ENGLISH
  Güncelleme: 03/06/2008

2008-05-22 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2008-05-22 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

NÜRNBERGER NACHRICHTEN: "KRALİÇE ANKARA'DA İYİ AĞIRLANDI"

ANKARA, 15/05(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Nürnberger Nachrichten gazetesinin 15 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Türkiye Sadece Arzu Ettiği AB Üyeliği Konusunda İngiliz Kraliçesine Güvenmiyor--

II. Elizabeth'in bir zamanların Osmanlı Sultanlarının kırmızı üniformalı bandosu tarafından karşılanışı, Kraliçenin Türkiye ziyaretinin en renkli anlarından birini oluşturdu. Ancak kuzeybatıdaki bir kente yapılan kaçamak gezi, Elizabeth ziyaretinin odağını sadece savaşkan yeniçerilerin gösterisiyle sınırlandırmadı. Hoşgörü ve birlikte yaşamaya dair mesajlar öne çıktı: Kraliçe II. Elizabeth'e Bursa Yeşil Cami'de Kur'an'dan sureler dinletildi.
Kraliçenin Yeşil Cami ziyaretinde okunan "Rahman" suresini Uludağ Üniversitesi İlahiyatçılarından Prof. Dr. Mehmet Emin Ay itinayla seçmişti. Söz konusu surede insan yaradılışının ortak özellikleri dile getiriliyor. Ankaralı ilahiyatçı Bünyamin Erol, surenin sadece içeriğinin dikkat çekici olmadığını belirterek, asıl, surenin belli bir satırının sürekli tekrar edilmesi nedeniyle dinleyici üzerinde bambaşka güçte bir etki uyandırıldığını söylüyor.
Kraliçenin bir camiyi ziyaret etmesi her gün rastlanan bir olay değildir. 2002 yılında kendi ülkesinde ilk kez bir camiye ayak bastığında Kraliçe, Britanya tahtında 50'nci yılını doldurmak üzereydi. Britanya Hükümdarının Osmanlı'nın ilk başkentliğini yapmış Bursa'daki Yeşil Cami'yi görmeye karar vermesi, bu yüzden ev sahipliği yapan Türkleri, çok etkilemiştir. Erol, "Bu çok güzel bir jest" dedi.
Kraliçenin verdiği siyasi mesajlar da Türkleri ayrıca hoşnut etti. Türkiye'ye 40 yıllık aradan sonra yaptığı ilk ziyareti şerefine Ankara'da verilen resmî davette Kraliçe II. Elizabeth, ülkesinin Türkiye'nin AB üyelik sürecini desteklediğini dile getirdi. Kraliçe, Türkiye'nin, anlamlı bir zaman diliminde "Doğu ile Batı arasında köprü" oluşturduğunu söyledi. "Radikal" gazetesi köşe yazarlarından Murat Yetkin, kaleme aldığı bir yazısında Türkiye'nin Büyük Britanya için artan orandaki kaçınılmaz önemine vurgu yaptı.
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de İngilizlerin desteği için Kraliçeye teşekkür etti. Hatta dini bütün bir Müslüman olan Gül, kraliçe onuruna hayatında ilk kez bir smokin giydi, smokin kıyafeti, Türkiye'deki dindar sayılan politikacılar tarafından Hristiyan Batı dünyasının bir sembolü olarak görülür ve reddedilir.
Türkiye için Londra, son yıllarda artan bir önem kazandı. Zira, Berlin'deki kırmızı-yeşil Federal hükümetin iktidardan inmesi sonrasında Büyük Britanya, Türkiye'nin AB gayretinin emin bir şekilde arkasında duran tek büyük AB gücü konumunda kaldı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Türkiye'yi apaçık reddeden tavırları ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in AB ile Türkiye arasındaki "ayrıcalıklı ortaklıktan" yana olması, İngiliz desteğini Türkiye için hiç olmadığı kadar önemli kılıyor.
Türk iç siyaseti, henüz 1961 yılında Türk topraklarına yaptığı ilk ziyareti esnasında Kraliçe için büyük bir önem teşkil etmişti. O zamanlar Kraliçe, bir yıl öncesinde darbeyle iktidarı devralmış olan orduya seslenip, vatan hainliği suçlamasıyla idam cezasına çarptırılan eski Başbakan Adnan Menderes'in affedilmesi çağrısında bulunmuştu. Kraliçenin çağrısı sonuç vermedi: Erdoğan ve Gül'ün kendilerine örnek aldığı Menderes kısa bir süre sonra asılarak idam edildi.

FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "KOŞULLAR YERİNE GETİRİLMEDİ"

BERLİN, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 363 bin olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 19 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Stefan Fröhlich imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

--Türkiye'nin Muhtemel Bir AB Üyeliği Avrupa Kimliği Oluşturma Sürecini Tehdit Etmektedir--

Avusturya, Fransa ve Almanya'daki Hristiyan Birlik Partileri gibi Türkiye'nin AB ile "imtiyazlı bir ortaklıkta" bulunmasını arzulayan ülkeler arasında yer alıyor. Avusturya'daki Avrupa Güvenlik Politikası Enstitüsü, AB'nin geleceği ve Türkiye'nin AB üyeliğinin etkileriyle ilgili geniş kapsamlı araştırmalarda bulunuyor. Enstitünün yaptığı araştırmalar sonucunda, AB'nin geleceğine dair anayasa tartışmaları kapsamında ortaya çıkan sıkıntıların, Türkiye'nin muhtemel bir AB üyeliğinde daha da artacağı tespit ediliyor. Avusturya'daki Avrupa Güvenlik Politikası Enstitüsü yetkilileri, AB'nin üç farklı şekilde bir tehditle karşı karşıya bulunduğunu belirtiyorlar: Kimlik, işlev ve AB vatandaşlarının birliğin ehil oluşu konusundaki güvenleri. Türkiye ile ilgili kararlar aşamasında ise, Kopenhag kriterlerinin yeterince dikkate alınmadığı gözlemleniyor ve bu bağlamda, özellikle Birlik anlaşmasının altıncı maddesinin birinci bendinde AB'nin temel ve tartışmaya açık olmayan prensipleri hürriyet, demokrasi, hukuk devleti, insan haklarına saygı ve temel özgürlüklerin yer aldığına dikkat çekiliyor.
Avusturya'daki Avrupa Güvenlik Politikası Enstitüsünün yaptığı araştırmada, aday ülke Türkiye'nin AB'ye üye olması halinde ortaya çıkacak sorunlara değinilirken, Türkiye'nin muhtemel bir AB üyeliğinin getireceği siyasi, kurumsal, ekonomik, kültürel ve güvenlik politikası açısından etkileri tartışılıyor. Güvenlik Enstitüsünün araştırmacıları, Türkiye'nin üyeliği konusunda siyasi ve hukuksal boyutun fazla dikkate alınmadığını, AB Devlet Başkanları Konseyinin daha çok dış siyasi nedenleri ve Türkiye'nin jeostratejik önemini dikkate aldığını belirtiyorlar. Yapılan araştırmada, Türkiye'nin muhtemel bir AB üyeliğinin, birliği siyasal ve kurumsal anlamda zorlayacağı ve orta vadede AB'nin varlığını tehdit edeceği sonucuna varılıyor. Bunun yanı sıra araştırmada, Türkiye gibi ulusal tarihi ve kimlik anlayışı gelişmiş ve başka bir kültüre sahip bir ülkenin birliğe üye olmasının, zaten aksayan Avrupa kimliği oluşturma sürecini tehlikeye atacağı ve bloke edeceği vurgulanıyor. AB'nin, Türk toplumunu, "Avrupalaştırma" sürecinde Kemalizmden daha başarılı olacağına kuşkuyla yaklaşılıyor, zira Kemalizmin kendisinin de bu konuda 20. yüzyılda başarılı olduğu söylenemez.
Türkiye'nin muhtemel bir AB üyeliğinin sosyo-ekonomik olumsuz etkilerinden de bahsedilen araştırmada, ülkenin İslam ülkelerine karşı "köprü" işlevi gördüğü argümanı da tutarsız bulunuyor. Sonuç olarak, Avusturya'daki Avrupa Güvenlik Politikası Enstitüsünün yaptığı araştırmada, Türkiye'nin AB'ye üye olmak için gerekli koşulları yerine getirmediği ve yakın zamanda da getiremeyeceği tespit ediliyor.

SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "BRÜKSEL SARKOZY'İ FRENLİYOR"

BERLİN, 21/05(BYE)--- Tirajı günde 429 bin olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 21 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Martin Winter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Brüksel çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

--Paris'in Akdeniz Birliği'ni Sadece Altı Ay Yürütmesi Öngörülüyor--

Fransa'nın öncülüğünü yaptığı, AB nezdinde uzun süre tartışılan "Akdeniz Birliği" yavaş yavaş şekilleniyor. Ancak, AB devlet ve hükümet başkanlarının üzerinde çalıştığı ve salı günü kararlaştırdığı planın, Paris'i sadece kısmen sevindirmesi bekleniyor. Zira, Almanya ile Fransa arasında bulunan uzlaşı formülünün aksine Komisyon, Sarkozy'nin her iki yılda bir dönüşümlü olarak bir AB hükümet-devlet başkanının Akdeniz'de kıyısı olan, ancak AB üyesi olmayan bir başka ülkenin hükümet başkanıyla birlikte dönem başkanı olması planına karşı çıkıyor.
Akdeniz Birliği'nin kuruluş zirvesinin 13 Temmuz'da Paris'te yapılması planlandığı için bu rol ilk kez Sarkozy'e düşecekti ve diğer hükümet başkanlarına iki yıl sonra sıra gelecekti. Komisyon bu öneriyi, reforme edilen AB anlaşmalarına işaretle reddediyor. Öngörüldüğü gibi bu anlaşmaların 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe girmesi halinde bu görev, AB'nin dış politikasından sorumlu olacak olan ve yeni atanacak AB ve AB Komisyonu başkanına düşecek.
Bu kuralın, 19 Haziran'da yapılacak zirvede değiştirilmemesi halinde, Sarkozy gerçi 1 Temmuz'dan itibaren zaten AB Dönem Başkanlığını üstleneceği için yıl sonuna kadar Akdeniz Birliği'nin eş başkanı olabilecek. Ancak Sarkozy'nin Akdeniz Birliği'ni ilk iki yılda kendisi ve Mısır Devlet Başkanı Mübarek'ten oluşan güçlü bir lider kadrosuyla tetikleme planı, bu durumda başarısız olacak.
Komisyonun diğer önerileri ise tartışılmıyor. Buna göre, AB ile partner ülkeleri (Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Ürdün, İsrail, Filistin Özerk Yönetimi, Suriye, Türkiye, Arnavutluk, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ ve Monako) tarafından yürütülen bir sekreterlik oluşturulacak. Zirve toplantısı her iki yılda bir yapılacak olsa da asıl yetki, Akdeniz Birliği'ne dahil olan tüm ülkelerin diplomatlarından oluşan ve Brüksel'e yerleşecek olan bir "Daimi Komisyon"da olacak.

 

AVUSTURYA BASINI

DIE PRESSE: "AVUSTURYALILAR, TÜRKİYE SİZE YAKIN"

VİYANA, 16/05(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 16 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Sayın Büyükelçi Selim Yenel'in gazetenin misafir yorumcu köşesinde yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumunun çevirisi şöyledir:

--Cumhurbaşkanının Türkiye Ziyaretine İlişkin Olarak: Ülkelerimiz Arasında Kahvenin de Ötesinde Ortak Yanlar Mevcut--

19-22 Mayıs tarihlerinde Avusturya Cumhurbaşkanı Sayın Heinz Fischer Türkiye'de bulunacak. Türkiye ile Avusturya arasında görüş birliği sağlanamayan en önemli konu Türkiye'nin AB üyelik sürecidir. Kamuoyunun yüzde 95'i (AB içindeki en yüksek oran) Türkiye'nin üyeliğine karşı. Bu konuda gösterilen argümanların en önemlisi, "Sizler Avrupalı değilsiniz!" Soğuk savaş dönemi sonuçlanana kadar Avrupalı olup olmadığımızın tartışılmadığını bir kenara bırakırsak, sanırım vazifemiz mümkün olduğunca Avusturya kamuoyunu aydınlatmak, ortak paydayı vurgulamaktır. Bu yüzden hamasi ve geleneksel olarak hep dile getirilen Viyana Kuşatması, kahve, strudel, lale veya müzikte etkileşim gibi klasik ortak noktalar yerine, iki ülkenin gerçek ortak paydalarını vurgulamak gerekir. Yani demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve eşitlik gibi evrensel değerleri. Türkiye, 19. yüzyıldan beri yüzünü Batı'ya döndürmüştür. Birinci Dünya Savaşı sonunda her iki imparatorluk yıkılmış olup Türk toprakları Batılılar tarafından işgal edilmesine rağmen, batılılaşma/modernleşme süreci Atatürk tarafından daha da büyük bir ivmeyle devam ettirilmiştir.
Kadınlara verilen hakların birçok Batı ülkesinden önce sağlanmış olması Türkiye için haklı bir övünç kaynağıdır. Eksikliklerimiz yok mudur? Vardır. Bu yüzden reform süreci devam etmektedir. Bu kez AB müktesebatı çerçevesinde yasal düzenlemelerin çoğu sonuçlanmış, uygulamadaki aksaklıklar da düzeltilmeye çalışılmaktadır. Burada vurgulanması gereken husus, münferit olaylar değil, niyet ve eğilimdir. Olumsuzlukların üstüne hep birlikte gidilmekte, hep daha iyi aranmaktadır. Bu süreç çerçevesinde diğer AB adaylarında olduğu gibi, AB'den destek beklemek bir hata mıdır?

--AB Adayı Olarak Ayrımcılığa Maruz Kalıyor--

Ülkelerimizi birleştiren bir başka unsur da Avusturya'daki Türk göçmenlerdir. Bir taraftan uyum sorunları dile getirilirken, Türklerin geçmişte ve bugün Avusturya'nın kalkınmasına yaptıkları katkıların unutulmaması gerekir diye düşünüyorum. En ağır iş gruplarında gerçekleştirdikleri faaliyetlerle bu hizmeti görürken, şimdi de iş sahibi olarak istihdama katkıda bulunmaktadırlar.
Türkiye diğer adaylara sağlanan haklardan fazlasını istememektedir. Ancak fazlasını istemezken, daha azına da razı olması beklenmemelidir. Hiçbir adaya alternatif yollar önerilmemiş, bilakis zaman içinde koşulların yerine getirilmesiyle üyeliğin gerçekleşeceği sözü verilmiştir. Türkiye üye olursa Avrupa Birliği içindeki birçok dengenin bozulacağı ileri sürülmektedir. Türkiye üye olduğunda Avrupa Birliğinin 30 civarında üyesi olması beklenmektedir. Türkiye ne tek başına ne nüfusu ne de başka bir boyutuyla AB içinde tek başına belirleyici olacaktır.
Öte yandan, Avusturya kamuoyunda AB hakkında da ne yazık ki sürekli olumsuz kanaat bulunduğunu gözlemliyorum. AB'nin katkıları kanıksandığı, kimsenin pek dikkate almadığı şeklinde görünmektedir. Halbuki AB'nin faydalarını en çok dışarıdan değerlendirmek mümkün. Barış projesi tutmuş, Schengen sayesinde serbest dolaşım sağlanmış, avro ile neredeyse tek para birliği oluşmuş, bütün üyeler üst standartlar etrafında birleşmiştir.
21. yüzyıl ortak bir gelecek için ortak paydalar temelinde paylaşım çağıdır. Bardağın dolu tarafı esasında daha fazla olmakla birlikte bunu görebilmek için bardağın bütününe bakmak gerekir.

KRONEN ZEITUNG: "AVRUPA BİRLİĞİ... ANAHTAR AVUSTURYALILARIN ELİNDE"

VİYANA, 17/05(BYE)--- Tirajı günde 847 bin olan bulvar gazetesi Kronen Zeitung'un 17 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Kurt Seinitz'in Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yaptığı mülakatın çevirisi şöyledir:

Cumhurbaşkanı Heinz Fischer pazartesi günü davetli olduğu Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunacak. Her iki ülke de Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusundaki farklı görüşler haricinde, ikili temasların yoğunlaştırılması gerektiği konusunda aynı görüşteler.
Avusturya'da Türk kökenli büyük bir halk grubu bulunuyor. Türkiye ise Avusturyalıların giderek daha çok rağbet ettikleri bir tatil ülkesi. Ayrıca Avusturya ekonomisi özellikle de enerji sevkiyatı açısından Türkiye'nin anahtar ülke olduğunu keşfediyor.
Heinz Fischer'e ev sahipliği yapan eski Dışişleri Bakanı şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Krone gazetesi muhabiri Kurt Seinitz ile güncel siyasi konular üzerine söyleşide bulundu.

SEİNİTZ: Sayın Cumhurbaşkanı pazartesi günü Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer resmi bir ziyarette bulunmak üzere buraya geliyor. Avusturya'nın Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği konusundaki tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

GÜL: AB, müzakerelerin yapılmasına 2005 yılında Avusturya'nın da onayıyla karar verdi. Bunun için Avusturya'ya müteşekkiriz. Avusturya'nın bazı çekinceleri var, bunlara saygı duyuyoruz. Ancak bu çekinceler eğer Türkiye'nin katılımı halinde AB "pastasının dilimlerinin" daha küçüleceğinden yola çıkıyorsa, bunun çok aceleye getirilen bir değerlendirme olduğu kanısındayız. Oysa Türkiye'nin katılımıyla pasta daha da büyüyecek, bu Avusturya için de geçerli.
Her halükarda Avusturyalıların endişelenmelerine gerek yok. O aşamaya gelindiğinde anahtar onların elinde olacak, çünkü bir halk oylaması yapılacak. Bizim yapacağımız şey ise, gerçek bir Türkiye tablosu çizmek, çünkü Türkiye'nin nasıl algılandığı ile gerçekten nasıl olduğu arasında büyük bir dengesizlik var. Avrupa kamuoyunu geniş çapta ikna etmemiz gerektiğinin bilincindeyiz. Bu bugünden yarına olabilecek bir şey değil, daha yapılacak çok şey var. Ev ödevlerimizi yapmadan gelmeyeceğiz.

--Avusturya'da Tamamen Entegre Olmak--

SEİNİTZ: Avusturya'da Türk kökenli büyük bir halk grubu var. Başbakan Erdoğan'ın asimilasyon aleyhindeki beyanları Avusturya'da şaşkınlığa ve zihinlerin karışmasına yol açtı.

GÜL: Bu beyanlar buna benzer deyimlerin çeşitli dillerde farklı terminolojileri olmasından dolayı yanlış yorumlandı. Söz konusu olan şu: Halk gruplarının içinde yaşadıkları topluma mümkün olduğunca entegre olmaları gerekir. Bu toplum ile ortak değerleri paylaşmaları, bu değerleri savunmaları ve güçlendirmeleri gerekir. Bununla demokrasi, plüralizm ve şahsi özgürlüğe duyulan saygıyı kastediyorum. Çeşitli dinler ve çeşitli kültürel kimlikler böyle bir çerçeve içinde yaşayabilir.

--Hükümetin Üzerinde Demokles'in Kılıcı--

SEİNİTZ: Hükümetin üzerinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma tehlikesi gibi bir Demokles Kılıcı sallanıyor. Türkiye'de yine politika ile din arasında bir savaş mı yaşanıyor?

GÜL: Kullandığınız bu sert tanımlamaya katılamayacağım. Burada söz konusu olan şeyin Anayasa çerçevesinde bir dava olduğuna dikkati çekmek istiyorum. Kuşkusuz ki demokrasilere özgü katı bir ihtilaf ile karşı karşıya bulunuyoruz. Ancak, Türkiye'nin bu krizi daha güçlü bir demokrasi olarak atlatacağından eminim.

SEİNİTZ: Ama buna rağmen reform süreci yavaşladı.

--Reformlar Konusunda Yeni Hamle--

GÜL: Bir anlamda haklısınız. Geçen yıl iki seçimin yanı sıra başka acil meselelerle de uğraştık. Bu, hükümetin enerjisini azalttı. 2008 yılı gayrimüslim statüsünün kaldırılması ve 301. maddenin değiştirilmesinin de gösterdiği gibi yeni bir ivme getiriyor. Ben Cumhurbaşkanı olmam sıfatıyla tüm dikkatimi reform programı üzerinde topluyorum ve gerektiğinde yetkili organlara tavsiyelerde bulunuyorum.

SEİNİTZ: Türkiye'de politika ve toplumu hala tabular şekillendiriyor. "Ermeni soykırımı" lafı eder etmez, sert tepkilerle karşılaşabiliyorsunuz. Sizce Türk toplumu artık böylesine eskimiş tabuları bir kenara atacak kadar olgunlaşmadı mı?

--Ermeni Sorunu Tabu Değil--

GÜL: Burada bir tabu söz konusu değil. Olanlardan dolayı son derece üzgünüz ve verilen kayıplardan dolayı duyulan acıyı paylaşıyoruz. Ama bu Yahudilerin Avrupa'da yaşadıkları anlamda bir soykırım değildi. Bunlar Ermenilerin bir kesiminin (Rusya sınırında) bazı dış güçler tarafından (Birinci Dünya Savaşı'ndaki düşman güçler) kışkırtılmaları sonucu ayaklanmalarını takip eden olaylardı. Aynı dönemde İstanbul'daki kiliselerin açık kaldığına ve Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli makamlarında görev yaptıklarına da işaret etmek isterim. Bu nedenle konuyla ilgilenen herkese bir çağrıda bulunduk: Gelin arşivlerimizi açalım. Biz öncü olmaya ve gizli askeri arşivleri açmaya hazırız. Gelin tarihçilerden oluşan bir komisyon kuralım ve bütün belgeleri değerlendirelim.

RESİM ALTI: Mülakatın yanında yer alan ve Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül'ü birlikte gösteren bir fotoğrafın altında şunlar yazılmıştır: Politikanın ikizleri: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Bugün iktidarda bulunan AKP'yi birlikte kurdular. İkisinin eşinin de başörtüsü takması siyasete konu oluyor. İşin komik yanı, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olunca, başörtüsü karşıtı Atatürk'ten yana olan ordunun da başkomutanı oldu.

ÖSTERREICH: "FISCHER'İN HASSAS MİSYONU"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 162 bin olan Österreich gazetesinin 19 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Viyana çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Cumhurbaşkanı Heinz Fischer bugün Türkiye gezisine başlıyor. Fischer, Avusturyalıların neden Türkiye'nin AB'ye katılımına bu kadar karşı olduğunu açıklamak zorunda. Cumhurbaşkanı Fischer bugün işte bu şartlar altında Türkiye'ye yapacağı dört günlük ziyarete başlayacak. Kendisine dev bir ekonomi heyeti eşlik eden Fischer'in misyonu zor. Fischer sadece Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ikili bir görüşme yapmakla kalmayıp Başbakan Erdoğan ile de görüşecek.
Kapalı kapılar ardında hararetli tartışmalar yapılacağı kesin. Daha geçen hafta Presse gazetesinde Türkiye'nin Viyana Büyükelçisinin son derece duygusal bir yorumu yayımlanmıştı. Üst düzey diplomat, bugün Avusturya'da en büyük göçmen grubunu oluşturan eski Türk işçilerine ilişkin olarak, "Zamanında büyük bir gayretle çalışan bu insanlar, şimdi iş adamı ve işveren konumunda yeni iş yerlerinin oluşturulmasına katkıda bulunuyorlar" demişti.

--İmtiyazlı Ortaklık--

Başbakan Erdoğan da ziyaret öncesi çok umutlu görünüyordu. Erdoğan bu konuda şöyle konuştu: "Bu ziyaret Türkiye ile Avusturya arasındaki ilişkilerin ivme kazanmasına katkıda bulunacak. Bu, Avusturya kamuoyunun ülkemiz hakkında olumlu bir intiba kazanmasını sağlamak için güzel bir fırsat."
Ancak Fischer'in çantasında Türkiye'nin katılımı için imza yerine imtiyazlı ortaklık var. Dahası Avusturya Hükümeti katılım aşamasına gelindiğinde halk oylaması yapılacağını da belirtmişti.
Muhtemelen ziyaret futbol söz konusu olduğunda daha sevindirici bir hale gelecek. Futbol meraklısı politikacılar haziran ayında yapılacak Avrupa Şampiyonası hakkında da konuşacaklar. Türkiye favori ülkeler arasında yer alıyor. Boğaz'daki ülke en azından futbol konusunda Avrupa'nın bir parçası.

KURIER: "ÖNYARGILARI PARÇALAMAK ATOMU PARÇALAMAKTAN DAHA ZORDUR"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 18 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Walter Friedl'ın Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı mülakatın çevirisi şöyledir:

Başbakan Erdoğan, Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer'in Türkiye'ye yapacağı resmi ziyaret öncesinde Kurier gazetesi ile uzun bir söyleşide bulundu.
AB'de Türkiye'nin tam üyeliği konusundaki kuşkular giderek artıyor. Cumhurbaşkanı Heinz Fischer'in Boğaz'daki ülkeye ziyaretine sadece bu yüzden bile son derece hassas gözüyle bakılabilir. Ancak, Ankara'da iç politikada da büyük çalkantılar yaşanıyor: İktidar partisi hakkında bir kapatma davası açıldı. Her yönden baskı altına giren Başbakan Erdoğan, Kurier ile yaptığı söyleşide en önemli konulara ilişkin görüşlerini beyan etti.

FRİEDL: Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer'in ziyaretinden ne gibi beklentileriniz var?

ERDOĞAN: Avusturya Cumhurbaşkanı Sayın Fischer'in ülkemizi ziyareti, Avusturya ile bir süredir düşük bir seyir izleyen karşılıklı üst düzey ziyaretlerin canlanmasında önemli bir adımı teşkil etmektedir. Bu sebeple ziyaret Türkiye-Avusturya ilişkilerinin ivme kazanmasına imkan sağlayacaktır. Avusturya, AB üyeleri arasında AB üyelik sürecimize en düşük destek oranının görüldüğü ülkedir. Avusturya kamuoyunun ülkemizle ilgili olarak olumlu şekilde etkilenmesi için söz konusu ziyaret uygun bir fırsat teşkil edecektir.

FRİEDL: Türkiye'nin AB üyeliğine en sert muhalefetlerden birinin özellikle Avusturya'dan gelmesi sizde hayalkırıklığı yarattı mı?

ERDOĞAN: AB'nin gelecek genişlemeleri konusunda bazı ülkelerin kamuoylarında kaygıların bulunduğunu görüyoruz. Bu kaygıların ardındaki başlıca neden Türkiye'nin katılımına ilişkin olarak Avusturya gibi çeşitli Avrupa ülkelerinde endişelere yol açan yanlış algılamalardır. Bu endişelerin mesnetsiz olduğu zamanla daha iyi anlaşılacaktır.
Mevcut önyargı ve yanlış algılamaları ortadan kaldırmak için AB ve Türk kamuoylarının birbirleri hakkında daha iyi bir anlayış ve daha fazla bilgiye sahip olmalarının giderek daha fazla önem kazandığına inanıyorum. Einstein'in dediği gibi önyargıları kırmak, atomu parçalamaktan daha zordur. Ancak bunun imkansız olmadığını biliyorum.

FRİEDL:: AB'ye katılım konusunda en güçlü argümanınız nedir?

ERDOĞAN: Ülkemizin AB'ye katılımının bizim yüzyıllar boyunca Avrupa'ya yönelme konusunda gösterdiğimiz sürekli çabaların doğal bir sonucu olduğu kanısındayız. Birliğe katılma çabalarımızın temelinde öncelikle şu noktalar yer alıyor: Modernleşme arzusu ve AB ile paylaştığımız ortak değerler ve hayaller. AB üyeliği, hem Avrupa hem de Türkiye için bir kazan kazan durumu oluşturacak. Avrupa Birliği gelecekte "barış ve refah coğrafyası" konusunda büyük önem kazanacak. Bu yüzden Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin, stratejik konumumuz açısından 21. yüzyılın en önemli evrensel barış projesi olduğu kanısındayım.

FRİEDL:: Avrupa katılımdan ne gibi faydalar sağlardı?

ERDOĞAN: Avrupa şimdiden Türkiye ile işbirliğinden dolayı büyük yararlar sağlamaktadır. Türkiye AB'ye tam üye olduğunda bu yararlar katlanarak artacaktır. Türkiye AB üyesi olduğunda özellikle güvenlik ve savunma politikaları alanında net katkıda bulunan ülkeler arasında yer alacaktır. Bu durum AB'nin küresel barış ve istikrara katkısını önemli ölçüde artıracak, aynı zamanda Avrupa değerlerinin geniş bir bölgeye yayılmasına da imkan tanıyacaktır. Avrasya coğrafyasının merkezinde yer alması Türkiye'yi kilit bir ülke konumuna getirmektedir. Doğu Akdeniz, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu gibi bölgelerle yakın bağları, tarihi ve kültürel birikimi, stratejik konum ve nüfuzu, AB'nin bu bölgelere yönelik politikalarının şekillenmesine olumlu katkı sağlayacaktır. Türkiye ayrıca AB için diğer pazarlara açılan bir kapı olacaktır.

FRİEDL: Başka bir husus: Almanya ve Avusturya'daki Türk asıllı vatandaşlar, Batı toplumunun bir üyesi olmak için yeterince çaba sarfettiler mi? Yoksa fazla uzun bir süre paralel bir toplumda mı yaşadılar?

ERDOĞAN: Avrupa'da yaşayan yaklaşık dört milyon vatandaşımızdan üç milyonu Almanya'da, 110 bini de Avusturya'da yaşamaktadır. Vatandaşlarımızın birçoğunun gerçek anlamda uyum sağlayamamış olduğu yönündeki tespitinize katılmıyorum. Yurt dışındaki Türklerin birçoğu, artık misafir işçi konumunda olmayıp, parlamenter, akademisyen, araştırmacı, uzman, bilim adamı, doktor, gazeteci, iş adamı, sanatçı, politikacı, sporcu ve diğer aktif meslek sahipleri olarak ev sahibi ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel hayatına katılmaktadır. Bütün bunların yanında uyumun iki taraflı bir süreç olduğu unutulmamalıdır. Bir organ naklinde olduğu gibi vücudun nakledilen organı kabullenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla önyargıların aşılmasında evsahibi ülkelere büyük görevler düşmektedir. Özellikle gençlerimizin evsahibi ülke gençleriyle eşit koşullarda iyi eğitim almalarının onların ileriki hayatlarında topluma daha iyi uyum sağlamalarının bir ön koşulu olduğu unutulmamalıdır. Medyanın da sorumlu davranarak ayrımcılığı körükleyen nitelikte yayınlardan kaçınması gerekmektedir.
FRİEDL: Almanya'da "asimilasyonun, insanlığa karşı suç" olduğunu söylediniz. Sizce entegrasyon nerede bitiyor, asimilasyon nerede başlıyor?

ERDOĞAN: Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi hayatına etkin biçimde katılarak ve aynı zamanda anavatanları, anadilleri, öz kültürleriyle bağlarını koruyarak yasalara saygılı, mutlu ve müreffeh bir yaşam sürmelerini arzu ediyoruz. Bizim karşı olduğumuz, uyum adına vatandaşlarımızın kendi dil ve kültürleriyle olan bağlarını kopararak, iki kimlik arasında tercih yapmak zorunda bırakılmalarıdır. Vatandaşlarımızın Türkçe ve yaşadıkları ülkenin dilini iyi bilmeleri esastır. Buna karşın, yabancı asıllılara ülkenizde istenmedikleri hissini veren, aile birleşimi ve vatandaşlığa geçişi güçleştiren yeni göç yasaları, Türkçe anadili yasakları, cami ve minarelerin engellenmesi için imar yasalarında getirilmeye çalışılan değişiklikler, Avrupa'da son dönemde giderek artan ırkçılık, İslamofobi ve yabancı düşmanlığı kaynaklı söylem ve eylemler entegrasyon hedeflerimize asla hizmet etmeyecektir.

FRİEDL: Türkiye'yi önümüzdeki on yıl içinde nasıl görüyorsunuz?

ERDOĞAN: On yıl öncesindeki Türkiye ile bugünkü Türkiye arasında çok büyük fark olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. On yıl değil son beş yılda, Türkiye'de demokratikleşme, insan hak ve özgürlüklerinin güçlendirilmesi alanındaki atılımlar adeta devrim niteliği taşımaktadır. Bu çerçevede, birçok yasal reform paketi ve kapsamlı anayasa değişiklikleri Meclisimiz tarafından kabul edilmiştir. Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesiyle ilgili değişiklik TBMM Genel Kurulunda kabul edilmiştir.
Bugünkü Türkiye, dört yıl öncesine göre en az iki kat daha zengindir. 2002 yılında 182 milyar dolar olan GSMH, 2007 yılında 658 milyar dolara ulaşmıştır. Kişi başına düşen milli gelir 3.300 dolardan 9.300 dolara çıkmıştır. Yıllık toplam 300 milyar dolarlık dış ticaret hacmiyle Türkiye uluslararası ticarette önemli bir partner konumuna gelmiştir. Öte yandan, Avrasya enerji eksenindeki Türkiye'nin kilit ülke olarak önemi daha da artmıştır. Dünyada tüketilen enerjinin yüzde 7'sinin Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaşması öngörülmektedir. Tüm bu göstergeler, Türkiye'nin gelecek on yılın başoyuncuları arasında yer alacağına işaret etmektedir.

FRİEDL: Partiniz AKP kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Hatta size ve başka parti üyelerine de siyasi yasak getirilme tehlikesi bulunuyor. Bu ne gibi sonuçlar doğurur?

ERDOĞAN: Öncelikle ben partimin kapatılmayı hak ettiğine de, kapatılacağına da inanmıyorum. Başsavcının iddianamesinde partime yöneltilen suçlamaları reddeden cevabımızı da Anayasa Mahkemesine sunduk. Mahkeme süreci kendi mecrasında ilerleyerek sonuçlanacaktır. Önemli olan bu süreci, demokrasimizi de hukuk sistemimizi de güçlendirerek aşmayı başarmamızdır. Türkiye, bunun için gerekli demokratik olgunluğa da siyasi tecrübeye de sahiptir.

ORF2: "FISCHER: AB MÜZAKERELERİNİN UCU AÇIK"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Avusturya televizyonu ORF'nin 19 Mayıs 2008 tarihli haber bülteninde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Cumhurbaşkanı Heinz Fischer Türkiye ziyareti dolayısıyla, Avusturya'nın Ankara'nın AB'ye sıkı sıkıya bağlı olmasına ilgi duyduğunu dile getirdi. Avusturya Haber Ajansı APA ile bugün yaptığı mülakatında Fischer, AB müzakerelerinin ucu açık olarak sürdürülmesi mecburiyetine vurgu yaptı.
Cumhurbaşkanı Fischer Ankara'ya hareketinden önce yaptığı konuşmasında, "Müzakerelerin nasıl sonuçlanacağı konusunda kesin konuşmanın mümkün olamayacağından hareketle açık uçlu olması gerektiği görüş ve düşüncesindeyiz" dedi.
Cumhurbaşkanı Fischer yarın Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan ile bir araya gelecek. Ertesi gün de muhalefet lideri Deniz Baykal ile buluşacak. Fischer, sürdürülen reformlar açısından Türkiye ile Avrupa arasında yürütülen sıkı işbirliğinin altını çizerek, "Türkiye'ye kapıyı kapatmıyoruz, ancak müzakerelerden ne çıkacağını sonuçta göreceğiz" dedi. Fischer'in Türkiye'deki temasları sırasında AB konularının yanı sıra ikili ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi hususları da ön plana çıkacak.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan'a göre AB ile yürütülen görüşmeler Türkiye'ye çok şey kazandırdı. Dışişleri Bakanı Babacan Mısır'ın Şarm el Şeyh kentinde Dünya Ekonomik Forumunun bölgesel konferansı dolayısıyla yaptığı konuşmasında, "Türkiye'nin geçen yıllarda bu kadar çok yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmiş olmasının nedenlerinden biri bizim yalnızca bir AB adayı ülke olmayıp bir katılım ülkesi durumunda olmamız gerçeğidir" dedi.

KURIER: "AB ÜYELİĞİ TÜRKİYE İÇİN ÇOK BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 19 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Irmgard Kischko'nun TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ile yaptığı mülakatın çevirisi şöyledir:

Nüfuzlu Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ne kadar açık fikirli olduğunu gösteriyor: Başkanı bir kadın. Arzuhan Doğan Yalçındağ güçlü bir kadın. Türkiye'nin başta gelen gazete ve televizyonlarının sahibi olan medya devi Aydın Doğan'ın kızı olan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Ocak 2007'den beri TÜSİAD'ın başında bulunuyor. Avusturya'ya yaptığı ziyaret çerçevesinde Kurier gazetesi ile Türkiye'deki kadınlara tanınan fırsatlar hakkında görüştü. Avusturya'nın Türkiye'nin AB'ye katılımına karşı direnmesini eleştiren Yalçındağ, ekonomi çevrelerinden bu konuda destek talep ediyor.

KİSCHKO: TÜSİAD'ın başında bir kadın olması beni şaşırtıyor. Kendinizin bir istisna olduğunu düşünüyor musunuz?

YALÇINDAĞ: Türkiye'nin algılanış şekli gerçeklere uymuyor. Aslında ülkemizde herhangi bir AB ülkesinden daha çok kadın banka müdürü var. Bizde kadınları engelleyecek "camdan bir fanus" yok.

KİSCHKO: Türk kadınlarının erkeklerle eşit kariyer şansına sahip olduğunu iddia edebilir misiniz?

YALÇINDAĞ: Tabii ki bölgesel sorunlar var. Güneydoğu Anadolu'da kız çocukları okula gitme konusunda zorluk çekiyor. Ancak hükümet destekleyici nitelikte programlar oluşturdu.

KİSCHKO: Muhafazakar iktidar partisi AKP üniversitelerde başörtüsü takılmasına izin verdi. Bu kadınlar için geri atılmış bir adım mı?

YALÇINDAĞ: Bundan sekiz yıl önce bir başbakanın eşinin başörtüsü takması düşünülemeyecek bir şeydi. Bugün kız öğrencilerin istedikleri gibi üniversiteye gitmeleri gerektiğini düşünüyorum. Yetişkin oldukları için kendileri karar verebilirler. Ancak okullarda ve kamu kurumlarında başörtüsü hala yasak.
KİSCHKO: Cumhurbaşkanı Heinz Fischer, Ekonomi Bakanı Martin Bartenstein ve Avusturya Sanayiciler Birliği Başkanı ile konuştunuz. Avusturya ile Türkiye arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

YALÇINDAĞ: Oldukça köklü ve olumlu ekonomik ilişkiler mevcut. Ancak iki ülke arasındaki ticaret hacmi iki milyar avro. Bu çok az. Bu ekonomik ilişkinin genişletilmesi gerekir.

KİSCHKO: Türk ekonomisi AB'ye katılım konusunda ısrar ediyor. Sizce katılım şansı ne kadar?

YALÇINDAĞ: AB üyeliği Türkiye için çok önem taşıyor. Ekonominin gelişmesine paralel olan bir şey bu. Ne yazık ki bazı Avusturyalı politikacılar ve Avusturya kamuoyu katılıma olumlu bakmıyor.

KİSCHKO: Bunu değiştirmek mümkün mü?

YALÇINDAĞ: Sanayi temsilcilerine Türkiye'nin kamuoyunda tanıtılması konusunda daha aktif bir rol üstlenmeleri gerektiğini söyledim. Ekonomi, Türkiye imajının olumlu yönde değişmesi ve entegrasyon açısından büyük önem taşıyor.

KİSCHKO: Avusturya halkı Türkiye'nin AB'ye katılımı halinde yoğun bir göç dalgasının olmasından korkuyor.

YALÇINDAĞ: AB'ye üyelik kesinlikle yeni bir göçe yol açmayacaktır. Bu korku yanlış bilgilendirilmekten kaynaklanıyor. Ancak Avusturya'nın da burada yaşayan yaklaşık 200 bin Türk kökenli vatandaşı entegre etmek için daha fazla çaba göstermesi gerekir. Gerçi Türkiye de bu konuda çok az girişimde bulundu. Ülkedeki Türkler ile olan ilişkilerin düzeltilmesi katılım sürecini de olumlu etkileyecektir.

KİSCHKO: Türk halkı da AB'ye karşı değil mi?

YALÇINDAĞ: Bu doğru değil. Türklerin yüzde 70'i AB'ye katılımı istiyor. Son zamanlarda bu oranda biraz azalma oldu ama bu geçici bir olgu.

KİSCHKO: AB'nin müzakereleri durdurması halinde ne olabilir?

YALÇINDAĞ: Böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Türkiye Avrupa'nın enerjiye kavuşması açısından önem taşıyor. Yapımı planlanan doğalgaz boru hattı Nabucco, ancak Türkiye'nin AB üyesi olması halinde bir anlam kazanabilir.

DER STANDARD: "MÜZAKERELERİN HIZLANDIRILMASI"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Michael Moravec imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--AB ile Henüz Altı Başlığın Açılışı Yapıldı--

Türkiye'nin AB ile yaptığı müzakereler son zamanlarda çok yavaş ilerliyor. Süreç 2005 yılında başlamış olmasına rağmen, 35 başlıktan yalnızca altısının açılışı yapılabildi ve yalnızca bilim ve araştırma konulu başlık tamamlanabildi.
En önemli konular bloke olmuş durumda, çünkü Türkiye, limanlarını Kıbrıs gemilerine açmayı reddediyor. Ankara, AB Kuzey Kıbrıs'ı tanımadığı sürece, limanların açılmasının Kıbrıs'ın tanınması anlamına gelebileceğini belirtiyor. AB bu yüzden 2006'da sekiz müzakere başlığını dondurdu: Malların serbest dolaşımı, iş kurma hakkı ve hizmet sunumu serbestisi, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, balıkçılık, taşımacılık politikası, gümrük birliği ve dış ilişkiler. Diğer başlıklar açılabiliyor, ancak Kıbrıs sorunu çözülmedikçe tamamlanamıyor.
AB Genişleme Komiseri Olli Rehn, haziranda müzakerelere hız kazandırıp şirketler hukuku ile fikri mülkiyet hukuku başlıklarını ele almak istiyor.

ÖSTERREICH: "TÜRKİYE, LÜTFEN BEKLEYİN"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 162 bin olan bulvar gazetesi Österreich gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Stefan Knoll imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Şu sıralar Türkiye'nin kendini günün birinde AB bayrağındaki 28. yıldız olarak görmesi çok uzak bir ihtimal gibi.
Bunun başlıca nedeni, iktidar partisi AKP aleyhindeki kapatma davası. İç politikadaki kriz, katılım karşıtlarının Türkiye'nin katılımının ister ideolojik, ister ekonomik açıdan olsun, AB'nin temelini sarsacağı yolundaki görüşlerini güçlendirmiş oldu. Şimdi Boğaz'daki durumun nasıl bir gelişme göstereceğini beklemek gerekiyor. Ama aslında Avusturya'nın Türkiye'nin katılımını istememek için bir nedene ihtiyacı yoktu: Halkın yüzde 70 ila 80'i yıllardan beri katılıma karşı. Federal hükümet bu konuda bir referandum yapmayı vadetti. Neden? AB'nin gücü tükendi, Türkiye büyük bir ülke. Ayrıca Hristiyan değerleri tehlikede. Yani "İslam yerine evimiz"(*) (NOT: Bu Özgürlükçü parti FPÖ'nün seçim sloganlarından biriydi.)

DER STANDARD: "TÜRKİYE REFERANDUMU FELAKETE YOL AÇABİLİR"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Christoph Prantner'ın Viyana'daki Avusturya Uluslararası İlişkiler Enstitüsünden (OIIP) Cengiz Günay ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

Cengiz Günay Christoph Prantner'e, Viyana ile Ankara arasındaki ilişkinin uzun yıllar iyi olduğunu, ancak şimdi Avusturya'nın iç politikası yüzünden kalıcı olarak bozulacağını, bunun bir nedeninin de Viyana'nın kendisine çok önem vermesi olduğunu söylüyor.

PRANTNER: Viyana ile Ankara arasında yoğun ekonomik ve kültürel alışveriş var, siyasi ilişkiler neden böyle kötü?

GÜNAY: Bu kısa bir süreden beri böyle ve Viyana'nın Ankara ile müzakerelere başlanmasına karşı çıkmasından kaynaklanıyor. Türkiye ile Avusturya arasındaki ilişkilere uzun bir zaman dilimi içerisinde bakıldığında, bunların son derece dostane ve iyi olduğu görülüyor. Birçok tarihi ilişki de mevcut, uzun süreden beri toplumun belleğine gömülü olan Türk kuşatmalarına ilişkin görüntüler şimdi canlanmaya başladı.
Avusturya'nın Türkiye'nin katılımına karşı olması, buradaki iç politikayla yakından ilgili. Avusturyalılar zaten prensipte pek öyle genişleme yanlısı değil, ayrıca Türkiye'nin katılımı hep göç, entegrasyon ve İslamcılık sorunlarıyla birlikte tartışılıyor. Böylece, mantıklı mantıksız tüm korkular bir rol oynamaya başlıyor. Türkiye'nin katılımı konusunda planlandığı gibi bir referandum yapılacak olursa, bu müşterek ilişkiler açısından bir felakete yol açabilir, uluslararası ilişkilerde de bir sinyal etkisi yaratabilir.

PRANTNER: Bu olumsuz hava değişebilir mi?

GÜNAY: Birçok Avusturya firması Türkiye'nin kapısını aşındırıyor. Bu, tıpkı Batı Balkanlar'da olduğu gibi, uzun vadede Avusturya'nın katı tutumunu yumuşatabilir.

PRANTNER: Peki Avusturya'nın Türkiye'deki imajı nasıl?

GÜNAY: Avusturya'nın çıkardığı engellere gerçi kızılıyor, ama Ankara Avusturya'yı, onun kendisini önemsediği kadar önemsemiyor. AB'ye katılım yalnız Viyana'ya bağlı değil.

DER STANDARD: "AVUSTURYA'NIN İYİ NİYET ZİYARETİ"

VİYANA, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Christoph Prantner imzalı yazının çevirisi şöyledir:

--Ekonomi Çevreleri Viyana'nın Türkiye Politikasını Sert Bir Dille Eleştiriyor--

"Bunların yaptığı, iş ilişkilerine zarar vermek. Biz ihale alabilmek için herşeyi deniyoruz. İş ortaklarımız ise, bize kuşkulu bakışlar fırlatıyor, çünkü Avusturyalı politikacılar bizi engellemekten başka birşey yapmıyor". Avusturya'daki ekonomi çevrelerinde Türkiye'den söz edildiğinde, böyle öfkeli ifadelere rastlanıyor. Burada öncelikle de söz konusu olan Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda izlenilen tutum. Firmalar, Viyana'nın inatçı tutumunun ekonomik neticelerine katlanmak zorunda kalıyor, bunu anlamakta güçlük çeken yalnızca Türkler değil.
Hangi partiden olursa olsun politikacıların tümü tam üyeliğe karşı ve Ankara'nın imtiyazlı ortak olmasından yana. Oysa Türkler tam üyelikten başka hiç bir şey için müzakerelerde bulunmak istemiyor. Avusturya'da hava, Parlamento seçimlerinden bir yıl önce, 2005 yılında Ankara'nın aleyhine döndü. SPÖ birdenbire katılıma karşı çıktı. Avusturya müzakerelere başlama kararını bloke etti. Eylül 2005'te, tam üyeliğe başka bir seçenek daha getirilmesi maddesinin müzakere metnine geçirilmesi istendi.

--Zaman Durduruldu--

Dışişleri Bakanları, 3 Ekim'de gece yarısından az önce, müzakerelere başlamaya karar verdi. Avusturya'nın talebinden geriye pek birşey kalmadı. Türkiye'nin tüm şartları yerine getirememesi halinde, başvurulacak muhtemel seçeneklere ilişkin bir paragraf, metinde birkaç paragraf daha üste alındı.
Buna rağmen Türk medyası büyük bir zevkle, ayrıntılı bir şekilde Avusturya ve o zamanlar Avusturya'nın "sarışın koruyucu madonna"sı olarak görülen Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik hakkında yazılar yazdı.
Sağcı popülistler, 2006 parlamento seçimlerinde bu konuya SPÖ ve ÖVP'den de daha çok ağırlık verdiler. O zamanın Başbakanı Wolfgang Schüssel, Türkiye'nin, uzmanların görüşüne göre en erken on yıla kadar yani 2018 yılında söz konusu olabilecek katılımı konusunda bağlayıcı bir halk oylaması yapılacağını vadetti.
Avusturya, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki ekonomik gelişmelerin ardından artık yeni kaynaklar arıyor. Türkiye yalnız coğrafi açıdan yakın olmakla kalmıyor. Büyüme oranı yüksek, genç ve süratle artan bir nüfusu var, altyapısının geliştirilmesi gerekiyor. Ayrıca Avusturya'da yaşayan Türkler yüzünden de iki ülke arasında birçok bağ mevcut. Pazartesi günü Türkiye'ye 160 kişilik bir heyetle birlikte giden Cumhurbaşkanı Fischer, Avusturya ekonomisi için olumlu bir ortam yaratmayı amaçlıyor. Fischer ziyaretinin başlangıcında müzakerelerin ucu açık olarak sürdürülmesi gerektiğini vurguladı.

ORF: "BERABERİNDE EKONOMİ ÇEVRELERİNDEN KALABALIK BİR HEYET İLE TÜRKİYE'Yİ ZİYARET EDEN CUMHURBAŞKANI FİSCHER CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL İLE BULUŞTU"

VİYANA, 21/05(BYE)--- ORF televizyonunun 20 Mayıs 2008 tarihli 19.30 ana haber bülteninde Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer'in Türkiye ziyaretine değinilerek şöyle denilmiştir.

Her zaman olduğu gibi bu buluşmada da görüşmelerin konusunu Türkiye'nin AB'ye tam üye olma arzusu oluşturdu. Ancak Avusturya Türkiye'ye eleştirel yaklaşımı ile tanınıyor. Ankara'dan Eugen Freund bildiriyor:

Türkiye biraz farklı bir ülke. Protokolde bir el hareketi öngörülmemişti. Cumhurbaşkanı Fischer küçük bir el hareketiyle Bayan Gül'ü ortaya buyur ediyor. Yerel gazeteciler ise şaşırıyorlar. Zira ilk kez yabancı bir konuk Müslüman geleneğine bağlı bir hanımın yalnızca elini sıkmakla kalmıyor ona hafifçe dokunuyor. Ama bunun dışında her şey 23 pare top atışı ve milli marşlarının çalınmasıyla normal prosedürü takip ediyor. Atatürk'ün kabrine çelenk koymak da Cumhurbaşkanı Fischer için rutinden sayılıyor.
Ama Türkiye, Cumhurbaşkanı Fischer'i içtenlikle karşılıyor. Hangi ülke bir cumhurbaşkanını büyük zahmetlerle hazırladığı üzerinde resimleri bulunan ve Almanca yazılmış hoş geldiniz afişleriyle karşılar?
Basın önünde yaptıkları açıklamada Cumhurbaşkanı Gül Avusturyalıların eleştirel yaklaşımlarından endişelendiği intibaını hiçbir şekilde vermiyor ve Avusturya'nın AB'nin genişlemesinden büyük yarar sağladığına işaret ediyor. Cumhurbaşkanı Fischer ise Türkiye'nin AB üyeliği konusunda, "Türkiye ile yapılacak müzakerelerin ucu açık. Ben müzakerelerin sonucunun ne olacağını tahmin edemem ve tahmin etmek de istemiyorum. Ayrıca AB'ye eğer üye olacaksa bugünkü Türkiye değil değişik bir AB bulacak olan başka bir Türkiye üye olacak" dedi.

DIE PRESSE: "TÜRKİYE'NİN YÜZÜNE KAPIYI KAPAMAYIN"

VİYANA, 21/05(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 21 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Wolfgang Böhm imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Resmi Ziyaret: Cumhurbaşkanı Fischer Ankara'da Siyasi ve Ekonomik Açıdan Çok Hassas Bir Çizgi İzlemek Zorunda--

Ankara'ya giden yollar Türk ve Avusturya bayraklarıyla süslenmiş. Heinz Fischer'e "hoş geldin" diyen pankartlar görülüyor. Güç ziyaretçilerin de dostça karşılandığını gösteren küçük bir jest. Dün mevkidaşı Abdullah Gül tarafından kabul edilen Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer de, güç ziyaretçiler arasında yer alıyor. Çünkü Avusturya ile Türkiye'nin birbirinden ayrılmasına neden olan bir konu var: Ankara'nın amaçladığı, Viyana'nın ise hala reddettiği AB'ye tam üyelik.
Fischer için bu ziyaret son derece hassas bir karakter taşıyor. Türk tarafı, resmi ziyaret çerçevesinde ondan olumlu bir sinyal bekliyor. Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin umudunu kırmayacak, ancak öte yandan da Avusturya halkının bu konudaki görüşünü belli etmeyecek bir cümle aradı ve "AB ile müzakereler ucu açık bir şekilde sürdürülecek" diyerek Türk ev sahiplerini yatıştırmaya çalıştı. Fischer'in ardından "Kapıyı kapatmıyoruz" demesi ise sempati ile karşılandı.
Avusturya heyetine eşlik eden diplomatların da doğruladığı gibi, Avusturya zaman kazanmaya çalışıyor. Müzakereler sürdüğü ve Ankara yeterli reform isteği gösterdiği sürece, Viyana'nın Türkiye'yi engellemeyeceği belirtiliyor. Peki ya sonra? Üst düzey bir diplomat bu soruya net bir cevap vermekten kaçınıyor ve yalnız, "Belki de her şey sonunda tatlıya bağlanır" demekle yetiniyor.
Avusturya her halükarda, Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik'in bundan birkaç hafta önceki ve Cumhurbaşkanının perşembe gününe kadar sürecek ziyaretleriyle gergin olan ikili ilişkileri biraz olsun yumuşatmaya çalışıyor. Avusturya'nın Ankara'daki Büyükelçisi Heidemarie Gürer bunu açıkça dile getiriyor: "İlişkiler biraz soğumuştu."
Ama artık öncelikle de ekonomi alanında işbirliği daha da yoğunlaştırılacak. Bu yüzden, Cumhurbaşkanının heyetine Avusturyalı firmaların 70 temsilcisi eşlik ediyor. Bunların arasında Bank Austria, Eternit, Kika ve Red Bull gibi tanınmış isimler de var. Yukarı Avusturyalı bir firmanın temsilcisi, "Bizim için Türkiye geleceğin pazarı" diyor.

--Ekonominin Olumlu Bir Hava Sağlaması Bekleniyor--

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül düzelen ekonomik ilişkilerin Avusturya'da olumlu bir hava oluşturabileceğini düşünüyor. Sıkı işbirliği sayesinde Avusturya halkına Türkiye'nin katılımından yarar sağlayacağının anlatılabileceğini söyleyen Gül, sözlerine örnek olarak enerji sektörünü gösterdi ve Türkiye'nin Avrupa'nın ve Avusturya'nın enerji konusundaki bağımlılıktan kurtulmasına katkısı olabileceğine değindi.
Gül gazetecilere, "Avusturya'nın AB'nin son genişlemesinden muazzam bir kazanç sağladığını" hatırlattı ve "Halka Türkiye'nin katılımının zarar değil, yarar getireceğinin anlatılması gerekir" dedi. Resmi ziyarete paralel olarak, Gül'ün doğduğu şehir olan Kayseri'de bir Avusturya-Türkiye ekonomi forumu da yapılıyor.
Ancak Avrupa içindeki görüş farklılıklarından dolayı, ekonomik işbirliği de hassasiyet kazanıyor. 27 AB üyesi arasında Türkiye'nin katılımı konusunda en olumsuz tutuma sahip olan Avusturya, Türkiye'deki yabancı yatırımcılar arasında 8. sırada yer alıyor. Ticaret Müşaviri Richard Bandera gelişmenin aynı yönde devam etmesi halinde, Avusturya'nın Almanya'yı bile geride bırakacağını belirtiyor.

--Nabucco Avrupa'nın Tümü İçin Önem Taşıyor--

İki ülke arasında 1980'den bu yana 10 katına çıkan ticarette de bir patlama yaşanıyor. Avusturya geçen yıl 861 milyon avro tutarında Türk malı ithal ederken 943 milyon tutarında mal ihraç etti. Fischer'e eşlik eden Sanayi Odası Başkanı Christoph Leitl, Türkiye'nin "çok önemli bir ortak" olduğunu belirtti. Ancak ekonomik çevreler, Viyana'daki hükümetin Türkiye'nin AB'ye katılımını engellemesinin ekonomik ilişkileri frenleyici bir faktör olmasından korkuyor.
Avusturya'nın Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda, sonucu hiçbir zaman olumlu olmayacak bir referandum yapılmasına karar verdiği düşünülecek olursa, enerji ihtiyacının karşılanması açısından büyük önem taşıyan doğalgaz boru hattı Nabucco'ya ortaklık çalışmaları nasıl yoğunlaştırılabilir? Fischer buna rağmen, şimdiye kadar Türkiye tarafından biraz tereddütle yaklaşılan bu projeye yeni bir ivme kazandırmayı başardığını umuyor. Fischer her ihtimale karşı, ifadesini biraz yumuşatarak, burada yalnız Avusturya'nın söz konusu olmadığını belirtiyor ve "Nabucco Avrupa'nın tümü için önem taşıyor" diyor.

KURIER: "TÜRKİYE VİYANA'NIN AB'NİN KAPISINI AÇACAK ANAHTAR OLMASINI UMUYOR"

VİYANA, 21/05(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 21 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Walter Friedl imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Cumhurbaşkanı Fischer'in Katıldığı İlk Kabul Töreninde Mevkidaşı Gül Ülkesinin Beklentilerini Açıkladı--

Daha baştan olumlu bir ortam sağlandı: Türkiye'nin başkenti Ankara'nın merkezine her yere asılan pankartlarda Cumhurbaşkanı Fischer'in gülümseyen yüzünü görmek mümkün. Türk bayrakları arasında Avusturya bayrakları da dalgalanıyor. Bu, Boğaz'daki ülkeye resmi bir ziyarette bulunan Fischer'e bir hoş geldin jesti.
Salı günü bahar havası eşliğinde hemen ciddi görüşmelere başlandı. Fischer, mevkidaşı Abdullah Gül tarafından askeri törenle ve 21 pare top atışıyla karşılandı. Fischer, merasim kıtasını "merhaba asker" diye selamladı. Sonra, eşi Margit ile birlikte Abdullah Gül ile onun tartışmalı başörtüsünü takan eşi Hayrünnisa tarafından Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne götürüldüler.
İki devlet başkanı, planlanan süreden daha uzun süren ikili görüşmenin ardından bir basın toplantısı yaptılar. Gül "müşterek tarihi temellere" işaret etti ve şu sıralar Avrupa'da altıncı ekonomik güç olan Türkiye'nin şimdi sahip olduğu ve gelecekte sahip olacağı potansiyeli vurguladı. Gül ayrıca, Avusturya tarafından çekinceli bakılan Türkiye'nin AB'ye katılımı bağlamında, Türkiye'nin enerji transit ülkesi olarak öneminin de altını çizdi. Gül, "Kimse bunun hangi tarihte gerçekleşeceğini bilmiyor, ancak müzakerelerin son aşamasında Türkiye farklı bir Türkiye olacak" dedi.
Gül katılımın pastayı büyüteceğini, herkesin kazanç sağlayacağını söyleyerek, mevkidaşı Fischer'e pas verdi. Fischer de topu alıp Avusturya'nın "adil ve yapıcı bir ortak" olduğunu, müzakerelerin "ucunun açık" olarak sürdürüleceğini ve Türkiye'nin önünde daha "uzun ve karışık" bir yol bulunduğunu ve katılım ihtimali konusunda çok sonra karar verileceğini söyledi.

--AB Yönünde Tam Gaz İleri--

Avusturya'nın Ankara'daki enerjik büyükelçisi Heidemarie Gürer bu konuda, "AKP, AB'ye katılım yönünde tam gaz ilerliyor" dedi. Türk resmi çevreleri Avrupa'nın tüm çekincelerine rağmen, dışa karşı iyimser görünüyor. Erdoğan, Kurier gazetesinin önceden kendisiyle yaptığı bir röportajda, "Avusturya'nın, tam üyelik perspektifi bazında müzakerelerin ilerlemesini destekleyeceğine inanıyorum" demişti.
Başbakan ve AKP iç politikada da mücadele etmek zorunda. Parti, kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Erdoğan ve Gül'e siyaset yasağı getirilebilir. Ülkeyi İslamlaştırmak ve din ile devlet işlerinin ayrılması ilkesini kaldırmayı planlamakla suçlanıyorlar.
Bu siyasi mayın tarlasında şimdiye kadar güvenli adımlar atan Fischer, Türkiye'nin içişlerine karışmak istemediğini söylediyse de, "Böylesine inandırıcı bir çoğunlukla seçilen bir Başbakanın Avusturya'da böyle bir davadan korkması gerekmezdi" demeden de edemedi.
Büyükelçi Gürer bunun "yeni yönetim ile ordu tarafından desteklenen eski elit güçler arasında bir iktidar mücadelesi" olduğu görüşünde. Devlet krizi tehlikesinin nereye varacağı hala belli değil. 

DIE PRESSE: "AVRUPA PARLAMENTERLERİ AKP'NİN KAPATILMASINA KARŞI"

ANKARA, 21/05(BYE)--- Avusturya'da yayımlanan Die Presse gazetesinin 21 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, som. rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Strazbourg çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Türkiye İlerleme Raporu: Azınlık Haklarına Yönelik Yetersiz Reform--

Türk hükümetinin reform azmindeki düşüşe ilişkin eleştiriler ve aynı zamanda iktidardaki AKP'ye hafif sırt sıvazlamalar: Avrupa Parlamentosu Genel Kurulunun bugünkü toplantısında kabul edilecek Türkiye İlerleme Raporunda ikisi de yer alacak. Parlamenterler, AKP'nin kapatılması ihtimali karşısındaki endişelerini gizlemiyor. Anayasa Mahkemesi'ne, uyarı mahiyetinde işaret parmağı gösteriliyor ve hukuk devleti esaslarına saygı göstermesinin beklendiği dile getiriliyor.
Parlamenterler, ünlü 301. maddenin hafif bir ayarla yumuşatılmasını olumlu karşılarken, asıl hedefin söz konusu maddenin tamamen kaldırılması olması gerektiğini vurguluyor. Eleştirilen diğer hususlar: Kürt dilinin öğrenilmesi önündeki engeller, devlet kurumlarının suç örgütleriyle sıkça anılması ve gayrimüslim azınlıklara din ve vicdan özgürlüğünün tam anlamıyla sağlanamamış olması.
Avusturya'nın Avrupa Hristiyan Demokrat Partisi (EVP) üyesi Hubert Pirker, "Çıkarlarımız ilerlemeler kaydedilmesi doğrultusunda" diye konuştu. Ancak kendisine kalsa Türkiye ile Avrupa arasında bir "ortaklıkta" kalınmalıdır: "Her dostluk evlilikle sonuçlanmıyor". Avrupa Sosyal Demokrat Partileri (SPE) temsilcisi Hannes Swoboda ise, üyelik müzakerelerinin sonlanmasını önümüzdeki on yıl içerisinde olası bulduğunu ifade etti.

ÖSTERREICH: "TÜRKİYE AB'DE DESTEK ARIYOR"

VİYANA, 21/05(BYE)--- Tirajı günde 162 bin olan bulvar gazetesi Österreich'in 21 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Tatjana Duffek imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Ankara Cumhurbaşkanı Haeinz Fischer'in Ziyaretinde Kırmızı Halı Serdi--

Ankara'da neredeyse her caddede Heinz Fischer'in resimlerini görmek mümkün. Bu afişlerde Fischer için "Hoş geldin" yazıyordu, hem de Almanca. Keyfi yerinde olan Cumhurbaşkanı salı günü Türk Cumhurbaşkanını ziyaret etti ve ikili görüşme protokolde öngörülen sürenin çok üzerinde gerçekleşti.
Kendi adına halkla ilişkiler. İki taraf da hassa konulara, örneğin, yavaşlayan Türkiye'nin AB üyeliği müzakerelerine değindi. Gül, gerekli reformların hızlandırılacağı sözünü verirken, AB hükümetlerine Türkiye'nin üyeliğinin avantajlarını, örneğin, Avusturya için kârlı ekonomik ilişkileri, kendi halklarına cazip gösterme çağrısında bulundu. Fischer ve Gül bugünkü Türkiye'nin değil, o zamana kadar değişen Türkiye'nin üye olacağını açıklarlarken, Fischer ayrıca müzakerelerin ucu açık olduğuna da değindi.
Kamp anekdotları. Fischer, 45 sene önce Türkiye'ye otomobili ve çadırı ile geldiğini de anlattı. Görüşülen konular arasında terörle mücadele ve Orta Asya doğal gazını Avusturya'ya taşıyacak olan tartışmalı Nabucco projesi de vardı.
Kutoğlu'nun moda defilesi. Cumhurbaşkanın eşi Margit Fischer'in gezi programı kısmen değişikti: Hayrünnisa Gül ile birlikte bir müzeyi ve bir çarşıyı ziyaret ettikten sonra, Avusturya Büyükelçiliğinin verdiği resepsiyona katıldı ve Viyana'da yaşayan Türk modacı Atıl Kutoğlu'nun defilesini izledi.

KRONEN ZEITUNG: "AB ÜYELİĞİ ŞARTLARININ YERİNE GETİRİLEBİLİRLİĞİNİ AÇIKLIĞA KAVUŞTURMA"

VİYANA, 21/05(BYE)--- Tirajı günde 847 bin olan bulvar gazetesi Kronen Zeitung'un 21 Mayıs 2008 tarihli sayısında Christian Hauenstein imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ve eşi Margit resmî ziyaret için krizlerle sarsılan Türkiye'de. İlk günün ana konusu Boğaz'daki ülkenin AB üyelik gayretleri ve İslamcı hükümetle laik Kemalistler arasındaki güç mücadelesiydi.
Avusturyalıların sadece yüzde beşinin Türkiye'nin AB üyeliği taraftarı olmasına rağmen, hem Heinz Fischer hem de meslektaşı Abdullah Gül görüşme atmosferinin iyi geçtiğini ve iki ülke arasındaki "derin ve zengin" ilişkileri vurguladılar. Gerçekten de Türkiye'ye birkaç kez tatile gelen Heinz Fischer şahsî olarak da Türkiye dostu.
Türkiye'nin AB'ye giden yolda daha çok mesafe katetmesi gerektiğini vurgulayan Fischer, şartların iki tarafça da yerine getirebilirliliğinin açıklığa kavuşturulması gerektiğini ve bunu ucu açık süreç olarak tanımladıklarını söyledi.
Fischer, ayrıca Avusturya'nın adil ve yapıcı bir ortak olduğunu, neticede ilk müzakere başlığının Avusturya'nın dönem başkanlığı sırasında kapatıldığını da ekledi.
Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin reformları ve ödevleri tamamlayacağını, bu büyüklükte bir ülkeyle müzakerelerin daha uzun sürebileceğini ve müzakerelerin son döneminde başka bir Türkiye var olacağını vurguladı. Gül'ün görüşüne göre, Türkiye'nin üyeliği, sadece Türkiye için değil, AB için de avantaj olacak, pasta büyüyeceğinden bundan bütün insanlar faydalanacak, çünkü Türkiye Avrupa'nın altıncı büyük ekonomisi ve ayrıca Türkiye enerji transit ülkesi olarak da önemli rol oynayacak.
Türkiye'de iç siyasetteki süreçse bir muamma. Laikliği kendilerine bayrak yapmış olan ve geçen seçimlerdeki mağlubiyetleriyle muhalefete itilen Kemalistler, başörtüsü yasağının kısmi olarak kaldırılmasını sebep göstererek mutlak çoğunlukla iktidarda olan AKP'ye ve aralarında Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül'ün de bulunduğu 71 AKP'li siyasetçiye karşı siyaset yasağı gayreti içine girdiler. Kemalistlerden oluşan Anayasa Mahkemesi dava hakkında muhtemelen yazdan önce karar verecek. Akabinde neler olacağı belirsiz.

 

BELÇİKA BASINI

EUOBSERVER: "FRANSA, TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNDE REFERANDUM ISRARINI SÜRDÜREBİLİR"

ANKARA, 21/05(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı Euobserver'ın 20 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, Elitsa Vucheva imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Fransa Parlamentosu bu akşam Avrupa Birliğine katılmak isteyen ve büyük nüfusa sahip ülkeler için ülkede referandum yapılmasını zorunlu kılan bir anayasal reform planını görüşecek.
Merkez sağ Halk Hareketi İçin Birlik Partisinden (UMP) Jean-Luc Warsmann'ın Ulusal Meclis Yasal İşler Komisyonuna geçen hafta sunduğu değişiklik, nüfusu şu an 500 milyon olan Avrupa Birliği nüfusunun yüzde 5'ini aşan bir ülkenin Birliğe üyeliğinin onaylanması için referandum yapılmasını zorunlu hale getiriyor.
Sunulan değişikliğin açıklayıcı özetinde şöyle denildi: "AB'nin bugün ulaştığı büyüklük ve geçmiş yıllarda genişlemeyle ilgili yapılan tartışmalar göz önüne alındığında, yeni bir genişleme ayrı bir dikkat gerektiriyor, özellikle de AB'nin iç dengesini büyük ölçüde değiştirecek nitelikteyse."
Fransız Sosyalist Partisi, 70 milyon nüfusa sahip AB adayı Türkiye'yi açık bir şekilde hedef alıyor gözüken hükme karşı çıktı.
Sosyalist milletvekili Pierre Moscovici, Liberation gazetesine verdiği demeçte, "Bu gerçekte sadece Türkiye'yi hedef alıyor" dedi ve ekledi: "Yetmiş milyon nüfusa sahip bir ülkeye böyle muamele edilemez, bu utanç verici."
Fransız Meclisinde anayasal reform teklifi ve değişiklikleriyle ilgili görüşmelerden sonra metin Fransız Senatosuna getirilecek ve son karar haziran ayında iki organın bir araya geleceği Kongre toplantısında beşte üç çoğunlukla verilecek.
Jacques Chirac'ın cumhurbaşkanlığı döneminde 2005 yılında hükümet zorunlu referandum koşulunu getirmişti. Bu şartla ilgili reform teklifi, Fransa Cumhurbaşkanının gelecekte bir ülkenin Avrupa Birliği üyeliğinin nasıl onaylanacağına karar vermesini olanaklı hale getiriyor. Seçenekler arasında referandum düzenlenmesi ya da kararın beşte üç çoğunlukla karar veren Fransız Kongresine bırakılması bulunuyor.
Fakat medyada yer alan haberlere göre, UMP milletvekillerinin baskısı Türkiye'nin AB üyeliğinin sıkı muhalifi Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'yi pes ettirdi ve şu an görüşülmekte olan yeni metne desteğini verdi.

--İkincil Zarar Olarak Ukrayna--

Değişikliğin yapılması halinde bundan Türkiye'nin yanı sıra 46 milyon nüfusa sahip Ukrayna da etkilenecek. Teklif, AB kulübünün bir parçası olmak isteyen ve 1 Haziran'da başlayacak olan Fransa'nın AB Dönem Başkanlığı sürecinde bu konuda ilerleme katedilmesi yönünde büyük umutlarını yakın dönemde dile getiren büyük Doğu Avrupa ülkelerine soğuk duş etkisi yaptı.
Kiev, bazı üye ülkelerin Türkiye'yi Birliğe almada gösterdiği isteksizliğin tutsağı olduğunu düşünüyor.
Bir Ukraynalı diplomat Euobserver'a yaptığı açıklamada, "Maalesef Ukrayna uzun zamandır Türkiye'nin AB üyeliğini engelleme girişimlerinin dolaylı kurbanı" dedi ve ekledi: "Kurallar herkese eşit uygulanmalı, bir grup ülke için bir kural, diğer bir grup ülke içinse başka bir kural uygulanması adaletsizliktir." Diplomat ayrıca Fransız teklifini "yapıcı olmayan" ve "oldukça yapay" bir teklif olarak değerlendirdi.
FRANSA BASINI

L'EXPRESS: "F.A.R.T."

PARİS, 15/05(BYE)--- Tirajı haftada 544 bin olan L'Express dergisinin 15-21 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Jacques Attali imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:

Fransa'nın AB dönem başkanlığını devralacağı konuşuluyor. Peki acaba hangi Avrupa'dan söz ediliyor? Her ülkenin veto hakkını koruduğu, gittikçe tanımlanamaz ve uyumsuz hale gelen bir birlikten. Sanayi, maliye, bilim ve dış politika konularında bir türlü bir ortak politika sahibi olamayan bir birlik. Daha da kötüsü, egemenliğin paylaşıldığı alanlarda her üyenin, diğerinin girişimini engelleyebildiği, örneğin Almanya'nın Fransa'yı bir Akdeniz politikası oluşturmaktan engelleyebildiği veya Litvanya'nın diğer üyelere Rusya ile bir ortaklık içerisinde olmalarını engelleyebildiği bir Avrupa. Fransa dönem başkanlığı bu çerçevede ancak gülünç sonuçlar kaydedecektir. Ancak bu Fransa'nın değil, sistemin başarısızlığı olacaktır.
Avrupa kendi karmaşıklığı içerisinde kendi kendini felç ederken, diğer kıtalar ilerliyor. Amerika bir süper güç haline gelirken Çin, Hindistan hatta Afrika bile bir milyarı aşan nüfuslarıyla büyük adımlarla ilerliyor. Fransa için bu tuzaktan çıkma zamanı gelmiştir. Söz konusu olan, ticari ve mali kar sağlayan birlikten çıkmak değil, artık kendini hareketsiz kalmak zorunda hissetmemektir. Fransa, dünyaya geniş açıdan bakmalı ve hangi ülkelerin dünya meselelerini göğüsleyebilecek partner olabileceğini kendine sormalıdır, ki bunlar şu üç ülkedir: Almanya, Rusya, ve Türkiye. Hepsi eski düşmanlarımız, hepsi gelecek için birer tehdit ve şans. Tartışılması gereken Rusya ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelikleri değil, zira bu yönde bir görüş birliği bin yıldan önce oluşamaz. Bu ülkelerle asıl üç ilkeye dayalı bir ortaklık kurulmalıdır. Bu ülkelerin, geçmişteki acı veren durumlara düşmemelerine ihtiyacımız var. Aynı zamanda yeni sınırlara ihtiyaç duyuyoruz, bir de dünya meselelerini göğüsleyebilmek için daha çok nüfusa ulaşmamız gerekiyor.
Fransa, Almanya, Rusya ve Türkiye böylece F.A.R.T. grubunu oluşturacaktır. Bu grup, ihtiyaç halinde geniş altyapı projeleri başlatarak, Fransa ile Almanya'ya yeni pazarlar kazandırırken, Rusya ile Türkiye'nin modernleşmesini sağlayacak ve dördünü gelecekte birbirine bağlayacaktır. Böylece, her topluluğun olmazsa olmaz varlık nedeni olan ileri görüşlü bir vizyona nihayet sahip olmuş oluruz.

AFP: "KRALİÇE ELIZABETH'İN TÜRKİYE ZİYARETİ SONA ERDİ"

ANKARA, 16/05(AFP)(BYE)--- İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in, Ankara'nın AB'ye üyelik arzusuna İngiltere'nin desteğini sunmayı amaçlayarak gerçekleştirdiği dört günlük ziyareti bugün sona erdi.
Kraliçe ve eşi Prens Philip, İngiltere Büyükelçiliğinde onurlarına verilen resepsiyona katıldıktan sonra Ankara'dan ayrıldılar. Kraliçe daha önce Türkiye'yi 1971 yılında ziyaret etmişti.
Ziyareti sırasında, 82 yaşındaki Kraliçe, Türkiye'yi "güven verici ve dinamik bir demokrasi" olarak niteledi, Ankara ve Londra arasındaki ilişkilerin sağlamlaştırılmasını savundu ve İngiltere'nin, Türkiye'nin AB'ye üyeliğini desteklediğinin altını çizdi.
Kraliçe Ankara'da, laik ve modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün kabri olan Anıtkabiri, eski Osmanlı başkenti Bursa'yı ve ülkenin ekonomi başkenti İstanbul'u ziyaret etti.
Kraliyet çiftine refakat eden İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband da önceki gün yaptığı açıklamada, AB'nin Türkiye ile üyelik müzakerelerini "hızlandırılmış" şekilde sürdürmesi gerektiğinin altını çizdi.
LE FIGARO: "ATİNA, TÜRKİYE'DEKİ SİYASİ KRİZDEN KAYGILI"

PARİS, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 17-18 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Alain Barluet imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Yunanistan, komşusu Türkiye'deki siyasi gerginliklerin ulaştığı boyut karşısında kaygılı. Ülkede yaşanan kriz, geçen şubat ayında kabul edilen ve böylece Türk hakimlerini, laiklik adına iktidardaki İslamcı parti AKP'ye karşı taarruzlarını yeniden başlatmaya sürükleyen, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakmayı öngören yasayla daha da arttı. Paris'e kısa bir ziyarette bulunan Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Le Figaro gazetesine "Türkiye'de şu an yaşananlar karşısında tedirginiz" diye konuştu. Ancak Atina'nın, "AB kriterlerini yerine getirdiği takdirde Türkiye'nin üyeliğine sıcak baktığını" hatırlatan Yunanistan Dışişleri Bakanı, Ankara'nın "Avrupa'nın teşvik politikasına karşılık verdiğini gösteren hiçbir açık işarette bulunmaması" karşısındaki üzüntüsünü de dile getirdi. Zira Atina ile Ankara arasındaki, Kuzey Kıbrıs'taki Türk işgali, Ege Denizi'ndeki kara suları sorunu ve İstanbul Patriki I. Bartolomeos'un karşılaştığı engeller gibi anlaşmazlık konularında henüz hiçbir çözüme ulaşılamadı. Üstelik Türkiye'deki kurumlara ilişkin güç savaşı ve AKP'nin kapatılması olasılığı durumu daha da zorlaştırıyor. Dora Bakoyanni, "O halde niçin Türkiye'nin AB üyeliğine destek verilmeye devam edilsin ki?" sorusuna, "Hiçbir ülke, komşusunun demokratik ve Avrupalı bir Türkiye olmasına Yunanistan'dan daha fazla ilgili olamaz" diye cevaplarken, "şimdilik bu yönde herhangi bir sonuç elde edilemediğini" ekledi.

LIBERATION: "TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ... ELYSEE EN SONUNDA REFERANDUMA EVET DEDİ"

PARİS, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 135 bin olan Liberation gazetesinin 17-18 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Jean Quatremer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı makalenin çevirisi şöyledir:

"Türkiye karşıtı" referandum konusu yeniden gündemde. Nicolas Sarkozy, AB'ye katılacak her yeni ülke için referanduma başvurulması zorunluluğunu iptal etmek isterken, UMP'li milletvekilleri bu koşulun Türkiye'nin üyeliği konusunda korunmasını başardılar. Zira Meclis Yasalar Komisyonu, Cumhurbaşkanlığının da desteğiyle AB nüfusunun yüzde 5'ini aşan aday ülkeler için referandum koşulunun korunmasını teklif ediyor.

--Referandum Zorunluluğu Ne Zaman Getirildi?--

Referandumu anayasal zorunluluk haline getiren maddeyi Jacques Chirac'a borçluyuz. Türkiye'nin, o olmasa katılım müzakerelerini asla başlatamayacağı Cumhurbaşkanı Chirac, Fransız halkına bu konuda karar hakkı tanıyarak, Türkiye karşıtlığı nedeniyle 2005 yılında yapılan Avrupa anayasasına ilişkin referandumda olumsuz yönde oy verilmesinin önüne geçmek istemişti. Zira iki mesele birbiriyle ilgili olmasa da Ankara'nın üyeliğine karşı gelen özellikle sağ parti mensuplarının, Avrupa anayasasına ilişkin referandumu bu görüşlerine alet edebilecekleri düşünülüyordu. Böylece Şubat 2005'te Fransa Anayasası'na 88.maddesinin 5. bendi eklenerek, cumhurbaşkanının Hırvatistan üyeliğinin ardından AB'ye katılacak her yeni ülke için referanduma başvurması zorunluluğu getirildi.

--Nicolas Sarkozy Niçin Referandum Zorunluluğunu Kaldırmak İstedi?--

Bu anayasal zorunluluk, cumhurbaşkanının müzakere kapasitesini sınırlandırıyor, halkının, kendi kararının aksine bir karar vermesi riskiyle karşı karşıya bırakıyor. Ayrıca Fransa, kendinde diğer tüm üyelikleri rehin alma hakkını görüyor. Son olarak ise Paris, ret cevabıyla doğacak diplomatik krizin sonuçlarına tek başına katlanacaktır. 2005 yılında Fransa'nın da onayıyla müzakereye başlayan Türkiye, küçük düşürülmeyi affetmeyecek, bunun bedelini ekonomik ve siyasi olarak ödetecektir. Ayrıca tüm Müslüman ülkeler Fransızların olası olumsuz kararını kendilerine yönelik bir saldırı olarak algılayacaklardır. Kampanyanın bu ülkenin dini üzerine odaklanmayacağına kim inanır ki? Her referandum beraberinde ırkçılığa kayılması riskini taşımaktadır.

--Elysee Sarayı Referandum Koşulunun Korunmasını Kabul Etmeye Hazır Mı?--

Nicolas Sarkozy'nin artık kendi cephesinin güvenini almadığı açıktır. UMP, AB nüfusunun yüzde 5'ini aşan aday ülkeler için referandum koşulunun korunmasını öngören bir değişiklik önergesi sundu. Hedef tahtasında olan sadece Türkiye değil, Cumhurbaşkanlığında ifade edildiği gibi aynı zamanda Ukrayna ve Rusya'dır. Sosyalist partili milletvekili Pierre Moscovici, UMP'nin bu önergesiyle "sadece müzakere sürecini başlatan tek büyük ülke olan Türkiye'yi hedef aldığı" şeklinde bir eleştiride bulundu ve "70 milyonluk bir ülkeye böyle davranmanın çok yanlış" olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanlığında ise, 1972 yılında İngiltere ile olduğu gibi büyük ülkeler için halkın oyuna başvurmanın normal olduğu ifade ediliyor. Ancak bu açıklama Pierre Moscovici'yi ikna etmeye yetmiyor, Moscovici, "Sarkozy için bir yenilgi olan bu önergenin kabul edilmesi halinde Sosyalist Partinin Anayasa reformunu kabul etmeyeceğine inanıyor."

LE FIGARO: "AVRUPA, FRANSA, REFERANDUM VE TÜRKİYE..."

PARİS, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Fransa Avrupa Hareketi Başkanı Sylvie Goulard imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

--Avrupa Hareketi Başkanı Sylvie Goulard, Avrupa'nın Beklentilerini Karşılamak İçin Yıllarca Çaba Gösterdikten Sonra Türkiye'nin Üyeliğine Fransa'nın Tek Başına Karşı Çıkmasının Hangi Nedenle Uygunsuz Olduğunu Anlatıyor--

Bir grup milletvekili, Fransa anayasasında, Türkiye'nin olası üyeliği üzerindeki referandum koşulunun korunmasını talep ediyor. Bu ülkeyi diğerlerinden ayırarak aslında yanlış bir yola giriyorlar. Zira, Avrupalı partnerlerimizi rehin alırken Türkleri küçük düşürmek, herhangi bir yapıcı çözüm getirmeksizin, Avrupa'daki inanırlığımızı yıkmanın ve Türkiye'deki çıkarlarımızı yitirmenin en iyi yoludur.
Türk halkı küçük düşürülmemelidir. Unutmayalım ki, Avrupalı 25 devlet ve hükümet başkanı, Aralık 2004 ve Ekim 2005'te katılım müzakerelerinin başlatılmasına onay verdi. Cumhurbaşkanı Chirac, iki kere Fransa adına söz vererek, Lionel Jospin'in Başbakan, Hubert Vedrine'in ise Dışişleri Bakanı olduğu sırada alınan kararı onayladı. Nitekim Aralık 1999'da, Helsinki'de yapılan Avrupa Konseyinde, dört yıl kabul edilmemesinin ardından Türkiye'ye aday ülke statüsü verilerek kararlı bir girişim gösterildi. Bu aşamaların sessizce (Aralık 1999) aşılmış olması, hatta (Aralık 2004'te) bir meclis tartışmasının düzenlenmesine karşı çıkılması, Fransa'daki parlamenter sistemin açıklarının bir göstergesidir. Türklerin bunda hiçbir vebali yoktur. Jacques Chirac'ın geç gelen "referandum kilidi" girişimi ise herhangi bir çözüm getirmemiştir.
Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne kabul etmemek için sağlam nedenler mevcuttur. Bunların en güçlüleri ne coğrafi, ne de "kültürel" engellerdir. Zira Avrupa vatandaşları ve bu ülkelerde yaşayan yabancılar arasında milyonlarca Müslüman bulunuyor. Üstelik, İslamın aydınlanma değerleriyle bağdaşabilirliği, uzun zamandır bir dış politika ve AB'nin genişlemesine ilişkin bir mesele olmaktan çıkmıştır.
Türkiye'nin üyeliğine başlıca engel, AB'nin temelindeki, devletlerin ve halkların güçlü siyasi hedeflerle birleşme isteğidir. Jean Monnet ve Robert Schuman'ın ülkesi Fransa, nüfusu nedeniyle Türkiye'nin, Avrupa entegrasyonu tarihinde daha önce hiç sorulmamış soruları gündeme getirdiğine dikkat çekme hakkına sahiptir. Türkiye'nin üyeliği, tüm dengeleri bozacak niteliktedir. Bugüne kadar nüfusu bakımından Fransa veya Almanya'yı aşan, ancak bu iki ülkeye nazaran ortak bütçeye katkı olanağı daha düşük hiçbir üye olmamıştır. Türkiye'nin üye olması halinde, kurucu ataların Avrupa projesinden geriye ne kalır? Komisyon ile üye devletler bu soruya hiçbir zaman cevap vermediler. İddialı ortak politikaların finansmanını kim sağlar?
Türkiye'nin üyeliğine en sıcak bakan hükümetler bile birliğin bütçesini artırmayı reddediyorlar. Peki ya bir pazara indirgenmiş, sosyal hedefleri olmayan bir Avrupa'yı reddeden vatandaşları nasıl ikna etmek gerekiyor? Tutarlı bir siyasi topluluğa bağlılık hissi yasalarla sağlanamaz, en önemli meselelere odaklanılmasıyla zaman içerisinde kurulur. Komisyonun hazırladığı anketlere bakacak olursak, Türkiye'nin AB üyeliği, konu üzerinde öncesinde bir tartışma ortamı olmadan, Avrupalıların çoğunluğunu ikna etmiyor. Bu nedenle Türkiye'nin üye olması halinde, birlik bağlarının genişleyeceği ve bazı hedeflerden vazgeçileceği varsayılmaktadır. Türkiye'ye "hoş geldin" derken, ortak tarım politikasına, bölgesel dayanışma politikasına ve özellikle sosyal Avrupa ile, yurttaşlar Avrupa'sına "elveda" denecektir.
Tabii müzakerelerin başlatılmasından bu yana Türk yetkililerin çelişkili sinyaller vermeleri de ayrı bir konu. Bazı reformlar gecikiyor: Türkiye; Kıbrıs'ı bir AB üyesi gibi kabul etmeyi reddediyor, Avrupa mantığıyla kesinlikle bağdaşmayan bir milliyetçilik anlayışında direterek Ermeni soykırımı konusunun gerçeğe kavuşturulmasını engelliyor ve son olarak da laikliğin, tedirgin edici saldırıların hedefi olduğu görülüyor.
Bir derin tartışma yapılmalıdır. Sadece yolun sonuna gelindiğinde, Fransa'da değil, 27 üye devletle, bir üyelik antlaşması imzalama zamanı gelmeden çok önce. Hassas diplomatik meseleleri çözmek için uygun olmayan doğrudan demokrasiye başvurarak değil, temsili demokrasi çerçevesinde, yani milli parlamentolarla ve Avrupa parlamentosuyla yapılmalıdır. 2004 yılından bu yana, Avrupa'nın "entegrasyon hızını kaybetmeden yeni üyeleri hazmedebilme kapasitesi" tartışılıyor. Bundan sonuçlar çıkarmak birlik yetkililerinin ve hükümetlerin görevidir. Anayasaya getirilecek en iyi reform, hiçbir ülkeyi yargılamamak ve Cumhurbaşkanının, zamanı geldiğinde üyelikleri tek tek ele alması ve üyelikleri onaylama kararını halkın mı yoksa temsilcilerinin mi vermesi gerektiğini değerlendirmesine fırsat vermektir.
AB'de yeri olmasa da Türkiye stratejik bir ülke olmaya devam ediyor. Dolayısıyla güven ilişkisine dayanan, nitelikli ve içerikli bir imtiyazlı ortaklık düşünülebilir, hatta beklenir. Merkel'in önerisi tam bu yöndedir. Tüm partnerlerin dikkate alındığı bu ilginç ortaklığa Almanlarla birlikte şekil verme görevi şimdiki Fransız yetkililerine düşmektedir. Fransız halkını, Avrupa'nın beklentilerini karşılamak için yıllarca çaba göstermesi ardından Türkiye'nin üyeliğine tek başına karşı çıkacak bir konuma sokmamalıyız.

LE TELEGRAMME: "KURUMLAR REFORMU... SÜRTÜŞME NOKTALARI"

ANKARA, 21/05(AFP)(BYE)--- Fransa'da yayımlanan Le Telegramme gazetesinin 21 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--Kurumlar Reformuyla İlgili Tartışmalar Dün PS'nin Senatörlerin Seçim Usulünü Değiştirmeye Yönelik Teklifinin Reddedilmesinin Ardından Muhalefetini Sürdürdüğü Elektrikli Bir Ortamda Mecliste Başladı--

AB'ye her yeni katılım için zorunlu referandumun kaldırılması, sağdaki başlıca tıkanma noktası. UMP milletvekilleri Türkiye'nin katılımı meselesinin referandumdan başka yolla aşılmasından endişe duyuyorlar. Komisyonda, az çok Ankara'ya odaklanan bir "sürgü" getirildi: AB vatandaşlarının yüzde 5'inden fazlasını temsil eden ülkeler için referandum hala geçerli.
Figaro'ya göre, François Fillon "Türkiye maddesinin can sıkıcı olduğu" zira Ankara'yı yaraladığı değerlendirmesinde bulunurken, bu madde değişikliğe uğrayabilir.

 

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "AİKB: TÜRKİYE'YE KREDİ SAĞLANMASI KARARI BANKANIN MİSYONUNU AŞINDIRMAMALI"

KİEV, 17/05(REUTERS)(BYE)--- Nick Edwards bildiriyor:

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasından (AİKB) bugün yapılan açıklamada, Kalkınma Bankası üyelerinin, kredi verilen ülkeler arasına Türkiye'nin de katılmasını kabul etmesi durumunda, bankanın eski Sovyet ülkelerinde piyasa ekonomilerinin geliştirilmesi misyonunun, yeni katılan ülkeler nedeniyle aşındırılmaması gerektiği belirtildi.
Halihazırda Ukrayna'da yıllık toplantısını düzenlemekte olan AİKB'nin akıbeti, geçen ay Türkiye'nin hissedarı olarak kalmasının yanında AİKB fonunun alıcıları arasında olma talebiyle birlikte sıkı takip altına alındı.
AİKB'nin üyeleri Türkiye'nin talebi konusunda verilecek cevap için tarihi ekim ayı sonu olarak belirlediler.
AİKB Sözcüsü Anthony Williams, "Bu süreç için tüm önemli hissedarlardan çok güçlü bir destek var. Böylesi güçlü bir destek kısmen Türkiye'nin statüsünün değişmesinin başka ülkeler için örnek oluşturmayacağı ve AİKB'nin mevcut faaliyet bölgesindeki çalışmasını sulandırmayacağı konusunda açık manzaradan kaynaklanmaktadır" dedi.
ABD'nin uluslararası ilişkilerden sorumlu Müsteşarı David McCormick bugün yayımlanan bir makalesinde, toplantının başlaması öncesinde bankanın işe yarar kalması için kredilerinin yönünü değiştirmesi aksi takdirde kendini feshetmesi gerektiğini söyledi.
McCormick "Emerging Markets" (Gelişmekte Olan Piyasalar) dergisinde yayımlanan makalesinde, "Banka, komünist blok dışındaki ülkelere yardım ederek, başlangıçta belirlenen misyonundan çıkıp çıkmamaya veya kurucularının da öngördükleri gibi asıl amacını gerçekleştirmesinin ardından zaman içinde daha küçük ve daha komplike hale gelmiş bir kurum olarak yavaş yavaş yok olmaya karar vermek zorunda" dedi.
McCormick, Türkiye'den Avrupa'da başarılı bir demokrasi olarak söz etti ve bu ülkenin AİKB'nin desteğinden geniş şekilde faydalanabilmesi gerektiğini söyledi.
David McCormick, "Hatta bazıları bankanın mali kapasitesini Lübnan ve Kuzey Afrika'daki diğer ülkelere genişletmesi gerektiğini ileri sürüyorlar" dedi.
McCormick, ABD'nin, AİKB'nin misyonu ve geleceği konusunda "kapsamlı bir gözden geçirmeye" gerek olduğuna inandığını, ancak ABD ve diğer ülkelerin bazı kuşkuları olduğunu söyledi.
McCormick, "Genişleyen misyonun muhtemel faydalarının farkında olmamıza rağmen, ABD ve pek çok ülke bu durumun AİKB'nin misyonunu aşındıracağından, mali istikrarını zayıflatacağından ve diğer çok taraflı kurumlarla birlikte fazlalık yaratacağından endişe duymaktadır" dedi.

--Tasfiye Edilen İşler--

AİKB, 2010 yılına kadar, 2004 yılında AB'ye katılan yedi eski komünist bloku ülkesine yatırım yapmayı durduracak.
AB, AİKB'nin akıbeti konusunda çeşitli seçenekler üzerinde duruyor. Bu seçenekler arasında bankanın kapatılması veya Avrupa Yatırım Bankası ile birleştirilmesi de bulunuyor.
Banka, eski Sovyet topraklarında doğu ve güneyde faaliyetlerini genişletiyor ve yöneticileri Türkiye meselesinin, çok taraflı kredi operasyonlarının tam anlamıyla gözden geçirilmesi için açık bir katalizör görevi yaptığını söylüyorlar.

REUTERS: "AİKB, ENFLASYON RİSKLERİ ENDİŞESİYLE GELECEĞİNİ PLANLAMAK İÇİN TOPLANDI"

KİEV, 18/05(REUTERS)(BYE)--- Amie Ferris-Rotman ve Dmitry Zhadannikov bildiriyor:

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (AİKB) Başkanı Jean Lemierre bugün, bankanın yatırım yaptığı ülkelerdeki enflasyon riskinin artmasından dolayı yeni bir yön belirlenmesi amacıyla düzenlenen toplantıların başlamasıyla beraber, -bankanın- geleceğinin daha net olduğunu söyledi.
Lemierre düzenlenen toplantı sırasında Reuters'e yaptığı açıklamada "-AİKB'nın geleceği hakkında- bir endişe yok; yol haritası açıktır" dedi.
Yıllık toplantısını Ukrayna'nın başkentinde düzenlemekte olan AİKB, Türkiye'nin geçen ay hissedarı olmaya devam etmenin yanı sıra AİKB fonlarının alıcıları arasına katılma talebiyle gergin bir tetkik sürecine girdi; Türkiye'nin söz konusu talebi toplantının odak noktası niteliğinde.
AİKB'nın -Avrupa Birliğinin de aralarında olduğu 61 ülkeden ve ayrıca Avrupa Yatırım Bankasından oluşan- hissedarları, Türkiye'nin söz konusu başvurusu için ekim ayı sonu itibariyle bir karara varılması konusunda anlaşmaya vardı.
Kiev'de gerçekleşen toplantı sonunda yayımlanan raporda şöyle denildi: "Birçok ülkede şu anda çift rakam seviyesindeki enflasyon, bölgenin acil çözüm bekleyen güncel bir sorunudur. Ele alınmadığı takdirde enflasyon, maliyetlerin artmasıyla fiyatların yükselmesine yol açabilir ve geç kalınmış, sert bir mali politika izlenmesini gerektirebilir".

REUTERS: "AK PARTİ KAPATILACAĞINI TAHMİN EDİYOR"

ANKARA, 18/05(REUTERS)(BYE)--- Paul de Bendern bildiriyor:

Türkiye'de iktidarda olan Ak Parti, Anayasa Mahkemesinin önümüzdeki birkaç ay içinde partiyi kapatacağı ve başbakana siyaset yasağı getirileceği beklentisi içinde. Ak Partinin önde gelen üyelerinin Reuters'e yaptıkları açıklamalara göre, parti bugünlerde gücünü korumanın bir yolunu arıyor.
Türkiye geçen mart ayında, Anayasa Mahkemesinin, partinin kapatılmasını talep eden davayı görmeyi kabul etmesiyle siyasi bir kargaşa içine girmişti.
Haftalar süren olumlu beklentilerin aksine Ak Parti şimdi hayatta kalma şansının zayıf olduğuna inanıyor ve yeni bir hareket kapsamında iktidara nasıl dönebileceğini tasarlıyor.
Adının açıklanmasını istemeyen parti üyesi bir bakan "Ak Parti kapatılacak, Erdoğan ve diğer bazı parti üyelerine siyaset yasağı getirileceği tahmin ediliyor. Kabinedeki diğer birçok kişi tarafından aynı görüş paylaşılmaktadır" dedi.
Önde gelen bir başka Ak Parti üyesi de, bu görüşe katılarak, geçen yıl cumhurbaşkanı seçilen Gül'e de beş yıl süreyle siyaset yasağı getirilebileceği yönünde yüksek bir olasılık olduğunu söyledi.
Adının açıklanmasını istemeyen söz konusu üst düzey Ak Parti yetkilisi Reuters'e şunları söyledi: "Türkiye'nin geleceği hakkında çok endişeliyim, ancak kaderimiz 11 hakimin elinde yatıyor ve bizler sadece onların neye karar vereceğini tahmin edebiliriz. Partinin hâletiruhiyesi çok kasvetli."
Mahkeme ise bir yorumda bulunmazken, hakimlere baskı yapan kişileri eleştirdi.

--AB, Mahkemenin Değil Seçim Sandığının Kullanılması Gerektiğini Söylüyor--

Avrupa Birliği bu davaya tepki gösterdi ve başsavcı tarafından ileri sürülen suçlamaların, mahkemelerde değil parlamentoda tartışılması gerektiğini ve seçim sandığına gidilerek karara varılması gerektiğini belirtti.
Türk mali piyasaları -bu davadan- darbe alırken, analistler aylar sürecek bir istikrarsızlık ve siyasi ve ekonomik reformların tehdit edildiği yorumlarında bulunuyorlar.
Üst düzey Ak Parti üyeleri, Cumhuriyetin laiklik ilkesini savunmayı kendisinin görevi olarak gören Anayasa Mahkemesinin önümüzdeki temmuz ayında karar verebileceğini söylediler.
İleri gelen bir Ak Parti üyesi "O zaman yeni bir parti kurarız" dedi.
İlk iktidar döneminin ardından, geçen yıl yapılan ikinci seçimleri de kazanan Ak Parti, suçlamaları şiddetle reddediyor ve bu suçlamaların siyasi amaçlar taşıdığını söylüyor.
Türkiye'de İslamcı veya Kürt ayrılıkçı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle 20'yi aşkın parti kapatıldı ve bunlar arasında 2001'de kapatılan Ak Partinin selefi olan parti de yer almaktadır.
Mahkemenin aleyhlerinde bir karar vermesi halinde Ak Partinin ve liderlerinin önünde birkaç olasılık var.
Ak Parti kaynaklarının bildirdiği üzere partinin yönetim kurulu, son günlerde yeni bir siyasi parti kurma konusunda çalışıyor.
Erdoğan ve birçok parti üyesine siyaset yasağı getirilmesi halinde yeni bir genel seçim yapılması muhtemel. Erdoğan da dahil olmak üzere bu milletvekilleri bağımsız aday olabilir ve seçildikleri zaman başka bir ad altında yeni bir parti kurabilirler.
Bazı hukuk uzmanlarına göre Erdoğan, yeni kurulan parti altında başbakan olabilir. Öyle olmazsa bile popüler Başbakan Erdoğan, partiyi perde arkasından idare edebilir.

--Başörtüsü Yasağı--

Üst düzey bir Ak Parti üyesi "Erdoğan yeni partinin lideri olamazsa, tehlikeye düşeriz, zira bizim şimdi partiyi idare edecek iki numaralı bir adamımız yok" dedi.
Laik kesim açısından söz konusu dava, Ak Partinin ve liderlerinin devletin kilit kurumlarını kontrol altına alma yönündeki istikrarlı gidişatlarının önüne geçmek için son şans olarak görülüyor.
Ak Partinin üniversitelerde bayan öğrencilerin Müslüman başörtüsünü takmalarına izin veren kararının kapatma davasını tetiklediği görülüyor, zira savcının iddianamesinde başörtüsüne birçok kez atıfta bulunuldu.

THE FINANCIAL TIMES: "EBRD'NİN YENİ BAŞKANI GÖZDEN GEÇİRME SÖZÜ VERDİ"

ANKARA, 20/05(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan The Financial Times gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Stefan Wagstyl imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin çevirisi şöyledir:

Dün Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) başkanlığına seçilen eski Almanya Maliye Bakanı Yardımcısı Thomas Mirow, küresel mali piyasalardaki karışıklık ve gıda ve enerji fiyatlarındaki yükselme de dahil, son ekonomik ve siyasi gelişmelerin etkilerinin derinlemesine gözden geçirilmesine başlama sözü verdi.
3 Haziran'da Jean Lemierre'den görevi devralacak olan Mirow, "Vazifemiz bankayı değiştirip, tamamen yeni bir tutum takınmak değil, etrafımızda neler olduğuna bakıp yeni taleplere yanıt vermek olacak" dedi.
Eski komünist blokunun çok taraflı bankası EBRD'den, Mirow'un, Lemierre'in bankanın Orta Avrupa'daki daha zengin ülkelerdeki aktiviteleri azaltarak, Güneydoğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği'ndeki daha fakir ülkelerle işi genişletme yönündeki çabalarını sürdüreceği açıklandı.
55 yaşındaki Alman sosyal demokrat siyasetçi Mirow, bankanın Kiev'deki yıllık toplantısında, bazı Orta Avrupa ülkelerinin şeffaf olmadıkları gerekçesiyle eleştirildiği tartışmalı bir seçim sürecinin ardından bankanın 60 hissedarı tarafından başkanlığa seçildi. Fakat bankanın yöneticileri bu noktada farklılıklarını gizlediler ve Lemierre'in görevdeki sekiz yılını alkışlama ve Mirow'a hoş geldin karşılamasında birleştiler.
Yöneticiler ayrıca, eski komünist bloku ülkeleri dışındaki ilk faaliyet ülkesi olacak olan Türkiye'de EBRD'nin faaliyetlerinin genişletilmesi planlarını desteklediler. Lemierre son kararın sonbahardan önce verilemeyeceğini, ancak teklifle ilgili "çok olumlu" bir hava olduğunu belirtti. Mirow ise tıpkı Almanya ve bütün Avrupa Birliği gibi bu fikri desteklediğini belirtti.
ABD, EBRD'den konuyu bankanın eski komünist ülkeleri destekleme misyonu ışığında değerlendirmesini isteyerek, Türkiye planıyla ilgili ihtiyat çağrısında bulundu. Fakat Amerikalı yetkililer, fikre muhalefet etmedikleri hususunda ısrar ediyorlar.
Lemierre gazetecilere yaptığı açıklamada, dünyada artan "kararsızlığın" hakim olduğu bir dönemde, bölgede istikrar sağlanmasının EBRD için önemli bir mesele olduğunu belirtti. "Birçok ülkede şartların değişkenliği oldukça önemli; mali kargaşa, enflasyon ve siyasi tartışmalar. Belirsizlikler mevcut. Bütün bunlar, bankamızın çok iyi bildiği durumlar" dedi.

BBC: "TÜRKİYE RAPORU AVRUPA PARLAMENTOSU'NUN GÜNDEMİNDE"

ANKARA, 21/05(BYE)--- BBC'nin 07.00-07.30 Türkçe yayınından:

Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Hollandalı Hristiyan Demokrat parlamenter Ria Oomen-Ruijten tarafından hazırlanan Türkiye raporunu bugün tartışarak oylayacak. Raporda, polisin 1 Mayıs'ta işçilere müdahalesi eleştiriliyor, AKP'ye yönelik kapatma davasından duyulan endişe dile getiriliyor ve TCK'nın 301. maddesindeki değişiklik konusunda da uygulamanın önemine dikkat çekiliyor. Ayrıntıları Strasbourg'tan Zeynel Lüle bildiriyor:

Avrupa Parlamentosu bugün ele alacağı Türkiye raporunda; 1 Mayıs'taki olayları eleştirecek ve polisin orantısız güç kullanmasıyla ilgili hükümete tepki gösterecek. Sendikal haklar ve işçilerin temel hakları konusunda adım atılması çağrısı yapacak. AKP'nin kapatılmasına yönelik açılan davadan endişe duyulduğu, Anayasa Mahkemesinin kararını verirken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Venedik Komisyonunun siyasi partilerin kapatılmasına yönelik kararlarını dikkate almasının temenni edildiği belirtilecek.
Parlamento raporunda, hükümete de çağrı yapıyor ve demokratik, laik bir Türkiye için çoğulculuk anlayışıyla hareket etmesini talep ediyor. Raporda, TCK'nın 301. maddesinde yapılan değişikliğin ilk adım olduğu ve bu yönde reformların devam etmesi isteği yer alıyor.
Çoğunluğunu Fransız parlamenterlerin oluşturduğu bir grup, raporda yer alması için, Ermeni soykırımı iddialarını içeren bir değişiklik önergesi sundu. Ancak Parlamento Genel Kurulu'nun çoğu böyle bir önergeye karşı çıkıyor ve bugün bu önergenin kabul görmesi beklenmiyor.

REUTERS: "AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE'Yİ REFORM YOLUNDAN ÇIKMAMASI İÇİN UYARDI"

STRASBOURG, 21/05(REUTERS)(BYE)--- Avrupa Komisyonu üye olmayı uman Türkiye'yi bugün reform sürecinden çıkmaması için uyararak ülkenin "başka bir harcanmış yılı kaldıramayacağı" açıklamasında bulundu.
Avrupa Parlamentosunda konuşan AB'nin genişlemeden sorumlu Üyesi Olli Rehn, Avrupa Komisyonunun Türkiye'deki yavaş reform süreci konusunda endişeli olduğunu söyledi.
Rehn, AB tarafından ifade özgürlüğünü kısıtladığı için eleştirilen bir yasanın uzun süre beklendikten sonra değiştirilmesini memnuniyetle karşıladı ama yasaya pratikte uyulması ve dil, kültürel, kadın ve sendika haklarında daha fazla ilerleme kaydedilmesi gerektiğini vurguladı. Hükümet ile muhalefet arasında diyalog çağrısında bulunan Rehn, Türkiye ile AB üyesi Kıbrıs arasındaki çıkmazı çözmenin zamanının geldiğini de belirtti.
Türkiye'nin başsavcısının iktidardaki AKP'yi kapatma ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e siyaset yasağı getirme girişimiyle ilgili endişelerini de dile getirdi.
Rehn, "Türkiye'yi Avrupa değerlerine saygı göstererek bu davada ilerlediğini görmek istiyoruz. Türkiye reform yapmadan geçen bir yılı daha kaldıramaz" dedi.
Rehn, Avrupa Parlamentosunda Türkiye'nin reformlarda ilerlemesini eleştiren ve bağlayıcılığı olmayan karar tasarısı tartışılırken konuştu.

 

İSPANYA BASINI

LA RAZON: "AB, TÜRKİYE'Yİ YİNE BAŞARISIZ BULDU"

ANKARA, 21/05(BYE)--- İspanya'da yayımlanan La Razon gazetesinin 21 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, Javier Aguilar imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Strasbourg çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliğine (AB) katılım müzakereleri çerçevesinde, Türkiye tarafından yapılan reformlar sürecinin yavaşlığını ortaya koyan gelişmeler hakkındaki 2007 raporunu bugün Strasbourg'da tartışarak oylayacak.
Avrupa Parlamentosunun Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten, sadece üç hafta önce AP Dış İlişkiler Komisyonu tarafından yapılan oylamada, rapor için 53 "evet", iki "hayır" ve dört "çekimser" oy çıktığında, bu Avrasya ülkesindeki "reformlar ritminin oldukça yavaş olduğunu" dile getirmişti.
Türkiye raporunda, "ifade özgürlüğüne ilişkin olarak gelişmeler kaydedilmediğinden" ve bu sebeple, yasal olarak takibe uğrayan kişilerin sayısında artış olmasından yakınılıyor.
Avrupa Parlamentosu, Türk Hükümetine, "vaatlerini yerine getirmesi ve Türkiye'nin laik bir devlete, çoğulcu bir topluma dayalı, modern ve başarılı bir demokrasiye dönüşmesi için esasi reformları mecliste oy çokluğuyla kabul etmesi" için ısrarda bulunuyor. Bu anlamda, "ancak insan haklarına ve temel özgürlüklere saygının bulunduğu, demokrasiye, sosyal hukuk devleti ilkelerine dayalı bir toplumun barışçı, istikrarlı ve başarılı bir topluma doğru gelişebileceği" üzerinde duruluyor.

--Müzakerelerin Gerilemesi--

"Reform planlarında yeni gerilemeler olması durumunda, müzakerelerin ritminin de ciddi olarak etkileneceği" uyarısından sonra karar tasarısında, Türkiye'nin AB-Türkiye Ortaklık Anlaşmasından ve Ek Protokolünden kaynaklanan düzene uymamaya devam ettiğinden bahsediliyor. Aynı zamanda, reform gerçekleştirirken yetkililerin çoğulculuğa ve çeşitliliğe saygı duymaları isteniyor.
Müslüman olmayan dini topluluklar için yasal bir çerçeve, Malatya'daki üç Hristiyanın cinayetinin araştırılması ve siyasi-dini sebeplere dayalı kin ve şiddete son verilmesi de, Kürt sorununda ve yolsuzluk göstergelerinde değişiklikler bulamayan Avrupa Parlamentosunun diğer istekleri arasında yer alıyor.
Madalyonun diğer yüzünde rapor, Türk ekonomisinin pozitif gelişimi, şiddete karşı kadınların korunması, eğitim, gençlik ve kültür alanlarındaki ilerlemeleri "övüyor" ve İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmesinden duyduğu memnuniyetini de vurguluyor.
Sosyalist Grup tarafından sunulan iki ek teklifte, Türkiye'nin Medeniyetler İttifakı'na İspanya ile birlikte öncülük yapması övülürken 1 Mayıs gösterilerinde polisin sert tutumunun da cezalandırılması isteniyor.

 

YUNANİSTAN BASINI

SKY TV: "İNGİLTERE, TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNİ DESTEKLİYOR"

ANKARA, 15/05(BYE)--- Yunanistan'ın özel Sky televizyonunun 15 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband, tam üyelik dışındaki önerilerin alternatif çözüm oluşturmadığını vurgulayarak, ülkesinin Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma çabalarını desteklediğini ifade etti.
Miliband, Ankara'da meslektaşı Ali Babacan ile birlikte yaptığı ortak basın toplantısında, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını desteklemeyen Avusturya ve Fransa hükümetlerini eleştirdi.
Miliband, "Sadece, Türkiye ile AB arasında en iyi diyalogun müdavimi olmayı değil, Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde müttefiki olmayı da istiyoruz" dedi.
Basın açıklaması sırasında İngiliz Dışişleri Bakanı, ülkesinin ve Türkiye'nin iklim değişiklikleri ve terörle mücadele konularında "özel ikili diyaloglara" başlayacağını bildirdi.
İngiliz Dışişleri Bakanı, Türkiye'ye resmi ziyarette bulunmak üzere gelen İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'e ve eşi Prens Philip'e refakatçi olarak, salı günü Ankara'ya geldi. Kraliçenin Türkiye'ye bu resmi ziyareti, 1971'den beri gerçekleşen ilk ziyaret.

İMERİSİA: "TÜRK KRİZİ... AVRUPA NETLİĞİ, AMERİKAN TARAFSIZLIĞI"

ATİNA, 15/05(BYE)--- Tirajı günde 12.020 olan İmerisia gazetesinin 15 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Yorgos Kapopulos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Gerek AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso gerekse AB Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn Türkiye'de Kemalist düzenin merceği altında. İkisinin de yargı darbesinden sonra Erdoğan'ın lehine açıklamalarda bulunmaları başta Baykal ve ana muhalefet partisi CHP olmak üzere Kemalistlerin tepkilerine -emperyalistler ve sömürgeciler- neden oldu. Kemalist düzen bir kez daha, Jön Türkler döneminde başlayan ve demokratikleşme ile insan hakları lehine Batı'dan gelen her müdahaleyi ülkenin bütünlüğü ve bağımsızlığına karşı tehdit olarak algılayan gelenekler çerçevesinde hareket etti.
İlginç olan, Washington'un, Kemalist düzen yönünde olumlu tarafsızlık olarak yorumlanabilir ihtiyatlı tutumu. İlginçtir çünkü on yıldan bu yana ABD Ankara'ya Kemalist iktidarın yeni baş gösteren iç ve dış konulara uyum sağlaması için sürekli cesaretlendiriyordu. İlginçtir çünkü Erdoğan'ın hem ülke içinde hem dışında Kürt konusuna ilişkin politikası Irak'taki Amerikan politikasına hizmet edebilecek tek politikadır.
Büyük Orta Doğu'daki koşulların ABD için olumsuz olması farklı verileri ortaya koyuyor. Washington'ın yargı darbesine karşı "tarafsızlığı" birçok farklı şekilde yorumlanıyor.
Birincisi, çatışan iki tarafın Amerikan aleyhtarlığının birbirinden farklı iki yorumunu temsil ettiklerini biliyor. İkincisi, yasallıktan uzaklaşılması durumunda, halk desteği olmayan ve AB ile üyelik müzakerelerine devam edemeyen Kemalist düzenin tamamen Washington'un çizgisinde yürümekten başka seçeneği olmayacağı tahmin ediliyor.
On yıldan bu yana Washington Türkiye'de reformlar yapılmasını, Kürt konusuna siyasi yaklaşım istiyor, Özal'ın gerçekleştirmeye çalıştığı laik devlet ile İslami gelenekleri bağdaştırma çabasını örnek olarak ön plana çıkarıyor.
Ancak Erdoğan'ın Başbakanlık görevi sırasında zorlu bir ortak olduğu ortaya çıktı. İran ve Suriye ile çok etkili bir şekilde ilişkilerini düzeltti ve Hamas ile temas kanalı kurdu. 1996 yılının başlarında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından İsrail ile yapılan ikili savunma işbirliğini uygulamada dondurdu.
Erdoğan'ın Türkiye'si şüphesiz AB ile üyeliği üzerinde müzakereler yapan aynı zamanda da 1918 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesinden sonra ilk kez Arap-Müslüman dünyasında ağır bir role sahip, Washington karşısında manevra yeteneği olan bölgesel gücü olan bir Türkiye'dir.
Bunun aksine, askeri yönetimi dolaylı ya da doğrudan kontrolü altında olacak, AB ile müzakereleri başarısızlıkla son bulacak, İran ve Suriye'ye karşı düşman olacak bir Türkiye, sadece ABD ile yakın işbirliği içinde olacak ve İsrail ile ikili işbirliğini yeniden canlandıracak.
Bütün bunların yanı sıra, başka bir konu da; sınırlar içinde ve dışında Kürt konusu; ülke içinde sert kullanma taktiği Ankara'yı er geç Kuzey Irak'ta geniş bir müdahaleyle karşı karşıya aynı zamanda da Özerk Kürt varlığını en çok destekleyen iki ülkeyle; ABD ve İsrail ile karşı karşıya getirecek.
ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikasındaki çelişkiler yeni bir şey değil. 1950'li yılların başlarında Menderes'in reformcu ekonomi politikasını desteklediler ancak darbeyle uzaklaştırılmasını engellemek için bir şeyler yapmadılar. Demirel de 1971 ve 1980 yıllarında devrildiğinde aynı şeyi yaptılar.
Bu bağlamda hem Avrupa hem ABD'nin 2002 ve 2007 yıllarındaki seçimlerde Erdoğan'a verdikleri destek bugün yok. Amerika'nın tarafsızlığı doğal olarak Kemalist düzeni cesaretlendiriyor.

APOYEVMATİNİ: "TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ"

ATİNA, 16/05(BYE)--- Tirajı günde 14.923 olan Apoyevmatini gazetesinin 16 Mayıs 2008 tarihli sayısında, K.Mih. rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Aziz (imparator) Konstantinos ve annesi Eleni'nin kutlandığı 21 Mayıs Çarşamba günün Türkiye için zor bir gün olması bekleniyor. Neden mi?
AB Parlamenterleri, Strasbourg'da, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkileri konusuna ilişkin 2007 yılı raporu bağlamında Türkiye'nin reformlara ivme kazandırmasını talep edecekler. Raporda söz konusu ülkenin Yunanistan, Kıbrıs ve Ekümenik Patrikhane ile ilişkilerinden net bir şekilde söz edilecek.
Bizans'ın kurucularının kutlandığı gün Türkiye Avrupa yolunda ilerleyebileceğini kanıtlamalı.

TO VİMA: "ANKARA YİNE PATRİKHANE VE AZINLIK OYUNU OYNUYOR"

ATİNA, 16/05(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 16 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Angelos Athanasopulos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye, Türk-Yunan ilişkilerindeki sabit tezlerinden -Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili konularda dahi- vazgeçmediğini bir kez daha göstererek AB Parlamentosuna rağmen İstanbul'daki Patrikhanenin Ekümenik özelliğini kabul etmiyor. Bu yetmezmiş gibi karşı atağa geçerek, Türk olarak değerlendirdiği Batı Trakya'daki Müslüman azınlığa "baskı" yapıldığını ifade ediyor. Böylece iki konuyu karşılıklılık esası çerçevesinde ele alıyor.
PASOK'un dışişleri konularından sorumlu Milletvekili Andreas Loverdos ve LAOS Milletvekili Kostis Ayvaliotis dün Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni'ye konuya ilişkin sorular yönelttiler.
Yukarıda ifade edilenler, Türkiye'nin AB Daimi Temsilcisi Volkan Bozkır'ın (16 Nisan 2008'de) AB Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Petering'in (24 Ekim 2007'de Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a gönderdiği) mektubuna cevaben hazırlanan mektupta yer alıyor. Petering mektubunda Türkiye'de Haziran 2007'de Ekümenik Patrikhane aleyhine alınan karara değiniyor. Kararda, Ekümenik Patrikhanenin yalnızca Rum azınlığın kilisesi olarak dini iktidara sahip olduğu kabul ediliyor ve Ekümenik özelliği reddediliyor. Avrupa Parlamentosu Başkanına göre bu karar, AİHM'nin dini özgürlüklere ilişkin maddesine aykırı.
Bozkır cevabında Türkiye'nin tezini savunarak, Patrikhaneye "Ekümenik" niteliği verilmesi için yasal bir temel bulunmadığını ve Türk Anayasası'nın ülkenin hiçbir dini topluluğunun hukuki varlığını tanımadığını ifade ediyor. Ankara aynı hukuki çerçevede Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasını da reddediyor. Ayrıca, söz konusu yasanın değiştirilmesinin çok hassas bir konu olduğunu da ekliyor.
Ancak, Türk Büyükelçinin mektubunda yer alan en önemli nokta, Batı Trakya'daki Müslüman azınlığa eğitim, siyasi, ekonomik, toplumsal ve dini düzeyde "baskı" yapıldığına ilişkin söyledikleridir. Bozkır, Yunanistan'ın azınlığın ulusal kimliğini tanımayı "reddettiğini" ifade ederek, konunun Avrupa Mahkemesine götürülmesini talep ediyor.

AEGEANTİMES: "AVRUPA KONSEYİ PARLAMENTERLER ASAMBLESİ TEMSİLCİLERİ GÖKÇEADA'DA TÜRK YÖNTEMLERİ KARŞISINDA ŞOKE OLDU"

ANKARA, 16/05(BYE)---- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi Aegeantimes'ın 16 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, Yannis M. Negris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Makedonya-Trakya Gökçeadalılar (İmvros) Birliği Başkanı Pavlos Stamatidis, geçen hafta dört gün için Gökçeada ve Bozcaada'da (Tenedos) temaslarda bulunan ve bu iki adadaki durum hakkında bir rapor sunmak için bilgi toplayan Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi (PACE) Raportörü Andreas Gross'a şöyle dedi: "Biz bu kayaları seviyoruz ve buraları yeniden evimiz yapacağız. Çünkü bu topraklar bizim baba ocağımız ve özlemini çekiyoruz."
Bu diyalog, 60'lı yıllarda Gökçeada'nın üç bin haneli en büyük köyü olan ve sakinleri Türk makamlarının "Dağıtma Programı" uygulamaya konduğu zaman iki adanın diğer Yunanlılarıyla birlikte buraları terk etmeye zorlanan Shinudi'nin yıkık ve virane evleri arasında geçti.
Bizzat Gross ve yardımcısı, Hukuki İşler ve İnsan Hakları Komitesi üyesi Alman hâkim Sirmel, sessiz kalmadılar ve harabe-anıta dönmüş köyü görünce hayretlerini gizleyemediler.

--Sadece Yaşlılar--

Geriye kalanlar sadece çetin koşullar altında yaşam mücadelesi veren 20-30 kadar yaşlı Yunanlıydı. Bundan başka, Paskalya günlerini vatanlarında geçirmek için Yunanistan ve diğer dış ülkelerden dönen ve PACE temsilcisinin ziyaretini ilgiyle izleyen 200 kadar Gökçeadalı vardı. Her biri, dedelerinin, ebeveynlerinin, kardeşlerinin ve hatta kendilerinin maruz kaldıkları olayların ve vatanlarını terk etmek zorunda bırakılmalarının ayrı birer canlı şahidiydi. Fakat, orada bulunmakla yıkılmış evlerinin taşlarını ve ecdat toprağını geri almak istediklerini ve bunun için mücadeleye devam edeceklerini fiilen göstermek istiyorlardı.
Gross ve yardımcıları, Gökçeada'nın Yunan köylerinin tamamını ziyaret etti ve her yerde, bir tarafta kaymakam başta olmak üzere Türk yönetiminin temsilcileri ve diğer tarafta da sorulara yanıt veren Gökçeadalılar vardı.
Önceden bilgi sahibi oldukları anlaşıldı ve bu yüzden, Türkler birçok konuda zor durumda kaldı ve Gökçeadalıların bize söylediğine göre, bazı hususları saklama ve saptırma çabaları boşa gitti.
Komşu Gliki'de, Gökçeadalıların inşa ettiği okulun istimlak edilerek otele dönüştürüldüğünü ve kalan Yunanlıların da parmakla sayılacak kadar azaldığını gördüler. Agii Theodori'ye giden yolun iki tarafında da tel örgü vardı.
Koskoca bir ova ve zeytin ağaçlarından oluşan en güzel ormanlardan biri, sakinlerinin adayı terk etmesi için -Çok düşük bir ücret karşılığında istimlak edilerek- gasp edilmişti. Köyün girişindeki okul burada da harabeye dönüşmüş ve yanmıştı. Agritia'da da aynı görüntüler karşımıza çıktı.

--Müezzini Dinlemek Zorunluluğu... ve Bar Olan Okul--

Köyün üstünde Bizans kalesi olan Kastro'da bir tek Yunanlı bile kalmamış ve daha önce metropolitlik merkezi olan yıkılmış ve harap edilmiş Agia Marina'yı ziyaret, Türklerin bunu atlamak istemelerine rağmen, her şeyi anlatıyordu.
Shinudi'de, PACE temsilcileri buraya varır varmaz dini özgürlüğün bir örneğini gördü. Cami olmayabilirdi, fakat megafonlar vardı. 20-30 kadar yaşlı sakini, belediyeden ve megafonlarından kısa aralıklarla kasetten müezzini dinlemek zorundaydı. Burada okul da yaz için bar olmuştu. Ovanın kaderi Agii Theodori, Gliki ve diğerlerininki gibi olmuştu. Eski açık cezaevini ziyaret de bilgilendirici oldu. Diğer bölgelerden nakledilen tutuklular, sadece halkı korkutmakla kalmadı, fakat cezaevi kapatıldıktan sonra zorunlu olarak istimlak edilen birçok arazinin sahibi oldu.

--Türk Hakimlere Dağıtmak İçin Toprağı Gasp Ettiler--

Var olan arazileriyle birlikte bütün Pirgos kıyıları, Adalet Bakanlığının kıta Türkiye'sinden hâkimlere ve adliye memurlarına yazlık yapılmak için gasp edildi. Etrafı çevrili tesislerin kapıları ilk kez Gross ve Sirmel'e refakat eden Gökçeadalılara açılıyordu.
Gökçeadalı kuruluşlar ayrıntılı bir çalışma yapmıştı ve PACE'ye sundukları belgeler de özellikle önemliydi. Bu, Gross'un geçen yıl Gökçeada ve Bozcaada hakkında sunduğu ve yayımlanan ara rapordan da anlaşılıyordu. Yerinde karşılaşılan manzara ve doğrulanan bilgiler anlaşılan diğer bir husus da, Türklerin Gökçeada'da olduğu kadar Bozcada'da geçen yıllar zarfından yaptıklarının inanılmaz ve yalanlanamayan gerçeğiydi.
1964 yılından önce mal sahibi olan Yunanlıların mülkiyet haklarının tanınması, veraset haklarının tanınması, istimlak edilen ve fakat hiçbir zaman istimlak amacı doğrultusunda kullanılmayan arazilerin ilk sahiplerine iadesi, azınlık haklarının sağlanması vs bugün Gökçeadalıların en büyük isteklerini oluşturmaktadır.

--Ankara İçin Tokat Niteliğindeki Rapor--

Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi temsilcisinin ziyareti, Gökçeadalı kuruluşlar ve Yunan tarafının, Gökçeada ve Bozcaada konusunu uluslararası kurumlara taşıma yönünde genel çabaları çerçevesindedir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi raportörünün ziyareti, 2005 yılında 21 milletvekilinin teklifinden sonra Gökçeada ve Bozcaada hakkında tasarının kabul edilmesiyle başlayan uzun bir prosedürün son aşamasını oluşturmaktadır. Gross, hâlihazırda bir ara raporu sunmuş olup Gökçeada ve Bozcaada'da yerinde yaptığı bu araştırmayla görevini tamamlamaktadır.
İsviçre Milletvekili ve Hukuki İşler ve İnsan Hakları Komitesi üyesinin nihai raporu temelinde, sonuç olarak PACE'nin alacağı karar da belli olacak.

KOSMOS TU EPENDİTİ: "ANKARA GÜLÜMSEYEN ATİNA'YA ATEŞ EDİYOR"

ATİNA, 20/05(BYE)--- Tirajı haftada 96 bin olan Kosmos tu Ependiti gazetesinin 17-18 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Konstantinos I. Angelopulos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Başbakan Karamanlis'in kaygılanması için birçok neden var. Ankara son 10 yılda, Türk Dışişleri Bakanlığının internet sayfasında son zamanlarda yer alan bu kadar "katı" tezler ve "saldırgan" metinlere yer vermemişti.
Bu arada Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Yunan tarafına her fırsatta, Ankara'da Türk-Yunan konularına yönelik "ortamla" ilgili bilgi veriyor. Türkiye'nin Avrupa yolunda ilerlemesiyle Türk-Yunan ilişkilerinin düzeleceğine inanan ve bu bağlamda Türkiye'nin AB üyeliğini büyük bir hararetle destekleyen Atina'nın uyguladığı politikanın (hem YDP, hem PASOK'un) iflas ettiği bir kez daha en net şekilde belli oldu.
Türk tarafının tutumunu sertleştirmesinde anlaşılmaz bir taraf yok. Komşumuz ülkenin silahlı kuvvetler yönetimi ve Dışişleri Bakanlığının sert çekirdeği, ulusal güvenlik politikalarını tamamen kontrol altında tutuyor. Erdoğan'ın da bunu kabul etmekten başka yapacağı bir şey yok. Zaten derin devletle başka alanlarda mücadele ediyor, üstelik Türkiye'nin AB üyeliği de "yürümüyor", Paris ve Berlin "özel ilişkiyi" tercih ediyor. Fakat "Molivyatis çizgisinden" vazgeçen, iyimserlikle Türk-Yunan ilişkilerini düzeltmek için yola çıkan ve Ege ve Trakya konusunda diyalog açılımları yapan Atina şimdi zor durumda, çünkü bir Türk uzlaşmazlık ağının içine düştü, Karamanlis ile Erdoğan arasındaki çok olumlu ilişki de bu arada yok oldu.

--Gri Bölgeler--

Ankara, Ege'de önce toprak konusunda düzenlemelerin yapılmasını -küçük adaların ve kayalıkların egemenliği-, bu bağlamda da deniz sınırlarının yeniden çizilmesini, ardından da kara suları ve kıta sahanlığı konularını görüşmek istiyor. Başka bir ifadeyle en üstte "gri bölgeler" var. Tabii Ege'de hava ihlallerinin yoğunlaşması da var. Ve de en kötüsü, Ankara Batı Trakya konusunda uluslararası boyutta bir politika sürdürüyor, yeni enerji boru hatlarıyla bağlantılı ve askeri kontrol altında olan bir bölgede "Türk Müslümanların" çeşitli baskılar altında olduklarını öne sürüyor. Ankara, Yunanistan'ı "etnik homojenliğini" korumak amacıyla baskı altında tuttuğu birçok azınlıklarla sorunu olan bir ülke olarak gösteriyor. Özellikle bu konunun Yunanistan açısından büyük önemi var, çünkü söz konusu Türk politikası Trakya'da yeni bir durumun oluşturulmasına yol açarsa (bu amaçla zaten çok büyük ödenekler de harcanıyor) ve bu durum uluslararası sahnede iyice yerleşirse, Yunanistan Balkan boyutları olan büyük bir sorunla karşı karşıya gelecek.
Bu ortamda Atina Ankara ile ne görüşebilir, Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesinden söz ederken acaba ne demek istiyor? Aynı zamanda, "ivme kazanan" Ege ile ilgili istikşafi görüşmelerden -39. tur- Türk tarafı acaba neden memnuniyet duyuyor? Türkiye'nin son zamanlarda Yunanistan'a karşı vitesi artırdığı, Yunan tarafının dikkatinden kaçmıyor. Anlaşılan, Atina'nın Balkanlar'da açık bir cephesi olmasından yararlanmak istiyor. Çünkü Atina, Üsküp konusu açıkken Ankara ile bir "gerginlik" yaşamak, yeni bir cephe açmak elbette istemez. Türkiye'nin Batı Trakya'da bugün "sorun" yarattığı, bu sıralarda Kosova nedeniyle Balkanlar'da ortamın "tesadüfen" muğlak olduğu, ABD'nin ise boru hatlarına dair bazı şeyleri "bozmak istediği" Başbakan tarafından elbette dikkate alınıyor.

--Yeniden Tez Belirtme--

Komşumuz ülkenin hem ikili konularda, hem Kıbrıs konusunda aşırı "saldırgan" politikası nedeniyle siyasi yönetimin kararsız kaldığı, diplomatik kulislerin dikkatinden kaçmıyor. 1997 yılında Madrid'te Simitis-Demirel anlaşmasıyla başlayan ve 2008 yılında uzlaşmaz bir Türk politikasına dönen bu politikaya karşı Yunan tarafının yeniden bir tez belirlemesi kaçınılmazdır.
Türk politikası Yunanistan'dan şunları istiyor:
a) Türkiye'nin gerekirse silah tehdidiyle, Ege'deki bütün taleplerini kabul etmesini.
b) Batı Trakya'daki Türk nüfusun haklarını ve sosyal hayatını güvence altına almak için özel bir yönetim statüsünün gerekli olduğu fikrine alışmaya başlamasını.

Hükümet yetkilileri ve diplomatlar Atina'nın bugün Türk-Yunan konularında yeni bir politikaya ihtiyacı olduğunu, ikili sorunların yeniden incelenmesi ve Türkiye'nin AB üyeliği konusu bir yana, Türkiye'yi "yatıştırma" politikasının yeniden gözden geçirilmesinin gerekli olduğunu vurguluyorlar. Atina'nın Türkiye'ye gülümsemeli açılımlar politikası artık sadece zarar veriyor. Özelikle de, diplomatik çevrelere göre, Türkiye'nin Batı Trakya'daki uzun vadeli hedeflerine bir cevap verilmesi gerekiyor.

AVGİ: "YENİ MAKEDONYA ADINI ŞİMDİ GÖRÜŞMÜYORUZ"

ATİNA, 20/05(BYE)--- Tirajı pazar günleri 5.417 olan Avgi gazetesinin 18 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Hristina Pulidu'nun Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni çok dikkatli cevaplar vererek, sürtüşme yaratmaktan kaçınarak bazı dış politika konularında partiler arası uzlaşının sağlanmış olduğunu dile getirdi. Gazetemizin sorularını cevaplandıran Dışişleri Bakanı Bakoyanni, AB'nin AB-Türkiye yoluna ilişkin seçeneklerinin yeniden gözden geçirme olasılığı olduğunu ifade etti ve Ankara'daki iç gelişmelerden dolayı "çok kaygılı" olduğunu açıkladı. FYROM'un isim konusuna gelince "şu anda 'Yeni Makedonya'" adının tartışılmadığının altını çiziyor ve Üsküplülerin etnik kimlik konusunun "müzakere çerçevesi dışında olduğunu" vurguluyor.

PULİDU: Karamanlis, Başbakanlığının ilk dört yılında Yunan dış politikasında bir plan olduğunu hatırlamıyorum. Dışişleri Bakanlığındaki göreviniz sırasında da Kıbrıs konusunda Lefkoşa'yı izlediğimizi, Türk-Yunan ilişkilerinde bir durgunluk olduğunu, FYROM'un yönündeki çözüm planının başarısız olduğunu görüyoruz. Bu eleştirilere ne diyorsunuz?

BAKOYANNİ: Dediğiniz gibi herhangi bir konu yok diyorum! Her şeyden önce herhangi bir konuda durgunluk yok. İkincisi, Türk-Yunan ilişkilerinde aldığımız sonuçları sıfırlamayın; imzalanan Güven Artırıcı Önlemlerle, Başbakanların ziyaretleriyle, Genelkurmay Başkanlarının görüşmeleriyle, doğal afet durumlarında ortak kurtarma tatbikatlarıyla birtakım şeyler ilerletildi. Dış politika elbette tek taraflı değil ve ilk hedefimiz uluslararası hukuk temelinde ulusal çıkarımızın korunmasıdır. Bir maraton koşturuyoruz, yüz metrelik bir mesafe değil. Üçüncüsü, geniş bir strateji temelinde ilerliyoruz ve bunda da siyasi partilerin büyük çoğunluğunun uzlaşısını sağlamış durumdayız. Örneğin, AB içindeki gelişmelerde hedefimiz Birliğin sert çekirdeğinde işlevsel olmaktır. Yeni Avrupa'nın yapılanmasına yönelik müzakerelere faal bir şekilde katılmak, ayrıca Lizbon Anlaşmasının uygulanmasıyla uğraşan karar merkezlerine katılmak istiyoruz. Tabii onaylanması durumunda. Çünkü oluşacak yeni kurumlar, örneğin AB Başkanı ya da AB Dışişleri Bakanı görevleri, işlevselliklerinin etkili olacağı ve şeffaflıkları güvence altına alınmazsa "lüks" görevlere dönüşebilir. AB, vatandaşlarının bir bölümünde kaybetmiş olduğu güvenirliğin bir parçasını tekrar kazanmak istiyorsa bu konuda hata yapmamalı.

--AB'nin Türkiye Yönündeki Tutumunu Değiştirmesi Olasıdır--

PULİDU: Gelelim Türkiye'ye...

BAKOYANNİ: Biz, reformları yapması ve çağdaş, demokratik bir Avrupa ülkesi olması durumunda, Avrupa olarak anlaştığımız çerçeveye uyum sağlamalı ve Türkiye'ye AB üyesi olma yeteneğini vermeliyiz diyoruz.

PULİDU: Ancak bu strateji, Avrupa'nın birleşmesi ve Türk-Yunan sorunlarının çözümlenmesi yönünde sürdürülen bir plan varken belirlenmişti. Bugün bunların ikisi de ertelendi, belki de iptal edildi. Acaba Türkiye'nin Avrupa yolunda ilerlemesi konusunu yeniden gözden geçirmek mi gerekir?

BAKOYANNİ: İrademiz nettir: Türkiye'nin Avrupa için güçlü bir teşviki olmalı. Elbette boşlukta hareket etmiyoruz. Uluslararası çevrenin Avrupa'nın stratejisini yeniden gözden geçirmesine neden olması olanağını reddedemem. Ancak bu, biz yokken olamaz.

PULİDU: Biz orada olabiliriz, ancak bu gelişme uzakta olursa?

BAKOYANNİ: Olamaz. Bütün işlemlerde oradayız. Üstelik oybirliğiyle alınmış olan kararlar ancak oybirliğiyle değişebilir. Biliyorsunuz, 15-20 yıl önce, (Berlin duvarının yıkılmasını sınır olarak koyuyorum) dış politika değişmiyordu. Kariyerlerinin başından büyükelçi olana kadar, hatta emekli olana kadar hep aynı tezleri öne süren diplomatlar vardı. Günümüzde dünya hızla değişiyor ve bu değişen koşullarda anahtar sözcükler uyum sağlama, hız ve katılım sözcükleridir.

PULİDU: Örneğin Türkiye'deki olağanüstü gelişmelere nasıl uyum sağlarız?

BAKOYANNİ: Konuyu baştan alalım. Planımız var, reflekslerimiz var; katı görüşlerimiz ve fobilerimiz yok. Türkiye'deki gelişmelerin politikayı kapsamlı bir şekilde etkilemesi ve ülke içinde demokratik sistemin işlevselliği hakkında sorulara yol açması doğaldır. AB'de yoğun bir kaygıya neden oluyorlar. Bu gelişmeleri büyük bir kaygıyla izlediğimizi gizlemeyeceğim.

PULİDU: Yazın Ege'de "moratoryum" uygulanacak mı?

BAKOYANNİ: Elbette; haziran ayından eylül ayına kadar. Sayın Gül ile öyle anlaşmıştık.

 

HIRVATİSTAN BASINI

HRT: "AKDENİZ BİRLİĞİ"

ANKARA, 21/05(BYE)--- Hırvatistan'ın HRT televizyon kanalının, 21 Mayıs 2008 tarihli yayınında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonu, Strasbourg'da temmuz ayının ortalarında kurmayı planladığı, aralarında Hırvatistan'ın da bulunduğu 44 ülkeden oluşacak olan Akdeniz Birliği ile ilgili bilgiler verdi.
Avrupa Komisyonunun dış işlerinden sorumlu üyesi Benita Ferrero-Waldner, Avrupa Parlamentosu temsilcilerine, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin düşündüğünden tamamen farklı bir teklif sundu. Yeni projede 44 ülke yer alıyor. Bu ülkeler; 27 AB ülkesi, Barcelona sürecini takip eden 13 ülke -Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Ürdün, Filistin bölgesi, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye ve Arnavutluk-, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ ve Monako olacak.
Ferrero Waldner, yeni birliğin AB ile Akdeniz arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine katkıda bulunmasının beklendiğini ifade ederek, birliğin başlıca hedefinin; barış, istikrar ve serbest ticaret bölgelerinin kurulması, ayrıca halkların birbirine yakınlaştırılması olması gerektiğini açıkladı. Ferrero Waldner, güneye ne kadar çok yardımda bulunulursa, insanların batıya göçme ihtiyaçlarının da o kadar azalacağını vurguladı.
Sarkozy'nin fikrine göre bu projeye sadece Akdeniz'e açılan AB ülkelerinin katılması gerekiyordu. Çoğu AB ülkesi buna karşı çıktı.
Komisyon, yeni deniz hatlarının kurulması, liman kapasitelerinin artırılması, dört Arap ülkesi olan Moritanya, Fas, Tunus ve Cezayir'in kara yollarıyla birbirine bağlanması, atık suların idaresi ve güneş enerjisinin kullanılması imkanlarının araştırılmasını içeren ilk dört projeyi açıkladı.

 

ABD BASINI

AP: "AB: TÜRKİYE'NİN ÜYELİK MÜZAKERELERİNDE HAZİRAN'DA İKİ BAŞLIK DAHA AÇILMASI MUHTEMEL"

STRASBOURG, 21/05(AP)(BYE)--- Jan Sliva bildiriyor:

AB'den bugün yapılan açıklamada, üyelik görüşmeleri kapsamında Türkiye ile Fikrî Mülkiyet Hakları ve Şirketler Hukuku başlıklarının yakın bir tarihte müzakereye açılacağı bildirildi.
Slovenya'nın Avrupa işlerinden sorumlu yetkilisi Janez Lenarcic, Avrupa Parlamentosunda yaptığı konuşmada, müzakerelerin, Slovenya'nın -haziran sonunda başlayacak- Dönem Başkanlığı sırasında başlayabileceğini söyledi.
Türkiye'nin AB'ye üye olmak için 35 başlığın hepsinde AB kurallarını ve düzenlemelerini yasalaştırması gerekiyor. Bu başlıkların altı tanesi hâlihazırda açılmış durumda, ancak sekiz başlık Ankara'nın AB üyesi Kıbrıs ile ticareti reddetmesi nedeniyle dondurulmuştu.
Söz konusu başlıklar Türkiye, hava ve deniz limanlarını Kıbrıs'ın kullanmasına izin verene değin açılmayacak. Lenarcic, Türkiye'nin Gümrük Birliği Anlaşmasını Kıbrıs'ı kapsayacak şekilde genişletme yükümlülüğü konusunda herhangi bir ilerleme olmadığını söyledi.
Türkiye'nin İlerleme Raporunda AB parlamentosu Türkiye'de reformların hızlandırılması çağrısında bulunuyor ve ayrıca ülkenin iktidardaki İslami kökenli partisinin kapatılmasına dönük yasal süreç hakkındaki endişelerini yineliyor.
Raporda ayrıca, Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesindeki -uzun süredir beklenen- değişikliğin, ifade özgürlüğünün sağlanması yönünde daha köklü değişiklikler için bir ilk adım olduğu ifade ediliyor.
Bugün kabul edilen İlerleme Raporunun taslağını hazırlayan Hollandalı parlamenter Ria Oomen-Ruijten "Daha fazla reform gerekli" şeklinde konuştu.
Öte yandan AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn ise Türkiye'ye Kıbrıs'taki "çıkmazın aşılması" ve adanın yeniden birleşmesine doğru yol alınması konusunda yardımcı olması çağrısında bulundu.
Rehn, "Avrupa Komisyonu adadaki her iki toplumu da sonuna kadar destekliyor" dedi.

 

AZERBAYCAN BASINI

HALK CEPHESİ: "FRANSA'DAN TÜRKİYE'YE KARŞI BİR ADALETSİZLİK DAHA"

BAKÜ, 16/05(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 16 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Göktürk imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in Türkiye'yi ziyareti arifesinde Ankara, AB üyeliği sürecinde bir adaletsizlikle daha karşılaştı. Uzun süredir suskunluğunu koruyan Fransa, AB'ye aday ülkeler ve AB Maliye ve Ekonomi Bakanları arasındaki toplantıda Türkiye'nin aleyhinde konuştu.
Dönem Başkanı Slovenya'nın inisiyatifiyle formatı değişen bildiride, "Türkiye'nin AB'ye katılım perspektifi", "katılım öncesi yardım" ve "katılım ortaklığı" gibi ifadeler yer aldı.
Fakat Aralık 2007'deki gibi Fransa yine, Türkiye'nin üyeliğini çağrıştıran "katılım" sözcüğünü bildiriden çıkarttırdı. Paris, böyle bir adım atarak, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu bir kez daha sergilemiş oldu. Tüm çabalara rağmen Fransa, tavrından vazgeçmedi. Sonuç olarak AB Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER), Fransızların istediği gibi bildiriyi kabul etti.
Temmuz'da AB Dönem Başkanlığı koltuğuna oturacak olan Fransa'nın bu adımı, Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda yine sorun çıkaracak gibi görünüyor. Geçen yıl Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin AB'ye değil, Akdeniz Birliği'ne katılması teklifinde bulunmuştu.
COREPER Toplantısına katılan Türkiye Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, Ankara'nın söz konusu bildiriyi kabul etmediğini bildirerek, "Bizi hayal kırıklığına uğratan unsur, bu tür teknik nitelikli toplantılarda bile 'katılım' ifadesine gösterilen tahammülsüzlüktür. Türkiye, tam üyelik dışında başka seçenekleri değerlendirmeyecektir" dedi.
Söz konusu bildiriye, diğer aday ülkeler olan Hırvatistan ve Makedonya'dan itiraz gelmediğini belirtmekte yarar var. İlgili belge, Türkiye'nin tepkisi üzerine, "Ortak Sonuç Bildirisi" yerine "Dönem Başkanlığı Belgesi" formatında yayımlandı.
Türkiye'ye AB üyeliği yerine alternatif bir versiyon teklif eden Paris'e, Londra'dan cevap geldi. İngiltere Kraliçesi ile birlikte Ankara'ya gelen Dışişleri Bakanı David Miliband, Türk meslektaşı Ali Babacan ile görüştü. Görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Miliband, şunları söyledi: "Biz, Türkiye'nin AB içerisinde attığı adımları destekleyen bir taraf değil, aynı zamanda müttefik olmak istiyoruz. Paris'in gündeme getirdiği Akdeniz projesi önemli. Fakat şunu özellikle belirtmem gerekiyor. Akdeniz Birliği, AB'nin Türkiye'yi de kapsayacak genişlemesi sürecine kesinlikle alternatif değil. İngiltere, Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda tam desteğini sürdürecek."

 

İRAN BASINI

ABRAR: "TÜRKİYE'NİN, AVRUPA BİRLİĞİ'NE GİRME YOLUNDAKİ ÇABASI"

TAHRAN, 19/05(BYE)--- Muhafazakar eğilimli Abrar gazetesinin 19 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan İran Diplomasisi internet sitesi kaynaklı yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Ankara'da AB Büyükelçilerini kabulünde, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda kesin bir tarih belirlemelerini istedi. Avrupa ülkeleri Büyükelçilerine ev sahipliği yapan Babacan, Türkiye'nin asıl amacının Birliğe tam üyelik olduğunu tekrar vurgulayarak, Avrupa'dan engel oluşturmanın yerine teşvik yoluna başvurmasını beklediklerini ifade etti.
Bir Dışişleri Bakanı olarak Türkiye'nin AB'deki dosyasını da takip ediyor. Türkiye dış politika alanında geçmiş dönemlere göre daha yeni adımlar atmaya çalışıyor.
Avrupa'da muhafazakar simaların iktidara geçmesiyle Türkiye'nin AB üyeliği konusunun geçmişe göre daha çok sorunla karşı karşıya gelmesine rağmen, Türkiye, Birliğe tam üyelik talebinden vazgeçmiş değil.
Türkiye'nin jeopolitik konumuyla ilgili olarak AB'de iki farklı yaklaşım bulunuyor. İlk yaklaşım olumlu bir yaklaşımdır. Böyle bir yaklaşıma sahip olan kişiler, Avrupa'nın günümüz dünyasında daha çok ve daha belirgin bir rol üstlenmeyi ve ABD ile rekabet edebilmeyi istediğini göz önünde bulundurarak, Birliğin, dünyanın en hassas ve en önemli bölgelerinden olan Orta Doğu'ya komşu olmasının bu hedefe ulaşabilmesine yardımcı olabileceğine inanıyorlar.
İkinci yaklaşım ise, AB'nin Orta Doğu'ya komşu olmasına karşıdır. Türkiye, İran, Suriye ve Irak'a komşudur ve Avrupa söz konusu ülkelere komşu olarak sorunlarının mirasçısı olmayı istemiyor.
Türkiye, 3 Ekim 2005 tarihinde Hırvatistan ile birlikte AB müzakerelerinin başlatılması konusunda mutabakata vardı. Türkiye ekonomisi ve bu ülkenin bütçesiyle ilgili meseleleri göz önünde bulunduran AB, aynı tarihte, Türkiye'nin üyeliğinin 2015 yılına kadar sürebileceğini ve Hırvatistan'ın 2009 yılında AB üyesi olabileceğini belirtti.
Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin çıkmaza girmesinde teknik sorunlardan çok siyasi sorunların rol oynadığı görülüyor. Türkiye'nin AB üyeliğine tamamen karşı çıkan Fransa ve Avusturya, bu ülkeye alternatif öneriler sundular. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'ye, AB üyeliğine alternatif olarak Akdeniz Birliği önerisini sundu. Bu öneriye göre Akdeniz'e kıyıdaş ülkeler birbirleriyle ve AB ile işbirliğinde bulunarak yeni faaliyetler başlatabilecekler. AB, ayrıca Türkiye'nin gözlemci sıfatıyla Birliğe üye olmasını önerdi. Ancak, bu öneriye karşı çıkan Türkiye, müzakerelerin sadece Türkiye'nin tam üyeliğiyle sonuçlanması durumunda görüşmelere devam edeceğini bildirdi.
Türkiye'nin Birliğe tam üyeliği konusunda başlatılan müzakereler sekiz bölümden oluşuyor ve bunlardan biri Türk sınırlarının Kıbrıs Rum yerleşim bölgesine karşı kapalı olmasıyla ilgilidir. Ermenilerin Osmanlı Türkleri tarafından katledilmesi konusu da dosyanın başka bir bölümünü oluşturuyor. Türkiye'nin AB üyeliği yolunda birçok siyasi sorun bulunuyor ve bu sorunlar ara sıra artıyor. Ancak, buna rağmen, bazıları, Türkiye'nin AB üyeliğinin kabul edilmemesinin asıl sebebinin ekonomik meseleler olduğuna inanıyor. Türkiye son yıllarda birkaç yıllık bir plan çerçevesinde enflasyonu düşürmeyi ve ekonomik durumunu nispeten düzeltmeyi başardı. Ancak, Türk ekonomisi henüz istikrara ulaşmış ve AB standartlarına uyum sağlamış değil. Elbette ki AB de, Türkiye'nin üyeliği konusunda bu ülkeyle yeterince işbirliği yapmıyor. O kadar ki, AB'nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn geçen ay Türkiye'nin AB üyeliği için 10-15 yıl daha beklemesi gerektiğini söyledi.
Bu şartlarda, Türkiye'nin AB üyeliği en iyi ihtimalle 2018 yılına kadar ertelenecek. Robert Schuman fikrinin babası Robert Schuman birleşik Avrupa önerisini 1985 yılında sundu. Bugün Avrupa Birliği şeklinde ortaya çıkan şey, Schuman'ın, Avrupa'da dostane ve barış amaçlı ilişkiler temeli üzerine kurulan görüşlerinin bir sonucudur.
Bugün, Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili olarak gündeme gelen başka bir konu, Türkiye'de yaşanan iç çekişmelerdir. AB Komisyonu Başkanı Barroso, Türkiye'nin, AB üyesi olabilmek için laik bir demokrasiye ulaşması gerektiğini söyledi.
Türkiye, AKP iktidarının ikinci döneminde ilk beş yılda olduğu kadar gelişme sağlayamadı. Türkiye bugün, daha ciddi ve daha yeni sorunlarla karşı karşıyadır. Türkiye bugün, AB üyeliği konusunda geçmişe göre daha az umutludur. Türk ekonomisi ilerleme kaydetse bile, Türkiye'nin bu günlerdeki siyasi durumu Avrupa'nın beklediği reform sürecinin uygulanmasına izin vermeyecek.

İRAN: "ADALET VE KALKINMA PARTİSİNİ KAPATILMA TEHLİKESİ BEKLİYOR"

TAHRAN, 20/05(BYE)--- Tirajı günde 300 bin olan muhafazakar eğilimli İran gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Neda Bahari imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Yüksek mahkemenin yakın bir gelecekte Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılmasına karar vereceğini tahmin eden parti liderleri yeni bir siyasi parti kurma çabasındalar. Eğer AKP kapatılırsa, Recep Tayyip Erdoğan, bazı diğer parti liderleriyle birlikte siyasi faaliyet yasağı alacak ve sadece gelecek yıl genel seçimlere bağımsız aday olarak katılabilecek.
AKP'nin kapatılması hikayesi geçen mart ayının başlarında başladı. Yani laik savcının, AKP'nin faaliyetinin yasaklanması istemiyle bir iddianame sunduğu andan itibaren. Sunulan iddianamede, başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere 71 parti üyesinin siyasi görevlerde bulunmasının yasaklanması isteniyor.
İddianamenin sunulmasının üzerinden birkaç hafta geçiyor ve bu süre içerisinde AKP söz konusu krizi barışçı bir şekilde çözmek için büyük bir çaba sarfetti. Ancak, bazı gözlemciler, AKP liderlerinin, laiklerin düşmanca kararını değiştirmek için hiçbir şansının bulunmadığı ve sadece yeni bir parti kurarak AKP'nin hayatını sürdürebileceği kanaatine vardıklarına inanıyorlar.
Erdoğan hükümetinin adının açıklanmasını istemeyen bir bakanı, kabine üyelerinin, laik liderlerin davranışlarını değiştirmeleri konusunda ümitsizliğe kapıldıklarını söyledi. Kabinenin başka bir üyesi de, son iki genel seçimde yenilgiye uğrayan laiklerin bunun intikamını almak amacıyla geçen yıl Parlamentonun oyuyla Cumhurbaşkanlığına seçilen Abdullah Gül'ü bile siyasi faaliyetten uzaklaştırmaya çalıştıklarını ifade etti. O kadar ki, İslamcı akımın önde gelen kişileri beş yıla kadar hiçbir partiye katılamasınlar.
AKP üyelerine göre, laikler aldıkları kararla partinin konumunu tehdit etmekten çok Türk halkını geleceği konusunda kaygıya düşürmüşlerdir. Onlara göre, nasıl olur da ülkenin kaderi dosyaya bakacak 11 hakimin eline verilir? Elimizden gelen tek şey nasıl bir karar alacaklarını tahmin etmektir ve muhtemelen bu karar fazlasıyla ümitsizlik veren bir atmosfer yaratacak.

--AB ve Türkiye Krizi--

Türkiye'nin katılmak istediği AB, laiklerin davranışı ve onların İslamcılar aleyhinde hazırladıkları suç dosyasına eleştirel bir biçimde yaklaşıyor. AB liderleri, bu gibi suçlamaların mahkeme yerine Parlamentoda ele alınması gerektiğine inanıyorlar.
AKP'nin muhtemelen kapatılacağı haberinin yankılarından biri Türkiye'nin dış ticaretinin karışması ve enflasyonun artması oldu. Zira şimdiden, AKP'nin kapatılması durumunda Türkiye'nin istikrarsızlığa sürüklenmesi ve ardından ekonomik ve siyasal reformlar çarkının durması tahmin ediliyor.
AKP, şu ana kadar yöneltilen tüm suçlamaları reddetmeye çalışmıştır. AKP'nin suçu, laik Cumhuriyetin ilkelerini ihlal etmektir. Hakimler bu gerekçeyle, bugüne kadar İslamcılar ile 2001 yılında aynı kaderi paylaşan Kürtlere ait 20'yi aşkın partiyi kapattılar.
AKP ve liderlerinin karşısında birçok seçenek bulunuyor. Eğer Erdoğan ve parti mensuplarının büyük bir bölümünün siyasi faaliyeti yasaklanırsa, yeni bir genel seçim düzenlenecek. Söz konusu seçimlere Erdoğan ve diğer parti mensupları bağımsız bir şekilde katılabilecekler veya yeni bir parti kurabilecekler. Türkiye'de büyük çapta sevilen Erdoğan liderliğindeki partinin bayrağı altında toplanan İslamcılar, genel seçimleri kazandıktan sonra tekrar Erdoğan'ı Başbakanlığa taşıyabilecekler. Erdoğan, siyasi lider konumunda perde arkasında adamlarının faaliyetini de yönetebilir.

--Türban Yasağının Kaldırılmasının Rolü--

İslamcı kanat liderlerine göre, laikler, yeni projelerinde iki hedefe kilitlenmişlerdir. Birincisi, İslamcı akımın liderlerini zayıf düşürmek. İkincisi ise, partinin en önemli kararı olan türban yasağının kaldırılması kararını ortadan kaldırmak. Bu yüzden partinin bir üyesi, "Eğer, yeni parti liderliğinin Erdoğan'ın elinde olmasına izin verilmezse, partinin geleceği tehlikeye düşecek. Zira, Erdoğan kadar güçlü ve yetenekli olan başka biri yok" dedi.
Anayasa Mahkemesinde açılan dava, laiklerin, AKP ve liderlerinin peyderpey zafer kazanmaları ve anahtar görevleri elde etmelerini durdurmak için son şansıdır. AKP'nin türban yasağının kaldırılmasına dair son kararı, söz konusu yasağın kaldırılmasının İslami politikanın iktidarı anlamına geldiğine inanan laikler için çalınan önemli bir tehlike çanıydı. Oysa ki Türk halkının çoğunluğu, Erdoğan'ın İslami politikalarını onaylamaktadır. Laiklerin anlamakta aciz kaldığı gerçek, Türkiye'nin değiştiği gerçeğidir. Mustafa Kemal Paşa'nın (Atatürk) 1923 yılında laik ülke olarak adlandırdığı ve sürekli ordu, yüksek mahkeme ve üniversite yetkililerinin egemenliğinde bulunan Türkiye artık yeni bir yol seçmiştir.

 

LÜBNAN BASINI

EL AKHBAR: "AKP SONRASI DÖNEM BAŞLADI"

BEYRUT, 20/05(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan el Akhbar gazetesinin 20 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yer alan haberin çevirisi şöyledir:

--AKP'li Bakan ve Milletvekillerine göre, Anayasa Mahkemesinin Partiyi Kapatmak ve Bazı Liderlerine Siyaset Yasağı Getirmek amacıyla Alacağı Karar İçin Geri Sayım Başladı.
Buna Paralel Olarak Recep Tayyip Erdoğan'ın Uzaktan Yöneteceği, Eski ve Yeni Liderlerle Yeni Bir Parti Kurulması Çalışmaları da Başlamış Durumda-

Türkiye, ciddi bir şekilde AKP sonrası döneme girmiştir. Recep Tayyip Erdoğan'a yakın kaynakların hepsi ümitsiz. Parti içerisinde, Abdurrahman Yalçınkaya'nın açtığı dava dolayısıyla AKP'nin kapatılacağı ve bazı şahsiyetlerin siyasetten uzaklaştırılacağı düşüncesi hakim. İhtimaller çok. Herşey Mahkemenin kararına bağlı. Bu Mahkemenin kararı, Başbakan Erdoğan Hükümetindeki kaynaklara göre, tahminlerden daha kısa bir süre içinde verilecektir. Erdoğan'ın yapacağı şey artık bellidir: Yalçınkaya'nın açtığı söz konusu davayı etkilememesi için Anayasada herhangi bir değişiklik yapmayacak. Bunun yerine kendisini ve Partisini meşru bir şekilde savunma kararı aldı.
AKP'de yöneticiler, partinin kapatılma ve bazı parti yöneticilerinin siyasetten uzaklaştırılması kararının alınacağını bildiklerinden, bu karardan sonraki dönem için hazırlıklara başladılar. Senaryolar şimdiden hazır. Kapatma kararı çıkarsa, yeni partide yönetici olacak çok isim var, bunların kimler olduğu yakın bir zamanda belli olacak. Ilımlı İslamcıların evini yeniden tanzim çalışmaları yürütülüyor. Gelecek siyasi dönemde bazı isimler silinecek, bir takım yeni isimler sahneye çıkacaktır. Anayasa Mahkemesi AKP'nin kapatılması yönünde karar vermese bile, Erdoğan Hükümetinde geniş çaplı bir değişiklik yapılacağı muhakkaktır. Bu, bizzat Erdoğan'ın hazırladığı taktik ve diplomatik planın bir safhasıdır. Bu planda, muhalefet ile bir ateş kes yapma hedefi vardır. Bu hedefe ulaşmak için Erdoğan, en önemli yardımcılarından vazgeçecek, onların yerine "yeni nesilden" birilerini getirecek. AKP kapatılırsa aynı grup yine iktidarda kalacak; belki yeni bir parti adı ve amblemi altında, ama Erdoğan, geri planda da olsa lider olarak kalacaktır. Partinin kapatılmasından sonra ilk safha başlayacak, ki bu da yeni bir partinin kurulmasıdır. Mahkemenin kararından dört ay sonra, erken genel seçimlere gidilecektir. Erdoğan ve Gül'ün çalışma grubunun bu seçimlerden her halükarda bir önceki seçimlere göre daha kuvvetli çıkacağı tahmin ediliyor. Bu parti AKP'nin halefi olacaktır.
Erdoğan, siyasetten uzaklaştırılmış olacağından güvendiği kişilerin hükümette yer almasını sağlayacaktır. Çünkü bunlar hükümette kendisini temsil edeceklerdir. Türkiye'nin yeni tarihinde Erdoğan, geri planda hükümeti yöneten ilk kişi olmayacaktır. Örnek olarak 1980 askeri darbesinden sonra Hüsamettin Cindoruk, Süleyman Demirel'in yerine vekaleten Doğru Yol Partisi Genel Başkanı olmuştu. Ayrıca Rahşan Ecevit'in, kocası Bülent Ecevit'in yerine Demokratik Sol Parti Genel Başkanı olduğunu da herkes biliyor. Anayasa Mahkemesi Bülent Ecevit'i de siyasetten uzaklaştırmıştı. Başbakan Erdoğan da 2002 yılında yapılan genel seçimlerde siyaset yasağı altındaydı. Bu yasağın kaldırılmasını, Abdullah Gül'ün Hükümetin başına geçmesini bekledi. Ondan sonra partiden bir milletvekili de istifa edince yapılan ara seçimlerde milletvekili adayı oldu.
Bugün bir çok isim bulunmasına rağmen Erdoğan'ın halefinin kim olacağı henüz bilinmiyor. Daha önemli olan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün siyasetten uzaklaştırılması durumunda halefinin kim olacağı meselesidir ki bu konuda hiçbir yorum yapılmıyor. Anayasa Mahkemesinin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü siyasetten uzaklaştıracağı tam belli olmadığından cumhurbaşkanlığına yeni adayın kimler olduğu bilinemiyor. Çünkü bir cumhurbaşkanının görevinden uzaklaştırılması için vatana ihanetle suçlanması gerekiyor.
Bu konuda Türkiye'nin Avrupa adaylığı meselesi çok zarar görecek. Laik muhalefet, milliyetçiler ve ordunun aksine Ankara'daki yetkililer, Avrupa Birliği'ne girmeyi heyecanla bekliyorlar. 2002'den beri iki Erdoğan hükümeti de Türkiye'de Anayasal ve yasal değişiklikler yapmakta en hızlı iki hükümetti. Bu hususta en önemli reformlar ekonomide yapılanlar oldu. Ordunun faaliyetlerini sınırlandırmak ve gayri Müslimler ve Sünni olmayan azınlıkların hakları genişletildi. Kürt milliyetçilerin hakları da genişletildi. Ceza yasasının 301. maddesinde değişiklik yapıldı. İnsan hakları da (türban kullanma serbestliği) genişletildi.
Erdoğan, altın bir fırsatı kaçırdı. Erdoğan, beş sene siyaset yasağına maruz kalsa bile 54 yaşında Başbakan olma fırsatını tekrar yakalayabilir, belki de Cumhurbaşkanı olur. Ankara, Erdoğan'ın bir Avrupa ülkesi yapmaya yemin ettiği Türkiye'nin başkenti olarak kalmaya devam ederse...

 

RUSYA BASINI

REGNUM: "AVRUPA PARLAMENTOSU TÜRKİYE'YE, HRANT DİNK'İN ÖLDÜRÜLMESİYLE İLGİLİ DAVADA TUTARLI DAVRANMASINI TAVSİYE EDİYOR"

ANKARA, 21/05(BYE)--- Rus haber ajansı Regnum'un 20 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Rusça yazının çevirisi şöyledir:

21 Mayıs tarihinde Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu, Hollandalı Hristyan Demokrat Partisi milletvekili Ria Oomen-Ruijten tarafından hazırlanan Türkiye raporunun son halini ön tartışmalardan sonra kabul edecek. Söz konusu raporda 2007 yılındaki Türkiye'nin toplumsal, ekonomik ve siyasi gelişmesine ilişkin göstergeler ve gelecekle ilgili birtakım öneriler yer alıyor.
Raporda Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılma davasının endişe verici olduğunun altı çiziliyor ve Türkiye Anayasa Mahkemesine hukukun üstünlüğü ilkesine dayanması ve Avrupa'nın demokratik standartlarına saygı duyması çağrısında bulunuluyor.
Avrupa Parlamentosu, Kürt sorununun bir an önce çözülmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Türkiye Raporu, Kürt çocuklarının hem özel hem de devlet okullarında Kürt dilini öğrenme imkanlarına kavuşması gerektiğini söylüyor. Ayrıca Kürtlerin çıkarlarını gözeten Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasının hükümeti ilgili soruna siyasi bir çözüm getirmekten uzaklaştıracağı vurgulanıyor. Rapor, Türkiye Hükümetinin ülkenin güneydoğu bölgesinin gelişmesine yönelik kapsamlı ve ayrıntılı bir plan oluşturması gerektiğinin altını çiziyor.
Rapor ayrıca, Türkiye Hükümetinin Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesi ve milliyetçi örgüt olan Ergenekon ile ilgili davaları sonuçlarına ulaştırması gerektiğini belirtiyor.


Güncelleme: 03/06/2008 / Hit: 4,457

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı