucunda son dönemde Avrupa Birliği'ni ikiye katlayan hacimde büyüdüğünü gösteriyor.
2001'deki ciddi mali krizin üstesinden geldikten sonra ülke, altı yılda gayri safi milli hasılayı hemen hemen üçe katlamaya imkan tanıyan bir büyüme elde ederek dünyanın en büyük ekonomileri arasında 17. sıraya yerleşti. Bu yıllar zarfında Türk Hükümeti, yüksek enflasyon rakamlarını kontrol etmeyi başardı ve IMF ile yaptığı bir dizi anlaşma sonrasında bütçe açığını Avrupa tarafından istenen orana indirmeyi başardı.
Kıbrıs ile olan tartışmaları, Kürt sorununu, medeni haklar ve adli sistemin iyileştirilmesi alanlarında gösterilen belli belirsiz gelişmeleri göz ardı etsek bile, hala problem olmaya devam eden ekonomik engeller var. Katılım konusunda art arda yayımlanan raporlarda Komisyon, sendikal haklara saygı, işsizlikle mücadeleye değinen önemli yetersizliklere de dikkat çekti.
Avrupalı ve İspanyol şirketler için yatırım ana konulardan biri. 2006 yılında Türkiye'ye yatırım yapanların yüzde 70'i Avrupa ülkelerindendi. Bunun yanı sıra Avrupa ile ticaret de giderek artıyor. 2005'te Türk ihracatının yüzde 52,3'ü Avrupa Birliği'ne yönelikti. Ayrıca Türk ithalatının yüzde 42,1'i de AB ülkeleri menşeli. Ticari göstergeler, eskiden olduğu gibi AB'nin lehine.

 

 

KIBRIS RUM BASINI

POLİTİS: "ANKARA 2009'A YETİŞMEK İSTİYOR"

LEFKOŞA, 21/01(BYE)--- Bağımsız, liberal eğilimli Politis gazetesinin 20 Ocak 2008 tarihli sayısında, Anna Andreu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Ankara'nın Kıbrıs sorununa çözüm sürecinin yeniden başlaması için baskı yapmaya başlamasının nedenlerini kavrayan Türk siyasi analistler, Türkiye'nin, Kıbrıs sorunu yeniden AB'nin gündeminde iken, 2009'a yetişmek istediği görüşündeler.
Siyasi analistler, "Rum tarafından çok Türk tarafının çözüme ihtiyacı olduğunu düşünüyorlar". Çünkü Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerini zehirliyor" iddiasında bulunuyorlar.
Öte yandan 2006 yılının Aralık ayında AB'nin sekiz başlık üzerine müzakerelerin ertelenmesine karar verilmesinin sebebinin Kıbrıs sorunu olduğunu vurguluyorlar.
Limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs gemi ve uçaklarına açmadıkları için bunun bedelini ödüyorlar. Şimdi Ankara'nın 2008'de müzakerelerin başlamasını sağlayacak Kıbrıs sorununun çözüm umudunun var olması gerektiğini anladığı görünüyor.
Ayrıca Türkiye'nin limanlarının ve havaalanlarının açılması konusunda ilerleme de olmalıdır.
AB'nin 2009'da, limanlara ve havaalanlarına ilişkin Türkiye'nin "ek protokolü" uygulayıp uygulamadığını değerlendireceklerini hatırlatan Türk siyasi analistler, "Aksi takdirde Türkiye üyelik sürecinde daha büyük bir sorun yaşayacak" diye iddiada bulunuyorlar. İlerlemenin saptanmadığı bir durumda, Türkiye'ye karşı başka önlemlerin alınması ihtimal dahilindedir.

--Ankara'nın Mesajı--

Ankara'nın Kıbrıslı Türkler ile vermeye çalıştığı mesaj, şimdi Kıbrıs sorununu çözmenin son fırsatının olduğudur: Türk tarafı "Bu sorunu ya çözeceğiz ya da adanın bölünmesi kalıcılaşacak" diyor.
Dipnot olarak, Kosova örneği veriliyor! Buna rağmen Ankara, özellikle Kıbrıs sorununun Kosova ile bağlantılı olduğunu reddediyor. Türk Başbakanın geçen hafta verdiği yanıt, "Kosova'nın Kıbrıs sorunu ile hiçbir bağlantısının olmadığı" yönündeydi. Kıbrıs sorununun BM çerçevesinde çözümünü desteklemeye devam ediyor. Ancak koşullar değişse bile Avrupa süreci bunu gerektiriyor.
Türk siyasi analistler, "Kıbrıs'la ilgili herhangi bir ilerleme olursa, bu Türkiye'yi, Sarkozy ve Merkel cephesine karşı güçlendirecek" değerlendirmesini yapıyorlar.

--Gelecek Tarih--

Ankara için bir sonraki önemli tarih, Türk Başbakanın Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile yapacağı ünlü üçlü görüşmenin yapılacağı mayıs ayıdır. Bu görüşmede Tayyip Erdoğan, AB'nin iki büyük ülkesinden niyetlerini açığa kavuşturmalarını isteyecek.
Ankara'nın endişelerini anladıklarını gösteren Avrupalı diplomatlar, "2005 yılında Türkiye'nin AB ile, üyelik müzakerelerine yönelik kararlarda bir belirsizlik vardı. Erdoğan, bu iki ülkeden niyetlerini açıklığa kavuşturmalarını istemekte haklıdır" diye açıklama yaptılar.
Kaynaklara göre Türkiye Başbakanı, Merkel ve Sarkozy'yle görüştüğünde onlara doğrudan şunu soracak: "Sizin sorununuz ne? 2005'te Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerinin başlamasına onay verdiniz. Şimdi neyi müzakere ediyoruz? Müzakereler devam ederken siz Türkiye'nin tam üyeliğine hayır dediniz." Türkiye Başbakanı bu iki ülkenin uygulamalarındaki çelişkiyi görmelerini güvence altına almak istiyor.

 

YUNANİSTAN BASINI

AEGEANTIMES: "KASULİDİS: TÜRKİYE, ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMADAN AB'YE ÜYE OLAMAZ"

ANKARA, 17/01(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi Aegeantimes'ın 17 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında Yannis M.Negris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Kıbrıs'ta Cumhurbaşkanı adayı ve Avrupa Parlamentosu üyesi Yannis Kasulidis, "Türkiye, kendisi ve suçlarıyla uzlaşmadan veya haksız yere öldürülen canların en sonunda huzura kavuşmaları için Ermeni soykırımını tanımadan AB'ye üye olamaz" dedi.
Kasulidis, Lefkoşa'nın Ermeni metropolünde düzenlenen seçim toplantısında yaptığı konuşmada, Kıbrıs Rumları ve Ermenilerin, Türkiye'nin politikasının sonuçlarından benzer şekilde mağdur olduklarını söyledi.
Kasulidis, Kıbrıs'ta Ermeniler, Rumlar ve diğer cemaatler arasındaki ilişkilerin kardeşçe ve uyumlu olduğunun ispatlandığını ve bunun da, Kıbrıs Rumları ile Kıbrıs Türklerinin uyum içinde yaşayamayacaklarına dair düşünceleri gerçek dışı kıldığını kaydetti.

YUNANİSTAN RADYO TV KURUMU: "KARAMANLİS'İN ANKARA ZİYARETİ MECLİSTE"

ANKARA, 18/01(BYE)--- Yunanistan Radyo TV Kurumu'nun (ERT) 18 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Başbakan Kostas Karamanlis, bugün Meclis'te Halkçı Ortodoks Uyarı (LAOS) Partisi Başkanı Yorgos Karatzaferis'in soru önergesine cevaben, Türkiye ziyaretini, Ankara ve İstanbul'a iade-i ziyaret olarak niteledi.
Karamanlis, bu ziyaretin, ikili işbirliği çabalarının devamı ettirilmesi, güven arttırıcı önlemlerin takviye edilmesi ve genişletilmesi, Türkiye'nin AB ilkelerine uyumu için teşvik edilmesi ve nabız yoklama amacıyla yapıldığını söyledi.
Karatzaferis ise, Yunanistan'ın sadece verdiğini ve hiçbir şey almadığını, Türkiye'nin, Yunanistan'ın karasularını genişletme yasal hakkını kullanması durumunda Casus Belli'yi devam ettirme tutumunu sürdürdüğünü, AB üyesi bir ülkenin topraklarının yüzde 40'ını işgal ettiğini, kriz yarattığını ve her gün Yunan hava sahasını ihlal ettiğini iddia etti.
Karamanlis, verdiği karşı cevapta, halkçılığın bir işe yaramadığını ve hükümetin dış politikada, sonuç alacak şekilde stratejik hedeflerinin peşinde olduğunu söyledi.
Karamanlis'in Türkiye ziyaretinin 23-25 Ocak tarihlerinde yapılması kesinleşti. Bu, bir Yunan Başbakanı'nın yaklaşık olarak 50 yıl sonra, Türkiye'ye yapacağı ilk resmi ziyaret olacak.
Panhellenik Sosyalist Hareketi (PASOK), dün düzenlenen Ulusal Dş Politika Konseyi toplantısında, ziyaretin zamanlaması konusunda çekimser kaldığını dile getirdi.
Sol ve İlerici Güçler İttifakı (SİN) ise, böyle ziyaretlerin sıcak sorunları çözmediği değerlendirmesinde bulundu.

ELEFTEROS TİPOS: "BAŞKAN GÖZÜNÜ ONDÖRT AÇ ERDOĞAN SENİ KIŞLAYA SOKMASIN"

ATİNA, 21/01(BYE)--- Tirajı günde 33.196 olan Elefteros Tipos gazetesinin 21 Ocak 2008 tarihli sayısında, H. Pasalaris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Kostandinos Karamanlis 1979 yılının Mayıs ayında Yunanistan'ın Avrupa Birliği'ne üyeliğini imzalamasaydı, bugün Türkiye ile ilişkilerimizin daha da zor olacağını hiç düşündünüz mü? Karamanlis, Yunanistan'ın AB üyeliğiyle hem Avrupa çerçevesinde hem de uslanmaz saldırgan komşularımıza karşı sınırlarımızın güvence altında olacağına inandığından ülkemizin AB üyeliği için 20 yıl önce mücadeleye başlamıştı.
Karamanlis'in bu başarısıyla Erdoğan'ın Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmasına yönelik aşırı isteği bugün doğrudan doğruya Yunanistan'ın ve Kıbrıs'ın onayına bağlıdır. Ancak Türk Generalleri, bu durumdan rahatsız oldukları için Kardak (İmia) Adası'nda "devriye gezerek", Ege'de "ihlallerde bulunarak" ve Trakya'ya "kasıntı ziyaretlerde" bulunarak tahriklerini doruğa çıkardılar. Başbakan Ankara'ya giderken bu basit gerçekleri aklında tutsun (49 yıl önce dayısının aklında tuttuğu gibi). Sayın Karamanlis bunun dışında Putin ile kurduğu ilişkilerle güçlenmiş olan Erdoğan ile ikili görüşmeler yapacak. Söz konusu ikili görüşmelerde, iki Başbakan Batılı silah tüccarlarına ve özellikle Amerikalılara karşı bazı konularda "hayır" diyebilme, iyi komşuluk ve işbirliği (ticaret, yatırım, turizm, kültür alanlarında) konularında görüş birliğine varırlarsa, o zaman iki ülkenin kazancı büyük olacak. Böylelikle Karamanlis'in ve ona refakat edenlerin ziyareti başarılı olacak.
Karamanlis, Erdoğan'ın Türkiye'sinin Kürtlerle olan ciddi sorunlarının günden güne arttığını biliyor. Erdoğan'ın ayrıca Sarkozy ile sorunu olduğunu da biliyor. Sarkozy, Türkiye'yi Avrupa'da istemiyor. Türkiye'nin nüfus artışıyla ilgili ciddi sorunu var. 60 milyon aç vatandaş Avrupa'ya "döküleceği" zamanı bekliyor. Demek ki Türkiye'nin, gururunu görünür bir şekilde rencide etmeden Yunanistan ve Kıbrıs ile "arasını bulması" gerekiyor. Erdoğan'ın uzun vadeli uzlaşır bir planın tatbiki konusunda, diğer politikacılara kıyasla, "kirve" Karamanlis'e taviz vermesini tercih etmesi daha mantıklı sayılır. Başka bir deyişle Erdoğan, Karamanlis'e "Kardeşim, sizinkilerle de olduğu gibi, kışlalarına sokana kadar gezinmelerine müsaade et" diyecek.
Belki de bu söylediklerime hak vereceksiniz. Ama yine de kurnaz Erdoğan'ın Karamanlis'i "kışlaya" sokmasından korktuğumuz için Karamanlis'e gözünü ondört açmasını tavsiye ediyoruz.

TO VİMA: "YUNANLILAR TÜRKİYE'YE KUŞKUYLA YAKLAŞIYOR"

ATİNA, 23/01(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 23 Ocak 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Yunan kamuoyunun yüzde 70'i Türkiye'ye karşı olumsuzken, Türkler, Yunanistan'a daha olumlu yaklaşıyor. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde son yıllarda yaşanan gerginlik, geçen yıllara kıyasla azalmış olsa da, Yunanlılar hala Türkiye'ye kuşkuyla yaklaşıyor.
Kapa Research şirketinin, Başbakan Kostas Karamanlis'in Türkiye ziyareti nedeniyle her iki ülkede de yaptığı kamuoyu yoklaması sonuçlarına göre, Yunanistan'daki deneklerin yüzde 70'i Türkiye hakkında olumsuz düşünüyor. Ayrıca, yaklaşık aynı oranda Yunanlı, Türkiye'nin ülkemiz aleyhine yayılmacı hedefleri olduğuna inanıyor.
Buna rağmen Yunan kamuoyunun yaklaşık yüzde 85'i, ikili ilişkilere yapacağı katkı konusunda taşıdıkları şüpheleri bir yana, Sayın Karamanlis'in ziyaretine olumlu bakıyor.
Öte yandan Türklerin yaklaşık yüzde 65'i Yunanistan hakkında olumlu fikir sahibi. Ayrıca, son yıllarda ikili ilişkilerin düzeldiğine inanan Türklerin oranı da oldukça fazla (yüzde 69,5). Yunanlılar ise bu konuda daha temkinli davranıyor (yüzde 48,6).
Ancak, her iki ülkede de araştırmaya katılanlar, ülkelerinin önemli geri adımlar atması gerekse dahi ikili ilişkilerin iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyor. Yunanlar, AB gözetimi altında yapılacak bir müzakerenin iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların çözülmesi için en iyi yol olduğuna inanırken (yüzde 40,3), Türklerin ezici çoğunluğu (yüzde 74,8) doğrudan müzakere yapılmasını istiyor.
Türkiye'nin AB üyeliğine gelince, komşumuzun AB'ye üyelik sürecinin zorlu olduğu görünüyor. Yunanlıların yüzde 49,2'si Türkiye'nin sonuç olarak Brüksel ile özel ilişkiye yönlendirileceğine inanıyor. Türklerin yüzde 41,5'i ise, ülkelerinin AB'ye üyelik sürecinden hiçbir sonuç alınamayacağına ve sürecin durdurulacağına inanıyor. "Siz Türkiye'nin AB üyesi olmasını istiyor musunuz?" sorusuna Yunanlıların verdiği cevapların yarısı olumlu, yarısı ise olumsuzdu. Soruyu cevaplandıranların yüzde 49,'u "evet", yaklaşık olarak yüzde 46'sı ise "hayır" dedi.
Son olarak, gittikçe artan ikili ekonomik işbirliği olumlu olarak değerlendiriliyor ve Yunanlılar ile Türklerin yaklaşık yüzde 80'i, ekonomik ilişkilerin, ikili ilişkilerin genel anlamda gelişmesine katkısı olacağına inanıyorlar.

ETHNOS: "YUNAN BAŞBAKANI'NIN ANKARA ZİYARETİNDEN SADECE TÜRKİYE KARLI ÇIKACAK"

ATİNA, 23/01(BYE)--- Tirajı 46.593 olan Ethnos gazetesinin 23 Ocak 2008 tarihli sayısında, Yorgos Delastik imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Karamanlis'in bugünkü Ankara ziyareti "siyasi bir azap" olarak yorumlanabilir. Bugün öğleden sonra başlayan Karamanlis'in resmi Ankara ziyaretinin bir anlamı ve hedefi yoktur. Yarım asırdan beri hiçbir Yunan Başbakanı Ankara'ya ayağını basmadı. Karamanlis'in Ankara ziyareti melankoliye yol açan şartlar altında gerçekleşiyor. Bu ziyaretin siyasi çerçevesini Türk tarafı çizdiği için bu ziyaretten sadece Ankara kazançlı çıkacak. Söz konusu resmi ziyaretin gerçekleştiği şartlar bile, Türk tarafının önemli bir siyasi başarısı sayılır. Yunanistan'ın ve Karamanlis'in siyasi ve diplomatik açıdan zararlı çıkacağı kesin. Önemli olan bu zararın boyutlarını hesaplamaktır.
Sorun Başbakan'ın Ankara ziyareti sırasında siyasi ve askeri açıdan tahrik edici girişimlerin kaydedilmesi değil. Tabii ki Başbakan'ın hiçbir durumda ülkemizin aleyhine olacak anlaşmalara yönelmesi beklenemez. Siyasi yenilgisi başka alanlardadır.
İlk başta, bu ziyaretle Türkiye'nin Yunanistan'a karşı kötü emelleri olduğuna yönelik Yunan iddiaları değer kaybediyor. Türkiye ile 50 yıl boyunca düşmanca ilişkiler olmasına ve Türk-Yunan anlaşmazlıklarından hiçbirine bir çözüm bulunmamasına rağmen, Yunan Başbakanı'nın Ankara'yı ziyaret etmesi, yabancılara söz konusu anlaşmazlıkların öneminin ikinci planda kaldığı izlenimi veriyor. Yani demek oluyor ki, Yunanlılar yıllarca ciddi bir neden olmadığı halde bağırıp çağırıyordu. Atina, bir yandan Türkiye'nin Yunanistan'a karşı emellerinin arttığı ve hata gerginleştiğini iddia ediyor, diğer taraftan da Karamanlis siyasi bir seyahat için Ankara'ya gidiyor. Uluslararası alanda bu yönde bir izlenimin doğması gayet doğaldır.
Daha kötüsü de var. Başbakan'ın resmi açıklamalarda söyleyecekleri, resmi Yunan tezlerinin küçümsenmesine yol açacak.
Açık konuşalım. Başbakan Karamanlis Kıbrıs'taki Türk işgalinden bahsetmek cesaretini gösterecek mi? Karamanlis "işgal" kelimesini kullanmak cesaretini göstermezse -ve göstermeyeceği kesin- bundan böyle Yunanlı diplomatlar veya hükümet yetkilileri uluslararası forumlarda Kıbrıs'taki Türk işgalinden söz ettiklerinde kendileriyle alay edecekler. Merak ediyoruz, acaba Karamanlis Kıbrıs'taki Türk işgal kelimesini bugün ve yarın için siyasi sözlüğümüzden çıkaracak mı?
Acaba, Karamanlis ülkemiz Uluslararası Deniz Hukukuna göre kara sularını 12 mile genişletmesi halinde, Ankara için savaş sebebi olacağına yönelik 'casus belli'yi kaldırmaması halinde, Yunanistan'ın Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı çıkacağını beyan etme cesaretini gösterebilecek mi?
Başbakan, Ankara, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımadığı sürece, Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin söz konu olmadığını söyleyebilecek mi? Tabii ki biz Karamanlis'in kabadayı bir tutum benimsemesini istemiyoruz. Biz Karamanlis'in bu resmi ziyareti çerçevesinde Yunan tezlerini gayet açık bir şekilde izah etmeye mecbur olduğunu vurgulamak istiyoruz. Eğer bu dediklerimizi yapmaz ise, Ankara'nın izlediği politikaya hizmet etmiş olacak. Karamanlis bu dediklerimiz yapmaz veya yapamaz ise, Türkiye uluslararası alanda Türk-Yunan anlaşmazlıklarının pek de önemli olmadığını iddia edebilecek ve hatta Yunan Başbakanı değinmediğine göre, söz konusu anlaşmazlıkların Türkiye'nin AB üyeliğine bir engel teşkil etmediğini ileri sürebilecek.
Karamanlis'in Türkiye'ye resmi ziyareti ülkemiz için zararlı olacak ciddi siyasi ve diplomatik yenilgiye yol açacak.



HIRVATİSTAN BASINI

VECERNJI LIST: "YANŞA: HIRVATİSTAN VE TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRMESİNİ DESTEKLİYORUZ"

ANKARA, 17/01(BYE)--- Hırvatistan'da yayımlanan Vecernji List gazetesinin 17 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Çarşamba günü, Slovenya Başbakanı Yanez Yanşa, Avrupa Parlamentosunda Slovenya'nın AB Dönem Başkanlığın yapacağı dönemdeki önceliklerinden bahsederken, genişleme sürecinin AB için çok büyük önemi olduğunu ifade ederek, Hırvatistan ve Türkiye ile başlatılan görüşmelerin devamını desteklediğini ve Batı Balkan ülkelerinin de Avrupa perspektifi için önemli olduğunu açıkladı.
Yanşa, "Avrupa haritasına baktığınız zaman AB'nin genişlemesinin hala tamamlanmamış bir süreç olduğunu göreceksiniz. Bu sürecin tabii ki alınan sorumluluklar ve temel görevler çerçevesinde devam etmesi, ilk başta da üyelik için bütün şartların yerine getirilmesi gerekir ve Slovenya, Dönem Başkanlığı sırasında bu bağlamda Hırvatistan ve Türkiye ile başlatılan görüşmelere devam edilmesi için çaba gösterecektir" şeklinde konuştu.
Slovenya Başbakanı, AB'ye üye olma perspektifi sözü verilen Batı Avrupa ülkelerinin, AB için ayrı önemi olduğunu ifade ederek, Slovenya'nın, AB'ye üye olma kriterlerinin düşürülmesi veya kestirme bir yolun bulunmasından yana olmadığını, ancak AB'nin bu bölgede daha aktif bir hale gelmesi ve bu ülkelerdeki reform süreçlerine yardım etmede daha faal bir rol almasını istediğini belirtti.

 

İSVİÇRE BASINI

NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "TÜRKİYE YOL AYRIMINDA MI?"

BERN, 17/01(BYE)--- Tirajı günde 143 bin olan Neue Zürcher Zeitung'un 17 Ocak 2008 tarihli sayısında, Angela Schader imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Dinci-muhafazakar AKP hükümeti, ileride AB'ye alınma gayretiyle, daha önceki laik rejimlerde yapılması pek düşünülemeyecek gelişmeler kaydetti. Ancak, milliyetçi kesimin -"Türklüğe hakaret"e cezai müeyyide öngören tartışmalı 301. maddenin kaldırılması gibi- liberalleşme çabalarına her zamanki gibi karşı durduğu görülüyor ve AKP, ülkeyi "yavaş ve gizlice bir İslamlaştırmaya" doğru götürmekle suçlanıyor.
Türkiye'nin, bugün yeniden uyanan dincilik ve dar kafalı milliyetçilikle, sürekli açılım noktasında nerede olduğu ve hangi yolu seçeceği şimdilik zor tahmin edilir durumda.

NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "MEDENİYETLER İTTİFAKINA SOMUT BAKIŞ"

BERN, 17/01(BYE)--- Tirajı günde 143.800 olan Neue Zürcher Zeitung'un 17 Ocak 2008 tarihli sayısında, Peter Gaupp imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Madrid çıkışlı haber-yorumun Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--Türkiye'nin AB'ye Alınması Bir Test mi?--

Washington toplantıya mesafeli bir gözlemci tavrıyla katıldı. Amerika'nın Madrid Büyükelçisi, Faslı bir üniversiteyle işbirliği planını ittifaka uygun bir niyet olarak tanımladı. İnatçı bir siyasi vurgulamayı, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne alınmasını Medeniyetler İttifakı için hassas bir sınama olarak tanımlayan Erdoğan yaptı. Böyle bir sebeplendirme İttifakın henüz pek yankı bulmadığı -örneğin: Fransa ve Almanya'daki gibi- yerlerde zemin kazanmasını da kolaylaştırmayacak. İttifakın ikinci toplantısı gelecek yıl Türkiye'de yapılacak.

 

AZERBAYCAN BASINI

525. GAZETE: "AVRUPA PARLAMENTOSU, BTK'YA KARŞI ÇIKTI"

BAKÜ, 22/01(BYE)--- Tirajı günde 2.500 olan iktidar eğilimli 525. Gazete'nin 22 Ocak 2008 tarihli sayısında, Elnur imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu, Güney Kafkasya ile ilgili bir tasarıyı kabul etti. Rusya'nın Novosti Ajansının yaptığı habere göre, Dağlık Karabağ ihtilafına büyük yer verildiği "AB'nin Güney Kafkasya ile İlgili Daha Etkili Politikası; Vaatlerden Harekete" isimli belgede, bölgenin ekonomik ve sosyal gelişimine yardımda bulunması için Karabağ sorununun çözümlenmesinin çok önemli olduğu bildiriliyor. Ayrıca, toprak bütünlüğü konusu ile kendi kaderini belirleme prensipleri arasındaki çelişkilerin, Güney Kafkasya'daki ihtilafların çözümünün gecikmesine neden olduğu ve bu ihtilafların ancak barış yoluyla çözümlenebileceği kaydediliyor.
Tasarıyı hazırlayanlar, aynı zamanda Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattının Ermenistan'dan geçmesi teklifinde de bulunuyorlar. Avrupa Parlamentosu, söz konusu belgeyle Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye arasındaki ekonomik işbirliğine karşı çıktığını gösteriyor: "Güney Kafkasya ve Türkiye, bölgesel entegrasyon politikası yürütmeli. AB'nin Yeni Komşuluk Politikasının prensiplerine uygun olmayan ve hiçbir perspektifi olmayan enerji ve ulaştırma projelerinden vazgeçmeli."
Tasarıda, Türkiye hükümetinin, komşularıyla sorunlarını çözmek için uluslararası hukuk normlarına uygun olarak yoğun bir çaba göstermesi gerektiği belirtiliyor. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ile Avrupa Komisyonuna, Ermenistan ve Türkiye hükümetleriyle birlikte, sınırların açılmasıyla ilgili oluşacak sorunları çözümleme çağrısında bulundu.
Bu arada, Dağlık Karabağ sorununun ve Güney Kafkasya ülkelerinin ekonomik projelerinin, AB'nin yıllık raporunda da yer alacağı ortaya çıktı.
Ayrıca belgede, AB ve Azerbaycan'ın geçen yıl birlikte gerçekleştirdiği projeler, öncelikli olarak görülen alanlar ve yapılacak çalışmalar, demokrasi, kanun normları, iş ve yatırım alanlarının geliştirilmesi, yolsuzlukla mücadele, insan hakları, enerji ve ulaştırma konuları da yer alacak.

ŞARK: "ABD DE BTK DEMİR YOLU HATTINA KARŞI"

BAKÜ, 23/01(BYE)--- Tirajı günde 2.500 olan muhalefet eğilimli Şark gazetesinin 23 Ocak 2008 tarihli sayısında, Vüsale Rafikkızı imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Ermenistan-Azerbaycan ihtilafının çözümünün çıkmaza girdiği bir dönemde, kamuoyunda "Hristiyan Kulübü" izlenimi uyandıran Avrupa Parlamentosu, Ermenistan'ın işgalci politikasını destekleyen bir adım daha attı. Ermenistan'ın işgalci politikasının, bölgede istikrarın sağlanmasına engel olmasına rağmen, Avrupa Parlamentosunun, Güney Kafkasya'daki durumla ilgili kabul ettiği bir belgede, Erivan'ın bu politikası kınanmıyor, tam tersine Azerbaycan ile Türkiye, Ermenistan ile ilişki kurmamakla suçlanıyor. Ermenistan'ın, Azerbaycan ile Türkiye'nin bölgede gerçekleştirdiği projelerin dışında kalmasını doğru bulmayan Avrupalı parlamenterler, BTK Demir Yolu Hattı Projesi'ne de karşı çıkarak, projenin güzergahının değiştirilmesi gerektiğini öne sürüyorlar. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza da daha önce böyle bir açıklamada bulundu. Azerbaycan ve Türkiye'yi, dış politikalarında Ermenistan'a karşı ortak tutum sergilemekle suçlayan ABD'li diplomat, söylediklerini daha sonra yalanlasa da, Avrupa Parlamentosunun kabul ettiği belge, Azerbaycan ile Türkiye'nin hedef seçilmesinin rastlantı olmadığını bir kez daha doğruluyor.
Sadece Avrupa'nın değil, ABD'nin de BTK'ya karşı olduğunu bildiren siyaset bilimci Sülheddin Ekber, söz konusu projenin gerçekleşmesinin Avrupa'nın çıkarlarına uygun olmasına rağmen, hattın güzergahının adı geçen ülkeleri tatmin etmediğini ifade etti. Söz konusu hattın Gürcistan'dan geçmesinin, Ermenistan'ın daha da köşeye sıkıştırılmasına neden olacağını kaydeden Ekber, "ABD'yi rahatsız eden de bu zaten. Ermenistan, bölgesel projelerin ne kadar çok dışında kalırsa, bir o kadar Rusya'ya bağlanıyor. Ermenistan politikasının ve ekonomisinin Rusya'ya bağımlı olduğunu herkes biliyor. Bu bağımlılık gittikçe artıyor. Böyle bir durumda ABD'yi rahatsız eden konu şu: Azerbaycan ve Gürcistan, bir gün NATO üyesi olurlarsa, o zaman Ermenistan, bölgede Rusya'ya bağımlı bir devlet olarak kalabilir. Bu nedenle Batı, Ermenistan'ın da bu projelere katılmasında ısrar ediyor. BTK Demiryolu Hattı'nın yapımı konusunda Azerbaycan'a ve Türkiye'ye Avrupa'dan yeteri kadar baskı yapıldı. Avrupa Parlamentosunda kabul edilen belgede yer alan fikirlerden dolayı hiç şaşırmıyorum. Azerbaycan ile 'Yeni Komşuluk Politikası' çerçevesinde işbirliğinden yana olduğunu açıklasa da, AB öncelikle bir Hristiyan ülkeleri kurumu ve bu kurumda alınan kararlar, Birliğin 'Hristiyan kulübü" imajını daha da güçlendiriyor. Ermenistan, bir Hristiyan ülkesi. Bu nedenle AB, sadece Türkiye'ye karşı değil, Azerbaycan'a da karşı sert adım atmaktan çekinmeyecek. AB'nin en önde gelen devletlerinden birinin Fransa olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Fransa, Ermenistan'ı destekliyor. Avrupa'da en güçlü Ermeni diasporası bu ülkede" dedi.
Daha önce ABD'nin de bu projeyi desteklemediğini hatırlatan siyaset bilimci Ekber, projenin gerçekleşmesinin, Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan'ın sergileyeceği iradeye bağlı olduğunu belirtti. Azerbaycan ile Türkiye'nin tutumunu değiştirmeyeceğini kaydeden Ekber, Gürcistan'ın Avrupa Parlamentosunun kararıyla ilgili tutumunun, ülkedeki siyasi krizin sonuçlarına bağlı olduğunu sözlerine ekledi. Ekber'e göre, Saakaşvili, cumhurbaşkanı olarak faaliyete başlasa da, Gürcistan'daki siyasi kriz henüz ortadan kalkmadı. Siyaset bilimci, BTK demir yolu hattının inşasıyla ilgili çalışmaların durdurulacağını düşünmese de, böyle bir ihtimalin olduğunu sözlerine ekledi ve "Azerbaycan ile Türkiye, bu konuda geri çekilmeyecek. Bunu Avrupa da biliyor. Ancak, siyasi krizin büyümesi, Gürcistan'ın tutumuyla ilgili belirsizlik oluşturabilir" dedi.

 

İRAN BASINI

FARS AJANSI: "ERDOĞAN, SARKOZY VE MERKEL'İ ELEŞTİRDİ"

ANKARA, 18/01(BYE)--- İran'ın Fars haber ajansının 17 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin AB üyeliğinin, Birliğe, Medeniyetler İttifakını armağan edeceğine işaret ederek şöyle konuştu: "Sarkozy ile Merkel'in de Türkiye'nin AB üyeliğinin herkes için menfaat sağlayacağını bilmeleri gerekir."
Türkiye'de yayımlanan Sabah gazetesinin haberine göre, Madrid forumunda konuşan Erdoğan, Türkiye'nin Avrasya coğrafyasının merkezinde yer alması ve Avrupa, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Orta Asya, Kafkaslar, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinin kesiştiği noktada bulunması nedeniyle dünyada büyük stratejik öneme sahip olduğunu vurgulayarak, "Köklü geçmiş, iki ülkenin ortak menfaatlerini ve değerlerini oluşturuyor. Bizim İspanya ile işbirliğimizin en seçkin örneği de Medeniyetler İttifakı Projesidir" dedi.
Türkiye'nin AB üyelik sürecinin, dış politikalarının temel hedefini oluşturduğunu vurgulayan Erdoğan şöyle konuştu: "Dış politikamızda, AB üyeliği göz ardı edilemez. Türkiye, AB ile müzakere sürecini tam üyelik niyetiyle sürdürüyor. İspanyol dostlarımız şu ana kadar AB üyeliğimizi samimi bir şekilde desteklediler. 2005 yılında üye ülkelerin oy çokluğuyla onayladığı kriterler çerçevesinde müzakere sürecinin devam etmesini bekliyoruz."
Türkiye Başbakanı, bazı üye ülkelerin, tam üyeliğin dışında başka alternatifleri gündeme getirmeye çabaladıklarını ifade ederek şöyle konuştu: "Burada bir kez daha tam üyelik dışında hiçbir seçeneği kabul etmeyeceğimizi vurguluyorum."


RESALET: "ERDOĞAN'IN ELEŞTİRİSİ"

ANKARA, 23/01(BYE)--- İran'da yayımlanan Resalet gazetesinin 23 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, Hamid Reşidi imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

Türk yetkililer AB üyeliği konusunda ısrarcı, bazı siyasi partiler de AB üyeliğini bir politika olarak takip ederken, Fransa ve Almanya'nın Türkiye'nin üyeliğine karşı çıktığına şahit oluyoruz. Bu muhalefet son aylarda daha da arttı.
Fransa, Sarkozy'nin Elysee Sarayı'na girmesiyle birlikte Türkiye'nin AB üyeliğine kesinlikle karşı çıkmaya başladı. Bu süreç aynı şekilde devam ediyor.
Erdoğan, Türkiye'nin AB üyeliğinin medeniyetler ittifakını armağan edeceğine işaret ederek, Türkiye'nin AB üyeliğinin herkes için menfaat sağlayacağını Sarkozy ile Merkel'in de bilmesi gerektiğini belirtti.
Madrid'de Ekonomik Forumda konuşan Türkiye Başbakanı Erdoğan, Türkiye'nin Avrupa, Balkanlar, doğu Akdeniz, Orta Asya, Kafkaslar, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinin birleştiği noktada yer alması açısından dünyada büyük stratejik öneme sahip olduğunu vurguladı ve şöyle dedi: "Köklü geçmiş, iki ülkenin ortak değerleri ve ortak kalıcı menfaatler Türkiye-İspanya arasındaki çok yönlü ilişkileri oluşturuyor. Medeniyetler ittifakı düşüncesi de İspanya ile işbirliğimizin en ciddi örneklerinden biridir."
Türkiye'nin AB üyeliği süreciyle ilgili bazı konuların dış politikalarının temel taşlarını oluşturduğunu vurgulayan Erdoğan, "AB üyeliği dış politikamızda göz ardı edilmeyecek bir hedeftir. Türkiye, tam üyelik niyetiyle AB ile müzakere sürecini sürdürüyor. İspanyol dostlarımız şu ana kadar üyeliğimizi içten destekledi" dedi.
Erdoğan'ın açıklamasına göre Türkiye, 2005 yılında üye ülkelerin oy birliğiyle onaylanan AB ile müzakere sürecinin devam etmesini bekliyor. Bu arada Sarkozy, Türkiye'nin için imtiyazlı ortaklığı gündeme getirdi.
Türkiye Başbakanı, üye ülkelerin Türkiye için tam üyelik dışında başka seçenekleri gündeme getirmeye çalıştıklarına işaret ederek, Ankara'nın sadece tam üyelik istediğini belirtti.
Diğer taraftan Almanya Başbakanı yaptığı açıklamada, Türkiye'nin henüz AB üyeliği için gerekli şartları yerine getirmediğini belirtti.
Merkel, Berlin'de yerli ve yabancı basın mensuplarının da hazır bulunduğu bir basın toplantısında, hükümetinin 2008 yılı programlarını açıklarken bu konuyu dile getirdi.
Almanya Başbakanı basın toplantısında, Erdoğan ile görüşeceğine dair çıkan haberi doğruladı. Bu görüşmede tarafların Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili girişimleri değerlendirmeleri bekleniyor.
Merkel'e göre Türkiye'nin AB üyelik protokolünde hala gözle görülür sorunlar mevcut. Örneğin Ankara, Kıbrıs Rum Kesimi hükümetini resmen tanımaktan kaçınıyor.
Almanya Başbakanı bu toplantıda, partisinin, Ankara ile tam üyelik yerine ekonomik işbirliği anlaşması imzalanması yönündeki düşüncesini tekrarladı.
Bundan önce Hükümet Sözcüsü Ulrich Wilhelm de, yakın zamanda Merkel'in, çeşitli konuları görüşmek amacıyla Sarkozy ve Erdoğan ile bir araya geleceğini açıkladı.
Türkiye şu ana kadar AB'nin üyelik için istediği 35 müzakere başlığından altısını görüştü, ancak 2006 yılında müzakere süreci Kıbrıs yüzünden askıya alındı.

 

ULUSLARARASI ARAP BASINI

EL ARAB: "İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ AB'NİN İNSAN HAKLARI KRİTERLERİNE UYGUN OLARAK DÜZENLENİYOR"

ANKARA, 21/01(BYE)--- İngiltere'de Arapça yayımlanan el Arab gazetesinin 21 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Pazartesi günü Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'den aktarılan bilgiye göre hükümet, önümüzdeki günlerde Meclise ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve çok tartışma yaratan bir yasanın değiştirilmesi için teklif götürecek.
Bakan Şahin Sabah gazetesine, hükümetin, bu ay sonuna dek değişikliğe onay verilmesini umduğunu belirtti. Söz konusu yasa değişikliği AB tarafından da isteniyordu. Bakan, gazeteye verdiği demeçte: "Metin hazır. Değişiklik birkaç gün içinde Meclis Başkanına sunulacak. Bu ayın sonuna kadar da yasalaşmasını umuyoruz" dedi.
Türkiye, 301. Maddenin değiştirilmesi için AB'den ve insan hakları derneklerinden gelen şiddetli baskıyla karşı karşıya. Söz konusu madde, Orhan Pamuk gibi onlarca yazarın yargılanmasına neden oldu. İktidar partisi AKP de yasanın değiştirilmesi için defalarca vaatte bulundu; ancak medyaya göre hükümet içindeki bazı kesimler Şahin'in planlarını aksatıyor.
301. Maddede geçen "Türklük" sözü yerine "Türk milleti" sözünün geçirilmesi bekleniyor. AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Birlikten, Türkiye'nin katılımıyla ilgili müzakerelerin, madde düzeltilmeden önce adalet ve içişlerini kapsayacak şekilde genişletilmemesini istemişti. Birlik yıllık raporunda, 2005'le kıyaslandığında daha fazla sayıda insanın 301'den yargılandığına işaret ederek Ankara'nın ifade özgürlüğü konusunda daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğini vurguladı.


Güncelleme: 29/02/2008 / Hit: 3,226

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı