ENGLISH
  Güncelleme: 02/11/2007

2007-11-01 Haftalık AB-Türkiye Haberleri

2007-11-01 Haftalık AB-Türkiye Haberleri

ALMANYA BASINI

DEUTSCHLANDRADIO: "PKK'NIN IRAK TUZAĞI"

ANKARA, 26/10(BYE)--- Almanya'da yayın yapan Deutschlandradio'nun 25 Ekim 2007 tarihli internet sayfasında, Bettina Klein'ın Yeşiller Partisi milletvekili Omid Nouripour ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

--Nouripour Kuzey Irak'taki Gerginlik Konusunda Uyarıyor--

Yeşiller Partisi milletvekili Omid Nouripour, Türk yönetiminin Kürt asilere yönelik girişimlerinde bir Irak savaşına çekilmemesini ümit ediyor. Nouripour, PKK'nın önemli oranda halk desteğini yitirdiğini ve bu yüzden bilinçli provokasyonlarla yeniden önem kazanmaya çalıştığını düşünüyor.

KLEIN: Herhalde Küba'daki durum bile şu sıralar Kuzey Irak'taki problemler karşısında Washington'un başını bu kadar ağrıtmıyordur. Türkiye bu bölgede PKK'ya karşı küçük operasyonlara başladı. Daha geniş çaplı bir askeri operasyonun gerçekleşmesi de olası. Böyle bir gidişat, ABD'nin hiç işine gelmeyecektir. Çünkü Irak'ın kuzeyi diğer bölgelere oranla şimdilik daha istikrarlı görünüyor. Washington'un, bölgedeki en önemli müttefiki ve NATO partneriyle arasına mesafe girmesini istemesi beklenemez. Mevcut durum karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiği üzerine Almanya Federal Meclis Üyesi Omid Nouripour ile görüşeceğiz. Nouripour, Tahran doğumlu, aynı zamanda da Avrupa Komisyonunun bir üyesi.
Dün öğrendiğimiz ve televizyonlardan da takip edebildiğimiz kadarıyla Türk ordusu birkaç gün önce PKK hedeflerine saldırılar düzenlemeye başladı. Kuzey Irak'ta gerçekten ne olup bittiğinin farkında mıyız?

NOURIPOUR: Ortada gergin bir durum söz konusu ve böyle zamanlarda elbette ki bilinçli olarak yanlış bilgilendirmeler yapılabilir. Türkiye'nin saldırılarının pazar günü başlaması ve bizim bunu ancak çarşamba günü öğrenmemiz bu yüzden şaşırtmamalı. Fakat bunun yeni bir hadise olmadığını da kabul etmeliyiz. Sonuçta bu, aylardır süregelen gelişmelerin bir sonucu ve bundan dolayı şu anda cereyan edenler sürpriz sayılmamalı. Türkiye Genelkurmay Başkanı, Mart 2007'den beri Türkiye'nin müdahale etmesi konusunda baskı yapıyor. Askeri operasyon seçeneğine dair bilgiler uzun süredir kamuoyu tarafından paylaşılıyordu. Bazı detayları gözden kaçırmak veya yanlış bilgi almak, bu gibi durumlar karşısında normal sayılmalı.

KLEIN: Yine de olup bitenler açısından yeni bir gelişmenin söz konusu olduğu görüşünde misiniz?

NOURIPOUR: Elbette. Türk parlamentosunun hükümete sonunda bir nevi "açık çek" uzatması yeni bir gelişme. Altı ay öncesinde hükümete Kuzey Irak için daha geniş çaplı askeri operasyon yetkisi tanınması düşünülemezdi bile. Aslında o dönem AKP'nin, Genelkurmay'ın bu planlarına karşı bir kale olduğu düşünülüyordu.

KLEIN: Daha geniş çaplı bir askeri harekat yetkisi... Günler hatta haftalardır böyle bir şeyin olup olmayacağı -nihayetinde savaş anlamına gelecek bir şey- üzerine spekülasyonlar yapıldı. Türkiye'nin bu kadar ileri gideceğini düşünüyor musunuz? Ne kadar ileri gider?

NOURIPOUR: Bunu bilmiyorum. Türkiye'nin, PKK'nın oyununa gelmeyecek kadar akıllı olduğunu umuyorum. Terör örgütü PKK ciddi bir savunma pozisyonunda. Örgüt sekiz yıldır Kürt illerinde kan kaybediyor. Son seçimlerde bu illerdeki Kürtlerin yarıdan fazlası -asıl Kürt partisine değil- AKP'ye oy verdi. Bu da PKK'yı etkileyen bir faktör. Tecrit altında tutulan Öcalan'dan çok fazla haber alınamıyor. PKK şu anda Türkiye'yi nokta hedefli tahriklerle bir gerginliğe çekmeye çalışıyor. Sonunda Türkiye'nin Irak savaşının bir parçası olması amaçlanıyor. Bu, olmasını isteyeceğiniz en son şey. Diğer ülkeler için de öyle. Bundan menfaat sağlayacak biri varsa, o da yeniden Kürt bölgelerinde önemini artırmayı arzulayan PKK'dır. Yani Türkiye'nin daha geniş çaplı bir askeri operasyonla PKK'nın bu Irak tuzağına düşmesi çılgınlık olur.

KLEIN: Peki şimdilerde Türkiye'yi bu bölgeye daha geniş çaplı bir askeri harekat yapmaktan ne alıkoyabilir? Washington'dan bugüne kadar gelen sönük çağrılar mı veya böyle bir adım attığında AB üyelik sürecini zora sokabileceği mi?

NOURIPOUR: Elbette Amerikalılar da sorumluluk taşıyor. Rice da nihayet duruma el atabildi ve biraz süre istedi. Irak tarafı, önceki aylarda sözünü dahi edemediği ciddi itiraflarda bulunmaya başladı. Örneğin PKK liderlerinin Türkiye'ye iade edilebileceğinden söz ediliyor. Bu, Ankara'nın eski bir talebi. İşbirliğini derinleştirmek için şu anda eşsiz bir fırsat bulunuyor. Türkiye bu fırsatı elinden kaçırmamalı. Ayrıca şu anda yıllardan sonra ilk kez yeniden Kürt liderlerle doğrudan diyaloğa da geçilebilir.

KLEIN: Türk hükümetine baskılar başka bir taraftan da geliyor. Son zamanlarda göstericiler, Türkiye'den PKK'ya karşı harekete geçmesini talep ediyor. Bu etken ne kadar ciddiye alınmalı?

NOURIPOUR: Bu çok ciddiye alınmalı. Zaten son seçimlerde AKP iktidarının, Türkiye'nin çıkarlarını aslında temsil etmediği şeklinde bir genel kanının olduğuna şahit olduk. Buna rağmen AKP, söz konusu göstericilere şunu söyleme gücüne sahip olmalı: Sevgili yurttaşlar, Irak savaşının bir parçası olmak Türkiye'nin ulusal menfaatine olamaz.

KLEIN: Son olarak da AB'nin tutumuna değinmenizi istiyorum. Sizce şu anda nasıl bir tutum takınmalı?

NOURIPOUR: AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn'in dünkü çıkışını çok başarılı buldum. Türkiye'ye açık bir çağrıda bulundu. Ayrıca oluşabilecek ciddi bir gerginliğin ne anlama geleceğini de ayrıntılı olarak tarif etti. Gerginliğin gerçekten de çok büyümesi halinde, üyelik müzakerelerinin belli başlı bazı kısımlarının en azından dondurulup dondurulmaması ele alınmak zorunda. Fakat Rehn, şunu da açıkladı: Yakın bir tarihte -7 Kasım'dan sonra bir sonraki Türkiye İlerleme Raporu açıklanmış olduğunda- iki büyük müzakere başlığının başlatılacağını ve müzakerelerin genişletileceğini söyledi. Bu doğru bir tutum, zira her zaman sadece uyarı yaparak veya tehdit ederek değil, bazen karşınızdakini harekete geçirerek de iş yaparsınız.

HANDELSBLATT: "NATO VE AB SINIR İHTİLAFINDA İHTİYATLI DAVRANIYOR"

BERLİN, 26/10(BYE)--- Tirajı günde 143 bin olan liberal eğilimli, ekonomi finans ağırlıklı Handelsblatt gazetesinin 26 Ekim 2007 tarihli sayısında, Eric Bonse imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Noordwjik çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

NATO, Türk-Irak sınırında yaşanan gelişmeler karşısında tavrını düzeltti. Geçtiğimiz hafta Türkiye'yi "sakin davranmaya" davet eden NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, bu hafta Ankara'ya destek vererek 26 NATO müttefikinin Türkiye ile tam bir dayanışma içinde olacağını söyledi. Avrupalı NATO Bakanları da benzer ifadelerde bulunarak, Türkiye'nin kendini müdafaa etmeye hakkı olduğunu, ancak Ankara'nın PKK terörünü durdurmak için Bağdat'taki yetkililerle birlikte çaba göstermesi gerektiğini söylediler. Halbuki bu ifadeler başka bir NATO üyesi olan ABD'nin söylemleriyle uyuşmuyor. Türkiye, gerçekten Irak'a girerse, NATO dayanışması zorlu bir sınavdan geçecektir. Zira, o zaman iki NATO üyesi Türkiye ve ABD, üçüncü bir ülkede karşı karşıya gelecektir.
Öte yandan genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn de, Türkiye'nin vatandaşlarını korumak istediğini anladığını söylüyor ve açık bir şekilde Türkiye'yi eleştirmiyor. Dış politikada yaşanan her önemli gelişmeyi yorumlayan AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barosso ve Dış İlişkilerden Sorumlu AB Komiseri Benita Ferrero-Waldner de, bu kez ihtiyatlı davranmayı tercih ediyor. AB müzakereleri durdurmak tehdidiyle baskı yapmak yerine iki yeni müzakere başlığı açmayı düşünüyor. Hatta her zaman Türkiye'ye karşı eleştirel bir tutum takınan Avrupa Parlamentosu dahi bu konuda daha dikkatli davranmaya başladı. PKK'nın saldırılarını kınayan ve Türkiye ile dayanışma içinde olacağını belirten Parlamento, Ermeni meselesindeki tavrını da yumuşattı ve yalnızca bir "uzlaşma süreci" talep etti.

DER SPİEGEL: "ESKİDEN OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE, TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNE KARŞIYIM"

BERLİN, 28/10(BYE)--- Tirajı haftada 1 milyon 51 bin 110 olan liberal sol eğilimli Der Spiegel dergisinin 28 Ekim 2007 tarihli sayısında, Georg Mascolo, Hans-Joachim Noack, Martin Doerry imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Almanya'nın Eski Şansölyesi Helmut Schmidt'le yapılan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

SPİEGEL: Türkiye'nin AB üyeliğine karşı tereddütleriniz devam ediyor mu?

SCHMİDT: Eskiden olduğu gibi bugün de, Türkiye'nin AB üyeliğine karşıyım.

SPIEGEL: Bu konudaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

SCHMİDT: Kapalı kapılar arkasında ne gibi gelişmeler olduğunu değerlendirmem zor. Görevlerde bulunduğum dönemlerde Türkiye'ye mali destek sağlanması için uluslararası alanda başarılı girişimlerde bulundum. Bugün de bunu yapardım. Türkiye'nin ortak pazara da dahil edilmesinden yanayım. Ancak ne bugün 70 milyon olan ve bu yüzyılda 100 milyonluk bir nüfusa sahip olacak bir Müslüman ülkenin AB'ye üye kabul edilmesini, ne de Kürt sorunu ve Orta Doğu'nun diğer sorunlarının AB'ye taşınmasını, ne de Cezayir, Fas ya da İsrail gibi ülkelerin üyelikleri için bir içtihat oluşturulmasını mantıklı buluyorum. Bu, AB'nin sınırsız genişlemesinin önemli olduğunu düşünenlerin ihtirasının bir yansımasıdır.

FINANCIAL TIMES DEUTSCHLAND: "AB, TÜRKİYE'Yİ REFORMLARI DURDURMAKLA SUÇLUYOR"

BERLİN, 30/10(BYE)--- Tirajı günde 103 bin olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 30 Ekim 2007 tarihli sayısında, Fidelius Schmid imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

--Brüksel Yetersiz Düşünce Özgürlüğünden Yakınıyor. Ordu Gittikçe Daha Fazla Siyasete Karışıyor--

AB Komisyonunun değerlendirmesine göre, Türkiye'deki demokratik alanda yapılan reformlarda büyük ölçüde gerileme gözlemleniyor. Önümüzdeki hafta içinde yayımlanacak olan AB genişleme raporunda, "Reformların uygulanmasında eşitsizlikler göze çarparken, 2005 yılından bu yana yavaşlama kaydediliyor. Türkiye, siyasi reformlara yeni bir ivme kazandırmak zorunda" ifadesi kullanıldı.
Brüksel çıkışlı söz konusu uyarı, AB adayı Türkiye'nin talep edilen reformları ne kadar ihmal ettiğini gösteriyor. Diplomatlar uzun zamandır Türkiye'nin Avrupa'ya karşı bir yabancılaşma süreci içinde bulunmasından yakınıyor. Yapılan anketlere göre, Türk halkının AB'ye üye olma isteği gittikçe azalıyor. AB'nin yayımlayacağı genişlemeyle ilgili yeni raporda Türkiye'nin özellikle düşünce özgürlüğünü sağlama konularında endişe verici gerilemeler arz ettiği vurgulanıyor. Bu bağlamda, Türklüğe hakareti cezalandıran yasa nedeniyle çok sayıda insanın kovuşturmaya tabi tutulduğundan bahsediliyor. Bunların ötesinde Brüksel, antiterör yasasının düşünce özgürlüğüne etkisi olduğundan ve bu nedenle insan hakları savunucularına, gazetecilere ve akademisyenlere dava açıldığından ve tehdit edildiklerinden söz ediyor. Raporda, cinayete kurban giden yazar Hrant Dink'in katillerinin toplum tarafından kısmen kabul görülmeleri ve polisin cinayetle ilgili soruşturmalarda ihmalkar davranmış olması eleştiriliyor.
AB'nin yayımlayacağı genişleme raporunda ayrıca din özgürlüğünün de yeterince garanti altına alınmadığından söz edilirken, gayrimüslimlerin mal ve mülk edinmeleri konularında sınırlamalar ve hukuksal eksikliklerin bulunduğuna dikkat çekiliyor. Raporda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye'deki siyasi gelişmelere etkili bir şekilde müdahalede bulunduğu ve üst düzey komutanların iç ve dış siyaseti ilgilendiren konularda -buna Kıbrıs meselesi de dahil- açıklamalarda bulunmaları eleştiriliyor.
AB Komisyonu bütün bu uyarılara rağmen Ankara'nın reform hızının düşmüş olmasına anlayışla yaklaşıyor. Zira ülkede cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle kriz çıkmıştı. Bu krizin atlatılmış olması AB Komisyonu tarafından övgüye değer bulunuyor. AB'li bir diplomat, söz konusu krizin atlatılmış olmasının "demokratik sürecin geçerliliğini" gösterdiğini söylüyor ve bu durumda askeri darbe yerine reformların biraz yavaşlamış olmasının kabul edilir olduğunu vurguluyor. Bu nedenle rapordaki ifadelerin genel olarak geçen seneye oranla sertleştirilmediği belirtiliyor.

DIE WELT: "BÜYÜK KOALİSYONUN KIRILMA NOKTALARI"

BERLİN, 30/10(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 30 Ekim 2007 tarihli sayısında, "MLU/phn/svb/A.G." rumuzlarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı yazının ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--Hamburg'daki Parti Kongresinin Ardından SPD ve CDU'nun Tartıştığı Konular--

Dış Politika: Öncelikle Türkiye konusunda SPD ile Hristiyan Birlik partileri arasında anlaşmazlık mevcut. SPD, Ankara'nın AB üyesi olmasını desteklerken, CDU/CSU ayrıcalıklı ortaklıktan yana. Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier Hamburg'da Şansölye'yi bu konuda sert bir şekilde eleştirdi. Dışilişkiler Komisyonu üyesi CSU'lu Karl-Theodor zu Guttenberg ise Steinmeier'e, Türklerin Kuzey Irak'a girmeye yönelik tehditlerine işaretle, "Bu tür işgal planlarına rağmen, Avrupa standartlarına uyulmasını talep etmek yerine ülkenin tam üyeliğinin reklamını yapanlar, güvenlik durumunun tehditkar bir hal aldığını tamamen gizlemeye çalışmaktadır" diyerek karşılık verdi.


DEUTSCHLANDRADIO: "AVRUPA HALK PARTİSİ (EVP) SİYASETÇİSİ MICHAEL GAHLER, TÜRKİYE'NİN KUZEY IRAK'A GİRMESİNE KARŞI"

ANKARA, 30/10(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Deutschlandradio'nun 29 Ekim 2007 tarihli internet sayfasında, Marie Segenschneider tarafından yapılan ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan ve mülakatın çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosunun (AP) Dış İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Avrupa Halk Partisi (EVP) mensubu Michael Gahler, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta bulunan PKK kamplarına yönelik muhtemel bir askeri operasyonuna karşı çıkıyor. Gahler, Deutschlandradio'ya yaptığı açıklamada "Türkiye'nin terör saldırılarına karşı kendini koruma hakkının olduğunu, ancak sınır ötesi bir harekatın uygun bir reaksiyon olmadığını" vurguladı.

SAGENSCHNEIDER: Diplomasi mi? Yoksa askeri harekat mı? Türkiye yoğun bir şekilde sonuncusuna hazırlanıyor bile. Türkiye, Kuzey Irak'tan Türk askerlerini hedef alarak onlara saldırı düzenleyen, öldüren veya kaçıran Kürt PKK'ya karşı sınıra 100 bin asker, savaş uçağı, helikopter ve tanklarını taşıdı bile. Olay çoktan çığrından çıkmış durumda ve son bir çabayla Türkiye'nin olası sınır ötesi harekatını önlemek üzere tüm diplomasi yolları harekete geçirilmiş durumda. Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice önümüzdeki hafta perşembe günü Türkiye'ye gelerek Türkiye, İran ve Irak'ın da katılacağı görüşmeler yapacak. Başbakan Erdoğan ise haftaya ABD Başanı George W. Bush ile Washington'da bir araya gelecek. O zamana değin askeri bir hareketlilik yaşanmayacağa benziyor.
Michael Gahler, EVP mensubu ve aynı zamanda Avrupa Parlamentosunun (AP) Dış İlişkilerden sorumlu Başkan Yardımcısı ve şu an telefonumuzda.

MICHAEL GAHLER: Günaydın.

SAGENSCHNEIDER: Türkiye, Bağdat'tan PKK'ya karşı yardım talebinde bulunuyor, ama AB'nin ve ortağı NATO'nun desteğini arıyor. Türkiye bu problem ile yalnız mı bırakıldı?

GAHLER: Hayır, böyle olduğu kanısında değilim. Bence AB Dönem Başkanlığı ve Avrupa Birliği Parlamentosu da son haftalarda Türkiye'nin hakkının ne olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Türkiye'nin sınırları dışından gelebilecek saldırılara karşı kendini koruma hakkı vardır ve bunu da gerektiği gibi kullanabilir. Biz aynı zamanda dengesiz davranılmaması konusunda da uyardık ve olası sınır ötesi harekat hazırlığının uygun olmayacağını vurguladık. Aynı şekilde, Irak'a yönelik de taleplerimiz var. Bunlar arasında; PKK faaliyetlerinin durdurulması, bürolarının kapatılması ve askeri üslerin izole edilerek buradan gelecek eylemlerin engellenmesi gibi talepler var. Bunun haricinde, uluslararası topluluğun belli şartlar altında asker göndererek sınırdaki güvenliğin sağlanması ve bir diğer unsurun da, PKK'nın finans kaynaklarını keserek hem silah hem de askeri kaynakların kurutulması gerekliliği.

SAGENSCHNEIDER: Finans kaynaklarını kurutma konusunda AB'ye de görev düşüyor değil mi? Çünkü Erdoğan, PKK'nın AB tarafından himaye edildiğini ve finans kaynaklarının da burada bulunduğunu açıklamıştı.

GAHLER: PKK birçok AB ülkesinde terör örgütü olarak yasaklı ve bildiğim kadarıyla AB ülkeleri bunu dikkate alıyor ve imkanları dahilinde- AB'de bulunan Kürtlere baskı yapmak ve onların faaliyetlerini engellemek zor olsa dahi- bunu yapmaya çalışıyorlar.

SAGENSCHNEIDER: Bu sorunun aşılması konusunda ABD'nin de çok önemli rolü var. Ancak, ABD çok şaşırtıcı bir rol üstlenmiş durumda. ABD bir tarafta PKK'yı terör örgütü olarak ilan etmişken, diğer tarafta da PKK'yla birlikte Kuzey Irak'ta savaşan PJAK'a silah sağlıyor. Böyle olunca da Türkiye'nin ABD'ye yönelik tepkisine şaşmamak gerekir değil mi?

GAHLER: Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de de Kürtler bulunuyor ve yıllardır bunlar kullanılmaya çalışılıyor. Bunun haricinde bilinmesi gereken bir gerçek var ki, o da Kürtlerin de kendi aralarında aşiretler halinde yaşadığı ve her zaman birbiriyle iyi ilişkiler içerisinde olmadıkları için kullanılmaya müsait oldukları gerçeği. ABD'nin İranlı Kürtleri desteklemesi, aynı zamanda Türkiyeli ve Iraklı Kürtlerle ortak hareket ettikleri anlamına gelmez.

SAGENSCHNEIDER: Bunu muhabirimiz PKK'nın Kuzey Irak kampını ziyareti sırasında farkettiğini bildirdi.

GAHLER: Benim söylemek istediğim şey PKK kamplarının koalisyon askerleriyle izole edilerek, oradan savaşın ve savaşçıların sınır dışına taşmasını önlemek olduğu.

SAGENSCHNEIDER: Bu zamana değin Iraklı Kürtler PKK'ya karşı savaşmayı reddetti. ABD bu durumda çıkmaza giriyor, çünkü Türkiye'nin olası sınır ötesi harekatı, istikrarlı sayılan Kuzey Irak bölgesini zayıflatacağı kanısında. Sorun genel anlamda çok geç mi fark edildi? Yoksa bu gerçek kabul edilmek mi istenmiyor?

GAHLER: Haklısınız, Kuzey Irak'taki tek istikrarlı sayılabilecek yer orası. Bundan dolayı ABD ve koalisyon askerleri yeni bir cephenin oluşmasına karşı. Ama söylediğim gibi, eylemleri durdurmak, büroları kapatmak, finans kaynaklarını ortadan kaldırmak gibi olanaklar her an hayata geçirilebilir ve bana göre derhal alınması gereken önlemler arasında yer alıyor. Böylelikle Barzani yönetimindeki bölgesel hükümet, gerekli işbirliğini göstermeye zorlanabilir.

SAGENSCHNEIDER: Sorunun bu yönde herhangi bir hareketliliğin olmaması sorunu mu?

GAHLER: Bildiğim kadarıyla Irak heyetinin Türkiye ziyareti bu amaca yönelikti. Türkiye bu heyetin önerisini reddetmedi, ancak önerilenlerin yürürlüğe geçmesinin uzun süreceğini söyledi. Bu nedenle önerilenlerin ne kadar hızlandırılabileceğine bakmak gerek.

SAGENSCHNEIDER: Bay Gahler, tüm diplomatik çabalar sonuç vermezse sizce ne olacak? Bunun ne gibi sonuçları olacaktır?

GAHLER: Umarım gerçekleşmez ama en kötü senaryonun, Türkiye'nin böylelikle Irak savaşına dahil edilmesi olasılığı. Ama umarım bu hiç gerçekleşmez. Sorunun çözümü için, Türkiye'nin iç politikasında Kürt halkının kalkınmasına yönelik gerekli programları nihayet hayata geçirmesi gerektiği kanısındayım. Türkiye yıllardır AB'nin öngördüğü azınlık standartlarını yerine getirmeyi ihmal etmişti. Türkiye birçok AB ülkesini örnek alarak ve katılım müzakereleri çerçevesinde orada ne yapacağını saptayabilir. Buna göre orada azınlıkların Avrupa standartlarında yaşayabilecekleri önlemler alabilir. PKK da halihazırda son yıllarda o bölgelerde nüfuzunu yitirmiş durumda. Türkiye bunu da fırsat sayarak gerekli şartları yaratıp azınlıkların kendilerini evlerinde hissetmelerini sağlayabilir. Türkiye işte buna odaklanmalı ve son parlamento seçimlerinde bu bölgeleri temsilen seçilen Kürt milletvekillerini de bu konuları görüşebileceği yetkin kişiler olarak değerlendirmelidir. Bana kalırsa bu yol en makul olan yoldur ve buna odaklanmak gerekir. Aksi takdirde, Kürt sorunu ne askeri yollarla ne de Kuzey Irak'a yönelik askeri bir operasyonla çözüme kavuşabilir.


DEUTSCHE WELLE: "TÜRKİYE, KUZEY IRAK'TA ASKERİ BİR OPERASYON GÖZE ALABİLECEK Mİ"

ANKARA, 31/10(BYE)--- Almanya'da yayın yapan Deutsche Welle televizyonunda 26 Ekim 2007 tarihinde yayınlanan "Quadriga" adlı programda, yukarıdaki başlık altında yer alan söyleşinin çevirisi şöyledir:

Tesadüf mü yoksa kışkırtma mı? Hükümete, gerektiğinde askeri Kuzey Irak'a gönderme yetkisi veren tezkere kararının Türk Meclisinden çıkmasından az bir süre sonra, PKK savaşçıları Türk-Irak sınırında Türk ordusuna ait askeri devriyeye saldırı düzenledi. En az 12 asker öldürüldü, 13 askerin de kayıp olduğu ve bunların yasa dışı Kürdistan İşçi Partisinin elinde olduğu tahmin ediliyor. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan öfkenin ve nefretin büyük olduğunu ve kimseyi dinlemeden gerekli olanın yapılacağını söyledi. Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Türk Hükümetinin liderine ulaşmayı yine de başardı. Geç bir saatte telefonla yapmış olduğu kriz görüşmesinde, Kuzey Irak'a askeri bir operasyondan şimdilik vazgeçmesi konusunda Erdoğan'ı ikna etti. Rice "bize birkaç gün süre verin" dedi.
Yıllardır süren bir probleme, barışçı yollarla birkaç gün içinde çözüm bulmak istenmesi, kıl payı yapılan bir hesaba benziyor. ABD'nin müttefiki karşısında duyduğu endişe, Amerika'yı acilen arabuluculuk yapmayı denemeye zorluyor. Kürt peşmerge savaşçıları, Amerika'nın en yakın müttefikleri arasında, çünkü Kuzey Irak'ta bulunan özerk bölge şimdiye kadar Irak'ın en sakin ve en barışçıl kesimi. Birçok Kürt, Türkiye'nin yapılan saldırıları bahane göstererek, Irak'taki model Kürt devletini yıkacağından korkuyor.
Amerika da Türkiye'yi müttefiklikten kaybetmeyi göze alamaz. Türk Hava Üssü İncirlik, Irak ve Afganistan'da bulunan Amerikan Silahlı Kuvvetlerine lojistik destek sağlayan önemli bir stratejik noktadır. Bir yandan, Türk Meclisinin 2003 yılında Amerikan ordularının Türk sınırından Irak'a kuzeyden girmesini engellemesi, öte yandan yakın bir zaman önce Amerikan Temsilciler Meclisinin Ermeni soykırım tasarısını kabul eden bir kararı onaylaması, pek iyi olmayan Türk-Amerikan ilişkilerini oldukça olumsuz yönde etkilemektedir.
Türkiye ile Kürt savaşçıları arasında sorunun barışçıl bir yolla çözülmesine yönelik herhangi bir sinyal şimdilik görülmemektedir. Condoleezza Rice, sadece Türk Hükümetinin bu yönde adım atmasını ümit edebilir. Bu ümidi, AB ve Ortadoğu da paylaşmaktadır. Yalnız Türkler öfkelerini kontrol edebilecekler mi?

--Türkiye, Kuzey Irak'a Askeri Operasyonu Göze Alabilecek mi--

PKK savaşçıları Türk-Irak sınırında, Türk Ordusuna ait askeri devriyeye saldırı düzenledi. En az 12 asker öldürüldü, 13 askerinde kayıp olduğu ve bunların yasa dışı Kürdistan İşçi Partisinin elinde olduğu tahmin ediliyor. Başbakan Erdoğan, gerekli olanın yapılacağını söyledi.
Erdoğan baskı altında. Birçok Türk, Kürtlere bir ders vermek istiyor. Fakat Erdoğan, askeri bir operasyonun başarı şansının oldukça az olması ve politik açıdan felaket derecede sonuçların ortaya çıkması ihtimali nedeniyle, bu konuda oldukça çekingen davranıyor. Erdoğan, ülkesindeki Kürtleri karşısına alabilir ve Bush ile olan diyaloğu tamamen bozulabilir.

SUNUCU: Bugün bu konu hakkında konuklarımızla sohbet edeceğiz. Konuklarımdan Zaman gazetesinin Berlin Temsilcisi Süleyman Bağ, Türkiye'nin uzun bir süredir sorunu çözmeye çalıştığını, çabaların sonuçsuz kalması durumunda, hükümet üzerindeki toplum baskısının olağanüstü derecede artacağını, şimdiye kadar operasyon yapmaya ihtiyaç duymayan hükümetin operasyon yolunu seçmek zorunda kalabileceğini düşünüyor. Amerikalı bağımsız gazeteci William Boston, Türkler askeri operasyona hazır olmasalardı, sınıra asker yığdırmazdı şeklinde düşünüyor ve durumu oldukça ilginç buluyor. Yaşanan olayların Batı ile Türkiye arasındaki ilişkiye iyi bir örnek oluşturduğunu düşünüyor. IP-uluslararası politika dergisinin Yazı İşleri Müdürü Sabine Rosenbladt durumu oldukça tehlikeli buluyor. En azından Irak'taki Kürtlerin PKK'nın birkaç adamını Türkiye'ye teslim etmesi halinde, yaşanan krizdeki gergin atmosferin bir ölçüde yumuşayacağına inanıyor.

SUNUCU: Sayın Bağ, Irak Hükümetinin PKK'nın adamlarını Türkiye'ye teslim etme şansı sizce ne kadar?

BAĞ: Bu, Amerika'nın orada nasıl bir tavır alacağına bağlı. Amerika orada hem Irak Hükümetinin hem de Kürt bölgesinin müttefikidir. Türkiye, Amerika'nın aylardan beri vadettiği, teröre karşı somut adımlar atmasını bekliyor. Olayın Kürtler ve Türkler arasında yaşanan bir sorun şeklinde algılanması yanlış. PKK bir terör örgütüdür ve Amerika ile AB de PKK'yı bu şekilde tanımlamaktadır. Amerika, teröre karşı verilen uluslararası savaşta Türkiye'nin desteğini istiyor. Bu doğru bir istek ve Türkiye de bu yardımı zaten yapıyor. Tabi Türkiye'nin de aynı şekilde teröre karşı yaptığı savaşta sadece kuru sözlerle değil, gözle görülür net adımlar atılmasını istemesi, bu desteği talep etmesi gayet doğal bir durum. Bu durum, Türk Hükümetinin önümüzdeki günlerde izleyeceği tutumu belirleyecek.

SUNUCU: Sayın William Boston, Amerikalılar Kuzey Irak'ta düzeni sağlayamazlar mı? Neden Amerikalılar PKK'yı ortadan kaldırma konusunda çekingen davranıyor?

BOSTON: Amerika'nın, Kuzey Irak'ta çabucak bir şey yapabileceğine inanmıyorum. PKK'nın bölgede desteklendiğini iddia etmiyorum. Ama Amerika, PKK'ya karşı silahlı bir harekete geçerse, işte o zaman PKK bölge halkının desteğini almaya başlar ve böylece Kürtler, Amerikalıların karşısına geçmiş olur. Amerikalıların böylece uğraşması gereken bir problemi daha ortaya çıkar. Her iki tarafın da kabul edebileceği bir çözüm yolunun bulunmasından başka bir çözümün mümkün olmadığını düşünüyorum.

SUNUCU: Bu durum gerçekten böyle mi?

ROSENBLADT: İnsan hiçbir zaman ümidini kaybetmemeli. Neyse ki bir sonraki hafta Irak'a komşu olan ülkelerin konferansı gerçekleşecek. Bu, yapılacak ikinci konferans olacak. Bu konferansta bu krize yönelik bir adımın atılmasını ümit ediyorum. Başbakan Erdoğan ile Bush, 5 Kasım'da bir araya gelecek. Bu görüşme yapılana kadar savaş yönünde dramatik bir kararın verilmemesini ümit ediyorum. Şu durumda hiçbir taraf sorundan kazançlı çıkamaz. Bu yüzden bütün tarafların yaşanan bu soruna bir çıkış yolu aramaları gerekmektedir.

BAĞ: Türkiye'nin sorunu, bu konunun çözülmesi için aylardan beri diplomatik bir çıkış yolu aramış olmasıdır. Her seferinde, Bağdat'ta bulunan Irak Hükümeti ve Amerikalılar problemin çözümünde sert önlemler alınacağı konusunda sözler vermiş, Türkiye her seferinde bu sözlerin gerçekleşmesini beklemiştir. Hatta en son yaşanan olaylarda toplumun büyük baskısına rağmen, Türkiye soruna somut adımlar atılmasını beklemeye devam etmektedir. Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Irak'a gidip oradaki hükümetle görüştü. Başbakan, Londra'daki yetkililerle bir araya geldi. Yani Türkiye, tek başına bir harekette bulunmak istemiyor.

SUNUCU: Bayan Sabine Rosenbladt, kendi ülkesinde Bağdat dışında bir etkisi olamayan Irak Hükümetinden, Türkiye'nin, bu durumun farkında olmasına rağmen, PKK konusunda somut adımlar atılmasını talep etmesi sizce boşuna değil mi?

ROSENBLADT: Türkiye tabii ki haklı nedenlerden dolayı böyle bir talepte bulunmaktadır. Türkiye, Irak toprakları üzerinden gelen gerillalar tarafından saldırılara uğruyor ve askerleri öldürülüyor.

BAĞ: Teröristler tarafından...

ROSENBLADT: Bunlara terörist demek herhalde doğru olur. Yalnız Bağdat bu problemi çözemez. Bağdat'ın ne bir etkili ordusu var ne de 15 yıldan beri Amerikalılar sayesinde bağımsız olarak hareket eden Kürt özerk bölgesinde bir etkisi bulunmaktadır. Kuzey Iraklı Kürtlerden mantıklı davranmaları beklenmektedir. Fakat şu anda Kuzey Iraklı Kürtler pek mantıklı davranmıyor. İşte bu durum problemin çekirdeğini oluşturmaktadır. Bu bölgede, dört ülke etrafına dağılmış, bu dört ülke tarafından uzun bir zamandır büyük baskılar görmüş, her seferinde bu dört ülke içinde bağımsız bir Kürt devleti için savaşmış 30 milyon Kürt bulunuyor. Şimdi Kuzey Irak'ta özerk bir yönetimleri var ve kendilerine bir soru sormaları gerekiyor. Kürdistan'ın gerçekleşmesi için savaşmaya devam mı edecekler, yoksa Irak'ın bir parçası olarak bu terör eylemleri karşısında somut adımlar mı atacaklar. İşte bu konuda Kürtler bir karar vermeli. Şimdi Iraklı Kürtlerden bu beklenmeli. Fakat Iraklı Kürtler bu konuda henüz hazır değiller.

SUNUCU: Kürt asıllı Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Türklere bir Kürt kedisi bile teslim etmeyeceğini söylemiştir. Bu, iyi komşuluk ilişkilerine ters düşen bir açıklama değil mi?

BAĞ: Sanırım Türkiye'nin büyük sorunu bölgede güvenilir bir ortağının olmamasıdır. Yaşanan zorluk, bölgedeki güçlerin Türkiye'ye verdikleri sözlerden çok çabuk dönmeleridir. Türkiye, Irak'ın bütün bir devlet olarak kalacağına inanıyor. Türkiye, Irak topraklarında hak iddia etmeyen bölgedeki tek ülke.

SUNUCU: Türkiye, Kerkük'te hak iddia etmiyor mu?

BAĞ: Bu sadece bir polemik. Bu görüş sadece aşırı milliyetçi gruplar içinde bahsedilmektedir. Türkiye'nin dış politikası, kuruluşunun ilk yıllarından beri "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi olmuştur. Türkiye, bu bölgede toprak talebinde bulunmamaktadır. Türk topraklarında yeterli miktarda petrol ve diğer enerji kaynakları bulunmaktadır. Ülkede ekonomik açıdan büyük gelişmeler yaşanıyor. Türkiye, enerji köprüsü haline geliyor.

ROSENBLADT: Türkiye, petrolünü dışardan almıyor mu?

BAĞ: Şimdilik petrol dışarıdan alınıyor. Ama bu konuda yapılan araştırmalar dikkate alınacak olursa, özellikle Karadeniz'de yeni petrol kaynakları bulundu. Türk gazetelerinde bu konu ayrıntılı bir şekilde tartışılıyor. Türkiye'nin gerçek problemi ekonomik gelişmesini ve son seçimlerde elde ettiği demokratik gelişmeleri korumaktır. Türkiye'nin kafasında sadece iyi komşuluk ilişkileri bulunmaktadır. Bu durum Suriye, Yunanistan ve üç parçaya bölünmemesi gereken Irak için de geçerlidir.

SUNUCU: Iraklılar bu sorunu çözemiyorsa, sorumluluk Amerikalılara geçmiyor mu? Kürtler de bazı nedenlerden dolayı pek istekli davranmıyor.

BOSTON: Geçtiğimiz yıllarda yaşanan olaylar Amerikanın hesabına yazılmaktadır. Kendilerini bu duruma soktular. Amerikan Hükümeti bir çözüm yolu bulmak zorunda. Amerikalılar "elimizden geleni yapıyoruz, siz tek başınıza idare edin" diyemez. Amerika bölgededir ve sorunun çözülmesi için aktif bir rol üstlenmek zorundadır. Irak'ta barış dışarıdan değil, sadece içeriden sağlanabilir. Irak'ta yaşayanlar, bu devletin bir parçası olma konusunda istekli davranırsa ülkede barış sağlanır. Demokratik Irak'a, askeri operasyon yapılmayacağına inanıyorum.

SUNUCU: Ülkede barışın hüküm sürdüğü tek yer olan Kuzey Irak'ın, yapılacak ya da yapılmakta olan bir askeri operasyonla istikrarının bozulma ihtimali var mı?

ROSENBLADT: Tabii bu mümkün. Mesud Barzani 100 bin peşmergeyi sınıra yerleştireceğini ilan etti. PKK'nın adamlarını bile teslim etmiyor, aksine yapılacak bir operasyonda PKK'nın yanında yer alacağını belirtiyor. Tabii ki bu inanılmaz bir kışkırtma. Krizi alevlendiriyor. Bence bu Amerikalıların da problemi. Amerikalılar Kuzey Iraklı müttefiklerini durumun böyle devam edemeyeceği konusunda ikna etmeli. Bunun işe yarayıp yaramadığını ve sonuçlarını bekleyip göreceğiz. Bazı söylentilere göre Amerikalılar, PKK'yı İran'a karşı verdiği savaşta desteklemektedir. Bunun nereye doğru gideceği de belli değil. İran-Irak sınırında silahlı bir çatışma olup olmayacağı da belli değil. Eğer bu durum gerçekleşirse, Amerika'nın savunacağı belirgin bir pozisyon kalmayacaktır. Amerikanın önümüzdeki iki hafta içerisinde hangi tarafta olduğunun netleşmesini ümit ediyorum.
SUNUCU: Türk halkı, Kürtlere kesin bir ders vermek istiyor. Sizce hükümet böyle sert bir adım atabilir mi?

BAĞ: Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; sorun Kürtler ve Türkler arasında değildir. Ben geçen sene güneydoğuya gittim, Ağrı ve Elazığ'daydım. Bölgede birçok insanla sohbet etme fırsatı buldum. Bu insanlar terörle ilişkileri olduklarının düşünülmesinden rahatsız oluyor. Bölgede yaşayan bu insanlar, kendilerinin terörle bağlantıları olduğu önyargısı dolayısıyla zorluk çekmekteler. Maalesef bu hatayı Batı medyası da yapıyor. PKK'ya sempati duyan ve bunu açıkça dile getiren parti, en son seçimlerde oyunu artıramamış, aksine kendilerinin de söylediği gibi 50 milletvekili çıkarmayı amaçlarken sadece 20 milletvekili çıkarabilmişlerdir. Bir milletvekili daha az olmuş olsalardı, parlamentoda bir grup oluşturamayacaklardı.

SUNUCU: Yüzlerce insan sokaklara çıktı, PKK'ya karşı daha sert tedbirler alınmasını talep ettiler. Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül, bu yüzden mi tavırlarını sertleştirip "Eğer yakında bir şey gerçekleşmezse biz devreye gireriz" şeklinde açıklama yapıyorlar?

BAĞ: Türkiye son yıllarda demokrasi yolunda ilerlemiş ve demokratik bir toplum olma yolunda büyük adımlar atmıştır. Hükümet, bazı medya kuruluşlarının iddia ettiği gibi kamuoyundan bağımsız hareket etmemektedir. Her demokratik ülkede olduğu gibi, toplum içinde tartışılıp konuşularak hareket edilmektedir. Bu durumu Batının pek iyi kavrayamadığını düşünüyorum. Tabi ki Hükümet toplumun baskısı altındadır. Hatta sosyalist enternasyonale üye olan ana muhalefet partisi CHP bile aşırı milliyetçi bir tavır almaktadır.

SUNUCU: Müslüman parti olan AKP'nin, ordunun yönetim kademesine daha eleştirel yaklaşması ve belki de anavatanın değerlerinin terk edilmesi görüşünün etkisi olabilir mi?

BAĞ: Bu krizde Cumhurbaşkanı, ordunun yönetim kademesi ve hükümet arasında iyi bir koordinasyonun sağlanmış ve aralarında bir görüş farkının olmadığı ortaya çıkmıştır. Eski Cumhurbaşkanı Sezer böyle bir krizde nasıl bir tavır alırdı, bunu düşünmek bile istemiyorum. Türkiye, terör örgütü PKK'nın kendisine hazırladığı tuzağın farkında. Türkiye sınır ötesi operasyon yapmak istemiyor. Bu hükümetin pozisyonu. Askeri operasyonu ordu da istemiyor, çünkü geçmişte ordu bölgede 20'den fazla askeri operasyon düzenlemişti. Askeri operasyonlar soruna çözüm getirmemektedir. Ama Türkiye, batılı müttefikleri tarafından terk edildiğini hisseder ve gerçekten problemden bir çıkış yolu görmezse, kendi kamuoyunu ve tabii ülkenin güvenliğini sağlamak için harekete geçebilir.

SUNUCU: Ama bu her zaman öne sürülen bir argüman

BOSTON: Ama bu mevcut olan bir problem. Türkiye'deki hükümet kendisini batı tarafından hakarete uğramış hissediyor. Batının geçtiğimiz senelerde Türkiye'ye nasıl davrandığını düşünecek olursak bu kanıya varmaları tamamen yanlış sayılmaz.

BAĞ: Bu politik bir faktör olarak sayılmaz. Merkel de bir Türk gazetesinde Nazi olarak suçlanmıştı ve hakarete uğramıştı. Hakarete uğramak, milli politikaları belirleyici bir unsur değildir.

BOSTON: Eninde sonunda Türk Hükümeti, Batı tarafından dışlanmaya devam ederse, Türk Hükümeti de gücünü göstermek isteyecektir.

BAĞ: Ama bunun hakaretle bir ilgisi bulunmamaktadır. Burada net olarak politik çıkarlar söz konusudur. Türkiye'nin bir pazarlık ortamı bulamamasıdır.

BOSTON: Amerikan Kongresinin planladığı Ermeni soykırım tasarısının oylanmasına yönelik tepkiler göz önüne alınacak olursa, Türk Hükümetinin ve Türk halkının rahatsız olabileceği düşüncesi yanlış olmaz. Bunun bir etken sayılabileceğini düşünüyorum.

SUNUCU: Kimin hakarete uğradığı kimin hakarete uğramadığı tartışması derinleşmeden, başka bir konuda soru sormak istiyorum. 1999 yılında PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanması ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasından sonra PKK uzun bir süre ortalıkta görülmedi. PKK ateşkes ilan ettiğini açıkladı. Bu sessizlik döneminde ufak tefek çatışmalar yaşanarak, bu sessizlik arada sırada bozulsa da PKK'dan bu sessizlik dönemi içinde pek ses çıkmadı. Bu arada Kürtçe konuşulması serbest hale getirildi. Kürtler daha fazla haklar elde etti. Şimdi böyle bir şeyin yaşanması, PKK'nın Irak'ta durumun kontrolden çıkması için kullanılması anlamına sizce gelmez mi?

ROSENBLADT: Her iki taraftaki Kürtlerin durumları olumlu yönde gelişme göstermiştir. PKK'nın problemi, savunduğu tezlerin gün geçtikçe etkisini kaybetmesidir. PKK son seçimlerde Güneydoğu Anadolu'da bulunan Kürtlerin yarısının, oyunu hükümette olan AKP'ye verdiği görülmüştür. PKK bölgedeki rolünü gittikçe kaybediyor, bunun gerçekleşmesini hiç istemiyor. Bu etkiyi kaybetmemek için kurnaz bir şekilde bölgedeki tarafları birbirine düşürüyor. Irak sınırını aşıp Türk askerlerini öldürüyor ve bu eylemlerini gayet bilinçli bir şekilde yapıyor. Bölgede bir faktör olabilmek için her iki taraftaki Kürtleri kendileriyle dayanışmaya zorluyor. PKK uzun zamandan beri bir rol oynamasa bile Türk halkı için büyük bir problem teşkil etmektedir. Türk halkı, AB'nin baskısıyla, Kürtlere toplum içinde daha fazla rol verilmesi için zorlandıklarını düşünüyor. Ölüm cezasına çarptırılan Abdullah Öcalan idam edilmemiştir. Şimdi Türkiye'deki bir adada bulunan bir hapiste yatmaktadır. Bazı söylentilere göre saldırı oradan yönlendiriliyor. Tabii bütün bunlar Türk halkına çok ağır gelmektedir.

SUNUCU: Sizce Türkiye Kuzey Irak'a saldırı düzenlerse AB'ye üyelik sürecinde bir problem yaşar mı?

ROSENBLADT: Tabii ki Avrupa'nın büyük bir kısmında, Türkiye'ye karşı mevcut hava dikkate alınacak olursa bu mümkün. Bu yüzden Türkiye'de hem politikacılar hem de ordunun bölgede askeri bir harekat yapma konusunda hevesli olduklarını zannetmiyorum. Çünkü ordu yapılacak savaşın gerilla savaşı olacağının farkında ve böyle bir savaşın kazanılması neredeyse imkansız.

SUNUCU: Sayın Boston, bunu Amerikalılar Irak'ta hissetmeye başlamadı mı?

BOSTON: Gördüğümüz gibi çok zor bir durum, Washington'da da bazıları Amerika'nın batağa saplandığı şeklinde yorumlar yapıyor.

SUNUCU: Size bir şey daha sormak istiyorum. Bazı söylentilere göre Türklerin, Amerika ile yaşadığı sorunlara rağmen Amerika ile birlikte Irakta bir şeyler yapacakları söyleniyor. Böyle bir şeye inanıyor musunuz?

BOSTON: Amerika için NATO'nun önemini göz ardı etmemek gerekir. Türkiye, NATO üyesi bir ülkedir. Amerika, Irak'ta işgalci güçtür. Irak'ta düzenin sağlanması ve NATO üyesi bir ülkenin saldırıya uğramaması Amerikanın çıkarlarıyla bağlantılıdır. Ama Amerikalılar için problem bu durumda başarı şanslarının olmamalarıdır. Amerika yaşanan bu sorunda sadece diplomatik yollarla çözüm yapılırsa bir başarı elde eder.

SUNUCU: Sayın Bağ aklıma bir fikir geldi. Sayın Boston NATO'dan bahsetti. NATO'da beşinci madde diye bir bölüm bulunmaktadır. Bu maddede eğer bir NATO üyesi ülke saldırıya uğrarsa, diğer bütün NATO'ya üye ülkelerde saldırıya uğramış sayılır ve böylece diğer NATO ülkeleri saldırıya uğrayan NATO üyesi ülkeye yardım etmek zorundadır. O zaman neden kimse bir şey yapmıyor?

BAĞ: Bunu hiçbir şey yapmayanlara sormalısınız. Sorunun muhatabı ben değilim. Türkiye için NATO, AB ve Amerika ile işbirliği çok önemlidir.

SUNUCU: Ama AB'ye daha üye değilsiniz.

BAĞ: Evet ama AB'de potansiyel üye olarak tanımlanan bir derecemiz var, üyelik müzakereleri devam etmektedir. Son yıllarda Türkiye'de yaşanan gelişmeler, AB müzakere süreci olmasaydı yaşanamazdı. Bu yüzden Türkiye kendisini politik ve sosyal açıdan Avrupa'nın bir parçası ve batının bir müttefiki olarak görmektedir. Türkiye'nin bu birlikten çıkma gibi bir niyeti yok. Türkiye bu birlikten zarar göreceği fikrinde değil, tam tersine Kuzey Irak'tan yapılan bir saldırıda diğer üye ülkelerin NATO'da bulunan maddede yer alan sorumluluklarını yerine getirmelerini beklemektedir. Kuzey Irak'ta istikrarın korunması isteniyorsa şunlar bilinmeli. Kuzey Irak'ın ekonomik istikrarı Türkiye'ye bağlı. Bir sürü Türk firması bölgenin inşasında faaliyette bulunmaktadır. Amerikalıların Irak'ta lojistik ihtiyaçlarının yüzde yetmişi İncirlik Hava Üssünden gerçekleşmektedir.

SUNUCU: Bu durumda bir sorun mu çıkacak?

BAĞ: Böyle olacağına inanmıyorum. Türkiye bir çatışmadan değil, barışçı çözümden yanadır. Bence bir sonraki adım ekonomik ambargolar olacaktır. Sorunun halledilmesini ümit ediyorum.

SUNUCU: Bir soru daha. Bu sorun Türkiye'de yaşayan Türkler ve Kürtlerin ilişkilerini ne derece etkiler?

ROSENBLADT: Tabii müthiş derecede tehlikeli bir durum. Çünkü Türk halkı, Kürtlere daha çok hak tanındığını, dillerinin serbest bırakıldığını düşünüyor. Kürdistan'dan (yayından aynen) 20 milletvekili, Türk Meclisinde bulunuyor. Birden sınırların saldırıya uğraması ve askerlerin öldürülmesi insanların kafalarında kendilerine nelerin olduğu konusunda soru sormalarına neden oluyor. Yapılan gösterilerden havanın gergin olduğu, savaş rüzgarlarının estiğini görüyoruz. Hükümet, bu yüzden içerideki öfkeyi azaltmaya çalışıyor. Türkiye'nin içinde bir çatışma yaşanması felaket olur. Bence AB net açıklamalar yapmalı. Türk Hükümetinin yanında tavır almalı. Bunun şimdiye kadar tam olarak gerçekleştiğini tam olarak söyleyemeyiz. Bence AB'nin görevi, müttefiklerinin problemini tanıyıp Türk Hükümeti yanında yer almasıdır.

SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "PARTİ TABANI, CDU'NUN TÜRKİYE SİYASETİNE KARŞI ÇIKIYOR"

BERLİN, 31/10(BYE)--- Tirajı günde 424 bin 250 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 31 Ekim 2007 tarihli sayısında, hick/pkr/jon/trw rumuzlarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Düsseldorf/Berlin çıkışlı haberin geniş özet çevirisi şöyledir:

--Yerel Teşkilatlar Türkiye'nin AB Üyeliğine Karşı Oluşunun Parti
Programına Dahil Edilmesinden Yanalar--

CDU'nun eyalet teşkilatlarında CDU'nun merkezinde izlenen Türkiye siyasetine karşı çıkış gittikçe artış gösteriyor. Kuzey Ren Vestfalya eyaleti CDU milletvekili Herbert Reul, bu gazeteye yaptığı açıklamada, birçok CDU yerel parti teşkilatının yeni parti programında Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olunduğunun yer verilmesini istediğini belirtti. Aralık ayında CDU'nun Hannover şehrinde yapılacak olan olağan kongresinde sunulacak olan taslak parti programının AB genişlemesi bölümünde Türkiye'den henüz bahsedilmiyor.
CDU Genel Sekreteri Ronald Pofalla parti programı ile ilgili toplantılarda, Türkiye ile ucu açık müzakerelerin yürütüldüğünden söz edilmesini, fakat CDU'nun Türkiye ile imtiyazlı ortaklığı doğru bir çözüm olarak gördüğüne yer verilmesi önerisini getirmişti. Bu ibarelerin parti tabanı için yeterli olup olmayacağı henüz belli değil. Steinfurt'lu CDU AB milletvekili Markus Pieper, CDU'nun eyalet teşkilatında Türkiye konusu nedeniyle çekişmeler yaşandığını söylerken, birçok yerel CDU parti teşkilatının bu konuyla ilgili "imdat freninin" çekilmesi için başvuruda bulunduğunu belirtti. Bazı CDU'lu AB milletvekillerinden alınan duyumlara göre parti lideri Angela Merkel'in, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda nihai bir açıklama yapmaktan kaçınmasının nedeni hükümet işlerinin gidişatını sıkıntıya sokmamak istemesi.
Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde iki yerel teşkilat konuyla ilgili olarak bir karar aldılar. Buna göre, Türkiye'nin AB üyeliği için ne AB'nin kendisi ne de Türkiye koşulları yerine getirebilmektedir. Gelen haberlere göre benzer bir karar Baden-Württemberg eyaletinde de alınmış bulunuyor. Milletvekili Markus Pieper, AB'nin genişleme stratejisinin "dönüm noktasında" bulunduğunu belirtirken, Romanya ve Bulgaristan'ın AB üyeliklerinin birliği zorladığından bahsediyor. Pieper, Avrupa'nın sınırlarının ortak tarihin, kültürün ve değerlerin bulunmadığı noktada başlaması gerektiğini hatırlatıyor.
Hamburg CDU teşkilatından milletvekili Georg Jarzembowski ise Türkiye ile ilgili yeni parti programında bir ibareye yer verilmesine karşı çıkarken, "Angela Merkel'in şahsen Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu herkes biliyor" şeklinde konuşuyor. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan milletvekili Jarzembowski, Türkiye üye olarak alınırsa Ukrayna ve Moldovya gibi ülkelere de karşı çıkılamayacağına dair bir uyarıda bulunuyor.
Berlin CDU teşkilatından Frank Henkel, kendi eyalet teşkilatlarının Başbakan Erdoğan liderliğindeki AKP'nin Avrupa'daki muhafazakar partilerin toplandıkları Avrupa Halk Partisine üye olmasına karşı çıktıklarını belirtti.

SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "ÇOK TEMEL BİR MESELE"

BERLİN, 31/10(BYE)--- Tirajı günde 424 bin 250 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 31 Ekim 2007 tarihli sayısında, Heribert Prantl imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

--CDU Tabanı Türkiye'nin Kesinlikle AB'ye Girmesini İstemezken, Hristiyan Demokratların Yönetimi İse Bir Şekilde Bunu İstiyor--

Gerçeği söyleyenler sadece çocuklar ve meczuplar değildirler. Bazen de sıradan parti üyeleri bunu yaparlar: CDU'nun tabanı herkesin bildiği bir şeyi yeni parti programına çok net bir şekilde yazdırmak istiyor. Fakat parti yönetiminin açıkça, çürütülemez bir şekilde ve hiç de diplomatik olmayan bir tarzda söylemek istemediği şudur: Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) Türkiye'nin, nasıl geliştiğini gözönünde bulundurmaksızın, AB'ye girmesini istemiyor.
CDU tabanı, ya da her halükarda tabanın bir kısmı, bu konuda kesin olarak "hayır, bitti ve amin" diyor. CDU yönetimi de daha farklı düşünmüyor, ancak, bunu "ayrıcalıklı ortaklık" formülü altına saklıyor. CDU yönetimi, tabandan gelen "hayır-bitti-amin" başvurularını, meselenin parti programına ait olmadığını, programa yalnızca önümüzdeki on ve yirmi yıl içinde de güncelliğini koruyacak beyanlarını alınması gerektiğini ileri sürerek önlemek istiyor.
Ancak, tam da bu mesele programa aittir! Türkiye'nin AB'ye alınması çok temel, tam anlamıyla tarihi bir meseledir. Burada mesele yalnızca Türkiye ile olan ilişki değildir, Avrupa'nın İslam'la olan ilişkisi de sözkonusudur. Avrupa'nın tarihi hem "umut veren bir evet", hem de "endişeli bir hayır" için elverişlidir: Türkiye'nin tam üye olduğu bir AB, demokrasi ve insan haklarının Hristiyan değerleri olmadığına dair bir sembol olabilir. Buradaki risk ise şudur: Türkiye'nin üyeliğe alınması, Avrupa'nın "kolayca dengesini kaybeden bir devletler birliği" statüsüne düşmesine neden olabilir.
Bir parti programı için bundan daha temel bir mesele yoktur.

FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "ANKARA'DAKİ HÜKÜMET SAĞDUYULU DAVRANDIĞINI KANITLIYOR"

BERLİN, 31/10(BYE)---Tirajı günde 355 bin 130 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 31 Ekim 2007 tarihinde, SPD Avrupa Parlamentosu milletvekili Vural Öğer imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan okuyucu mektubunun çevirisi şöyledir:

Her ülke sınırlarını korumak zorundadır, özellikle doğrudan bir tehditle karşı karşıya bulunduğu zaman. Bu husus Türkiye için de geçerlidir. Irak'ın kuzeyinde müsamaha gösterilen üç binden fazla PKK teröristi kamplarda mevzilenmiş bulunuyor. Bu durum, meydana gelen son olayda PKK gruplarının sınırı geçerek Türkiye'ye girip Türk askerlerini arkadan vurmasına ya da askerlerin kaçırılmasın yol açmıştır. Kuzey Irak özerk Kürt bölge yönetimi başkanı Barzani, Türkiye'nin sınırı geçerek PKK'yı etkisiz hale getirmek istemesi halinde yüz bin kişilik Kürt milis gücünü seferber edeceği tehdidinde bulundu. Bu açıklamalar karşında Kuzey Irak'taki Kürt özerk yönetiminin Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri kurma konusunda iyi niyetine güvenmek oldukça zor.
TBMM, PKK saldırılarına karşı askeri müdahale edilmesi konusunda hükümete destek verdi. AB, ABD ve Batı medyasının büyük bir bölümü Türkiye'ye karşı anlayışla yaklaşıyorlar, ancak aynı zamanda sağduyulu hareket edilmesini istiyorlar. Şimdiye kadar tezkerenin kullanılmamış ve askeri operasyonun gerçekleştirilmemiş olması Ankara'nın sağduyulu hareket ettiğinin bir göstergesidir.
Peki Avrupa'nın ne ölçüde sağduyulu hareket etmektedir. Türkiye'nin, müttefikleri tarafından yalnız bırakıldığı hissettiği bir gerçektir. Örneğin, PKK'nın Avrupa ülkelerinde de sağladığı lojistik ve mali yardımlar hakkında kapsamlı bir araştırmanın yapılmasının zamanı çoktan gelmiştir. Almanya'da yargılanan ve bundan kısa bir süre önce Fransa'dan Avusturya'ya geçen ve oradan hiçbir engelle karşılaşmaksızın Kuzey Irak'a giden Rıza Altun olayı, son zamanlarda dile getirilen sözde destek sözlerinin Türkiye'de alaycı bir tavır olarak algılanması şaşırtıcı olmamalıdır. AB, bu tür vakalarını tekrarlanmaması için kararlı bir tutum sergilemelidir ve bu konuyu AB'nin komşuluk ilişkileri bağlamında ele almalıdır. Türkiye tek taraflı askeri bir eylemden imtina edebilmesi için diplomatik ve siyasi açıdan AB ve ABD'nin desteğinin tam olduğundan emin olması gerekir.


AVUSTURYA BASINI

DIE PRESSE: "TÜRKİYE 2006'DA PEK İLERLEME KAYDETMEDİ"

VİYANA, 31/10(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 31 Ekim 2007 tarihli sayısında, Doris Kraus/Thomas Vieregge imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin/Viyana/Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

AB'ye yakında üye olacak Türkiye'ye karşı olanların, aday ülkenin son hızla Avrupa Birliği yönünde ilerlemesinden korkmalarına gerek kalmadı. Çünkü AB Komisyonu Türkiye'ye geçtiğimiz yıl için kötü not verdi. 6 Kasım'da resmen açıklanacak olan, "Financial Times Deutschland" gazetesine sunulmuş olan raporda, "Reformların uygulamaya geçirilmesi düzenli bir şekilde olmadı ve 2006'dan bu yana yavaşladı" diye yazıyor.
Komisyon, en büyük eksikliklere ifade özgürlüğü alanında rastlandığını belirtiyor. Komisyonun hoşnutsuzluğunun nedenlerinden biri de, Türklüğü aşağılamaya ceza getiren ve sık sık siyasi takiplere bahane olarak kullanılan ceza yasası maddesi. Raporda bu madde yüzünden takip gören insanların sayısının 2006 yılında iki katına çıktığı, 2007'de ise daha da arttığı belirtiliyor. Türk Hükümeti şimdiye kadar bundan sonra nasıl bir çizgi izleyeceğini açıklamadı. Söz konusu maddenin bazen kaldırılacağı, bazen bırakılacağı, bazen de değiştirileceği söyleniyor.
Komisyon aynı zamanda da Türkiye'de parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerinin yapıldığı 2007 yılındaki zor siyasi durumu da gözönünde bulunduruyor. AB'li bir diplomat "Presse" gazetesine, "Bu olumsuz bir rapor değil. Türkiye'nin Mart 2007'den bu yana siyasi açıdan neredeyse bloke olmuş olduğu dikkate alındı" diyor.
Brüksel tüm eleştirilere rağmen bir ümit ışığı da görüyor. Gerçi ordunun politika üzerindeki önemli etkisi olumsuz değerlendiriliyor, ama durumun buna rağmen tırmanmamasına olumlu gözle bakılıyor. Komisyon Anayasa reformları üzerinde yoğun bir şekilde tartışılmasından da hoşnut.

--Verheugen Katılımdan Yana--

Komisyon'un tanınmış temsilcilerinden olan Alman Komisyon Yardımcısı, endüstriden sorumlu AB komiseri Günter Verheugen bu yüzden hala Türkiye'nin AB'ye katılımından yana çıkıyor. Verheugen Türkiye'nin AB'ye üye olmasına karşı çıkan en güçlü politikacı Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'ye bir gönderme yaparak, "Bu dünya politikası açısından önem taşıyan bir konu. Kimse, hatta Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy bile bu süreci durdurma riskine girmeyecektir" diyor. Sarkozy Türkiye'nin Avrupa'ya ait olmadığını ve AB yerine bir Akdeniz Birliği'ne üye olması gerektiğini düşünüyor.
Uzun zamandan beri Ankara'nın entegrasyonun ateşli savunucularından olan Verheugen, Berlin'de yabancı basın temsilcilerine, "Türkiye Avrupa'dan net bir tavır bekliyor. Ancak şu sıralar hep çelişkili sinyaller alıyor. Oysa Türkiye'deki reformların başarısı, Avrupa politikasının ne kadar güvenilir ve inanılır olduğuna bağlı. Türkiye reformları süratle gerçekleştirebileceğini ve gerçekleştirmek istediğini kanıtladı" dedi.
Verheugen ayrıca Türkiye'de AB'ye katılımı onaylayanların oranının yüzde 40'a düşmesinin hem üzücü hem de anlaşılır olduğunu da sözlerine ekledi.

BELÇİKA BASINI

DE STANDAARD: "TÜRKİYE'NİN 'GECİKMELİ' REFORMLARI KONUSUNDA AB'NİN YILLIK RAPORU HOŞGÖRÜLÜ"

BRÜKSEL, 31/10(BYE)--- Tirajı günde 76 bin olan De Standaard gazetesinin 31 Ekim 2007 tarihli sayısında, Bernard Bulcke imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir

AB'nin her yıl hazırladığı ve bu yıl 58 sayfa olan "stratejik" genişleme raporunda çok az sürpriz var. Bu raporun önümüzdeki hafta benimsenmesi gerekiyor. En hassas siyasi konularda -Türkiye ve Sırbistan- ne olumlu ne de olumsuz yeni bir şey var. Sadece Sırbistan konusundaki rapor önümüzdeki haftaya kadar değişebilir.
Türkiye konusunda Rehn geçen hafta Avrupa Parlamentosunda iki yeni başlık olan TransAvrupa şebekesi ile sağlık ve tüketicinin korunması başlıklarını müzakereye açmak istediğini açıklamıştı.
Ancak Rehn'in işini zorlaştıran bu kez Türkiye değil, Fransa. Geçen hafta Cumhurbaşkanı Sarkozy, kasım ayı içinde yeni başlıkların müzakere edilmeye başlanmasının söz konusu olmadığını açıklamıştı.
Avrupa Komisyonu şimdilik pek endişelenmiyor. "Sarkozy 'hayır' demiyor, büyük olasılıkla aralık ayında olacak" deniyor. Büyük olasılıkla 13-14 aralık tarihlerinde yapılacak zirvede "AB'nin geleceği"ni inceleyecek "akil adamlar" grubunun kurulmasından sonra Sarkozy onayını verecek: Ancak Rehn bu konuda sorunlar yaşıyor. "Bu gruba kimler katılacak?" Bu grup, geçen yıl Birliğin "genişleme kapasitesi" konulu rapora daha fazla ne ekleyebilecek?
Rehn genişleme konusundaki stratejik raporunda üye ülkelere yükümlülüklerini hatırlatıyor. Raporunun 15. sayfasında genişlemenin gerekliliği konusunda bilgilendirme gibi AB'nin de çaba harcaması gerektiğine dikkat çekiyor. Komisyon üye ülkeleri ve aday ülkeleri, "siyasetçilere, medyaya, akademisyenlere, ticaret dünyasına, sosyal partnerlere ve gençliğe" yönelik olarak bir "bilgilendirme" planı hazırlamaya davet ediyor. Rehn Komisyonun da "söylentiler ve olaylarla" mücadele edeceğini açıkladı.
Türkiye raporunun merkezini "reformların düzenli olarak uygulanmadığı ve 2005 yılından beri ise yavaşladığı" konusu oluşturuyor. En çok dikkat çeken ise Rehn'in bu cümlesini, enine boyuna anlatılan yeni cumhurbaşkanının seçilmesi konusundaki "anayasal kriz" konulu bir paragraf izliyor. Bu kriz erken seçimlere neden oldu ve Olli Rehn bu konuda iltifatta bulunuyor. Rehn, "Genelde çok hassas olan konular tartışıldı" ve "çok canlı sosyo-ekonomik çevreler, demokrasi ve laikliğe bağlılıkları açıkça dile getirdiler" diyor. Rehn ayrıca raporunda Türkiye'deki seçimlerin "demokratik standartlara uygun olarak yapıldığını" belirtiyor. "Siyasal reformların sürdürülmesi, ifade özgürlüğü konusunda çok daha fazla değişiklikler yapılması, sivil toplumun askerler üzerinde denetim kurması ve gayrimüslimlerin hakları gibi konulardaki geleneksel şikayetler tüm bunların arkasından geliyor. Raporda Kıbrıs konusunda ilerleme kaydedilmediği tespit edilmiş. Komisyonun önümüzdeki yıl yeni bir ilerleme raporu hazırlayacağı bildiriliyor.
PKK konusunda da şimdilik bir tek cümle yer alıyor raporda: "Terörist eylemler arttı" ve söz konusu örgüt Birliğin terörist örgütler listesinde bulunuyor.

FRANSA BASINI

AFP: "SOLANA: IRAK'IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ 'ESASTIR'"

BRÜKSEL, 25/10(AFP)(BYE)--- AB Yüksek Temsilcisi Javier Solana bugün Türkiye'yi itidale çağırdı ve Irak'ın toprak bütünlüğünün "esas" olduğunun altını çizdi.
Brüksel'de basına yaptığı açıklamada Solana, "Irak'ın toprak bütünlüğü esastır" dedi ve "tüm tarafları yapıcı bir şekilde işbirliği yapmaya" çağırdı.
"Sabrı tükenmiş olan" Türkiye bugün, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) asi Kürtlerini Irak'ın kuzeyinden çıkarmaya kararlı olduğu uyarısında bulundu.


AFP: "ERDOĞAN: 'TÜRKİYE, AB'DEN PKK'YA KARŞI MÜEYYİDE BEKLİYOR"

BÜKREŞ, 25/10(AFP)(BYE)--- Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bugün Bükreş'te yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği ülkelerinden, Kürdistan İşçi Partisini (PKK) terörist bir örgüt olarak tanımanın ötesine geçerek somut tedbirler alınmasını istedi.
Romanyalı meslektaşı Calin Tariceanu ile beraber düzenlediği basın toplantısından sonra konuşan Erdoğan, "Avrupa Birliği ülkeleri PKK'yı terörist bir örgüt olarak kabul ediyorlar. Bunu beyan ettiler. Ancak bu yeterli değil. Bazı müeyyideler alınmasını bekliyoruz" dedi.
Erdoğan, "Terörizm ne mahallidir, ne millidir. Milletlerarası kaynakları kaynakları vardır ve milletlerarası planda gelişmeye devam ediyorsa artık durmayacaktır" diye devam etti.
"PKK Avrupa ülkelerinde PKK adıyla örgütlenmiyor, ülkesine göre değişik isimler alıyor" diyen Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'nın "bu konuda bütün ülkelere bilgi verdiğini" belirtti.
İki günlük resmi bir ziyaret için Bükreş'te bulunan Erdoğan'ın bugün öğleden sonra Romanya Devlet Başkanı Traian Basescu tarafından kabul edilmesi bekleniyor.


AFP: "ERDOĞAN, AVRUPA ÜLKELERİNİN PKK'LI ASİLERE KARŞI
HAREKETSİZ KALMALARINI KINADI"

İSTANBUL, 27/10(AFP)(BYE)--- Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, Avrupa ülkelerini, ayrılıkçı Kürt asilerle mücadelesinde Türkiye'yi yeteri kadar desteklememekle, özellikle Ankara tarafından talep edilen militanları iade etmemekle suçladı.
İstanbul'da bir konferansta yaptığı konuşmada Erdoğan, "Maalesef, hiçbir ülke şimdiye kadar bunu yapmadı" dedi.
Türkiye sürekli Avrupalı ülkelerini, AB tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen Kürdistan İşçi Partisi'nin ve başka yasa dışı silahlı Türk grupların Avrupa'daki kollarına karşı harekete geçmeye çağırıyor.
Erdoğan, "Ancak bir ilerleme olmaması, Batılı dostlarımızın samimiyet derecesini açıkça göstermektedir" şeklinde fikir belirtti.
Başbakan, isim vermeksizin Avusturya'ya gönderme yapıyor. Ankara Avusturya'yı, Interpol tarafından aranan PKK'nın bir üst düzey yöneticisinin, örgütünün kamplarına katılabilmek üzere Irak'ın kuzeyine giden bir uçağa binmesine izin vermiş olmakla suçluyor.
PKK'nın saymanı Rıza Altun, terör faaliyetleri ile suçlandığı Fransa'dan kaçtıktan sonra temmuz ayında Avusturya'da ortaya çıkmıştı.
Ankara, PKK'nın finansmanının büyük bölümünün, Avrupa'da para aklama, uyuşturucu ticareti ve kaçak göçmen faaliyetlerinden kaynaklandığını düşünüyor. PKK'nın Avrupa'daki Kürt toplumu bünyesinde geniş bir militan ağı bulunuyor.

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "AB İLERLEME RAPORUNDA TÜRKİYE ELEŞTİRİLECEK"

BRÜKSEL, 25/10(REUTERS)(BYE)--- Marcin Grajewski bildiriyor:

Merakla beklenen ve gelecek ay yayımlanacak Avrupa Birliği raporunda AB adayı Türkiye, insan hakları, ordunun rolü ve limanlarını Kıbrıs'a açmaması konusuna eleştirilecek.
7 Kasım tarihinde yayımlanacak yıllık raporda, eksikliklerine rağmen, anayasal krizle baş etmesi ve güçlü bir ekonomik büyümenin yolunu açacak reformlarından dolayı, nüfusunun çoğu Müslüman olan ülkeden övgüyle söz edildi.
Reuters'ın bugün ele geçirdiği taslak Avrupa Komisyonu raporunda, "2007 yılında siyasi reformlarda sınırlı bir ilerleme kaydedilmiştir. Özellikle ifade özgürlüğü, ordunun siviller üzerindeki kontrolü ve gayrimüslim cemaatlerin haklarıyla ilgili daha fazla çabanın sarfedilmesi gerekmektedir" ifadeleri yer aldı.
AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn tarafından hazırlanan taslakta; yolsuzlukla mücadele, adli reformlar, sendikalar, kadın ve çocuk haklarında da daha fazla gelişmeye ihtiyaç olduğu kaydedildi.
Türkiye AB ile 2005 yılında katılım müzakerelerine başladı, ancak 2015 yılından önce Birliğe üye olması beklenmiyor. Fransa ve Avusturya Türkiye'nin üyeliğe karşı çıkıyor.
Taslakta, AB ülkelerinin Türkiye ile müzakerelerde nasıl bir tutum içerisinde olması gerektiği konusunda nihai bir tavsiye yer almadı. Türkiye ile müzakereler raporun yayımlanmasından hemen önce AB Komisyonu tarafından biçimlendirilecek.
Rehn dün müzakerelerde bu yıl sonuna kadar 35 siyasi başlıktan ikisinin daha açılmasının beklendiğini söyledi.
Komisyon ayrıca, 7 Kasım tarihinde AB'ye katılmak isteyen Batı Balkan ülkeleri için de ilerleme raporları yayımlayacak.
Türkiye raporu, Irak sınırında saklanan Kürtlerin saldırılarından önce hazırlanmıştı.

--Ordunun Rolü--

İlerleme raporunda Türkiye'ye ılımlı Müslüman iktidar partisi ile laikliğe sıkı sıkya bağlı ordu arasındaki soğukluğu gidermesi nedeniyle övgü yapıldı.
Taslakta, "İlkbaharda yaşanan anayasa krizinin sonucu demokratik sürecin önceliğini yeniden teyit etmiştir" denildi ve son 50 yıldır bir kaç darbenin arkasında olan ordunun demokratik süreci etkilemeye çalışmaması gerektiği belirtildi.
Taslak metinde şöyle denildi: "Ordu kendi alanı dışındaki meselelerde açıkça tavır sergilemektedir. Halen, ordu üzerinde tam bir sivil idarenin ve savunma harcamaları üzerinde de Meclis kontrolünün oluşturulması gerekmektedir."
Taslak metinde Türkiye, Kıbrıs'a limanlarını açmak üzere taahhütte bulunmaması nedeniyle eleştirildi.
AB geçen yıl, Ankara'nın Kıbrıs konusunda eyleme geçmemesi nedeniyle Türkiye ile müzakerelerde 35 siyasi başlıktan sekizini dondurmuştu.
İlerleme raporunda Türkiye mal ve hizmetlerle ilgili yasalarını AB standartlarına yakınlaştırdığı için övüldü.
Ancak raporda, yolsuzlukla mücadele konusunda yeterli ilerleme olmadığı ve güvenlik güçleri tarafından işlenen işkence suçunda azalma olduğu, ancak hala sürdüğü ifade edildi.
Taslak raporda, "Özellikle de gözaltına alınmadan önce işkence vakaları hala görülüyor. Türkiye'nin, güvenlik güçleri tarafından yapılan ihlallere ilişkin iddiaları daha ciddi bir şekilde araştırması gerekir" denildi.


REUTERS: "GERÇEKLER, SARKOZY'NİN AKDENİZ BİRLİĞİ PLANLARINI GÖLGELİYOR"

RABAT/PARİS, 26/10(REUTERS)(BYE)--- Tom Pfeiffer ve Jon Boyle bildiriyor:

Nicolas Sarkozy, mücadeleyi seven biri olarak tanınır, ancak Fransız liderin birçok Akdeniz ülkesini AB tarzında bir birlik oluşturulmasına ikna hedefi, jeopolitik gerçeklere takılmış görünüyor.
Aynı tuzlu denizi paylaşmalarının dışında, fakir ve baskıcı toplumlardan, zengin ekonomiye sahip, laik liberal demokrasi ülkelerine kadar birbirinden farklı bu sahil ülkelerinin pek de bir bağlantısı yok gibi görünüyor.
Türkiye gibi Avrupa sever ülkeler Avrupa Birliği'ne üye olmayı tercih ederken, kuzey-güney ittifakının ekonomik getirilerine ilgi duyan bazı Kuzey Afrika ülkeleri o kadar farklı ki, bu ülkelerin hepsini bir araya getirmek Birliği anlamsız kılabilir.
Hırçın bir diplomasi tarzı olan Sarkozy dahi, İsrail, Suriye, İspanya ve Libya'yı bir dizi kuruluş ilkesinde uzlaştırırken zorlanabilir.
Bu hafta yaptığı coşkulu bir konuşmada Sarkozy, Akdeniz'in, medeniyetler beşiğinin bir medeniyetler çatışması odağı olmasını durdurmak adına ortak bir projeyi kapsayabileceğini söyledi.
Ancak Sarkozy, yeni birliğin detaylarının ileri bir tarihte ele alınabileceğini ve "Akdeniz Kulübünün" geçmişteki başarısız çabaların ardından ne şekilde başarı sağlayabileceğini tasarlamayı analistlere bırakmak gerektiğini belirtti.
İngiltere'deki Bath Üniversitesinden Profesör Richard Whitman, "Bu alternatif politikanın ne şekilde bir katma değer getireceği henüz bütünüyle kesinleşmiş değil. Bu, sadece bir tekliften ibaret ve onun ötesinde bir şey yok" yorumunda bulundu.
Whitman şöyle devam etti: "Bence Akdeniz Birliği fikri klasik ikileme çözüm getirmiyor ve bu nedenle pek de başarılı olacağını ummuyorum" dedi.

--Sabır ve İyi Niyet--

Avrupa Birliği, taşkömürü ve çelik endüstrisinin kontrolünü merkezileştiren altı benzer ülkenin ortaklığıyla kuruldu. Kuruluş mantığı ise jeopolitik değil ekonomik ve siyasiydi.
Akdeniz Birliği ise, ortak bir coğrafyadan hareketle başlayan ve ulusal önceliklerin sabır ve iyi niyetle ortak bir noktaya getirileceği umulan bilinmeyene doğru gidiş olacak.
En kalabalık Akdeniz ülkesi olan Türkiye, Sarkozy'nin planının, özlemle beklediği Avrupa Birliğine tam üyeliğin yerini alamayacağını net bir dille belirtti.
Merkezi Paris'te bulunan uluslararası ilişkiler enstitüsü IFRI'dan Khadija Mohsen Finan, Sarkozy'nin projesinin "Türkiye'yi marjinalleştirerek Avrupa Birliği üyeliği yolundaki hızını sürdürmesine engel olma" mahiyetinde olduğunu öne sürüyor.


REUTERS: "STEİNMEİER TÜRKİYE KONUSUNDA MERKEL'İ ELEŞTİRDİ"

HAMBURG, 28/10(REUTERS)(BYE)--- Erik Kirschbaum bildiriyor:

Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier dün Şansölye Angela Merkel'i, Türkiye'nin AB üyeliği ihtimalini ileri sürmek ancak en önemli anlarda desteğini çekmekle eleştirdi.
Hristiyan Demokrat lideri ve koalisyon ortaklarını eleştiren Steinmeier ayrıca, daha etkili kanallar kullanmak yerine Alman medyası aracılığıyla insan hakları konusunu gündeme getirdiği için de Merkel'i topa tuttu. Steinmeier, "İnsan haklarından söz ettiğimizde bu sadece manşet olmak için olmamalı" dedi.
Steinmeier ve Merkel koalisyonlarının ilk iki yılında dış politika alanında işbirliği yaptılar. Ancak gelecek seçimler iki yıl içinde yapılacağından, ikili arasındaki gerilim tırmanıyor.
Genellikle diplomatik davranan Steinmeier şaşırtıcı bir tutum sergileyerek, Merkel ve partisinin, yıllardır Türkiye'ye reformlara bağlı olarak AB üyeliği sözü verdiklerini ancak sonra desteklerini çektiklerini söyledi ve "En önemli zamanda çekildiler. Böyle davranan muhafazakarların bulunduğu bir partiyle ne yapabilirim?" dedi.
Steinmeier parti üyelerine hitaben yaptığı konuşmada ayrıca ABD Başkanı George W. Bush'u ve İran politikalarını da eleştirdi ve "Askeri maceralar bir çözüme katkıda bulunmaz" dedi.


REUTERS: "TÜRKİYE'NİN HALA AB'YE KATILACAĞI DÜŞÜNÜLÜYOR AMA 10 YIL İÇİNDE DEĞİL"

LONDRA, 30/10(REUTERS)(BYE)--- Nigel Davies bildiriyor:

Reuters'in yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, Türkiye, muhtemelen ilerlemesini ve Kürt ayrılıkçılarla yaşadığı ihtilafı eleştireceği düşünülen rapora rağmen hala bir sonraki on yılda Avrupa Birliğine katılma yolunda.
23 mali ve akademik kurumu kapsayan ve 18-30 Ekim arasında yapılan araştırma Türkiye'nin AB'ye muhtemelen 2018'de katılacağını gösteriyor. Yani nisan ayında yapılan başka bir araştırmanın tahmininden bir yıl önce.
Araştırma, ülkenin ordusu, PKK asilerini bastırmak için Kuzey Irak'a olası bir operasyon için hazırlanırken yapıldı. Analizciler Türkiye'nin uzun süredir devam eden AB girişimi konusunda büyük oranda iyimserken, olası engeller arasında Kıbrıs ile ilişkilerin risklerini ve bazı AB üyelerinin muhalefetini gösterdiler.
Araştırma ayrıca AB'nin üyelik müzakerelerini durdurmasının da, Türkiye'nin müzakereleri iptal etme olasılığının da yüzde 20 olduğunu gösterdi. Bu, nisandaki araştırmanın yüzde 25 oranından daha az.
Londra'daki Standard Poor's'ta direktör olan Faruk Soussa, "Kuzey Irak'ta geniş kapsamlı ve uzayan bir ihtilaf senaryosu çok muhtemel olmasa da bu, Türk-AB ilişkilerini bozabilir" dedi.
Soussa Türkiye'nin AB'ye 2015'te gireceği tahmininde bulundu ve Türkiye'nin müzakerelerden çekilme olasılığının, yüzde 20 ile, AB'nin müzakereleri durdurması ihtimalinden, yüzde 15, daha yüksek olduğunu söyledi.
Ancak Avrupa Komisyonu muhtemelen Ankara'nın insan hakları ve güçlü ordunun politika üzerindeki etkisiyle ilgili sicilini kasım ayında yayımlayacağı yıllık raporunda eleştirecek.
Buna rağmen, AB Türkiye'nin katılım için yerine getirmesi gereken iki ana politika alanında müzakereleri önümüzdeki haftalarda başlatmayı planlıyor.
Geçen yıl 35 alandan sekizi Türkiye'nin havaalanları ve limanlarını Kıbrıs'a açmayı reddetmesi üzerine askıya alınmıştı.
Türkiye'nin AB'ye girme tarihiyle ilgili tahminler 2014 ila 2023 arasında değişiyor. Bir analizci hiçbir zaman üyeliği elde edemeyeceği görüşünde.

--İlerleme Raporu--

Türkiye'nin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi geçen ay AB'ye katılma kararlılığını vurguladı ancak ilerleme raporundan önce önemli reformların geçmesinin mümkün olmadığını açıkladı.
Analizciler, olumsuz bir raporun Türkler arasında ülkenin AB girişimiyle ilgili şüpheleri artırabileceğini söylediler.
Washington'daki Global Insight'tan stratejist Sharon Fisher, "Kasımdaki baştanbaşa olumsuz olması beklenen ilerleme raporu daha fazla entegrasyon için Türklerin desteğini daha da baltalayacak" dedi.
Türk Parlamentosunun dışişleri komisyonu başkanı Murat Mercan, geçen ay Brüksel'in üyelik için kesin bir tarih belirlemesi durumunda Türklerin Avrupa'ya karşı şüpheciliklerinin azalacağını söylemişti.
Bazıları da, hızla büyüyen bir ekonomiyle Türkiye'nin ilerleme için AB'ye bile ihtiyacı kalmayabileceğini söylüyor.
"Türkiye AB üyeliği olmadan çok fazla ekonomik ilerleme kaydetti ve oldukça sağlam bir siyasi istikrar elde etti" diyen İstanbul'daki
Finansinvest'ten stratejist Mert Ülker, Türkiye'nin AB'ye 2014'te gireceği ve Kıbrıs meselesinin en baş engellerden biri olarak kalacağı tahmininde bulundu.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy gibi bazı AB liderleri Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmaya devam ederse şüphecilik artabilir. Gerçekte bazı analizciler Türkiye'nin kaderinin, bloğun gelecekteki hali için referandum yapabilecek Fransa ve Avusturya gibi ülkelerin elinde olduğunu düşünüyor.
Viyana'daki Unicredit MIB'den stratejist Simon Quijano-Evans, "AB Türkiye'nin üyeliğini omuzlayabilir, nihayetinde bu, çeşitli AB ülkelerinde yapılacak referanduma bağlı siyasi bir karar olacak" dedi.


KIBRIS RUM BASINI

FİLELEFTHEROS: "REHN, ERDOĞAN'A GÖRE KAFTAN BİÇİYOR... MARKOS TÜRKİYE RAPORU DOLAYISIYLA ABD SEYAHATİNİ YARIDA KESECEK...KOMİSYONDA ÇETİN SAVAŞ"

LEFKOŞA, 30/10(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 27 Ekim 2007 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonunun; Türkiye'nin AB ilerleme raporunun nihai metninin şekillendirilmesi konusunda "savaş pozisyonunda olduğu" bildirildi.
Rum Avrupa Komiseri Markos Kiprianu'nun halen; Genişlemeden Sorumlu Komiser Olli Rehn'in bürosu tarafından "dayatılan" hazırlık taslağında esaslı değişiklikler yapılması yönündeki çetin tartışmalara müdahil olduğu bildirildi.
Finlandiyalı Komiserin (Rehn), Komisyon Başkanı Jose Manuel Barosso'dan aldığı yeşil ışıkla Türkiye ile ilgili, eleştiri ve tavsiyelerden arındırılmış, çok daha olumlu bir rapor sunmak hedefiyle 15'ten fazla ülkenin katıldığı bir "blok" oluşturmayı başardığı kaydedildi. Rehn'in ittifakı, Komiser ofislerinin önceki günkü toplantısında "darbe vurdu" ve Türkiye lehinde inanılmaz bir hava yarattı; "blok" şekillenme aşamasındaki ilerleme raporunda eleştiriler mantığından kaçınarak Başbakan Erdoğan'a daha olumlu bir mesaj gönderilmesi talebinde bulundu.
Ankara için, mevcut olandan daha elverişli ifadeler kullanılmasını talep eden Komiser ofisi sayısının azımsanmayacak kadar çok olduğu belirtildi.
Olli Rehn ve 15'lerin; Türkiye'nin ilerleme raporunda, daha ağır ifadeler ve tavsiyelerin yer almasını isteyenlerin iştahlarını sınırlandırmayı hedefledikleri açıktır. Bu, Avrupa Komisyonunun Finlandiyalı yetkilisinin son yıllarda izlediği bir taktiktir.
Komiser Markos Kiprianu; gelişmeler ışığı altında ve Kıbrıs için daha olumlu ifadeler elde etmek amacıyla ABD ziyaretini kesecek ve Komiser ofislerinin, Türkiye ile ilgili ilerleme raporu hakkındaki nihai kararın alınması beklenen, 6 Kasım'da gerçekleştirilecek kritik toplantısında hazır bulunacak.
Kıbrıslı Komiserin, planlı ABD ziyaretini kesme hareketi, Olli Rehn'in bürosunun hazırladığı taslakta iyileştirmeler olması için savaş verme niyetlerine dair işaretler veriyor. Rapor taslağını değiştirme çabalarının, hem Olli Rehn'in oluşturmaya özen gösterdiği olumlu havadan hem de ilerleme raporunun nihai metnine ilişkin kararların komiserlerin oy çokluğuyla alınacak olması ve bunun da veto kullanma olanağı vermemesinden dolayı, özellikle zor olduğuna dikkat çekiliyor.
Genişlemeden Sorumlu Komiser Olli Rehn'in, Komisyonun masasına koyduğu ilerleme rapor taslağı, daha önceki Ankara'yı suçsuz gösterme, buna paralel olarak Lefkoşa'yı küçümseme çabalarını da aşmış durumdadır. Taslak, Kıbrıs Cumhuriyeti için tahriktir.


FİLELEFTHEROS: "OLLİ REHN LONDRA'NIN 'GÜDÜMÜNDE'"

LEFKOŞA, 31/10(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 28 Ekim 2007 tarihli sayısında Brüksel Muhabiri Pavlos Ksanthulis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Londra, Türkiye'ye açık Avrupa çeki vermek ve onu Kıbrıs sorununun da dahil olduğu "bölgesel sorunlardan" kurtarmak amacıyla, "üçü bir arada" strateji belirledi. Bunu, Avrupa Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn de, hiçbir sapma olmadan sadık bir şekilde izlemektedir. Fileleftheros gazetesinin çok güvenilir kaynaklardan edindiği bilgilere göre Londra'nın, "uysal" Olli Rehn ve onun "sağ kolu" Genişleme Genel Direktörü Michael Leigh tarafından uygulanan strateji, Türkiye'nin hazırlanmakta olan ilerleme raporu, Kıbrıs sorununun 2008 yılında hızlı bir süreçle çözümlenmesi ve işgal bölgelerinin yasa dışı varlığının yükseltilmesi ile ilgili üç bileşik unsurdan oluşmaktadır. Bunun açık amacı, Türkiye'nin 2009 yılında Lefkoşa karşısında yerine getirilmeyen yükümlülükler konusunda değerlendirilmesi çerçevesinde, Ankara aleyhindeki yeni yaptırım senaryolarının alaşağı edilmesidir. Bir diğer amaç, Türkiye'nin Avrupa sürecini tam üyelikten saptırmak ve ona sadece imtiyazlı bir ilişki statüsü verilmesini isteyen üye devletlerinin "iştahlarının açılmamasıdır."
Spesifik olarak:

--2008 Yılında Çözüm--

Son günlerde imzalanan Ankara ile stratejik ortaklık çerçevesinde, gerek Londra gerekse Avrupa Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, protokol ve büyük bir olasılıkla 2009 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerin normalleştirilmesi ile ilgili yükümlülüklerinin değerlendirilmesi arifesinde, Türkiye'nin "Kıbrıs yükünden" kurtulması için, Kıbrıs sorununun 2008 yılında çözülmesi mantığı ile hareket ediyor. Elde edilen bilgilere göre, gerek Londra gerekse Brüksel, Türkiye'yi Avrupa yörüngesi dışında tutacak ve AB ile Türkiye arasında imtiyazlı bir ilişkiye (bugünkü verilere göre Nicolas Sarkozy'nin Fransa'sı, Avusturya, aynı zamanda Almanya'daki hükümet koalisyonunun yarısı bunu istiyorlar) yol açacak kriz senaryolarına ya da yeni yaptırımlara müsaade etme konusunda istekli değildir. Finlandiyalı yetkili, Mehmet Ali Talat'ın Başdanışmanı Raşit Pertev ile yapmış olduğu görüşme sırasında 2008 yılı içinde çözüm ile ilgili tezini dile getirerek (Fileleftheros, 12 Eylül), görünüşte Kıbrıs sorununun çözümü konusu ile ilgili olarak Londra'ya "yetişti." Komisyonun yetkili ağızlarından edinilen bilgilere göre Olli Rehn "gizli yemek" sırasında Cumhurbaşkanı Papadopulos'a da derhal çözüm konusundaki gerekliliği yineledi (Fileleftheros, 18, 19 Ekim).

--Tayvanlaşma--

Londra ve Brüksel, işgal bölgelerinin yasa dışı rejiminin özerkliği ile ilgili koşulları yaratmak için çalışıyorlar. Çözüm durumunda Kıbrıs Türk unsuru özerkliğe sahip olacak, ya da yıllar önce Lord David Hannay'ın açıklamış olduğu gibi evinin sahibi olacak. Çözüm olmaması durumunda da, Komiser Günther Verheugen'in referandumların sonucundan kısa bir süre sonra, AB ile Kıbrıs'ın kuzey kesiminde yasa dışı rejim arasında doğrudan temaslar geliştirilmesi yönündeki çabaya açıklık getirerek, ifade etmiş olduğu işgal bölgelerinin "Tayvanlaşması" senaryosu, güçlü bir şekilde ortaya atılacak. İngiltere-Türkiye stratejik ortaklık anlamasına göre Londra ile işgal bölgeleri arasında kurulacak "doğrudan temaslar" yeni bir meyve değildir.
İlişkilerin kurulması ve kalıcı diyalog ile ilgili ifadeler, edindiğimiz bilgilere göre Olli Rehn'in ve çevresindekilerin verdiği tavsiyelerden sonra, Avrupa Parlamentosunun Kıbrıs Türk toplumu ile Temas Grubunun raporunda da yer almaktadır (Fileleftheros, 28 Ocak 2007, 30 Ocak, 15 Şubat 2007, 18 Şubat 2007, 16 Mart 2007). Kıbrıs Türk üniversitelerinin Bologna sürecine katılımı gibi, doğrudan ticaretin yapılması konusunda Londra ve Rehn'in ortak çabası da yukarıdakilere ekleniyor. Bu konu aynı zamanda Londra ve Ankara'nın yaptığı anlaşmaya da dahildir ve geçtiğimiz pazar günü açıklamış olduğumuz üzere (Fileleftheros, 21 Ekim), Türkiye ve sahte devletin mızrağının ucunu oluştururken, Türk tarafı ile Olli Rehn'in genel direktörü arasında yazışmalar vardır. Öte yandan Finlandiyalı Komiserin ofisinde kabul ettiği üç izole edilmiş Kıbrıslı Türk öğrenciyle fotoğraf çektirmesi, hiç de tesadüf değildir. Görevi devraldığı günden beri (izole edilmemiş) Kıbrıs Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanı Erato Kozaku Markulli'yi henüz kabul etmediği ofiste...

--İlerleme Raporu--

Gelenek olarak görüş alışverişi için açık iletişim hattı kuran Londra'nın ve Olli Rehn'in genel direktörünün amacı, Ankara aleyhinde aynı zamanda Ankara'nın AB'nin felsefesi karşısındaki faaliyet ya da ihmalkarlıkları konusunda sivri bir eleştiriden kaçınarak ılımlı bir raporun yayınlanmasıdır. Aynı zamanda Fileleftheros gazetesinin açıkladığı (26 Ekim Cuma) Türkiye'nin ilerleme raporunun ilk taslağının, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni Londra ve Brüksel'in amaçlarının sunağında kurban etmesi ve Türkiye'nin, hem Lübnan ve Mısır ile yapılan devletlerarası anlaşmalar çerçevesinde, hidrokarbon yataklarının kullanılması, hem de Fransa ile savunma alanında işbirliği konularında Kıbrıs Cumhuriyeti aleyhindeki tehditlerini benimseme olanağını tehlikeli bir şekilde yansıtmaktadır. Her iki durumda da Olli Rehn'in genel direktörü Türk tehditlerini, Kıbrıs Cumhuriyetinin haklarından kuşku duymak ve bunlara yönelik basit bir protesto olarak nitelendirmektedir. Gerçekte Rehn'in ve onun çalışma arkadaşlarının, Finlandiyalı Komiserin Temsilcisinin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemen bir devlet olduğu ve devletlerarası anlaşmaları imzalamaya hakkından kuşku duyulmaması gerektiği konusuna dikkat çekerek, yapmış olduğu tavsiye ve ortaya koyduğu tezleri unuttukları görülmektedir. Bu, Kıbrıs'ın devam eden işgalini ve 45 bin Türk askerini unutan raporun taslağının eksiklikleri karşısında şeytan tırnağıdır. Bu, Komisyonun Türkiye ile ilgili hiçbir raporunda yer almadı. Rehn'in, Kıbrıs sorununun çözüm çabalarının ön hazırlığı ile ilgili bir sürecin başlaması için BM çerçevesinde yapılmış olan 8 Temmuz Anlaşmasından ve Mehmet Ali Talat'ın bu anlaşmadan vazgeçmesinden en küçük bir şekilde bahsetmemesi, onun hafıza kaybına uğradığını açığa çıkarmaktadır. Buna paralel olarak Tayyip Erdoğan'ın, Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili taahhüdü çantada keklik olarak yorumlanmaktadır. Ankara'nın sorumluluğuna dolaylı olarak atıfta bulunan ve kabul edilen tek şey, Lefkoşa ile ilişkilerin normalleştirilmesiyle ve Protokolün uygulanmasıyla ilgilidir. Vurgulandığı üzere bu konularda hiçbir ilerleme kaydedilmedi. İlerleme raporu ile ilgili olarak, 6 Kasım tarihinde metnin nihai şeklinin verilmesi için çetin bir mücadele yapılması beklenmektedir. Bir taraftan Kıbrıslı AB Komiseri Markos Kiprianu özlü değişiklikler isterken, diğer taraftan Olli Rehn Türkiye Başbakanı'nın ölçülerine göre bir rapor yayınlanmasını istiyor.

--Türkiye'ye "Avrupalı Hediyeler"--

Avrupa çevrelerine göre Brüksel ve Londra'nın işgal bölgelerinin yasa dışı varlığının statüsünün yükseltilmesi ile ilgili olarak Erdoğan Hükümetine vermeye çalıştığı açık Avrupa çeki, Türkiye'nin iç politikasında yatıştırıcı olacaktır. Bu, Ermeni soykırımının tanınmasına (geçtiğimiz günlerde ABD Meclisinin Dış İlişkiler Komitesi tarafından kararın benimsenmesinin ardından), ve Avrupa'nın birçok ülkesinde ortaya çıkan tepkilere bir karşılık olacaktır. Avrupa'nın başkenti Brüksel'de bile Türk milliyetçilerin, Belçika polisini alarma geçirerek, Ermeni ve Kürt şirketlere zarar verdikleri, otobüslere saldırdıkları ve arabaları ateşe verdikleri kaydedilmektedir. İngiltere ve Rehn'in Türkiye'ye yönelik hediyeleri, Ermeni konusunu güzel göstermek ve Irak'a yönelik Türk işgali ile ilgili senaryoların hayata geçirilmesini alaşağı etmek amacıyla sunulduğu değerlendirmesi yapılmaktadır. Avrupa Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Komiseri geçtiğimiz çarşamba günü Avrupa Parlamentosunda yaptığı konuşmada, Türkiye'yi PKK'nın saldırılarından kaynaklanan terörü önlemek için sadece ona göre bir şiddet kullanmaya çağırdı. Komiser Rehn'in kullandığı ona göre bir şiddet ifadesi o kadar belirsizdir ki, nihai analizinde Türkiye'ye onu keyfince yorumlama ve kendi düşündüğü gibi hareket etme hakkı vermektedir.

YUNANİSTAN BASINI

YUNANİSTAN RADYO-TV KURUMU: "KIBRIS SORUNU İÇİN KIŞKIRTICI BELGE"

ANKARA, 25/10(BYE)--- Yunanistan Radyo-TV Kurumunun (ERT) 25 Ekim 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Birliği'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Türkiye'den reformların hızlandırılmasını ve ordunun sivil denetim altına alınmasını isterken, bunun paralelinde Ankara'ya, Kıbrıs ile ilişkilerini normalleştirme yönünde adım atması ve limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti gemilerine açması çağrısında bulundu. Ancak, Olli Rehn'nin Avrupa Parlamentosunda yaptığı konuşma sırasında Türkiye ve Britanya başbakanları Recep Tayyip Erdoğan ile Gordon Brown, Londra'da, Atina ve Lefkoşa'nın tepkisine yol açan bir işbirliği belgesi imzaladılar. Bu durumda işgal toprakları, tırnak içerisinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak adlandırılıyor.
Lefkoşa'nın belge konusunda Britanya'ya nezdinde bulunduğu girişimden sonra Britanya'nın Kıbrıs Yüksek Komiseri Peter Millet yayımladığı yazılı açıklamada, Britanya'nın Kıbrıs'ın Kuzey kısmını ayrı bir varlık olarak tanımadığını ve tanımayacağının güvencesini verdi. Kıbrıs Dışişleri Bakanı Erato Markulli, Britanyalı Komisere, Kıbrıs Hükümetinin duyduğu memnuniyetsizliği doğrudan iletti.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni ise yaptığı açıklamada, bu kadar önemli bir konuda yanlış anlaşılma ve ihmallere yer olmadığının altını çizerek, izahat ve düzeltmelerin olacağına inandığını belirtti.
Tartışma konusu olan belgede, diğer konuların yanı sıra Kıbrıslı Türklerin sözde izolasyonuna son verilmesi ve Londra ile illegal işgal rejimi arasında tüm alanlarda doğrudan ilişki kurulması öngörülüyor.
Öte yandan Kıbrıs Hükümet Sözcüsü Vasilis Palmas yaptığı açıklamada, Britanya-Türkiye stratejik ortaklık belgesinin, Kıbrıs'ta açıkça bölücülük mantığını biçimlendirdiğini belirtti. Gelişmeyi olumsuz olarak nitelendiren Palmas, Kıbrıs Hükümetinin, Kıbrıs'ın çıkarlarının korunması yönünde hareket edeceğini belirtti.
Britanya-Türkiye stratejik ortaklık belgesiyle ilgili AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas da duyduğu büyük memnuniyetsizliği dile getirdi. Hristofyas, bunun kabul edilemez olduğunu söyledi ve Kıbrıs'ın, belgenin maddelerine rıza göstermesinin düşünülemeyeceğini kaydetti.

KOSMOS TU EPENDİTİ: "MESAFELER VE ANLAYIŞ"

ATİNA, 26/10(BYE)--- Tirajı haftade 116 bin olan Kosmos Tu Ependiti gazetesinin 26 Ekim 2007 tarihli sayısında, Hristina Pulidu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Ülkemizde Türkiye'nin Ege, Kıbrıs ve Ekümenik Patrikhane konularındaki tutumu önemsenirken, doğu veya güney sınırlarındaki tutumu bilinmeyen, hatta Yunan halkını neredeyse ilgilendirmeyen bir konudur.
Buna rağmen bölgedeki son gelişmeler, PKK'nın Türk askerlerine ardı ardına düzenlediği saldırılar, Türk askerlerinin öldürülmesi ve rehin alınmaları, Erdoğan hükümetinin ve Türk meclisinin bu olaylardan sonra aldığı Irak'a müdahale kararı ve Türkiye'nin başlattığı geniş çaplı -ancak şimdilik kontrol edilen- hava saldırıları AB'yi endişelendiriyor. Bu konu normalde, ülkemizi (ve toplumumuzu) olası bir bölgesel krizin parçası olan bir ülkeyle komşuluk ilişkileri ve bu tür bir krizin yol açacağı sonuçlar nedeniyle ilgilendireceği yerde, -uzun bir yol çizerek- Brüksel aracılığıyla Yunanistan'a ithal ediliyor.
Irak'ta bir askeri operasyona karışması durumunda Türkiye'de neler olacak? Ülke içindeki dengeler, özellikle de ordunun rolü ne olacak? Bu gelişme Türkiye'nin AB sürecini nasıl etkileyecek ve Türk-Yunan ilişkileri bu gelişmelerden nasıl etkilenecek? Bunlar Dışişleri Bakanlığını ilgilendiren sorulardır. Bakanlığın resmi açıklamalar yapmadan ve tezlerini ortaya koyarak gelişmeleri takip ettiği görünüyor. Buna göre, Türk vatandaşlarının öldürülmesi karşısında Ankara'nın öfkesi ve hassasiyeti son derece doğaldır. Ancak, bu psikoloji altında bir askeri operasyon kararı alınırsa dahi bunun tek hedefli, tek boyutlu olmaması ve en son seçenek olarak kullanılması gerekmektedir. Bölgede uzun vadeli istikrarın sağlanabilmesi için, Türk devleti ekonomi, insan hakları ve bölge kültürünü gözetecek şekilde bölgeye müdahale etmek zorunda.

--AB'nin Desteği--

AB dönem Başkanı geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, PKK'nın saldırıları sonucu yaşamını kaybeden şehitlerin ailelerine destek ve üzüntüsünü dile getirdi. Türkiye'nin halkını koruma çabalarını anladığını ancak, "PKK'nın saldırganlığına" haklılık kazandıracak "aşırı askeri girişimlerde" bulunulmaması gerektiğini vurguladı. Bu açıklama, Türk basını tarafından olumsuz eleştirilere neden oldu. Türk basını, Avrupa'nın bu kritik şartlar altında dahi Türkiye'ye destek olmadığını ve müttefiklerin farklı görüşleri nedeniyle belirsiz bir tutum benimsediğini savundu.
Tüm bunlardan, Türk toplumunun PKK gerillalarının art arda düzenlediği saldırılardan sarsıldığı anlaşılıyor. Türkiye'deki siyasi partiler, ender görülen bir görüş birliğiyle hükümetin Kuzey Irak'a müdahale düzenlenmesi yönündeki önerisini onayladılar. Bu kararı onaylamayan tek parti lideri, dikkatlice "üzüntüsünü" dile getirerek, partisinin tezinin kısa sürede açıklanacağını belirten Kürt yanlısı DTP lideriydi. Farklı bir deyişle, Türkiye, bu zor günlerde uluslararası toplumun şartsız koşulsuz desteğini istiyor. Yunanistan askeri müdahale planlarına karşı olmasına rağmen, bu noktada Türkiye'ye anlayışla yaklaşmaktadır.

--Kurumsal Dengeler--

Yunan Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'de yaşanan son gelişmeler ışığında askerin rolüne ilişkin olarak, geçmişteki dönemlere göre farklılıklar görüyor. Bu yeni durumda, Milli Güvenlik Kurulunun kararından sonra ordu müdahale etme kararı vermiyor. Meclis hükümete, operasyon düzenlemesi için orduya talimat verme yetkisi veriyor. -Dolayısıyla- durumu hükümet kontrol ediyor. Tabii, askeri bir müdahale durumunda ordunun rolü şüphesiz önem kazanacak ancak, bu gelişme kurumsal dengeler çerçevesine olacak.
Türkiye'nin bu kritik siyasi koşullar altında hareket etmesi, Atina'nın askeri bir provokasyon veya Türk-Yunan ilişkilerine bir "krizin ihraç edilmesi" olasılığına ilişkin kaygılarını dağıtıyor. Buna rağmen Atina, Avrupa-Türkiye sürecinde bir gerilemenin meydana geleceğini önceden görerek, krizin aynı zamanda Erdoğan hükümeti tarafından da siyasi olarak ele alınması gerektiğine dikkat çekti. Yunanistan, (Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın Washington'da Başkan Bush'la görüşeceği) 5 Kasım tarihine kadar askeri müdahalenin gerçekleşmeyeceğini umut ediyor. Siyasette de "24 saat" büyük bir süredir.

SKY TV: "TÜRKİYE KÜÇÜK İLERLEME KAYDETTİ"

ANKARA, 31/10(BYE)--- Yunanistan'ın özel SKY televizyonunun 31 Ekim 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

AB Komisyonu Türkiye'nin ilerleme raporu taslağında, Ankara'nın 2007 yılında siyasi reformlarında sınırlı ilerleme kaydettiği sonucuna varıyor.
Raporda, Türkiye'nin, Kıbrıs gemileri ve uçaklarına kendi liman ve havaalanlarını kullanma iznini hala vermediğinin altı çizilirken, Yunanistan ile ilişkiler konusunda, karşılıklı güveni tesis etme yönünde adımların atıldığından bahsediliyor.
Komisyon, Ankara'nın Heybelida Ruhban Okulunun açılmasına izin vermemeyi sürdürdüğünü, Ekümenik Patrik'in de her halükarda Ekümenik unvanını kullanma konusunda özgür olmadığını belirtiyor.
Raporda ayrıca, 2007 yılında PKK'nın Türkiye'ye karşı terör saldırılarının arttığına dikkat çekiliyor.
Metinden Komisyonun, Türkiye'nin eksikliklerine karşı mümkün oldukça sert olmaya, ancak Erdoğan'a, bunu kamuoyuna olumlu olarak sunma imkanını vermek için yumuşak ifadeler kullanmaya çalıştığı anlaşılıyor.
Avrupa Komisyonu, Ankara'dan, raporun açıklanacağı 6 Kasım'dan önce Kuzey Irak'a askeri operasyon düzenlemeyeceği konusunda güvence aldı.

ABD BASINI

AMERİKA'NIN SESİ: "AVRUPA PARLAMENTOSUNUN TÜRK KÖKENLİ ALMAN MİLLETVEKİLLERİ, TÜRKİYE'YE VE AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNE YÖNELİK AÇIKLAMALAR YAPTI"

ANKARA, 26/19(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosu'nun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:

Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine askeri operasyon düzenleme ihtimali Almanya'da da kamuoyu ve basının bir numaralı konusu olmaya devam ediyor. Ülkedeki en büyük korku Türk ordusunun Kuzey Irak'a girmesi halinde PKK'nın Almanya'da da şiddet eylemlerine girişme ihtimali. Avrupa Parlamentosunun Türk kökenli Alman milletvekilleri, Türkiye'ye ve AB ülkelerine yönelik açıklamalar yaptı.
Cem Dalaman, Berlin'den bildiriyor:

Avrupa Parlamentosunun Türk kökenli milletvekilleri Vural Öger ve Cem Özdemir, açıklamalarında, PKK'nın terör eylemleriyle Türkiye'yi bir savaşın içine çekmek istediğini, Türkiye'nin bu tuzağa düşmemesi gerektiğini savundular. Sosyal Demokratlar Grubu üyesi Vural Öger, AB hükümetlerinin PKK'ya karşı inandırıcılık kazandıracak politikalar izlemesi ve teröre karşı Türkiye'nin yanında yer alması gerektiğini açıkladı. Üç bine yakın PKK'lı teröristin Türkiye'yi tehdit ettiğini söyleyen Öger, AB ülkelerinden hangilerinin PKK'ya lojistik ve mali destek verdiğinin de artık araştırılması gerektiğini vurguladı.
Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu üyesi Cem Özdemir ise, Ankara hükümetinin haklı olarak sınırlarını korumak ve PKK'nın Kuzey Irak'tan Türkiye'ye karşı saldırılarda bulunmasını engellenmek istediğini, ancak Türkiye'nin duygularıyla değil akılcı hareket etmesi gerektiğini savundu. Özdemir, "Burada hedeflenen şey, Türkiye'de Kürt-Türk savaşına insanları sürüklemek, Türkiye'yi Irak tuzağına düşürmek. Hep birlikte buna karşı çıkmak zorundayız. Yüzlerce sene yaşanmış birliği devam ettirmek için elimizden gelen ne varsa bunu yapmak zorundayız" dedi.
Cem Özdemir, Türkiye'nin Avrupalı müttefiklerinin, PKK'nin kendi ülkelerindeki, silahlı mücadeleye eleman toplama ve teröristler için para tahsil etme gibi faaliyetlerini engelleme konusunda girişimde bulunmalarını talep etti ve sorunun uluslararası boyutuna dikkati çekti. Özdemir, "Sadece Irak değil, özellikle ABD yönetimi daha ciddi adımlar atmak zorundadır. Tabii ki Avrupa Birliği de kendisine düşen bir görevden haklı olarak söz etmektedir. Türkiye, bir NATO üyesi ve AB ile derin ilişkiler içinde. Dolayısıyla PKK'ya yönelik ortak bir politikamız olmalı. Ama, Türkiye de tek başına Kuzey Irak'a girmemeli diye düşünüyorum" dedi.
Bu arada PKK terörü ve Türkiye'nin olası askeri operasyonu ile bağlantılı tepki ve gösteriler Almanya'ya da ulaştı. Belçika'nın başkenti Brüksel'de düzenlenen gösteriden sonra, bir dizi Türk derneği ve çatı örgütü Almanya'daki Türkleri, cuma günü Hannover kentinde yapılacak gösteriye katılmaya çağırdı. Bu arada bugün, başkent Berlin'de PKK yanlısı bir grup, Türkiye Büyükelçiliğinin yakınında bir gösteri düzenlemek istedi. Yaklaşık 100 kişilik grup, polis tarafından Büyükelçilik binasına yaklaştırılmadı.


AZERBAYCAN BASINI

HALK CEPHESİ: "AVRUPA PARLAMENTOSU, SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMAYI REDDETTİ"

BAKÜ, 25/10(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 25 Ekim 2007 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımının tanınmasıyla ilgili teklifleri reddetti. APA Ajansı'nın yaptığı habere göre, Avrupa Parlamentosunda Türkiye ile ilgili raporun müzakeresinde, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki olayların, Ermeni soykırımı olarak değerlendirilmesi amacıyla üç kez teklifte bulunuldu. Ancak kurum üyeleri, bu teklifleri desteklemedi.
Hollandalı parlamenter Oomen-Ruijten'in hazırladığı rapor ve tavsiye kararı ise kabul edildi. Söz konusu rapor ve kararda, Türkiye, demokratik reformları hızlandırmaya çağırılıyor.
Not: Aynı haber Zaman gazetesinde de yer almıştır.


RUSYA BASINI
REGNUM: "AVRUPA PARLAMENTOSU RAPORU TÜRKİYE'DEN KORKUYLA YOĞRULMUŞ"

ANKARA, 26/10(BYE)--- Rus haber ajansı Regnum'un 25 Ekim 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Rusça yazının özet çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu; Hollanda, Fransa, Yunanistan ve Estonya'nın, 1915-1923 yılları arasında Osmanlı Türkiye'sinde gerçekleştirilen Ermeni soykırımının Ankara tarafından tanınması gerektiği yönünde düzeltmenin yapılmasıyla ilgili önerilerinin reddedildiği yeni Türkiye Raporunu kabul etti.
Uzlaşma sürecini başlatmaları yönünde Türkiye ve Ermenistan yönetimlerine çağrı yapılan yeni raporda, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayeti ve Malatya'daki cinayetler kınanmakta, Türk yönetiminden "bu olayların aydınlatılması ve suçluların mahkemeye çıkartılması" beklendiği belirtilmektedir.
Avrupa Parlamentosunun raporunu değerlendiren Avrupa Ermenileri Federasyon Başkanı Hilda Çoboyan, "Türkiye'nin Kuzey Irak'a girme tehditlerinden dolayı korkuyla yoğrulmuş bir rapor olmuş" yorumunda bulundu.

 

 


Güncelleme: 02/11/2007 / Hit: 5,334

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı