- ANA SAYFAGiriş Noktanız
- BAŞKANLIKKurumsal Yapı
- BİR BAKIŞTA ABAB Yapısı ve İşleyişi
- AB İLE İLİŞKİLERTürkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
- Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi
- Temel Belgeler
- Anlaşmalar
- Protokoller
- Katılım Ortaklığı Belgeleri
- Ulusal Programlar
- Avrupa Komisyonu Tarafından Hazırlanan Türkiye Raporları
- Genişleme Strateji Belgeleri
- AB'ye Katılım için Ulusal Eylem Planı (2016-2019)
- AB'ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı (2021-2023)
- Ortaklık Konseyi Kararları
- Türkiye-AB Zirvelerine İlişkin Belgeler
- Kurumsal Yapı
- Gümrük Birliği
- Türkiye- AB Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantıları
- VERİKaynaklar
- MEDYAHaber / Duyuru
- İLETİŞİMBize Ulaşın
2008-04-17 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
2008-04-17 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni
ALMANYA BASINI
ZEIT ONLINE/TAGESSPIEGEL: "AB: ERDOĞAN, TÜRKİYE'NİN AB'YE TAM ÜYELİĞİNİ İSTİYOR"
BERLİN, 03/04(BYE)--- Tirajı haftada 480 bin 200 olan sosyal demokrat eğilimli Die Zeit/Tagesspiegel gazetelerinin 2 Nisan 2008 tarihli ortak internet sayfasında, "iba" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında DPA'ya atfen yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
--Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Partisine Karşı Açılan Güncel Kapatma Davasına Rağmen AB'ye Katılım Müzakereleri Çizgisinden Sapmıyor. Erdoğan, İsveç'e Gerçekleştirdiği Bir Resmi Ziyarette, Israrla Ülkesi İçin Tam Üyelik Talebinde Bulundu--
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, dün Stockholm'a gerçekleştirdiği ziyarette, partisi AKP'nin kapatılması yönündeki girişimler hakkında her türlü yorumdan kaçındı. Erdoğan, AKP'nin "Türkiye'de demokrasi ve siyasi istikrarı güvence altına almak istediğini" söyledi.
--Ne Pahasına Olursa Olsun Tam Üyelik--
Erdoğan, Anayasa Mahkemesinin, İslamcı planları olduğu suçlamasıyla başlattığı inceleme hakkında, dava hala görülmekte olduğu için yorum yapamayacağını söyledi.
İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt ile görüşmesi öncesinde açıklama yapan Erdoğan, Türkiye'nin AB'ye katılım konusunda tam üyeliğin gerisinde bir öneriyi kesinlikle kabul etmeyeceğini belirtti.
--AKP Davası Üyelik Müzakerelerini Tehlikeye Düşürüyor--
Erdoğan, Stockholm'da İsveç Kralı Karl XIV. Gustaf tarafından kabul edildi. İsveç Hükümeti, İngiltere'nin yanında Türkiye'nin AB'ye alınmasının en kararlı destekçilerinden biri. Reinfeldt, Ankara'dan gelen mevkidaşıyla yaptığı ortak basın toplantısında, bunun şartının her halükarda Türkiye'deki Kürt halk grubunun tüm kültürel haklarının kabul edilmesi olduğunu ifade etti. İsveç Başbakanı, AKP hakkında halihazırdaki soruşturmaların, Türklerin AB üyeliği sürecini yavaşlatabileceği endişesini dile getirdi.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "162 SAYFALIK ÇARESİZLİK"
BERLİN, 03/04(BYE)--- Tirajı günde 429 bin 562 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 3 Nisan 2008 tarihli sayısında, Şeyda Emek imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--Türk Adaleti Eski ve Yetersiz Deliller Sunarak İktidar Partisi AKP'yi Yasaklamak İstiyor--
Türkiye'nin Anayasa Mahkemesi iktidar partisi AKP'yi kapatmak üzere bir süreç başlattı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı 162 sayfalık iddianame dosyasında AKP'nin nasıl "laik devlet karşıtı faaliyetlerin odak noktası" haline geldiğini ve Anayasaya aykırı hareket ettiğini anlatıyor. Yargıtay Başsavcısının iddianame dosyasının gündeme gelmesinden beri Türkiye'de bir kargaşa yaşanıyor. Son seçimlerde yüzde 46.5 oy elde ederek iktidara gelen AKP'nin ileri gelenleri izledikleri reform siyaseti nedeniyle cezalandırılmak istendiklerinden söz ediyorlar. AB partinin yasaklanması talebini eleştirirken, yargı ile yürütme arasındaki güçler ayrımına saygı gösterilmesi gerektiğini hatırlattı. Partinin kapatılması talebine olumlu yaklaşanlar ise yargının etki altına alınmasına karşı çıkıyorlar.
AKP'nin kapatılma talebi Türk demokrasisinin şu soruyla karşı karşıya kalmasına neden oluyor: "Acaba Anayasa Mahkemesi hakimleri iktidarda olan Başbakanın partisini kapatıp kendisini ve diğer siyasileri siyaset hayatından men edebilirler mi?" Bu soruya hukuki olarak çok net "evet" şeklinde cevap verilebilir. Parti yasaklanmasının amacı Anayasanın devamlılığını sağlamak ve Anayasanın "ruhunu" muhafaza etmektir. Fakat demokrasinin halkın iradesine dayanan bir yönetim şekli olması itibarıyla halkın çoğunluğunun iradesine tamamıyla karşı çıkılamaz. Bu nedenle prensipte Anayasanın reforme edilmesi mümkün olmalıdır. "İktidar partisi olan AKP de yasaklanabilir mi" sorusu, ancak evet-fakat şeklinde cevaplandırılabilir. Bunun için sadece ulusal Anayasanın değil, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları da dikkate alınmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Bildirgesini imzalayan devletler, uluslararası hukuk kapsamında bu bildirgeye uymak zorundadırlar. Türk hakimler bildirgenin 90. maddesine bağlı kalmak ve kararlarında bu maddeyi dikkate almak durumundadırlar.
Strasbourg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bugüne kadar dokuz defa demokrasilerde parti kapatma konusuna müdahil olmuştur. Mahkeme bu konuda şu hususlara dikkat etmektedir:
1. Partilerin siyasi hedeflerine ulaşmalarında seçtikleri yol hukuk dahilinde ve demokratik olmalıdır. Siyasi hedefe ulaşmada şiddet yanlısı eğilimlere yer yoktur ve şiddet demokrasi dışıdır.
2. Partinin siyasi hedefi demokrasinin temel ilkeleriyle uyuşmalıdır.
3. Partinin hedefine ulaşmak için izlediği yol ve siyasi hedefleri faaliyetleriyle açığa çıkacak nitelikte olmalıdır.
4. Söz konusu parti devletin demokratik sistemi için doğrudan bir tehlike oluşturursa kapatılabilir.
Buna dayanarak Strasbourg'taki mahkeme dönemin iktidar ortağı Refah Partisinin Türk hakimlerince kapatılmasını uygun bulmuştu. Partinin faaliyetleri, şeriat yanlısı olduklarını ve demokrasi için doğrudan bir tehlike oluşturduklarını yeterince kanıtlıyordu. Mahkeme, şeriatın demokrasi ile uyuşmadığını, "dinin kural ve dogmalarına" bağlı kalması sebebiyle statik olduğunu vurguluyor ve şeriat yanlısı partilerin faaliyetlerinin demokratik değerlerle uyuşmayacağına dikkati çekiyordu.
Gündemdeki AKP ile ilgili iddianame yukarıda sayılan Avrupa ölçülerini yeterince karşılamıyor. Gerçi iddianamenin başlarında bahsedilen standartlara dikkat çekiliyor ve bunlar yeterince açıklanıyor, fakat AKP'nin üniversitelerde türban yasağını kaldırarak Türkiye'nin demokratik sistemini tehlikeye attığına ve şeriat yanlısı olduğuna dair yeterince kanıt gösterilemiyor. Bu iddiayı destekleyecek, partinin bu doğrultuda faaliyetlerinden söz edilmiyor. Başbakan Erdoğan'ın, dönemin Dışişleri Bakanı ve bugün Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün ve diğer AKP'lilerin Başsavcının iddianamesinde yer alan beyanatları sadece siyasi düşüncelerin açıklanmasından ibarettir. AKP'nin siyasi hedeflerine şiddet yoluyla ulaşma niyeti de kanıtlanamamaktadır. Yargıtay Başsavcısının iddianamesinde yer alan söz konusu beyanatlar, AKP'nin demokrasi karşıtı olduğuna kanıt olarak sunuluyor. Ancak, bu beyanatlar düşünce özgürlüğü kapsamında yer alıyor.
Başbakan Erdoğan'ın türban yasağını eşitsizlik ve eğitim özgürlüğüne aykırı olarak değerlendirdiği beyanatları bu kapsamda yer almaktadır. Bu ifadelerle, yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede türban takanların da üniversiteye gidebilmeleri gerektiğini söyleyen Başbakan Erdoğan siyasi görüşünü açıklamıştır. Başbakan, ayrıca devletin laik olabileceğini insanların laik olamayacağını ve insanların dini inanç sahibi olabileceklerinden söz etmişti. Bu ifadelerden, laik sistemi şiddet yoluyla veya başka bir yöntemle değiştirip şeriat sisteminin getirileceğine dair siyasi bir planın olduğu anlamı çıkarılamaz.
Yargıtay Başsavcısının iddianamesinde Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Refah Partisi üyesiyken yaptığı çok eski beyanatlarına yer verilmektedir. Bu beyanatlara dayanarak Erdoğan'ın değişmediği ve Refah Partisinin yasaklı İslami eğilimli siyasetini devam ettirdiği kanıtlanmak isteniyor. İddianame dosyası bütünüyle değerlendirilecek olursa, boğulmakta olan birisinin su üstünde kalma çabalarına benzetilebilir.
Aslında bu sonuca Anayasa Mahkemesi iddianame dosyasını kabul etmeden önce de varabilirdi. Davayla ilgilenen bir bilim adamı, Anayasa Mahkemesinin parti kapatma kararlarında Avrupa standartlarına aykırı davrandığını ve mahkemenin laiklik kavramı konusunda fazla tutucu bir yaklaşım sergilediğini belirtiyor. AKP ise kendisini savunurken Avrupa standartlarına vurgu yapacağını daha şimdiden ilan etti.
FINANCIAL TIMES DEUTSCHLAND: "AB MAHKEMESİ PKK'YI TERÖR LİSTESİNDEN ÇIKARIYOR"
BERLİN, 04/04(BYE)--- Tirajı günde 104 bin 518 olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, Reuters'e atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa'daki bir mahkeme, yasaklı Kürt İşçi Partisi PKK'nın, dava sürecinde yapılan bir hata nedeniyle Avrupa'nın terör grupları listesinden çıkarılması kararı aldı. Lüksemburg'daki mahkeme dün, AB'nin PKK asilerini listeye alırken yeterince gerekçe göstermediğini öne sürdü. AB'nin bir temsilcisi ise, PKK'nın listeden çıkarılmayacağını vurguladı. Sözcü, AB'nin 2007'de terör örgütleri listesini yenilediği ve bunu yaparken de benzer mahkeme kararlarını dikkate aldığını söyledi. Benzer bir mahkeme kararıyla İran'daki Halkın Mücahitleri örgütünün de listeden çıkarılmasına hükmedilmişti. Ancak bu örgüt de hala terör örgütleri listesinde duruyor. Türkiye'nin güneydoğusundaki Kürt azınlığa daha çok hak verilmesi için mücadele eden PKK, yıllar süren ateşkesin ardından 2007 yılında yeniden silahlı mücadeleye geri dönmüştü. Türkiye kısa bir süre önce, PKK asilerini geri çekiliş bölgelerinden kovalamak amacıyla Kürtlerin etkin olduğu Kuzey Irak'a girmişti.
WESTDEUTSCHE ALLGEMEINE: "TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNE GÖLGE DÜŞTÜ"
ANKARA, 04/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Westdeutsche Allgemeine gazetesinin 3 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:
Erdoğan'ın AK partisi, kapatılma tehlikesine karşı bir strateji belirlemeye çalışıyor. Birçok gözlemci, kapatılma davasının hedefinin, Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine zarar vermek olduğunu düşünüyor.
İddianame çarşamba günü AKP'nin genel merkezine ulaştı. Şimdi AKP'nin avukatları, Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, beş yıldan fazla bir süredir iktidarda olan AKP ve onun 71 üst düzey üyesini siyaset ortamından çıkartmak istediği kapatma davasına hazırlanıyor.
--Cevap İçin İki Ay Müddet--
AKP'nin yapılan suçlamalara karşılık vermesi için en fazla iki ay süresi var. Parti savunmasını hazırlarken, buna paralel olarak anayasada yapılacak bir değişiklikle parti kapatmayı zorlaştırmak istiyor. Ancak politikacı ve hukukçular, davanın görüldüğü bir sırada yasa değişikliğine gidilmesinin yasal olmayacağı kanısındalar. Bu yüzden muhalefet, AKP'nin lideri Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Anayasa değişikliği girişimine destek vermeyecek.
Yine de AKP, meclisteki beşte üçlük çoğunluğuyla Anayasa değişikliğini gerçekleştirerek, bu değişikliği halk oylamasına götürebilir. Böyle bir tutum, sorunun büyümesine ve kutuplaşmanın artmasına yol açacak. Milliyetçi muhalefet parti lideri Devlet Bahçeli, böyle bir güç denemesine karşı uyarıyor. Devlet Bahçeli "Böyle bir tutum Türkiye'yi parçalar ve kaosa sürükler" dedi.
--Politik Felç Tehlikesi--
Aylarca sürecek bu dava, ülkenin politik açıdan felç olmasına yol açabilir. Dava aynı zamanda Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine gölge düşürüyor. Ankara'da reform sürecinin yavaşlaması, Kıbrıs sorununda yaşanan tartışmalar ve birçok AB'ye üye ülkenin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkması, Türkiye'nin işini zaten yeterince zorlaştırıyor. 2008 yılı, reformlar acısından kayıp yıl olabilir. Türkiye'nin AB'ye üye olması taraftarı olan Lagendijk, bu durumun, Türkiye'yi Avrupa Birliği'nde üye olarak görmek istemeyenlerin ekmeğine yağ süreceği görüşünde. Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı Jan Marinus Wiersma, AKP'nin yasaklanması halinde AB ile yapılan müzakere görüşmelerinin otomatik olarak sona ereceğine inanıyor. Jan Marinus Wiersma, "hükümeti böyle bir yolla görevden alınan bir ülkeyle üyelik müzakeresi yürütülemez" dedi.
Yargıyı ve orduyu kontrol eden Kemalist elit sınıf, yapılan demokratik reformlara taraf olmadıklarından dolayı, AB üyeliğine gittikçe karşı bir tutum takınıyorlar.
--AB Rotasında Sabit Kalınacak--
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çarşamba günü İsveç'in başkenti Stockholm'de yaptığı konuşmada, "büyük bir sabırla" diyerek, yaşanan bütün bu olaylara rağmen AB hedefinde ilerlemeye kararlılıkla devam edileceği yönünde garanti verdi. Başbakana bir destek de Brüksel'den geldi. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, önümüzdeki hafta üç günlük resmi bir ziyaret için Ankara'ya gelecekler. Brüksel'de resmi merciler, ziyaretin yapılacağı zamanı kritik ve önemli olarak değerlendiriyorlar.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "TÜRKİYE CEZA KANUNU'NU DEĞİŞTİRMEK İSTİYOR"
BERLİN, 08/04(BYE)--- Tirajı günde 429 bin 562 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 8 Nisan 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
--Hükümet Düşünce Özgürlüğü Konusunda AB'nin Taleplerini Karşılıyor--
Ankara'daki hükümet, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) tartışmalı 301. maddesini AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun Türkiye ziyaretinden önce acilen değiştirmek istediğini bildirdi. Hükümet konuyla ilgili olarak pazartesi günü Meclise başvuruda bulundu. Bu şekilde Türkiye AB'nin başlıca taleplerinden birisini yerine getirmiş olacak. TCK'nın 301. maddesi "Türklüğü tahkire" ceza öngörüyor ve bu madde nedeniyle son iki yıl içinde aralarında Orhan Pamuk ve Hrant Dink gibi çok sayıda aydın ve yazar, mahkeme huzuruna çıkmak zorunda kalmıştı. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, söz konusu maddede bir değişiklik yapılarak bundan böyle dava açılabilmesi için Cumhurbaşkanının onayının gerekli olacağını belirtti.
Geçmiş yıllarda AKP Hükümeti TCK'nın 301. maddesinin değiştirileceğine dair vaatlerde bulunmuş, fakat bu konuda somut bir adım atmamıştı. Bu yeni girişim AKP'nin 14 Mart tarihinde hakkında Anayasa Mahkemesince başlatılan dava sonrasında izlediği stratejisinin bir parçası gibi gözüküyor. Yargıtay Başsavcısı AKP'yi laiklik karşıtı faaliyetlerin odak noktası olmakla suçluyor. Anlaşılan AKP bu suçlamaya bir reform paketi hazırlayarak karşılık verme niyetinde. AKP'nin üst düzey yöneticileri bu şekilde AB üyelik sürecine yeniden dikkati çekmek istiyorlar.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan'a bağlı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği pazartesi günü yaptığı bir açıklamada, 301. maddenin değiştirilmesinin yanı sıra TCK'nın düşünce özgürlüğünü kısıtlayan ilgili altı maddesinin daha değiştirilmesini önerdi. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ayrıca yolsuzlukla mücadeleyle ilgili kapsamlı bir strateji oluşturulmasını bunun yanı sıra sendikayla grev haklarının Avrupa standartlarına çıkarılması gerektiğini belirtti.
AKP'nin parti kapatmayla ilgili bir anaysa değişikliğinden yana olduğu, uzun zamandır biliniyor. Partiler siyasi hedeflerine ulaşmak için ancak şiddet kullandıkları yahut ırkçılık veyahut teröre destek eğilimi içinde oldukları zaman -AB ülkelerinde de olduğu gibi- kapatılmalıdırlar. AKP'nin söz konusu anayasa değişikliği için muhalefet partisi sağcı MHP'nin desteğine ihtiyacı var.
Hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesinin hafta sonu açıkladığı bir anket sonucuna göre, AKP, bir seçim yapılsa oyların yüzde 51'ine sahip olacak durumda.
DER TAGESSPIEGEL: "TÜRKLÜK İLE İLGİLİ YASA DEĞİŞTİRİLECEK"
BERLİN, 08/04(BYE)--- Tirajı günde 137 bin olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 8 Nisan 2008 tarihli sayısında, Susanne Güsten imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Türk hükümeti, üst düzey AB yetkililerinin Ankara ziyaretleri öncesinde, TCK'nın tartışmalı 301. maddesini değiştirme girişimleri başlattı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümeti pazartesi günü meclise 301. maddeyle ilgili olarak yasa değişikliği teklifinde bulundu. Buna göre, söz konusu maddeyle ilgili davalar ancak Cumhurbaşkanının onayı ile açılabilecek. Bu şekilde, milliyetçi savcıların hoşa gitmeyen ifadelerde bulunanlar hakkında soruşturma başlatmaları zorlaştırılacak.
Ankara bu maddeyi değiştirerek, Türkiye'de ve AB'de reform yanlısı kesimin baskılarına boyun eğmiş olacak. Zira bu kesim, 301. maddeyi antidemokratik ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayıcı olarak görüyor. Perşembe günü, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ile Genişleme Sorumlusu Olli Rehn'in Türkiye'ye gelmeleri bekleniyor. Söz konusu yasa değişikliğinin yargıya intikal etmiş davalara etki edip etmeyeceği henüz bilinmiyor. İnsan hakları savunucusu Eren Keskin, Tagesspiegel gazetesiyle yaptığı bir mülakatta orduyu eleştirmesi nedeniyle TCK'nın 301. maddesi gereği mart ayında altı aylık hapis cezasına çarptırılmıştı. Eren Keskin henüz onaylanmamış olan bu karara itirazda bulunmuştu.
DER TAGESSPIEGEL: "TÜRKİYE KENDİSİNİ AVRUPA'NIN BİR PARÇASI OLARAK GÖRÜYOR"
BERLİN, 09/04(BYE)--- Tirajı günde 137 bin 569 olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 9 Nisan 2008 tarihli sayısında, "dr" rumuzuyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Sanayiciler Ülkenin AB'ye Alınması İçin Reklam Yapıyorlar--
Türkiye, AB'ye girmeye çalışıyor ve bunu yaparken de Avrupa'nın sürekli olarak önüne koyduğu yeni engellerden şikayetçi oluyor. Türk Sanayiciler Derneği TÜSİAD, artık kaydedilen ilerlemelere işaret etmenin ve ülke için reklam yapmanın zamanı geldiği görüşünde. Ülkenin AB'ye alınmasının Türk firmalarının şansını artırmasını istediğini söyleyen TÜSİAD Başkan Yardımcısı Ümit Boyner, eleştiride de bulunmaktan kaçınmıyor. Örneğin, "Türklüğe hakareti" cezalandıran, ünlü 301. maddenin acilen reforme edilmesi uyarısında bulunan Boyner, iktidardaki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın partisinin ev ödevlerini yapmadığını söylüyor.
Reform şevkinin yavaşladığını belirten işadamı, Anayasa Mahkemesinin karar vermesi gereken AKP'nin kapatılmasıyla ilgili davayı da açıkça reddediyor. "Siyasi partilerin yasaklanması çözüm değildir" diyen Boyner, daha 1930'lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatılan reformların, gelecekte artık ordu tarafından savunulmaması gerektiğini, daha ziyade AB'nin garantör olmasını ümit ettiğini belirtiyor. Boyner'in girişimi, Avrupa ve Almanya'nın uzman genç iş gücüne duyduğu ihtiyaca işaret eden Deutsche Bank başekonomisti Norbert Walter tarafından da destekleniyor. Almanya ile hemen hemen aynı nüfusa sahip olan Türkiye'de, çocuk sayısının Almanya'dakinden iki buçuk kat fazla olduğunu kaydeden Walter, "bu bir hazinedir" diyor. Sürgündeyken Türkiye'de büyüyen eski Daimler Benz Yöneticisi Edzard Reuter de oldukça derin olan önyargıları eleştirerek, ülkenin demokratikleşmede elde ettiği başarıları hatırlatıyor. Hukuk sisteminin Avrupa örneğine göre düzenlendiğini belirten Reuter, Türkiye'nin kültürünün Avrupa ile bir ilgisi olmadığı şeklindeki iddiaların da "tamamen saçmalık" olduğunu söylüyor.
Ekonomi alanında yakınlaşma oldukça iyi gidiyor. Sadece Almanların ülkedeki doğrudan yatırımları geçtiğimiz yıl yaklaşık bir milyar doları buldu (637 milyon avro). Alman şirketlerinin, ya da Alman ortaklığı ile iş yapan Türk şirketlerinin sayısı 3125'e çıktı. Tersine de Almanya'da yaklaşık 70 bin Türk işyeri var. Almanya Türkiye'nin en önemli ticari ortağı.
FRANKFURTER RUNDSCHAU: "TÜRKLÜK YERİNE MİLLET KAVRAMI KULLANILACAK"
BERLİN, 09/04(BYE)--- Tirajı günde 148 bin olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 9 Nisan 2008 tarihli sayısında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--Erdoğan AB-Reform Çizgisine Yöneliyor--
Türk Hükümeti, uzun süren tereddüdün ardından "Türklüğe hakareti" cezalandıran TCK'nın 301. maddesini değiştirme kararı aldı. Planlanan reformun, İslamcı- muhafazakar hükümet partisi AKP hakkında açılan yasaklama davasına karşı bir savunma stratejisi amacı taşıdığı anlaşılıyor.
Hükümet, değişiklik taslağını pazartesi akşamı istişare edilmesi için Meclise sundu. Yapılan en önemli değişiklik, 301. maddeden açılacak ceza davalarının artık sadece Cumhurbaşkanının iznine bağlı olması. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Cumhurbaşkanının dava açılmadan önce, davanın "kamu çıkarına" olup olmadığını incelemesinin öngörüldüğünü söyledi. Yapılan diğer değişiklikler ise, "Türklüğün aşağılanması" yerine "Türk milletine hakaret" ifadesinin kullanılacak olması. Bu ifade diğer etnikten olanları da kapsıyor. Ayrıca verilecek en yüksek ceza, üç yıldan iki yıl hapse indiriliyor. Böylece cezanın şartlı olarak ertelenmesi mümkün olacak.
Türkiye ile üyelik müzakerelerini sürdürmekte olan AB ve insan hakları grupları, iki yıldan uzun bir süredir "Türklük" maddesinin kaldırılması ya da değiştirilmesini talep ediyorlar. Bu madde, en başta eleştirel aydınlara karşı kullanılıyor. 301. maddeden açılan davaların sayısı son dönemde artış gösterdi. Geçen yıl 835 dava açılırken 2008 yılının ilk üç ayında açılan dava sayısı 744'ü buldu.
Başbakan Erdoğan'ın İslamcı-muhafazakar hükümeti, geçtiğimiz yıllarda gerçi birkaç kez tartışmalı maddenin reforme edileceğini duyurdu. Ancak muhalefet partileriyle AKP'nin aşırı milliyetçi kanadı, değişikliği sürekli olarak erteledi. Erdoğan'ın şimdi reformu gerçekleştirmek istemesinin, mart sonunda Türk Anayasa Mahkemesi tarafından AKP hakkında açılan kapatma davasıyla ilgisi olsa gerek. Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya, AKP'yi "laik devlet düzenine karşı eylemlerin odağı olduğu" iddiasıyla yasaklamak istiyor. AB ise dava açılmasını sert bir şekilde eleştirdi.
Erdoğan, 301. maddenin reforme edilmesiyle muhtemelen AKP'nin Avrupa yanlısı profilini güçlendirmek ve iç siyasi mücadelesindeki rakiplerine karşı AB'nin desteğini garantilemek istiyor. Erdoğan'ın 301. maddeyle ilgili değişiklik taslağını bu hafta Meclise getirmesi de bir tesadüf olamaz. Çünkü AB Komisyonu Başkanı Barroso ile genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn'in perşembe günü Ankara'ya gelmesi bekleniyor.
FINANCIAL TIMES DEUTSCHLAND: "SOLANA PARTİ KAPATMA KONUSUNDA TÜRKİYE'Yİ UYARIYOR"
BERLİN, 09/04(BYE)--- Tirajı günde 104 bin 518 olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 9 Nisan 2008 tarihli sayısında, Fidelius Schmid/Marina Zapf imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel/Berlin çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
--AB, Müzakere Sürecinin Etkilenmesinden Endişeleniyor. Barroso Ankara'da Bekleniyor. İş Dünyası Tanıtım İçin Ünlüleri Kullanıyor--
AB'nin üst düzey diplomatı Javier Solana, iktidar partisi AKP'nin kapatılma davasının Türkiye'nin AB üyeliği müzakere süreci için "olumsuz sonuçlar" doğurabileceği uyarısında bulundu. Javier Solana, Avrupa Parlamentosu Dışişleri Heyetinde dün yaptığı bir konuşmada, "Umarım Anayasa Mahkemesi makul bir karar alır, zira AKP'nin yasaklanması hem Türkiye için hem de Türkiye-Avrupa ilişkileri için ağır bir darbe olur" ifadesinde bulundu.
Javier Solana, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün partisinin kapanmasının AB müzakereleri için gerçekten "iyi bir şey" olmayacağını belirtti. Yargıtay Başsavcısı, Erdoğan'ın AKP'sini laiklik karşıtı faaliyetlerin odak noktası olmakla suçluyor. Şayet AKP kapatılırsa Başbakanın uzun yıllar siyasetten men edilmesi söz konusu olabilir.
Perşembe günü Ankara'ya gelecek olan AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in, Türkiye'yi, düşünce ve din özgürlüğü ile azınlık hakları konularında uyarmaları bekleniyor. Ayrıca ikilinin AKP'nin kapatılma davasıyla ilgili açıklama yapmaları bekleniyor.
Bu arada etkili bir kuruluş olan TÜSİAD ülkenin zedelenen imajını düzeltmek için ünlü Alman şahsiyetlerin de yer aldığı bir kampanya başlattı. Kampanyanın hedefi aşırı milliyetçiler ile İslamcıların çekişmelerinden etkilenen ülkenin son zamanlarda sarsılan imajını değiştirmek. Deutsche Bank Grubu Başekonomisti ve Araştırma Grubu Genel Müdürü Norbert Walter ve Daimler Benz Müdürü Edzard Reuter dün Berlin'de yaptıkları ortak açıklamada, Türkiye'nin AB üyeliğinin aktif bir şeklide desteklenmesinden yana olduklarını vurguladılar. Başlatılan kampanya ayrıca AB Komiseri Günter Verheugen ve SPD'li siyasetçi Franz Müntefering tarafından da destekleniyor.
TÜSİAD Başkan Yardımcısı Ümit Boyner, kuruluşlarının, toplumda geniş çaptaki AB üyeliği için demokrasi ve reform yanlısı kesimi temsil ettiğini belirtirken, Kemalist güçler ile köktendinciler arasındaki mücadeleden toplumun geri kalan sessiz kesiminin etkilendiğini hatırlattı. TÜSİAD, AKP'nin AB prensiplerine en yakın parti olduğunu kabul ederken, son zamanlarda AKP'nin AB üyeliği konusunda ne derecede ciddi olduğunu söyleyemiyor. TÜSİAD, daha fazla kişisel özgürlükler için yapılacak olan anayasa reformunun başörtüsü yasağının kaldırılması gündeminin gölgesinde kaldığını belirtirken, son zamanlardaki gelişmelerin AKP iktidarının ilk döneminin icraatlarının adeta sabote edildiğinden söz ediyor.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "KIRMIZI OLAN KRAVATIMDI... TÜRKİYE'NİN BİR AVRUPA KÜLTÜR DEVLETİ KONUMUNA YÜKSELİŞİ"
BERLİN, 10/04(BYE)--- Tirajı günde 429 bin olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 9 Nisan 2008 tarihli sayısında, Christiane Schlötzer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının geniş özet çevirisi şöyledir:
İster Münih isterse İstanbul da olsun, durumu iyi olan yükseklerde yaşabiliyor. İki bin yıllık kültürel mirasıyla eşsiz bir manzarası olan Boğaz'ın bu konuda avantajlı olduğu kesin. Bu manzaradan, ticaret yapmak için istifade eden İstanbullu bir mimar, kısa bir süre önce, Boğaz'daki restore edilmiş çatı katlarında -en azından tatilde bile olsa- yaşamış olan kişileri Münih'teki bir "vatan özlemi akşamına" davet etti. İstanbullu mimar bu arada Zürich, Berlin ve Luzern'de de benzer etkinlikler gerçekleştirdi. Türkiye artık sadece Kürt ihtilafının ve başka felaketlerin yaşandığı bir ülke değil. Her halükarda, İstanbul'da, Roma ya da Paris'te olduğundan daha çok ve serbestçe eğlenildiğini bilen, dünyaya açık Batı Avrupalılar böyle düşünmüyor.
Ancak bununla da kalmıyor. Türkiye bu yıl, en azından imajı söz konusu olduğunda, oldukça ilerleme kaydetti. Ülke hiç bu kadar adından söz ettirmemişti. Berlin'deki Popcomm'un bu yılki partner ülkesi ve Frankfurt Kitap Fuarında bu yılki konuk ülke Türkiye. Bonn Bienale'inin odak noktasında yine Türkiye bulunuyor.
Tüm bunlar kulağa, şimdiye dek az itibar edilen kültür ülkesine saygınlığı sanki geri veriliyormuş gibi geliyor. Bu güzel atmosfer Boğaz'daki yeni dalgaya ekonominin de kapılmasını sağladı. Ülkedeki en etkin sanayiciler derneği TÜSİAD, bu hafta Almanya genelinde Frankfurter Allgemeine Zeitung ile birlikte dağıtılan, aynı zamanda Almanya'daki fikir önderlerine de gönderilen, TÜSİAD'ın kendi reklamını yaptığı bir ek çıkardı.
Ekin baş sayfası, mavi renkli harflerle yazılı "çay, enerji, gençlik, kalkınma, hamam, büyüme, troja, modern, rakı, yaşam sevinci" gibi kelimelerle dolu. Ortasında sarı renkli harflerle, "Türkiye'nin neden Avrupa'ya ait olduğuna dair" yazıyor. Broşürde, Deutsche Bank Başekonomisti Norbert Walter ("Türkiye Avrupa'nın bir sonraki ekonomik mucizesidir"), elinde Ayyıldızlı bir kahve fincanı bulunan yatırımcı danışmanı Roland Berger, Nazi döneminde ailesiyle bir süre Türkiye'de yaşayan eski Daimler Benz Yönetim Kurulu Başkanı Edzard Reuter'in ("Türkiye benim ikinci vatanım") yazıları yer alıyor.
Siyaset de reklama katkıda bulunmuş. Türk kökenli üç milletvekili (CDU, SPD ve Yeşiller Partili) bir tekneyle Berlin kanalında geziniyorlar. Fotoğraf, sanki Boğaz'da çekilmiş gibi. Dikkatle bakıldığında arkada 18. yüz yılda yapılan, Federal Parlamento binası Reichstag görülüyor. Eski SPD Genel Başkanı Franz Müntefering'in reklam hamlesi ise diğerleriyle kıyaslandığında daha gerçekçi (dostluklar, ortaklığa dönüşmeli". Onu kırmızı kravatıyla AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen izliyor. Böylece TÜSİAD'ın çıkardığı ek, üst düzey siyasetçilerin verdiği bir mesaja dönüşüyor, ki bu mesajlar muhtemelen, Berlin'deki büyük koalisyonun halihazırda Türkiye'nin perspektifiyle ilgili söyleyeceklerinden daha açık. Bu pekala tepki yaratabilir. Birbuçuk yıl önce dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile TÜSİAD'in burada partneri olarak tanıttığı Ernst Reuter Vakfı ile işbirliğini İstanbul'da başlatan Federal Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier'in burada fotoğrafının olmayışı bu yüzden olma gerek.
Türk sanayicilerin ve Alman politikacıların imaj atağı, açıkça kültürel değerin artmasına önem veriyor. Ve bu değer, çok etnikli Osmanlı geçmişinden, Nobel Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk'a ve de yeni İstanbulmania'ya kadar uzanıyor. Yeni Toskana-Türkiye'si ne kadar güzel olsa da, Türkiye'nin özgüvenli tanıtımının, tam da Boğaz'daki devin uzun süren derin uykusundan yeniden uyanışının, farklı algılanan dünyaya açıkça tezat oluştururcasına duruşu, pek o kadar güzel değil.
Ülkenin, bir ekonomik ve kültür güç seviyesine yükselişi, Avrupa'daki Türkler, özellikle de Almanya'daki Türkler dikkate alınmaksızın gerçekleşiyor. Türk kökenli Alman gazeteci Canan Topçu, geçenlerde Spiegel dergisindeki makalesinde, Almanya'daki cami inşaatıyla ilgili tartışmalar ve Türk karşıtı tepkiler yüzünden kendisinin giderek "köşeye sıkıştırıldığı" hissine kapıldığını yazıyordu. "Ben bir Müslümanım" diyen Topçu, bu itirafa en çok da kendisi şaşırıyor. Topçu, açık İslam düşmanlığı yüzünden dindar olmadığı halde ilk kez itiraz etmek zorunluluğu hissediyor. Yine Türk kökenli bir Alman olan avukat Seyran Ateş de, 37 yıldır Berlin'de yaşamasına rağmen kendisine hala, "Arada sırada vatana gidiyor musun (yani Türkiye'ye)?" diye sorulmasına alınıyor.
Tanınmış ve yükselmeyi başaran bir isim olan Ateş, Almanya'daki paralel Türk dünyalarını sürekli olarak şiddetle eleştiren biri. Neukölln'deki Türk pazarları ve Bavyeralı kasapların taze kuzu etini sattıkları Münih'teki Türk marketleri, kendi başına bir dünyanın unsurları olsa da, Almanya'daki Türklerin çoğu şimdi, başka bir paralel dünya ile karşı karşıyalar. Bir dönem vatanları olan ülke kalkınıyor, ama onlar hala basit bir saygıyı hak etmenin mücadelesini veriyorlar. Alman komşuları Antalya'da tatil yaparken, Türkler burada ebedi göçmen olarak kalıyorlar ve bu kelimeden kurtulamadıkları için de giderek insanlık onurlarının rencide olduğu hissine kapılıyorlar. Kendini sürekli olarak savunmaktan bıkan Canan Topçu, "burada artık yabancı bir cisim olmadığımı zannediyordum" diyor.
TÜSİAD ve Ernst Reuter Vakfı tarafından parlatılan Boğaz'daki gelin, misafir işçi ya da göçmen kelimelerini artık tanımıyor. Misafir işçilerin Almanya'sı dündü, artık "Modern Türkiye inisiyatifi" var.
JUNGE WELT: "'301' NEDENİYLE 'KADI' KARŞISINA"
ANKARA, 10/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Junge Welt gazetesinin 10 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Nico Sandfuchs imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Muhtemel Bir Yasa Değişikliğine Rağmen, "Türklük" İle İlgili Madde Kalacak--
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, siyasi rakiplerinin iktidardaki partisi hakkında bir kapatma davasına neden olmalarından ve söz konusu davanın başarılı olma konusunda şansının oldukça büyük olmasından bu yana köşeye sıkışmış durumda. Erdoğan bu denli çaresiz bir şekilde şimdi de, demokratik açıdan temiz olan imajını, en azından AB'nin ve Türkiye'deki liberal güçlerin desteğini kazanmak için düzeltme gayreti içinde. Hafta başında "demokratik hakların güçlendirileceği" "geniş kapsamlı bir reform paketi" duyurusu yapıldı.
Ancak hükümet, paketin tam olarak nelerden oluştuğunu ise ifşa etmek istemedi. Ancak başlangıç olarak, Türkiye'de düşünce özgürlüğü alanında en büyük engellerden biri kabul edilen, "Türklük" ile ilgili 301. maddede değişiklik yapılmasıyla ilgili bir teklif Meclise sunuldu. Erdoğan yaklaşık üç yıldır, her yıl yüzlerce davanın temelini oluşturan, söz konusu maddenin reformlaştırılmasını sert bir şekilde reddetmişti. Değişiklik teklifinin gerekçesinde ise düşünce özgürlüğünün güçlendirilmek istendiğine yer veriliyor -ki eleştirmenler bunun oldukça açık bir manevra olduğu görüşündeler-. Çünkü "Türklük" ile ilgili maddenin şimdilerde hızla Meclise sunulması, özellikle de AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso'nun perşembe günü Ankara'ya gerçekleştireceği ziyaret nedeniyle yapılıyor. Brüksel tarafından uzun zamandır talep edilen maddenin değiştirilmesiyle ziyaret öncesinde güzel bir hava oluşturulmaya çalışılıyor.
Tüm muhteşem beyanlara rağmen, dikkatli bakıldığında söz konusu maddede değişen hiçbir şey yok aslında. "Türklüğe saldırı" maddesi "Türk ulusuna yönelik saldırılar" olarak değiştiriliyor. Bu da, bu madde nedeniyle başka davaların açılmasının engellenmesine çok fazla katkı sağlamıyor. Ancak hükümet hiç olmazsa bir davanın açılmasının bundan sonra Cumhurbaşkanının onayına bağlı olmasını sağlamak istiyor. Bu da diğer taraftan, bu yolla sadece tanınmış insanların bir ceza davasından kurtulacakları endişelerini artırıyor.
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, bir davanın devlete zarar vermesi tehlikesi varolduğunda Cumhurbaşkanının acil freni çekmesi gerektiği açıklamasında bulundu. Örneğin, yurt dışında da büyük ilgi uyandıran, Orhan Pamuk ya da Elif Şafak gibi yazarlara yönelik davalarda bu durumun söz konusu olması muhtemel. Ancak sadece son 15 ay içinde "301. madde" nedeniyle Kadı karşısına çıkmak zorunda kalan 2722 kişi de bunun söz konusu olması mümkün değil. Onlar büyük olasılıkla gelecekte de düşünceleri nedeniyle mahkeme karşısında hesap vermek zorunda kalacaklar.
İnsan Hakları eylemcisi Şanar Yurdatapan, şimdilerde gündemde olan değişikliğin, özellikle bir göz aldatmacası olmasının, güçlü ordunun söz konusu maddeye, istenmeyen eleştirilere yönelik bir silah olarak ilgi duymasından kaynaklandığı görüşünde. Hükümetin kendisi de geçmişte birçok kez maddeyi, eleştirmenlere sınırlarını göstermek için kullandı. Bu hususta gelecekte de değişen hiçbir şey olmayacaktır, çünkü "hükümetin alenen aşağılanması" yeni düzenlemede iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "TÜRK JAKOBENLERİN BÜYÜSÜ ALTINDA"
BERLİN, 10/04(BYE)--- Tirajı günde 429 bin olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 10 Nisan 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
--Ankara ile Brüksel'in Birbirlerine İhtiyaçları Olduklarının Yeniden Farkına Varmaları, Son Olarak Başgösteren Krizin İyi Yanı Olur--
Türk çocukları okullarda, "Türkün Türkten başka dostu yoktur" ifadesini öğrenirler. Acaba bu gerçekten böyle midir? Zira, Türkiye bir kez daha kendi içinde savaşıyor. Türk adaleti, iktidar partisini yasaklamak üzere. Demokrasi bir kez daha yaşam savaşı veriyor. Yardım ise dışarıdan gelebilir. Bu perşembe, AB'nin üst düzey yöneticileri Ankara'da bekleniyorlar. Kimbilir belki de, son olarak başgösteren kriz, Türkiye ile AB'nin birbirlerini yeniden idrak etmelerine neden olacaktır.
Aniden her iki taraf karşılıklı olarak yeniden birbirlerinin faydalarının farkına varmaya başladılar. Reform yorgunu iktidardaki Başbakan Tayyip Erdoğan'ın AKP'sinin, AB ve demokrasi yolunda mola verebileceğini veya yol kenarında uyuklayabileceğini sanması, mevcudiyetinin ne derecede tehdit altında olduğunu görmesine neden olmuştur. Türkiye yorgunu AB ise, Türkiye perspektifinden uzaklaşırsa, bu ülkede hangi güçlerin etkili olabileceğini ve ülkenin nerelere kayabileceğini aşırı bir şekilde görmüştür. Şayet Türk Jakobenleri galip gelirler ise, ülkede siyasi bir kaos ve ekonomik sıkıntı çıkma tehlikesi belirecektir. Bu durumda, ülkenin uluslararası alandaki inandırıcılığı zedelenecek, hassas bir bölgedeki istikrar etkisi bozulacak ve demokrasiye olan inanç yok olacaktır. Bunun ötesinde, Türkiye'de örnek olarak gösterilen İslamiyet ve demokrasinin uyumu vizyonunun da sonu olacaktır.
AKP yasağını savunanlar, İslamcılık tehlikesinin önlenmesinden söz ediyorlar. Aslında bu şekilde, bu tehlikenin doğmasına neden oluyorlar. Parti yasaklanması radikal akımların başgöstermesine neden olacaktır. İnançlı Müslümanların çoğu -Türkiye sınırlarının dışında olanlar da- Batı'nın yücelttiği demokrasinin sahte olduğuna kanaat getirecektir. Bu düşünceye Türkiye'deki Kürtler de sahip olacaktır. AKP'nin yanı sıra Kürt partisi DTP'nin de yasaklanması öngörülüyor. Bu şekilde, son seçimlerdeki yüzde 90'ın üzerinde Kürt oyu yok sayılmış olacak.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Erdoğan'ın kurtuluş hamlesinde bulunması için ısrar etmelidir. Hükümet TCK'nın 301. maddesinin reformu için girişimlerde bulundu. Fakat daha fazla çaba sarf edilmelidir. Aslında anayasanın bir an önce değişmesi lazım. Zira yürürlükteki anayasa 1980 askeri darbesinin izlerini taşıyor. Ayrıca AB'ye yönelik şevk yeniden canlandırılmalıdır. AKP karşıtları kapalı bir kutunun içinde değiller. Bu kesimde kendi çıkarlarının tehlikeye düşebileceği endişesi içinde olan ve ülkenin izolasyona maruz kalabileceğini göz ardı eden manipülasyon yeteneğine sahip etkili gruplar var. Fakat bu kesimde aynı zamanda Avrupa yanlısı olan şehirli gruplar da var; özellikle kadınlar. Bunlar, haklı ya da haksız, AKP'nin dindar-muhafazakar eğiliminden endişe duyuyorlar. Bu kesim, AKP'nin yeniden AB rotasına yönelmesiyle sakinleşecektir. Bu durumda darbe yanlısı kesim pek rağbet görmeyecektir.
DEUTSCHE WELLE: "BARROSO'NUN TÜRKİYE ZİYARETİ... KATILIM MÜZAKERELERİNE YENİ İVME"
ANKARA, 10/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Deutsche Welle'nin 9 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Bernd Riegert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
--Durgun AB-Türkiye İlişkileri Yeniden İvme mi Kazanıyor? AB Komisyonu Başkanı Barroso, Birkaç Gün Sürecek Olan Görüşmeler Çerçevesinde Ankara'yı Ziyaret Edecek. Ancak Çantasında Misafir Ülkeye Yönelik Bazı Talepleri de Beraberinde Götürüyor--
AB, Fransa ve Almanya'nın eleştirilerine rağmen, prensipte -yedi yıl sonra dahi olsa- Türkiye'nin tam üye olmasından yana. Ancak, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türk meslektaşına yumuşak davranmayacağını, Brüksel'den hareket etmeden önce yaptığı ve Türkiye'den reform sürecinin hızlandırılması yönündeki talebiyle sergiledi. Barroso, Türkiye'nin AB'ye neden üye olmak istediğini ve AB'nin bundan ne gibi yararı olabileceğini göstermesi gerektiğini açıkladı.
--Tartışmalı 301. Madde--
Komisyon Başkanı Barroso, Türk Parlamentosunun üyelik önünde büyük bir engel teşkil eden tartışmalı 301. maddeyi değiştirme isteğini memnuniyet verici olarak niteledi. "Türklüğe hakarete" ceza öngören, Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesi yumuşatılmak isteniyor. Barroso, "Bu maddenin değiştirilmesini, Türk Meclisinden uzun süredir talep etmekteydik. Madde mevcut haliyle, düşünce özgürlüğüyle çelişiyor. Yeni öneriyi görmedim, ancak doğru yolda olduğu kanısındayım" dedi.
Aralarında Nobel ödüllü Orhan Pamuk'un da bulunduğu birçok entelektüelin mahkum edildiği bu maddeye, Türk laik kesimi muhalefet ediyor.
--Avrupa'nın Kaygıları--
Bu nedenle olsa gerek, İslami muhafazakar AKP'nin lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 301. maddenin değişimi konusunda uzun süre çekinceli davranmak durumunda kaldı. Hükümet partisi ve üst düzey temsilcileri, Anayasa Mahkemesinde incelemede olan kapatma davası nedeniyle kendilerini baskı altında hissediyor.
AB Komisyon Başkanı Barroso, Mahkemeden, aralarında Cumhurbaşkanı ve Başbakanın da yer aldığı çok sayıda AKP'liye karşı açılan davayı reddetmesini istedi. Barroso, "Ben Avrupa'nın kaygılarını dile getirmek zorundayım. Türklerin büyük çoğunluğu tarafından seçilen bir partinin ve devletin baş aktörlerinin mahkeme önüne getirilmesi normal değil" açıklamasında bulundu ve Mahkemenin demokratik hukuk devleti ilkelerine dayalı ve Avrupa standartlarında bir karar vermesini umduğunu belirtti.
Bunun üzerine Türk gazetesi Cumhuriyet, Barroso'yu bağımsız Türk adaletine baskı yapmakla suçladı. Barroso, ayrıca Türk muhalefet parti liderleriyle de bir araya geleceğini açıkladı.
AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, davayı, Türk demokrasisinin sınavı olarak niteledi. Barroso da siyasete yönelik her türlü İslami baskıyı reddeden Kemalistlerin başarılı olması durumunda, bunun AB katılım müzakerelerini etkileyeceğini açıkladı. Barroso, "Bu oldukça girift bir konu ve Türkiye'nin AB nezdinde nasıl bir izlenim sergileyeceğiyle yakından ilgili" dedi.
--Ufukta Yeni Başlıklar--
AB'ye göre sorunun kaynağında, yargıya mensup bir kısım milliyetçinin, Türkiye'nin siyasi kurumlarına sözünü geçirip geçiremeyeceği meselesi yatıyor. Barroso, Brüksel'de yaptığı açıklamasında, AB'nin, din ve devlet işlerinin ayrılığından yana olduğunu, ancak laikliğin de dinin yerine geçmemesi gerektiğini belirtti.
Komisyon çevrelerinden edinilen bilgiler, AB'nin sonbaharda Türkiye'ye yeni ve ihtilafa mahal vermeyecek müzakere başlıkları açacağı yönünde. Fransa ve Kıbrıs, 2006 yılında, Kıbrıs sorunu giderilmediği sürece, hiçbir müzakere başlığının kapatılmaması yönünde karar alınmasını sağlamıştı.
AB müzakerecileri, Türkiye'den, dini azınlıklara daha fazla hak tanımasını ve AB ülkelerinde yasa dışı ikamet eden Türk vatandaşlarının iadesi konusunda çözüm getirilmesini talep etmişti. Bir AB Adalet Komiseri, bu güne kadar konuya ilişkin tatmin edici cevap alamadıklarını belirtti.
FRANKFURTER RUNDSCHAU: "BARROSO, REFORMLARA YÖNELİK DAHA FAZLA GAYRET GÖSTERİLMESİNİ İSTİYOR"
BERLİN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 148 bin 161 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 10 Nisan 2008 tarihli sayısında, DPA'ya atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinde daha fazla reform gayreti göstermesini istiyor. Barroso, Türkiye ziyareti öncesinde özellikle düşünce özgürlüğü konusunda uyarılarda bulundu.
AB Komisyonu Başkanı, Türkiye'de gerçekleştireceği bir dizi ziyaretin yanı sıra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelecek. Ülkede son zamanlarda siyasi ortam oldukça gergin, zira Anayasa Mahkemesi iktidar partisi AKP hakkındaki kapatma davası sürecini başlattı.
Barroso, çarşamba günü yaptığı açıklamada, reformlara devam edilmesi gerektiği mesajını verirken, ancak demokratik bir Türkiye'nin AB'ye üye olabileceğini belirtti. Barroso, TCK'nın 301. maddesini yine eleştirdi ve bu maddenin temel bir hak olan düşünce özgürlüğüyle bağdaşmadığını vurguladı.
Hükümet konuyla ilgili olarak bir yasa değişikliğine gitmek istiyor. TCK'nın 301. maddesi nedeniyle Türkiye'de aralarında Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'un da bulunduğu çok sayıda yazar ve insan hakları savunucusu yargı önüne çıkmak zorunda kalmıştı. Barroso, yeni yasa tasarısını henüz okumadığı için bir yorumda bulunmadı.
AB Komisyonu Başkanı Barroso AKP'nin kapatılmasına karşı çıkarken, demokratik ülkelerde bu tür bir uygulamaya yer olmadığını belirtti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de Cumhurbaşkanı olmadan önce üye olduğu İslami-muhafazakar eğilimli iktidar partisi AKP, devlet ile din işlerinin titiz bir şekilde ayrımına karşı çıkmakla suçlanıyor.
Barroso, Türkiye'nin Orta Doğu'daki istikrar için büyük bir öneme sahip olduğunu vurgularken, yasaklı Kürt İşçi Partisi PKK'nın terör örgütü olarak nitelendirilmesinin devam etmesi gerektiğini belirtti. Barroso, bu konuda bir "değişiklik olmayacağını" ifade etti. Geçen perşembe günü Lüksemburg'taki Avrupa Adalet Divanı, PKK'nın terör örgütleri listesinde yer alması kararını geçersiz kılmıştı. AB Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi, alınan kararın, AB'nin terör örgütü listesine etki etmeyeceğini belirtiyor.
DER WESTEN: "ORDUNUN YÖNETİM KADEMESİNDEKİ AŞIRI KUŞKUCULUK"
ANKARA, 11/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Der Westen haber portalının 9 Nisan 2008 tarihli sayfasında, Susanne Güsten imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:
--Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, Ordunun Yaptığı Gizli Andıçta, Düşman Kuvvetler Olarak Gösteriliyor--
"Kötü niyetli Alman dernekleri, hinoğlu hin Avrupalılar, sinsi Amerikalılar..." Türkiye'de, Avrupa yanlısı organizasyonların ve ünlü reform taraftarlarının, dış güçlerin kuklası olarak gösterildiği, ordunun 73 sayfalık gizli andıcı ortaya çıktı. Andıcın yazarları, ordunun Avrupa'dan gelen mali yardımlara ve ABD'nin desteklediği demokrasi yanlılarına karşı önlemler alınmasını öngörüyorlar.
Belge, ordunun, AB'yi ve demokratik değişiklikleri hala tehdit olarak algıladığını gösteriyor. Ordunun imajını daha fazla zedeleyen şey, andıçın halkın büyük bir kesiminde gülünç karşılanması ve bilhassa ordunun eleştirilen AB'nin mali yardımlarını cebine indirmesi. Andıç, bağımsız Taraf gazetesi tarafından kamuoyuna duyuruldu. Ordunun yönetim kademesi, gazetenin ortaya çıkardığı bilgilere yönelik yorum yapmak istemedi, bu da iddiaların dolaylı olarak onaylandığı şeklinde algılanmasına yol açtı. Genelkurmaya sunulan andıç 2006 yılından kalma ve bir subay tarafından yazılmış.
Andıçın ordunun yönetim kademesi tarafından nasıl karşılandığı bilinmiyor. Fakat andıç, ordunun kendi halkına ne kadar şüpheyle yaklaştığının bir göstergesi. Sivil toplumu güçlendirmeye çalışması tehdit olarak algılanıyor. Andıçta, ABD ve AB'nin, Türkiye'deki organizasyonları ve dernekleri finansal yardımlarla, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiğine yer veriliyor. Andıçta, finans cambazı ve demokrasi eylemcisi olan George Soros'a 25 sayfa ayrıldı. Adenauer ya da Ebert Vakfı gibi dernekler, Türkiye'nin içini boşaltmak istemekle suçlanıyor. Buna benzer suçlamalar, altı yıl önce casuslukla suçlanan bir Alman vakfına karşı dava açılmasına yol açmıştı.
Andıçta, AB ve Amerikalı organizasyonların Türkiye'deki reform yanlısı derneklere yaptıkları para yardımı, bir nevi vatan hainliği için ödenen yardımlar olarak algılanıyor. Amaç, çok kültürlü bir toplum oluşturarak Türkiye'nin bölünmesi olarak görülüyor. Bu tür değerlendirmelerin altında Türkiye'nin fobileri yatıyor. Bu fobinin sebebi, modern Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, o zamanın galip güçlerine karşı direnişle kurulması. Birçok asker ve politikacı hala batılıların ülkeyi bölmek istediklerine inanıyor. Andıçta, ünlü gazeteciler, bilim adamları, iş adamları ve sanatçıların dış güçlerle işbirliği yaptıkları iddia ediliyor. Bu kişiler arasında, TESEV'in Başkanı Can Paker ve bir festivalde Kürtçe ve Yunanca şarkılar söylediği için şarkıcı Sezen Aksu da yer alıyor.
Bunun dışında andıçta yer alan gazeteci Nadire Mater, Türk ordusunun yıllardan beri NATO ortağı olan ABD'den büyük oranda destek gördüğünü söylüyor. Mater, "Yoksa AB ve ABD, Türk ordusunu yönlendiriyorlar mı?" şeklinde ironik bir soru soruyor.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "BARROSO TÜRKİYE'DEN DAHA FAZLA DEMOKRASİ TALEP EDİYOR"
BERLİN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 429 bin olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
--AB Komisyonu Başkanı İstanbul'u Ziyaretinde İktidar Partisine Açılan Kapatma Davasından Endişe Duyduğunu Belirtti--
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Ankara ziyaretinde Türkiye'den daha fazla demokratik reformlarda bulunmasını isterken, iktidar partisini kapatma davasından endişe duyduğunu belirtti ve "AB ancak demokratik ve demokratik değerlerin özümsendiği bir Türkiye'yi içine alabilir" dedi. Barroso, AB'nin, iktidar partisine yönelik yasaklanma sürecinin başlatılmasına şaşırdığını ve normal karşılamadığını söyledi. Sözlerine, "Laik bir ülkede din yokmuş gibi davranılamaz, AB Türkiye'deki laikliğin demokratik olmasını arzuluyor" şeklinde devam eden Barroso, perşembe akşamı TBMM'de bir konuşma yaptı.
Bu arada Başbakan Erdoğan, perşembe günü yaptığı bir açıklamada, TCK'nın 301. maddesinde reforma gidileceğini yineledi. Söz konusu girişim, hükümetin uzun zamandır aksatılan reformların yeniden hızlandırılacağına dair AB'ye yönelik verilen bir mesaj olarak algılanıyor.
Liberal eğilimli avukatlardan Erdal Doğan, AKP'nin, TCK'nın 301. maddesiyle ilgili yasa değişikliği teklifini yetersiz buluyor. Öldürülen gazeteci-yazar Hrant Dink'in de avukatı olan Doğan, değişiklik teklifindeki cumhurbaşkanı onayının gerekliliğini eleştirirken, bir sonraki cumhurbaşkanının bu konudaki yaklaşımının nasıl olacağının bilinmediğini söylüyor. Ayrıca, yasada Türkiye'deki düşünce özgürlüğünü kısıtlayıcı çok sayıda madde bulunması eleştirilere neden oluyor.
Türkiye'deki muhalefet partileri CHP ve MHP, Barroso'nun TBMM'de bir konuşma yapmasına karşı çıkıyorlardı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, AKP'nin TCK'nın 301. maddesini AB'ye yaranmak için değiştirmek istediğini belirtirken, MHP'li Oktay Vural, Barroso ve AB Genişleme Sorumlusu Olli Rehn'in Türkiye'de adeta birer valiymiş gibi davrandıklarından söz etti. CHP ve MHP, TCK'nın 301. maddesinin değiştirilmesine karşı çıkıyor.
Jose Manuel Barroso Türkiye ziyaretinde ayrıca Ortodoks Kilisesi Patriği ile de bir araya gelecek. Cumhuriyet gazetesinin bir haberine göre, Barroso, ev sahibi Türkiye'yi işkillendirmemek için programına İstanbul Müftüsü ile görüşmeyi de dahil etti.
FRANKFURTER RUNDSCHAU: "TÜRKİYE'DE BARROSO İÇİN SOĞUK KARŞILAMA"
BERLİN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 148 bin olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--Muhalefet Politikacıları AB Komisyon Başkanını, Ülkenin İç İşlerine Müdahale Etmekle Suçluyorlar--
Türk muhalefet politikacılarına kalsa, AB Komisyon Başkanı Barroso ile Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Olli Rehn'in Ankara'ya gelmesine hiç gerek yoktu. Konukların perşembe günü gelir gelmez, devletin kurucusuna saygılarını göstermek için Atatürk'ün mozolesine gitmeleri de, eleştiricilerin yumuşamasını sağlamadı. Barroso'nun, öğleden sonra Meclis Genel Kurulunda yapması planlanan görüşme, muhalefetteki Atatürk'ün partisi CHP tarafından engellenmek istense de, İslamcı-muhafazakar hükümet partisi AK Partinin gayretiyle başarısızlıkla sonuçlandı. AKP, oy çokluğuyla Barroso'nun mecliste konuşabilmesinden yana karar aldı.
Barroso, son günlerde birkaç kez AK Parti hakkında açılan kapatma davasını eleştirdiği için CHP'nin öfkesini üzerine çekmişti. Yargıtay Başsavcılığı, sözüm ona İslamcı eylemleri nedeniyle AK Partiyi kapatmak istiyor. Barroso, demokratik ülkelerde halkın oyunun çoğunluğuyla seçilen bir partinin, kapatma davasıyla işlevsiz hale getirilmesinin "alışagelmiş ve normal olmadığını" söylemiş ve bunun, AB'nin Türkiye ile ilgili değerlendirmelerini olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulunmuştu.
CHP Meclis Grup Başkan Vekili Kemal Anadol tepkiyle, bu tür açıklamaların "tamamen illegal" olduğunu söylerken, Essen'deki Türkiye Araştırmalar Merkezi Başkanı Faruk Şen de AB Komisyonunu eleştirerek, "Komisyonun açıklamalarının Türkiye'de yargıya haksız müdahale olarak algılandığını" belirtmişti.
Türk Kemalistlerin AB ile ilişkileri sarsılmış durumda. Bu durumu, Barroso'nun ziyaretinin de değiştirmesi beklenmiyor. 2005 yılının sonunda başlayan katılım müzakereleri, oldukça yavaş ilerliyor.
Kıbrıs konusunda yaşanan anlaşmazlık nedeniyle 35 fasıldan sekizinin müzakereleri dondurulmuş bulunuyor. Katılım sürecinin yakında hız kazanması beklenmiyor. Türk hükümetinin aylar boyunca yasaklama davasının etkisinde kalması bekleniyor. Diğer yandan yılın ikinci yarısında, Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğunu açıkça söyleyen Nicolas Sarkozy AB Dönem Başkanlığını üstleniyor.
FRANKFURTER NEUE PRESSE: "BARROSO TÜRKİYE'Yİ 'ANAHTAR DEVLET' OLARAK GÖRÜYOR"
ANKARA, 11/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Frankfurter Neue Presse gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Ankara'da mecliste yaptığı konuşmada, demokratik reformlara yönelik çabaların sürdürülmesi gerektiğine vurgu yaptı ve diğer adayların katılımında olduğu gibi süre açısından Türkiye için de bir öne alımın söz konusu olmayacağını belirtti. Türkiye'yi Avrupa açısından "anahtar devlet" olarak niteleyen Barroso, düşünce özgürlüğü, siyasetin ordunun önünde gelmesi ve temel hak ve özgürlükler alanında ilerlemelerin gerekliliğinin altını çizdi.
Barroso ve Rehn, siyasi kargaşanın yaşandığı bir zamanda Türkiye'yi ziyaret ediyor. Başbakan Erdoğan'ın İslami-muhafazakar hükümet partisi AKP hakkında kapatma davası sürüyor. AKP, Cumhuriyet Başsavcısı tarafından İslami emeller beslemekle suçlanıyor. AB, kapatma davasını birçok kez eleştirdi.
Barroso, konuşmasında Erdoğan hükümetinin bu zamana değin gerçekleştirdiği reformlardan övgüyle söz etti. Ancak parlamenterlere hitabında kapatma davasına değinmedi.
Barroso, "Avrupa'ya entegre olmuş, laik demokratik cumhuriyet yapısına sahip ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir Türkiye, dünyadaki köktendinci eğilimlere karşı bir alternatif ve medeniyetler arası diyalog için bir kazanımdır" dedi.
Yasaklı Kürdistan İşçi Partisine (PKK) karşı savaş konusuna da değinen Barroso, AB ve Türkiye'nin teröre karşı mücadelesini artırması gerektiğini belirtti. Kürt sorununun, ancak Kürt asıllı Türk vatandaşların kültürel ve siyasi haklarının garanti altına alınmasıyla mümkün olabileceğini açıkladı.
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG:" BARROSO TÜRKİYE'DE"
BERLİN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 363 bin 325 olan muhafazakâr eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Rainer Hermann imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Başkanı Barroso Ankara'daki TBMM'de yaptığı konuşmasında, AB ile üyelik anlaşmasının yürürlüğe girebilmesi için Türkiye'nin reformlarını enerjik bir şekilde devam ettirmesi gerektiğini belirtti. Barroso konuşmasında, düşünce özgürlüğü ve Kürtlerin kültürel haklarından söz ederken, Kürt PKK'nın AB için bir terör örgütü olduğunu vurguladı. Kıbrıs sorununun Türkiye'nin AB müzakere sürecini etkilediğini belirten Barroso, bu konuda Ankara'nın yapıcı bir yaklaşım sergilediğini, fakat deniz ve hava limanlarının Kıbrıs Rumlarına açılmasını beklediklerini hatırlattı.
AB Komisyonu Başkanı Barroso, temmuz ayına kadar iki müzakere başlığının daha açılmasını beklediklerini söyledi. Bu zamana kadar 35 müzakere başlığından altısı açıldı. Jose Manuel Barroso, Romano Prodi'den sonra Türkiye'ye gelen ikinci AB Komisyonu Başkanı olma özelliğine sahip. Ana muhalefet partisi CHP'ye yakınlığıyla bilinen Cumhuriyet gazetesi, AB'nin Türk siyasetine ve adaletine tehditler yoluyla baskı uygulamaya çalıştığından söz ediyor. CHP, Barroso'nun AKP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili beyanatlarda bulunmasına karşı çıkıyor. Barroso, Anayasa Mahkemesinin konuyla ilgili vereceği kararının Avrupa standartlarına uygun olmasının beklentisi içinde bulunduğunu söyledi.
AB Komisyonu Başkanı Barroso, Türkiye'nin AB adayı bir ülke olması nedeniyle, AB'nin Türkiye'deki siyasi gelişmeleri görmezlikten gelemeyeceğini hatırlattı. Barroso, Brüksel'deki Türk gazetecilerle olan buluşmasında, AKP'nin reform siyasetini desteklediğini ve gizli bir ajandası olduğuna inanmadığını söyledi.
FRANKFURTER RUNDSCHAU: "ERDOĞAN AVRUPA İSTİKAMETİNE ÇARK EDİYOR"
BERLİN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 148 bin olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Tayyip Erdoğan zor durumda kaldığında AB'yi hatırlıyor. İki yıldan uzun bir süredir Avrupa politikasında ihmalkar davranan Erdoğan, şimdi süreci tetikliyor. Cumartesi gününe kadar Ankara'da kalacak olan AB Komisyonu Başkanı Barroso ve Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Rehn'i, hükümet tarafından özellikle candan karşılanmaları mutlaka sevindirecektir. Muhalefet ziyaretten pek hoşnut değil. Erdoğan ise, İslamcı- muhafazakar hükümet partisi AKP'yi tehdit eden ve yakında Anayasa Mahkemesinde görülmeye başlanacak olan kapatma davasında müttefik olarak gördüğü Brüksel'den gelen konuklara kucak açıyor.
Erdoğan, yeniden uyanan AB ilgisini, "Türklüğün aşağılanmasını" dört yıla kadar hapisle cezalandıran ve şimdiden binin üzerinde eleştirel aydını yargı önüne taşıyan TCK'nın ünlü 301. maddesini reforme edeceğini duyurarak vurguluyor. Başbakan, tam zamanında, Brüksel'den gelen heyetin ziyareti öncesinde reform çalışmalarını yoluna koydu.
AB şimdiye dek, tartışmalı maddenin değiştirilmesine yönelik taleplerinde, ilgisizlikle karşılaşmıştı. Ankara'da reformlarda duraksama hakim. AB'nin gayrimüslim din cemaatleri için daha çok hak, daha fazla düşünce özgürlüğü ve Kürtler için daha çok kültürel hak verilmesi çağrıları duyulmaksızın yankılanıyor. Erdoğan bunun yerine ajandasına odaklandı: Siyaset yoldaşı Abdullah Gül'ü devletin en yüksek makamına getirdikten sonra üniversitelerde başörtü yasağını kaldırdı. Bu şekilde çok ileri giderek laik elitlerle ihtilafı tırmandıran Erdoğan, sonra da şimdi kendisini zor durumda bırakan kapatma davasının açılmasını provoke etti.
Burada, hükümet partisinin mevcudiyetini koruması ve önde gelen yöneticilerinin kişisel kaderlerinden çok daha fazlası söz konusu. Yasaklama davasıyla Erdoğan dönemi tamamen sona erebilir. Kaldı ki, bu döneme sadece yerleşik tabaka ile dinci güçlerin arasındaki giderek kabaran ihtilaf damgasını vurmadı. Türkiye Erdoğan döneminde, Cumhuriyet 85 yıl önce kurulduğundan beri hiç olmadığı kadar ekonomik bakımdan yükselen ve sürdürebilir bir kalkınma yaşadı. Avrupa, özellikle de Almanya bugün Türkiye ile ekonomik alanda yakın ilişkilere sahip. Bu yüzden ülkenin ekonomik refahı bizim için, tıpkı, çalkantılı Yakındoğu bölgesindeki ülkenin iç siyasi istikrarı kadar önem taşımalı. Erdoğan'ın şimdi yasaklama davası ve davanın yol açtığı iç siyasi çalkantılar nedeniyle AB'ye yönelmesi, iyi bir gelişmedir.
Ancak, 301. maddenin aceleyle reforme edilmesi yeterli olmayacaktır. Erdoğan şimdi, kendisi için üye adaylığının sadece rakiplerini etkisiz hale getirmek ve ordunun siyaset üzerindeki etkisini geriletmek için bir bahane olmadığına inandırması gerekecektir. Erdoğan, ülkesinin gerçekten AB'ye demir atmasını istediğini ve Birliğin değerlerini paylaştığını kanıtlamak zorundadır. Bundan geçtiğimiz iki yıl içinde giderek artan bir şekilde şüphe duyuldu. Şayet Erdoğan bu kuşkuları dağıtmak istiyorsa, gücünü, başörtüsü çatışması gibi şüpheli projelere harcamak yerine AB reform ajandasına odaklanmalıdır.
DIE TAGESZEITUNG: "AB'DEN TÜRKİYE'YE SERT ELEŞTİRİ"
BERLİN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 55 bin 340 olan sol eğilimli Die Tageszeitung'un 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan, İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Brüksel'in Temsilcileri Kısa Bir Ziyaret İçin Ankara'da. AK Partinin Kapatılması İhtimaliyle İlgili Açıklamalar Şiddetli Tepkilere Neden Oldu--
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türk Meclisinde yaptığı bir konuşmada, "Türkiye'nin Avrupa'da bir kilit devlet olduğunu, ancak AB'ye üyelik için daha çok uzun yol katetmesi gerektiğini" söyledi. Barroso, düşünce özgürlüğü ve siyasete orduya göre daha öncelik verilmesine ilişkin reformların devam etmesi hâlinde, ülkenin Avrupa perspektifinin süreceğini vurguladı.
Barroso, bir gün önce hükümet partisi hakkında açılan kapatma davasını ağır bir şekilde eleştirdiği için, ziyaret öncesinde şiddetli tartışmalar yaşanmıştı. İki büyük muhalefet partisi, Barroso'nun sözüm ona uygunsuz müdahalesi ve Türk yargısını baskı altına almaya çalışması nedeniyle Meclis genel kurulunda konuşma yapmasını engellemeye çalışmışlardı. AB Komisyonu Başkanının Türkiye'ye yaptığı ilk ziyaret esasen ocak ayı için planlanmış olduğundan, şeklen, iktidar partisi AKP hakkında açılan kapatma davasına bir tepki olarak değerlendirilemeyecek olsa da, AB çok açık bir tavır sergiledi. Önce genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn, bu tür meselelerin Avrupa'da mahkemeler yerine seçim sandıklarında karara bağlandığını açıkladı. Arkasından AB'nin Yüksek Temsilcisi Solana, AKP'nin yasaklanmasının Türkiye'nin katılım sürecini kaçınılmaz olarak etkileyeceğini söyledi.
Barroso dün, AKP hakkında verilecek olası bir yasak kararının sonuçları hakkında spekülasyonlarda bulunmaktan kaçınarak, bunun yerine Türkiye'den 2002-2005 yılları arasındaki reform politikası dönemine geri dönmesini talep etti.
Gerçekten de hükümet, iki yıllık oyalanmanın ardından gelecek hafta "Türklük" ile ilgili ünlü 301. maddeyi, değiştirmek için Meclise getirme kararı aldı. Ancak düşünce özgürlüğünün sınırlandırılmasını kaldırmak yerine, "Türklük" kavramı kaldırılarak "Türkiye Cumhuriyeti" kavramı kullanılmak isteniyor.
Hukukçular, yeni ifadenin de keyfi davranışa açık kapı bırakmasından endişeleniyorlar. Yazar Orhan Pamuk hakkında olduğu gibi utanılacak davaları engellemek için, gelecekte 301. maddeden dava açılması, Cumhurbaşkanının iznine bağlanacak. Parti yasaklamalarını zorlaştıran bir anayasa değişikliği dışında AKP'nin yakında bir paket hâlinde sunması öngörülen diğer reform önerilerinin hatları da henüz netleşmiş değil. Bu tür bir anayasa değişikliğinin, şayet gerçekleşirse, AKP'ye karşı açılan yürümekte olan davayı etkileyip etkilemeyeceği de oldukça tartışmalı.
Barroso ile Rehn'in birlikte yaptıkları ziyaretle Avrupa Birliği en azından neredeyse iki yıllık aranın ardından, Türkiye ile katılım müzakerelerini hesaba katmaktan hâlâ vazgeçmediğinin sinyalini vermiş oldu. Barroso, temmuza kadar iki başlığın daha müzakerelere açılacağını duyurdu. Ancak gelecekteki gelişmeler için, Kıbrıs'taki müzakerelerde ilerleme kaydedilip kaydedilmeyeceğinin belirleyici olması bekleniyor.
DEUTSCHLANDRADIO: "TÜRKİYE BAŞBAKANI ZORDA"
ANKARA, 11/04(BYE)--- Almanya'da ulusal yayın yapan Deutschlandradio'nun 10 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Gunnar Köhne imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının çevirisi şöyledir:
AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ve genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn üç günlük Türkiye ziyaretinde, temaslarda bulunuyor. Bu ziyaret, kriz döneminde deneyim kazanma sürecine dönüşüyor. AB, reformların sürmesinde diretiyor. Ancak Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın partisi AKP'ye açılan kapatma davasından beri elleri bağlı.
AB Komisyon Başkanının ziyaretiyle eş zamanlı olarak Türkiye Genelkurmay Başkanlığından basına bir yazı ulaştırıldı. Söz konusu yazıda ordu yönetimi, titizlikle Türkiye'de hangi kişi ve kurumların yurt dışından -bilhassa Avrupa'dan- desteklendiğine dikkati çekiyor. Adeta Türk demokratların "kim kimdir" listesi gibi algılanıyor: Listede generallerin gözünde -özellikle de AB kaynaklarından- yurt dışından bağış ve fonları kabul etmeleri nedeniyle şüphe yaratan politik vakıflar, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve sanatçılar yer alıyor.
Liberal eğilimli gazeteci Mehmet Altan buna şaşırmıyor. Zira Altan göre AB yakınlaşmasının gerçek karşıtları hâlâ ordu ve bürokrasi içinde konuşlanıyor. Bu nedenle Altan, Erdoğan hükümetinin yarı gönüllü reform arzusundan dolayı hayal kırıklığı yaşıyor:
"Türkiye, ancak AB ile mevcut demokrasi eksikliklerini -insanların zihinlerindeki dahil- kısa sürede giderebilir. Fakat AKP'de geçen yıl kazanılan büyük seçim zaferi sonrasında gerilerde kalmış tek parti rejimi zamanlarındaki zihniyet yeniden nüksediyor. AB Türkiye'yi reform yapmaya azmetmesi konusunda cesaretlendirmiş ve böylece dolaylı olarak AKP'nin zafer elde etmesine katkı sağlamış oldu. Ancak AKP Brüksel'e müteşekkir olmayıp üstelik yavaşça ondan uzaklaştı."
Mehmet Altan gibi liberal kesimden kişiler uzun bir süre, AKP'nin dindar köklerine yabancı oldukları hâlde Erdoğan'ın AB yolunu desteklemişlerdi. Şimdilerdeyse bu kişilerin çoğu, AKP'nin son seçim zaferinin ardından üniversitelerdeki başörtü yasağının kaldırılmasını AB reformlarından daha çok önemsediği izlenimine kapılmış durumda. Buna Türklüğü tahkir etmeyi ceza kapsamına alan ve aralarında Nobel Edebiyat Ödüllü Orhan Pamuk gibi yüzlerce yazar ve gazeteciye mahkeme yolunu açan ünlü 301. maddenin varlığı bir örnek teşkil ediyor.
Bu hafta başında ve böylece tümüyle Barroso'nun ziyareti öncesi sıkça söz konusu olan maddenin değiştirilmesi gündeme geldi: Buna göre "Türklük" ibaresinin yerini "Türk milleti" ibaresinin alması bekleniyor. Ayrıca bundan böyle mahkemenin dava açabilmesi cumhurbaşkanının onayına bırakılacak. Ahmet Altan gibi hükümete eleştiri yöneltenler açısından bu fazla büyük bir adım oluşturmayacak:
"Hükümet artık nihayet uluslararası hukuk normlarına sadece lafta bırakmayarak öncelik tanımak zorunda. Sonuçta sadece bazı ufak tefek ibare değişiklikleri değil asıl farklı bir hukuk anlayışının benimsenmesi söz konusu."
Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının AKP hakkında açtığı kapatma davasının kabul edilmesi sonrasında artık pek çok kimse, AKP'nin bundan sonra neler yapabileceğini kendine sorar oldu. Ülkeyi alttan alta İslamlaştırdığı iddiasıyla milliyetçi-laikçi muhalefet hükümeti düşürmek istiyor. Ülke, daha önce pek rastlamadığı oranda kutuplaştı, hatta bazıları bunun hükümet karşıtlarının isteği doğrultusunda gerçekleştiği görüşünde. Mehmet Altan, başörtüsü kavgası koptuğunda dahi AKP'nin AB rotasında diretmesi gerektiğini söylüyor:
"AKP reform yolundan sapıyor ve artan oranda kendi muhafazak3ar tabanına yönelik politika yapıyor. Ancak başörtüsü gibi sorunlar, devletle toplumun kapsamlı bir şekilde demokratikleşmesinden bağımsız olarak ele alınamaz. Üniversitelerdeki diğer sorunlara değinmeden sadece başörtüsüne özgürlük istemek olmaz. Herkes için özgürlük istemeyen eninde sonunda kendisi etkilenir. AKP şu anda bununla açılan kapatma davası nedeniyle karşı karşıya. Bu nedenle umuyorum ki bir an önce yeniden AB reform yoluna yeniden geri dönsün."
İstanbullu sol eğilimli bir gazete kısa süre önce şu manşeti attı: "Bizim tarafımıza gel Erdoğan". Kastedilen şuydu: Başbakan, kendisini daha önce hiç olmadığı kadar net bir şekilde Batılı reformcuların tarafında göstererek parti kapatma davasında demokratların desteğini hak etmeli.
DEUTSCHLANDRADIO: "'LAİK, DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE ARAYIŞINDAYIZ'"
ANKARA, 11/04(BYE)--- Almanya'da ulusal yayın yapan Deutschlandradio'nun 10 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Christian Rabhansl imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
İfade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, azınlık hakları... Türkiye ile AB arasında birçok noktada hala geniş uçurumlar söz konusu. Bu açıdan son gelişmeler ışığında, Türkiye'nin Avrupa politikaları etrafındaki tartışmaların sadece Ankara'da yeniden alevlenmemesine şaşmamalı. Şu günlerde Brüksel'de de Türkiye'ye eleştirel bir göz atılıyor.
Brüksel'in kalbindeki Grand Place'deyiz. Bordür taşlı meydanda gezinen turistler Barock tarzı binaların fotoğrafını çekiyor. Sadece birkaçı çiçekli bir standı dikkatle inceliyor. Rengarenk laleler göze çarpıyor, demeti yedi avro. Peki lale Avrupa veya Hollanda'yı mı simgeliyor? Lale, esasen Konstatinapol üzerinden Avrupa'ya geldi.
Lalenin yanı sıra tüm Türkiye Cumhuriyeti'nin de mi Avrupa'ya ait olup olmadığı meselesine gelince; buna hala Brüksel'de kafa yoruluyor. Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin iktidardaki AKP'ye karşı kapatma davasının açılmasına karar vermesinden itibaren ise şüpheler yeniden yoğunluk kazandı.
Grand Place'nin birkaç sokak ötesinde Avrupa'nın ana karargahı bulunuyor. AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso, Ankara ziyaretine başlamadan önce buradan şöyle seslenmişti:
"Anayasa Mahkemesinin hukuk ve demokrasi temelinde ve Avrupa standartlarına saygı çerçevesinde karar vereceğini ümit ediyorum. Bunun, bizim Türkiye'ye bakış açımızda büyük tesiri olacağını düşünüyorum. Laik, demokratik bir Türkiye arayışındayız."
AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn ise şunun altını çizdi: "Kapatma davasının hiçbir hukuki dayanağı yok." Alman Sosyal Demokratlardan Vural Öger gibi diğer bir kesim ise soğukkanlılığı korumaya davet ediyor:
"Avrupa'daki bizler gelişmeleri sükunetle takip etmeli ve elde sopayla 'Eğer şunu yapmazsanız bu olur' türünden konuşmamalıyız. Bu tür konuşmalar, Türkiye'de çoğu kez olumsuz tepkilere neden oluyor. Ayrıca vatandaşları milliyetçi, yer yer de İslamcı kamplara sevk eden de budur."
Hristiyan Demokrat Elmar Brok da şunları söylüyor: "Eğer AB'ye üye olmak isteniyorsa, üyeliğin gerekleri konusundaki sözlere kulak asmalı. Bu gerekler üzerine konuşamamak bile Türk toplumu üzerinde tamamen yanlış bir izlenim yaratır. Ya üyeliğe hazırsınızdır ya da değilsinizdir."
Türkiye'de bir dizi reforma acilen ihtiyaç duyulduğunu ise Olli Rehn birkaç gün önce Avrupa Parlamentosunda dile getirmişti. Kürtler kendi dillerinde eğitim görebilmeli, cumhurbaşkanının yetkileri sınırlandırılmalı ve özellikle 301. maddede değişikliğe gidilmeli.
Türkiye meclisinin şu günlerde tartıştığı türden sade reformları ise Elmar Brok yeterli görmüyor:
"301. maddeyi reforme etmeyi yeterli bulmuyorum. Türk karşıtı eylemlerin yerini alacak başka bir ifade bulunur. Günümüzde olduğu üzere, aynı hakim ve savcılar, bu ifadeleri yine ona göre kullanma yoluna gideceklerdir. Bence bu türden bir yasa maddesi tümden kaldırılmalı."
Bu görüşü Vural Öger de paylaşıyor. Öger açısından, geriye kalan değişiklikler zaman meselesi.
Buna, Brüksel'de şu günlerde inanacaklar fazla olmayacaktır. Tıpkı Türkiye'nin tam üyelik konusunda olduğu gibi. Elmar Brok, çok sayıda karşı modelin olduğunu ifade ediyor. Brok, kendi içinde bağımsız bir iç piyasa modeli, Schengen Sözleşmesinden kaynaklı ortak bir güvenlik politikası, çevre konuları konusunda bir işbirliği üzerinde duruyor: "Örneğin ortaklaşa durumda devralınacak birçok husus bulunuyor. Böylece, 10 veya 15 yıl sonra dahi iki tarafın hazır olup olmadığına bakılabilir."
Yani tam üyelik olmayacak mı? Öger, buna içerliyor. Sonuçta, Türkiye ile tam üyelik eksenli müzakereler yürütülmesine dair kesin bir Konsey kararı söz konusu.
Öger, "Bunun dışındaki her şey, Türkiye'deki elitlerin Türk halkını milliyetçi kampa yönlendirmesine yol açacaktır. Buna çok dikkat etmeliyiz. Her defasında bazı opsiyonlar getirmemeliyiz. İnandırıcılığımız söz konusu" diyor.
Brüksel'deki Grand Place'de akşam oluyor. Bir sokak müzisyeni enstrümanını kabına yerleştirirken çiçek standı sahibi de standını topluyor; Türk-Avrupa lalelerini ise tümüyle elden çıkarmayı başaramadı.
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "BARTHOLEMEOS DESTEK İSTİYOR"
BERLİN, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 363 bin 325 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 12 Nisan 2008 tarihli sayısında, Rainer Hermann imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Barroso, Ekümenik Patrikle Buluşuyor--
AB Komisyonu Başkanı Barroso, Türkiye ziyaretinin ikinci gününde, Ortodoks Hristiyanlarının ruhani lideri ekümenik patrik I. Bartholemeos tarafından kabul edildi. Patrik, çok sıcak geçen görüşmede Barroso'dan, Heybeliada'daki Halki Ruhban Okulunun açılması için destek istedi. Türk devleti 1971 yılında Türkiye'deki tek ruhban okulunun kapatılmasını kararlaştırmıştı. Ruhban okulunun yeniden açılmasının Ortodoks kilisesi için öncelik taşıdığını söyleyen Bartholemeos, birkaç hafta önce, patriğin statüsünün Türk devletinin değil kilisenin meselesi olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan'ın açıklamasını takdirle karşıladığını söyledi. Başbakan Erdoğan, Türkiye'de bunu dile getiren ilk politikacıydı.
Belediye Meclisi üyelerinin seçiminde bazı isimlerin sebepsiz yere silindiğini, bu şahısların bu yüzden görevlerine başlayamadıklarını anlatan Bartholemeos, şimdi mağdurların ilk kez buna karşı dava açabilmelerine imkan sağlandığını ifade etti. Meclis tarafından kısa bir süre önce çıkarılan yeni Vakıflar Yasasıyla ilgili çekincelerini de dile getiren Patrik, kilise cemaatlerinin sadece vakıf olarak organize olabileceklerini belirtti. Yasa ilk kez vakıflara, mal varlıklarına el konulmasına karşı yargıya gitme olanağı sağlıyor. Patrikhane tarafından yapılan açıklamada, yasayla bağlantılı uygulama koşullarının, 1936 yılında el konulan gayrimenkullerin kalıcı bir şekilde kaybedildiğini, 1937-1972 yılları arasında el konulan emlakla ilgili olarak da, her biri için ayrı dava açmak yoluyla hak aranmasını öngördüğü belirtildi. Rum Ortodoks Kilisesi mal varlığının onda dokuzunu el konulduğu için kaybetmişti.
DIE TAGESZEITUNG: "ÇEKİNCELİ DEMOKRASİ"
BERLİN, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 55 bin olan sol eğilimli Die Tageszeitung'un 12 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:
--Türkiye'de Hükümet Partisi AKP'nin Kapatılmak İstenmesi, Kötü Bir Şaka. Erdoğan'ın Anayasayı Reforme Etme İşini Bir Türlü Halletmemesi, Şimdi Öcünü Alıyor--
Türkiye bir kez daha önemli bir yol ayrımında. Yine bir kez daha şu sorular gündemde: Şimdiki kriz gerçek demokrasiyi getirmeyi başaracak mı, yoksa, çekinceli demokrasi kalmayı sürdürecek mi? Hükümet partisi AKP'ye ve politikacılarına karşı açılan kapatma davası, demokrasinin sonu mu olacak? Yoksa bu yaşadıklarımız, Türkiye'nin daha aydınlık bir geleceğe doğru başlangıç yapmasından önce bürokratik-askeri mekanizmanın son çırpınışları mı?
Şeklen bakıldığında, Türkiye hala askeri cuntanın 1980 darbesinin ardından getirdiği ve kendi zihniyetine göre şekillendirdiği anayasayla kurumsallaştırdığı yarı demokratik bir rejimle yönetiliyor. Bu anayasa gerçi geçen 28 yıl içerisinde defalarca değiştirildi. Ancak, esası teşkil eden otoriter zihniyete dokunulmadı.
1980 darbesi öncelikle yüksekokullardaki solcuları ve sendikaları hedef almıştı. Türk solu bugüne kadar bu darbenin sonuçlarının üstesinden gelemedi. Üyeleri ya cezaevine girdiler, ya pes ettiler ya da yurt dışına gittiler.
--AKP, Reformlara Devam Etmek Yerine, Yüksekokullarda Başörtüsüne İzin Verilmesiyle Yetindi--
1982 yılında halk oylamasıyla kabul edilen anayasayla ordu, bir nevi, yönlendirilen demokrasinin çerçevesini oluşturdu. 2002 yılında AKP'nin seçimleri kazanmasıyla bu hegemonya gerçekten sorgulanmaya başlandı. Esasen ordunun, 1980 anayasasının zihniyetiyle, daha o dönemde müdahale etmesi gerekirdi, ki bugün, generaller arasında bu yönde tartışmalar yapıldığı biliniyor. Buna rağmen müdahalenin gerçekleşmemiş olmasının birçok nedeni var. Talimatla iş yapan partilerden farklı olarak Türk toplumu geçen 20 yıl zarfında çok modernleşti. Öte yandan, Türk ekonomisinin uzun süredir uluslararası bağlantıları var ve soğuk savaşın küresel düzeni dikte ettiği 1980 yılındakinden farklı olarak, 2002 yılında ordunun Türkiye'de müdahaleye kalkışması ülkenin en önemli partnerleri tarafından kesinlikle hoş karşılanmazdı.
Bu durumda bugüne kadar hiçbir şey değişmedi. Tam tersine: Türk ekonomisi ve ülkenin partnerleri için, demokratik gelişmeleri geri götürecek her türlü girişim bir felaket anlamına gelir. AB, AKP'nin yasaklamasının ülkenin üyelik sürecinin sonu olacağını çok açık bir şekilde belirtti.
Kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye'nin notunu şimdiden düşürerek "olumsuz"a çevirdiler. Ekonomi çöküyor.
Peki AKP şimdi neden devre dışı bırakılmaya çalışılıyor? Yargıtay Başsavcısının, AKP'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu şeklindeki suçlamasının yasaklama davasına esas teşkil etmesi gerçi kötü bir şaka, ancak siyasi suçlama olarak tamamen inkar edilemez. Geçen yıl temmuz ayındaki mutlak zaferinden ve Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmesinden bu yana AKP, izlediği çizgiden tamamen saptı. İlk iktidar dönemindeki beş yıl içersinde ülkeyi içerdeki reformlarla AB'ye yakınlaştırmaya ve ekonomiyi kalkındırmaya odaklanan AKP'den, birdenbire bundan hiçbir eser kalmadı.
AB, Türk politikasında bir buçuk yıldan beri artık hiçbir rol oynamıyor. Söz verilen reformlar, her şeyden önce de "Türklüğe hakareti" cezalandıran ünlü 301. maddenin kaldırılması, sürekli olarak ertelendi. AB Komisyonu Başkanı Barroso ve genişlemeden sorumlu AB Komiseri Rehn'in Türkiye ziyareti sırasında da hükümet, göstermelik değişikliklerden fazlasını yapmaya yanaşmadı.
Seçim kampanyası sırasında yeni bir anayasa vaadiyle ülkenin liberal kesimlerinin desteğini alan AKP, bunun yerine sadece başörtüsüyle ilgilendi. Aşırı sağcı MHP ile girilen uğursuz ittifakla, anayasada sadece, üniversitelerde başörtüsünün yasağının kaldırılması yönünde değişikliğe gidildi. Tamamen yeni ve özgürlükçü bir anayasadan ise artık hiç söz edilmez oldu.
Bu çark edişin ardından AKP, aralarında ülkenin önemli düşünce önderlerinin ve yatırımcıların bulunduğu liberal kesimin desteğini büyük ölçüde yitirdi. Liberal destekçilerinin, başörtüsü özgürlüğünün daha geniş çaplı bir özgürlük paketi içerisinde yerleştirilmesi önerisini, Başbakan Erdoğan sürekli geri çevirdi. Bundan da, artık tüm güç makamlarını elinde bulunduran AKP'nin, şimdi beş yıldır beklettiği programını uygulamaya koymaya başladığı çok açık bir şekilde görülüyor.
Bu, sistemdeki şahinlerin beklediği bir paradigma değişikliğiydi. AB üyeliğini zaten istemeyen bu kesim için AKP ile hesaplaşma zamanı gelmişti. Partinin bir kesimi şimdi, yeniden demokratik açılıma devam edilmesi ve bekletilen anayasa taslağının gündeme getirilmesini isterken, Erdoğan'ın da dahil olduğu çoğunluk, dindar destekçilerinin sert çekirdeğinin harekete geçirilmesi eğilimindeymiş gibi gözüküyor. Gerçi şimdi muhalefetle yeniden anayasa reformu konusu görüşülmek isteniyor, ancak Erdoğan'ın gerçek niyeti, gelecek ilkbaharda erken seçime gitmek ve bir nevi yasaklama kararına karşı halk oylaması yapmak.
Şimdiye dek ekonomi ve sendikalardan oluşan çok sayıda örgütün itidalli davranılması ve uzlaşı arayışına gidilmesi çağrıları sonuç getirmedi. Belki Barroso ile Rehn'in ziyareti AKP yönetiminin yeniden başlangıçtaki reform ajandasına dönmelerini sağlar. Her halükarda, toplumun geniş desteğini yeniden kazanması ve beton Kemalistlere karşı yeniden atağa geçmesi sadece bu şekilde mümkündür.
AKP yasaklanacak olsa bile, bu, yolun sonu demek değildir. 1980'deki gibi bir darbe bugün tekrarlanamaz. AKP'nin milyonlarca taraftarının kolayca hapse atılması mümkün değildir. Yeni bir isim altında başka bir parti kurulur.
Ancak şu tespit kalır: AKP -ya da yerine kurulacak parti-, toplumu liberalleştirmek için demokratik solcuların rolüne soyunmayacaktır. Bu, AB'nin baskısıyla da olmayacaktır. Türkiye'de gerçek demokratikleşmenin olması için, taktiksel nedenlerden değil gerçekten inandığı için daha çok liberalleşmeden yana olan bir partiye ihtiyaç vardır. Bu aşamaya gelinceye kadar da Türkiye'deki demokrasi yarım yamalak kalmak zorundadır.
GENERAL-ANZEIGER: "KENDİ KENDİNİ BLOKE ETME"
ANKARA, 14/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan General-Anzeiger gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayfasında, Susanne Güsten imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn'in Ankara'ya yaptıkları ziyareti protesto eden Türkiye'deki Kemalistler ve milliyetçiler, bu protestolarıyla Türkiye'nin üyeliğine karşı olan Avrupa'daki kesimlerin en iyi dostu olmuş oluyorlar. Türkiye kendisini reform sürecinde kararlı ve üyeliğe hevesli bir ülke olarak göstereceğine, AB'ye üyelik hedefinde bile uzlaşamayan bir ülke olarak gösteriyor.
Barroso'nun yaptığı ziyaretin ardından, AB'de Türkiye'nin üyeliği konusunda yaşanan tereddüdün artması kimseyi şaşırtmayacaktır. Kemalist muhalefet partisi CHP ve milliyetçi MHP'nin, Brüksel'den gelen ziyaretçileri istenmeyen yabancı casuslar olarak değerlendirmelerinin altında yatan sebeplerden biri Ankara'da yaşanan güç mücadelesi.
Barroso ve Rehn, Türkiye'de herkesin bildiği, kapatma davasının Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP'sine karşı başlatılan politik ve ideolojik bir manevra olduğu, demokrasi ve hukuk devletiyle alakası olmadığını açık bir şekilde ifade ettiler.
Erdoğan, Avrupa politikasını uzun bir süre ihmal ettiği yönündeki eleştirilere ister istemez katlanmak zorunda. Başbakan, kendi partisi hakkında açılan davayla, demokrasi ve hukuk devletinin genişletilmesinin seçim taktiği olarak her seferinde ertelenebilecek bir lüks olmadığını anlamış olmalı. Türkiye böylece, Avrupa'daki karşıtlarını mutlu edecek genel bir görüntü sergiliyor.
DER TAGESSPIEGEL: "TÜRKİYE TÜRKLÜK YASASINI REFORME EDİYOR"
BERLİN, 15/04(BYE)--- Tirajı günde 137 bin olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 15 Nisan 2008 tarihli sayısında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Ankara, Yasanın Hakimler Tarafından İstismar Edilmesine Son Vermek İstiyor--
Türkiye, geçen yıllarda Ankara'da demokrasi eksikliğinin bir sembolü haline gelen bir yasayı değiştiriyor. Meclis Başkanı Köksal Toptan, dün "Türklük" ile ilgili 301. maddede değişiklik öngören yasa taslağını istişare edilmesi için Meclis Adalet Komisyonuna sevk etti. Başbakan Erdoğan'ın hükümet partisi AKP, Mecliste çoğunluğa sahip olduğu için yasa değişikliğinin hızla onaylanması bekleniyor.
Ancak yeni düzenlemenin önemli ayrıntıları henüz netlik kazanmadı, ki bu gerçek de, Türkiye'nin düşünce özgürlüğü konusunda hala zorlandığını ortaya koyuyor. "Türklüğe hakareti" yasaklayan bu madde, milliyetçi avukatlar, savcılar ve hakimler tarafından yüzlerce davada düşünce özgürlüğüne karşı kullanıldı. Bu maddenin en tanınmış kurbanları arasında, Ermeni konusundaki açıklaması nedeniyle mahkeme önüne çıkarılan Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Orhan Pamuk da bulunuyordu. Mart ayında ise İstanbul'daki bir mahkeme, insan hakları savunucusu Eren Keskin'i Tagesspiegel gazetesine verdiği bir mülakatta orduya hakaret ettiği gerekçesiyle 301. maddeden altı ay hapis cezasına mahkum etti. Keskin, karara itiraz etmek istiyor.
Erdoğan, AB'nin baskısı ve Türkiye'deki eleştiriler nedeniyle yasa değişikliği taslağını geçen hafta, tam da AB Komisyonu Başkanı Barroso ile AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in Türkiye ziyareti öncesinde Meclise göndermişti. Ancak, Kemalist muhalefetin başvurduğu geciktirme taktiği, taslağın Mecliste hemen istişare edilmesini engellemişti. Yeni 301. maddenin nasıl olacağı, dün de netleşmedi. Muğlak "Türklük" kavramının yerine somut olan "Türk milleti" kavramının kullanılması konusunda tartışma yaşanmıyor. Ancak Meclis Başkanı Toptan ve başka politikacılar, gelecekte 301. maddenin dayanak alınacağı davalarda kovuşturma yapılmasının Cumhurbaşkanının iznine bağlanmasına karşılar. Toptan, bu görevin Adalet Bakanlığına verilmesinden yana.
DER TAGESSPIEGEL: "TÜRKİYE BÜYÜKELÇİSİ AHMET ACET: ALMANYA AB'NİN LOKOMOTİF GÜCÜDÜR"
BERLİN, 15/04(BYE)--- Tirajı günde 137 bin olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 15 Nisan 2008 tarihli sayısında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Her ülkenin diplomatları için yurtdışı görevleri farklı özellikler arz eder. Bazı görevler tehlikelidir, bazıları kişinin yükselmesi için önemlidir, bazıları egzotiktir, bazıları sürgün yeridir, bazıları ise sıkıcıdır. Fakat çok az sayıdaki büyükelçilik, memuruna, kendi başkentinden uzakta sadece dış siyasette etkili olabilme fırsatını değil, aynı zamanda iç siyasette de bir rol oynayabilme imkanını vermektedir. Türkiye Büyükelçisinin Berlin'deki makamı buna imkan sağlayan ayrıcalıklı bir görev yeridir. Ankara'nın Federal Almanya'daki yeni Büyükelçisi Ahmet Acet bu özel konumunun bilincindedir.
Yeni Büyükelçi Ahmet Acet kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, Berlin'deki Türkiye Büyükelçiliğinin diğer ülkelerin diplomatik temsilcilikleriyle kıyaslandığında bir farkının olduğunu belirtirken, "Bu ülkede çok sayıda vatandaşımızın yaşadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız" ifadesini kullanıyor. Büyükelçi Acet, çalışmalarında, Almanya'daki yaklaşık iki milyon Türkün çıkarlarının en önemli unsur olacağını vurguladı. Büyükelçinin çalışmalarının bu noktası gelecek zamanda muhtemelen daha da güncel bir hale gelecektir. Zira Ankara'daki Erdoğan hükümetinin planlarına göre, yurtdışında yaşayan Türklerin, mektup veya internet vasıtasıyla, memleketlerindeki parlamento seçimlerine ilk defa iştirak edebilmeleri öngörülüyor.
Ankara için Federal Almanya çok özel bir ülke durumundadır. Bu ülkeden beklentiler çok fazlayken, bu ülke, şubat ayındaki Ludwigshafen şehrindeki yangın felaketi sonrasında olduğu gibi aniden lanetlenmeye maruz kalabilmektedir. Yeni Büyükelçi bu gibi hassas ilişkiler konusunda tecrübelidir. Kendisi 80'li yıllarda uzun bir süre Bonn'daki Türk temsilciliğinde çalışmıştır.
57 yaşındaki diplomat son yıllarda özellikle Avrupa konularında ağırlıklı olarak çalıştı. Büyükelçi Ahmet Acet, hükümetin çeşitli birimlerinin reform çabalarını koordine eden ve ülkeyi hedeflenen AB üyeliği için hazırlıkların hızlandırılmasına katkı sağlayan Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinde Genel Sekreter Vekili olarak üç yıl boyunca görev aldı.
"Almanya, AB'nin lokomotifi konumundadır" ifadesini kullanan Büyükelçi Ahmet Acet, Avrupa konularındaki bilgi birikimini Berlin'de iyi bir şekilde kullanma fırsatına sahip olacaktır. Ankara, dönemin Federal Alman kırmızı-yeşil koalisyon hükümetinin Türkiye'nin AB üyeliğini aktif olarak desteklemesinden sonra, Şansölye Angela Merkel'in, Türkiye'ye karşı güvensizlik duymasına rağmen, en azından müzakereleri sekteye uğratmamasından memnuniyet duyuyor. Büyükelçi Acet'in en önemli görevlerinden birisi, Federal Alman Hükümetinin sergilediği bu yaklaşımı güçlendirmek olacaktır.
ARD: "AVRUPA BİRLİĞİ BİZİM İÇİN NE DÜŞÜNÜR?"
ANKARA, 16/04(BYE)--- Almanya'da yayın yapan ARD televizyon kanalının 15 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Michael Jansen imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--Türkiye Kadınlara Yönelik Şiddeti Tartışıyor--
İtalyan sanatçı Pippa Bacca'nın öldürülmesi olayı Türkiye'de kadınlara yönelik şiddetle ilgili bir tartışmanın patlak vermesine neden oldu. Toplumdaki bazı belirli tutumların kadına yönelik şiddete yol açıp açmadığı sorgulanıyor.
Türk basını, hafta sonunda Pippa Bacca konusunun duyulması üzerine şoke oldu. Milliyet gazetesi İtalyan bayrağının renklerinin yer aldığı siyah zemin üzerine "Acımız Büyük" manşetini kullandı. Hatta Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan kurbanın ailesine başsağlığı dileklerini iletti. Bazı Türkler, bununla, Türkiye'nin yurtdışındaki imajının kurtarılmaya çalışıldığı görüşünde. Gazeteci Mirgün Cabas, meslektaşlarını eleştirerek şunları söyledi: "Hürriyet gazetesi manşetinde, kurbanın annesinin 'böyle bir şey başka bir ülkede de olabilirdi' yönündeki açıklamasına yer veriyor. Bende bu sanki olay önemsizmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor, savunma pozisyonuna geçiliyor ve bu yapılırken de annenin bir açıklamasından faydalanılıyor izlenimini uyandırıyor."
--Yabancı Kadınlar Kolay Lokma mı?--
Şimdilerde ise Türkiye'de çok farklı bir konu tartışılıyor. Tartışılan ise Türk toplumundaki bazı tutumların, bu yöndeki suçları teşvik edip etmediği. İstanbullu sosyolog Arus Yumul bu soruyla ilgili olarak açık ve net "Evet" cevabını vererek şunları söylüyor: "Televizyon programlarımız, kitaplarımız ve popüler kültürümüz, bu ülkede özellikle de yabancı kadınların cinsel konularla ilgili çok daha rahat olarak görüldüğünü ve bu yüzden de kolay lokma kabul edildiklerini gözler önüne seriyor. İnsanlar bundan dolayı da bu yöndeki olayları artık suç olarak bile görmüyor."
--Kadının Sırtından Sopayı, Karnından Çocuğu Eksik Etmeyeceksin--
Hukukçu Ümit Kocasakal buna karşılık ise, kadına yönelik şiddet olaylarında cezaları büyük ölçüde artıran Ceza Kanunu reformuna dikkati çekerek şunları söylüyor: "Gazetede 'AB Hakkımızda Ne Düşünür?' gibi manşetler gördüm. Neden toplumumuz kolektif bir suç duygusuna sahip olsun ki? Hayır, bu tek bir kişinin işlediği vahşi bir suçtur. Ne sizin ne de benim bunda herhangi bir suçumuz varfır."
Psikolog Nazım Serin'e göre ise böyle bir bakış açısı fazlasıyla basit: "Hepimiz Türkiye'de kadınlarla ilgili ne tür görüşlerin yaygın olduğunu biliyoruz. Atasözlerimize bir baksanıza 'Kadının sırtından sopayı, karnından çocuğu eksik etmeyeceksin.'"
--Şiddete Maruz Kalan Kadınlar Eve Gönderiliyor--
Eldeki veriler de bu yöndeki açıklamalara uygun düşüyor. Yapılan araştırmalar, en azından her üç, belki de her iki Türk kadınından birinin şimdiye kadar şiddet kurbanı olduğunu gözler önüne seriyor. Erkeklerden çokça duyulan açıklamalardan biri ise, Türkiye'de istatistik olarak başka ülkelerde olduğundan daha fazla tecavüz olaylarının yaşanmadığı yönünde. Ancak bu, bu konularda Türkiye'de çok fazla şikayette bulunulmamasıyla ilgili de olabilir.
Bostaniçi Belediye Başkanı bir ajansla gerçekleştirdiği görüşmesinde, var olan yasaların çoğu zaman uygulanmadığı eleştirisinde bulundu.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesinden Levent Korkut da yasaların kadına yönelik şiddeti çoğu zaman ciddiye almamasından şikayetçi. Kadın mağdurların polis tarafından tekrar eve gönderildiği de sıkça rastlanan bir durum. Birçok Türk, kadına yönelik şiddet konusunun tartışılmasından memnun, ancak onlar, bu konunun yabancı bir kadının vahşice öldürülmesinin ardından gündeme gelmesinden dolayı da çok üzgün.
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "ÜST TABAKA ALT TABAKAYA KARŞI"
BERLİN, 16/04(BYE)--- Tirajı günde 363 bin olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 16 Mart 2008 tarihli sayısında, Rainer Hermann imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Türkiye'de Toplumsal Gelişim ile İlgili Yapılan İki Araştırma--
Kimilerine göre Türkiye'de seküler eğilimli kesimle İslami eğilimli kesim karşı karşıya bulunurken, diğerleri ise, otoriter ideologlarla demokratik reformcular arasında bir çelişki yaşandığından söz ediyor. Boğaziçi Üniversitesinden Hakan Yılmaz'ın ise farklı bir kuramı bulunuyor. Yılmaz, halihazırda alt tabakayla üst tabaka arasında bir çatışma yaşandığı tespitinde bulunuyor. İstanbul'daki Boğaziçi Üniversitesinde bilimsel araştırmalarda bulunan Yılmaz, 18 ilde 1809 kişiyle düzenlediği anketin sonuçlarına göre üç toplumsal sınıfın varlığından söz ediyor.
Hakan Yılmaz, gelir düzeyine ve oturdukları semte göre toplumun yüzde 22'lik bir bölümünü üst tabaka olarak adlandırıyor. Kendilerini katı laiklik yanlısı ve Kemalist sol olarak tanımlayan bu kesim ağırlıklı olarak İstanbul, Ankara ve İzmir şehirlerinde yaşıyor. Bu kesimde yer alan her iki kişiden birisi Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) oy veriyor. Ülkenin içinde bulunduğu AB ile bütünleşme sürecinin bir fayda sağlamayacağını düşünen bu kesim, geleceğe "oldukça kötümser" olarak yaklaşıyor. Bilim adamı Yılmaz'ın gelir düzeyine göre alt tabaka olarak adlandırdığı yüzde 33'lük kesim ise karşı cepheyi oluşturuyor. Bu kesimin aylık ortalama geliri 425 avronun altında. Kendilerini geleneklere bağlı Müslümanlar olarak tanımlayan bu kesim, İslamiyeti gelenekler çerçevesinde yaşıyor. Esas itibarıyla seküler olan bu kesim, sağ partilere oy veriyor ve AB üyeliğini zayıf bir şekilde destekliyor. Bu kesimin gelecek beklentisi nispeten daha olumlu.
Bu iki kesim arasında yüzde 45'lik bir orana sahip orta tabaka yer alıyor. Yılmaz, bu kesimin siyasi eğilimini "neoliberal tandanslı yeni sağ" olarak tanımlıyor. Orta tabakanın üçte ikilik bir bölümü Adalet ve Kalkınma Partisine (AKP) oy veriyor. Bu kesim modern Müslümanlar olarak İslamiyet ile modernizmin bağdaştığını göstermeyi hedefliyor. Daha ziyade seküler eğilimli olan bu kesim üst tabaka gibi laiklik yanlısı değil ve ülkenin AB üyeliğine güçlü bir şekilde destek çıkıyor. Bu kesimin gelecek beklentisi "oldukça olumlu". Hakan Yılmaz, gelir düzeyinde ve mal varlığı dağılımında aşırı bir dengesizlik tespitinde bulunurken, alt ve orta tabakanın durumlarını değiştirme gayretinde olduklarını belirtiyor. Araştırmaya katılanların yüzde 82'si bir askeri darbeye her halükarda karşı çıkarken, yüzde 42'si tek kültürlü bir Türk kimliğinden yana. Yüzde 30'luk bir kesim ise Türkiye'de birden fazla etnik kimliğin olmasını kabul ediyor.
Sabancı Üniversitesinden Ali Çarkoğlu'nun yaptığı başka bir araştırma, bahsedilen anketin sonuçlarının daha da net bir şekilde anlaşılmasını sağlıyor. Özel bir üniversite olan Sabancı Üniversitesinde araştırmalarda bulunan Çarkoğlu, Türklerin gittikçe muhafazakarlaşmalarına ve dini eğilimlerinin ağır basmasına rağmen, şeriat uygulamasına karşı oldukları sonucuna varıyor. Başörtüsü takan kadınların sayılarında da 1999 yılından bu yana bir gerileme kaydediliyor. Ayrıca, orta tabaka demokratik bir Türkiye arzuluyor ve bunu en iyi şekilde AKP'nin sağlayacağına inanıyor. Ali Çarkoğlu'nun araştırmasında, bir yıl içinde, kendisini muhafazakar veya muhafazakar olmayan olarak tanımlayanların yüzde oranı 28'den 21'e inerken, Mayıs 2006-Temmuz 2007 arasında kendisini muhafazakar olarak tanımlayanların oranı yüzde 50'den yüzde 61'e çıktı. Aynı zaman diliminde, toplumun geleneksel değerlere ağırlık vererek yaşamasını isteyenlerin oranı yüzde 34'den yüzde 50'ye çıktı. Toplumda radikal değişimlerin yaşanmasını arzulayanlar ise yüzde 17 iken şimdilerde sadece yüzde altı civarında.
Sabancı Üniversitesi siyaset bilimcisi Ali Çarkoğlu, sonuçlarda ortaya çıkan bu "muhafazakar ajandanın" dini eğilimlerin gittikçe artmasından kaynaklandığını gözlemliyor. 1999-2006 yıllarında Türklerin arasında kendisini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 55'lerden yüzde 34'lere gerilerken, kendisini "aşırı dindar" olarak tanımlayanların oranı yüzde 25'lerden yüzde 46'lara çıktı. Aynı zaman diliminde, şeriat karşıtı olanlar yüzde 68'lerden yüzde 83'lere varan bir artış gösterdi. O dönemlerde şeriatı arzulayan yüzde 21'lik bir kesim mevcutken, günümüzde bu oran yüzde 12'lerde seyrediyor. Sadece yüzde birlik bir kesim ise, şeriatın çok eşlilik ilkesini, kadın-erkek eşitsizliğini ve ilgili fiziksel cezalarını benimsiyor.
Ali Çarkoğlu'nun araştırmasına göre, Türk halkının yüzde 87'lik bir kesimi demokrasi yanlısıyken, yüzde 63'ü ise hiçbir kısıtlaması olmayan "mutlak bir demokrasiyi" arzuluyor. Araştırma sonuçlarına göre, yüzde 47'lik bir kesim Türkiye'de demokrasinin var olduğuna inanırken, yüzde 62'lik bir kesim ise önümüzdeki beş yıl içinde Türkiye'deki demokrasinin güçleneceği umudunu taşıyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi umutları AB müzakere süreciyle ilişkilendiriliyor. 2003 yılının Ocak ayında Türkiye'nin AB üyeliğinin desteklenmesi oranı yüzde 74 civarındayken, bu oran 2007 yılı Temmuz ayında yüzde 50'lere gerilemiş bulunuyor. AB karşıtı olanların oranı ise 2003 yılında yüzde 19 iken, bu oran günümüzde yüzde 32'lerde seyrediyor. AKP taraftarları ve bağımsız Kürtler, AB üyeliğini destekleyen kesim. AB üyeliğine en az destek yüzde 32'lik bir oranla MHP ve İslami eğilimli Saadet Partisinden geliyor.
Ali Çarkoğlu'nun araştırma sonuçları başörtüsü takan kadınların sayılarının azaldığını teyit ediyor. 1999-2006 yılları arasında başörtüsü takmayan kadınların oranı yüzde 27'den yüzde 37'lere çıktı. Aynı zaman diliminde geleneksel başörtüsü takan kadınların oranı yüzde 53'lerden yüzde 49'lara gerilerken, Kemalistlerin "türban" olarak değerlendirdikleri başörtüsü takan kadınların oranı yüzde 16'lardan yüzde 11'lere düştü. Sadece yüzde birlik bir kesim ise İran'da takılan çadoru tercih ediyor.
Araştırmanın bir bölümünde, AKP'nin 2007 yılının Temmuz ayındaki seçimlerde elde ettiği başarının nedenleri ortaya çıkartılırken, özellikle ekonomik ve sosyal siyaseti ilgilendiren meselelerde seçmenin AKP'ye güven duyduğu tespit ediliyor. Örneğin, yüzde 50'lik bir kesim AKP'nin Sosyal Sigortalar Kurumunu en iyi şekilde reforme edebileceğine inanırken, yüzde altılık bir kesim bu konuda CHP'ye güveniyor, yüzde 28'lik bir kesim ise hiçbir partiye güven duymadığını dile getiriyor. Milli Güvenlik konularında bile AKP'ye yüzde 35'lik bir oranla güven duyulduğu ortaya çıkarken, bu konuda MHP yüzde 12'lik, CHP ise yüzde sekizlik bir oran elde etti. Yüzde 35'lik bir kesim ise bu konuda hiçbir partiye güven duymuyor. Ali Çarkoğlu, genç seçmenin AKP'ye, ileri yaştakilerin ise daha çok CHP ve MHP'ye ilgi gösterdiğini belirtirken, Türk halkı için en önemli konunun ekonomi olduğunu hatırlatıyor. İdeolojik yaklaşımlar ve terör daha sonraki sıralarda yer alıyor. CHP'nin sadece üst tabakayı ilgilendiren ideolojik yaklaşımları konu etmesi nedeniyle, yükseliş gösteren orta tabaka AKP'yi tercih ediyor.
AVUSTURYA BASINI
DIE PRESSE: "ERDOĞAN KURTULUŞ MÜCADELESİNE HAZIRLANIYOR. PARTİSİ ALEYHİNE AÇILAN KAPATMA DAVASI BAŞBAKANI REFORM BASKISINA ALDI"
VİYANA, 08/04(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 8 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jan Keetmann imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul/Ankara çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:
Erdoğan sırtını bir kez daha duvara dayadı: Partisi pazartesi günü düzenlenen bir kriz oturumunda yasaklama davasına nasıl tepki gösterileceğini görüştü. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesinde Partisinin laik karşıtı faaliyetlerin merkezi durumuna geldiği suçlamasında bulunmuştu.
Yasaklama davasının Erdoğan üzerinde demokratikleşme ve Avrupa yanlısı olma etkisi yarattığı anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan benzer bir durumla bundan beş yıl önce karşılaşmış, ama bir buçuk yıl önce AB ile katılım müzakerelerinin başlamasıyla bu heyecan hissedilir derecede gevşemişti. Ve Erdoğan şimdi fazla detaylara girmeden yeniden bir Anayasa reformu umutları yarattı. Neyi yapmak istemediği ise belli: "Bizim çalışmamız yeni bir anayasa değil, geniş kapsamlı bir değişiklik anlamını taşımaktadır" diyor. Başbakan-örneğin Kürtçe gibi- ikinci bir resmi dil de düşünmüyor.
Başbakan her halükarda bir sansür etkisi olan 301. maddeyi değiştirmeyi düşünüyor. Ancak tamamen kaldırılmasını değil, yalnızca değiştirilmesi öngörülüyor. Erdoğan'ın reform vaatlerinin bir nedeni var: AB Komisyon Başkanı Jose Barroso ile genişlemeden sorumlu Olli Rehn bu hafta Ankara'ya geliyor. Erdoğan bu ziyaretin olumlu geçmesine büyük ilgi gösteriyor. Bu ziyaret ile iddianamede yer aldığı gibi, laik düzeni yıkmak isteyen bir İslamcı değil, Türkiye'yi Avrupa'ya taşımak isteyen biri olduğunu göstermek istiyor.
Ancak kapatma davası Erdoğan'ın hareket kabiliyetini kısıtlıyor: Böyle bir baskı ile karşı karşıya bulunan Başbakan'ın tartışmalı reformlara nasıl el atabileceği bilinmiyor. Bu durum onun kelimeleri seçişinden de anlaşılıyor. Erdoğan 1983 yılında askerler tarafından getirilen anayasanın yerini alacak "sivil anayasadan" değil yalnızca kapsamlı bir anayasa değişikliğinden ilk kez söz ediyor. Bunlar arasında AKP'nin kapatılmasını güçleştirecek mutlaka bazı değişiklikler de bulunacak.
SALZBURGER NACHRICHTEN: "ERDOĞAN AB'YE GÜVENİYOR... HÜKÜMET PARTİSİ ALEYHİNE KAPATMA DAVASI... AB STANDARTLARI KURTARICI"
VİYANA, 08/04(BYE)--- Tirajı günde 69 bin olan liberal eğilimli Salzburger Nachrichten gazetesinin 8 Nisan 2008 tarihli sayısında, Susanne Gütsen imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlan APA kaynaklı ve Ankara çıkışlı haber yorumun çevirisi şöyledir.
AB'den yapılacak yüksek düzeydeki ziyaret öncesinde Türk hükümeti Avrupa politikası yönündeki reform arzusunu yeniden keşfetti. AKP içinde, bir AB Bakanlığı kurulması da düşünülüyor. Hükümet ayrıca "Türklüğe" hakareti içeren 301. maddenin değiştirilmesi yönünde bir öneride bulunmayı da düşünüyor. Başbakan Erdoğan sadece, AB Komisyon Başkanı Jose Barroso ile genişlemeden sorumlu Olli Rehn'in ülkeye gelmesi beklendiği için havayı düzeltmek istemiyor, AB'nin yasaklama tehdidi altında bulunan hükümeti için bir cankurtaran simidi olabileceğini de görmüş bulunuyor.
AB'nin önde gelen şahsiyetleri, AKP aleyhindeki kapatma davasını Avrupa standartlarına uymadığı gerekçesi ile eleştirmişlerdi. Erdoğan gibi Brüksel de, davayı hukuksal bir tartışma olarak değil, Kemalistlerin İslamcı olarak gördükleri Erdoğan'a karşı açtığı siyasi bir savaş olarak görüyor.
Bu durumda, AB Erdoğan için bir kurtarıcı olarak ortaya çıkıyor. Ancak, reformlarda frene basılmış olması da Brüksel'in eleştirilerine neden oluyor. Erdoğan ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin aylardır "Türklüğe hakaret" maddesinin değiştirileceğinden söz ediyor. Böylelikle hukukun, entelektüelleri, gazetecileri ve insan hakları savunucularını küçük bir nedenle "Türklüğe hakaret" maddesini gerekçe göstererek fikir beyan etmelerini engellemesinin önüne geçilmiş olacak.
Bunun haricinde, AB normları AKP'nin yasaklanmasını engelleyecek bir örnek de teşkil edecek. Anayasa Mahkemesinin kapatma davasını düşüneceği ve AKP'li hukukçuların savunma hazırlığı içerisinde bulunacağı süre içerisinde, parti kapatılmasını güçleştirecek acil yasa değişikliğine gidilmesi konusu da konuşuluyor. Gazete haberlerinde Erdoğan'ın, Avrupa örneğine göre, partilerin yalnızca ırkçı olmaları veya şiddeti yasal bir araç olarak görmeleri halinde kapatılmasına ilişkin yasal düzenleme getirilmesinden yana olduğu belirtiliyor. Böylece AKP aleyhine açılan dava da düşebilir. Erdoğan'ın birdenbire Avrupa'yı hatırlaması, Avrupa'nın her yerinde pek de memnunluk yaratmış gözükmüyor. Başbakan'ın iç politikadan kaynaklanan nedenleri olduğu çok açık.
Tarihçi Ahmet İnsel, kendisi ile yapılan bir mülakatta şöyle soruyordu: "AKP, reform takvimine, yasaklama davası olmasaydı yeniden bir hareketlilik getirir miydi?"
DER STANDARD: "BAŞÖRTÜSÜ VE HUKUKUN DARBE GİRİŞİMİ... BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN İKTİDARDAKİ AKP'Sİ ALEYHİNE AÇILAN KAPATMA DAVASI TÜRK ADALETİNİN AVRUPA STANDARTLARINA UYUP UYMADIĞINI GÖSTERECEK"
VİYANA, 09/04(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 9 Nisan 2008 tarihli sayısında, Adelheid Wölfl imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Anayasa Mahkemesinin kapatma davasına bakılmasını kabul etme senaryosunu Türk politikacılarının çoğu ile gözlemciler daha önce de görmüşlerdi. 1963'ten bu yana Türkiye'de 44 parti kapatıldı. En son olarak 2001 yılında Fazilet Partisi kapatılmıştı. Fazilet Partisinin o zamanlar 550 sandalyeli Mecliste 102 milletvekili vardı. Bugün aleyhine dava açılan Erdoğan'ın AKP'sinin ise Mecliste 340 milletvekili var.
Bu durumu, yalnızca reformların tıkanmasından endişe duyan AB eleştirmekle kalmıyor. İktisadi kuruluşlar da Anayasa Mahkemesinin davanın görülmesini kabul etmesinin istikrarsızlık yaratacağı ve borsanın düşeceği endişesini taşıyor. Milliyet gazetesinden Hasan Cemal de ortaya çıkan bu durumu "Adaletin devlete karşı darbe girişimi" olarak niteliyor. Türkiye'deki liberal güçler de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının çıkışını eleştiriyor. Ve bunun Kemalistlerle dinciler arasında bir taktik manevra olduğunu söylüyorlar. Özellikle de antidemokratik bir senaryo olduğuna vurgu yapıyorlar.
Bu dava, acilen Anayasa reformu yapılması ve dini azınlıklar ile halklara daha çok hak ve özgürlükler tanınmasının beklenildiği bir sırada her halükarda önümüzdeki ayların siyasi tartışmalarının gündemini oluşturacak. Ancak bu dava, hukukun Avrupa standartlarına uyum sağlayıp sağlamadığını gösterecek. 11 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunluğunu Kemalistler oluşturuyor. O nedenle AB'nin, kurallara ne kadar uyulup uyulmadığını sağladığı da görülecek.
Avrupa Adalet Divanı İnsan Hakları Hukuku, partilerin demokratik temel haklara karşı çıkmaları halinde kapatılabileceğini öngörüyor. Örneğin partilerin şiddeti bir araç olarak kullanmaları halinde.
Ancak partilerin amaç ve araçları arasında bulunan temel esasların da demokrasiyle uyum içinde olması gerekiyor. O nedenle Strasbourg, İslamcı Refah Partisinin 1997 yılında kapatılmasına onay verdi. Zira parti faaliyetlerinde şeriatı getirmek istediğine dair yeterli kanıt buldu.
İslamcı Başbakan Erbakan'ın uzaklaştırılması ve Erdoğan'ın da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından alınması ve hatta hapse girmesinden bu yana İslamcı partinin profili de değişmiş bulunuyor. Başörtüsü yasağının kaldırılması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya'nın iddia ettiği gibi şeriatın getirileceğinin işareti değil.
Kanıtların kötü olmasına rağmen Cumhuriyet Başsavcısı Erdoğan'ı önüne katmış götürüyor. İşte tam bu sırada AKP'nin, yasalarla parti kapatmayı zorlaştırma önerisi, AKP'nin politikasına zarar veren bir intikam çıkışı etkisi yapıyor.
Parti kapatma 2001 ve 2003 yıllarında AB'nin eleştirilerine bir tepki olarak daha önce de zorlaştırılmıştı. Şimdi 11 Anayasa Mahkemesi üyesinden yedisinin yasağı onaylaması gerekiyor. Geçmişte sürekli olarak Kürt partileri kapatılmış ve bu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince cezalandırılmıştı. AKP bu itibarla destek bulacağını hesaba katabilir. Ama, 2002 yılında iktidara geldiğinden bu yana, Kemalistlere karşı sürdürdüğü iktidar mücadelesini kazanmış olması ve özellikle devlet çarkının kurbanı görünümü vermesi dolayısıyla da ülkedeki şansı iyi durumda.
DER STANDARD: "AB TÜRKİYE'Yİ SERT BİR DİLLE ELEŞTİRDİ... AB'NİN ÖNDE GELEN SİYASİLERİ ZİYARETLERİYLE BAYRAK GÖSTERDİLER... BARROSO, SOLANA VE REHN AKP ALEYHİNE AÇILAN DAVAYI ELEŞTİREREK YENİ BİR REFORM POLİTİKASI TALEBİNDE BULUNDULAR"
VİYANA, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:
"Türkiye Avrupa'da anahtar konumundadır, ancak AB'ye katılmak için daha uzun bir yol katetmek zorundadır." AB Komisyonu Başkanı Barroso Türk Parlamentosunda yaptığı konuşmasında ifade özgürlüğü ve siyasetin askerler karşısında öncülüğü konusunda yapılan reformların sürdürülmesi hâlinde ülkenin AB vizyonuna destek çıktı. Gezisinden bir gün önce AKP aleyhine açılan kapatma davasını sert bir şekilde eleştirmesi nedeniyle Barroso'nun ziyareti sert tartışmalara neden olmuştu. Muhalefetin iki büyük partisi, iç işlerine ölçüsüz karışılmasını ve Türk adaletini baskı altına alınması girişimini gerekçe göstererek Barroso'nun konuşmasını engellemek istemişti. Bir AB Komisyonu Başkanı tarafından ilk kez yapılan bu Türkiye ziyareti AK partinin kapatılması davasına bir reaksiyon olarak değerlendirilemeyecek olmasına rağmen AB bu tavrı ile açıkça bayrak göstermiş oldu.
Daha önce AB'nin genişlemeden sorumlu Bakanı Olli Rehn Avrupa'da bu tür sorunların, Anayasa mahkemesinin ele aldığı gibi mahkeme salonlarında değil seçim sandığında çözüldüğünü belirtmişti. Bunun hemen arkasından Topluluğun dışişlerinden sorumlu Bakanı Javier Solana da AKP'nin yasaklanmasının Türkiye'nin AB üyeliğini etkileyeceğini açıklamıştı. Ancak Barroso dün yaptığı konuşmasında AKP'nin kapatılmasının doğuracağı sonuçlar konusunda spekülasyon yapmaktan kaçındı. Buna karşılık Türkiye'den 2002 ve 2005 yılları arasında sürdürülen reform politikalarına geri dönülmesini istedi.
Gerçekten de hükümet iki yıl devam eden sürüncemeden sonra 301. maddeyle ilgili değişikliği Parlamentoya getirme kararı aldı. AKP'nin bir paket hâlinde hazırladığı diğer reform önerileri de henüz açıklık kazanmadı. Yalnızca Parti kapatmayı güçleştirecek bir anayasa değişikliği yapılması belli oldu. Yapılacak bu tür bir anayasa değişikliğinin AKP'nin kapatılmasıyla ilgili olarak yürütülen davayı etkileyip etkilemeyeceği belli değil.
Barroso ve Rehn'in bu ziyaretleriyle AB iki yıllık aradan sonra, Türkiye ile yürütülen üyelik müzakerelerini tamamen ortadan kaldırmadığının sinyalini de vermiş oldu. Barroso temmuz ayına kadar iki başlığın daha müzakereye açılacağı haberini verdi. Gelecekte kaydedilecek gelişmelerin Kıbrıs konusunda yürütülecek görüşmelerin gidişatına bağlı olacağı değerlendiriliyor. Yakın bir zamanda burada bir gelişme sağlanması hâlinde büyük engellerden birinin ortadan kalkmış olacağı belirtiliyor.
ÖSTERREICH: "TÜRKİYE'NİN AB'YE KATILIMI BEKLENENDEN DAHA PAHALIYA MAL OLACAK"
ANKARA, 14/04(BYE)--- Avusturya'da yayımlanan Österreich gazetesinin 13 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
--Türkiye'nin, AB Üyesi Olması Durumunda Alacağı Yapısal Fon Destek Hakkının, Beklenenden Yüzde 33 Daha Fazla Olduğu Saptandı--
Türkiye'nin AB'ye katılımının beklendiğinden daha pahalıya mal olacağı tahmin ediliyor. Münster Gefra enstitüsü tarafından yapılan ve haber dergisi Focus'da yayımlanan araştırmaya göre, Türkiye AB üyesi olsaydı, Brüksel'den 2007'de alacağı yapısal fon destek miktarı 15.3 milyar avroyu bulacaktı. Bu, AB'nin toplam yapısal fon destek payının yüzde 35,2'sini oluşturuyor.
--Beklenenden Yüzde 33 Daha Fazla--
Derginin bu zamana değin yürüttüğü tahmin, 11.7 milyar avroydu. Türkiye'nin, tahminlerinde gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYİH) yönelik olumsuzlukları dikkate almadığı belirtiliyor. Bu durum AB normlarına aykırı. Doğru hesaplandığında Türkiye'nin milli geliri, sadece, AB parası alacak kadar -yüzde 33- büyüdü.
DIE PRESSE: "TÜRKLER YENİDEN AB'YE SEMPATİ DUYMAYA BAŞLADI"
VİYANA, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 12 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Brüksel'in AKP'yi Kapatma Davası Karşısındaki Tutumu, Giderek Artan Olumsuz Duyguları Yumuşatıyor--
Ilımlı İslamcı AKP'yi kapatma davası, birdenbire Türklerin, en azından iktidar partisine oy verenlerin, Avrupa'ya yeniden sempati duymalarını sağladı. Ocak ayında AKP taraftarlarının yüzde 30'u Türkiye'nin AB'ye katılımından yanayken, bu oran nisan başında yüzde 47'ye çıktı. Böylece AKP'liler, yüzde 83'ü katılımdan yana olan Kürt yanlısı DTP'lilerden sonra gelen ikinci AB yanlısı parti konumuna geldi.
Bunda AB Komisyonu Başkanı Barroso'nun ziyaretinin de etkisi oldu. AB adayı ülkeler arasında en büyüğü ile bu konuda görüş birliğine varamayan Birlik arasındaki ilişkiler son derece gergin olduğundan, bu oldukça hassas bir ziyaret sayılıyordu. Barroso gerçi AB'nin Türk Anayasa Mahkemesinin kararına tabii ki saygı duyacağını, ancak AKP hakkındaki kapatma davasının kendisini biraz şaşırttığını ifade etti ve "Normal, demokratik ve istikrarlı bir ülkede böyle bir davayla karşılaşmaya alışık değiliz" dedi.
Ancak Komisyon Başkanının bu yaklaşımı herkesin hoşuna gitmedi. Barroso daha ziyaretine başlamadan, ülkenin iç işlerine "karıştığı" için Türk muhalefetinin eleştirilerine maruz kaldı. Nitekim perşembe günü bir konuşma yapmak üzere Türk meclisinin önüne çıktığında yalnızca AKP'li ve Kürt yanlısı DTP'li milletvekilleri tarafından alkışlandı.
Barroso başörtüsü ve laiklik konularındaki ihtilafa ilişkin olarak ancak "evet, ama" diyebildi ve başörtüsü konusunda AB ülkeleri arasında farklı düzenlemeler olduğunu, bu yüzden Komisyonun taraf tutamayacağını belirtti. "Lütfen bu konuda belli bir standart sunmamızı beklemeyin" diyen Komisyon Başkanı, buna rağmen din ile devlet işlerinin ayrılmasından yana olduğunu ifade ederek, bu farkın "iyice gözönünde bulundurulması" gerektiğini söyledi.
--Birçok Kapının Bekçisi--
Barroso aynı zamanda da, çoktan yapılması gereken reformları da hatırlattı, ama bu ihtarını ülkenin önemini vurgulayarak yumuşattı. Barroso burada Türkiye'nin AB'ye katılımına açıkça şüpheli bakan Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy'ye de bir sinyal vermek için, Fransa'nın eski Devlet Başkanı Charles De Gaulle'ün "İşte boğazların hakimi, birçok kapının bekçisi Türkiye" şeklindeki sözlerini tekrarladı.
Anlaşılan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da AB'ye yeniden sempati duyma konusunda seçmenlerinden farklı değil. Birkaç gün içinde alelacele ifade özgürlüğünü kısıtlayan iki hükmü yumuşatma teşebbüsü de bunu gösteriyor. Bu girişimin hemen uygulamaya geçirilmesi bu kez de muhalefetin direnişi yüzünden başarısızlığa uğradı.
DER STANDARD: "AVRUPA'YA DOĞRU YENGEÇ MİSALİ İLERLEME"
VİYANA, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 14 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
Kemalist muhalefet cumartesi günü AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun Türkiye'ye gelmeden önce AKP'yi kapatma davasını eleştirmesini protesto etti
Ziyaret bir vaatle noktalandı. Komisyon Başkanı Barroso cumartesi günü Brüksel'e dönmeden önce, "AB Türkiye'nin katılım perspektifinden vazgeçmiyor" dedi ve Türk Hükümetinin bu yüzden eski reform hızını devam ettirmesini istedi. Barroso'nun genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn ile birlikte gerçekleştirdiği üç günlük resmi ziyaret hakikaten Türk halkının bir kesiminde, en azından AB Komisyonunun ülkenin AB perspektifinden yana çaba harcadığı yolunda ümide kapılmasına neden oldu.
--AKP Aleyhinde Toplu Gösteri--
Buna karşın ziyaret halkın başka bir kesiminde AB'ye karşı duyulan kuşkuyu pekiştirdi. Çünkü Komisyon Başkanının sözlerinin, ülkenin şu anda içinde bulunduğu iç politika krizi çerçevesinde, iktidardaki AKP lehinde ve laik çevrelere karşı olduğu düşünüldü. Cumartesi günü Ankara'da 25 bin kişi laik Cumhuriyet'in korunması için sokaklara döküldü, böylece AKP hakkındaki kapatma davasını desteklediğini ve Barroso'ya duyduğu kızgınlığı ifade etmiş oldu.
Barroso'nun AKP'nin kapatılması davasını açıkça eleştirmesi yalnızca Kemalist CHP ile Genel Başkanı Deniz Baykal'ı üzmekle kalmayıp, şimdiye kadar Türkiye'nin AB'ye katılımını hep desteklemiş olan Liberallerin bir kısmını da şaşırttı. "AB yanlısı çevrelerin basındaki sözcüsü" olan Mehmet Ali Birand, ziyaretin ardından, "AB, Türkiye içindeki tartışmayı anlayamıyor" dedi. Birand, Barroso'nun AB'nin görüşüne göre Türkiye'nin demokratik ve laik olmalı şeklindeki söyleminin yeterli olmadığı görüşünde. Birand, AB'nin Türkiye'nin laik sistemini gerçekten desteklemesi gerektiğini, aksi takdirde Barroso'nun AB'ye katılımın İslamcılık tehlikesi karşısında en etkili korunma şekli olduğu yolundaki teminatına inanılamayacağını düşünüyor.
Hemen hemen bütün köşe yazarları, AKP hükümetinin katılım sürecine karşı yeniden duymaya başladığı ilginin kapatma davasına bir tepki olduğu görüşünde birleşiyorlar. Bu yüzden de içlerinde pek azı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yeniden içerikli reformlar yapmaya hazır olduğunu düşünüyor. AB Komisyonu için en önemli noktalar; ifade özgürlüğü, Ankara Protokolünün Kıbrıs'a da uygulanması ve gayrimüslimlere din özgürlüğü.
--Patriki Ziyaret--
Jose Manuel Barroso, bu yüzden cuma günü Ankara'da yaptığı görüşmelerin ardından Rum Ortodoks Kilisesinin patriki Bartholomeos'u ziyaret etti. Rum Patrik gerçi prensip olarak Türkiye'nin AB'ye katılımını destekliyor, ama Hristiyan azınlıklara verilen vaatlerin hala yerine getirilmemesi onu giderek daha fazla düşkırıklığına uğratıyor. Muhalefet kısa süre önce kararlaştırılan, geçmişte el konulan kiliseye ait gayrimenkullerin iade edilmesine ilişkin bir yasa yüzünden Anayasa Mahkemesine başvurdu. Yasa şimdi gözden geçiriliyor. Katolik ya da Protestan kiliselerine ise hala yasal bir statü verilmedi.
Aslında yalnız Kıbrıs sorununda somut bir ümit ışığı belirdi. Kıbrıs'taki Rumlar ile Türkler arasındaki görüşmelerde bir ilerleme kaydedilirse, Erdoğan da Türk limanlarını Kıbrıs Rumlarına açabilecek. Böylece müzakerelerdeki en büyük engellerden biri ortadan kalkmış olacak. Türkiye şimdiye kadar deniz ve hava limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti'nden gelen mallara açmayı reddediyordu.
KURIER: "YASA DIŞI GÖÇMENLER SORUNU"
VİYANA, 16/04(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 16 Nisan 2008 tarihli sayısında, Margaretha Kopeinig'in Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
Tekne ile ülkelerinden kaçanlar ilkbahar aylarında Yunan adalarına akın ediyor. Başbakan Kostas Karamanlis, sınır dışı uygulamasını savunuyor.
Kostas Karamanlis ile çok nadir röportaj yapılabiliyor. Kurier gazetesi buna rağmen Yunanistan Başbakanı ile ülkenin mülteci politikası ve AB konusunda söyleşi yapmayı başardı. Son 12 ay içinde Yunanistan'a "yasa dışı" göç etmek isteyen 112 bin kişi yakalandı.
KURİER: Mülteci akınları karşısında tepkiniz ne oluyor?
KARAMANLİS: Yunanistan, coğrafi konumundan dolayı yasa dışı göçle diğer ülkelere oranla daha fazla karşı karşıya kalıyor. AB'nin yasa dışı göçmenlerin iadesi konusunda üçüncü ülkeler ile anlaşmalar yapma ve bunları uygulama çabalarına katılıyoruz. Yasa dışı göç ile mücadelede böyle anlaşmalar büyük önem taşıyor. Yasal göçmenlerin ise mümkün olduğunca iyi bir şekilde entegre olmalarını istiyoruz.
KURİER: Atina, Makedonya ile isim konusunda çekişiyor. Son olarak Atina, ülkenin Nato'ya davet edilmesine karşı çıkmıştı. Sizce bu konuya nasıl bir çözüm getirilebilir?
KARAMANLİS: Bu konuda müzakereler yapılıyor. Soruna adil bir çözüm getirmek istiyoruz. Nitekim, "Makedonya" sözcüğünün yanına coğrafi bir tanım eklemek suretiyle oluşturulacak ve herkes için geçerli olacak bir ismi kabul ettik. Böylece, birleşme heveslerini ve geçmişteki kin duygularını geride bırakabileceğiz. Şimdi uzlaşmacı olma ve ortada bir noktada birleşmek üzere adım atma sırası Üsküp'te.
KURİER: Kıbrıs konusunda yumuşama var.
KARAMANLİS: Hedefimiz adanın yeniden birleşmesi. Yunanistan ikili görüşmelerin yeniden başlamasını destekliyor. Güvenlik Konseyi kararları, iki bölgeden ve iki halk topluluğundan oluşan federasyonun çerçevesini oluşturuyor. Federasyon AB'nin ilkelerine ve değerlerine de uyum sağlamalı.
KURİER: Geçenlerde Türkiye'yi ziyaret ettiniz. Yunanistan ile Türkiye arasındaki düşmanlık artık ortadan kalktı mı?
KARAMANLİS: Aramızdaki ilişkileri tamamen normalleştirmeye hazırız. Son yıllarda ortam oldukça düzeldi.
KURİER: Sizce Türkiye AB'ye katılım için kendine bir profil çizme konusunda yeterli çabayı harcıyor mu?
KARAMANLİS: Türkiye büyük bir şevkle Avrupa standartlarına uyma konusunda bir girişim başlattı. Ancak bu girişim, başlangıçtaki dinamizmini yitirdi. Türkiye'nin AB üyesi olmak için yerine getirmesi gereken bazı kriterler var. Bu çok kolay bir iş değil.
KURİER: AB Türkiye'nin katılım perspektifini gözden geçirmeli mi?
KARAMANLİS: Kamuoyunda ve üye ülkelerin üst düzeylerinde bazı tereddütler hissediliyor, hatta Türkiye'nin katılım perspektifine karşı çıkanlar bile oluyor. Müzakere kararını AB'nin kendisi verdi. Bu yüzden Türkiye'nin kriterleri tümüyle yerine getirmesi halinde, bunun tam üyelikle sonuçlanması gerektiğini söylüyoruz.
KURİER: Türkiye-Kıbrıs sorununda bir hareketlenme görüyor musunuz? Türkiye, limanlarını ne zaman açacak?
KARAMANLİS: Ne yazık ki, Türkiye bugüne kadar pek makul davranmadı. Erdoğan'a, Kıbrıs'ın Türkiye'ye karşı daha yapıcı davrandığını söyledim. Limanların açılması çok doğal bir şey, bu müzakere konusu olamaz. AB 2008 sonunda durumu yeniden değerlendirmeyi taahhüt etti. Umarım Türkiye o zamana kadar yükümlülüklerini yerine getirir ve hoş olmayan neticeleri engellemiş olur.
KURİER: AB, sınırları tanımlamalı mı?
KARAMANLİS: Bu, AB'nin geleceği açısından önemli bir soru. Bu yüzden, uzun vadeli bir şekilde ele alınmalı. AB durmadan genişleyemez. Büyük bir Avrupa'nın işlevini yerine getirebilecek durumda ve yeteri kadar güçlü olması garantiye alınmalı. Birliğe katılım sorunu kuşkusuz ki yalnız coğrafi bir boyuta sahip değil. Bu, aday ülkenin belirli değerlere inanıp bunları uygulamasına bağlı.
KURİER: Demokrasiyi tanımlayan Yunan filozoflardı. AB nasıl daha demokratik bir hale gelebilir?
KARAMANLİS: Önemli olan şimdi bizim Avrupa Birliği ile AB vatandaşları arasında yeni bir güven ilişkisi oluşturmamız. Bu, bizim daha sık ve daha dikkatli bir şekilde halkın sesini dinlememiz gerektiği anlamına geliyor.
DER KOPEINIG: "YASA DIŞI GÖÇMEN SORUNU ZORLUYOR"
ANKARA, 16/04(BYE)--- Avusturya'da yayımlanan Der Kurier gazetesinin 16 Nisan 2008 tarihli sayısında, Margaretha Kopeinig imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan mülakatın özet çevirisi şöyledir:
Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis nadiren mülakat veren birisi olarak bilinir. Karamanlis, "Der Kurier" ile sohbetinde ülkesinin kaçak göçmen sorunu ve AB meseleleri üzerine konuştu.
KOPEİNİG: Kıbrıs meselesinde gevşeme söz konusu...
KARAMANLİS: Nihai hedef adanın yeniden birleşmesi. Yunanistan ikili görüşmelere yeniden geçilmesini destekliyor. BM Güvenlik Konseyinin kararları iki bölge ve iki toplumlu bir federasyon çerçevesi çiziyor. Bu federatif devlet AB'nin ilke ve değerleriyle de uyum göstermelidir.
KOPEİNİG: Kısa bir süre önce Türkiye'ye bir ziyaret yaptınız. Yunanistan ile Türkiye arasındaki düşmanlık yatıştı mı?
KARAMANLİS: İlişkilerimizin tamamıyla normalleşmesinden yanayız biz. Son yıllarda iki ülke arasındaki iklimde belirgin iyileşmeler kaydedildi.
KOPEİNİG: Türkiye, AB'ye katılım konusunda yeteneklerini kazanmak ve böylece profilini oluşturmak bakımından yeterince çaba sarf ediyor mu?
KARAMANLİS: Türkiye istekli bir biçimde Avrupa standartlarına uyum sağlama çabalarını bir rotaya oturtmuştur. Ancak, çabaların çıkıştaki dinamizmi kayboldu. Türkiye'nin AB'ye üye olabilmesi için yerine getirmesi gereken kriterler var. Ortada kolay olmayan bir süreç söz konusu.
KOPEİNİG: Peki AB Türkiye'nin üyelik perspektifini yeniden gözden geçirmemeli midir?
KARAMANLİS: Kamuoyunda ve belli başlı bazı üye ülke yönetimlerinde kuşkular artıyor, hatta Türkiye'nin üyelik perspektifi hususunda mukavemet de kendini gösteriyor. Ancak, biz Türkiye'nin bütün kriterleri eksiksiz olarak yerine getirdiği takdirde bunun tam üyelikle neticelendirilmesi gerektiğini söylüyoruz.
KOPEİNİG: Türkiye ile Kıbrıs meselesinde bazı belirgin hareketlenmeler görüyor musunuz? Türkiye ne zaman limanlarını açacak?
KARAMANLİS: Maalesef Türkiye bugüne kadar buna gereken anlayışı ortaya koyamadı. Erdoğan'a Kıbrıs'ın Türkiye'ye karşı yapıcı olduğunu ifade ettim. Limanların açılması tabiidir ve müzakereye açık değildir. AB, 2008 sonlarında durumu yeniden gözden geçirme yükümlülüğüyle kendini bağlamıştır. Umarım Türkiye, yükümlülüklerini o zamana kadar yerine getirir ve hoş olmayacak sonuçlardan kaçınır.
KOPEİNİG: AB, sınırlarını çizmeli midir?
KARAMANLİS: Bu, geleceği ilgilendiren önemli bir meseledir ve uzun vadeli olarak ele alınmalıdır. AB sonsuz genişleyemez. Büyük bir Avrupa da etkin bir biçimde işleyebileceği ve güçlü olabileceği netliğe kavuşturulmalıdır. Elbette ki Birliğe katılmanın sadece coğrafi bir boyutu yok. Üye olmak isteyen her adayın belli başlı değerlere inanıp inanmadığıyla ve bunları uygulamasıyla da ilgilidir.
BELÇİKA BASINI
LE SOIR: "BAŞARISIZLIK AB İÇİN KÖTÜ OLUR"
BRÜKSEL, 03/04(BYE)--- Tirajı günde 140 bin olan Le Soir gazetesinin 3 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan muhabir Pascal Martin'in MR milletvekili Richard Miller ile yaptığı söyleşinin çevirisi şöyledir:
--Richard Miller AKP'nin Yasaklanmasından Endişe Ediyor--
Liberal Milletvekili Richard Miller, Türkiye'nin AB üyeliğini destekliyor. Miller'e göre AKP'nin yasaklanma tehlikesinin büyük etkileri olabilir.
MARTİN: MR, Türkiye'nin AB'ye üyeliğini destekliyor. Üyelik müzakereleri Türk tarafında şu anda iktidarda bulunan ve "ılımlı İslamcı" olarak tanımlanan AKP tarafından yürütülüyor. Türkiye Anayasa Mahkemesinin, "laiklik karşıtı" faaliyetleri nedeniyle başlattığı yasaklama süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?
MİLLER: MR, Türkiye'nin AB'ye üye olması için müzakerelerin sürdürülmesini destekliyor. MR de tümüyle dini hislerden arındırılmış bir partidir. Türk dosyasında bu önemli bir konuyu oluşturuyor. Yeni yüzyılın başında demokrasiler, değişik dini inançları birlikte yaşatma sorunu ile karşı karşıyadır. Belçika'da 400 binden fazla Müslüman var. Vatikan, son yayımladığı bildiride, dünyada Hrıstiyandan çok Müslüman olduğunu açıkladı. Oysa, Türkiye'de laiklik ve din soruları doğrudan soruluyor. İşte bu nedenle AB Türkiye'nin üyeliğini başarma gücüne sahip olmalıdır. Yoksa uyanmaya başlayan büyük bir ülkeyi Birlik sınırları dışında bırakıp olası her türlü maceraya sürüklenmesine neden oluruz. Başarısızlık, Türkiye için kötü olacağı kadar AB için de kötü olur.
MARTİN: AB'ye hangi Türkiye'yi kabul etmek gerek? Resmen Kemalist etiketi taşıyan Müslüman Türkiye'yi mi, ya da açıkça Müslüman olan bir Türkiye'yi mi?
MİLLER: Tüm demokratların, bir dönemin büyük sorunlarına bir anlam bularak modern bir İslamı ön plana çıkarabilecek yetenekte olması gerekir. Demokratik gereksinimleri ve kişisel inançları biraraya getirerek örnek oluşturabilecek bir İslam. Böyle bir Türkiye, Müslüman inançlara sahip başka ülkeler için örnek olacaktır.
MARTİN: Anayasa Mahkemesinin girişimi sizce bir perde arkası mücadelesi midir?
MİLLER: Girişimin yasallığı konusunda konuşamam. Ancak bu girişimin, Türk siyasi hayatını sarsmasından, AKP ile Kemalistler arasındaki kutuplaşmayı radikalleştirmesinden ve üyelik sürecini etkilemesinden korkarım. Genişlemeden sorumlu komisyon üyesi de zaten böyle bir durumda üyelik sürecinin yeniden gözden geçirilebileceğini açıkladı. Bu gerçek bir tehlike.
MARTİN: AKP'nin, Türkiye'ye başörtüsünü getirmek için harcadığı enerjiyi gözönüne aldığınızda, hala "ılımlı bir İslam'dan" söz edebilir misiniz?
MİLLER: Gerçekten de endişelerim var. Bu İslamcı vidaları sıkma girişimi olabilir. Ancak diğer taraftan herkes inançlarını beyan edebilmelidir. Ancak gayet normal olarak bunu, devlet kurumları gibi yerlerde yapamazlar.
DE MORGEN: "MAHKEME, PKK'NIN AVRUPA TERÖR LİSTESİNE DAHİL EDİLMESİNE KARŞI ÇIKIYOR"
BRÜKSEL, 04/04(BYE)--- Tirajı günde 50 bin olan De Morgen gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, Ayfer Erkul imzasıyla yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Lüksemburg'daki Avrupa Adalet Divanının birinci derece mahkemesi, PKK ile Kongra-Gel'in Avrupa terör örgütleri listesine dahil edilmesine karşı çıkıyor.
Yapılan açıklamada, "Adalet, Konseyin söz konusu örgütlerin terörle mücadele çerçevesi içinde varlıkları bloke edilen örgüt veya kişiler listesine dahil edilmesi kararını iptal ediyor" deniliyor. PKK ve siyasi kolu Kongra-Gel 2002 yılında listeye eklendi. Mahkeme hakimlerine göre, Konsey bu kararın gerekçeleri hakkında önceden bilgi edinmeliydi. Bu ihmal nedeniyle savunma hakları ihlal edildi.
2002 kararının iptali, şimdiki listede bir değişikliğe neden olmuyor. Mahkeme Aralık 2006'da, İranlı muhalif hareket Halkın Mücahitleri konusunda da buna benzer bir karar vermişti. Bunun üzerine AB'ye üye ülkeler gerekçelerini açıkladılar. Mücahitlerin talebi üzerine mahkeme konuyu yeniden ele alacak.
Üye ülkeler, Eylül 2001 saldırıları sonrasında bir liste oluşturdular. Böyle saldırılara karışan örgüt veya kişilerin mal varlıklarına el konulabilecekti. Bu süre zarfında liste birkaç kez güncelleştirildi. Şu anda listede 54 kişi ve 47 örgüt bulunuyor. Listede en tanınmışlar arasında Tamil Kaplanları, ETA ve Filistinli Hamas bulunuyor.
1978 yılında kurulan PKK, 1984 yılında Türk devletine karşı silahlı mücadeleye başladı. Örgüt, Türkiye'de bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını istiyordu. Yıllar sonra PKK taleplerinde yumuşadı. Şimdi Kürtler için özerklik ve liderleri Abdullah Öcalan için af istiyorlar. Bundan birkaç yıl önce PKK tek taraflı olarak ateşkese son verdi ve şiddet yeniden tırmandı. Türk yetkililer, PKK'yı bombalı saldırılar yapmakla suçluyor, ancak örgüt bunu reddediyor.
EUOBSERVER: "MAHKEME PKK'NIN TERÖR LİSTESİNE KONULMASI KARARINI İPTAL ETTİ"
ANKARA, 04/04(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı Euobserver'ın 4 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Honor Mahony imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Bir AB mahkemesi, Kürt asi örgüt PKK'nın Avrupa Birliği'nin terör listesine dahil edilmesi yönündeki bir kararı iptal etti.
AB'nin en yüksek ikinci mahkemesi, örgütün listeye alınması ve mal varlıklarının dondurulmasının -karar usulünce alınmadığı için- AB yasalarına aykırı olduğunu belirtti.
PKK, Türkiye'nin güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmak için 1984'te silahlı bir mücadele başlattı. Türkiye, örgütün o tarihten bu yana 40 bin kişinin ölümünden sorumlu olduğunu söylüyor.
Mahkeme daha önce de AB'nin terör listesine ilişkin benzer kararlar almıştı. Geçen yıl temmuz ayında mahkeme, üye devletlerin, Filipinli asi lider Jose Maria Sison'un ve Hollanda'da üslenen el Aksa vakfının mal varlıklarının dondurulması yönündeki bir kararını da iptal etmişti.
Mahkeme, AB'nin, ilgililerin mal varlıklarının neden dondurulduğu konusunda bilgilendirilmesi haklarını ihlal ettiğine hükmetti.
Aralık 2006'da mahkeme, sürgündeki İranlı muhalif örgüt Halkın Mücahitleri'nin neden listeye alınacakları hakkında doğru şekilde bilgilendirilmediklerine karar vermişti.
AB'nin terör listesi başka çevrelerden de eleştiriler aldı. Kıtanın insan hakları izleme organı Avrupa Konseyi kısa bir süre önce, Avrupa Birliği ve BM'nin kişileri ve örgütleri listeye dahil etme prosedürlerinin "bütünüyle keyfi" olduğunu söyledi.
EUOBSERVER: "TÜRKİYE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ REFORMUNU GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR"
ANKARA, 10/04(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı Euobserver'ın 9 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Elitsa Vucheva imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türk parlamentosu ifade özgürlüğünü "Türklüğe" hakaret suçu nedeniyle kısıtlayan bir kanunu yumuşatmak amacıyla önümüzdeki hafta bir kanun teklifini oylayacak.
Ülkenin ceza kanunlarındaki bir madde -301. madde- böyle bir hakaret için üç yıla varan hapis cezası öngörüyor.
Aralarında Nobel Ödülü sahibi Orhan Pamuk'un da bulunduğu birçok Türk aydın ve yazar bu madde kapsamında yargılanıyor.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan salı günü "Önümüzdeki hafta 301. madde ile ilgili değişiklik teklifini parlamentoya sunacağız" dedi.
Pazartesi günü geç saatlerde Türk Hükümeti, diğer önerilerin yanı sıra savcıların o alandaki davaları başlatmadan önce Cumhurbaşkanı'nın onay vermesini öneren yasa değişiklik taslağını parlamentoya sundu.
AFP'nin bildirdiğine göre taslak, aynı zamanda belirsiz bir kavram olan "Türklük"ün "Türk Milleti" kavramıyla değiştirilmesini ve öngörülen hapis cezasının üç yıldan iki yıla indirilerek mahkeme kararının ertelenmesi veya para cezasına dönüştürülmesini öneriyor.
Bu adım, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn'in bugün ve yarın yapacakları Türkiye ziyaretinin birkaç gün öncesinde atıldı.
AB, aday ülke Türkiye'den bloğa katılma için önşart olarak tartışmalı maddeyi "ertelemeden yürürlükten kaldırmasını veya değiştirmesini" istiyor.
Söz konusu madde daha çok, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin öldürülmesi konusunda Türkiye'nin resmi çizgisini izlemeyi reddedenlere örneğin, olayları "soykırım" olarak -ki bu Ankara'nın kesinlikle kabul etmediği bir kavram- nitelendirenlere karşı kullanılıyor.
Ülkenin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) parlamentodaki çoğunluğu nedeniyle değişikliğin sorun çıkmadan kabul edilmesi bekleniyor.
LA LIBRE BELGIQUE: "BÖLÜNMÜŞ TÜRKİYE BARROSO'YU AĞIRLIYOR"
BRÜKSEL, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 59.000 olan La Libre Belgique gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı ve Fatma Kızılboğa imzalı haberin çevirisi şöyledir:
Komisyon Başkanı dün 3 günlük Türkiye ziyaretine başladı. Kemalist muhalefet Avrupalıları AKP'yi desteklemekle suçluyor. Zira, iktidardaki parti bir yargıcın hedefi oldu.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Olli Rehn eşliğinde AB üyeliğine aday Türkiye'de üç gün sürecek resmi ziyaretine başladı.
Normal olarak ocak ayında gerçekleşmesi planlanan resmi ziyaret, bazı siyasetçi ve yorumcular tarafından birkaç aydır güç durumda bulunan AKP için büyük bir fırsat oluşturuyor.
Şubat ayında üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldıran tartışmalı yasa ile başlayan ve Türkiye'yi sarsan siyasi kriz, geçen ay, Yargıtay'ın "laiklik karşıtı faaliyetler" suçlamasıyla Başbakan Erdoğan'ın partisi hakkında açtığı dava ile daha da arttı.
Bu ziyareti önemli kılan bir başka neden ise, 1963 yılında Ankara Antlaşmasının imzalanmasından bu yana bir Avrupa Komisyonu Başkanının ikinci ziyareti olmasıdır. Romano Prodi, 2004 yılında Türk topraklarına ayak basan ilk Komisyon Başkanı oldu. Normal zamanda, aday ülkeye hiçbir ziyaret gerçekleştirilmiyor.
Barroso, Başbakan Erdoğan ile yaptığı ortak basın toplantısında "bir yandan Türkiye'yi teşvik etmek, bir yandan da anlamak istiyorum" dedi. Bu ziyaret büyük olasılıkla 2004 yılından beri sürüncemede bulunan üyelik için gerekli reformlar yolunda Türkiye'yi cesaretlendirmek için planlanmış bir ziyaret. Zaten Komisyon Başkanı "güven" işareti olarak, haziran ayına kadar iki başlığın daha görüşmelere açılacağını açıkladı. Bu, patlama derecesindeki Türkiye'ye moral verebilecek.
Barroso, İslamcı kökenli AKP hakkında açılan dava konusunda ise, "Avrupa standartlarına uygun bir adalet kararı beklediğini" belirterek, "davayı görecek olan Anayasa Mahkemesinin kararına saygılı olmak zorundayız, ancak AB üyeliğine aday Türkiye'nin durumuna kayıtsız kalamayız. Şaşırdım çünkü demokratik bir ülkede böyle bir dava olanaksızdır. Laiklik teriminin dogmatik bir yanı yok, bunun demokratik olması gerekir" dedi.
Bu ziyaret çok elektrikli bir ortamda başladı. Kemalist muhalefetin AKP'yi desteklemekle suçladığı Avrupa Komisyonuna çok soğuk bir karşılama yapıldı. Sosyal demokrat muhalefet partisi CHP'li Meclis Başkan Vekili, Avrupa Komisyonu yetkililerinin Parlamentoyu ziyareti sırasında değişik siyasi yetkililerle görüşebilmeleri için kendilerine bir büro tahsis edilmesine karşı çıktı.
Barroso'nun Türk Parlamentosunda yaptığı konuşmasına 10 dakika kala CHP lideri Deniz Baykal'ın AKP'nin kapatılmasıyla ilgili dava konusunda bir kelime söylenecek olursa genel kurul salonunu terk edeceğini söylemesiyle gerilim biraz daha arttı. Yasalar, görüşmekte olan bir dava hakkında konuşulmasına olanak tanımıyor.
Allahtan felaket senaryosu yaşanmadı. Barroso, Türk Ceza Kanununun 301. Maddesine atıfta bulunarak, ifade özgürlüğü gibi konularda reformlar yolunda Türkiye'yi teşvik eden sözlerini tekrarlamakla yetindi.
Radikal gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, "sorun Türkiye'nin hukuk sisteminden kaynaklanıyor, Barroso da diğer Avrupa ülkeleri ile kıyaslayarak bunu eleştiriyor. Normal bir şey" yorumunu yapıyor.
LE SOIR: "GLOBAL ALANDA DEĞERLERİMİZİ TANITMALIYIZ"
BRÜKSEL, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 140 bin olan Le Soir gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, gazetenin 250 okurunun sorularını yanıtlayan AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun konuşmasından kesitler yayımlanmıştır. Barroso'nun konuşmasının Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
--Avrupa'nın Yeni Sınırları--
90'lı yıllarda Dışişleri Bakanı olduğum döneme göre Avrupa'nın bugün daha fazla önemi var. Dünyada söz sahibi olmak için boyutun önemi var. Doğal olarak sadece boyut yeterli değil. Bir uyum gerekli. Genişlerken temelleri güçlendirmek gerek.
--Türkiye Konusu--
Türkiye bazı sorunlar yaratıyor. Zira kültürel açıdan diğer üye ülkelerin çoğundan farklı. Büyük bir ülke. Nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olmasının bir önemi yok.
Türklerle ciddi olmalıyız. Onlarla açıkça konuşacağım. Üye olmalarının Avrupa'nın menfaatine olacağı konusunda Avrupalıları ikna edebilmeliler ve Avrupa, üyeliğin Türkiye'nin çıkarına olacağı konusunda Türkleri ikna edebilmelidir.
Doğal olarak Türkiye'nin siyasal, ekonomik ve hukuki tüm kriterleri yerine getirmesi lazım. Modern bir demokrasi, insan ve kadın haklarına saygı, dini haklarla dinsiz olma hakkı, sivil yönetimin askeri yönetimden üstünlüğü, sendika ve çalışanların haklarına saygı vs. Türkiye ile üyelik müzakerelerinin sürdürülmesinin bile olumlu etkileri var.
Türk yetkililer daha dün bize göre ifade özgürlüğüne ters düşen 301. maddenin değiştirileceğini açıkladılar. Türkiye için, demokrasi ve Avrupa için olumlu bir şey.
Süreç devam etmeli. Müzakerelerin sonunda bir karar alınması gerekecek. Bu ne yarın ne de ertesi gün için...
Türkiye önemli bir ekonomik ilgi odağı. Büyük bir ekonomik gelişmeyle büyük bir pazar. Türkiye'nin ayrıca belli bir jeopolitik önemi var. Avrupa ile Asya arasında bir geçiş noktasında bulunuyor. Burasının bizim tarafımızda olması mı daha iyi, yoksa... Bizimle aynı değerleri paylaşan istikrarlı ve demokratik bir Türkiye herkesin çıkarınadır. Bunun yanında daha global siyasal önemi var. Avrupa'nın demokrasiyle değişik dinler arasında bir sentez yapabileceğini göstermek.
Belçikalı büyük yazar Marguerite Yourcenar, "büyük heykeltraş olan zamandan" bahsediyordu. Zamanı düşünmek gerek. Bundan 20 yıl önce Slovenya'nın AB Başkanlığını yürüteceğine kim inanırdı?
Yani Türk dostlarımıza kapıyı kapatmamalıyız. Bu, Türkiye'de demokratik bir sistem, bir hukuk devleti ve sivil özgürlükler konusunda mücadele veren kadın ve erkekler için büyük bir travma olur.
LE SOIR: "BARROSO, TARTIŞMAYA GİRMEKTEN ÖZENLE KAÇINDI"
BRÜKSEL, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 140.000 olan Le Soir gazetesinin 12-13 Nisan 2008 tarihli hafta sonu sayısında, Delphine Nerbollier imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
Jose Manuel Barroso, bazıları tarafından endişeyle, bazıları tarafından ise umutla bekleniyordu. Endişelenenler, Komisyon Başkanı Barroso'nun, "laiklik karşıtı faaliyetleri" nedeniyle partisi AKP hakkında dava açılan Başbakan Erdoğan'a açıkça destek vermesinden korkuyordu. Gerçekten de, Komisyonun genişlemeden sorumlu üyesinin daha önceki açıklamaları muhalefeti karıştırmıştı. Olli Rehn, "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasal sorunların parlamentoda tartışılması gerekir, mahkemelerde değil" diyerek AKP'nin kapatılması halinde Ankara ile üyelik müzakerelerinin durdurulabileceğini açıklamıştı. Muhalefet basını perşembe gününün "gergin" geçmesini bekliyordu.
Oysa, bu gerçekleşmedi. Uzun süre önceden kararlaştırılan bu iki günlük ziyarette Komisyon Başkanı, AKP yandaşları arasında belli bir hayal kırıklığı yaratarak, bu krizde taraf olmamayı başardı. Barroso, "Avrupa'da eşi görülmemiş" bu süreçten "endişe" duyduğunu belirterek "kayıtsız kalamayacağını" söyledi. Olli Rehn'in aksine hiçbir yorum yapmadı ve Türklere, AB'den laiklik ya da türban konusunda tutum sergilemesini beklememelerini tavsiye etti. Avrupa'nın seküler sisteminin çeşitliliğini hatırlatarak, Türkleri bu konuyu tartışmaya ve bir çözüm bulmaya çağırdı.
Eski bakan ve Avrupa uzmanı Bülent Akarcalı, "Bu ziyaret çok önemli. Zira, Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkilerin normalleştiği kanısını uyandırıyor. Sanki, Birlik, Ankara'ya Avrupa ailesi içinde olduğunu ve bir sorun olduğu zaman yardımcı olmak için her zaman hazır olduğunu göstermek istiyor. Barroso, AKP'nin yardımına değil, Türkiye'nin yardımına koştu" yorumunu yapıyor.
Barroso, Türk parlamenterler önünde yaptığı konuşmada, "ortak hedef olan Türkiye'nin AB üyeliğine ulaşmak için" ifade, din, Kürtler için kültürel ve siyasal özgürlükler gibi konularda Ankara'nın reformlara yeniden dönmesi çağrısında bulundu. İfade özgürlüğünü sınırlayan 301. maddeden söz etmek kaçınılmazdı. Üç yıllık çalışmadan sonra parlamentoya yeni sunulan yasanın değiştirilmiş hali konusunda "iyi yönde değil" yorumunu yaptı. Türk hükümeti ise, Avrupa yolunun hayatta kalmasının son şansıymış gibi, reformlara yeniden başlayacağını açıkladı.
FRANSA BASINI
AFP: "İSVEÇ, BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN PARTİSİNİ DESTEKLEDİĞİ GÜVENCESİNİ VERDİ"
STOCKHOLM, 03/04(AFP)(BYE)--- İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt dün yaptığı açıklamada, Türkiye'de iktidardaki siyasi partiye destek verdi ve kapatılmasını amaçlayan prosedürün Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini frenlediğini düşündüğünü belirtti.
Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ile düzenlediği ortak basın toplantısında Reinfeldt, "İsveç'te, seçmenlerin, seçim yoluyla, ülkeyi kimin yöneteceğine karar vermemesi gerçekten garip olurdu" dedi.
Türk Anayasa Mahkemesinin kararından iki gün sonra konuşan Reinfeldt, kendisinin ve Erdoğan'ın, son seçimlerde Türkiye'de AKP'nin geniş destek bulduğuna değindiklerini, bunun AB'ye üyelik sürecini izlemek için şartlardan birini teşkil ettiğini söyledi.
Reinfeldt konuşmasına şöyle devam etti: "Bu sürecin yavaşlama olasılığından oldukça endişeliyiz. İsveç, Avrupa Birliği'nin büyümesi gerektiği ve Türkiye'nin burada yerini alması yolundaki düşünceyi ifade etmeye devam edecektir. Bu Türkiye için iyi bir şeydir, bu Avrupa için iyi bir şeydir."
Önceki gün, üç günlük İsveç ziyaretine başlayan Erdoğan ise, İskandinav ülkesinde elde edilen destekten dolayı memnuniyetini ifade etti ve "İsveç Türkiye'nin tutumunu anlıyor" diyerek, İsveç'in AB Dönem Başkanlığını devralacağı tarih olan 2009'un ikinci yarısı için sabırsızlandığını vurguladı.
Erdoğan'a göre, "Bu, Türkiye'nin, üyelik müzakerelerinde çok daha uzağa gitmesi için büyük bir fırsat olacaktır".
AFP: "AVRUPA ADALET DİVANI, PKK'NIN, AB'NİN TERÖR ÖRGÜTLERİ LİSTESİNE KONMASINA HALA KARŞI ÇIKIYOR"
LÜKSEMBOURG, 03/04(AFP)(BYE)--- Avrupalı yargıçlar bugün AB'nin 2002 yılında aldığı Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) terör örgütleri listesine konması kararını iptal etti, ancak bu karar Kürt örgütün listede kalmasını engellemiyor.
Avrupa Adalet Divanı tarafından iptal edilen karar, 2002 yılında, 2001 yılındaki saldırıların hemen ardından terör örgütleri listesi ilk kez hazırlandığı zaman alınan bir karar.
Avrupalı bir sözcüye göre, liste, o zamandan bu zamana yeni Avrupa kararları uyarınca yeniden güncellendi ve bundan dolayı Adalet Divanının bugün aldığı iptal kararının tam bir hükmü yok.
Lüksembourg yargıçları, 2006 yılının Aralık ayında başka bir örgüt olan İranlı Halkın Mücahitleri örgütünün fonlarının dondurulması kararını iptal ettiği zamanki gerekçeleri emsal alarak, PKK konusunda da AB'nin 2002 yılında aldığı bu kararın yeterli gerekçelere dayanmadığına hükmetti.
Halkın Mücahitleri hakkındaki kararın ardından AB Konseyi, Mahkemenin tespitlerini gözönüne alarak PKK'yı terör listesine koymak konusunda yeni gerekçeler sağlamış olsa da, Avrupa Adalet Divanı bunun yeterli olmadığını ve bu gerekçelerin en başından beri sağlanmış olması gerektiğine hükmetti.
PKK, Halkın Mücahitleri veya Filistinli İslami Hamas hareketinin de dahil olduğu 47 başka örgüt ile AB'nin Aralık ayında güncellediği terör örgütleri listesinde yer almaya devam ediyor.
AFP: "ANKARA, AVRUPA ADALETİNİN PKK İLE İLGİLİ KARARINI KINADI"
ANKARA, 03/04(AFP)(BYE)--- Türk Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin bugün, Avrupa Adalet Divanı'nın (AAD) Avrupa Birliği'nin 2002'de aldığı Kürdistan İşçi Partisi'ni (PKK) terörist örgütler listesine alma kararını iptal eden kararını kınadı.
Bu karar, PKK'nın Avrupa terörist örgütler listesinde görünmeye devam etmesine engel değil, zira iptal ettiği karar, eski ve bunu o zamandan beri AB'nin aldığı benzer kararlar izledi.
Bununla birlikte Türk Bakan, AAD'yi sert bir dille kınadı. Türk Anadolu Ajansı'na göre, Şahin, Türkiye'nin kuzeyinde bulunan Karabük şehrinde, "Yargıçlar teröre karşı uluslararası mücadeleyi zayıflatan böyle bir karar almadan önce iyice düşünmelilerdi" şeklinde konuştu.
Adalet Bakanı sözlerini, "Türkiye'ye gelmelerini ve (PKK'nın oluşturduğu) tehditleri görmelerini isterdim. Ama tabii kararı, gerçeklikten uzakta, hiçbir terör riskinin bulunmadığı evlerinden aldılar" diye sürdürdü.
Mehmet Ali Şahin, Türk Adalet Bakanlığı'nın, ne tür karşı tedbirler alınabileceğini görmek için AAD'nin kararını inceleyeceğini belirtti.
Ancak AB'nin bir sözcüsü, bugünkü kararın hiçbir değişikliğe yol açmayacağını, çünkü listenin o zamandan beri, yeni Avrupa kararları uyarınca birçok defa güncellendiğini söyledi. Sözcü, "Mahkeme'nin kararı, yerini çoktan başkalarına bırakmış eski bir karara atıfta bulunuyor" dedi.
LE MONDE: "ANKARA İLE MÜZAKERELER SÜRÜYOR"
PARİS, 10/04(BYE)--- Tirajı günde 314 bin olan Le Monde gazetesinin 09 Nisan 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan Thomas Ferenczi ve Philippe Ricard imzalı Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Fransa'nın AB dönem başkanlığı sırasında Türkiye ile müzakerelere, Paris'in Ankara'nın üyeliğine karşı gelmesine rağmen devam edilecek. "Belli bir ritmin korunması gerektiği" vurgulanan Fransa cephesinde, 2008'in ikinci döneminde sermayenin serbest dolaşımı, eğitim, kültür ve enerji gibi konularda iki veya üç başlığın açılması hedefleniyor.
Bir Avrupalı diplomat, "Fransızların endişesinin, daha fazla mesele yaratmamak" olduğunu doğruluyor. Ancak Paris için müzakereler, sadece tam üyeliğin yanı sıra Türkiye'ye sunulabilecek bir imtiyazlı ortaklığı da kapsayan konular üzerine açılabilir. 14 Nisan haftası Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştirmeye hazırlanan Avrupa İşlerinden Sorumlu Yardımcı Bakan Jean-Pierre Jouyet, Brüksel'de "Fransız dönem başkanlığı sırasında hem tam üyelik hem de imtiyazlı ortaklık çerçevesinde ele alınabilecek başlıkların müzakere edileceğini" açıkladı.
--Bölgesel Politika--
Paris, doğrudan üyelikle ilgili beş başlığın, yani avro, bölgesel politika, bütçe, kurumlar ve tarım başlıklarının açılmasına hala karşı çıkıyor.
Türkiye cephesinde ise Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin AB'ye yeni girecek ülkeler için referanduma gidilmesini öngören maddeyi kaldırma niyetinin asıl amacının Balkan ülkelerinin üyeliklerinin engellenmesi olarak değerlendirilse de "olumlu bir gelişme" olarak algılanıyor.
Müzakerelere yeni bir hız kazandırmaya niyetli olan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine 10-12 Nisan tarihlerinde Türkiye'yi ziyaret etmesi beklenen Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso son olarak Pazartesi günü Lizbon'da Türkiye'nin üyeliğe ilgisinin sürdüğü konusunda Avrupa'yı ikna etmesi gerekeceğini söyledi.
Aynı gün, AKP Tarafından Meclis Başkanlığı'na, Avrupa'da ifade özgürlüğüne tehdit oluşturduğu belirtilen "Türklüğe akaret" suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanununun 301. maddesiyle ilgili bir değişiklik teklifi sunuldu.
AFP: "BARROSO, HÜKÜMETİ DESTEKLEMEYE GELDİ"
ANKARA, 11/04(AFP)(BYE)--- Jerome Bastion bildiriyor:
--Avrupa Komisyonu Başkanı, Reformlara Ara Veren Türk Hükümetini Motive Etmek İçin Türk Parlamentosuna Seslendi. Ancak Bu Ziyaret İçin Geç Kalınmış Olabilir--
İktidar partisi ile laik veya aşırı milliyetçi muhalefet arasındaki yüksek gerilim döneminde Barroso'nun işi pek kolay değildi: İhtiras yüklü bir iç siyaset dalaşında taraf tutuyormuş gibi görünmeyerek halihazırda hakkında Anayasa Mahkemesinde açılan davayla tecrit edilen ve hassaslaşan Erdoğan hükümetine gizli destek vermek.
Ancak parlamentonun Ceza Kanunu'nun (kurbanları arasında pekçok gazeteci ve yazarın yer aldığı, "Türklüğe hakareti" ağır bir şekilde cezalandıran) korkunç 301. maddesinde yapılacak değişikliği incelediği sırada, bu ziyaret, hükümetin nerdeyse dört yıldır uğraştığı ilk önemli -ve Brüksel'in ısrarla talep ettiği- Avrupa yanlısı reformu kurtarmaya çalışmak için daha iyi düşemezdi.
--Küçük Değişiklikler--
Şanssızlık eseri, muhalefet dün toplanması beklenen iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) iyi niyetinin göstergesi olabilecek yasa komisyonu toplantısını engelledi. Jose Manuel Barroso ancak "parlamentonun yakında bu konu üzerinde çalışacağını" öğrenmekten duyduğu memnuniyeti ifade edebildi.
Avrupa Komisyonu, insan hakları savunucuları gibi tamamen kaldırılmasını savunurken, revizyon, sadece küçük değişikler öngörüyor.
Muhalefet, "Avrupa'nın bir numaralı adamına" başka nahoş sürprizler de hazırlamıştı: Görüşmeler için kendisine parlamento binasında bir oda ayırmak ve dolayısıyla da davetine icabet etmek söz konusu değil yani parti başkanlarını kendi salonlarında ziyaret etmek ona düşüyor.
Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi (sosyal demokrat CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (aşırı milliyetçi, MHP), oturumu terk etmek pahasına, AKP'nin kapatılması ve yöneticilerinin siyasetten men edilmeleri riskiyle karşı karşıya oldukları dava konusunun açılmasına müsamaha göstermeyecekleri hususunda uyarıda bulunmuşlardı.
Barroso'nun konuşması, birkaç saat öncesinde Anayasa Mahkemesinin kararının "demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde verilecek bir karar olmasını" umduğunu ve "parlamentoda çoğunluğa sahip, demokratik yolla seçilmiş bir partinin böylesi bir sürece tabi tutulmasının normal olmadığını" söylediği mülakata göre, çok daha "siyaseten doğru" idi.
Barroso, milletvekilleri ve ardından parti başkanlarıyla başbaşa gerçekleştirdiği görüşmelerde, her türlü eleştiri ve kınamadan sakındı. Zira amacı her şeyden önce motive etmekti.
LE FİGARO: "JOSE MANUEL BARROSO ANKARA'DAN SOMUT REFORMLAR BEKLİYOR"
PARİS, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Laure Marchand imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
--Avrupa Komisyonu Başkanı Üyelik Yolunda Katedilmesi Gereken "Uzun Sürece" Değindi--
Takvimler arası bir rastlantı sonucu -zira davetiyeler sonbaharda yollanmıştı- Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn'in iki günlük Türkiye ziyareti, ülkenin Birlik ile arasındaki katılım müzakereleri ve iç siyasetindeki dengeler için oldukça önemli bir dönemde gerçekleşiyor.
Türkiye ziyaretinde ilk olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşen Barroso, ardından Başbakan Erdoğan ile birlikte düzenlediği ortak basın toplantısında, reformların hızlandırılması gerektiğini vurguladı. Barroso, Türkiye'nin Avrupa kulübüne katılmasının önünde "uzun bir süreç" olduğunu belirtip "çok çalışması gerekeceğinin" altını çizerken, Erdoğan, Türkiye'nin tek hedefinin imtiyazlı ortaklık değil, tam üyelik olduğunu ifade etti.
Barroso, Türkiye'ye gelmeden tutumunu belli ederek, AKP hakkındaki kapatma davasına ilişkin rahatsızlığını gizlememiş ve "Türkiye'nin, üyeliğe ilgisinin sürdüğü konusunda AB'yi ikna etmesi gerekmektedir. Birlik sadece demokratik Türkiye'yi kabul edebilir" açıklamasında bulunmuştu.
--AKP, Avrupa İpine Sarıldı--
Komisyon Başkanı ayrıca, laik ve demokratik ilkelerin korunması gerektiğini hatırlatmış, "teokrasiye karşıyız, ancak laiklik din değildir, dayatılamaz" açıklamasıyla da, Anayasa Mahkemesinin onay verdiği kapatma davası konusundaki tutumunu Erdoğan hükümetine kayıtsız şartsız bir destek olarak yorumlayan laik cephenin eleştirilerine cevap vermişti. Demokratik reformlara aylarca ara vermesinin ardından üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını öngören anayasa değişikliğine öncelik veren Başbakan Erdoğan, pazartesi günü, Brüksel'in sabırsızlığını dindiren bir adım attı: TCK'nın 301. maddesi ile ilgili değişiklik teklifi Meclis Başkanlığına sunuldu. Hükümetin hareketsizliğine öfkelenen AB Komisyonu Başkanı Ankara ziyaretini, denetim altındaki ifade özgürlüğünün simgesi haline gelen bu maddenin ele alınması şartına bağlamıştı.
Partinin kapatılması tehdidiyle Brüksel'in bıkkınlığı arasında kalan muhafazakar İslamcılar şimdi artık katılım müzakerelerine yeniden ilgi duymaya başladılar. Milliyet gazetesindeki bir köşe yazısında "AB'nin demokrasi çerçevesinde AKP'ye destek verdiği, AKP'nin ise kendi geleceğini güven altına almak için Avrupa ipine sarıldığı" ifade edildi.
Basında ayrıca, şu an Dışişleri Bakanı tarafından yürütülen müzakereler konusunda, bir iyi niyet gösterisi olarak, ayrı bir bakanlığın kurulabileceği duyuruldu. Ancak Türkiye'yi, Avrupa rayları üzerine yeniden oturtmak için daha fazlası gerekecek. Zira katılım müzakerelerinin başlatılmasından bu yana 35 başlıktan sadece altısı açıldı, sekizi ise Kıbrıs meselesi nedeniyle hala askıda.
AFP: "REHN: YENİ HÜKÜMETİN MÜZAKERE İRADESİ CESARET VERİCİ"
BRÜKSEL, 15/04(AFP)(BYE)--- Genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn dün, yeni Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin Kıbrıs meselesini çözme iradesini cesaret verici olarak niteledi.
Kıbrıs Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu ile yaptığı görüşmenin ardından yayımladığı bildiride Rehn, "Yeni Kıbrıs Hükümetinin, Kıbrıs meselesini çözmek için BM himayesinde ciddi müzakereler başlatmak amacıyla sergilediği girişimden cesaret aldım" dedi.
Komiser özellikle, adadaki iki tarafın yöneticilerinin 21 Mart'ta bir araya gelmesine atıfta bulunarak "yakın zamanda meydana gelen olumlu gelişmeleri" memnuniyetle karşıladı.
İNGİLTERE BASINI
BBC: "TÜRKİYE'NİN AB GİRİŞİMİ SIKINTIDA"
ANKARA, 04/04(BYE)--- BBC'nin 04 Nisan 2007 tarihli sayısında, William Horsley imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin çevirisi şöyledir:
--Türkiye'nin AB'ye Katılım Girişimi Şimdi Avrupa'nın "En Büyük Projesi" Olarak Adlandırılıyor. Ancak Bunun Asla Gerçekleşmeyeceğine İlişkin Yeni Şüpheler Gündemde--
Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan Türkiye'yi, Avrupa Birliği ile birleştirmenin Avrupa'nın II. Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük barış projesi olduğunu söyledi. Ancak Babacan bazı AB ülkelerinin siyasi kötü niyetle Türkiye'yi uzak tuttuklarından şikayet etti. Türkiye, Avrupa'nın şamar oğlanı olmaktan bıktı. Avrupa Birliği resmi üye adayı olarak yıpratıcı çabalarla geçen dokuz yılın ardından hala sonunda tam üyelik garantisi yok. Türk liderler şimdi Avrupa'ya, "adil davran, zira bizim sana ihtiyacımız olduğu kadar senin bize ihtiyacın var" şeklinde sert mesajlar gönderiyorlar.
--Üstü Kapalı Uyarı--
Babacan, BBC News'e yaptığı açıklamada, "Avrupa asla Türkiye'nin başka seçeneği olmadığını düşünmemelidir" dedi.
Bakan bunu şöyle açıkladı: "Bu, katılabileceğimiz başka bir ittifak ya da ülkeler grubu var anlamına gelmez. Ancak ilişkiler karşılıklıdır ve her iki tarafın yararına olmalıdır" Dışişleri Bakanının bu üstü kapalı uyarısı, bu hafta, siyasetçiler ve politika üretenlerin Türkiye'nin AB üyeliği yolunu değerlendirmeleri için İstanbul'da düzenlenen Wilton Park konferansında geldi.
Geçen hafta, Türkiye'nin Avrupa umutlarının en ateşli savunucuları bile, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Saraybosna'daki öğrencilere, ülkesinin Avrupa dışında bırakılması halinde kaybedecek bir şeyi olmadığını söylediğinde şok oldular. Başbakan kaybedenin Avrupa olacağını iddia etti.
Türkiye'nin 45 yıllık Avrupa entegrasyonuna bağlılığı ciddi bir çalkantı içerisinde. Ve gerçek neden AB'nin 27 üyesi arasındaki "genişleme yorgunluğu" değil, asıl neden Türkiye'nin kendisi. Türkiye'nin umutları her iki tarafta kuvveti azalan kamuoyu desteğiyle tehdit altında.
--'İstenmiyorum' Hissi--
Eurobarometer'in önemli bir kamuoyu araştırması, Avrupalıların yüzde 59'u Türkiye'nin üyeliğine karşı iken sadece yüzde 28'inin üyelikten yana olduğunu gösterdi.
Türkler arasında da AB üyeliğine verilen destek üç yıl önceki nüfusun dörtte üçü düzeyinden hızla yarısına, hatta daha da altına düştü. Babacan, halkına istenmediğinin hissettirildiğini söyledi.
Her iki tarafın birer şikayet listesi var.
AB, Türkiye'nin demokratik reformlarının üyelik görüşmelerinin başladığı 2005'ten bu yana yavaşladığından yakınıyor.
Şimdi Avrupa Komisyonu, dikkat çekici bir davanın Türkiye'nin uzun vadeli AB arzusuna zarar verebileceği konusunda uyarıyor. Anayasa Mahkemesi, başsavcının Türkiye'nin laik değerlerini aşındırdığı iddiasıyla AK Partinin kapatılması istemiyle açtığı davayı görecek.
AB'nin sabrı, Türkiye'nin ceza yasasının gazetecilerin ve yazarların "Türklüğü küçük düşürmekten" yargılandıkları 301. maddesini değiştirmekteki gecikme nedeniyle taşma raddesine gelmiş durumda.
--Kıbrıs Anlaşmazlığı--
2006'dan bu yana Türkiye'nin AB üyeliği amacıyla yaptığı zahmetli görüşmeler, ülkenin, yeni AB üyesi Kıbrıs'tan serbest ticarete izin vermemesi nedeniyle kınanmasıyla bir dar boğaza girdi.
Türkiye AB'yi, Kıbrıs'ı, adanın bölünmüşlüğüne bir çözüm bulunmadan üyeliğe kabul etmekle ve adil davranmamakla suçladı.
Babacan, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin "Akdeniz Birliği" planını hayata geçirerek, Türkiye'ye üyelik dışında bir seçeneği kabul ettirmeye çalıştığını söyledi. Şu anda bu tehdit ortadan kalkmış gibi, ancak Türkler henüz bunun bir parçası olup olmayacaklarını açıklamadılar.
Türk yetkililer, -AB ülkelerinin Türklerin Avrupa'da herhangi bir yerde çalışmak için dolaşımına daimi kısıtlamalar getirme imkanı tanınması talepleri dahil- nihai üyelik konusunda peşinen istisna koşullar getirilmesine karşı çıkıyor.
Türk liderler, daha önce yaptıkları konusunda Avrupa'nın daha anlayışlı olmamasına şaşıyorlar.
Türkiye, eski Batı Almanya'dan önce bile NATO'nun sadık bir müttefikiydi.
Şimdi Avrupa'nın en büyük altıncı ekonomisi, Avrupa'nın enerji ihtiyaçları için önemli bir geçiş noktası ve ciddi bir bölgesel güç durumunda. İçerde hükümetin devamlılığı milliyetçi hakimler ve siyasi muhalefetin tehdidi altında.
Ancak yine de Babacan bazı Avrupalı liderlerin popülist söylemlerle kitlesel göç riskini abarttığını söyledi.
Türklerin İngiltere gibi müttefikleri de var.
İngiltere'nin Avrupa Bakanı Jim Murphy, İstanbul'daki toplantıda, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne alınmasının medeniyetler çatışması "mitini" yok edeceğini ve AB'nin aldığı en önemli stratejik karar olacağını söyledi.
AB tam olarak hala Türkiye'nin en erken 2014'ten önce üyeliğe hazır olmayacağını söylüyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı soruyu tersinden soruyor: "Avrupa Türkiye'yi kabul etmeye ne zaman hazır olacak?"
REUTERS: "TÜRKİYE BAŞBAKANI AB REFORMLARINI HIZLANDIRMA SÖZÜ VERDİ"
ANKARA, 08/04(REUTERS)(BYE)--- Selçuk Gökoluk bildiriyor:
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, hükümetinin, milliyetçi partilerin muhalefeti ortamında aylardır kesintiye uğrayan siyasi reformları hızlandırma sözü verdi.
Erdoğan, iddia edilen İslami eylemleri nedeniyle kapatma davası ile karşı karşıya olan AK Parti grup toplantısında yaptığı açıklamada, parlamentonun AB ve insan hakları örgütleri tarafından ifade özgürlüğünü kısıtlamakla eleştirilen bir yasa maddesine ilişkin değişikliği haftaya onaylayacağını söyledi.
Erdoğan daha fazla detaylandırmadan, "Bunu hızla, Türk demokrasisini ileriye götürecek olan diğer adımlar takip edecektir" şeklinde konuştu.
Ankara AB ile üyelik görüşmelerine 2005'in sonunda başladı, ancak üyelik görüşmeleri Kıbrıs'ın bölünmüşlüğü, AB'nin dayattığı reformların hızının yavaşlaması, Fransa gibi AB ülkelerinin tavırları nedeniyle üyelik görüşmelerinde ilerleme kaydedilemedi.
AB, ifade özgürlüğü reformlarının nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman, ancak laik olan ülkenin siyasi reform taahhüdü açısından önemli bir test olacağını söyledi. Hükümet bir yılı aşkın bir süre önce milliyetçi savcıların yüzlerce gazeteci ve entellektüeli mahkemeye çıkarmak için kullandığı tartışmalı bir maddeyi değiştirme sözü verdi. "Türklüğü küçük düşürmek" iddiasıyla mahkemeye çıkarılan kişiler arasında Nobel Edebiyat ödüllü Orhan Pamuk da var.
Maddenin reformu uyarınca, savcılar, suçlamada ve hapis cezası isteminde bulunmadan önce cumhurbaşkanının onayını almak zorunda olacak. Öngörülen hapis cezası üçten iki yıla indirilecek.
Erdoğan, "AB hedefinde zafiyet göstermemiz söz konusu değil. Şu andan itibaren hükümetimiz Avrupa yolundaki kararlılığını daha fazla gösterecektir. (Barroso ve Rehn ile) Yol haritasını değerlendirme şansımız olacak" dedi.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Genişlemeden Sorumlu Komisyon üyesi Olli Rehn cuma günü, AK Parti için zor bir döneme denk gelen bir zamanda görüşmelerde bulunmak için Ankara'ya bir ziyarette bulunacak.
--Sıkıştırılmış-
Analistler, hükümetin yeni reform sözünün riskli, ancak iktidar partisinin laiklik karşıtı eylemlerde bulunduğu iddiasıyla bir kapatma davasıyla karşı karşıya olduğu bir zamanda doğru hareket olduğunu söylediler.
Türkiye'nin hakimler, generaller ve rektörlerin dahil olduğu laik elitleri AK Parti'nin din ve devlet ayrılığını aşındırmaya çalıştığına inanıyorlar.
Anayasa Mahkemesi geçen hafta, bir başsavcının İslam devleti kurmak istediği iddiasıyla AK Parti'nin kapatılması talebiyle açtığı bir davayı görme kararı aldı. Savcı aralarında Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bulunduğu 71 AK Parti yetkilisine beş yıl siyaset yasağı getirilmesini de istedi.
Suçlamaları reddeden İslami kökenli AK Parti, savunmasını hazırlıyor.
Davanın görülmesi aylar alabilir ve siyasi istikrarsızlığın uzatılması tehdidi mali piyasaları tedirgin ediyor.
Muhalif Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli parti grup toplantısında, "Erdoğan sorunların çözümünü Brüksel'de değil mecliste aramalıdır" dedi.
Hükümet, anayasa değişikliklerini meclisten geçirmek için desteğine ihtiyaç duyduğu MHP ile anlaşamamasının ardından kapatmayı önlemeye yönelik anayasa değişikliğinden vazgeçti.
REUTERS: "BARROSO TÜRKİYE'DE REFORMLAR İÇİN BASKI YAPACAK"
BRÜKSEL, 09/04(REUTERS)(BYE)--- Marcin Grajewski bildiriyor:
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso bugün yaptığı açıklamada, bu hafta yapacağı ilk resmi ziyarette Türkiye'den reformları hızlandırmasını ve Avrupa Birliği üyeliğine daha fazla ilgi göstermesini isteyeceğini söyledi.
Türkiye AB katılım görüşmelerine 2005'te başladı, ancak AB bağlantılı reformların hızının yavaşlaması, çözümlenmeyen Kıbrıs anlaşmazlığı ve Fransa ve Avusturya gibi bazı AB üyelerinin isteksizliği nedeniyle kesintiye uğradı.
Ankara'ya hareket etmeden önce bir basın toplantısı düzenleyen Barroso, "Burada hayatî olan Türkiye'nin Avrupa üyeliğine ilgisini göstermesidir" dedi.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşecek olan Barroso, "Ona Reformlara destek mesajı getiriyorum" dedi.
Erdoğan dün milliyetçi partilerin muhalefeti nedeniyle bir yıldan uzun bir süredir kesintiye uğrayan siyasi reformları hızlandırma sözü verdi.
Barroso AB'nin Türkiye'nin başsavcısının AK Partiyi kapatma ve Başbakanı siyasetten men etme girişimine ilişkin endişesini yineledi. Barroso, "Türk halkının çoğunluğu tarafından seçilen partinin şimdi bu tarz bir soruşturma altında olması normal değil. AB sadece demokratik ve demokratik değerler üzerinde fikir birliği olan bir Türkiye'yi kabul edebilir" dedi.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan Türk piyasalarını sarsan ve siyasi belirsizlik yaratan davanın üstesinden gelecek sağduyuyu beklediğini söyledi.
Babacan gazetecilere yaptığı açıklamada, "Türkiye şimdi açık bir ülke, açık bir toplum ve açık bir ekonomi. Açık ülkelerde, hem ülke içinde hem de dışarıda kamuoyu gelişmeleri izleyebilir. Açık ülkelerde her zaman sağduyu ve mantık galip gelir" dedi.
Barroso Türkiye'ye "Türklüğü tahkir"i yasaklayan bir yasanın değiştirilmesi yahut iptali sözünü yerine getirmesi konusunda baskısını yineledi.
Barroso, "Yasanın Avrupa'da var olan ifade özgürlüğü değerleriyle bağdaşmadığını" söyledi.
REUTERS: "POLONYA DEVLET BAŞKANI: TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİ'NE ÜYELİK GİRİŞİMİ SİYASİ KARGAŞADAN ZARAR GÖRÜYOR"
VARŞOVA, 10/04(REUTERS)(BYE)--- Polonya Devlet Başkanı Leh Kaczynski dün yaptığı açıklamada, Türkiye'deki siyasi kargaşanın ülkenin Avrupa Birliği'ne üyelik hedefini tehlikeye attığını ifade etti.
Kaczynski, Polonya'nın Türkiye'nin ertelenmiş üyelik girişiminin destekçisi olmaya devam ettiğini ifade etti. Fakat Kaczynski Ankara'nın, Birliğe katılmayı uman diğer bir ülke olan Ukrayna'nın gerisinde kalma tehlikesine işaret etti.
Kaczyinski Reuters'e verdiği mülakatta, "Türkiye'nin destekçisi olarak, orada işlerin yolunda gidip gitmediği sorusunu yöneltmek istiyorum" dedi.
Kaczynski AB'ye üye olmak isteyen her ülkenin üyelik kriterlerini karşılama mevzuunda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini belirtti, fakat Batı ile daha yakın ilişkiler geliştirmek isteyen Ukrayna ve Gürcistan'ın Türkiye'ye nispeten daha az engelle karşılaşabileceğini ifade etti.
Kaczynski, "Türkiye'nin sorunu çoğunlukla kültürel, Ukrayna ve hatta Gürcistan'ın böyle bir sorunu yok" dedi.
Polonya ile İngiltere, Türkiye'nin AB üyelik girişiminin en sağlam ve güvenilir destekçilerinden.
Fakat uzmanlar Polonya'nın, en önemli hedefi -doğu komşusu Ukrayna'nın Birliğe üyeliği- için Fransa gibi Türkiye'nin muhaliflerinin desteğini kazanması durumunda Türkiye'ye verdiği desteğin azalabileceğini ifade ediyorlar.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'nin 23 Nisan'da Polonya'ya yapacağı ziyarette ele alınacak temel konu Ukrayna'nın NATO ve AB üyeliği.
THE FINANCIAL TIMES: "ANKARA, ANAYASA MAHKEMESİ'NE KARŞI ÖNLEYİCİ BİR ATAĞA GEÇEBİLİR"
ANKARA, 15/04(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin 15 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Leyla Boulton/David Gardner/Martin Wolf imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan metnin çevirisi şöyledir:
Türk hükümeti, Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı siyasetten menetmesini ve Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP) kapatmasını önleyebilir.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, hükümetin, acil diğer mevzuların yanı sıra siyasi partilerin kapatılması konusunda yeni kriterleri de içerecek "orta ölçekli bir paketi" sunmak üzere olduğunu söyledi.
Babacan FT'ye dün yaptığı açıklamada böylesi bir hamlenin, mahkemeye, kararını vermesi konusunda yeni bir yasal zemin sağlayacağını belirtti: "Yasal çerçeveyi daha iyi tanımlayarak mahkemenin işini kolaylaştırabiliriz." Bundan iki hafta önce Anayasa Mahkemesi'nin, Cumhuriyet Başsavcısının AKP'yi ülkenin laik sistemini aşındırmakla suçladığı davaya bakmaya karar vermesinin ardından, Türkiye ve mali piyasaları siyasi bir krizin etkisi altında. Babacan, -geçen yıl generallerle eski Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasını engellemeye çalıştıkları sırada girilen irade mücadelesini kazanan- hükümetin "din ile devlet ayrılığını" tam manasıyla savunduğunu söyledi.
Türk yasaları, "partilerin yalnızca şiddeti teşvik ettikleri veya demokratik anayasal sistemleri şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya çalıştıkları" durumda kapatılmalarını öngören Avrupa Konseyi hükümleriyle uyumlu değil.
Babacan, "mahkemelerin bağımsızlığı ve güvenilirliğinin" korunmasının "olmazsa olmaz koşullar" olduğunu belirtti.
Türkiye'nin AB'ye katılımından yana olanlar, Ankara'nın son dönemde AB üyeliği konusunda gözle görülür şekilde ivme kaybetmesinden ötürü rahatsız. Hükümetin büyük ölçüde ifade özgürlüğünü kısıtlamak amacıyla kullanılan kötü bir üne sahip 301. maddeyi ilga edememiş olması buna iyi bir örnek oluşturuyor.
Ancak yasada yepyeni değişikliklerin hemen önümüzdeki hafta yapılacağını söyleyen Babacan, esas güçlüğün, insanlara "zorluk çıkarmak" için başka yasalar bulacak olan elitlerin tavırlarında bir değişiklik yaşanması olduğunu ifade etti.
Babacan "Polis aynı polis ve hakim aynı hakim. Zihniyetlerin değişmesi gerek, insanların yeni bir düşünce tarzına alışmaları gerek. Bu bir gece de olacak bir şey değil" şeklinde konuştu.
Üstü kapalı bir şekilde, 2002'de iktidara gelmesinden bu yana AKP'ye kızgın olan laik elit kesimi kasteden Dışişleri Bakanı, sözlerine, "Şimdilerde güç belli çevrelerden insanlara geçiyor" şeklinde devam etti ve "Bazı çevreler imtiyazlarını kaybedecekler... Sancılı bir süreçten geçiyoruz ve bu hiç kolay değil" dedi.
Babacan reformların "2013 yılında" tamamlanması halinde bile, Ankara'nın, tüm AB ülkeleri "Türkiye'ye hazır oluncaya" değin daha çok beklemesi gerekebileceği tahmininde bulundu.
Bu arada hükümete karşı açılan dava nedeniyle ortaya çıkan belirsizliğin tam da küresel bir mali dalgalanmanın yaşandığı bir sırada "Türkiye'yi daha az öngörülebilir bir ülke" haline getirdiğini sözlerine ekledi.
IMF ile gelecek ay süresi dolacak olan stand-by anlaşmasının ardından nasıl bir anlaşmayla devam edileceğine henüz karar verilmemiş olmasına karşın, Babacan, IMF ile işbirliğinin "ekonomilerine duyulan güveni güçlendirmelerine yardımcı olduğunu" söyledi.
Babacan hiçbir ülkenin küresel bir krizden bağımsız olmadığını, ancak Türkiye'nin bankacılık ve finans sisteminin 2001'de yaşanan tahripkar devalüasyona göre şu anda çok daha sağlam bir durumda olduğunu belirtti.
Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin bu yıl için planlanan yüzde 5'lik büyüme hedefini yakalaması halinde bunun "büyük bir başarı" olacağını söyledi. Babacan ayrıca, ekonominin geçen yıl, 2006 yılındaki yüzde 6,9'luk büyüme oranından geriye düşerek yüzde 4,5 büyümesinin, bir ölçüde yurt içindeki siyasi dalgalanmaların özel sektör yatırımlarını etkilemiş olmasından kaynakladığını söyledi.
İSPANYA BASINI
ABC: "BARROSO VE REHN, ERDOĞAN'A DESTEK İÇİN TÜRKİYE'YE GİDİYOR"
ANKARA, 03/04(BYE)--- İspanya'da yayımlanan ABC gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Enrique Serbeto ve Manuel Erice imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel-Madrid çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, yaşanan ciddi gerginlikler nedeniyle Türk Hükümeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a destek vermek için Türkiye'ye gidecek. Komisyon Sözcüsü, Barroso ve Rehn'in 10-12 Nisan tarihleri arasında Türkiye'de olacaklarını ve geçen pazartesi günü Anayasa Mahkemesinin AKP'ye yönelik kapatma davasını kabul etmesiyle siyasetten men edilme tehdidiyle karşı karşıya bulunan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşeceklerini duyurdu. AKP yöneticilerini "ülkeyi İslamlaştırmaya çalışmakla" suçlayan adli girişim, Türk üniversitelerinde başörtüsü yasağının kaldırılmasından sonra gerçekleşti.
Barroso, Meclisteki siyasi partilerin yetkilileriyle ve sivil toplum örgütleri temsilcileriyle de bir araya gelecek. Sözcülerin, ziyaretin gündemdeki krizle ilgisinin olmadığını söylemelerine rağmen her şey, ülkeyi etkisi altına alan durumdan dolayı Erdoğan'a büyük bir destek jestinin söz konusu olduğunu gösteriyor.
Rehn bu süreçte, açıkça adli karara karşı olduğunu ifade etmiş ve AKP'yi anayasal reformları hızlandırmaya teşvik etmişti. Bununla birlikte kriz tırmanırsa, Türkiye'nin AB'ye giriş süreci daha da fazla bir felce uğrama riski taşıyor. AB Dönem Başkanı Slovenya, dönem sonundan önce Türkiye ile iki konuyu görüşme takvimine koymuştu, ancak hala buna "karar verilmemiş" gibi görünüyor. Slovenya'dan sonra dönem başkanlığı, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olan Sarkozy'nin ülkesi Fransa'ya geçiyor. Gözlemciler, Türkiye'deki siyasi krizin, Avrupa karşıtı duyguların artmasına neden olabileceğini düşünüyor.
Ankara'da zamana karşı yarış başladı. Davanın kabulünün ardından, İslami eğilimli yöneticilerin siyasetten men edilmesi ve AKP'nin tamamen yasaklanması endişesiyle Erdoğan hükümeti, Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerini değiştirme sürecini hızlandırdı. Brüksel tarafından da desteklenen girişim, ileride siyasi partilere karşı kapatmaları zorlaştırmak ve adli müdahaleye "demokratik olarak" cevap vermeyi içeriyor.
Terörizmi destekleyen -Kürt PKK gibi- veya sempati duyan partileri dışarıda bırakacak yeni anayasa metni, referandumla oylanabilir -acil bir kararla da referandum haziran ve temmuz ayları arasında yapılabilir-.
EL PAIS: "ERDOĞAN'A YARDIM ETMEK"
ANKARA, 03/04(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 3 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:
Muhalefet ve generallerden oluşan Türkiye'nin laik eliti, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'ye karşı "laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı" olmak suçlamasıyla Cumhuriyet Başsavcısının Anayasa Mahkemesine sunduğu iddianamenin kabulüyle ilk başarısını kazandı. Laiklerin bir bölümü, siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor. AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn aracılıyla AB, Batı ve Doğu arasında yer alan ülkede, önceki hükümetlere göre daha reformcu ve Avrupa yanlısı olan hükümeti savunmaya geçti.
Erdoğan, Gül ve AKP'nin suçu -laiklere göre kırmızı çizgiyi aşmak- üniversitelerde kız öğrencilerin -öğretim üyelerinin değil- başörtüsü takabilmelerine izin vermek. Hiç şüphesiz bu girişim, Erdoğan hükümetinin seçmenine göz kırpma anlamını taşıyor, zira AKP görünüşte olmasa da gerçekte İslami köklere dayanıyor. Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede laik devlete meydan okumanın söz konusu olmadığını söylemek uygun olmaz.
Anayasa Mahkemesinin kararının birkaç ay içinde açıklanacak olmasına rağmen, birkaç hafta içinde durumun nasıl geliştiğini görmek mümkün olacak. Hızlı ve mantıklı bir çıkış yolu bulmak lazım. Ülkedeki bu süreç, birkaç yıldır bir gelişme göstererek altın çağını yaşayan Türk ekonomisini belirsizliklere itti.
EL PAIS:"İÇ TARTIŞMALAR, TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRİŞİNİ TEHDİT EDİYOR"
ANKARA, 04/04(BYE)--- İspanya'da yayımlanan el Pais gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, J.C. Sanz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Madrid çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
Demokratik olarak seçilmiş İslami kökenli yöneticiler ile devletin laik organı -özellikle askerler ve hakimler- arasındaki iç siyasi kavga, Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılım sürecini raydan çıkarmakla tehdit ediyor. Bir grup Avrupalı aydın ve analizci dün, Open Democracy Forumu'nda bu uyarıyı yaptı.
Portekiz Eski Devlet Başkanı Mario Soares'in de yer aldığı ve 20 kişinin imzasının bulunduğu bildiride, "Meclisin dört partisinden ikisi (iktidardaki ılımlı İslamcı parti ve Kürt yanlısı bir parti) Anayasa Mahkemesinde kapatılma davasıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Başsavcı tarafından sunulan iddianamenin dayanağı varsa Türk seçmenlerin yarısı, demokratik sistem için ciddi bir tehdit arz eden partilere oy verdi. Böyle değilse, savcının ciddi bir sorunu var (...) ve adli sistemin ciddi bir reforma ihtiyacı var. Her halükarda bu durumlar Türkiye'yi, aday ülkelerden istenen Kopenhag Kriterlerinden, demokrasi kurallarından, hukuk devletinden ve uluslararası istikrardan uzaklaştırıyor" diyerek, Türkiye'nin Birliğe kabul edilmesi için çabalarını artırması konusunda AB'ye bir çağrıda da bulunuluyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Durao Barroso ve Genişleme Komiseri Olli Rehn, Türkiye'yi AB'ye yaklaştıracak reformlar sürecine ivme kazandırmak için önümüzdeki hafta Ankara'ya gidecek. Rehn, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisini kapatma sürecini başlatan Anayasa Mahkemesinin kararını ateşli bir şekilde eleştirmiş ve bu durumun Birliğe katılım sürecini tehdit ettiği konusunda uyarmıştı.
Erdoğan, mahkemeler önünde "provokasyonlara düşmeksizin" partisinin yasallığını savunacağını vurguladı. Geçen temmuz ayındaki genel seçimlerde partisinin oyların yaklaşık yüzde 47'sini elde ettiğini hatırlatmak için de, "Ancak, devlet ve halk arasında o kadar farklılık olmayabilir" diye uyardı.
EL PAIS: "TÜRKİYE, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE KARŞI OLAN KATI KANUNU DEĞİŞTİRİYOR"
ANKARA, 09/04(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 8 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, J.C. Sanz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Madrid çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
Anayasa Mahkemesine sunulan bir iddianameyle Türk siyasi sahnesinden silinmek istenen Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) ılımlı İslamcıları, buna, Avrupa Birliği tarafından uzun süredir beklenen Ceza Kanunu'ndaki bir iyileştirme reformuyla tepki verdiler. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2002 yılından beri iktidarda olan partisi, "Türklüğe hakareti" üç yıla kadar hapisle cezalandıran Ceza Kanunu'nun 301. maddesine ilişkin değişikliği Meclise sundu.
Bu tartışmalı madde, aralarında Nobel Edebiyat Ödülünü alan Orhan Pamuk ve geçen yıl öldürülen Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink'in bulunduğu 1.200 Türk aydınını yargılamak için, milliyetçi kesimler tarafından araç olarak kullanıldı. Reformdan sonra 301. maddeye aykırı hareket edenlerle ilgili kovuşturma açma yetkisi, cumhurbaşkanının iznine bağlanıyor.
Günümüzde savcı, Ermeni azınlığın durumunu veya Ermeni soykırımını inceleyen aydınlar aleyhindeki şikayetleri işleme koyuyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'i Ankara'da perşembe günü kabul edecek. Bu ziyarete karşılık AKP, ifade özgürlüğünü ihlal etmekten dolayı AB'nin yoğun ısrarları ve eleştirilerine neden olan 301. maddenin değiştirilmesine hazır. Lizbon'da dün yapılan bir törende Barroso, Türkiye'ye ziyaretinin amacının, AB'ye yaklaşmayı sağlayan "reformlar sürecini desteklemek" olduğunu vurguladı.
EL PAIS: "BRÜKSEL, TÜRKİYE'DEN DEMOKRATİK REFORMLARI HIZLANDIRMASINI TALEP EDİYOR"
ANKARA, 11/04(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, J.C. Sanz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Madrid çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso dün Ankara'da, "geleceğini inşa edebilmek" için Türkiye'nin demokratik reformlara hız vermesini tavsiye etti. AB Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn'in eşliğinde Barroso'nun gerçekleştirdiği resmi ziyaret, Türkiye'nin istikrarının, İslami kökenli hükümet ile, Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) kapatılması ve içlerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de bulunduğu 71 yöneticisinin siyasi hayattan men edilmeleri için Anayasa Mahkemesi'ne giden devletin laik kesimi arasında yaşanan gerginlikten dolayı ciddi şekilde tehdit edildiği bir sırada meydana geliyor.
İktidardaki partiye karşı dava açılmasından dolayı şaşkınlığını belirten Barroso, Türklere, Birliğe tam katılımdan önce önlerinde "uzun bir yol ve yapılması gereken çok iş" bulunduğunu hatırlatmayı tercih etti. Barroso, somut olarak ifade özgürlüğünün ve kadın haklarının savunulmasına, yargı sisteminin reformuna ve etnik, dini azınlıkların korunmasına değindi.
Barroso, "Türklüğe hakaretten" dolayı aydınlar aleyhindeki ceza davalarına son vermek için Ceza Kanunu'nu reforme etmeye hazır Türk Meclisinde, "İfade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için temeldir" dedi. Ancak, dün Diyarbakır Mahkemesi, Kürt siyasetçi Leyla Zana'yı iki yıl hapis cezasına çarptırdı. Zana, daha önce Mecliste Kürtçe konuştuğu için 10 yıla yakın bir süre hapis yatmıştı.
Türkiye'nin AB'ye katılım müzakereleri, 2005 yılının Ekim ayında başladı, ancak Türkiye'nin Kıbrıs ile olan meseleleri yüzünden 2006'nın Aralık ayından beri müzakerelerin büyük bir bölümü dondurulmuş durumda. Barroso, Türk Hükümetine, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne limanlarını açması çağrısında bulundu.
İTALYA BASINI
IL MANIFESTO: "AVRUPA ADALET DİVANI, "KÜRT PKK TERORİST DEĞİL" DİYOR"
ROMA, 04/04(BYE)--- Komünist eğilimli Il Manifesto gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında Orsola Casagrande imzasıyla yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Lüksemburg Avrupa Adalet Divanı Asliye Hukuk Mahkemesi, dün birçok yönden tarihi olabilecek kararını dile getirdi: 2002 yılında Avrupa Birliği tarafından kaleme alınan terörist örgütler listesine PKK eklenmemelidir.
11 Eylül 2001 tarihinde İkiz kulelere yapılan saldırı sonrasında AB Bakanlar Konseyi terörist kabul edilen örgütlerin listesini kaleme almış, söz konusu örgütlerin malları ve banka hesaplarını da dondurmayı buyurmuştu. Bunlar arasında Abdullah Öcalan tarafından kurulan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) de vardı. Öcalan'ın kardeşi Osman, PKK'nın listeye eklenmesine karşı itirazda bulunmuştu. Ancak 15 Şubat 2005 tarihinde başvuru, Osman Öcalan'ın PKK'yı temsil etme yetkisine sahip olmadığı gerekçesiyle reddedildi. 1999 yılından bu yana İmralı adasında hapis yatan liderin erkek kardeşi yenilgiyi kabul etmedi ve yeniden talepte bulundu. Dünkü ise bu ikinci çağrıya cevap niteliğini taşıyan bir karardı. Ayrıca Türk hükümeti PKK'yı terörist gruplar listesine ekletmek için yıllardır çalışmış olduğundan, bu tartışılacak bir karardır.
Mahkemenin aynı kararı, Kürt örgütün siyasi kolu olarak nitelenen KONGRA-GEL'i de kapsadı. KONGRA-GEL'in Başkanı Zübeyir Aydar dün yaptığı açıklamada "Lüksemburg Divanının kararı özgürlüğe doğru giden yolda ilk adımı oluşturmaktadır. Çok önemli bir sonuç söz konusudur" dedi. Aydar ayrıca, PKK'nın Amerika Birleşik Devletlerince kaleme alınan terörist örgütler listesinde kalacağını da hatırlattı. Avrupa Birliği'nden ise anında cevap geldi. Reuters tarafından adı verilmeyen AB'nin bir yetkilisine göre "Asliye Mahkemesinin kararı önemsiz". Avrupa Birliği'nin en önemli ikinci mahkemesinin kararını yorumlayan yetkili, terör örgütleri listesinin yeni versiyonunun AB tarafından 2007 Aralık tarihinde kaleme alındığını vurguladı. Bu listeye de PKK yerleştirilmiş. Yetkili "Avrupa hükümetler konseyi için Kürdistan İşçi Partisinin listede kalmaya devam edeceğini" açık açık söyledi.
Lüksemburg Mahkemesi kararının sebebini açıklarken, 2002 yılında Avrupa Birliğinin, terör örgütleri listesine PKK'yı yerleştirdiği zaman bu tercihinin nedenini yeterli ölçüde açıklamadığını vurguladı. Geçmişte mahkeme, sürgünde olan İranlı muhalif grubu "Halkın mücahitleri"nin de listeye eklenmemesini belirtmişti. Mahkeme bir hakim ile altı avukattan oluşuyor. Üyeler her altı yılda bir seçiliyor.
Bu arada, Türkiye'de laiklik karşıtı faaliyetleri nedeniyle Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümetteki partisi AKP'nin kapatılması talebi hakkında bir tartışma devam ediyor. Anayasa Mahkemesi nitekim Yargıtay Başsavcısının sunduğu talebin "kabul edilebilir" olduğuna karar verdi. Meclis'te Kürt Partisi lideri Ahmet Türk "AKP'nin kapatılma talebinin devlet içindeki iç güç savaşının sonucu olduğunu" savunan sert bir konuşma yaptı. Türk için "Türkiye'de üç adet devlet var. Birincisi Türkiye'nin değişmesini ve her geçen gün daha çok Avrupa Birliği'ne doğru hareket etmesini istiyor. İkincisi statükonun korunmasını hedefliyor, üçüncüsü ise 'derin devlet' denilen şeyin üstün gelmesi için çalışıyor."
AKP gibi DTP de yargı tarafından kapatılma davasına maruz bırakılmış. Türk "daha çok demokrasiden ve özgürlükten korkan bazı çevrelerin olduğu açık." diye belirtiyor. Türk'e göre AKP "Bu çevrelere karşı mücadele vermedi. Şayet bu güçlere karşı ve demokrasi için savaşmış olsaydı, şimdi Türk demokrasisi şu anki tehlikede olmayacaktı" diye ifade ediyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında seçilen yirmi Kürt milletvekili gibi hakkında dava açılmış olan Türk ayrıca, "Kürt meselesinin çözümü Türk devletinin demokratikleşmesine doğru çok önemli bir adımı temsil edebilir. Gözlerin Kürt sorununa karşı kapanmasına devam edilmesi ya "statüko'ya teslim olmak" ya da "kurban olmayı kabul etmek" anlamına gelir" şeklinde ifade etti.
L'ESPRESSO: "ERDOĞAN BU KAÇINCI HATA?"
ROMA, 14/04(BYE)--- Haftalık siyaset, kültür ve ekonomi dergisi l'Espresso'nun 17 Nisan 2008 tarihli sayısında, Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Soli Özel imzasıyla (Çeviren: Anna Bissanti) ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
--AKP'yi Kapatma Talebi, Sivil Toplum İçerisinde Ortak Bir Görüş Oluşturamamanın Sonucudur--
Türk Anayasa Mahkemesi 31 Martta, AKP'nin kapatılmasını ve 71 üyesinin siyasi hayattan men edilmesini içeren davayı görüşme kararı aldı. Siyasetten men edilmesi istenen parti üyeleri listesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın isimleri de mevcut. Gözlemcilerin büyük çoğunluğu, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 162 sayfalık iddianamenin hukuki olmaktan çok siyasi bir belge olduğunda hem fikir.
İddianame, yasal açıdan tartışılabilir birkaç nokta içermenin ötesinde, adı geçen otoritelerin 2003'ten günümüze kadar, Başsavcının, Türk devletinin laiklik ilkesini ihlal ettiğine inandığı ifade ve eylemlerini belgelerle ortaya koyuyordu. İddianame metni aynı zamanda, Başsavcının kendi imzasıyla kişisel bir yorumunu da içeriyordu: Başsavcı, AKP'nin Türkiye'yi sözde İslamlaştırma çabalarını, Amerika Birleşik Devletleri tarafından ortaya atılan "Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika projesi" türünden önemli güç stratejilerinin bir gelişmesi ve hatta belki de bir sonucu olarak gördüğünü de ekliyordu.
İddianame ve onu izleyen adli durum bir anlamda askeri bir darbenin hukuki eşdeğeri olarak kabul edildi. Bu esnada, ihtimal oranı çok düşük olsa ve hala sürprizlere yer olsa da, davanın kesin sonucundan -ya partinin kapatılması ve 71 üyesinin politikadan uzaklaştırılması, ya da sadece siyasi faaliyetlerden men edilmesi- şüphesi olan kişi sayısı gerçekten çok az.
Daha birkaç ay önce her şey tamamen farklı görünüyordu. Türk demokrasisi olgunluk örneği göstermişti. Büyük farkla seçimleri kazanan AKP, Türk politika sistemini yeniden düzenleme fırsatı bulmuş ve daha demokratik yeni bir anayasa taslağı hazırlamıştı. Ardından da, Avrupa Birliğine uyum için gerekli siyasal ve ekonomik reformlarla yoluna devam edecekti. Ne var ki, bir grup uzman tarafından kaleme alınan yeni anayasa taslağının sunumu denemesi ardından, AKP, AB'ye katılım sürecine çok fazla önemsemediği izlenimini verdi; üstelik, daha önemli projeler ışığında ülkede daha geniş bir beğeni elde etme konusunda da pek çaba göstermedi.
AKP'nin en tartışmalı kararı, aşırı milliyetçi MHP'nin desteğiyle, öğrencilere üniversite içinde başörtüsü takma imkanı sağlamak üzere anayasanın iki maddesini değiştirmek oldu. AKP, kararı, "kişisel özgürlüklere açıklık hareketi" olarak açıklayıp savunurken, laik liberal-demokratik ve solun elitlerinin de içinde bulunduğu, bir zamanlar AKP'ye taraf olan kesimlerden bile büyük eleştiri aldı. Bu olayın ardından, üniversitelerde başörtü yasağının yürürlükten kaldırılması (Anayasa Mahkemesi değişikliklerin anayasaya uygunluğunu araştırıyor) ve ardından yaşanan kutuplaşma hareketleri, Savcılığa iddianameyi sunmak için gerekli unsurları sağladı.
AKP'nin detayları, hataları, değerlendirme yanlışları olayı incelemek adına çok fazla anlam içermiyor. Bir kez daha, Türk devletçilerinin oluşturduğu elit, bu durumda hukuk organları aracılığıyla siyasal sürece müdahalede bulunmuş oldu. 21. yüzyılda bütün bu olanlar, ne Türk kamuoyu için ne de Avrupa Birliği için kabul edilebilir niteliktedir. Türkiye topallayan ördek misali bir hükümetle baş başa bulunuyor; üstelik bu hükümetin olumlu bir dönemde beliren krizlerle baş etme yeteneğinin de vasat olduğu ortaya çıktı.
AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn, Anayasa Mahkemesinin durumuna eleştiride bulundu. Hatta Türkiye'nin AB'ye girişi için yapılan müzakerelerin askıya alınmasından bile bahsediliyor. Eğer Mahkeme kararı, partinin kapatılması ve üyelerinin siyasetten men edilmesi yönünde olursa, Avrupa Birliği büyük ihtimalle davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine intikaline kadar bekleyecektir. O zamana kadar, Erdoğan şimdiye dek ihmal ettiği demokratik grup birliğini genişletme ve böylece Mahkeme üzerinde ve genel anlamda hukuk organları üzerinde baskı kurabilmek için halkın onayını elde etme kararı alabilir.
Avrupa'ya dönük Türk kamuoyu da, Avrupa Birliği'nin, politik süreci etkileyebilmesi için ihtiyacı olan tüm yardımı esirgemeden Türk sivil toplumuna vererek iletişim kanallarını açık tutmasını bekliyor.
KIBRIS RUM BASINI
FİLELEFTHEROS: "BAŞSAVCININ TÜRKİYE'Sİ"
LEFKOŞA, 04/04(BYE)--- Bağımsız, liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, Nikos Tornaridis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Hem Kıbrıs, hem de Avrupa'daki kamuoyu, Anayasa Mahkemesinin üyelerinin kararından sonra Türkiye'de şekillenen gelişmeleri açık bir ilgiyle takip ediyor. Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya'nın, partinin Türkiye Cumhuriyeti'nin laik yapısını sabote ettiği gerekçesiyle Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılmasını istediği başvurusunu kabul etti.
Bu gelişme Türkiye'deki iç atmosferi alt üst ediyor ve AB ile Türkiye arasında anlaşmaya varılmış düzenlemelerin sürecine uygun olamayacak bir ortam yaratıyor. AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in, 10 Nisan tarihinde Erdoğan ve Gül ile görüşmek için Ankara'ya gidecekleri resmi olarak açıklandı. Komisyon sözcüsü "bu ziyaretin, Avrupa Türkiye arasındaki aşamalı ilişkilere yönelik destek mesajı verilmesi için olanak sağlayacağını" açıkladı.
AB, Türkiye'nin seçilmiş siyasi liderliğini ülkenin Yüksek Mahkemesi tarafından girişilen mahkeme darbesi karşısında desteklemek amacıyla bu inisiyatifin daha üst düzeyde üstlenilmesine karar verdi. Komitenin bu hareketi, çok doğrudur ve AB'nin Başsavcı Yalçınkaya'nın açtığı bu mantıksızlık yarışından eksik kalmayacağını gösteriyor. Komisyon üyesi Olli Rehn bu gelişmenin "AB ile üyelik müzakerelerini alt üst edebileceğini" tekrarladı.
Bu mahkeme davasının çabucak kapanması ve AB'nin yardımlarıyla doğru bir şekilde kapanması herkesin temennisidir. Bu yöndeki siyasi sorunları; seçimler, Meclis ve demokratik süreçler çözer, "Başsavcı" değil...
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin Yardımcısı Lynn Pascoe'nun 30 Mart tarihindeki Lefkoşa ziyareti, Kıbrıs sorununun bütünlüklü olarak çözülmesi amacını taşıyan yeni bir çabanın başlangıcını teşkil etti. Herkesin bu olumlu sonucu istediğine inanıyorum. Umarım Ankara'daki gelişmeler bu süreci engellemez.
POLİTİS: "TÜRKİYE'DE KRİZ"
LEFKOŞA, 08/04(BYE) Bağımsız liberal eğilimli Politis gazetesinin 8 Nisan 2008 tarihli sayısında, Sokratis Sokratus imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye'deki gelişmeler sadece sözde Türk Cumhuriyetinin diktatörlüğünü değil, AB'deki ortaklarımızın anlamaları gereken şeyi kanıtlıyor. Türkiye, Orta Çağ'da yaşıyor ve çalışıyor. Ordu her iktidarın kaynağı olmaya devam ediyor. Azınlıkların hakları açıkça ihlal ediliyor. Demokratik özgürlükler çiğneniyor. Sözde "laik Kemalistler" kurumsal yönetim sisteme hakim olmaya devam ediyorlar. Başsavcının; Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisinin feshedilmesi isteğiyle Anayasa Mahkemesine başvurusu başka bir gerçeği ortaya koyuyor. Siyasi ve toplumsal yapıdaki derin bölünmeler, çelişkiler ve çatışmalar o kadar derin ki, AB'nin üye devletlerinin demokratik yönetim şekilleriyle kıyas bile edilemez.
Bu Türkiye, her prensibi, uluslararası kuralları ve Avrupa hukukunu ihlal ederek, 34 yıldır yasa dışı askeri işgalini Kıbrıs'ta koruyor. Bu durum, bu ülkenin sadece AB'ye girmeye hazır olmadığını, aynı zamanda AB'ye olası girişin, AB'nin üzerine temellendirilmiş olan ve çalışan değerlerin ve ilkelerin sabote edileceğini onaylıyor. Birliğin demokratik yapısına ve liberal ruhuna saldırı ve saygısızlık teşkil edecektir.
Maalesef Türkiye'nin AB'ye girmesini isteyen bazı aşırı Avrupa destekçileri okyanus aşırı süper güçlerle birlikte, Türkiye'nin AB'ye girişini ilerletiyorlar ve bu yolla Türk siyasi sisteminin otoriter yapısını cesaretlendiriyorlar ve koruyorlar. Kemalist ve İslamcıların çatışmasının argümanı, Türkiye'nin, her adaya uygulanan ön koşullara uymadan AB'ye girmesi için Türkiye'nin müttefikleri tarafından kullanılıyor.
Bunun sonucunda, sadece yasa dışı askeri işgali sonlandırmaya değil, aynı zamanda Avrupa örgütlerinin yetkilileri tarafından verilen en küçük şeyleri yapmaya bile Türkiye kendini zorunlu hissetmiyor. Yani Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tanınması, limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs gemi ve uçaklarına açması gibi...
İşte bu yüzden Türkiye'deki yeni siyasi kriz, Kıbrıs ve Yunanistan için zorunlu bir görevdir. Kıbrıs'ın askeri işgali ve Türk siyasi sisteminin demokratikleşmesi sonlanmadan, kararlılık ve eleştirellikle, ne üyeliği ne de Türkiye'nin Avrupa sürecinin düzenlemelerini kabul etmenin söz konusu olmadığı konusunda bilgilensinler.
Türkiye'deki yeni kriz bizi, -saflıklar, gizli istekler ve kendi kendini aldatma olmadan- stratejiyi yeniden belirlemeye zorluyor. Tabii eğer, baskıncı, bilim düşmanı, kendine güvenen, vatanımızın işgal gücü olan Türkiye'nin koltuk değneği olmayı istemiyorsak...
KIBRIS HABER AJANSI: "BARROSO'DAN ANKARA'YA LİMANLARINI AÇMA ÇAĞRISI"
ANKARA, 11/04(BYE)--- Kıbrıs Haber Ajansının (KİPE) 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'de üç günlük resmi bir ziyaret için bulunan Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Ankara'ya, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne limanlarını açma çağrısında bulundu. Barroso TBMM'de yaptığı konuşmada, Kıbrıs'taki son gelişmelere değindi.
"Kıbrıs'ta tarihi bir fırsat yakalanmıştır. Bu konuda gerekli adımların atılacağını biliyorum. Ancak bu süreç içerisinde Türkiye'nin Kıbrıslı Rumlara limanlarını açması gerekir" diyen Barroso, Lokmacı Barikatı'nın açılmasını "olumlu" olarak niteledi ve bu tür adımların iki toplum arasında yapıcı ortam yarattığını belirtti.
Barroso, "Lefkoşa duvarı, AB'deki son duvardır" dedi.
Bu arada AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidardaki partisine karşı başlattığı süreçten dolayı AB'nin Türkiye ile müzakereleri kesmesinin muhtemel olduğunu açıkladı.
FİLELEFTHEROS: "TÜRKİYE VE 2009"
LEFKOŞA, 11/04(BYE)--- Bağımsız, liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Evgenios Hambulas imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Hristofyas-Talat anlaşması uygulamaya konulmuşken, büyük soru, Kıbrıs sorununun bütünlüklü çözümü için özlü müzakerelere ne kadar gidileceğidir. Birçok faktörün, sonucun iyi olup olmayacağı ya da Kıbrıs'ın yeni bir çıkmaza sürüklenip sürüklenmeyeceği ile ilişkisi vardır. Öncelikli öneme sahip olan şey, Kıbrıs Rum tarafının işgal gücü karşısındaki tüm kartları başarıyla değerlendirmesidir. Çözüme yönelik müzakerelerin, net hedeflere sahip olması ve belirli taahhütlerle gelişmesi için girişimi bizim üstlenmemiz gerektiğine inanıyorum.
Herkesin de bildiği üzere, AB 2009 yılında Türkiye'nin üyelik sürecini bütünlüklü olarak değerlendirecek. Ankara'nın tam olarak ne benimsediği, ne yapmadığı, kısa zaman sürecinde neyi benimsemesi gerektiği tartışılacak. Türkiye 3 Ekim 2005 tarihinde oy birliğiyle "25"lerden yeşil ışık aldı ve Kıbrıs tarafının olumlu oyuyla AB'ye giriş görüşmelerine başladı. Konuyu yeniden tartışmamızın ve gelişmeleri şekillendirenin bizim olmamızın vaktidir.
Kıbrıs, şartlar ya da taahhütler olmadan Türkiye'nin üyelik sürecini destekleyemez. İşte bu yüzden 2009 yılında, yani Türk adaylığının değerlendirileceği yılda, Kıbrıs'ın tüm ortaklara, Türkiye'nin ucu açık sürecini kabul etmeye devam edemeyeceğini duyurmasını öneriyorum. Tüm dostlarımıza Avrupa sürecinin, "Yeşil Çizgiden", yani Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik çabalarından geçtiğini söylememiz gerekiyor. Türk üyelik sürecini Kıbrıs sorunu gibi Avrupai bir sorunun çözümüne yönelik mücadeleyle bağlarsak, ortaklarımızın anlayışı ve dayanışması ile karşılaşabiliriz.
Başka bir ifadeyle, 2009 yılını iki net ön koşul ile değerlendirelim. Birincisi; Türkiye'nin çözüme yönelik sorumluluklarını açık bir şekilde Avrupa metni üzerine bağlayalım. İkincisi; 2005 yılında anlaşmaya varıldığı üzere, Lefkoşa'nın, Kıbrıs sorunu ve Avrupa sorumlulukları ile bağlantılı olmayan Türkiye'nin katılım sürecini kabul edemeyeceği konusuna netlik kazandırılsın. Böylece dünün hatalı düşüncelerini değiştiririz ve BM'dekilerle birlikte çalışmaları için AB'nin mekanizmalarını ortaya koyarız.
Bu karar, çözüm konusuna hizmet ediyor ve Kıbrıs sorununa adil bir çözüm bulunması için verilen mücadelede AB'deki daha dost güçleri harekete geçiriyor. Zirve düzeyinde kararlar almaları ve ortaklarımızla ilgili müzakereleri takip etmeleri gerekmektedir. Böylece, olabilecek en iyi sonuca ulaşırız.
HARAVGİ: "SİYASİ GÖRÜNÜM DEĞİŞTİ"
LEFKOŞA, 14/04(BYE)--- AKEL yayın organı Haravgi gazetesinin 12 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Hükümet her gün, iyi niyet göstermeye devam edeceğini ve Kıbrıs sorununun çözümü için ısrarlı bir şekilde çalışmaya hazır olduğunu gösteriyor. Bunun uluslararası faktör, AB'nin ya da BM'nin üst düzey yetkilileri tarafından olumlu bir şekilde yorumlandığı ve değerlendirildiği görülüyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun TBMM'deki atıfları ve Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu Üyesi Olli Rehn'in açıklamaları, Dimitris Hristofyas'ın Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle olan dönüşün göstergesidir. Atıflarıyla Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti karşısında üstlendiği yükümlülüklerini benimsemesi ve Türkiye'nin insan haklarına saygı duyan bir çözümde başarıya ulaşmaya yardım etmesi gibi gerekliliklere açıklık kazandırdılar.
Bazıları, Dimitris Hristofyas'ın seçimiyle yaratılan olumlu havanın değerini düşürmeye çalışsalar bile, gelişmeler her gün onları yalanlıyor. Avrupalı üst düzey yetkililerin Türkiye'ye gönderdiği mesajların Kıbrıs'ı ve Kıbrıs sorununu ilgilendirdiği açıktır ve Avrupa perspektifinde gerçekten ilerlemek istiyorsa yükümlülüklerini benimsemesi gereken Ankara'ya yapılan uyarıları içeriyor. Türkiye'nin, Kıbrıs sorununun çözümüne yardımcı olması gerekecek, çünkü Barroso'nun da belirttiği üzere, bu onun Avrupa sürecini ileriye götürecek.
Dimitris Hristofyas'ın seçimi, yabancı üst düzey yetkililerin ziyaretleriyle görünen bir hareketlilik de yarattı çünkü 21 Mart Hristofyas-Talat anlaşması ile yaratılan olumlu atmosfer, Kıbrıs sorununa yönelik uluslararası faktörlerin ilgisini artırdı. Hükümet bu ilgiden yararlanıyor, buna yön veriyor ve açık tezlerle uluslararası faktörü ve çeşitli temsilcileri, dikkatlerini Türkiye'ye çevirmeleri ve nüfuzlarını-baskılarını kullanmaları gerektiği ve ancak o zaman Türkiye'nin Kıbrıs sorunundaki tutumunu değiştireceği ve adil ve kalıcı bir çözüm için işbirliği yapacağı konusunda bilgilendiriyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı, siyasi görünümü değiştirmeyi ve baskıları Türkiye'ye yani Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün gerçek sorumlusuna çevirmeyi başardı.
SİMERİNİ: "FRANSA BİZE SORDU MU?"
LEFKOŞA, 16/04(BYE)--- Fanatik sağ eğilimli, EOKA-B çizgisindeki Simerini gazetesinin 16 Nisan 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Fransa Dışişleri Bakanı geçen hafta Kıbrıs'ı ziyaret etti, Cumhurbaşkanı ve diğer üst düzey yetkililerle temaslarda bulundu. Açıklamalarında, eğer Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımazsa, AB'ye girmesinin söz konusu olmadığını vurguladı.
Afedersiniz ama, bizim böyle bir şartı onaylayıp onaylamadığımızı bize sordu mu? Bizi tanımazsa Türkiye'ye yolu kapamaya hazır olup olmadığımızı sordu mu?
Bize sormadı. Yani Türkiye'nin üyelik şartı olarak Kıbrıs Devletinin tanınması koşulu hiçbir zaman konulmadı. Tanımama kriterinden dolayı Türkiye'nin üyelik sürecini durdurma maksadı olsaydı, bunu, uzun zaman önce yapardı. Ne daha önceki ne de şimdiki hükümet böyle bir hareketi aklından geçirdi.
Fransız yetkilinin açıklamalarındaki noktaya değinecek olursak, haklarımızın savunulması konusunda yabancıların daha haysiyetli tezleri olduğu tekrar tekrar ortaya çıkıyor. Biz en baştan AB'nin diğer üye devletleriyle iş birliği yaparak, istilacı bir ülke olması, Kıbrıs'ta suç işlemesi, Kıbrıs egemenliğinin -yani Avrupa topraklarının- büyük bir bölümünü elinde tutması konusunda belli başlı argümanlarla Türkiye'nin üyelik sürecini durdurabilirdik. Bu söz konusu duruma ne gönderme yaptık, ne de Ankara'nın üyelik sürecinin devam etmesine karşılık, Kıbrıs sorununun adil çözümünün olması gerektiği şartını koymayı düşündük.
Yunanistan ve Kıbrıs hükümetlerinin bütün stratejisi en baştan beri Türkiye'nin üyelik sürecini kolaylaştırmakken (Çünkü Helen liderlerin değerlendirmelerine göre bu gelişme Türk canavarını "yatıştıracaktı" ve demokrasileşmeye, Avrupalılaşmaya ve Ankara tarafından Avrupa ilkelerinin kabul edilmesine gidilecekti), neden bunu yapalım? Bu tarihi gelişmenin, Türkiye'nin Kıbrıs, Trakya, Ege ve başka yerlerdeki yayılmacı planlarını iptal edeceğine inandılar.
Kuşkusuz, Türkiye'nin Avrupa süreci vasıtasıyla, Helen liderlerinin stratejisi ve bu değerlendirmeler haklı çıkmıyor. Türkiye "uysallaşmazken", ortaya önemli bir unsur çıkıyor, bu da; onun daha çok sertleşmesidir.
Bu stratejinin esin kaynağı eski Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis geçen gün verdiği konferansta bunu terk ediyor ve Türkiye'nin AB ile ayrıcalıklı bağlantısını daha iyi bir çözüm olarak görüyor.
Sonuçta bizi yüzüstü bırakıyor, Kıbrıs ve Yunanistan, kendilerinin yapmaya mecbur oldukları şeyleri -başkalarından- bekleyerek, Türkiye'nin üyelik sürecinin kolaylaştırılmasında hızla ilerliyor."
YUNANİSTAN BASINI
AVGİ: "TRAKYA TÜRK AZINLIĞI İKİNCİ SINIF YUNAN MI?"
ATİNA, 08/04(BYE)--- Tirajı pazar günleri 5.417 olan Avgi gazetesinin 6 Nisan 2008 tarihli sayısında, Angelos Elefantis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:
Geçen hafta, Yunanistan'ın azınlıklar karşısındaki tutumunu kökten değiştirmeye mecbur kılan çok çok önemli iki mahkeme kararı alındı. Birincisi, Tek Kişilik Asliye Hukuk Mahkemesi (Yargıç Sayın Kiriaki Felekidu) tarafından alınan Yunan Müslüman bayanların haklarının Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, ayrıca Paris Ek Protokolünün koruması altında olduğuna dair karar. İkici karar da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin "İskeçe Türk Birliği" ve "Rodop İli Türk Kadınları Derneği"nin isimlerini kullanma hakkıdır.
Çok önemli olan bu iki kararın önemini anlamak için inceleyelim. Dünya üzerinde, Müslümanların miras ve aile ilişkilerinde Kutsal İslam Hukuku'nun (Şeriat-Peygamberin söylevleri ve kutsal gelenekler, yani Müslümanların dini, siyasi, sosyal ve kişisel yaşamlarında dini hukuk) uygulanmasına müsaade eden tek ülke Yunanistan'dır. Müslüman azınlık için bu düzenlenme ilk olarak, Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu arasında, İkinci Balkan Savaşı ortalarında yapılan anlaşmayla yürürlüğe kondu ve bu anlaşma da, Yunan ordusunun işgali altında bulunan eski Osmanlı topraklarında, Müslümanların aile ve miras ilişkilerine ilişkin olarak dini hukukun geçerliği tanınmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu'nun (daha çökmemişti) Atina Anlaşmasıyla, devlet olarak yenildiği Birinci Balkan Savaşı'nda (başlama tarihi 18 Ekim 1912) savaştığı düşmanlarına (Sırbistan, Yunanistan, Karadağ) eski topraklarını dağıttığı, (30 Mayıs 1913) Londra Anlaşmasını düzenlemelerini dolaylı olarak tanıdığı bilinmektedir. Ancak Bulgaristan'ın Londra Anlaşması'nın düzenlemelerini tanımamasıyla, Sırbistan ve Yunan ordusunun kurduğu, buna daha sonra Romen ordusunun da katıldığı birlik, Bulgaristan'ın devlet olarak yenildiği İkinci Balkan Savaşlarını başlatmıştır. Bulgaristan ateşkes istemek zorunda kaldı ve 10 Ağustos 1913'te İmparatorluğun Avrupa topraklarının Balkan ülkeleri arasında "nihai" paylaşımını düzenleyen Bükreş Anlaşması imzalandı. Bunlar olurken Osmanlı İmparatorluğu Bulgaristan'dan Edirne'yi geri aldı ve doğal olduğu üzere bunda İkinci Balkan Savaşı Osmanlı'ya katkı sağladı. Bu yüzden de az önce bahsettiğim Atina Anlaşması Batı Trakya'da dini hukukun uygulanmasını, ayrıca Müslüman ve Yunan vatandaşların diğer ilişkisi için de Yunan (Asliye, Yönetim, Ceza, Ticari) hukukunun geçerliliği tanınıyordu.
Balkan Savaşlarıyla başlayan bu eski olay, (18 Ağustos) Sevr Antlaşması'nın Atina Anlaşması'nın Yunan Müslüman vatandaşlara getirdiği düzenlemeleri harfi harfine tekrarlamasıyla devam etti. Ancak Yunan ordusunun Küçük Asya'da hezimete uğradığı Türk-Yunan savaşının sonundan sonra Lozan Antlaşmasıyla (14 Temmuz 1923) diğer konuların yanı sıra (İstanbullu Rumlar gibi mübadeleden muaf tutulan) Batı Trakya Müslüman azınlığına da yeni düzenlemeler getirildi. Lozan Antlaşması aslında etnik olarak Türk, Pomak ve Mısırlı Türkler (Türk Roman'ı) olan Batı Trakyalı Müslümanları, fark gözetmeksizin "Müslüman" olarak adlandırıyor.
Azınlığa ilişkin önemli ikinci nokta ise Yunan yasalarının değil de, bugüne kadar İslam Hukukunun uygulanmasıdır, hem de 1926'da Türkiye'de kaldırılmış olmasına rağmen. Üçüncü olarak, Müslümanların aile-miras konularında yargılama yetkisi Yunan Mahkemelerine değil Müftüye verilmiştir. Üstelik Uluslararası Özel Hukuk ilkelerine göre bir ülkede iki hukuk sisteminin olması durumunda, şahsın en uygun olanı tercih etme hakkına sahip olmasına rağmen. Bu ilkeler hiç uygulanmamıştır. Müslümanlar Müftünün otoritesi altındadır.
Yukarıdaki belirttiklerimin az bir değişiklikle yeniden düzenlemesini Konstantinos Miçotakis'in (kendisinde ifade ettiği gibi "Türk kökenliler" için) 1993'te yürürlüğe koyduğu yasayla sağlamıştır. Bu yasa da Yunan vatandaşı Müslümanların ailevi veya miras konularının çözümü için Tek Kişilik Asliye Hukuk Mahkemesine başvuru hakkını sağlamaktadır. Bu konudaki diğer bir Yunan "ilki" de, Asliye Mahkemesi Başkanının verdiği kararın geri alınamaması yani ikinci sürecin (temyiz) olmamasıdır.
Bu yargı sistemi geçerli olan Yunan ve Avrupa hukukuna zıt düşmekte, özellikle kadınların aleyhindedir. Örneğin ölen anne ve babanın mirasından kadın sekizde birini alırken, sekizde yedisini erkek çocuk alır. Bunlar da kadın ve erkek eşitliği olan bir rejimde yaşanıyor. Danıştay Genel Kurulunun Müslüman azınlık için 1913 Atina ve 1923 Lozan Anlaşmasının geçerli olduğuna dair 1960 ve 1990'da iki kararı bulunduğunu belirtmek gerekir.
Tek Kişilik Rodop Asliye Hukuk Mahkemesinde böyle bir davaya bakıldı ve Yargıç Kiriaki Felekidu Yunan mahkemeleri tarihinde bir ilke imza atarak karar verdi.
Değişmez olan ikinci karar ise "İskeçe Türk Birliği" ve "Rodop Türk Kadınları Kültür Derneğinin" kapatılması davasında AİHM'den geldi. Geçerli olan Yunan yasalarına göre Türk değil sadece Müslüman azınlık tanınmaktadır. Aralarında Yunan Yargıç Petros Pararas'ın ve Kıbrıslı Yargıç Nikolau'nun bulunduğu AİHM yargıçlarının oybirliğiyle, Yunanistan söz konusu derneklerin faaliyetini yasaklamasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde belirtilen temel hakkı ihlal ettiği kararını almıştır. Söz konusu kararda "yukarıdaki adı geçen birliklerin gerçek amaçlarının Yunanistan'da kültürel azınlık düşüncesini geliştirmek olduğu değerlendirilse bile, bu demokratik bir toplum için bir tehdit olamaz" denilmesi, ayrıca "bir ülkede farklı kültürlü azınlıkların bulunması tarihi bir gerçektir, bu gerçeği de bir demokratik toplumun uluslararası hukukun ilkelerine göre koruması ve desteklemeye zorunlu olduğunun" belirtilmesi son derece şaşırtıcıdır.
Eğer gerçekten böyle bir korku varsa, neden Yunanistan iki ülkenin ortak uzlaşısıyla, üstelik de Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini istediği sırada, azınlık için bir değişiklik konusunda inisiyatifi ele almıyor?
Yunanistan'ın 1923'ten beri Batı Trakya'da Türk değil de, Müslüman azınlık olduğu değerlendirmesinin nedeni nedir? Asıl nedeni Yunan diplomasinin Türk diplomasisi karşısında korkulu tutumu, belki de Lozan Anlaşmasında Türk Müftülüğü olmadığından dolayı Müslüman Müftülüğe tanıdığı statüden kaynaklandığına inanıyorum. Bu tutum, Yunan Hükümetinin Lozan Antlaşmasında öngörülen Müslümanlarla ilgili statüyü tek taraflı olarak değiştirmesi durumunda, Türkiye'nin de Lozan Antlaşmasını "sökmeye" ve iki ülke arasındaki sabit sınır statüsünü değiştirmeye, belki de Antlaşmanın başka maddelerinin de "eritilmesine" yol açacağından korkuyor. Yani bir sürü karışıklık ortaya çıkacak.
SKY TV: "TÜRKİYE'NİN REDDİNDEN KAYNAKLANAN SÜRTÜŞMELER"
ANKARA, 09/04(BYE)--- Yunanistan'ın özel Sky televizyonunun 9 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Basın Sözcüsü, Türkiye'nin, Yunanistan ve Avrupa Birliği ile olan anlaşmasına rağmen yasa dışı göçmenleri geri kabul etmeyi reddetmesinin, Birlik içinde büyük ve ciddi sorunlar yarattığını açıkladı.
Sözcünün açıklamasına göre, Ankara, Türk toprağı üzerinden Yunanistan'a, oradan da diğer Avrupa ülkelerine geçen göçmenleri kabul etmeyi reddediyor.
Avrupa Komisyonunun, göçmenleri kabul etme tesislerini geliştirmesi amacıyla Yunanistan'a zaten beş milyon avro tahsis ettiğini hatırlatmak gerekir. Avrupa Komisyonunun bu yıl da aynı amaçla 1.5 milyon avro tahsis etmesi bekleniyor.
AEGEANTIMES: "TÜRKİYE KAÇAK GÖÇMENLERİ ALMAYI REDDETTİ"
ANKARA, 10/04(BYE)---- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi Aegeantimes'ın 10 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Yannis M. Negris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Basın Sözcüsü, Türkiye'nin, Yunanistan ve AB ile arasında anlaşma olmasına rağmen kaçak göçmenleri almayı reddetmesinin AB için birçok ciddi sorun yarattığını söyledi.
Sözcü, Ankara'nın Yunanistan'a ve oradan da diğer Avrupa ülkelerine gitmek için Türk topraklarından geçen kaçak göçmenleri almayı reddettiğini bildirdi. Sözcü ayrıca, AB Komisyonunun kaçak göçmenlerle ilgili olarak Yunanistan hakkında Avrupa Mahkemesinde açtığı davanın ise hala askıda olduğunu belirtti.
AB Komisyonu, kaçak göçmenlerin kabulü konusunda altyapının iyileştirilmesi için Yunanistan'a 5 milyon avro ödenek tahsis etti. Bu yıl da yeni ödenekler tahsis edileceği kaydediliyor.
ELEFTHEROTİPİA: "BARROSO, ERDOĞAN'I YARGIYA KARŞI VERDİĞİ MÜCADELEDE DESTEKLİYOR"
ATİNA, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 10 Nisan 2008 tarihli sayısında, Aris Abatzis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
--Bilgi--
İngiltere'nin Avrupa konularından sorumlu Bakan Yardımcısı, Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerinin başlamasından bir gün sonra, "Türkiye, AB için çok büyük stratejik öneme sahip" demişti. Bu, AB'nin Türkiye'ye bakışını, ABD'nin bakış çerçevesinde belirleyen bir açıklamaydı. ABD'nin Türkiye'ye bakışı Türk siyasetinin yaşlı kurdu Sayın Süleyman Demirel'in 1986 yılında verdiği bir mülakatta anlaşıldı: "Batı ve ABD her zaman Türkiye'de demokratik değil, kendi yönünde ilerleyecek ve sorun çıkarmayacak bir yönetim istedi. ABD'nin Dışişleri Bakanı George Shultz 1985 yılında yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: "Hedefimiz demokrasi. Ancak demokrasiyi uygulamaya koymayı başaramayan bazı dostlarımız var. Onları terk edemeyiz."
--Yorum--
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun açıklamaları bu "stratejik" bakışın özünü yansıtıyor. Tabii bu bakış Türkiye'nin ilerlemesine değil, özel ilişkiye dair hedefi de içeriyor. Buna rağmen, Sayın Barroso büyük olasılıkla bilerek -çünkü aksi takdirde saf olduğu düşünülürdü- ve garip bir şekilde Türkiye'nin önemli bir iç sorununa müdahale ediyor. Sayın Barroso, demokrasinin laiklikten daha önemli olduğunu açıklayarak aslında iktidar partisinin laikliğe karşı olduğunu itiraf ediyor veya açıklıyor. Başsavcı kısa süre sonra suçlamalarını Barroso'nun açıklamalarıyla da desteklerse şaşırmayın. Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesinde, hükümet partisi aleyhine laik devlete karşı faaliyetlerde bulunduğu suçlamasıyla açılan dava devam ediyor.
Ok yaydan çıktı; Batı, ABD ve AB siyasi İslam'dan yana tutum sergiliyor. Şimdi cevaplanması gereken soru, Türkiye'de sürmekte olan siyasi karışıklık, seçimlerde İslamcıların lehine mi yoksa aleyhine mi olacak?
ANTENNA TV: "TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİ SADECE REFORMLARLA OLABİLİR"
ANKARA, 11/04(BYE)--- Yunanistan'ın özel Antenna televizyonunun 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ziyaret ettiği Ankara'dan yaptığı açıklamada, Türkiye'nin, gelecekte AB üyesi olmayı arzuluyorsa, Avrupa tarafından istenen reformlar alanında ilerleme kaydetmesi gerektiğini belirtti.
Barroso, Türkiye'nin nispi ilerleme kaydettiğinin altını çizmekle birlikte Ankara'nın önünde daha uzun bir yolu ve çok işi olduğunu söyledi. AB Komisyonu Başkanı bu vesileyle yargı ve ifade özgürlüğü alanında yapılması gereken reformlardan bahsetti.
Ankara-Brüksel arasındaki toplam 35 müzakere başlığından sadece altı tanesi "aktif" haldeyken, sekiz başlık Kıbrıs sorunundan dolayı müzakerelerden çıkarıldı.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise Türkiye için AB'ye tam üyelikten başka bir seçenek olmadığını söyleyerek, Fransa ve Almanya'nın önerdikleri imtiyazlı ortaklığı reddetti.
İktidar partisinin 301. Madde'yle ilgili sunduğu değişiklik önergesi konusunda Barroso, bunun doğru yönde atılmış bir adımdan ibaret olduğunu kaydetti.
İçeriği AB tarafından ifade özgürlüğüne karşı sınırlayıcı olarak görülen 301. Madde, Türk adaleti tarafından birçok yazarın mahkum edilmesine yol açan bir düzenlemeden ibaret.
ANTENNA TV: "BARROSO'DAN ERDOĞAN'A DESTEK"
ANKARA, 14/04(BYE)--- Yunanistan'ın özel Antenna televizyonunun 14 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye'ye yaptığı ziyaretini tamamlamasından az önce, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a esaslı destek verdi.
Barroso, Kemalist devletin bekçileri sayılan yargıç ve generallerle zekice alay etti. Barroso siyasi "mucizelere" değindiğinde, söz konusu kelimenin, bazıları tarafından Türk Devletinin Kemalist ilkelerine karşı anlaşılmaması gerektiğini vurgulayarak latifede bulundu.
AB Komisyonu Başkanının ziyaretinden sonra yargıçlara ve askerlere karşı kendisini daha güçlü hisseden Erdoğan da benzer tonda konuştu.
Yargıtay Başkanı, Kemalist devleti yıkma planı suçlamasıyla Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) kapatılmasını istiyor. Bunun paralelinde Erdoğan'a siyaset yasağı konmasını istiyor. Anayasa Mahkemesi de davayı incelemeye başladı.
AEGEANTİMES: "DAHA NELER DUYACAĞIZ: BATI TRAKYA TÜRKLERİ VE YUNANİSTAN MAKEDONLARI"
ANKARA, 14/04(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi Aegeantimes'ın 14 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Yannis M. Negris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Batı Trakya Türkleri Federasyonu tarafından yapılan açıklamaya göre, 17 Nisan 2008 tarihinde Avrupa Parlamentosunda "Yunanistan'da Tanınmayan Azınlıklar: Batı Trakya Türkleri ve Makedonlar" konulu uluslararası bir panel düzenlenecek.
Avrupa Özgür İttifakı-Avrupa Siyasi Partisi (EFA), Avrupa Halkları Birliği Federasyonu (FUEN) ve Yunanistan'daki Üsküp yanlısı Uranio Tokso (Gökkuşağı) partisi tarafından düzenlenen panele, FUEN Başkanı Hans Heinrich Hansen başkanlık edecek.
Panelde, Avrupa Batı Trakya Türkleri Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habipoğlu, EFA Başkanı Nelly Maes, Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Halim Çavuşoğlu, Uranio Tokso partisi Merkez Kurulu üyesi Pavlos Fillipov Voskopulos, Avrupa Parlamentosu üyesi Helene Flautre, Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı ve Avrupa Parlamentosu üyesi Dr. Csaba Sandor Tabajdi, Avrupa Parlamentosu Ulusal Azınlık Gelenekleri ve Dilleri Grubu Başkanı Borris Cilevics, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı Panayotis Dimitras, Helsinki Yunan Gözlem Temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu üyesi Mikel Irujo Amezaga birer konuşma yapacaklar.
Panayotis Dimitras, Amerikan hükümetine gönderdiği raporlar ve yazılarla yıllardan beri adım adım "baskıya maruz kalan azınlıklar" konusunu oluşturan kişidir. Bu raporları ve yazıları, hemen hemen bir aktarma olarak Amerika'nın yıllık insan hakları raporlarında görmekteyiz.
ELEFTHEROTİPİA: "KUZEY'DE HAKKANİYETE AYKIRI BİR İTTİFAK"
ATİNA, 14/04(BYE)--- Tirajı pazar günleri 166.195 olan Eleftherotipia gazetesinin 13 Nisan 2008 tarihli sayısında, Vasiliki Siuti imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:
"Yunanistan'da var olmayan etnik azınlıklar: Batı Trakya Türkleri ve Makedonlar" şeklindeki alaycı başlık altında gelecek perşembe günü AB Parlamentosunda yapılması planlanan tartışmanın arkasında "Ouranio Tokso"; kendilerini "Slav/Makedon" olarak tanımlayanların Yunanistan'da bulunan örgütü ve Almanya'da azınlığa ait göçmenlerin bir örgütü olan "Avrupa'daki Batı Trakya Türkleri" bulunuyor.
Florina'daki Slav/Makedonlar ve Trakya Müslümanları AB Parlamentosuna ve Avrupa Özgür İttifakına (Ouranio Tokso üyesidir) geçmişte defalarca başvurmuşlardı. Söz konusu başvurunun geçmişteki başvurudan farkı bu kez koordineli bir şekilde, Yeşillerin ve Daniel Cohn-Benditt'in aynı zamanda da azınlık partilerinden seçilen parlamenterlerin desteğiyle yapılması.
Ancak, bugünkü koşullar nedeniyle Dışişleri Bakanlığında kaygılar olmasına rağmen, kalıcı bir işbirliğine varılabileceğine dair hiçbir belirti yok. Çünkü Trakya'daki Müslümanlar, Slav/Makedonlar ile uzlaşmak istemiyor. Müslüman azınlık mensuplarından birisi, "Avrupa'daki bu girişimin Slav/Makedonlara hizmet ettiği, fakat bize hizmet etmediği nettir" dedi.
Edinilen bilgilere göre, Azınlık Danışmanlık Komitesi Başkanı ve PASOK milletvekili Çetin Mandacı'ya AB Parlamentosundaki bu tartışma için önceden bilgi verilmemişti. Kendisi bu tür siyasi hareketlere katılmadığını açıkça belirtti.
"İşbirliği" girişimi "Ouranio Tokso" tarafından yapıldı ve sadece Avrupa ülkelerinde özellikle de Almanya'da yaşayan Trakya Müslümanları arasında karşılık buldu.
Bu azınlık örgütünün yerel yönetimle ilişkileri pek de iyi değil. Yerel yönetim, kısa bir süre önce Strasbourg'da ulaştığı zaferden sonra, yani "Türk İskeçe Birliği"ni tanımayan Yunanistan'ın mahkum edilmesini başardıktan sonra şimdi farklı bir havada hareket ediyor. Azınlık mensuplarından ve birlik üyelerinden birisi, "25 yıllık bir mücadeleden sonra hakkımızı kazandık. Şimdi Yunan Hükümetinin bize farklı gözle bakmasını bekliyoruz" dedi.
Her halükarda Trakya'daki Müslümanların çoğunluğu Slav/Makedonlar ile bağları olduğuna inanmıyor, ancak farklı düşünenler de var. Örneğin devamlı olarak ön plana çıkan gazeteci Abdülhalim Dede kısa bir süre önce İstanbul Rumlarının haklarının ihlal edilmesinden söz eden Kumutsakos'un, öte yandan da Dora Bakoyanni'nin Makedon azınlık olmadığına dair açıklamasından söz ederek, şunları yazmıştı: "Yunanistan'ın, haklı olarak, Heybeliada okulunun herhangi bir Türk üniversitesinin bir bölümü olarak yeniden açılmasını reddederken, imamlarımızı seçmesi konusunda ısrar etmesi mümkün değil. Milletvekili seçemedikleri için Makedon azınlığın varlığını reddetmesi de mümkün değil."
KATHİMERİNİ: "ÇOCUĞUM TÜRKÇE (DE) ÖĞREN"
ATİNA, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 56.978 olan Kathimerini gazetesinin 13 Nisan 2008 tarihli sayısında, Takis Kambilis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
İskeçeli 12 yaşındaki İlhan babasına sordu, "Baba, ben neyim?"
Yalnız olduğunda Türksün oğlum. Başka Türklerle birlikteyken "Trakya Müslümanlarısınız."
Küçük çocuğun babası bu cevabı hiç de rastlantı eseri vermedi. Çünkü (yarı) resmi Yunan tezine göre, Trakya azınlık mensubu bir kimse tek başına kendini "Türk" olarak tanımlayabilir, ancak aynı şeyi toplu halde yapamaz. Bu mantık çerçevesinde düşünüldüğünde bir Türkten fazlası yalnızca "Müslüman"dır.
Bu soru 1930'lu yıllarda veya 1964'ten önce sorulmuş olsaydı İlhan farklı bir cevap alacaktı. Azınlık her defasında "ulusal ihtiyaçlara" göre nitelendiriliyordu. Azınlık, (Antlaşmada bu ifadenin yer almamasına rağmen) Lozan Antlaşması'ndan sonraki yıllarda Türk azınlık, devamında Müslüman, Kıbrıs olaylarına ve 1964'te Rumların İstanbul'dan kovulmasına kadar yine Türk ve nihai olarak Dışişleri Bakanlığının 1983'te aldığı karara göre, "Müslüman" azınlık olarak nitelendirildi.
Ancak, öyle görünüyor ki Trakya'da bir şeyler değişiyor. (Öyle olduğu ümit ediliyor)
Yarından itibaren azınlık mensuplarına bir kitap dağıtılacak. "Türkçe kitabımız" isimli bu nadir kitap "Batı Trakya dergilerinden, gazetelerinden ve edebiyatından metinler" içeriyor ve (onaylandığı takdirde)(Yunan) devlet okuluna devam eden ortaokul birinci sınıf azınlık öğrencilerine dağıtılacak.
--Sonra da Vatan Geldi--
Bu kitabı ilginç hale getiren konu, kitabın Trakya'nın her iki tarafında doğan kişiler tarafından yazılmış olmasıdır. Kitabın yazarları, Herkül Milas ve Dimos Yağcıoğlu isimli iki İstanbullu Rum ve Aydın Bostancı, Evren Dede, Koray Hasan ve Tuncay Balta isimli dört Trakya azınlık mensubudur. (Atina Üniversitesi öğretim görevlisi) Herkül Milas'in değerlendirmesine göre, Batı Trakya'nın günlük hayat ve kültür olarak var olması önemlidir. Ayrıca, kitapta yer alan metinlerin hepsi, azınlık mensubu 48 yazar, şair ve düşünür tarafından Türkçe olarak yazılmıştır.
Azınlık üyelerinin eğitimi acı bir hikayedir. Çocuklar ne Yunanca ne de Türkçe öğreniyordu. Çoğunun Yunanca'yı iyi öğrenememesinin nedeni, tamamı Müslümanlardan oluşan toplumlarda büyüdükleri için bu dilin onlara yabancı olması, Türkçe'yi iyi öğrenememesinin nedeni de genellikle (üç yıllık bir eğitimden sonra Türkçe öğretmeni olarak tayin edilen Yunan veya Pomak) öğretmenlerinden daha iyi Türkçe konuşuyor olmalarıdır. Böylece ortada iki seçenek var: Ya okulu terk edecekler ya da Türkiye'ye gidecekler. PASOK Başkanı Yorgo Papandreu'nun üniversitelere girişte kontenjan uygulamasını getirmesiyle durum biraz değişti. Üniversitelere giriş imkanı öğrencilerin Türkiye'ye gitme eğilimini azalttı. Ancak, azınlık öğrencilerinin birbirleriyle rekabet edebilmesi için eğitim sorununa toptan çözüm bulunması gerekiyor. Düşünülecek olursa derslerin yarısı Türkçe yarısı Yunanca. Yunanca kitaplar 1996 yılına kadar oldukça zordu, Türkçe kitaplar ise kabul edilemez durumdaydı (2002 yılına kadar 1950'li yılların Türkçe kitaplarının fotokopileri kullanılıyordu).
Anna Frangudaki ve Thalia Dragumi isimli iki öğretmenin başlattığı, "Müslüman Çocukların Eğitilmesi Programı", ülkemizin bu alanda attığı en umut verici adımdı. Bu programla ilkokul azınlık öğrencilerine, Yunanca'yı daha kolay öğrenebilmelerine ve azınlık mensubu olarak geniş çevrenin bünyesine dahil olabilmelerine yardımcı olacak bir dizi kitaplar tedarik edildi. Yunan dili sorunu çözüldü, ancak azınlık okulu sorunu değil.
Şimdi başka değişikliklerin zamanı geldi mi? Azınlık konularını takip edenler, önemli fırsatları görseler de diğer yandan bütün bu çabaların yarım kalması tehlikesini tespit ediyorlar.
--Strasbourg Aracılığıyla Yapılan Değişiklikler--
Azınlık konusuyla ilgili olarak Trakya'da meydana gelen hareketlenmeye ilişkin en karakteristik argümanı (Makedonya Üniversitesi Yardımcı Doçent) Konstantinos Tsitselikis sundu: "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son aylarda Yunanistan aleyhine açılan üç davada (İskeçe Türk Birliği, Rodop Türk Kadınları Kültür Derneği, Meriç Azınlık Gençleri Derneği), etnik nitelendirmeyle (örneğin "Türk") veya hiç nitelendirme yapılmadan ("Müslüman azınlık" terimine yer vermeden) azınlık dernekleri kurma hakkına ilişkin ortaya çıkan ve uzun yıllar süren bir sürtüşmeye son verdi. Strasbourg Mahkemesi, basit bir hukuki düşünceyle ve yasalarını uygulayarak, azınlık derneklerinin tüzüğünün tanınmasına ilişkin Yunan Mahkemeleri tarafından ısrarla uygulanan yasağı reddetti: Demokratik bir toplumda önlem almak amacıyla bazı kimselerin haklarının sınırlanması veya etnik nitelendirmenin demokratik bir toplum için tehlike oluşturabileceği düşünülemez. AİHM'ye göre tam aksine, devlet fikir özgürlüğünü korumak zorundadır. Bunlar toplumda şok etkisi yaratıyor olsa da bunu yapması gerekir. Yunan Hükümeti maalesef bir kez daha basit hukuki bir konuyu çözmeyip, özel ve istisnai durumlar prizması altında incelemeyi tercih etti."
Son aylarda Yunan tarafı başka girişimlerde de bulundu. Bunlardan en karakteristik olanı da vakıflara ilişkin çıkardığı yasaydı (azınlığa ait gayrimenkuller). Hatta Dışişleri Bakanlığı konuya ilişkin yasayı, İstanbul'daki Rum azınlık vakıflarına ilişkin -alınması beklenen- yasadan ayırdı. Ancak, Trakya'da azınlık mensupları bu yasayı pek hoş karşılamadı. Bunun asıl nedeni, bu yasayla merkezi yönetimin azınlık mülkiyetlerine el koyması için "açık kapılar" bırakılmasıdır.
Diğer yandan, azınlık için önemli olan, Müftünün siyasi makamlar tarafından tayin edilmesi yerine seçilmesi konusu da hala askıda bulunuyor. Bu da şeriatın nihayet iptal edileceği anlamına geliyor -Yunanistan İslam Hukuku'nun geçerli olduğu tek AB üyesi ülkedir. Türkiye'de ise tam aksine şeriat yaklaşık bir asırdan bu yana iptal edilmiştir.
Yannis Ktistakis'in (hukukçu) açıklamasına göre, yargıç ile müftünün yetkisinin birbirinden ayırt edilmesinin vakti geldi. Özellikle de Yunan yönetiminin geçmiş boyunca Avrupa Mahkemesi kararlarının uygulanmasına taş koyma taktiğinin son bulmasının vakti geldi.
Buna rağmen, öyle görünüyor ki, henüz eski sorunlar çözülmeden yenisi ortaya çıkıyor: Bulgaristan'da son senelerde, Trakya Pomaklarına karşı uygulanan Yunan politikasından dolayı bir bıkkınlık var. Sofya'daki Makedon Bilimleri Enstitüsündeki tarihçiler, "Toplu halde Müslümanlardan söz ederek ve onların başka kimliklerini tanımayarak Pomakları Türkleştirmeyi siz başardınız. Böylece bu Türkleştirme bizim tarafımızda da devam etti." diyor.
Şimdi Trakya'daki bazı kimseler Romanlarla aynı şeyi uygulamaya başladılar ve "Ulusun iyiliği" uğruna bazı "Müslüman Roman" dernekleri ortaya çıkmaya başlıyor.
AEGEANTİMES: "STEFANU: LEFKOŞA, BARROSO'NUN AÇIKLAMALARINDAN MEMNUN"
ANKARA, 15/04(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi Aegeantimes'ın 15 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Yannis M. Negris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Kıbrıs Hükümeti, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun Türkiye'ye liman ve havaalanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti'ne açması ve Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunması konusunda tarihi fırsattan söz ettiği yolunda açıklamasını memnuniyetle karşıladı.
Kıbrıs Hükümet Sözcüsü Stefanos Stefanu, Barroso'nun görüşlerini doğru ve yapıcı olarak niteledi ve bu açıklamalarıyla Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ne karşı üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini belirttiğini vurguladı. Stefanu, Türkiye'nin bu mesajları aldığını ümit ettiğini bildirdi.
Stefanu ayrıca, Kıbrıs Hükümetinin, BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Temsilcisi olarak Taye-Brook Zerihoun'un atanmasına muvafakat ettiğini açıkladı.
ELEFTHEROS TİPOS: "TRAKYA DOSYASI"
ATİNA, 15/04(BYE)--- Tirajı pazar günleri 105 bin olan Eleftheros Tipos gazetesinin 13 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumların çevirisi şöyledir:
--Başmakale: "Gözleri İyice Açık Tutarak"--
Gözleri iyice açmak. Dünü soğukkanlılıkla bugünü ise ciddiyetle ele alarak. Fobilerden uzak. Ve ülke içinde "siyasi" istismara yönelik her türlü düşünceden de uzak.
Bunu başarabilseydik; Makedonya ve Trakya'da açılmaya çalışılan azınlık içerikli çeşitli cephelere karşı net bir şekilde bu çizgi üzerinde ilerlemeyi başarabilseydik, o zaman ülke olarak çok büyük bir başarı elde etmiş olacaktık.
Bunu başarabilseydik, hem Üsküp'le isim konusunda müzakere, hem Türk-Yunan konularının uzun yolu, hem de Yunanistan'ın Balkanlar'daki dengeler yoluna paralel olarak kapsamlı ilerleyişi güven duygusu içinde bu temel üzerinde olacaktı.
Gözümüzü açık tutmalıyız, etrafımızda olanları izlemeliyiz, bütün girişimleri dikkate almalıyız. En basit faaliyetler, hoş olmasa da en ufak talepler dahi (geçen hafta Makedonya'da tarlalarda çalıştırılan ve toprağı işleyen hayvanlara dair dahi talepler aldık) kayda alınmalı ve yetkililer bilgilendirilmeli. Avrupa forumlarında azınlıkların ve "azınlıkların" hareketlenmesi, başkalarının kışkırtmalarıyla ortaya çıkan "duygusallıkları" medyada yer almalı. Buna benzer olayların Trakya'da belirlenmeye başlaması da dikkate değer.
Bu tür konuların ele alınabilmesi için olayların doğru tarihi çerçevesine yerleştirilmesi, öne sürülen tezlerin cevaplandırılması, belki de, dışarıya soğukkanlı ve esaslı tezler öne sürerek, iddiaların reddedilmesi gerektiği kolayca anlaşılır.
Aynı zamanda, şekillenecek ortamın en kapsamlı şekilde ele alınabilmesi amacıyla yeni politikaların planlanmasına -ve de uygulanmasına- devam edilmesi, olumsuz ortamın şekillenmesine neden olan geçmişteki sorunların temelinin (özellikle eski dönemlerdeki tecritleri) araştırılması gerekir.
2008 Yunanistanı'nda hep beraber sabit bir şekilde bu yolda ilerleyelim. Fobilere ve geri dönüşlere yer bırakmayalım.
--İlhan Ahmet: "Yan Yana Değil Birlikte Yaşayalım"--
Başbakan Sayın Kostas Karamanlis tarafından çizilen çağdaş, Avrupai azınlık politikası, Trakya Müslümanları açısından bir dönüm noktası oluşturuyor. Bu politikanın temel felsefesi, sorunların Avrupa müktesebatı çerçevesinde çözümlenmesi gereğidir.
Örnek olarak, azınlık çocuklarının Yunan kamu sektöründe işe alınmalarını öngören binde 5 kotası son derece yenilikçi bir adımdır ki, Avrupa'nın başka herhangi bir yerinde veya ABD'de dahi yoktur. Vakıfların seçilmiş temsilcileri olmasını öngören yasanın kabul edilmesi, ikili anlaşmalara uyum sağlayarak okul kitaplarının teslimi ve işsizlikle mücadele çerçevesinde kadınların eğitimi, azınlığı sosyal ağ bünyesine katan, toplumun yapısı dışında, ayrı bir parça olarak yalıtıma yol açmayan önlemlerden bazılarıdır. Yunan azınlık politikası kusursuzdur. Çok kültürlü ortak yaşama örnek olmaktadır. Trakya'yla ilgili konuşurken, amacın "yan yana yaşamak olmadığını, birlikte yaşamak olduğunu" akılda tutmalıyız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Lozan Antlaşmasını ne iptal ediyor, ne de değiştiriyor. Azınlık son derece basit bir şekilde tanımlanıyor. Bu kararla, dernek üyelerine kendilerini tanımlama hakkının toplu olarak uygulanacağı derneklerin kurulması hakkı tanınıyor. Bu bağlamda, elbette Yunan devletinin saygı gösterdiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu kararı, siyasi ve diplomatik içerikli bir karar olarak yorumlanmalıdır.
--Hristos Mahairas: "Azınlık Ateşiyle Oynuyorlar"--
Ankara Trakya'da ne arıyor? Soru monoton, fakat ısrarlı bir şekilde gündeme geliyor. Aslında, bölgeyi Yunan egemenliğinin bir parçası olarak değil de yaşamsal çıkarlar içeren itilaflı bir sınır bölgesi olarak algılayan Türk politikası da bunu gündemde tutuyor. Bu günlerde "Trakya konusu" alışılmış "aşırı yüklenmiş" ortamlarından birisinde bulunuyor. Kanıtlanması gereken bir nokta bulunuyor: Türkiye'nin yeni talepler turu, bölgede azınlık konuları ortaya çıkarma yönündeki sabit taktiğinin bir devamı mı, yoksa çoğu çevrelerin inandığı gibi Balkanlardaki gelişmeler ve şekillenmekte olan dengelerden yararlanarak, azınlığın sosyal, ekonomik ve siyasi özerkliğine yönelik koşullar yaratma girişimi mi? Acaba azınlığın tam kimliği ne? Ve tanımadığımız Trakya'da gerçekten neler oluyor? Çatlaklar ve zıtlıklara dair söylenenler bir masal mı, abartılmış mı, yoksa gerçekten özerklik politikalarının ilerletilmesine uygun bir zemin mi? Bölgede bugün Hristiyan ve Müslümanlar yaşıyor. Müslümanlar üç temel etnik gruba sahip; Türk kökenliler, Pomaklar ve Çingeneler (Romanlar). Türkiye son 30 yılda Müslüman toplumun Yunan devletiyle ilişkilerinin demokratikleşmesinden, aynı zamanda da bölgenin yıllarca terk edilmişliğin getirdiği hayal kırıklığından yararlanarak, bu dini azınlığı ulusal azınlığa dönüştürmek yönünde bir dinamizm yaratmaya çalıştı ve bir dereceye kadar da bunu başardı.
Bu, Rodop ilinde açıkça belli oluyor, İskeçe ilinde ise şimdilik daha ilk aşamada bulunuyor. Yaklaşık 200 internet sitesinden Trakya'nın özerkliğine dair sürekli propaganda yapılıyor, Yunanistan'da ve dışarıda bilim adamları birlikleri ve kültür dernekleri Yunanistan'a karşı düşman bir bilinç şekillendiriyorlar. Buna rağmen, Romanlar ve Pomakların büyük bölümü özerklik eğiliminin dışında kalıyor. Yunan devleti ise bu nüfusların kalkınmasına yardımcı olacağına, yaşadıkları büyük bölgeleri kaderlerine bıraktı ve gerçekten sefalet koşulları içinde yaşayan Romanların imar-iskan planı kapsamı dışında kalan yerleşim yerleri için tam bir ilgisizlik örneği gösteriyor.
Buna paralel olarak, özellikle Trakya'nın dağlık bölgelerinde eğitimde personel ve altyapı alanında büyük eksiklikler var. Sonuç olarak, Müslüman azınlığa ait çocuklar, dil, din ve kültür özelliklerine tam saygı gösterilerek Yunan eğitim sistemine dahil edilmiyor.
Kolayca anlaşıldığı üzere, bu ortamın devam etmesi Türk propagandasının en iyi dostu, ancak Yunanistan'ı uluslararası düzeyde zor durumda bırakıyor. Çünkü çeşitli "gözlem evleri" bu zayıflıkları sürekli vurguluyor. Yerel yönetimler ve bölgedeki siyasi çevrelerin azınlıkla arasındaki "müşteri ilişkisinin", durumu daha da kötüleştirdiği görülüyor. Çünkü hepsi her şeyden önce, Müslümanların oylarını elde etmeye uğraşıyor, Trakya'nın sosyal zemininde toplanmaya başlayan "patlayıcı yükün" azaltılması ve aşılmasına çalışmıyorlar.
Trakya'da Yunanistan'ın devamlı olarak işlediği -özellikle dağlık bölgelerdeki- stratejik hatalar, azınlığın kontrol edilmesi amacıyla sistemli bir şekilde çalışan çevrelere önemli avantajlar sağladı. Eğitim alanındaki ciddi eksikliklerin bıraktığı boşlukta azınlığın paralel bir eğitim mekanizması yaratma teşebbüsleri gözleniyor. Böylece:
- Azınlığın önde gelen 40 mensubu kısa bir süre önce anaokulları, okullar hatta üniversite kurmaya yönelik bir kültürel kurum oluşturdular.
- Türkiye'nin mali yardımıyla Ellite ve Success kurslarında din, dil vb. çeşitli dersler için 1500 Müslüman okuyor.
- (Derin devlet ile doğrudan bağlantılı) 150 Kuran kursunda azınlık çocukları okuyor.
Belirli bir Türk vizyonunun oluşması olumsuz ortamı daha da olumsuz kılıyor. Aynı zamanda şu gelişmeler kaydediliyor:
- Müslümanlar 10'da 1 oranında Yunanlardan arazi satın alıyor (1 Hristiyan Müslümandan gayrimenkul satın alırken, 10 Müslüman Hristiyan'dan gayrimenkul satın alıyor).
- Azınlık ekonomisini güçlendirmek amacıyla yakında Gümülcine'de Türk Ziraat Bankası açılıyor.
- Azınlık nüfusunun artması demografik bölgede üstünlük sağlıyor.
--Angeliki Spanu: "Ankara-Üsküp Ekseni"--
Özerklik yönündeki görüşleri aynı zamanda da "Türk ve Makedon" azınlık konularını birlikte alevlendirmeyi sistemli bir şekilde ilerleten Türk kurulu düzenin tüm ilgisi, son aylarda sadece bir tek konuyla uğraşan Yunan diplomasisi tarafından unutulmuş bir bölgede; Trakya üzerinde toplanıyor. Ankara-Üsküp ekseni bir gerçektir. Bir sistem, belirli hedefleri olan bir plandır ve aşamalı bir şekilde geliştirilmektedir. Gümülcine'deki Türk Başkonsolosluğu, Müslüman azınlığı kontrol etmek ve Yunanistan'ın doğu ucunda devlet içinde bir Türk devleti şekillendirmek yönündeki zorlu görevini yerine getirebilmek için yeni personelle güçlendirildi ve bir yıl önce üç, iki yıl önce ise iki memuru varken şimdi beş diplomatik memuru bulunuyor.
Ülke dışındaki "Batı Trakyalıların" örgütleri sürekli olarak ağlarını genişletiyorlar, Türkiye'de azınlık konuları uzmanlarından oluşan düşünce grupları sürekli, her ay artıyor, "Türk kimliklerinin" tanınmasını talep eden Müslümanlara bilimsel ve hukuki tezler sağlıyorlar. Son zamanlarda Ankara'nın Trakya'nın kontrol altına alınması yönündeki "internet saldırıları" giderek yoğunlaşıyor. Azınlık mensuplarına hitap eden internet sitelerinin sayısı 200'e ulaştı ve hepsi şaşırtıcı birer altyapıya sahip. Özerklik örneğini ön plana çıkarıyor, "Türklerin Balkanlar'da Yunanların soykırımına uğramış olmalarıyla ilgili tarihten (http://www.greekmurderers.net/) ve her yeni Yunan hükümetinin Yunanistan'da yaşayan Makedonlara karşı aldığı insanlık dışı önlemlerden, Makedon dilinin yasak olmasından, Slav isimlerinin Yunan isimleriyle değiştirilmesinden (www.axisglobe.com) söz ediyorlar.
Ankara'nın Edessa, Kastoria, Selanik, Kilkis bölgelerinde yaşayan ve 400 bin üyesi olan "Makedon azınlığa" (www.ihh.org.tr) yönelik ilgisi birçok Türk internet sitesinde belli oluyor ve "Avrupa Batı Trakya Türkleri Dayanışma Federasyonu" ile "Ouranio Tokso"nun (Gökkuşağı) "Yeşillerin" ve "Özgür Demokratların" desteğiyle 17 Nisan'da AB Parlamentosunda düzenlenecek ortak etkinlikle de Avrupa düzeyinde de yayılacak. Bu etkinlikte "Yunanistan'da Makedon ve Türk azınlığın karşılaştığı sorunları sergileyecekler. Etkinliğin gerçekleşmesini engelleyemeyen Dışişleri Bakanlığı ise Yunan devletinin tezlerinin kulislerde duyulması amacıyla girişimlere hazırlanıyor. Ohri'de "Orta Avrupa Girişimi" toplantısı nedeniyle Türkiye Cumhurbaşkanı 1 Mayıs'ta Üsküp'ü ziyaret edecek. Zaten NATO zirvesinde de FYROM için tam bir mücadele veren lider Abdullah Gül'dü ve anlaşılan bu mücadele devam edecek.
Azınlık derneklerinin "Türk" olarak tanımlanması lehine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını Yunanistan'ın temyiz etmesi süresi Haziran ayı sonunda doluyor. Müteakiben asliye hukuk mahkemesine başvurularla izinlerinin onaylanması talep edilecek, ardından da zaten incelenmekte olan hukuki ve siyasi yollardan kendilerini toplu olarak tanımlamaları yönünde yoğun talepler bekleniyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararı yayınlandığında, Hazreti Muhammed'in doğum günü vesilesiyle Trakya'ya gelen Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan üst düzey bir yetkili, büyük bir dinleyici kitlesinin katıldığı bir toplantı da konuşma yaptı. Konu hassas bir konu olan Trakya "satrancı" oldu mu, Ankara için tesadüf söz konusu değildir.
--Angelos Angelidis: "Müslüman Sporcular, Hristiyan Antrenör"
Rodop, Kozlukebir'in Kartal futbol takımı 11 Müslüman futbolcudan oluşuyor ve Hristiyan bir çalıştırıcısı var. Sınır bölgesinde bulunan Trakya'da iki dinden kişilerin ne kadar yakınlaştıklarının belki de en iyi örneği budur. Son yıllarda Müslüman azınlık özellikle İskeçe ve Gümülcine'de çağdaşlaşma yönünde önemli adımlar attı. Devlet de Müslüman vatandaşları yönünde adımlar attı. Ancak Ankara'nın "gölgesi" bölgede hala dolaşıyor ve "yeraltından" ip oynatmaya devam ediyor.
Dinler arası takımın çalıştırıcısı Kostas Katsaridis yaptığı açıklamada, herhangi bir sorun yaşamadıklarını vurguluyor. Zaten kendisi de bu bölgeden, takımı çalıştırma görevi de kendisine, çocukluk yıllarını birlikte geçirdikleri ve top sevgisini paylaştıkları futbol takımı Başkanı Hüseyin Ercan tarafından verildi.
Trakya'da halkı birbirinden ayırmak artık çok zor, genç Müslümanlar Hristiyanların toplandığı yerlere sorunsuz şekilde gidiyorlar. Genç kızlar başörtüyü çıkartarak, Avrupalı giyimi benimsiyorlar. Başörtüyü ve siyah giysiye zaman geçtikçe daha nadir ve özellikle 40 yaşından daha büyük olan kadınlarda rastlanıyor. Öte yandan dağlık bölgelerde durumun değişmeye başlamasına rağmen, halk dine daha bağlı ve ziyaretçilere zor "açılıyor". İskeçe'nin Mustafçova ve Ketenlik köylerindeki çocuklar, fotoğraf makinesinin önünde poz verdiler, fakat ağızlarından bir tek kelime dahi almak mümkün olmadı.
Zeynep Tevfikoğlu, Gümülcine'de doğan ve büyüyen 32 yaşında bir kadın. Günümüz Müslüman kadının "modern yüzü" denebilir. Giyinme tarzı dini inancını kesinlikle belli etmiyor. İstanbul Mimar Sinan Üniversitesinden mezun. Seramik sanatıyla uğraşan ilk Trakyalı Müslüman kadın olan Tevfikoğlu, geleceğe dair iyimser olduğunu ve Hristiyanlarla aralarında herhangi bir sorun olmadığını söylüyor.
Pazartesi günleri Yunanca yayınlanan "Periskopio" gazetesi sahibi Hüseyin Hasan, "Bunu herkesin gazetemi okuması için yapıyorum" dedi ve "Azınlığın büyük bir bölümü Türkiye'nin kucağından uzaklaştı. Çoğumuz kendimizi Türk olarak tanımlamaktayız, ancak son yıllarda kendimizi gittikçe daha fazla Yunan, Avrupa vatandaşı hissediyoruz" şeklinde sözlerine devam etti.
Bölgeyi çok iyi tanıyanlara göre Müslümanların "yönetilmesi" konusunda Gümülcine'deki Türk Başkonsolosluğu başrol oynuyor, aynı zamanda da Gümülcine ve İskeçe sözde müftülerinin de çok faal oldukları biliniyor.
Yunan devleti tarafından atanan ve asliye hukuk mahkemesine gidilmeden önce bütün boşanmaları ve miras konularını oylayan Gümülcine Müftüsü Meco Cemali, "Hristiyanlarla ilişkilerimiz son derece düzenlidir. Aramızda herhangi bir sorun yok. Saygı var" diyor.
Ve yaşam? Herkes için zor, özellikle de dağlık bölgede yaşayan Pomaklar için. Türk kökenli olanlar, belirtilere göre, kendilerini "Türk" olarak tanımlamaları için baskı uyguluyorlar. Bir dereceye kadar bunu başardılar.
--Georgios Pavlu: "Bakanlık İhtiyacı"
Avrupa Birliği yönünde sabit bir tezi olan Türkiye, Trakya'da etnik değil de, dini azınlığın varlığını tanıyan uluslararası anlaşmaları geride bırakarak, Trakya üzerinde yatırımlar yapıyor. Bu bağlamda, Trakya'daki Müslüman azınlıkları, özerk ve bağımsız sosyal, kültürel ve ekonomik yaşama sahip bir tek etnik azınlığa dönüştürmeye çalışıyor.
Öte yandan, Yunanistan bir Avrupa ülkesi ve binlerce yıldan bu yana Balkanlarda tarihi olan bir ülke olarak, Trakya'yı korumalı ve bütün vatandaşlarının, Hristiyan ve Müslümanların için barış içinde yapıcı bir ortak yaşam bölgesi olarak ön plana getirmeli, Müslüman toplum mensuplarının her türlü kültürel, dini ya da etnik farklılığına saygı göstererek, bölgeyi bir nevi "Kıbrıslaşmaktan" veya "Kosovalaşmaktan" korumalıdır. Böylelikle, Yunanistan geniş bölgenin, hatta Türkiye'nin de Avrupa vizyonunu korumaya ve ilerletmeye davet edecektir.
Bunun gerçekleşmesi için Yunan devletinin bütün Trakya'da varlığını belli etmesi gerekmektedir. Böylece Trakya'yı Yunan egemenliğinin itilaf konusu olabileceği bir bölgeye dönüştürülebileceği yönünde hayaller besleyenlerin cesaretini kıracaktır.
Siyasi partilerin Üsküp'ün adı konusundaki birlikteliği bazen gizli tutulan ve yeterince değerlendirilmeyen Yunan dış politikasının gücünü ortaya koymuştur. Siyaset dünyası Üsküp konusuna ilişkin birlikteliğini Trakya sorununda da ortaya koymalıdır. Trakya'nın bugünkü imajı yakın geçmişle kıyaslanmayacak kadar değişmiş olmasına rağmen, Trakya'nın kalkınması; eğitim, kalkınma, çevre, turizm vb konular için son yirmi yılda yapılan yatırımlara harcanan meblağ, sonuçlara nazaran çok büyüktür.
Bundan on beş yıl önce yüksek seviyeli bir Trakya Sekreterliği kurularak, Atina'nın Trakya'daki yönetimde güçlü bir varlığı olması gerektiğini önermiştik. Bugün artık, birçok açıdan değerli zaman kaybından sonra Trakya için acilen bir Bakanlığın kurulmasının gerekli olduğu söylenebilir. Birisi, merkezi Selanik'te kurulacak Makedonya Bakanlığı, diğeri ise merkezi Gümülcine'de olacak Trakya Bakanlığı olmak üzere, Makedonya-Trakya Bakanlığının en kısa sürede ikiye ayrılmasıyla gerçekleştirilmelidir. Trakya'daki en yüksek makam olacak Trakya Bakanlığının kurulmasıyla birlikte iyi yetişmiş yüksek seviyeli personelin de Trakya'da yerleşmesi gerekir. Bu tür bir Trakya Bakanlığı, hem diğer Bakanlıklarla hem de Başbakan bürosuyla doğrudan işbirliğinde bulunacak, böylece hemen ve doğrudan karar alabilecek.
Bizler Yunanlı olarak, Türkler de Türk olarak tarihimiz ve coğrafi konumumuzdan dolayı birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Sadece birbirimize karşı hoşgörü göstermekle yetinmemeliyiz, tüm alanlarda güçlü bir işbirliği ve kardeşlik bağları oluşturmalıyız.
--Filippos Savvidis: "Kendini Tanımlamak Hakkı"
Bir ülkede demokrasinin kalitesi bir dereceye kadar azınlıklara, çeşitliliğe ve farklı görüşlere karşı benimsediği tutuma göre değerlendirilir. Yunanistan'daki demokrasi de Trakya'daki Müslüman azınlığa, göçmenlere ve çeşitli sosyal toplumlara (kadınlara, eşcinsellere, özürlü kişilere vb.) karşı uyguladığı politikaya göre değerlendirilebilir. Yunan devleti, özellikle azınlık konusunda uyguladığı politikalar nedeniyle defalarca zor durumda kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, azınlığa ait iki Müslüman birliğe ortaklık kurma ve toplanma hakkını tanımadığı gerekçesiyle Yunanistan'ı mahkum etmesi de gerçekten durumun böyle olduğunu kanıtlıyor.
1990 yılından sonra doğru yönde önemli adımlar atıldı. Ancak Yunanistan'ın hassas bir bölgesinde bütün vatandaşların devlet ve kanunlar karşısında eşitliğini güvence altına alabilmemiz için alınması gereken bir dizi önlemler bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu yöndeki bir kararı zaten bekleniyordu. 2005 yılının Ocak ayında Yüksek Mahkemece alınan İskeçe Türk Birliği ve ENIM'in "yasa dışı" ilan edilmeleri kararı, ne hukuki ne de siyasi düzeyde desteklenebilir. Karar, ülkemizi uluslararası düzeyde de zor durumda bıraktı ve şimdide devletten bunu ödemesi isteniyor. Kişinin kendi kendini tanımlama hakkı uluslararası düzeyde tanınmıştır, Yunanistan Cumhuriyeti de bu hakkı güvence altına alan uluslararası anlaşmalara imza atmıştır. Bu hak bazılarının dediği gibi, çelişki taşımamaktadır. Yunan toplumu gibi çok kültürlü çağdaş ve demokratik toplumlarda bu hak, itilaf konusu oluşturmayan ve ihlal edilemeyen bir haktır.
Bu durumda Trakya'daki Müslüman azınlıkla ilgili farklı bir politika oluşturulması gereklidir. Bu politikanın kanunlar karşısında ve devlet içinde eşitliği sağlaması, devletin laik karakterini koruması, bölgede yaşayan herkese kalkınma ve ilerleme fırsatları sağlaması gerekir. Trakya bölgesinin uzun vadeli ve ayrıntılı bir kalkınma programına ihtiyacı vardır. Ancak bu tür bir girişim için bütün vatandaşların eşitliği bir ön koşul oluşturuyor. Hükümetin açıkladığı yarım yamalak önlemler eksik ve sorunun özüne değinmiyor, hatta bunların bazıları (örneğin vakıflar kanunu) Müslüman azınlıkta çağ dışı uygulamaların sürmesine neden oluyor. Devletin fobilerden ve fikri sabitlerden kurtulması ve en kısa zamanda daha büyük bir cesaretle hareket etmesi gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı, söz konusu politikanın değişmesi için iyi bir olanak sağlamaktadır, bundan yararlanılmalıdır.
--İfigeneia Theodoru: "Hoşgörü Örneği"--
Trakya, dini özgürlüğe, farklılığa ve insan haklarına saygıya dair bir örnektir. Küçük bir bölgede, bütün vatandaşların devlet ve kanunlar karşısında eşitliklerinin sağlanmasında sosyal reflekslerin uzun süre sınavdan geçmesi, siyasi olgunluğun aşamalı bir şekilde elde edilmesi, devletin demokratik yönde gelişmesi ve en önemlisi işlenen hataların kabul edilmesi cesaretinin gösterilmesi ve düzeltilmesi gerekti.
Yunanistan, Lozan Antlaşmasını ve azınlık haklarından söz eden bütün çağdaş metinleri kabul etti ve çağdaş, ilerici, demokratik bir ülke kalarak, şeriatı hukukuna dahil etmeyi başardı. 1991 yılından sonra uyguladığı politika Müslüman vatandaşlara ilerleme, sosyal ve ekonomik açıdan gelişme koşulları sağladı. Reformlu eğitim sistemi dini kimliğe veya çağdaş Müslümanların gelenek ve göreneklerine dokunmadı. Din konusunda hiçbir zaman tehdit hissetmeyen ve hiçbir zaman dinde aşırı bir tutum sergilemeyen Trakya Müslümanları, daha fazla ve daha çağdaş eğitim istiyorlar. Lozan Antlaşması'nın azınlık dilinde altı yıllık zorunlu eğitim için öngörülerini yeterli bulmuyorlar.
İlerlemelerini ve sosyal açıdan gelişmelerini sağlayan dil Yunancadır. Kanunlar ve devlet karşısında eşitlik, bütün vatandaşlara karşı eşit bir tutum benimsemeyi zorunlu kılıyor, ancak azınlığı yıllarca istismar eden "yetkililerin" azınlığa karşı farklı tutum argümanını çürütüyor. Kanunlara uyum sağlanmadığında mahkeme kararları bütün vatandaşlar için aynı şekilde uygulanıyor. Bunun da en iyi kanıtı 2000 yılından bu yana, ABD Dışişleri Bakanlığının düzenlediği yıllık insan hakları raporlarında ülkemize karşı protestoların giderek azalmış olmasıdır.
Trakya'da Hristiyan ve Müslümanların birlikte yaşaması uzlaşma, hoşgörü ve dini özgürlük açısından çağdaş bir örnek olsun.
İSVİÇRE BASINI
DER BUND: "PKK 'TERÖRİST DEĞİL'"
BERN, 04/04(BYE)--- Tirajı günde 58 bin olan Der Bund gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan AP kaynaklı kısa haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Adalet Divanı, Kürt asi örgütü PKK'nın AB terör listesinden çıkarılmasını talep ediyor. Lüksemburg'daki Mahkeme, AB hükümetlerinin PKK'nın ve onun siyasi kanadı Kongra-Gel'in terör grubu olarak sınıflandırılmasını ikna edici şekilde gerekçelendirmedikleri eleştirisini getirdi.
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "ERDOĞAN REFORMLARA DEVAM SÖZÜ VERİYOR"
BERN, 04/04(BYE)--- Tirajı günde 143.800 olan Neue Zürcher Zeitung'un 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
--Ceza Yasası'nın 301. Maddesinin Revizyonu--
Başbakan Erdoğan İsveç'de reformlar konusunda yeni umutlar uyandırdı. Gelecek dönemde Ceza Yasası'nın Türklüğe hakaret konusundaki 301. maddesini Meclise getireceğini açıklayan Erdoğan için Kürt kimliğinin tanınması ise gündemde değil.
Hükümet partisine yönelik kapatma davası Başbakan Erdoğan'ın demokratik reformcu ve Avrupa yanlısı kimliğini yeniden uyandırmış görünüyor. Erdoğan 2.5 yıl önce Türkiye'nin AB'ye katılım müzakerelerinin başlatılmasını başardıktan sonra, sürekli reformlardan bahsedildi, ancak bu yönde bir tasarı Meclise neredeyse hiç getirilmedi. Şimdi ise Başbakan İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsünde ve Stockholm'deki bir basın toplantısında yaptığı konuşmalarda detaya girmemek kaydıyla demokratik reformlar konusunda yeni umutlar uyandırdı.
Tek şey açık, o da Başbakanın neye kesinlikle niyetinin olmadığı konusu. Bir gazetecinin Kürt kimliğinin tanınıp tanınmayacağı sorusuna Erdoğan, "Bizim işimiz yeni bir anayasa değil, Anayasa'nın kapsamlı bir değişikliği" cevabını verdi. Erdoğan, Türkçe'nin yanı sıra ikinci bir resmi dili de düşünemiyor. Ancak gelecekte devlet televizyonunda Kürtçe, Arapça ve Farsça programların yayımlanacağını belirtiyor.
Erdoğan Ceza Yasası'nın Türklüğü aşağılamakla ilgili tartışmalı 301. maddesini değiştirmeyi de yine düşünüyor. Resmi yorumunda örneğin Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı'nda Ermenilere soykırım uyguladığı şeklindeki ifadenin böyle bir hakaret teşkil ettiği belirtilen bu madde, etkinliği nedeniyle oldukça tartışmalı. Aslında AB'nin talep ettiği Ceza Yasası reformunun içine dahil edilerek çıkarılan bu madde nedeniyle, yürürlüğe girdiği yaklaşık üç yıldan bu yana neredeyse 1.200 kişiye Türklüğe hakaretten dava açıldı. Bunlar arasında Orhan Pamuk, Elif Şafak ve yargılanmasından sonra bir genç tarafından vurularak öldürülen Ermeni gazeteci Hrant Dink gibi ünlü yazarlar da vardı. Erdoğan İsveç ziyareti esnasında bir gazetecinin sorusu üzerine, 301. maddenin büyük ihtimalle gelecek dönemde Meclise getirileceğini, ancak bu maddenin kaldırılmasının değil, değiştirilmesinin söz konusu olduğunu söyledi.
Erdoğan'ın reform sözlerinin bir nedeni de var. Gelecek hafta Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn üç günlük bir ziyaret için Ankara'ya gidecekler. Erdoğan olumlu görüşmeler sayesinde karşıtlarının kendisini göstermek istedikleri gibi laik düzenin İslamcı düşmanı değil, Türkiye'yi Avrupa yolunda ilerleten biri olarak gösterebilir. Erdoğan'ın yeni reformlar konusundaki acelesinin ekonomik nedenleri de var. Uluslararası bankalar ve mali krizle hükümet partisinin yasaklanmasına ilişkin dava konusundaki tartışmalar yerli ve yabancı yatırımcıların güvenini sarstı. Türk para birimi, zayıf dolar karşısında değer kaybetti. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, hükümete acilen reform istikametine geri dönmesi çağrısında bulundu.
Hükümet partisine yönelik kapatma davası Erdoğan'ı nihayet reformlara sarılmaya yönlendirirken, aynı zamanda hareket alanını da sınırlıyor. Ekonomi gazetesi Referans'ın köşe yazarı Cengiz Çandar gibi Türk gözlemciler kapatma davasından bu yana Erdoğan'ın sadece bir topal ördek olduğu sonucuna vardılar. Aslında böylesine baskı altındaki Başbakanın tartışmalı reformları nasıl ele alabileceğini kestirmek de zor.
TAGES-ANZEIGER: "TÜRK HÜKÜMETİ REFORMLARA GİRİŞMEK İSTİYOR"
BERN, 08/04(BYE)--- Tirajı günde 216.400 olan Tages-Anzeiger gazetesinin 8 Nisan 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
Planlanan reform paketinin bir bölümünü de "Türklüğe hakaret"i içeren tartışmalı 301. madde oluşturuyor.
Türk Hükümeti, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso'nun ziyaretinden kısa bir süre önce, tartışmalı 301. maddeyi mümkün olan en kısa zamanda reforme etmek istediğini açıkladı. Türkiye böylece AB'nin merkezi bir talebini gerçekleştirmiş olacak. 301. madde 'Türklüğe hakaret'e cezai müeyyide öngörüyor ve son yıllarda aralarında Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk ve daha sonradan öldürülen Ermeni asıllı Türk gazeteci Hrant Dink'in de bulunduğu düzinelerce yazar ve gazetecinin yargılanmasına neden olmuştu.
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek pazartesi öğleden sonra yaptığı açıklamada, AKP Hükümetinin Meclise "muhtemelen bugün" bu yasanın değişikliğine ilişkin önerge vereceğini belirtti. Çiçek'e göre en önemli yenilik, gelecekte 301. maddeye dayanarak açılacak bir davanın Cumhurbaşkanının onayından geçmesi koşulunun getiriliyor olması.
AKP geçen yıllarda bu maddenin reforma tabi tutulacağını defalarca dile getirmiş, ancak somut adımlar atmamıştı. Bu defa ciddi gibi görünüyor. Bu girişim AKP'nin, Ankara'daki Anayasa Mahkemesinin 14 Mart'ta partiye karşı yasaklama davası başlatmasının ardından oluşturduğu yeni stratejisinin bir parçası. Savcı partiyi Türkiye'nin laik düzenini tehdit etmekle suçluyor. AKP şimdi hücuma geçme kararı almış görünüyor. Parti ileri gelenleri özellikle AB katılım sürecine yeniden önem vermek istiyorlar.
Planlanan reform paketinin diğer ayrıntıları henüz belli değil, ancak pazartesi günü AB Genel Sekreterliği de söz aldı. Kurum, "en kısa sürede kararlaştırılması gereken" 301. maddenin değişikliğinin yanı sıra Ceza Yasası'nda ifade özgürlüğünü sınırlayan altı maddenin daha değişikliğini önerdi, ayrıca yolsuzlukla mücadele için kapsamlı bir strateji gerektiğini vurguladı.
AKP'nin partilerin kapatılmasını düzenleyen Anayasa maddesini mümkün olan en kısa zamanda değiştirmek istediği uzun süredir biliniyor. Partilerin AB devletlerindeki gibi gelecekte siyasi hedeflerine ulaşmak için ancak şiddet uyguladıklarında ya da ırkçılığı ve terörü desteklediklerinde kapatılabilmesi öngörülüyor. Sorun, AKP'nin kendisinin kapatılmasını engelleyip engelleyemeyeceği. Anayasa'nın değişikliği için önce sağcı milliyetçi MHP'nin onayını alması gerekiyor. Hafta sonunda hükümete yakınlığıyla bilinen "Yeni Şafak" gazetesinde yayımlanan bir anket sonucuna göre, yeni bir seçim yapıldığı takdirde AKP oyların yüzde 51'ini alıyor.
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "ERDOĞAN MUHALEFETLE MUTABAKAT ARAYIŞINDA"
BERN, 09/04(BYE)--- Tirajı günde 143 bin olan Neue Zürcher Zeitung'un 9 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
--Hükümet Partisi Çatışma Yerine Anayasa Reformu İstiyor--
Anayasa Mahkemesinde kapatma davası süren hükümet partisi, diğer partilerle anayasa reformu konusunda uzlaşma arayışında. Söz konusu reform, 301. maddenin değiştirilmesini ve parti kapatmalarının zorlaştırılmasını içeriyor. Ancak, getirilen öneriler beklentilerin gerisinde kalıyor.
Türkiye'de hükümet eden muhafazakar İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Anayasa Mahkemesindeki yasaklama davasına karşı uzlaşmazlık içinde hareket etmeme kararı aldı. Bunun yerine, diğer partilerle anayasa reformu konusunda uzlaşmaya çalışılacak. Kısaca yapılan açıklamaya göre, ifade özgürlüğünün güçlendirilmesine yönelik bir adım olarak, ceza yasasının aralarında Türkiye'nin üç yıldır değiştirmeyi vadettiği Türklüğe hakaret konusundaki kötü şöhretli 301. maddenin de bulunduğu iki maddesinin değiştirilmesi öngörülüyor.
Bu, AKP lideri ve Başbakan Erdoğan'ın partisinin pazartesi günkü 6 saatlik MKYK toplantısının sonucuydu. Böylece AKP içinde, uzlaşmazlık konusunda uyarıda bulunan güçler galip geldi. AKP'de birçok kişi, 14 Martta partinin yasaklanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesine yapılan başvurunun, geçtiğimiz hafta mahkeme tarafından da oy birliğiyle kabul edilmesinin ardından ilk tepki olarak, partinin kendisini mahkemede savunmayıp parti yasağından kurtulmak için bir anayasa değişikliğini referanduma götürme talebinde bulunmuştu.
Referandum konusu en azından şimdilik masadan kaldırılmış durumda. Muhalefetle üzerinde uzlaşmaya varılmak istenen "demokratikleşme paketinde" AKP'nin yasaklanmasını zorlaştıran ya da engelleyen bir öneri de mutlaka bulunacaktır. AKP eğer muhalefetle uzlaşamazsa yine de referanduma gidebilir.
Hükümetin muhalefetin desteğine ihtiyaç duymadığı küçük bir "demokratikleşme paketi" şimdi meclise geliyor. İfade özgürlüğünü sınırladığı için eleştirilerin odağı olan iki maddenin gerçi kaldırılması değil, fakat hiç olmazsa değiştirilmesi öngörülüyor. Kötü şöhretli 301. madde "Türklüğe, cumhuriyetçi devlete ve devlet organlarına hakarete" cezai müeyyide öngörüyor. Bu pasaj şimdi "Türk milletine, Türkiye Cumhuriyetine ve devlet organlarına hakaret" olarak değiştirilecek. Aradaki fark, belirsiz olduğu için eleştirilen "Türklük" kavramının "Türk milleti" tanımıyla değiştirilmesi.
Ayrıca üç yıla kadar olan hapis cezasının iki yıla indirilmesi ve bu maddeye dayanarak açılacak davaların Cumhurbaşkanının onayına bağlanması planlanıyor. Aynısının Türkiye'nin "hayati çıkarlarına" karşı yabancı devletlerin hizmetinde çalışmaya cezai müeyyide koyan başka bir madde için de geçerli olması öngörülüyor. Bu madde genellikle çok da doğru olmayan bir şekilde tırnak içinde "ajanlık maddesi" olarak tanımlanıyor.
Değişiklikler beklentilerin biraz gerisinde kalıyor. AB pazartesi günü, ifade özgürlüğünü sınırlayan ve değiştirilmesi gereken 6 maddelik bir liste sunmuştu. Yani daha yapacak şeyler var. Yine de, perşembe günü AB Komisyon Başkanı Barroso ve genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn Türkiye'ye geldiklerinde Erdoğan bir şeyler ibraz edebilecek durumda olacak. Öyle görünüyor ki, Erdoğan, partisinin sadece yasaklama davası nedeniyle değil, dava yüzünden ekonomik istikrarın etkilenmesi nedeniyle de tehdit altında olduğunu gördü. Türkiye'nin buna karşı çifte demire ihtiyacı var: Uluslararası Para Fonu ve AB. En azından, liberal gazete Milliyet'in köşe yazarı Güneri Cıvaoğlu yorumunda böyle diyor. AKP'nin maruz kaldığı iç baskı, yeterince güç olması şartıyla reform çabalarına canlılık kazandırabilir. Not: Aynı içerikli haber aynı imzayla Basler Zeitung'da da yayımlanmıştır.
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "BARROSO REFORMLARDA ISRARLI"
BERN, 10/04(BYE)--- Tirajı günde 143 bin olan Neue Zürcher Zeitung'un 10 Nisan 2004 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı ve Reuters kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:
AB Komisyon Başkanı Barroso, Türkiye ziyaretinden bir gün önce Ankara'daki hükümetten demokratik reformlarda daha fazla gelişme kaydetmesi talebinde bulundu.
Barroso, Brüksel'de yaptığı açıklamada, bunun Başbakana çağrı olduğunu, Türkiye'nin AB üyeliğine duyduğu ilgiyi göstermesi gerektiğini ve Avrupa'nın ancak demokratik değerler konusunda uzlaşma olan bir Türkiye'yi kabul edebileceğini söyledi.
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "TÜRKİYE'DE REFORM MOTORU YAVAŞLADI"
BERN, 10/04(BYE)--- Tirajı günde 143.800 olan Neue Zürcher Zeitung'un 10 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
--AB Komisyonu Başkanının Üç Günlük Ankara Ziyareti--
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanının perşembe günü başlayacak Ankara ziyareti, Türkiye'de birçok kişi tarafından iktidar partisinin kapatılması davasıyla ilgiliymiş gibi görülüyor. Bazıları da ziyaretle demokratikleşmede ilerleme olacağı beklentisinde.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn, üç günlük Ankara ziyaretine bugün başlıyorlar. Ziyaret, iktidardaki AK Partinin yasaklanması sürecine yanıt olarak algılanılıyor. AB kıdemli diplomatı Javier Solana'nın kısa bir süre önce AKP'nin kapatılmasının Türkiye-AB ilişkilerine bir darbe olacağı ve sonuçları da beraberinde getireceğini ortaya koymasıyla bu kanı iyice yerleşti. Fakat Türk diplomatlar, Brüksel'den gerçekleşen ziyaretin, yasaklama sürecinin başlamasıyla herhangi bir ilgisi olmadığını kararlı bir şekilde savunuyor. Gerçekten de ziyaret ocak ayından bu yana gündemdeydi, ancak Anayasa Mahkemesinin sürecin resmen başladığını bildirmesinden sonra tarih açıklanmıştı.
Bu ziyaretin başka nedenleri de var. Ankara'daki reform motoru iki yıldır neredeyse durmuş gibi. Gazeteci ve yazar Murat Yetkin, Barroso'nun Ankara'ya geliş nedenlerinden birinin, üyelik koşullarının coğrafi, kültürel, siyasal veya ekonomik özellikler nedeniyle yumuşatılmayacağını bildirmek de olduğunu söylüyor. Erdoğan hükümetinde bu mesajın kısmen de olsa anlaşıldığı görülüyor. Tam da Barroso'nun ziyaretini yapacağı hafta, düşünce özgürlüğünü kısıtlayan iki yasa maddesinin yıldırım hızıyla değiştirilmesine kalkışıldı. İki maddeden biri olan, Türklüğün küçük düşürülmesine cezai müeyyide öngören kötü şöhretli 301. maddenin değiştirileceği sözünü Başbakan, AB komisyonu başkanına bir zamanlar bizzat vermişti. Bu, AB'nin Türkiye ile üyelik görüşmelerine başlama kararı verdiği 3 Ekim 2005 yılıydı.
Öte yandan azınlık haklarına ilişkin hiçbir değişiklik yok. Erdoğan daha salı günü, nüfusunun çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Diyarbakır'dan gelen çeşitli sivil toplum kuruluşları temsilcilerine net bir ret bildirdi. Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu, okullarda Kürtçe ders verilmesini önerdiğinde Başbakan sert bir tepki verdi. Ünlü avukat bunun üzerine, Erdoğan'ın memuru olmadığını söyleyerek salonu terk etti. Türkiye'de Barroso'nun, Türkiye'ye giriş perspektifi verilmesinin kararlı savunucusu olduğu biliniyor. Bu nedenle onun ziyareti aynı zamanda Avrupa'ya, mevcut güncel çalkantılar yüzünden Türkiye'nin Brüksel tarafından defterden silinmediğinin açık bir sinyali olarak algılanıyor. Bu sebeple, Barroso'nun ziyaretten eli boş dönüyormuş izlenimi yaratılmaması, Erdoğan hükümetinin yararına. Yasaklama süreci ve uluslararası mali kriz nedeniyle Türkiye, AB'yi hayal kırıklığına uğratma şansına sahip değil.
TAGES ANZEIGER: "BİRBİRLERİNE MUHTAÇLAR"
BERN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 216.400 olan Tages Anzeiger gazetesinin 10 Nisan 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:
Türk çocukları şu vecizeyi daha okulda öğreniyorlar: "Türkün Türkten başka dostu yoktur." Durum sanki şöyle: Türkiye yine kendi kendine karşı savaşıyor. Yargı, hükümeti yasaklamak üzere. Yine söz konusu olan, demokrasinin hayatta kalma mücadelesi. Ve yardım dışarıdan gelecek gibi: AB üst yönetimi bugün (dün) Ankara'yı ziyaret ediyor. Şayet Türkiye ve AB birbirlerini tekrar keşfederlerse, o zaman devlet krizi bir işe yaramış olur.
Türkiye'de yaşanan son gelişmeler üzerine iki taraf da birbirlerine bağlılıklarının farkına varmış görünüyorlar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın reform yorgunluğuna düşmüş olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), AB ve demokrasi yolunda mola vermenin ya da yol kenarında biraz şekerleme yapmanın kendisi için ne kadar tehlikeli olduğunun farkına varmak zorunda kaldı. Türkiye yorgunu AB'ye de, Avrupa perspektifi olmazsa Türkiye'de ülkeyi hangi güçlerin nerelere sürüklediği net bir şekilde gösterilmiş oldu. Türk Jakobenler galip geldiği takdirde siyasi kaos ve ekonomik çöküntü tehlikesi var. Böyle bir durumda ülkenin uluslararası güvenilirliği ve istikrarsız bir bölgedeki istikrar sağlayıcı nüfuzu kaybedilecektir. Kaybedilecekler arasında, demokrasiye inanç da olacaktır. Bu, Türkiye'de İslam ile demokrasinin birbiriyle bağdaştığını göstermek isteyen vizyonun da sonu demek olacaktır.
AKP'nin kapatılma yanlısı olanlar, İslamlaşma tehlikesinin önüne geçmek istediklerini söylüyorlar. Halbuki asıl böyle bir durumu yaratmış olurlar: Parti yasaklamasının sonucu radikalleşmeyi getirebilir. Böyle bir şeyi -yurtdışında da olmak üzere- birçok dindar Müslüman, batının methettiği demokrasinin bir kandırmaca olduğunun delili olarak algılayacaklardır. Aynı şeyi Türk Kürtleri de düşünmek zorunda kalacaklar: Zira AKP'nin yanı sıra Kürt partisi DTP'nin de yasaklanması isteniyor. Böyle bir durumda Kürtlerin son seçimlerde verdiği oyların yüzde 90'ı çöpe atılmış olacak.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Başbakan Erdoğan'ı kurtuluş hamlesi yapmaya zorlamalı. Hükümet kötü şöhretli 301. maddenin reforma tabi tutulacağını açıklamıştı zaten. Ancak daha fazlasına ihtiyaç var. Aslında mümkün olan en kısa sürede eskisinin yerine yeni bir Anayasanın yapılması lazım: Mevcut Anayasa hala 1980 askeri darbesinin ruhunu taşıyor. AB heyecanının yeniden canlandırılması gerekiyor. AKP karşıtları birlik içinde bir cephe değil: Bunların içinde ayrıcalıklarının derdi yüzünden ülkelerinin izole edilmesini göze almayı tercih eden çok güçlü manipülatörler de var, aralarında çok sayıda kadının bulunduğu, AKP'nin muhafazakar-dini eğiliminden -haklı ya da haksız- endişe duyan batı eğilimli kentliler de.
İslamcı-muhafazakar partinin AB yoluna geri döndürülmesi bu grubu rahatlatacaktır. Böyle bir durumda da darbeciler pek taraftarları olmayacağı hesabını yapacaklardır.
TAGES-ANZEIGER: "AVRUPA BİRLİĞİ, TÜRKİYE'YE YENİ REFORMLAR GERÇEKLEŞTİRME ÇAĞRISINDA BULUNDU"
BERN, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 216 bin olan Tages- Anzeiger gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Başkanı Barroso, Başbakan Erdoğan'a, ancak demokratik bir Türkiye'nin AB içinde yerinin olacağını bildirdi.
Barroso, Ankara'da Türkiye'yi yeni demokratik reformlar gerçekleştirmeye çağırdı ve AKP'ye karşı süren kapatma davasına ilişkin endişelerini dile getirdi: "AB sadece demokratik bir Türkiye'yi kabul edebilir; demokratik değerlere ilişkin bir uzlaşmanın olduğu Türkiye'yi." Barroso, yasaklama talebinin AB'yi "şaşırttığını" ve böyle bir şeyin "istikrarlı ve demokratik bir ülkede normal olmadığını" belirtti. AB'nin laik bir Türkiye istediğini, ancak bu laikliğin "demokratik" olması gerektiğini ifade eden Barroso, "Laik bir ülkede din yokmuş gibi davranılamaz" dedi.
Anayasa Mahkemesi geçen haftadan beri, 2007 seçimlerinde yüzde 47 oy oranıyla yeniden seçilen Başbakan Erdoğan'ın iktidardaki AKP'sini kapatma talebini ele alıyor. Savcı AKP'yi, Türkiye'yi bir İslam devleti haline getirmek istemekle suçluyor, ki bu suçlamaya birçok Avrupalı politikacı tepki gösterdi.
Barroso, Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Olli Rehn ile iki günlük bir ziyaret için Türkiye'de bulunuyor. Bu ziyaret, bir AB Komisyon Başkanının 50 yılda yaptığı ikinci ziyaret. Ziyaret, çok zaman öncesinden planlanmıştı, tam da büyük siyasi gerilimlerin yaşandığı sırada yapılması planlanmamıştı. Perşembe günü "güzel bir tesadüf"ten bahseden Barroso, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştü ve aynı günün akşamı Türk Meclisinde bir konuşma yaptı.
AB, 2005 yılından bu yana Türkiye ile resmen katılım müzakereleri sürdürüyor. O zamandan bu yana Avrupalı politikacılar düzenli olarak, Türk reform çabalarının durmasından yakındı. Barroso Ankara'da, "Türkiye'nin önünde daha uzun bir yolu var" dedi. Bu noktada da hükümeti uyandıran yasaklama davası oldu. Başbakan Erdoğan davaya tepki olarak inisiyatifi yeniden ele aldı ve bir reform ve AB çıkartması ilan etti.
Başbakan Erdoğan perşembe günü, yine, tartışmalı 301. maddenin reforma tabi tutulacağı sözü verdi. AKP, yıllarca gecikmeden sonra ancak bu hafta bir değişiklik taslağını meclise sundu. Taslağın önümüzdeki hafta görüşülmesi bekleniyor. 301. madde "Türklüğe hakareti" cezalandırıyor. Milliyetçi avukatlar bu maddeyi, düzinelerce yazar ve gazeteciyi mahkeme önüne çıkarmak için kullandı.
Gözlemciler bu maddenin reformunu, hükümetin uzun süre ihmal ettiği reformları yeniden ele alacağının işareti olarak değerlendiriyor.
Liberal avukatlar ise, "Türklük" sözcüğünün "Türk milleti" ile değiştirilmesini öngörün AKP reform önerisini yetersiz buluyor ve 301. maddenin tamamen kaldırılmasını istiyor. Avukat Erdal Doğan bu değişikliği sadece "makyaj" olarak niteliyor. Doğan, 2007 yılı Ocak ayında öldürülmesinden kısa süre önce bu maddeden dolayı yargılanan Türk-Ermeni yazar Hrant Dink'in avukatı. Bundan böyle Cumhurbaşkanı onay verdiği takdirde dava açılmasını öngören değişiklik önerisi de eleştirenleri ikna etmiyor. Doğan, "Bundan sonraki cumhurbaşkanımızın hangi tavır içinde olacağını kimse bilemez" diyor.
Muhalefet, ziyaret öncesinde Barroso'nun mecliste konuşma yapmasını engellemeye çalıştı. Fakat AKP çoğunluğu, Kemalist CHP ve milliyetçi MHP'ye karşı çıkarak bu girişimi önledi. CHP, Barroso'dan birçok kez, süren davalar konusunda yorum yapmayı yasaklayan mevcut kanunlara işaret ederek AKP aleyhindeki kapatma süreci hakkında konuşmamasını istemişti. Ayrıca CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, AKP'yi, 301. maddeyi değiştirme çabasıyla "AB'ye yaranmaya çalışmakla" suçlamıştı. MHP Meclis Grup Başkan Vekili Oktay Vural, perşembe günü yaptığı açıklamada, Barroso ve Rehn'i "Türkiye Valileri" gibi davranmakla suçlamıştı. CHP ve MHP, 301. maddede yapılacak herhangi bir değişikliğe karşı çıkıyor, CHP aynı zamanda, AKP'nin kapatılması davası konusundaki memnuniyetini çok kereler dile getirdi.
Barroso, ziyaret kapsamında ayrıca Ortodoks-Hristiyan kilisenin lideri Konstantinopel Patriğini de ziyaret edecek. Cumhuriyet gazetesinin iddiasına göre, Barroso, Türk ev sahiplerini tahrik etmemek için ziyaret programına İstanbul Müftüsünü de ilave etmek zorunda kaldı.
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "BARROSO, TÜRKİYE'Yİ REFORMLAR KONUSUNDA SIKIŞTIRIYOR"
BERN, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 143 bin olan Neue Zürcher Zeitung'un 12 Nisan 2008 tarihli sayısında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
--Erdoğan'ın Seçmenlerinin AB Heyecanı--
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve genişlemeden sorumlu AB Komiseri Olli Rehn, cuma günü İstanbul'un Fener semtindeki Patrik II. Bartholomeus'u ziyaretleriyle üç günlük Türkiye seyahatlerini sürdürdüler. Türkiye ziyareti, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisine karşı devam eden yasaklama davası nedeniyle diplomatik, rutin bir ziyaret değildi. Gerçi Barroso, Erdoğan'a cesaret vermek için gelmediğini, halkın çoğunluğunu arkasında bulunduran Başbakanın buna ihtiyacı olmadığını söyledi. Ancak, bu amaç yine de aşikardı.
Barroso'nun iktidardaki AKP'ye karşı yürütülen yasaklama davası konusundaki ifadelerini muhalefet, daha üst düzey AB siyasetçileri perşembe günü Ankara'ya gelmeden önce müdahale olarak eleştirmişti. Barroso, perşembe günü mecliste konuşma yapmak üzere geldiğinde, alkışlayanlar sadece AKP ve Kürt yanlısı DTP milletvekilleri oldu. Barroso diplomatik bir üslupla önce AB'nin Anayasa Mahkemesinin kararına tabii ki saygı göstereceğini belirtti, ama arkasından hemen ilave etti: "Dava beni şaşırttı. Normal, demokratik ve istikrarlı bir ülkede böyle bir davaya alışık değiliz."
Barroso aynı diplomatik "evet, ama" üslubunu başörtüsü kavgası konusunda da ortaya koydu. AB ülkelerinde bile başörtüsü konusunda farklı düzenlemeler olduğu için Komisyonun bu konuda taraf olamayacağını belirten Barroso, "Lütfen bu konuda herhangi bir standarda zorlamamızı beklemeyin" dedi. Barroso, devlet ve din arasındaki farkın görülmesini talep etti. Zamanı geçmiş reformlar ve Türkiye'nin AB'deki önemiyle bağlantılı olarak da -muhtemelen Fransa'ya da bir göndermede bulunmak için- Charles de Gaulle'den alıntı yaptı: "İşte Türkiye. Boğazların hükümdarı, birçok kapının bekçisi."
AKP'ye karşı yasaklama davası, Türklerin Avrupa heyecanını birdenbire yine uyandırdı. AKP seçmenleri AB üyeliğine şu an verdikleri yüzde 47'lik onayla laik olanların oranını geçiyor. Hatta Kürt yanlısı DTP ve taraftarlarının yüzde 83'ü AB üyeliğinden yana. Erdoğan da seçmenlerinden farklı değil. Onda da eski AB heyecanı aniden tekrar uyanmışa benziyor. Bunun göstergesi, ifade özgürlüğünü kısıtlayan iki paragrafı telaşla birkaç gün içinde hiç olmazsa kısmen yumuşatma girişimi oldu. Ancak, bu girişimin hemen uygulanması muhalefetin itirazına takıldı.
Erdoğan, perşembe günü Brüksel'den gelen konuğuna verdiği akşam yemeğinin ardından gözle görülür bir şekilde keyifliydi. Ülkesinin AB'ye katılımının kültürel önemine işaret eden Erdoğan, AB'nin Türkiye'nin üyeliğiyle dünyaya hoşgörü mesajı vereceğini, yaşlanan nüfusuyla Avrupa'nın, genç, dinamik Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu sözleri, haftalardır yurt çapında AKP'nin gençlik örgütlerini bir araya toplayan ve kadınlardan en az üç çocuk doğurmalarını isteyen, aksi takdirde Türkiye'nin yaşlanma tehlikesi olduğunu belirten aynı Erdoğan söyledi.
Not: Aynı içerikli haber aynı imzayla Basler Zeitung'da da yayımlanmıştır.
TAGES-ANZEIGER: "TÜRKİYE: LAİKLİK OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ"
BERN, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 216.400 olan Tages- Anzeiger gazetesinin 12 Nisan 2008 tarihli sayısında, Tunç Ali Kütükçüoğlu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Forch çıkışlı okuyucu mektubunun çevirisi şöyledir:
11 Nisan tarihli, "AB Türkiye'ye Yeni Reformlar Yapması Çağrısında Bulunuyor" başlıklı habere atfen:
Tages-Anzeiger gazetesinin yurt dışı muhabiri Kai Strittmatter, Türk kadınlarının yüzde 60'ından fazlasının başörtüsü taktığını yazıyor. Bu doğru, ancak Anadolu'daki geleneksel başörtüsü ile İslamcı ve laiklik karşıtı ideolojinin üniforması olan türban arasında önemli bir fark var. Başörtüsü ve türban farklı görünür ve bunlar farklı nedenlerle kullanılırlar. Bugün gerçek demokrat ve özgürlük sevdalılarıymış gibi "türbana özgürlük"ten bahseden İslamcı siyasetçiler, salt iktidara sahip olsalardı kadınlara başörtüsüz sokağa çıkmayı yasaklarlardı.
İktidar partisi AKP, kadınların tümünü mutfakta, başlarında "türbanla" ve karınlarında bebekle görmek istiyor; bundan kuşku yok. Bazı AKP milletvekilleri erkeklerin çok eşliliğinden yana bile konuştu.
Osmanlı ve Türk tarihini iyi bilenler, Türkiye'de katı laiklik olmadan demokrasinin de mümkün olmadığını bilir. Laiklik karşıtı İslamcı hareketler daima totaliter rejime götürür, özellikle ifade özgürlüğünün, özgür bilimin ve kadınların bastırıldığı İran'daki gibi, 300 yıl önce Avrupa'da olduğu gibi. İslamcı iktidar partisi AKP, İslamlaştırmanın totaliter rejime götürdüğünü çok iyi biliyor. Bu yüzden Erdoğan bir zamanlar şöyle demişti: "Demokrasi bizim için bir tramvay; doğru durakta ineceğiz!"
Anayasaya ters bir İslamlaşmanın Türkiye'nin demokrasisini akut olarak tehlikeye soktuğunu AB de çok iyi biliyor. AB, İslamlaşmanın Türkiye'yi AB vizyonundan kesinlikle uzaklaştıracağını da çok iyi biliyor. Görünen o ki AB, ABD ile ortak taleplere sahip; AB güçlü ve demokratik değil, İslamcı bir hükümete (AKP) sahip, zayıf, rahat kontrol edilebilir bir Türkiye görmek istiyor. Öyle bir hükümet ki, laiklik konusunda endişeleri olan Türk ordusunu kontrol altında tutabilmek için AB'ye istediği her şeyi verecek. AB'nin Türkiye'nin yavaş yavaş İslamlaştırılmasını sinsice desteklemesine başka bir açıklama bulamıyorum.
Avrupalı bir devlet, İslamcı bir grup sebatlı bir sızma politikasıyla laik demokrasiyi yok etmek için devlet gücünü ele geçirmek istese, acaba nasıl tepki verirdi? Ben, halkı ve çevreyi emperyalizme karşı koruyabilecek demokratik, aydın ve huzurlu bir Türkiye istiyorum. Ben, AB vizyonunun devamını da istiyorum, ancak laiklikten feragat etmeden. Zira Türkiye'de laiklik olmadan demokrasi olmaz.
SIRBİSTAN BASINI
POLITIKA: "TÜRKİYE AVRUPA'YI ENDİŞELENDİRİYOR"
ANKARA, 14/04(BYE)--- Sırbistan'da yayımlanan Politika gazetesinin 14 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'de hükümetin geleceğinin birdenbire belirsizleşmesi, Brüksel'e olumsuz yansıdı. İktidar partisine dava açılması, gündemdeki bütün konuları -Kürt örgüt PKK'ya karşı mücadeleyi, AB'ye yakınlaşma çabalarını vb.- ikinci plana itti.
Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, Türkiye'ye gerçekleştirdiği üç günlük ziyaretin ardından Anayasa Mahkemesinin hukuk, demokrasi ve Avrupa standartlarına uygun bir karara varacağını ümit ettiklerini belirterek, şu anda AKP'nin kapatılmasıyla ilgili gelişmelerden dolayı endişe duyduklarını ve böyle bir durumu, istikrarlı ve demokratik bir ülke için normal bulmadıklarını açıkladı.
Avrupa Komisyonu Başkanının Türkiye'nin içişlerine karışmak istemediği çok net ortada. Bu nedenle Barroso, gazetecilerin Türkiye'deki siyasi krize neden olan türbanla ilgili tutumunun ne olduğu sorusuna cevap vermekten kaçındı.
Bu durumun ortaya çıkmasının aslında çok derin kökleri var. Laik Cumhuriyet yanlıları, iktidarda olan partinin gizli bir İslamlaştırma programı olduğunu ve bunu adım adım gerçekleştirmeye çalıştığını iddia ediyorlar. Hükümet de bu iddiaları ısrarla reddediyor.
Hatırlatalım: 126 sayfalık bir raporla, hükümeti, laik sisteme zarar vermekle suçlayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcının iddianamesi, Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edildi. Başsavcı aynı zamanda, aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da bulunduğu 71 kişinin de siyasetten men edilmesini istedi.
AKP'nin kapatılması Ankara'nın AB sürecini tamamen bloke edebilir.
Başbakan Erdoğan, iç krize rağmen AB standartlarına uygun reformları gerçekleştirmeye devam ediyor. Avrupa Komisyonu Başkanı, Ankara'nın Brüksel ve Washington tarafından eleştirilmesine sebep olan meşhur 301. maddenin değiştirilmesi kararını sıcak karşıladı. Bu maddeden dolayı, aralarında Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk'un da bulunduğu birçok gazeteci ve yazar yıllarca mahkemelerde süründü.
Barroso, Brüksel tarafından beklenen bu gelişmeden dolayı memnun oldu, ama bunun yeterli olmayacağını da vurgulayarak, Türkiye'de kadınların, çocukların ve dini azınlıkların haklarını savunacak yeni girişimlerde bulunulmasını beklediklerini açıkladı.
ABD BASINI
OPEN DEMOCRACY: "TÜRKİYE'NİN KARŞI KARŞIYA OLDUĞU RİSK, AVRUPA'NIN SAHİP OLDUĞU ROL"
ANKARA, 03/04(BYE)--- Open Democracy adlı internet forum sitesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayfasında, 21 kişinin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan bildirinin çevirisi şöyledir:
Türk parlamentosunda dört partiden ikisi şu anda, yasadışı olduklarını ilan eden cumhuriyet başsavcısının öncülüğünde Anayasa Mahkemesinde kapatılma davasıyla karşı karşıya. Bu davalar başarılı olursa Türk seçmenlerinin yarısı (Temmuz 2007 seçimlerinde) demokratik düzene ciddi bir tehdit oluşturan partilere oy vermiş olacak. Davalar başarısız olursa da, böyle ciddi tedbirler arayışında olan ülkenin en yüksek savcısının bir sorunu var demektir ve yargının da elden geçirilmesi gerekebilir.
Üç ay önce, siyasi bir Avrupa ve demokratik bir Türkiye'ye bağlı olan bir grup Avrupa vatandaşı olarak, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini yakından takip edeceğimizi duyurduk. Bu hususta son gelişmeler bizi ciddi şekilde endişelendirdi.
Her şekilde de bu gelişmeler Türkiye'nin, AB adayı ülkelerin demokrasi ve hukukun üstünlüğünü temin eden kurumların istikrarını sağlamasını bekleyen "Kopenhag Kriterleri"ne uymasını tehlikeye atmaktadır. Dahası, Şubat-Mart 2008 tartışmaları Türkiye'nin farklı hayat tarzları arasında asgari düzeyde sürdürülebilir geçici bir anlaşmaya ulaşıp ulaşmadığına dair daha başka şüpheler doğurdu.
Hükümet liderlerine ve muhalefete bu sorunlu eğilimi tersine çevirmeleri çağrısında bulunuyoruz. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) siyasi bir partinin kapatılmasını zorlaştıracak "cerrahi" bir anayasal değişiklik üzerine düşündüğü söyleniyor. AKP Temmuz 2007'den önce liberal bir Avrupa anayasası sözü verdiği ve tekrar tekrar harekete geçmeyi başaramadığı için bu yanlış olacaktır. Tekrar tekrar verilen sözlere rağmen ceza Kanunu'nun 301. maddesi de değiştirilmedi. Cerrahi ve selektif değil kapsamlı bir anayasal reform gecikti.
Aynı zamanda ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye için tutarlı bir AB perspektifi belirleyememesi ve AB reformları konusunda hükümetin daha enerjik olması için uğraşmaması karşısında da hayal kırıklığına uğradık. Muhalefet tarafındaki bu eylemsizliği ve taahhüt eksikliğini anlamakta zorluk çekiyoruz. Geçmişte birkaç ülke toplumsal hizipleşmelerini Avrupa istidadı konusunda büyük bir uzlaşıya vararak halletmişti. Hükümet ve muhalefet Türkiye'de de aynısını yapmayı başaramazsa tarih onlara pek iyi şekilde bakmayacaktır.
Bütün bunlarda Avrupa Birliği'ne düşen önemli bir rol bulunmaktadır. AB'nin şimdi Türkiye'nin, şayet reformlarını tamamlarsa ve tamamladığında, Birliğe kabul edileceğini net bir biçimde beyan etme çabalarını iki misline çıkartması gerekiyor. Aralık 2007'de güvenilir bir AB üyelik ihtimalinin, Avrupa'nın da çıkarına olan demokratik ve reformdan geçirilmiş bir Türkiye elde etmenin en iyi yolu olduğunu savunduk. Şimdi de bunun böyle olması gerektiğine her zamankinden daha güçlü bir şekilde inanıyoruz.
İmzalayanlar: Hakan Altınay, Açık Toplum Enstitüsü, İstanbul Daniele Archibugi, İtalya Ulusal Konseyi, Roma Anthony Barnett, Açık Toplum, Londra Murat Belge, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İstanbul Krzysztof Bobinski, Unia Polska Vakfı, Varşova Mient Jan Faber, Özgür Üniversite, Amsterdam Sabah al Fakir, Lille Üniversitesi, Lille Charles Grant, Avrupa Reform Merkezi, Londra Judith Herrin, King's Koleji, Londra Mary Kaldor, London School of Economics, Londra Gerald Knaus, ESI, Berlin David Kral, Europeum, Prag Etyen Mahçupyan, TESEV, İstanbul Giles Merritt, Avrupa Dostları, Brüksel Soli Özel, Bilgi Üniversitesi, İstanbul Kristina Persson, Global Challenges, Stockholm Ulrich Preuss, Özgür Üniversite, Berlin Mario Soares, Fundação Mário Soares, Lizbon Eduard Soler, CIDOB, Barcelona Nathalie Tocci, IAI, Roma Jose Ignacio Torreblanca, ECFR, Madrid
THE CHRISTIAN SCIENCE MONITOR: "DAVA, LAİKLERLE İSLAMIN KARŞI KARŞIYA GELDİĞİ TARTIŞMAYI YENİDEN CANLANDIRDI"
ANKARA, 04/04(BYE)--- ABD'de yayımlanan The Christian Science Monitor gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Scott Peterson imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan makalenin özet çevirisi şöyledir:
Türkiye'de yüksek mahkeme bu hafta, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) anti-laik faaliyetler gerekçesiyle kapatılma davasının görülmesine oy birliğiyle karar verdi.
Geçen yaz yapılan seçimlerde ezici bir zafer elde eden İslamcı kökene sahip partiyi hedef alan, eleştirilerde "adli darbe" olarak nitelenen durumda Anayasa Mahkemesi bu hafta ayrıca, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil 71 AKP üyesine yasak getirilmesine ilişkin davanın görülmesine de karar verdi.
Uzmanlar, çarpıcı adımların çeşitli yorumlara yol açtığını söylüyorlar. Bu adımlar Türk demokrasisinin, ülkenin AB'ye üyelik girişimini zayıflatan zaaflarını ortaya koyuyor, ayrıca, Türkiye'de laikliğin tehlikede olduğuna inanan sıkı laik kesim ile artan özgürlükler adı altında dine ait değişiklikler yapan popüler AKP arasındaki mücadelenin son faslı.
AKP, üniversitelerde başörtüsü yasağına tartışmalı biçimde son verilmesini de içeren yakın zamandaki adımlardan sonra, parti kapatılmasını zorlaştıran anayasa değişiklikleriyle direniyor.
Londra'daki düşünce kuruluşu Chatham House'da uzman Fadi Hakura, "Bu, demokrasinin bir kurumla karşı karşıya gelmesiyle alakalı gibi görünse de, gerçekte devletin kontrolünü ele geçirmek isteyen iki grubun mücadelesiyle ilgili... Bu, arka planda dini ideolojinin olduğu bir güç mücadelesi" dedi.
Hakura, "Sonuç ne olursa olsun mahkemenin kararı Türkiye'nin AB üyelik girişimine zarar verdi. Çünkü bu, Türkiye'nin Avrupa standartlarını, Avrupa demokrasi normlarını ve insan haklarını ülkesine adapte etmede yetersiz olduğunu, siyasetinin Avrupa'dan ziyade Orta Doğu'ya yakın olduğunu, yani Türkiye'nin Avrupa'ya entegrasyonuna dair şüpheleri açık bir şekilde ortaya koyuyor" dedi.
Türk gazeteleri dün, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının 162 sayfalık iddianamedeki birçok bölümü, Türkiye'deki ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisinin yayımladığı kitaplardan aldığını haber verdi.
Today's Zaman gazetesi köşe yazarı Bülent Keneş, potansiyel "Faşist hakimlerin diktatörlüğünü" kınayarak, "Yargıyı kontrol eden ve halktan bir hayaletmiş gibi korkan bu kontrolsüz ama etkili azınlığa göre mevcut yargı mekanizması kutsal, sorumsuz, sorgulanamaz ve eleştirilemez" dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi'nden sosyolog Nilüfer Narlı, "Kamuoyu desteğine sahip bir partinin kapatılması bir demokrasi krizi yaratır, ama burada sorulacak soru, partinin laiklik ve demokrasi prensiplerini ihlal edip etmediğidir" dedi.
Narlı, Türkiye'de "güçlü dini ahlaka vurgu yapan" pek çok kurnazca değişiklik yapıldığını iddia ediyor. AKP'nin, bireysel özgürlükleri genişletme şekli vererek yaptığı değişiklikler, okul kitaplarında Pinokyo'nun dua eden bir Müslümana çevrilmesinden başörtüsü yasağının kaldırılmasına kadar uzanıyor.
Narlı sözlerine şöyle devam etti: "Geçmişte üniversite öğrencileri başörtüsü meselesine karşı kayıtsızdı ve aslında pek çoğu başörtünün serbest olmasını, kızların başörtüsü takma özgürlüğüne sahip olması gerektiğini söylüyordu ama hükümetin yarattığı gerilim ve kutuplaşmadan sonra, öğrenciler şimdi... politize olmuş vaziyette ve başörtüsünün serbest bırakılmasının bazı insanlara diğerlerine de takmaları yönünde baskı yapma özgürlüğü vereceğinden endişe duyuyorlar."
THE LOS ANGELES TIMES: "SOYKIRIM, DİPLOMASİ VE TERÖRİZM"
ANKARA, 04/04(BYE)--- ABD'de yayımlanan The Los Angeles Times gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Tim Cavanaugh'un Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi (ATAA) yöneticileriyle yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yer alan mülakatın özet çevirisi şöyledir:
The Los Angeles Times'ı ziyarete gelen Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi yöneticileri ile Ermeni soykırımı tartışması, Türkiye'nin AB üyeliği ve kuzey Irak'taki Kürt ayrılıkçı hareketinin bastırılması meselelerini görüştük. Aşağıda bu görüşmeden alıntılar yer almaktadır.
--Ermeni Soykırımı--
TİM CAVANAUGH: The L.A Times, 20. yüzyılın başında vuku bulan olayları soykırım olarak tanımlamaktan yana tavır koymuştur. Bu konuda sizin görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
NURTEN URAL(TÜRK AMERİKAN DERNEKLERİ ASAMBLESİ BAŞKANI): Elbette. Şöyle ki, 1915 olaylarının soykırım diye adlandırılmasını istemiyoruz, çünkü soykırım değildi. O dönemde çok sayıda Ermeninin öldüğünü kabul ediyoruz ve bundan esef duyuyoruz. Ama Ermenilerden daha fazla değilse de pek çok da Türk ve Müslüman ölmüştür. Savaş zamanıydı ve savaşta insanlar ölür. Ama Türkiye arşivlerini açtı ve "Tüm tarihçileri toplayıp incelemeleri, gerçekte neler olduğunu araştırmaları için arşivleri açalım, ne olduysa ortaya çıksın ve herkes de ortaya çıkan gerçeği kabul etsin" dedi.
Bizim istemediğimiz, tarihin, tarihi bilmeyen siyasilerin takdirine bırakılmasıdır. Türk Amerikalılar olarak bizler, olguların, olmasını istediğimiz veya başkalarınca olması istenen değil de gerçek şekliyle ortaya çıkmasını istiyoruz.
CAVANAUGH: Ermeni gruplarla, özellikle de Ermeni Amerikalı gruplarla ne tür tartışmalarınız oluyor?
URAL: Onları tartışmalarımıza davet ediyoruz. Hatta en iyi arkadaşlarımdan bazıları da Ermenidir. Gizli gizli bize gelirler, ama alenen bunu yapmaya yanaşmazlar. Bize göre Ermenilerle aynı kültürdeniz; müziğimiz de yemeklerimiz de aynı. Birlikte olmalıyız. Böyle bir birlikteliği ortaya koymaya ihtiyacımız var. Bu şekilde yola devam etmemiz gerek.
Herşey bir yana çocukları nefretin öğretilmesi beni şahsen çok üzüyor. Halbuki onlara barışı ve birbirimizle anlaşmayı öğretmemiz gerek.
CAVANAUGH: "Gelip kendilerini savunabilirler" diyorsunuz da, "Haydi tartışalım" dediğinizde, Ermeni gruplar buna, "Yahudi gruplara, 'Holokost oldu mu olmadı mı diye Alman gruplarla bir araya gelip tartışın' demiyoruz. O halde neden bizden bu türden bir öz savunma isteniyor?" diye karşılık verirlerse?
URAL: Holokostun olduğu kanıtlandı, ama soykırımın olduğu kanıtlanmış değil...
AHMET ATAHAN (GÜNEY CALIFORNIA TÜRK AMERİKAN DERNEĞİ BAŞKANI): Sokakta, Anadolu'da doğmuş bir Ermeni veya Amerika'da doğmuş bir Ermeni ile konuşursanız, sanıyorum ki meselenin siyasi yanından biraz farklı bir yanıt alırsınız. Ermeniler mi? Evet, biz Ermenilerle konuşuyoruz. Evet, onlarla çalışıyoruz, onlarla bir arada yaşıyor ve onlarla vakit geçiriyoruz. Ama bu meseleye siyasi açıdan bakarsanız orada bazı kesimler devreye giriyor, ki onların görüşleri sıradan Ermeninin görüşüne benzemez...
CAVANAUGH: Birkaç ay önce Ermeni Başbakanı buradaydı ve bunu Ermenistan'dan ziyade diasporadaki insanları meşgul eden bir mesele olarak değerlendirdi.
ALLISON BLOCK (ATAA'dan): Bu noktada bir şüphe yok. Ermenistan dışında yaşayan Ermeni sayısı Ermenistan'dakinden çok. Ermenistan bundan inanılmaz derecede rahatsızlık duyuyor. Sizin de bildiğiniz gibi, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır şu anda kapalı. Malumunuz, farklı bir mesele yüzünden kapandı, ama soykırım tartışmasının yarattığı siyasi gerilim Türkiye'yi sınırı sürekli kapalı tutmaya itti. Bu mesele Kongreye gelip orada karara bağlanır da ABD gerçekten de soykırımı kabul ederse, sınır kapalı kalır ve Ermenistan çok daha fazla sıkıntı çeker. Türk ve Ermeni işadamları çoktandır işbirliğinin yollarını arıyor. Zira bu konunun diasporanın bir meselesi olduğu ortada.
CAVANAUGH: Peki sizler Türk Amerikalılar olarak, bütün bunlardan nasıl etkileniyorsunuz? Sonuçta bunlar, başka insanların çözmesi gereken uluslararası meseleler.
URAL: Kendimden örnek vereyim; yeğenim bir gün okuldan ağlayarak dönmüştü. Sekiz yaşındaki bir kız çocuğu yeğenime, "Senin büyük baban benim büyük babamın katili" demiş. Yeğenim bu sözlerden hiçbir şey anlamamış. İşte böyle şeylere tanık olmak istemiyoruz; çocuklarımızın okulda, sebep ne olursa olsun, hiç bilmedikleri bir nedenle bu şekilde taciz edilmelerini istemiyoruz. Anne babaların çocukları bu şekilde kışkırtmamaları, böyle telkin etmemeleri gerek...
CAVANAUGH: Bu bir parça, o dönemde ABD'nin Ermenilerin birkaç hamisinden biri olmasından ileri geliyor olmasın. Bu, uzun duygudaşlık tarihinin bir yansıması olmasın.
BLOCK: Bunun mutlak bir etken olduğunu söyleyemem.
ATAHAN: Burada bir iki ayrıntı var. Tarihi incelerken olayların nedenlerini, gerçek nedenlerini anlayabilmek için daha geniş bir zaman dilimine bakmanız gerekir, sadece 1915 olaylarına bakmayın. Çünkü 1915'ten sonra da yaşananlar var ve Ermeniler hakikaten kendileri aleyhine olan bu dönemden söz etmeye yanaşmıyorlar.
URAL: Ermenilerin Ruslarla ittifak kurup Türklere karşı savaştığı da olmuştur. Dediğim gibi, savaş zamanıydı ve bundan ötürü de pek çok Ermeni öldü, tıpkı Türkler gibi. Başka pek çok şey de vardı. Öyle, "Türkler Ermenileri öldürdü" ve "Bu bir soykırımdır" deyip bırakamazsınız.
--Türkiye ve Avrupa Birliği--
CAVANAUGH: Türkiye AB'den tam üyelik elde edebilmek için sürekli çaba gösteriyor. Bu konuyla ilgili neler yapıyorsunuz?
URAL: Şahsi fikrim, Avrupa'nın Türkiye'ye, Türkiye'nin Avrupa'ya olduğundan daha çok ihtiyaç duyduğu. Bence, Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olması çok da önemli değil; hatta bence olmasa daha iyi olur.
ATAHAN: Burada kimlik sorunu devreye giriyor... Biz Türk olarak kalmak istiyoruz. Evet, ekonomi açısından bazı şeyler yapıyor olabiliriz -ortak girişim gibi şeyler-, ama kimlik bunun bir şekilde dışında tutulmalı. Bugün bile bunu Almanya ve Fransa'da görebiliyoruz. Demek istediğim, bu ülkeleri ABD gibi tek bir ülke olarak adlandıramıyoruz. Oysa bir New Yorklu New Yorkludur, Teksaslı da Teksaslı...
CAVANAUGH: Bu gecikmenin sebebi nedir? Avrupa bu konuda neden hala tartışıyor? Türkiye'nin AB'ye katılmasını kimler istiyor, kimler istemiyor?
BLOCK: Benim fikrim, işin içinde pek çok farklı etkenin olduğudur. Öncelikle, Türkiye'nin AB'ye girmesine şiddetle karşı olan Nicolas Sarkozy var. Bunun en önemli sebebi, ülkesinde milliyetçi olarak tanınması ve bir Hristiyan kulübü olan Avrupa Birliğinin saflığını korumak istemesi. Angela Merkel de seçilmeden önce Türkiye'nin tam üyeliğine şiddetle karşı çıkıyordu. Ancak göreve geldiğinden ve Türkiye'yi ziyaret ettiğinden beri aslına bakarsanız biraz yola geldi. İngiltere ise Türkiye'nin üyeliğini açıkça destekliyor.
Avrupa Birliğine girmeye çalışan diğer ülkeler Türkiye'ye yapıldığı gibi bir incelemeye maruz kalmadı. Örneğin Türkiye, AB üyeliğinin oylanması için her ülkede referandum yapılmasını ön gördükleri ilk ülkelerden biriydi. Üyelik girişiminde bulunan bir ülke ilk defa böyle bir duruma maruz kalıyordu. Türkiye bu duruma elbette üzülecek ve "Bakın, bizi tamamen farklı bir standarda tabi tutuyorsunuz" diyecektir.
Türkiye'nin önüne koydukları engeller her gün değişiyor. Ama Hırvatistan'a bakacak olursak, sanırım onlara karşı bazı açılardan daha hoşgörülüler. İrlanda, AB üyesi olarak kabul edildiğinde ekonomileri berbat bir haldeydi. Ancak yine de kabul edildiler. Ekonomileri büyüdü ve gelişti. Şu anda Avrupa Birliğinin çok işlevsel ve faydalı bir parçası durumundalar. Bir başka ülke de Polonya. Birlikteki çoğu kişi Polonyalı muslukçudan korkuyordu. Polonya'daki tüm vasıfsız işçilerin Avrupa Birliği ülkelerine gelmesinden ve Avrupalıların işlerini ellerinden almalarından endişe ediyorlardı. Aslında durum bu değildi. Aslına bakarsanız, çoğu Avrupalı iş bulmak için Polonya'ya gidiyor.
Eğitimsiz ve işsiz Türklerin tümünün Avrupa Birliği ülkelerine koşacağından endişe ediyorlar. Ama durum böyle değil. Türkiye'nin Avrupa'ya yarar sağlayacak inanılmaz derecede genç ve eğitimli bir nüfusu var.
--Kürt Ayrılıkçılığı ve Terör--
BLOCK: Eminim, Türkiye'nin Afganistan'da ISAF içinde bulunduğu işbirliğinden haberdarsınız. Bence Türkiye'nin bir NATO üyesi olarak ISAF'ı üç kez komuta eden tek ülke olması ve Afganistan'da ISAF'ı komuta eden tek Müslüman ülke olması müthiş bir şey. Türkiye, teröre karşı mücadele veren destekçi ülkelerden biri ve sanırım Türkiye'nin ABD'den karşılık olarak beklediği şey de bu.
Yakın zamanda sağlanan işbirliğiyle birlikte kuzey Irak'ta PKK'ya karşı istihbarat paylaşıldığına da şahit olduk. Kuzey Irak'la ilgili söylemek istediğim bir başka şey ise, kuzey Irak'ta süregelen tüm inşa ve imar çalışmalarını çoğunlukla -yaklaşık yüzde 90- Türk şirketler üstlenmiş durumda
CAVANAUGH: Kuzey Irak'tan bahsettiğimizde Kürdistan'dan da bahsetmiş olmuyor muyuz?
URAL: Kürdistan diye bir yer yok.
BLOCK: Kuzey Irak -yani Irak'ın kuzeyinde bir Kürt nüfus yaşıyor, ancak oradaki tüm altyapı imarının çoğunluğunu yapan şirketler Türk şirketleri.
Bir süreliğine, sanırım bir yıl kadar önce, bölge üzerindeki denetim PKK şiddeti nedeniyle gitgide azaldığı zaman, kuzey Irak'ta pek çok Türk kamyon şöförü PKK şiddetine kurban gitti. Bu, PKK'nın Türkiye'ye karşı düzenlediği son saldırılardan önceydi. Kuzey Irak'ta ülkenin bu bölgesini yeniden inşa etmek için kendilerine yardım eden Türk kamyon şoförlerine, biliyorsunuz ki, çoktan beri şiddet uygulanıyordu...
CAVANAUGH: Eğer Irak'ta bir Kürt devleti kurulursa siz buna karşı çıkar mısınız?
BLOCK: Tabii ki.
URAL: Elbette.
BLOCK: PKK sorununa gelirsek... Türkiye yaklaşık 20 yıldır PKK terörüyle uğraşıyor. Sadece Türkiye'de 30-35 binden fazla insan PKK terörüne kurban edildi. 20 yıl önce PKK, Türkiye'ye, kendilerine tanınmayan haklar için saldırıyordu ve Türkiye bu sorunu çözdü. Kürtlere tanınmayan pek çok özgürlük, geçmişte kabul gördü. Dillerini konuşma özgürlüğü, Kürtçe eğitim, Kürtçe yayın... Bu özgürlüklerin çoğu tanındı.
Şu anda ise, Kürt terör örgütleri kuzey Irak'ta faaliyetlerine devam ediyor, çünkü ABD onları bir nevi koruyor. Böylelikle Türkiye'ye girip saldırılarını gerçekleştirebiliyorlar. Şu anki amaçları kendi ülkelerini kurmak. Yani savaşma nedenleri, Türkiye, Irak, Suriye ve İran'dan toprak alarak kendi Kürt devletlerini kurmak.
Göreceksiniz ki, kuzey Irak'taki Kürt terör örgütleri, örneğin İran gibi ülkelerdeki diğer Kürt terör örgütleriyle işbirliği yapmaya başlayacaklar. Amaçları bu bölgelerde bir Kürt devleti kurmak.
URAL: Yani eğer Kürdistan'ı gerçekten kurarlarsa, bu sadece Türkiye için değil sanırım ABD için de kötü olacak.
STRATEGY PAGE: "PKK'YI LİSTEDE TUTMAK"
WASHINGTON, 08/04 (BYE)--- ABD'de yayımlanan Strategy Page adlı internet sitesinde 7 Nisan 2008 tarihinde ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye hükümeti, Avrupa Adalet Divanı'nın, AB'nin PKK'yı terör örgütü ilan etmesinin yasal olmadığı kararının, PKK'nın terör örgütü olmadığı anlamına gelmediğini savunuyor. Söz konusu karar, sadece uygun sürecin uygulanmadığı anlamına geliyor. Bu karar, Türkiye ve PKK için önemli bir konu. Türk hükümeti çok sayıda büyük Avrupa ülkesinin PKK'nın yarattığı tehdidi ciddiye almadığını ifade ediyor ve 1980'li yılların başından bu yana Kürt savaşında 40 binden fazla insanın öldüğüne dikkati çekiyor. Türkiye'nin iddiası teknik detaylarla dolu ancak görünüşe bakılırsa karar da öyle. Mahkeme, PKK'ya karara itiraz etme fırsatının verilmediğine hükmetmişti.
BLOOMBERG: "TÜRKİYE, AB BAŞVURUSUNU İLERLETMEK İÇİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ENGELLERİNİ HAFİFLETECEK"
WASHINGTON, 08/04(BYE)--- Ekonomi ajansı Bloomberg'in 7 Nisan 2008 tarihli bülteninde, yukarıdaki başlık altında ve Mark Bentley imzasıyla yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Birliği üyeliğini hedefleyen Türkiye hükümeti, ifade özgürlüğünün önündeki engelleri hafifletmek için Meclis'in Ceza Kanunu'nu değiştirmesini isteyecek. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, bugün Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Ankara'daki basın toplantısında gazetecilere, Meclis'in AB'nin eleştirdiği Ceza Kanunu'nun 301. Maddesi'nin değiştirilmesini görüşebileceğini açıkladı.
Türkiye'den, Nobel ödüllü roman yazarı Orhan Pamuk'un da dahil olduğu yüzlerce yazar ve aydının "Türklüğü küçük düşürmekten" yargılandığı 301. Madde'yi değiştirmesini isteyen AB, Birliğin demokratik ölçütlerini yerine getirmede başarısız olması durumunda Türkiye'nin üyelik görüşmelerini durdurma hakkını saklı tuttuğunu açıklamıştı.
İstanbul JP Morgan Chase Co ekonomisti Yarkın Cebeci yatırımcılara gönderdiği notta, "Bu değişimin, uzun zamandır söz konusu maddeyi eleştiren AB'yi memnun etmesi olasıdır. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin söz konusu maddenin değişmesindeki isteksizliliği, bazıları tarafından partinin AB gündemine samimi olarak bağlı olmadığının bir göstergesi olarak algılanmıştı" dedi.
Çiçek, bugün Meclis'e sunulması mümkün olan yasa tasarısının Cumhurbaşkanı'na, savcıların 301. Madde uyarınca getirdiği bütün davaları onaylama ya da reddetme hakkı vereceğini belirtti. Savcılar halen doğrudan doğruya mahkemede dava açıyorlar. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jose Barroso ve AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Olli Rehn, 10 Nisan'da çoğunluğu Müslüman olan Türkiye'nin üyeliğe yönelik ilerlemesini değerlendirmek amacıyla Ankara'yı ziyaret edecekler. Üyelik görüşmeleri Kasım 2005 tarihinde başlamıştı.
AMERİKA'NIN SESİ RADYOSU: "BARROSO KAPATMA DAVASINI ELEŞTİRDİ"
ANKARA, 10/04(BYE)--- Amerika'nin Sesi Radyosunun 10 Nisan 2008 tarihli Türkçe internet sayfasında yer alan haber şöyledir:
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Adalet ve Kalkınma Partisi için açılan kapatma davasını eleştirerek, Avrupa'nın sadece demokratik bir Türkiye'yi kabul edebileceğini açıkladı. Barroso, bu açıklamayı Türkiye ziyareti öncesi Brüksel'de düzenlediği basın toplantısında yaptı. Parlamentoda çoğunluğuna sahip bir parti için dava açılmasının normal olmadığını belirten Barroso, laikliğin zorla dayatılamayacağını söyledi.
Barroso, üç günlük ziyareti sırasında Türk hükümetinden reformları hızlandırmasını isteyeceğini de vurguladı. Barroso, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın resmi daveti üzerine yarın (perşembe)önce Ankara, ardından İstanbul'da temaslarda bulunacak.
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Ankara-Brüksel hattı açısından büyük önem taşıyan ziyaretine yarın (perşembe) başlıyor. Çok önceden planlanmış ve rutin bir niteliğe sahip olmasına karşın Türkiye'de yaşanan son gelişmeler dikkate alındığında önemi bir kat daha artan ziyaret hem destek hem de uyarı amaçlı. Barroso ve Avrupa Birliği Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, reformlar konusunda destek verecek ve Ankara'ya süreçte kalması uyarısında bulunacak. Barroso, ziyareti öncesinde Brüksel'den önemli mesajlar verdi. Avrupa Birliği'nin Türkiye'de herhangi bir partiye destek olmasının söz konusu olmadığının altını çizen Barroso, ilişkinin demokratik yollarla seçilmiş yetkililerle yürütüldüğünü belirterek "Bu ilişki, AB ve Türkiye Cumhuriyeti arasında. AB Komisyonu, bir partiye destek veriyormuş gibi algılanmamalı. Biz Türkiye'ye destek veriyoruz. Tabii ki bunu yetkililerle, Cumhurbaşkanı'yla, Başbakan'la diyalog içinde yapıyoruz. Türk hükümetini biz değil Türk seçmenler seçti" dedi. Barroso, AB'nin desteklediği şeyin Türkiye'deki reformlar olduğunun anlaşılması gerektiğinin altını çizdi.
AKP'nin Türkiye'yi İslam devletine çevirmek gibi bir gizli gündeme sahip olduğunu düşünmediğinin altını çizen Barroso, laiklik konusunda zaman zaman iyi anlaşılamamaktan yakındı. Her demokratik modern devlette din ve devlet arasında ayrıma gidilmesinin önemli olduğunu vurgulayan ve teokratik nitelikli devletlere karşı olduklarını söyleyen Barroso, "Laiklikten anlaşılan, din ve devlet işlerinin ayrılmasıysa biz bundan yanayız. Yani demokratik sekülarizmden yanayız. Ancak bir dinin empoze edilmesine ya da din devletine karşı olduğumuz gibi laikliğin de güç zoruyla empoze edilemeyeceğine inanıyoruz. Laiklik yeni bir din haline getirilmemeli" diye konuştu.
AKP hakkında açılan kapatma davasını, "Avrupa açısından sıradan ve normal olmayan, garip bir dava" sözleriyle tanımlayan Barroso, "En çok oy alan parti hakkında kapatılma davası açıldığını duyduğumuzda tabii ki endişeleniyoruz. Bu tür bir dava, normal ve istikrarlı Avrupa demokrasileri açısından oldukça garip" dedi. Barroso, Anayasa Mahkemesi'nin AKP'nin kapatma davasıyla ilgili olarak vereceği karar için öngörüde bulunmaktan kaçınırken, Avrupa standartlarındaki yasal sistemlerin Venedik Komisyonu ilkeleriyle uyumlu olması gerektiğini vurguladı.
Türkiye'deki tüm kanatlara sağduyu çağrısı yapan Barroso, "Hem toplumun çoğunluğunun görüşüne hem de demokratik sekülarizme saygı gösterilmeli" diye konuştu. AB'nin Türkiye'nin içişlerine karıştığı yönündeki söylemlerden de rahatsız olan Barroso, Türkiye'nin yabancı bir ülke değil aday ülke olduğunu dile getirdi ve "Müzakere sürecine başlarken bir çeşit sözleşme yaptık, bu da ilgili alanların denetlenmesini gerektiriyor. Ancak bu içişlerine karışmak anlamını taşımıyor. Evlilik sözleşmesi gibi karşılıklı bir ilişki. Her iki taraf da birbirini ikna etmek durumunda" dedi.
THE WASHINGTON TIMES: "TÜRKLÜĞÜ YENİDEN TANIMLAMAK"
ANKARA, 11/04(BYE)--- ABD'de yayımlanan Washington Times gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan baş yazının çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, pazartesi günü Meclise Ceza Kanununun ifade özgürlüğüne ciddi kısıtlamalar getiren tartışmalı 301. Maddesi'nin değiştirilmesine yönelik bir yasa teklifi sundu. Halen herhangi bir vatandaş "Türklüğü aşağılamaktan" dolayı mahkemeye verilebilir ve tutuklanabilir. Türk hükümeti yapacağı bu değişiklik ile vatandaşlık hakları konusundaki kötü sicilini düzeltmeye yönelik bir adım attığına inanmamızı istese de, bu tür değişiklikler ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaları hafifletici bir etkide bulunmayacak.
Muhtemelen önümüzdeki hafta başında oylanacak ve -Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) meclisteki 550 sandalyenin 340'ına sahip olmasından dolayı- meclisten kolayca geçmesi beklenen yasa teklifi, maddenin ihlal edilmesi halinde azami cezayı üç yıldan iki yıla indirmeyi öngörüyor. Bu teklifle ayrıca, soruşturma yapılabilmesi için cumhurbaşkanının izninin gerekli kılınması ve "Türklüğü kötülemek" ifadesinin, "Türk milletini kötülemek" olarak değiştirilmesiyle söz konusu maddenin açıklığa kavuşturulması öngörülüyor.
Avrupa Birliği, Türkiye'den uzun zamandır 301.Madde'yi değiştirmesi ya da tamamen kaldırmasını ve katılımın ön koşulları kapsamında vatandaşlık hakları konusundaki sicilini düzeltmesini talep ediyor. Türkiye'nin Anayasa Mahkemesi AKP'nin kapatılmasına kadar gidecek davayı görme kararına varınca, parti liderleri AB'nin taleplerini yerine getirmeye yönelik çabalarına yeniden başladı.
Ancak söz konusu değişiklikteki sorun, bunun siyasi bir manevra olmasıdır; zira değişiklik tam da Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn'in -Türkiye'nin AB'ye üyelik süreciyle ilgili görüşme yapmak için Ankara'yı- ziyaretleri öncesinde sunuldu. Siyasetten uzaklaştırılma ihtimalinin belirmesi elbette Başbakanı da harekete geçirdi. Son günlerdeki gelişmeler herşeyden çok hükümetin ifade özgürlüğü hakkında ciddi görünme arzusunu gösteriyor.
Ancak bu teklifte yasanın özünü değiştirecek birşey yok. 301. Maddeyi eleştirenler, bu maddeye, Türkiye hakkında olumsuz fikirleri kanuna aykırı saymasından ötürü karşı. Ancak bahsi geçen değişiklikle maddenin bu niteliği korunurken, sadece adli kovuşturma zorlaştırılıyor. Dahası, birçok kişi cumhurbaşkanının adli meselelerdeki rolüne karşı çıkıyor; cumhurbaşkanının dava açma gibi bir sorumluluğu olmaması gerektiğini düşünüyor.
Türklerin çoğu hem ifade özgürlüğünü hem de AB üyeliğini destekliyor, ancak aşırı muhafazakar milliyetçi kesimin sözcüleri, bu yasa ile yıllardır bir sürü gazeteci ve yazarı yargının önüne getirmeye devam ettiler. 301. Madde'ye yönelik yasa teklifi, tanımlanan suçu değiştirmeyecek ya da Türk milletini aşağılamayı "kanuna daha az aykırı" kılmayacak; bu değişiklik sadece, faillerin mahkemeye verilmesini zorlaştıracak. 301. Madde ve Türk Anayasasındaki benzer diğer maddelerin yürürlükten kaldırılması gerekiyor. Türkiye vatandaşlarına ifade özgürlüğü sağlamak konusunda arkası gelmeyen vaatlerden daha fazlasını sergilemelidir.
AP: "AB KOMİSYONU BAŞKANI, BLOKUN TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİ AMACINA BAĞLI OLDUĞUNU SÖYLEDİ, REFORM ÇAĞRISINDA BULUNDU"
İSTANBUL, 12/04(AP)(BYE)--- AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso bugün, AB'nin Türkiye'nin üyeliğine yönelik müzakerelere bağlılığını sürdürdüğünü söyledi ve ülkenin reformları hızlandırması çağrısında bulundu.
Türkiye'ye yaptığı üç günlük ziyareti sona eren Barroso, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer yetkilileri, "ülkenin iyiliği için ve ülkeyi AB üyeliğine daha da yaklaştırmak için reform yolunda ilerlemeye devam etmeye" teşvik ettiğini söyledi.
Barroso gazetecilere yaptığı açıklamada, "AB, katılım müzakerelerini sürdürmekte kararlıdır ve Türkiye'de ülkelerini AB üyeliğine taşımak isteyenlerin desteğini memnuniyetle karşılamaktadır" dedi.
AB'nin, aday ülke olan Türkiye'deki gelişmelere kayıtsız kalamayacağını ifade eden Barroso, "Ortak geleceğimize bağlıyız. Türkiye'deki mevcut duruma ilişkin görüşlerimizi açıklıkla dile getirmemizin nedeni de budur" dedi.
WASHINGTON INSTITUTE: "PKK TERÖRÜ İLE MÜCADELEYE YÖNELİK AVRUPA'DAN FARKLI EĞİLİMLER"
ANKARA, 14/04(BYE)--- The Washington Institute'nin 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında Abdülkadir Onay imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
Bu ayın başında Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (Europol), "Terörizm Durum ve Eğilimler Raporu" başlığıyla yıllık raporunu yayımladı. Raporun bir bölümü Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) Avrupa'daki suç teşkil eden faaliyetlerini ele alıyor. Bu rapor, Almanya'daki PKK faaliyetlerine ilişkin önemli detaylar sunan ve 29 Mart'ta Almanya'da yayımlanan bir raporun hemen ardından yayımlandı. Bu raporlar, grubun Avrupa'daki altyapısının kapsamının ortaya serilmesine yardımcı olsa da; birçok Avrupa hükümeti, PKK AB'nin terör listesinde yer almasına rağmen, henüz bu tehdide karşı ciddi adımlar atmış değil.
--PKK'nın Avrupa'daki Faaliyetleri--
Her iki raporun ortaya koyduğu üzere PKK Avrupa'da eylemsel, mali ve siyasi düzeyde geniş çaplı faaliyetlerde bulunuyor. AB raporunun terörist faaliyetlerle ilgili bölümünde, geçen yıl Almanya'da düzenlenen 15 saldırıdan 14'ünün PKK tarafından gerçekleştirildiği belirtiliyor. Bu saldırıların çoğu kundaklama şeklinde seyahat acentaları, bankalar ve camilere düzenlendi. Almanya'da yayımlanan raporun, ülkede bulunan PKK üyesi sayısını 11.500 olarak belirtmiş olması göz önüne alındığında, bu düzeydeki PKK faaliyeti pek de şaşırtıcı değil. AB raporu ayrıca Belçika, Fransa, Almanya, Hollanda ve Slovakya'da 38 PKK üyesinin saldırı ilintili suçlardan ötürü tutuklandığına da dikkat çekmektedir.
Lojistik, mali ve siyasi alanlara ilişkin Alman raporunun iddia ettiği üzere PKK, Avrupa Kürt Demokratik Koordinasyonu (CDK) aracılığıyla Avrupa'da farklı eylemlerde bulunuyor. CDK, Frankfurt merkezli Kürt İşverenler Örgütü (KARSAZ); birçok Avrupa ülkesinde şubeleri bulunan Brüksel merkezli Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyonu (KON-KURD) ve Hollanda'da kurulan, ancak şimdi Belçika'da faaliyet gösteren Kürt Ulusal Kongresi (KUK) gibi PKK'nın değişik kollarında faaliyetlerde bulunuyor.
Kürt Ulusal Kongresi (KUK), PKK'nın faaliyetlerini meşrulaştırmak amacıyla özellikle Brüksel'deki Avrupalı karar alıcıları ve kurumları etkilemeyi amaçlıyor. KON-KURD, Avrupalı Kürtleri PKK'nın amaçlarını uluslararası gündeme taşımayı amaçlayan dernekler, vakıflar ve birlikler halinde örgütlüyor. KARSAZ, işadamı olan 400'ü aşkın üyesinin bağışları da dahil, grubun Avrupa'daki yasal ve yasa dışı faaliyetlerinden sağladığı finansmanı idare ediyor.
Almanya'da yayımlanan rapor, Avrupa'da PKK lehine serbestçe faaliyet gösteren birçok medya kuruluşuna da dikkat çekiyor: Hollanda'daki Fırat Haber Ajansı, Belçika'daki ROJ-Group ve Denge Mezopotamya Radyosu, Danimarka'daki Roj TV ve MMC TV, Norveç'teki Newroz TV ve Almanya'daki Yeni Özgür Politika gazetesi.
--Avrupa'nın İsteksizliği--
ABD ve Türkiye gibi AB de PKK'yı terörist bir örgüt olarak nitelemektedir. Bu nitelemeye uygun olarak, AB üyesi ülkelerin, suçluların iade edilmesi, örgütün varlıklarının ve nakit akışının dondurulması ve diğer ülkelerle işbirliği yapmak yoluyla örgüte karşı harekete geçmesi gerekmektedir.
Bu gerekliliklere rağmen bazı Avrupa ülkeleri PKK'yı hedefe almak konusunda isteksiz davranmaktadırlar. Örneğin, Danimarka'da Roj TV'ye bağlı istasyon ağına yayın haklarının tümü tanınmıştır. Christian Science Monitor'e göre, Roj'un başındaki isim, İranlı Kürt Manouchehr Tahsili Zonoozi "Roj'un PKK'yla bağlantı halinde olduğunu" kabul etmektedir; ancak aynı zamanda Roj'un PKK tarafından kontrol edilmediğini de ileri sürmektedir.
Buna benzer olarak Fransa, PKK tehdidine karşı ifadelerinde pek tutarlı olmamıştır. Örneğin, 2007 yılının Şubat ayında Paris polisi terörü finanse etmek amacıyla para aklamak suçlamasıyla 14 grup üyesini tutukladı. Ancak yetkililer daha sonra şüphelilerden 12'sini şartlı tahliye etti. Bu şüphelilerden ikisi -PKK'nın Avrupa'daki faaliyetlerini organize etmekten sorumlu Rıza Altun ve önde gelen bir PKK finansçısı Nedim Sever- Interpol'ün kırmızı bülteniyle aranmasına rağmen serbest bırakıldılar.
Seven'in karıştığı başka bir olay, Hollanda'nın bu gruba karşı çelişkili politikasını ortaya koydu. Hollandalı yetkililerin 2004 Kasımında, Boxtel'deki PKK'nın eğitim kampına karşı aldıkları önlemlere ek olarak 2006 Ağustosunda Seven'i tevkif etmesi, gruba karşı Hollanda'nın kapsamlı ve sürekli işbirliği yapacağı umutlarını doğurdu. Ancak Türk yetkililerin iadesini talep etmesine rağmen, Hollandalı yetkililer iki ay önce Seven'i serbest bıraktı.
Avusturyalı yetkililer 2007'in temmuz ayında Rıza Altun'u tutukladı, ancak daha sonra serbest bırakarak, Irak'a uçuş işlemlerinde yardımcı oldu. Bununla beraber kasım ayında PKK'nın lider yardımcısı Remzi Kartal'ın Linz'deki bir toplantıya katılmak için Avusturya'ya girmesine izin verildi.
Diğer ülkeler de -bir AB üyesi olmadığının belirtilmesi gereken- İsviçre'de Zübeyir Aydar ve Almanya'da Hacı Ahmedi'nin aralarında olduğu PKK'nın siyasi liderlerine ev sahipliği yaptı veya serbest geçiş tanıdı.
Sırasıyla PKK'nın ve Kürdistan Özgür Yaşam Partisi'nin (PJAK) önde gelen liderleri Aydar ve Ahmedi, grupların Irak'taki liderlerine -PKK'dan Murat Karayılan ve PJAK'dan Biryar Gabari- bilgi vermektedirler.
--Avrupa'da Alınan Önlemler--
Başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri ise PKK'ya karşı önlemlerinde daha sert bir tavır sergilediler. Örneğin, 2007'nin Ocak ayında, grubun mali faaliyetlerini hedef alan bir operasyonda Alman polisi 23 kişiyi gözaltına aldı ve belgelere, bilgisayarlara ve banka dekontlarına el koydu. 2007'nin Mart ayında Hamburg'da tutuklanan üst düzey üyelerden Sakine Cansız'ın bir ay sonra serbest bırakılmasına rağmen, Almanya başka iki üyeyi o yıl Türkiye'ye iade etti. Ayrıca 2007'de Almanya bir PKK teröristini, 1994'ten 1995'e kadar Bavyera'da grubun faaliyetlerini idare ettiği gerekçesiyle iki yıl dokuz aya mahkum etti. Abdullah Öcalan'ın kız arkadaşı olduğu iddia edilen, önde gelen teröristlerden Ayfer Kaya Alman yetkililer tarafından, geçen ay, Avusturya üzerinden ülkeye girmesi üzerine tutuklandı.
İngiltere de örgüte karşı önlem almada istekli görünmüştür. İngiltere'ye 2008'in Ocak ayında girdiği söylenen, önde gelen bir PKK teröristi Selman Bozkur geçen şubat ayında alıkonulmuş ve sınır dışı edilmişti. Buna benzer cesaret verici hareketlere rağmen İngiliz yetkililer, Bozkur gibi şüphelileri doğrudan Türkiye'ye iade etmede istekli davranmamışlardır.
Belçika'da bir mahkeme Roj TV'yi, PKK'nın eski yayın kolu Med TV'ye karşı 1996'da vergi kaçakçılığından açılan bir davanın sonucu olarak dört milyon avroluk cezaya çarptı. Bu davada -İngiliz mahkemesi tarafından 1999 Nisan ayında, suça ve düzeni bozmaya teşvik ettiği gerekçesiyle kapanan- Med TV, para aklama, insan ticareti, zorbalık, şantaj, sahte para basmak ve uyuşturucu ticaretiyle suçlandı. İtalyan yetkililer Nedim Seven'i Roma'da geçen ay tutukladı; Seven yargılanmayı bekliyor. Kırmızı bültende gerçek adı üzerinden aranmasından dolayı, Seven sahte bir isimle düzenlenen sahte bir pasaport ile seyahat etmekteydi.
--Avrupa İçin Bir Sınav--
Avrupa'nın son günlerde PKK'ya karşı Türkiye ile işbirliği cesaret vericidir ve alkışlanmalıdır. Ancak Avrupa ülkelerinin gruba karşı somut adımlar bağlamında daha yapmaları gereken çok şey var; özellikle de, bu yönde hiçbir adım atmamış olan ülkelerin. PKK'yla mücadele konusunda istekli davranılması, bu ülkelerin terörle mücadeleye ve -PKK'yı terörist bir grup olarak niteleyen uluslararası bir başka örgüt- NATO çatısı altındaki sorumluluklarına bağlılıklarını sınayacak bir turnusol kağıdı niteliğindedir. Aslında Türkiye, Avrupalı müttefiklerinin, kendi bölgelerindeki PKK varlığına karşı harekete geçmeye ne kadar istekli olduklarını gittikçe daha çok yargılamaktadır.
OPEN DEMOCRACY: "TÜRKİYE... ANAYASA CEPHESİ"
ANKARA, 15/04(BYE)--- Open Democracy adlı internet forum sitesinin 14 Nisan 2008 tarihli sayfasında, Katinka Barysch imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının özet çevirisi şöyledir:
Türkiye siyasi çalkantıya hiç yabancı değil. Ülke 1960'tan bu yana dört darbe yaşadı. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin çoğunluğu elinde tuttuğu mevcut hükümet de 2001'de siyasi liderler arasında çıkan tartışmanın tetiklediği bir ekonomik krizin ardından ülke yönetimini devraldı.
AKP, ülkeyi altı yıl boyunca, az rastlanır bir istikrara kavuşturdu. Fakat ordunun 2007 başlarında, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül'ün aday gösterilmesi karşısında müdahale tehdidinde bulunmasıyla gerilim yeniden tırmanışa geçti. Ardından Temmuz 2007'de yapılan erken seçimde AKP sandıktan daha da güçlenmiş olarak çıktı, ancak gerilim yine dinmedi. 14 Mart 2008'de Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AKP'yi laiklik ilkesini aşındırmakla suçlayan iddianamesini Anayasa Mahkemesine sundu.
--Gizli Gündem mi?--
Dava sürdürülürse Türkiye siyasi istikrarsızlık ortamına geri dönecek. Ülkenin 2001'den bu yana modernleşme, demokratikleşme ve ekonomik istikrar hususlarında kaydettiği ciddi ilerleme boşa gidebilir. Özellikle 2005'te başlayan üyelik müzakereleriyle sürece rehberlik eden AB, İslami kökenli AKP ile ordu ve laik kurumlar arasındaki çekişmelerin dışında kalmaya çalıştı. Böyle yapmakta haklıydı: Türkiye'nin şu anki sancıları, artık Atatürk'ün mirasını popülist demokrasiden korumak için ordu tarafından yapılan son dakika müdahalelerine dayanmayan yeni bir siyasi sisteme geç kalınmış geçişin bir parçası. Bu, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin demokrasisinde, din ile devlet arasındaki denge ile alakalı. Bazı AB ülkeleri ihtiyatı elden bırakmadan kendi deneyimlerini paylaşmak isteyebilirse de, AB'nin aslında laiklik konusunda diyecek pek bir sözü yok.
Ancak 31 Mart 2008'de AB Genişleme Komiseri Olli Rehn, dava açılmasının haklı bir gerekçesi olmadığını ve böyle meselelerin mahkemede değil parlamentoda tartışılması gerektiğini söyledi. Rehn ve AB Dış Politika Şefi Javier Solana, Anayasa Mahkemesi'nin AKP'yi kapatması halinde Birliğe üyelik müzakerelerinin bu durumdan etkileneceğine dikkat çekti.
Türkiye'de pek çok insan, AB'nin taraf tutan görüntüsünden rahatsız, zira Türkiye'nin Batı Avrupalı dostlarının, yavaş yavaş ilerleyen İslamlaşma tehlikesini hafife aldığını düşünüyorlar. Fakat AKP ve destekçileri, siyasi bir dava ile karşı karşıya olduklarını, dolayısıyla da buna siyasi bir karşılık verilmesi gerektiği şeklindeki sözlerinde haklılar. 160 sayfalık iddianame, AKP'li siyasetçilerin eylemlerinden ziyade geçmişte söyledikleri sözlere dayanıyor, buna karşın Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinden hiçbiri iddianamenin reddi yönünde oy kullanmadı.
Bununla birlikte AKP, anayasayı ihlal ettiği iddiasıyla kapatılan ilk parti olmayacak: 1960'tan bu yana AKP'nin selefleri de dahil tam 24 parti kapatıldı. Fakat şartlar değişti. AKP iktidarda olduğu yedi yıl boyunca etkileyici bir reform ve modernleşme deneyimi sundu. Türk siyasetinde eşine az rastlanır bir şekilde, bir koalisyon ortağına ihtiyaç duymadan iktidara gelecek kadar popüler bir parti. AKP, kapatılması durumunda başka bir kisveye bürünerek yeniden ortaya çıkacaktır ve muhtemelen yapılacak seçimleri de kazanacaktır. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil partinin üst düzey kadrosuna yıllar sürecek bir siyasi yasak getirilebilir. Bu, AKP gibi hiyerarşik bir örgütlenme açısından kabul edilmesi zor bir netice olur. Bunun yerine hükümet, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak bir anayasa değişikliği için çalışmayı düşünüyor. AKP'li liderler, sadece şiddeti teşvik eden partilerin kapatılması gerektiğini ifade eden Avrupa Konseyine atıfta bulunuyor. AKP parlamentoda anayasayı değiştirme için gereken çoğunluğa sahip değil, milliyetçi muhalefetin desteğine ihtiyacı olacak ya da değişikliği, muhtemelen kazanacağı bir referanduma sunacak.
Böyle bir strateji hükümete karşı adli bir darbeyi önleme açısından işe yarayabilir. Fakat bunun, AKP'nin gizli gündemi İslamlaşma için demokrasiyi araç olarak kullanmasından şüphelenenlerin endişelerini hafifletmesi zor. İşte bu nedenle, Türkiye'deki liberaller ve Türkiye'nin Batı'daki destekçileri, hükümete, eski anayasada değişikliğe gideceğine, tamamen yeni ve daha modern bir anayasa kabul etmesi çağrısında bulunuyorlar. Daha geniş bir reform paketinin parçası olarak siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılmasının, daha kabul edilebilir bir hareket olması açısından haklılar. AKP'nin kendisi ile ülkedeki liberaller arasındaki örtülü pazarlığı yeniden ateşlemek için bir yol bulmaya ihtiyacı var.
Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu da doğru: Mevcut anayasa, 1982'deki askeri darbenin ardından ordu tarafından hazırlandı. AKP geçen yıl birkaç uzmandan, kişi haklarını ve parlamentonun rolünü güçlendirecek bir anayasa taslağı hazırlamalarını isteyerek, yeni anayasa sürecine başlamıştı. Fakat ondan sonra bu taslak gözden kaybolmuştu. AKP daha sonra, başta başörtüsü yasağının kaldırılması olmak üzere, anayasada değişiklik yapmaya başladı. Bu bir hataydı. Bunun yanında, AKP'nin siyaseten hayatta kalmak için alelacele yeni bir anayasa kabul etmesi de eşit derecede yanlış olur. Böyle bir belge meşruiyetten yoksun olacaktır. Türkiye'nin ilk olarak, bütün görüşlerin temsil edildiği daha geniş kapsamlı bir müzakereye ihtiyacı var. Anayasa değişikliği, Türkiye'nin gelecekteki istikrarı için aceleye gelmeyecek kadar büyük öneme sahip.
AKP'nin reformcu kimliğini pekiştirmek için atabileceği başka adımlar da var ve halihazırda da bazı adımlar atmış durumda. Recep Tayyip Erdoğan son zamanlarda hükümetin AB'ye üyelik hedefine bağlılığından daha çok söz eder oldu. Uzun süredir ertelenen 301. madde ile ilgili tartışmalı değişiklik sonunda milletvekillerine sunuldu. AKP'nin, diğer dinlere daha çok özgürlük getirmeden, kadın haklarını artırmaya, küçük partiler için devlet yardımı almaya ve parlamentoda temsil edilmelerini kolaylaştırmaya kadar yapabileceği birçok şey var.
10 Nisan'da Türkiye'yi ziyaret eden Jose Manuel Barroso, Türklere, AB'nin -ne yazık ki- mevcut ikilemden çıkış için kolay bir yol öneremediğini açıkladı ve hükümetin iki yıldır zayıflayan reformlara ve birliğe katılım hazırlıklarına yeniden başlaması durumunda, AKP'nin vereceği kararların daha kabul edilebilir hale geleceği görüşünü destekledi. AKP, bu nasihati dinlerse, mevcut dava ikilemi ülkeyi siyasi kargaşanın eski kötü günlerine döndürmek yerine daha ileriye bile taşıyabilir.
LAGENDİJK:HÜKÜMET SÜRECİNİ CANLANDIRMAZSA, ÜYELİK YOLUNDA HEM TÜRKİYE'DE HEM DE AVRUPA'DA HAYAL KIRIKLIĞI ARTACAKTIR"
ANKARA, 16/04(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:
Türk-Amerikan Konseyinin 27. yıllık toplantısında konuşan Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy, bazı Amerikan çevrelerinde Türkiye'den ılımlı İslam ülkesi olarak söz edilmesinden içerlediğini söyledi. Türkiye'de de birçok insanın aynı şekilde ılımlı İslam ülkesi nitelemesinden rahatsızlık duyduğunu belirten Şensoy, Türkiye'den "laik demokrasi" şeklinde söz edilmesini tercih ettiğini belirtti.
Büyükelçi Şensoy ile aynı toplantıda konuşan ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson ise Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerin son bir yıl içerisinde büyük ilerleme kaydettiğini belirtti. Wilson, PKK konusunda iki ülke arasında yapılan işbirliğinin devam edeceğini söyleyerek, ABD'nin sağladığı istihbarat sayesinde Türk ordusunun Kuzey Irak'taki PKK kamplarına başarılı bir operasyon gerçekleştirdiğine değindi. Wilson, geçen yıl Ermeni soykırımına dair yasa tasarısının Amerikan Temsilciler Meclisinden geçmesiyle ilgili endişelerin başarılı politikalar sayesinde giderildiğini belirtti. Wilson, Ermenistan ve Türkiye'nin ilişkilerini normalleştirmesi çağrısında bulundu.
Türk-Amerikan Konseyi toplantılarında, Türkiye'nin ABD ile ilişkileri kadar Avrupa ile ilişkileri de değerlendiriliyor. Konferans sırasında Amerika'nın Sesi Radyosunun sorularını yanıtlayan Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, iktidar partisini hedef alan yargı sürecini kastederek son dönemde Türkiye'de yaşananları anlamakta zorluklarla karşılaştıklarını söyledi: "Türkiye'de son günlerde yaşananlardan kaygı duyuyoruz. Görebildiğim kadarıyla hükümete karşı başlatılmış yargı süreci siyasi bir adım gibi duruyor. Kimse bu durumun içinden nasıl çıkılacağını bilmiyor. Avrupa tarafından Türk Hükümetine verilen iki mesaj var. Bunlardan birincisi, reform sürecine yeniden başlayın ve Türkiye'yi Avrupa'ya yakınlaştırın. Çünkü reform süreci iki yıldan beri kesintiye uğradı. Bu sürecin yeniden başladığına ilişkin işaretleri görüyoruz ki bu da olumlu bir gelişme. İkincisi, Anayasa değişikliğiyle Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılmasını güçleştirmek ya da tamamıyla imkansız hale getirmekle ilgili. Hükümet bu konuda bir karar vermiş değil. Kişisel olarak ben bundan yanayım. Anayasada bu tür maddelerin bulunması bence kötü, çoktan değişmiş olması gerekiyordu en kısa zamanda değiştirilmeli. Aslında kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyor. Benim bildiğim, yargı sürecinin sonucunda iktidar partisi kapatılırsa ve Başbakan siyasetten beş yıl gibi bir süre yasaklanırsa kötü olur. Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini de etkiler."
Lagendijk, Türkiye'nin, Birliğin üyelik müzakerelerine de değindi ve sürecin hızlanmasının siyasi reformlarla ilgili olduğunu kaydetti: "Müzakerelerin teknik süreci söylendiği gibi kötü gitmiyor. Görüşmeler 35 ana başlık altında devam ediyor. Altı yerine, sekiz ana başlık görüşmeye açılmış olabilirdi ama asıl sorun bu değil, asıl sorun, siyasi alanda gerekli reformların yapılmıyor olması. Kürtler ve azınlıklar meselesi, ifade özgürlüğü gibi konular yalnız beni değil, bu konularla ilgili herkesi kaygılandırıyor."
Türkiye'de reform sürecinin yavaşlamasını talihsizlik olarak değerlendiren Lagedijk, hükümetin geçmişte gösterdiği kararlılıkla Avrupa Birliği yolunda adım atmasının önemini vurguladı: "Geri dönüp baktığımızda hükümetin 2003 ve 2004 yıllarında Avrupa Birliği yolunda kararlılıkla ilerlediğini görüyoruz. Bunlar Avrupa Birliği sürecinde altın yıllardı. Son birkaç yıl içerisinde hükümetin siyasi reformlara devam konusunda aynı derecede kararlı olduğunu göremiyoruz. Hükümet siyasi liderlik ve cesaret gösterip süreci canlandırmazsa, üyelik yolunda hem Türkiye'de hem de Avrupa'da hayal kırıklığı daha da büyüyecektir."
AZERBAYCAN BASINI
ZAMAN: "ADALET VE KALKINMA PARTİSİ KAPATILIRSA, TÜRKİYE'NİN AB YOLU DA KAPANIR"
BAKÜ, 03/04(BYE)--- Tirajı 6.000 olan ve haftada üç kez yayımlanan iktidar eğilimli Zaman gazetesinin 3 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) kapatılması istemiyle ilgili iddianamenin, Anayasa Mahkemesi'nde kabul edilmesi nedeniyle protestolar gittikçe artıyor. Dün çıkan haberlere göre, AB, Türkiye'deki gelişmeleri takip ediyor. Ülkedeki olayların, özellikle Anayasa Mahkemesi'nin, adı geçen parti ile ilgili alacağı kararın, bu konuda büyük rolü olabilir. AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn'in, "AKP kapanırsa, Türkiye'nin AB yolu da kapanır" şeklindeki uyarısının ardından Brüksel'den daha sert mesajlar gelmeye başladı. Avrupa Parlamentosunun Alman üyesi Yorgo Hacımarkakis, AKP'nin kapatılması durumunda müzakerelerin derhal durdurulması gerektiğini söylerken, AP'nin Fransız üyesi Ari Vatanen, "AB çok sert bir tepki vermelidir ve verecektir" dedi.
Derin devletin bu mücadeleyi kazanması halinde, Türkiye'nin Avrupa yolunun kesilmesi gerektiğini ifade eden Hacımarkakis, "Artık 21. yüzyıldayız. 1920'li yıllardan kalan zihniyetten kurtulmanın zamanı. Ülkem Almanya'da, isminde Hristiyan olan partinin başkanı Angela Merkel'e karşı böyle bir şeyi kimse aklından bile geçiremez. Avrupa'da hiçbir savcı bir partiye karşı dava açmaya cüret edemez. Başörtüsünün, iddianamede suç aracı teşkil etmesini tek kelime ile saçma buluyorum" dedi.
Vatanen ise şunları söyledi: "Anayasa Mahkemesi, aklını mı kaçırdı? Bu hakimler, demokrasi hakkında hiçbir şey bilmiyor herhalde. Bu konuda mahkemelerin söyleyeceği hiçbir şey olamaz. Halk kararını vermiştir, yargı da buna saygı duyar."
İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesi, AKP'nin kapatılması konusunun, halkı çeşitli cephelere böldüğünü ve ülke ekonomisini olumsuz etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu yazdı. Independent gazetesi ise, Anayasa Mahkemesi'nin, AKP'nin kapatılması istemiyle ilgili iddianameyi kabul etmesiyle, Türkiye'de halkın seçtiği hükümetlerle laiklik taraftarları arasında 50 yıldan beri süren mücadelenin çok zor bir aşamaya girdiğini yazdı.
Bu arada İsveç'de açıklama yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Biz kendi işimize devam ediyoruz. Anayasa Mahkemesi de kendi görevini yerine getirecek. Partimiz, kendini savunma belgesinde her şeyi açık bir şekilde ortaya koyacak" dedi.
EKSPRESS: "ERDOĞAN: YETER ARTIK, AB SABRIMIZI TAŞIRIYOR"
BAKÜ, 04/04(BYE)--- Tirajı günde 5.000 olan tarafsız Ekspress gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Stockholm Ticaret Merkezindeki Türk-İsveç İş Forumunda bir konuşma yapan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, "Bize açık bir şekilde 'Hayır, biz Türkiye'yi AB'de görmek istemiyoruz' diyebilirler. Bundan memnun da oluruz. Niye? Deriz ki, istemediler, beğenmediler, kendi başımızın çaresine bakarız. Ama bir taraftan kalkıp 'biz sizi alacağız ama' bunlardan bıktık. Sürekli böyle. 'Ama', 'ancak', 'eğer' lafları sabrımızı taşırıyor artık" ifadesini kullandı.
Ankara'nın, AB tarafından önüne konulan programı yerine getirdiğini bildiren Başbakan Erdoğan, şu anda AB üyesi olan 27 ülke arasında, Türkiye'den gerek Kopenhag siyasi kriterleri, gerekse Maastricht ekonomik kriterleri açısından çok geride olan ülkeler olduğunu kaydederek şunları söyledi: "Bu nasıl oluyor? Çok basit. Kriterler ve şartlar siyasi de onun için. Biz lütuf ve yardım istemiyoruz. Sadece koydukları kurallara uymalarını istiyoruz. Türkiye, AB'ye aday veya kapıda bekleyen bir ülke değil. AB'nin bize ihtiyacı var. Üyelik yerine imtiyazlı ortaklığı kabul etmeyiz. Bu iş bitmiş. Söyleyeceğimizi söyledik."
Erdoğan, AB süreci konusunda sabırlı davranacaklarını ve geri çekilmenin söz konusu bile olmadığını sözlerine ekledi.
ÜÇ NOKTA: "PKK, TERÖR ÖRGÜTLERİ LİSTESİNDEN ÇIKARILDI"
BAKÜ, 04/04(BYE)--- Tirajı günde 3.500 olan tarafsız Üç Nokta gazetesinin 4 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB Mahkemesi, PKK'nın, AB'nin terör örgütleri listesine eklenmesi ve banka hesaplarının dondurulmasıyla ilgili 2 Mayıs 2002 tarihinde kabul edilmiş kararı iptal etti. CNN Türk televizyonunun yaptığı habere göre, mahkeme bu kararı, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi Osman Öcalan'ın başvurusuna dayanarak verdi. Mahkeme, 11 Eylül olaylarından sonra, PKK'nın terör örgütleri listesine eklenmesinin AB kanunlarına aykırı olduğu kanısında.
Osman Öcalan'ın açtığı davanın 15 Şubat 2005 tarihinde reddedildiğini ve kendisine, PKK'yı temsil etme yetkisinin olmadığının bildirildiğini hatırlatmakta yarar var. Fakat bu karar, İstinaf Mahkemesine verildikten sonra yeniden incelendi ve 2002 yılında kabul edilen karar, AB kanunlarına aykırı olarak görüldüğü için iptal edildi.
Bu ise Ankara'nın sert tepkisine neden oldu. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek Hürriyet gazetesinin internet sitesine yaptığı açıklamada, "Adalet ve demokrasiden bahseden Avrupa'nın bu kararı kabul edilemez bir karar. Kendilerine, 'Bebekleri öldüren ve askerlerimizi şehit eden PKK, sizce terör örgütü değil de nedir, hayır vakfı mı?' diye sormak lazım. Yıllardır, Türkiye'de on binlerce insanın canını alan ve on milyarlarca dolar zarara neden olan PKK'nın terör örgütü olduğunu dünyada herkes biliyor. Alınan son kararın mantıklı bir açıklaması yok" dedi. NOT: Aynı haber birçok gazetede yer almıştır.
ZAMAN: "AB'DEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE DESTEK"
BAKÜ, 06/04(BYE)--- Tirajı 6.000 olan ve haftada üç kez yayımlanan iktidar eğilimli Zaman gazetesinin 5 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılmasıyla ilgili açılan dava, Avrupa'da ve ABD'de sert tepkilere neden oldu. Her gün dünya basınında yayımlanan haberlerde, ünlü politikacıların konuyla ilgili görüşleri yer alıyor. Görüş bildiren politikacıların çoğu, mahkeme kararını kınıyor ve bunu demokrasiye karşı saldırı olarak değerlendiriyor. Özellikle de, Türkiye'nin on yıllardır üye olmak için çaba gösterdiği AB ülkeleri bu konuda daha fazla öfkeli gözüküyor.
Teşkilat yönetiminin, özellikle de AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn'in Anayasa Mahkemesine gönderdiği sert mesajlar, Türkiye'nin, söz konusu Birliğe üyeliğinin tehlike altında olduğunu gösteriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, çıkış yolu olarak anayasada değişiklik yapmak istiyor.
Türkiye'deki olaylarla ilgili açıklama yapan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, "Oyların yüzde 47'sini almış bir partiyi, laikliğe karşı olma suçlamasıyla kapatmak için dava açıldığını, Avrupa'da çok az sayıda politikacıya anlatabilirsiniz. Avrupa'nın son 50 yıllık tarihinde böyle bir şey görülmedi. Sanırım hükümet anayasada değişiklik yaparak konuyu çözmek istiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'ne, anayasanın sadece 68. ve 69. maddelerinde değil, diğer bölümlerinde de değişiklik yapmasını tavsiye ederim. Biz de AB olarak uzun süredir anayasada değişiklik yapılmasını bekliyorduk. Değişikliğin yapılması için uygun zamanın geldiğini düşünüyorum" dedi.
HAZAR: "AB ADALET DİVANININ KARARI... TÜRKİYE'NİN BAKÜ BÜYÜKELÇİLİĞİ BİR AÇIKLAMADA BULUNDU"
BAKÜ, 06/04(BYE)--- Tirajı haftada 3.000 olan iktidar yanlısı Hazar gazetesinin 5 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB Konseyi'nin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünü AB terör örgütleri listesine dahil eden 2002 ve 2004 yıllarındaki kararlarına karşı, AB Adalet Divanı, yapılan başvurulara ilişkin olarak, kararını 3 Nisan'da verdi.
Türkiye'nin Bakü Büyükelçiliği ise söz konusu kararla ilgili bir açıklamada bulundu. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
"Kararın metni ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmekte olup yapılan ilk incelemeden Mahkeme'nin PKK/KONGRA-GEL'in terör örgütü olup olmadığına değil, AB Konseyi tarafından terör örgütleri listesine alınma sürecinin AB hukukuna uygunluğu konusunda görüş bildirdiği anlaşılmaktadır. PKK, diğer tüm adlarıyla (KADEK, KONGRA-GEL vs.) AB Konseyi'nin 20 Aralık 2007 tarihli kararı ekinde bulunan ve halen geçerli olan terör örgütleri listesinde yer almaya devam etmektedir. Dolayısıyla, terör örgütü yandaşlarınca ileri sürülen PKK/KONGRA-GEL'in AB terör örgütleri listesinden çıkarıldığı iddiaları gerçekleri yansıtmamaktadır. Geçmişte anılan mahkemenin bazı diğer terör örgütlerinin AB listesine dahil edilme sürecine ilişkin olarak aldığı benzer kararlara rağmen söz konusu örgütlerin de, terör örgütü olarak AB Konseyi'nin listesinde kalmaya devam ettikleri bilinmektedir. Nitekim AB Konseyince bu hususu teyit eden beyanlar yapılmıştır."
YENİ MÜSAVAT: "AB'DEN TÜRKİYE İLE İLGİLİ İLGİNÇ AÇIKLAMA"
BAKÜ, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 9.000 olan muhalefet yanlısı Yeni Müsavat gazetesinin 10 Nisan 2008 tarihli sayısında, Ferhat Memmedov imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB, Adalet ve Kalkınma Partisine açılan kapatma davasına karşı olduğunu bir kez daha açıkladı. Bu kez Brüksel'den, arka arkaya üç AB yetkilisinden, Adalet ve Kalkınma Partisini savunan açıklamalar geldi. Adalet ve Kalkınma Partisine kapatma davası açılmasına şaşırdıklarını ve endişe duyduklarını bildiren AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun açıklamasına göre, hiçbir Avrupa ülkesinde böyle bir olayla karşılaşmak mümkün değil.
Bugün (dün) Türkiye'yi ziyaret etmesi beklenen Barroso, demokratik yollarla seçilmiş ve parlamentoda çoğunluğu bulunan siyasi bir partinin mahkeme yoluyla kapatılmasının, Ankara'nın AB ile ilişkilerine darbe vurabileceğini ve bu konuda, hukukun üstünlüğü ve demokrasi çerçevesinde karar verilmesini umduklarını bildirdi. AB'nin, demokratik ve laik devletten yana olduğunu ifade eden Barroso, "Ancak, laiklik de din gibi, hiç kimseye zorla kabul ettirilemez. Herhangi bir dini zorla kabul ettirmek mümkün olmadığı gibi, laiklik de gerek askeri yolla, gerekse mahkeme yoluyla zorla kabul ettirilemez. Laiklik, bir dinmiş gibi insanlara kabul ettirilemez. Laiklik dinin yerini alamaz" dedi.
Ayrıca, Türkiye'ye şimdiden üyelik tarihi vermenin mümkün olmadığını belirten Barroso, son gelişmelerin, Türkiye'nin AB üyeliği konusunun çok zor bir konu olduğunu gösterdiğini sözlerine ekledi.
Barroso'ya, Türkiye'yi ziyareti sırasında, AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn eşlik edecek. Adalet ve Kalkınma Partisine açılan kapatma davasının, AB-Türkiye ilişkilerini olumsuz etkileyebileceğini ve AB'nin, Türkiye Anayasa Mahkemesinin bunu göz önünde bulunduracağına inandığını bir kez daha açıklayan Rehn, söz konusu davanın, Türkiye'de siyasi istikrarın ne kadar güçlü olduğu açısından bir sınav olacağını bildirdi.
AB Yüksek Temsilcisi Javier Solana ise, Adalet ve Kalkınma Partisinin kapanması halinde, Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkilerin olumsuz etkileneceği ve sonucun kapanma olması halinde bundan herkesin zarar göreceği uyarısında bulundu.
Adalet ve Kalkınma Partisinin, kapanma davasının ardından, AB üyeliğiyle ilgili reformları hızlandırma kararı verdiğini belirtmekte yarar var. Adı geçen parti, birkaç gün önce geniş demokratikleşme paketini gündeme getirdi ve muhalefete, uzlaşma çağrısında bulundu. Söz konusu pakette, 301. maddenin değiştirilmesi teklifi de yer alıyordu. Ancak, muhalefet bu teklife karşı. MHP, bu teklife karşı sonuna kadar mücadele edeceğini açıkladı. CHP ise, iktidarın, söz konusu teklifi, dış güçlerin hoşuna gitmek için yaptığını düşünüyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde de demokratikleşme adına Anayasa'da değişiklik teklifiyle ilgili tutum olumlu değil. Söz konusu değişikliğin, muhalefet ile uzlaşarak yapılması gerektiğini ifade eden Adalet ve Kalkınma Partisi Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi, eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, tek başına değişiklik yaparak, bunu referandumda onaylatma girişiminin, ülkede ciddi siyasi kutuplaşmaya neden olacağını belirtti. NOT: Aynı haber Halk Cephesi gazetesinde de yer almıştır.
YENİ MÜSAVAT: "PKK, AVRUPA İÇİN TEHDİT OLUŞTURUYOR"
BAKÜ, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 9.000 olan muhalefet yanlısı Yeni Müsavat Gazetesi'nin 10 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB Polis Teşkilatı'nın (Europol) hazırladığı bir raporda, PKK terör örgütünün, AB ülkeleri için tehdit oluşturduğu bildiriliyor. PKK'nın Avrupa'daki faaliyetinin ve Kürt-Türk çatışmasının, gerginliğe neden olduğu vurgulanan raporda, söz konusu örgütün, geçtiğimiz yıl AB içerisinde 583 terör eylemi gerçekleştirdiği, 1044 kişinin ise PKK ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle tutuklandığı belirtiliyor.
Terör eylemleri en çok İspanya'da gerçekleştirildi. Adıgeçen ülkede Türkiye'ye karşı 263, Fransa'da ise 253 terör eylemi gerçekleştirildi. Avrupa Adalet Divanı (Eurojust) Başkan Yardımcısı Michael Collins, PKK'nın Avrupa'daki faaliyetiyle ilgili bilgileri olduğunu, fakat söz konusu örgütle mücadele için yeteri kadar hukuki imkan olmadığını bildirdi.
BAKÜ HABER: "GABİL HÜSEYİNLİ: BARROSO GİBİLER, TÜRKİYE'YE AKIL VERECEKLERİNE..."
BAKÜ, 11/04(BYE)--- Tirajı günde 6.000 olan muhalefet yanlısı Bakü Haber gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında, Vüsal Hüseyinli imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'de altı yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) gerçekleştirdiği reformlar, devletin kendisini çalkalasa da, galiba Avrupa'da büyük destek görüyor. Böyle olmasaydı, etkin kurumların temsilcileri, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına destek ve saygılarını her fırsatta açık bir şekilde sergilemezlerdi.
Erdoğan Hükümeti ile dayanışma, son olarak AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso tarafından sergilendi. Barroso, öncelikle AKP'ye açılan kapatma davasından dolayı endişesini dile getirerek, partinin kapanmasının, Ankara'nın AB ile ilişkilerini olumsuz etkileyebileceğini bildirdi. Barroso, ayrıca laikliğin, hiçbir yerde hiç kimseye zorla kabul ettirilemeyeceğini sözlerine ekledi. Bu ifadeleri, AB'nin Erdoğan'a doğrudan desteği şeklinde değerlendirenler yanılmıyor. Ancak, bu dayanışmanın hangi mantığa ve gerçeğe dayandığını söylemek çok zor.
Bu konuda görüşlerini açıklayan siyaset bilimci Gabil Hüseyinli, Barroso'nun, Türkiye'ye akıl vereceğine, kıtadaki otoriter rejimlerden bahsetmesinin daha doğru olacağını ifade ederek, "Barroso ve Batı'daki patronları, uluslararası terörle mücadele yapıyor. Bu konudan üstü kapalı bahsetseler de, uluslararası terör denildiğinde, genelde İslam dinini gündeme getirmeye çalışıyorlar. Örneğin: El Kaide, Hizbullah, HAMAS vs gruplardan söz edildiğinde, onları İslam ile özdeşleştirmeye çalışıyorlar. Yani, terör listelerinde yer alan grupların hemen hemen hepsinin İslam ile bir bağlantısı olduğunu iddia ediyorlar. Şimdi bu beyler, Türkiye'de 70 yıldan fazla süredir laik devlet yapısının tercih edildiğini ve bu yapı çerçevesinde siyasi sistem kurulduğunu neden anlamıyorlar? Şu anda bu siyasi sisteme zarar verilmeye çalışılıyor. Aynı zamanda İslamî eğilimli cereyanlara iş, ekonomi ve kredi verilmesi konusunda yardımcı olunuyor. Böylece ülkede İslamî cemaatin maddi ve manevi durumunun iyileştirilmesi için çaba gösteriliyor. Tabii ki insanların zorla laikleştirilmesi takdir edilemez. Ancak, laikleşmenin maddi ve manevi temelini hazırlıyorlar, ki bu temel üzerinde laikliği sağlayabilecek çeşitli değerler sistemi kuruluyor. Avrupa'da, ABD'de, genel olarak kendini uygar dünyanın bir parçası olarak gören bütün ülkelerde hep böyle oldu. Çok ilginç, Avrupalılar, kendi yürüdükleri yoldan başka halkların yürümesini neden istemiyorlar acaba? İslam dünyasını, belki de İslam ideolojisi çerçevesinde tutmayı düşünüyorlardır. Elbette, Türkiye'deki AKP'nin kapatılması konusuna ben de olumlu yaklaşmıyorum. Ancak, bununla birlikte, ülke, kendi siyasi çizgisinden saptırılıyorsa, buna karşı belirli önlemler alınması gerektiğini düşünüyorum. Dünyada o kadar çok otoriter rejimler var ki bu nedenle Barroso, gitsin onlarla ilgili tutumunu açıklasın. Avrupa Konseyi üyesi olan Ermenistan'da yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra demokrasi isteyen insanlar cezalandırıldı. O zaman Barroso ve onun gibilerin sesi soluğu neden çıkmadı? Son olarak şunu belirtmem gerek, bu tür konularda Türkiye'ye bir şeyler telkin etmenin mümkün olduğunu zannetmiyorum. Avrupa'dan gelen bu tür açıklamalara rağmen, kardeş ülke, artık kendi devlet modelini seçti ve gerek içten, gerekse dıştan sarsılacak gibi görünmüyor.
ÖZBEKİSTAN BASINI
FERGHANA.RU: "TÜRKLÜĞÜ AŞAĞILAMAK SUÇUNDAN DOLAYI KOVUŞTURMA YAPILMASI CUMHURBAŞKANININ İZNİNE BAĞLIDIR..."
TAŞKENT, 10/04(BYE)--- www.ferghana.ru internet sitesinin 8 Nisan 2008 tarihli sayfasında, Bahtiyar Şahnazarov imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), dün Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifini Meclise sundu. Bu maddede, Türklüğü alenen aşağılama suçu işleyenlerin üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını öngörmektedir.
Ceza Kanunu'nun 301. maddesinde yapılan değişiklik önerisinde, "Türklük" ifadesi yerine "Türk milleti" ifadesi getiriliyor, ayrıca maddenin mevcut halinde üç yıl olan ceza üst sınırı, iki yıla indiriliyor. Böylece ceza alanların cezasının ertelenmesinin önü açılıyor. 301. Madde kapsamındaki suçların yurt dışında işlenmesi halinde fazladan ceza verilmesini öngören ifade, yasa metninden çıkarılıyor. Değişikliğin en önemli kısmı ise, bu maddede yer alan suçtan dolayı kovuşturma yapılmasını Cumhurbaşkanının iznine bağlanmasıdır. Savcılık tarafından deliller toplanırken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili kararlarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uygun bir şekilde hareket edilecektir.
301. madde; Nobel Ödülü sahibi Orhan Pamuk, geçen yılın ocak ayında öldürülen gazeteci Hrant Dink ve yazar Elif Şafak'ın mahkeme kapısına gitmesine neden olmuştur. Ancak söz konusu kişilere hapis cezası verilmedi. Avrupa Birliği, söz konusu kişilerin ifade özgürlüğü kurbanı olduklarını ileri sürerken, Türk mahkemelerinin bu madde uyarınca aldığı kararları kınamıştır.
Avrupa Birliği tarafından aday ülke Türkiye'ye bu maddede değişiklik yapması çok defa önerilmişti.
BAE BASINI
EL İTTİHAD: "TÜRKİYE... İKTİDARDAKİ AKP'Yİ LAĞVETME GİRİŞİMİ"
ANKARA, 03/04(BYE)--- Birleşik Arap Emirlikleri'nde Arapça yayımlanan el Haliç gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Yücel Şlifer imzasıyla yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:
Geçen hafta Türk laik kurumu, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) etkisini azaltmak ve temsilcisi olduğu dinci orta tabakanın büyümesini engellemek için açtığı savaşın şiddetini artırdı. Katı laik kesim, AKP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimindeki adayına karşı düzenledikleri gösterilerden ve seçim sürecini engelleme çabalarında başarısız olmalarından sonra, yeni bir yol çizip laikliğin ilkelerini zayıflattığı gerekçesiyle AKP'yi lağvetmeye çalışıyorlar. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi pazartesi günü, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın davasını kabul etti. Anayasa Mahkemesi'nin davayı kabul etmesi, Türkiye'yi derin bir siyasi krize sokacağı gibi, ekonomik ve siyasi istikrarı da tehdit ediyor. Anı zamanda, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme çabalarına da zarar verecek. Geçmiş dönem içersinde de Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili harcadığı çabaların karşısına bir takım engeller çıktı.
Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Şahin Alpay, Anayasa Mahkemesi'nin davayı kabul etmesinin, hükümetin önüne bir takım engellerin çıkmasına neden olacağını söyledi. Alpay'a göre, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olabilmesi için yerine getirmesi gereken bir takım görevleri bulunuyor: Kıbrıs sorununu çözmek ve ekonomi alanında ilerleme sağlamak gibi... Alpay, AKP'nin lağvedilmesi yönünde atılan bu adımın, var olan hükümeti tüm yetkilerinden arındırmak anlamına geldiğini de açıkladı. Alpay, söz konusu adımı Türkiye'ye yapılan bir darbe olarak nitelendirdi.
AB yetkilileri, laiklerin attığı adımı kınayarak, bunun, demokrasiye aykırı olduğunu vurguladılar. AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, demokratik Avrupa ülkelerinde siyasi konuların parlamentoda görüşüldüğünü ve onunla ilgili kararların seçim sandıklarında alındığını belirtti. Rehn, demokratik Avrupa topluluklarında bu tür davalara, saygı duyulmadığını kaydetti.
Türk yasaları, yargı kurumuna, siyasi partileri lağvetme yetkisi dahil, geniş anayasal yetkiler veriyor. Anayasa Mahkemesi, şu anda Kürt azınlıkları destekleyen ve bölücülüğe davet etmekle suçlanan Demokratik Toplum Partisi'ni (DTP) feshetmek için de çalışmalar yapıyor.
Laik kesim, AKP'nin Türkiye'nin çağdaşlaşmasını ve Batılılaştırma projesini engellediğini düşündüğü için, partiye yönelik girişimlerinin dozunu artırdı. Söz konusu proje, 20. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün ardından kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatıldı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, iktidardaki hükümetin, Türkiye'yi çağdaşlaştırma yerine, İslami bir devlete dönüştürme konusunda bir çaba içerisinde olduğunu ve bu konuda birçok kanıt bulunduğunu söyledi. Öymen, tüm siyasi partilerin, laiklik ilkelerine saygı göstermesi gerektiğini de belirtti. CHP de bir zamanlar kapatılmıştı.
Laik kesimde, parti kapatılmasına yönelik dava açılmasını kınayanlar da var. Anayasa konusunda uzman olan Zühtü Arslan da bunlardan biri. Arslan laiklerin, siyasi amaçlara hizmet etmek için Anayasayı kullandıklarını belirtti ve söz konusu dava kararının, demokratik bir şekilde seçilen hükümeti düşürmek için laiklerin siyasi çabaları sonucunda alındığını söyledi. Arslan, AKP'nin, ülkede uygulanan laikliğe karşı yapılan faaliyetlerin merkezine dönüştüğü konusunda güçlü bir kanıtın bulunmadığını kaydetti. Arslan, yasal kanıtların olmamasından dolayı, iktidardaki partinin kapatılmasına karşı olduğunu da sözlerine ekledi.
Arslan'ın kınamalarından daha sert tepki gösterenler de var ve durum, yasal bir hükümete "hukuki bir darbe" olarak da yorumlanıyor.
İRAN BASINI
İRNA: "TÜRKİYE YOL AYRIMINDA: AB İLE UYUM YA DA AB İLE BÖLÜNME"
ANKARA, 03/04(BYE)--- İran Haber Ajansı'nın (İRNA) 2 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayınlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'de laik ve İslamcı kesimin 50 yıllık savaşı birçok iniş-çıkıştan ve siyasi çalkantıdan sonra bugün ülkenin AB'ye üyelik sürecinde düğümlendi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'nin kapatılması yönündeki talebi ve bu dosyanın Anayasa Mahkemesi'nde incelenmeye başlanması, laik ve İslamcı kesimler arasında yeni bir cepheleşme konusundaki başka bir tarihi gerçeği daha ortaya koydu.
İki kesim arasındaki çatışmalar 1940 yılının sonlarında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra başladı.
Geçen yarım yüzyıl süresince laik kesim daima ordu ve yargının desteğini alarak ve gerektiğinde askeri darbeler gerçekleştirerek, Türk toplumunda İslamcı grupların ve tarikatların güçlenmesini engellediler.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra ve Türkiye'nin merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde AB ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlamasıyla Türkiye'nin bu Birliğe üyelik süreci hız kazandı ve ülkede demokrasinin oluşması ve reformların gerçekleşmesi için daha iyi şartlar ortaya çıktı.
Bu sürecin yeni yüzyılın başlarında hızlanması ve anayasada köklü değişiklikler yapılması laik çevrelerin geleneksel iktidarı koruma yönünde elini ayağını bağladı ve daha önceleri siyasi sahnede çok az boy gösteren, İslamcı eğilimlere sahip, ayrıca tarikat taraftarı olan yeni bir kesim, 2000 yılının ortalarında siyasi iktidarı ele geçirdi.
Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci etnik azınlığa daha fazla bireysel ve toplumsal özgürlük sağlaması için ortam hazırladı ve Türkiye Kürtleri de mevcut ortamdan yararlanarak kendi sivil toplum kuruluşlarını ve partilerini örgütleme imkanı buldular.
AB ile uyum doğrultusunda ve reformları hızlandırmaya paralel olarak laik çevrelerin gücü de günden güne azaldı. İslamcı ve etnik gruplar ve özellikle Kürtler, siyasi iktidarı ele geçirmek için yasal imkanlardan yararlanarak daha çok çalışma fırsatı yakaladılar.
Siyasi işlerde ordunun gücünün azalması, MGK Genel Sekreterliğine bir sivilin getirilmesi, askeri mahkemelerde sivillerin yargılanmasına son verilmesi ve idam cezasının kaldırılması laiklerin gücünün zayıflamasına neden olan hususların başında gelmektedir.
Oluşan şartları AB ile uyum sürecine borçlu olduklarını düşünen İslamcı çevreler ve etnik azınlıklar, bu sürecin devamından ve ülkelerindeki reformların genişlemesinden de destek alarak seçim sahnesine girdiler.
Bu dönemde gerekli kenetlenmeyi sağlayan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki İslamcı AKP, siyasi sahnede çoğunluğu sağladı.
2007 yılı seçimlerinde AKP, dini ve ılımlı kesimlerin desteğini alarak siyasi iktidarı tekrar elde etmeyi başardı. Kürt yerleşim bölgesinden milletvekilleri de ilk kez mecliste 20 sandalye elde ederek Demokratik Toplum Partisi ile grup oluşturdular.
İslamcı ve muhafazakar çevrelerin gücü, siyaset ve ekonomi sahnesinde artış gösterdiği halde, yargıda ve orduda halen gözle görülür güce sahip olan laik çevreler ve laik düzen taraftarları da güçlerini günden güne yitirdiler.
AKP'nin kapatılması talebi, bazı laik çevrelerin, İslamcıların ve Kürt grupların kendi hedeflerini ilerletmek için AB ile uyum sürecini tek siyasi koz olarak kullandıklarını iddia ettikleri bir ortamda gerçekleşti.
Laik çevreler, İslamcıların asıl hedefinin Batı tarzında bir demokrasi oluşturmak olmadığını, demokrasiyi iktidarı ele geçirmek için bir araç olarak kullandıklarını iddia ediyorlar.
Laiklere göre, AKP, ılımlı bir İslam hükümeti oluşturmak için demokrasiyi kullanıyor, DTP de bu konuyu kullanarak terörist örgüt PKK'ya yardım etmek, örgütün hapisteki lideri Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılmasını sağlamak, sonuçta Türkiye'yi bölmek ve Türkiye topraklarının bir kısmında Kürt devletin kurmak için çalışıyor.
Bu yaklaşım, milliyetçi ve laik grupların bir taraftan her iki partinin kapatılmasını istemelerine, diğer taraftan da Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine karşı çıkmalarına neden oldu.
Türkiye'nin AB'ye üyeliğine taraf olanlar da bu iddiaları reddederek, AB ile uyumun hem ülke demokrasisinin gelişmesine yardımcı olacağını hem de uluslararası güç dengesinde uzun süreli menfaatler sağlayacağını iddia ediyorlar.
Ülkede AB yandaşları ve karşıtları arasında yaşanan zıtlaşma, güvensizlikten kaynaklanıyor gibi görünüyor. Taraflardan hiçbiri görünüşte reformlara ve demokrasiye muhalefet etmiyor. İki kesimin anlaşmazlığı ve ülkedeki şartlar, AB'nin tepki göstermesine neden oluyor. Bu Birlik, Türkiye'deki reform sürecinin yavaş ilerlemesini defalarca eleştirmişti.
Son günlerde taraflar arasındaki çatışmalar öyle şiddetlendi ki, iki taraf da geri adım atmadı ve sivil toplum kuruluşlarından yapılan uzlaşma uyarıları da bugüne kadar etkili olmadı. Milliyetçi ve laik çevreler, muhaliflerini laik düzeninin temellerini ortadan kaldırmakla suçluyorlar. AB yandaşları da, Kemalistlerin ve laiklerin Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkarak kendilerini güçlendirmek ve Türkiye'yi onlarca yıl önceki duruma döndürmeyi istediklerini iddia ediyorlar.
Türk toplumu şimdi Anayasa Mahkemesi'nin AKP hakkındaki kararını bekliyor. Öyle görünüyor ki, bu konudaki kararın açıklanması aylar sürecek.
AKP liderleri siyasi hayatlarını sürdürmek ve partinin kapatılmasını engellemek için anayasanın bazı maddelerini değiştirerek, siyasi partilerin kapatılmasını imkansız kılmaya çalışıyorlar.
AKP ayrıca, bu konuda referandum yapılması için ortam oluşturma niyetinde. Bu yöntem, muhalefetteki partilerin anayasa maddelerinin değiştirilmesi için onay vermemesi durumunda kullanılacak.
Böylesi bir referandumun yapılması, halkın İslamcı kesime ve laiklere ne ölçüde ilgisinin olduğunu gösterecek.
Türk toplumunun psikolojisi, şu anki şartlarda halkın çoğunluğunun böylesi bir referandumda muhafazakar İslamcılara oy vereceğini gösteriyor.
Türk aydınları da beklenmedik girişimlerin AB ile uyum sürecine engel olacağından endişeleniyorlar.
Her halükarda öyle görünüyor ki, Türkiye'nin AB'ye uyması ya da uymaması, ülkenin iç ve dış politikalarında önümüzdeki yıllarda esaslı değişimlere neden olacak.
İRAN: "AVRUPA MAHKEMESİNİN PKK'YA İLİŞKİN KARARI ANKARA'YI ÖFKELENDİRDİ"
TAHRAN, 08/04(BYE)--- Tirajı günde 300 bin olan muhafazakar eğilimli İran gazetesinin 5 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB Adalet Divanı, AB Konseyi'nin PKK'yı terör örgütleri listesine dahil eden kararını iptal ederek Türkiye'nin öfkesini uyandırdı. Bu haberin yayımlanması, Türkiye'nin siyasi ve haber çevrelerinde şok etkisi yarattı ve Türk basını bu habere ilk sırada yer verdi. Televizyon kanalları ise, bu haberi gün ortası haber bültenlerinde flaş haber olarak yayınladılar.
Duyurulanlara göre, merkezi Lüksemburg'da bulunan AB Adalet Divanı PKK'nın AB Konseyi tarafından terör örgütleri listesine alınması ve mali hesaplarının bloke edilmesinin AB hukukuna uygun olmadığı kararını aldı. AB Konseyi, 2002 yılında Türkiye'nin baskıları sonucunda PKK'yı terör örgütleri listesine almıştı.
Haberin duyurulmasının ardından, Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek konuya ilişkin ilk resmi tepkisinde, "AB, terör örgütü konusundaki tavrını ortaya koydu" dedi. Bu kararın Türkiye için sürpriz olmadığını söyleyen Çiçek, Ankara'nın, tutumunu bu kararın alınmasındaki gerekçenin açıklanmasının ardından bildireceğini söyledi.
Türk Hükümeti, AB Adalet Divanı'nın bu kararına tepki gösterdiği halde, muhalefet partileri daha sert bir tepki gösterdi ve birçok muhalefet partisi Türkiye-AB ilişkilerinin gözden geçirilmesini istedi.
AB dün, Adalet Divanı'nın PKK'nın terör örgütleri listesinden çıkarılması girişiminde bulunmasına rağmen söz konusu örgütünün adının AB terör örgütleri listesinde kalacağını belirtti.
ABRAR: "TÜRKİYE'DE İKTİDAR SAVAŞI"
TAHRAN, 08/04(BYE)--- Muhafazakar eğilimli Abrar gazetesinin 8 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin iktidar partisi hakkında laiklik karşıtı faaliyetler gerekçesiyle açılan davaya ilişkin haber basında büyük yankı buldu. İktidar savaşının, demokratik olmayan sonuçlar doğurmasının yanı sıra, Türkiye'deki siyasi ve ekonomik şartları krize sürüklemesinden kaygı duyuluyor.
Olay, Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılması talebiyle ilgili bazı haberlerin yayımlanmasıyla başladı. İslamcı AKP, Meclisteki 550 sandalyeden 330'unu elinde bulunduruyor ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan partinin tanınmış siması sayılıyor. Parti, Türkiye'de dini bir yönetimin temellerini atmaya çalışmakla suçlanıyor.
Deutsche Welle'nin duyurduğuna göre, Türkiye'nin üst düzey Kemalist Savcısı Abdurrahman Yalçınkaya, iktidar partisinin faaliyetlerinin yasaklanması talebinin yer aldığı bir iddianameyi Anayasa Mahkemesine sundu. Anayasa Mahkemesinin 11 hakiminin tümü iddianamenin incelenmesini kabul etti.
Kemalistler, Erdoğan'ı, Türkiye'yi yavaş yavaş İslamileştirmekle suçluyor. Sunulan iddianameye göre, AKP'nin kapatılması ve başta Erdoğan olmak üzere birçok liderinin siyasi ve partisel faaliyetlerinin askıya alınması gerekiyor. Anayasa Mahkemesinin yedi hakimi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün siyasi faaliyetinin yasaklanmasını bile istedi. Erdoğan bu girişimi yargı darbesi olarak adlandırdı.
Yalçınkaya, Erdoğan'ın bazı konuşmalarını toplayıp söz konusu konuşmaları delil göstererek iktidar partisinin laiklik karşıtı faaliyetlerde bulunduğunu söylüyor. Ancak Yalçınkaya yaptığı açıklamalarda, böyle bir iddianamenin sunulmasındaki asıl gerekçenin üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına ilişkin kanunun onaylanması olduğuna dolaylı bir şekilde değindi. Üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına dair yasa tasarısını, Erdoğan'ın İslamcı hükümeti Meclis'e sundu. Söz konusu yasa tasarısı Şubat 2008'de milletvekillerinin çoğunun "evet" oyuyla Meclisin onayından geçti.
--Anlaşmazlık Kişiler Arasında Değil, İdeolojiler Arasında--
Uzmanlar, mevcut anlaşmazlığın aslında Türkiye'deki iki ideoloji arasında yaşanan bir anlaşmazlık olduğuna inanıyorlar. Yeni Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerinden ortaya çıkan laiklik ideolojisi ile liderliğini Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün yaptığı Adalet ve Kalkınma Partisi çerçevesindeki muhafazakar İslamcılar arasında yaşanan anlaşmazlık.
Geçtiğimiz yıl Abdullah Gül eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yerine 11. Cumhurbaşkanı olarak geçtiğinde AKP'nin laik muhalifleri Türkiye'nin İslamileşmeye doğru gittiği uyarısında bulundular. Gül, Türkiye'nin laiklik ilkelerine bağlı kalacağını belirtse de, bugün, Kemalistlerin elinde bulunan Türkiye'deki yargı sistemi açıkça hükümete karşı savaş açmıştır. Yedi hakimini eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in göreve getirdiği mahkeme, şimdi muhafazakar İslamcı hükümetin varlığını hedef almıştır.
--Avrupa Birliği'nin Eleştirisi--
Türkiye'de partilerin faaliyetlerini yasaklamak, Anayasa Mahkemesinin yetkilerindendir. Anayasa Mahkemesi, 1998 ve 2001 yıllarında Refah ve Fazilet Partilerini de kapatmıştı.
AB açısından, bir partinin kapatılması demokrasiye aykırı bir davranıştır. Tabii ki, söz konusu parti amaçlarını yürütmek için zor kullanıp şiddetin propagandasını yaparsa durum değişir. AKP konusunda, en azından böyle bir suçlama söz konusu değil.
Anayasa Mahkemesinin parti kapatma yetkisine sahip olmasını Türkiye Anayasa'sındaki bir zaaf olarak gören Avrupa, bu ülkeyi Anayasası'nı düzeltmeye davet ediyor. Bu yüzden eğer Kemalistler bu savaşı kazanırlarsa, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda bugüne kadar tüm yaptıkları boşa gitmiş olacak.
Son günlerde Türkiye'de yaşanan siyasi gerginlikler, bu ülkenin sermaye piyasasını olumsuz yönde etkiledi. Uzun süreden beri istikrarını koruyan Türk lirası, son gerginliklerden sonra değer kaybına uğradı.
MEHR AJANSI: "SOLANA, İKTİDAR PARTİSİNİN KAPATILMASININ TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNİ ZORLAŞTIRACAĞI UYARISINDA BULUNDU"
ANKARA, 09/04(BYE)--- İran'ın Mehr haber ajansının 8 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:
AB'nin Dış Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solana, AKP'nin kapatılmasının Türkiye'nin AB üyelik sürecine zarar verebileceği uyarısında bulundu.
Başsavcının, Erdoğan'ın partisinin kapatılması yönündeki girişimi, Türkiye'nin AB üyeliği için bir tehdit sayılıyor.
Türkiye Başsavcısı Anayasa Mahkemesinden, kendi deyimiyle laiklik ilkelerine aykırı girişimlerde bulunan AKP'nin kapatılmasını istemişti.
Basın mensuplarına konuşan Solana, "Türk yargısının karar oylamasında hassasiyet göstermesini umut ediyorum. Çünkü bu sorun, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini zedeleyebilecek" dedi.
AB yetkilisi, İktidar partisinin faaliyetlerinin yasaklanması sonucunun çok kötü olabileceği uyarısında da bulundu.
AB, Türkiye'nin üyelik kriterlerini yerine getirmesi gerektiğini vurgularken, Türkiye'de siyasi kriz patlak verdi.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Lizbon Üniversitesinde "Uluslararası Tehditler ve Avrupa" adlı bir oturumda şöyle konuştu: "Türkiye, üyeliğe eğilimli olduğu konusunda AB'yi ikna etmeli. Ankara, AB kriterlerini uyguladığı takdirde birliğe kabul edilecektir."
AB üyesi bazı ülkelerin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıktığına işaret eden Barroso, Türkiye'nin AB üyelik konusunun bazı üye ülkelerde ciddi hassasiyetlere neden olduğunu belirtti.
İRNA: "BARROSO: TÜRKİYE'NİN AB İLE İŞBİRLİĞİ, HER İKİ TARAFIN MENFAATİNEDİR"
ANKARA, 11/04(BYE)--- İran Haber Ajansının (İRNA) 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:
AB Komisyonu Başkanı Barroso, "Türkiye'nin AB ile işbirliği her iki tarafın ortak menfaatine olacaktır" dedi.
Türkiye'ye ziyarette bulunan Barroso, bunu, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin sonunda Erdoğan ile gerçekleştirdiği ortak basın toplantısında perşembe günü dile getirdi.
İRNA'nın haberine göre Barroso şunları söyledi: "Üst düzey Türk yetkilileriyle Türkiye'nin AB ile işbirliği doğrultusunda reform süreci, enerji alanında işbirliği ve Kıbrıs meselesi konusunda yapıcı ve faydalı görüşmeler gerçekleştirildi."
AB Komisyon Başkanı, "Türkiye ve AB'nin karşılıklı ortak sorumluluk ve menfaatleri vardır. Bu nedenle Türkiye'de olan birşeyin AB'yi ilgilendirmemesi söz konusu olamaz" dedi.
Barroso, Türkiye ziyaretindeki hedefinin Ankara'nın reform sürecini hızlandırmak olduğunu belirterek, "AB, Türkiye'deki reform sürecinde, özellikle idam cezasının kaldırılması ve ifade özgürlüğü ile ilgili tasarının Meclise sunulması konusunda itici güç olmuştur" dedi.
Barroso, AKP'nin kapatılma davası konusunda yöneltilen soruya şu yanıtı verdi: "Bu dosya Anayasa Mahkemesinde incelenmektedir ve mahkemenin kararına saygılıyız." Barroso, Anayasa Mahkemesi tarafından AB kriterlerine uygun bir hükmün çıkacağından ümitli olduğunu belirterek: "Ben, AKP'nin kapatılması talebini duyduğumda şaşırdım" dedi.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye'nin AB ile işbirliği alanında reformlara devam edeceğini belirterek şunları söyledi: "Kıbrıs meselesi, enerji alanında işbirliği ve terörle mücadele konusunda Barroso ile görüştük, taraflar olarak aynı görüşe sahibiz."
Barroso, üst düzey Türk yetkililerle görüşmek üzere perşembe günü Ankara'ya geldi ve Başbakanlık'ta Erdoğan tarafından karşılandı. AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Barroso'ya bu ziyaretinde eşlik ediyor. Ankara'daki gözlemciler, Anayasa Mahkemesinin, Yargıtay Başsavcısının AKP'nin kapatılması davasını incelediği bir sırada gerçekleşen Barroso'nun Türkiye ziyaretini, AB'nin AKP'yi desteklediği şeklinde değerlendirilebileceği görüşündeler.
KAYHAN: "LAİKLERİN TÜRKİYE'Yİ GERİYE GÖTÜRMELERİNE İZİN VERMEYECEĞİZ"
TAHRAN, 14/04(BYE)--- Muhafazakar eğilimli Kayhan gazetesinin 14 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye Başbakanı, Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılmasını önlemek için Anayasa'da muhtemelen bazı değişikliklerin yapılacağını söyledi.
AFP'nin duyurduğuna göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile düzenlediği ortak basın toplantısında şunları söyledi: "İktidarda bulunan AKP'nin kapatılmasını önlemek için her şeyi yapacağız ve Türkiye'nin, AKP'nin iktidara gelmesinden önceki dönemlere geri dönmesine izin vermeyeceğiz. Türkiye'nin krize sürüklenmesini isteyen şer eksenleri amaçlarının gerçekleşmesi için gereken fırsatın sağlandığına inanıyorlar. Ancak bunun gerçekleşmesi mümkün değil. Zira Türkiye, asla geçmişteki günlere geri dönmeyecek."
AB Komisyonu Başkanı Barroso ise, laiklerin, AKP'nin kapatılmasına dair iddianamelerinin onları şaşırttığını ve Türkiye'de laikliğin demokratikleşmesi gerektiğini söyledi.
İRAN: "İKİ AVRUPALI YETKİLİ, TÜRKİYE'DEKİ SİYASİ MÜNAKAŞAYI ÇÖZMEK İÇİN GÖREVLENDİRİLDİ"
TAHRAN, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 300 bin olan muhafazakar eğilimli İran gazetesinin 12 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Laiklerin Adalet ve Kalkınma Partisini kapatmaya ilişkin çabalarını durdurmak ve iki rakip kanat arasındaki anlaşmazlığı çözmek amacıyla geçen perşembe günü Türkiye'ye giden Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüler.
Barroso ve Rehn, Ankara'da, iktidarda olan AKP'nin kapatılması konusunda uyarıda bulundular. Türk makamlarla gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile düzenlediği ortak basın toplantısında iktidar partisinin kapatılması için açılan davanın AB'yi şaşırttığını söyleyen Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, laikliğin demokratikleştirilmesi gerektiğini söyledi. Barroso şöyle konuştu: "Türkiye, AB üyeliği adayıdır ve bu yüzden Birlik Türkiye'deki iç gelişmelere kayıtsız kalamaz. Laiklerin talebini duyduğumda şaşırdım. En azından normal ve istikrarlı demokratik bir ülkede bu gibi dosyalar yaygın değil."
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, daha önce AKP'nin faaliyetinin yasaklanması durumunda Türkiye'nin AB üyeliği müzakerelerinin yolundan çıkacağını söylemişti.
AKP, Temmuz 2007 genel seçimlerinde oyların yüzde 47'sini elde ederek ikinci kez seçimleri kazandı. Şimdi partinin yandaşları, açılan davayı, daimi üyeliğini askerlerle üst düzey hakimlerin oluşturduğu laik kanadın yeni hamlesi olarak telakki ediyor.
TBMM'yi muhatap alan Barroso, "AB, Türkiye'deki siyasi çekişmeyi yatıştırmak için Ankara'dan iç barış yolunu kendisinin bulmasını istiyor" dedi.
Barroso ayrıca, AB'nin, ifade özgürlüğüne karşı bir tehdit olduğu için kınadığı yasanın düzeltilmesine dair yasa tasarısının TBMM'ye sunulmasını sıcak karşıladı.
Barroso'nun Türkiye'de bulunmasından memnuniyet duyduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan, AB Komisyonunun, Türkiye'nin AB üyeliği sürecine verdiği desteklerin sürmesi konusunda hiçbir kaygı taşımadıklarını belirtti.
Başbakan Erdoğan, Anayasa'da, parti kapatmayı güçleştiren yasa tasarısının askıya alındığını soran yabancı bir basın mensubuna cevaben şunları söyledi: "Şimdilik arkadaşlarımız çabalarını sürdürüyorlar ve süreç bütün boyutlarıyla takip ediliyor. Belli bir noktaya vardıktan sonra gerekirse bu adımı atacağız. Gerekmediği takdirde hukuki süreç aynen devam edecek."
Öte Yandan AB'nin dış politikadan sorumlu Yüksek Komiseri Javier Solana, AKP'nin kapatılmasının AB-Türkiye ilişkilerine darbe vuracağı uyarısında bulundu. Avrupa Parlamentosu komitelerinin birinin toplantısında konuşan Solana, Türk yargı yetkililerinin AKP'nin kapatılmasına dair iddianameye makul ve mantıklı bir şekilde yaklaşmalarını ümit etti. Solana, "Türkiye'nin iktidar partisinin kapatılmasından doğacak sonuçlar çok kötü olacak. Zira demokrasilerde, bir partinin kapatılması normal bir şey değil" dedi.
Türkiye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Anayasa Mahkemesine sunduğu iddianamede laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı haline geldiği bahanesiyle AKP'nin kapatılması ve başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Erdoğan olmak üzere bazı liderlerinin siyasi faaliyetlerinin yasaklanmasını istedi.
RESALET: "ERDOĞAN VE TÜRKİYE ANAYASASINDA DEĞİŞİKLİK"
ANKARA, 15/04(BYE)--- İran'da yayımlanan Resalet gazetesinin 15 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Müslim Suri imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:
AKP'nin iki sevilen politikacısı Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, CHP ile Türkiye Anayasa Mahkemesi ve tabii ki generaller tarafından baskı altındalar. Bu doğrultuda Türkiye Başbakanı, AKP'nin kapatılmasını önlemek amacıyla Anayasa tüzüğünde değişikliklerin yapılmasını uzak görmüyor.
Türkiye Başbakanı Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile düzenlediği ortak basın toplantısında yaptığı açıklamada, Anayasada değişiklik yapılması gerektiğinde bunu yapacaklarını belirtti.
Erdoğan, Türkiye'nin geçmişteki siyasi -AKP bu dönemde bir rol oynamamıştı- döneme geri gitmemesi için tüm çabaları harcayacaklarını vurguladı.
Barroso da Türk hükümetinden, AB üyeliği konusunda samimi ve ciddi tutum sergilemesini ve AB'nin tüm şart ve isteklerini en kısa zamanda yanıtlamasını, Türk Parlamentosu tarafından son beş yılda alınan demokratik reformların da uygulanmasını istedi.
Türk liman ve havaalanlarının Kıbrıs gemi ve uçaklarına açılmasının önemi üzerinde duran Barroso, Yargıtay Başsavcısının AKP'ye karşı açtığı davadan dolayı duyduğu kaygıları dile getirdi ve şöyle konuştu: "Bu partinin kapatılması, Türkiye ve AB arasında gelecekteki ilişkileri yok edecek."
Ankara'daki gözlemciler, Türkiye Anayasa Mahkemesinin AKP'nin kapatılması davasını incelerken, Barroso'nun Türkiye ziyaretini, AB'nin AK partiyi desteklemesi olarak değerlendiriyorlar.
Barroso, bu gelişme konusunda uyarıda bulunurken Anayasa Mahkemesinden, demokrasi konusunda Avrupa kriterlerine uygun bir karar vermesini istedi.
Barroso, Türkiye'yi, siyasi partiler, insan hakları, ifade özgürlüğü ve dini özgürlüklerle ilgili yasa ve yargı reformlarını gerçekleştirmeye davet etti. Bu arada Türk basını, bu yılın başında yapılması beklenen Barroso ziyaretinin şu ana rastlamasını, AKP'nin konumunu koruması için bir fırsat olarak değerlendirdi.
Nihayetinde Ankara'nın en temel partisi olan AKP, Türk halkının desteğine sahip. CHP gibi yenilen partiler ve ordu, halkın iradesi karşısında herhangi bir güç olarak duramazlar. Bu arada Türkiye'de Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan gibi kişilere sempati de günden güne artıyor.
MISIR BASINI
EL-AHRAR: "TÜRK GAZETELERİ, AB KOMİSYONU BAŞKANININ ZİYARETİNİN ÖNEMİNİ VURGULUYOR"
KAHİRE, 13/04(BYE)--- Tirajı günde 300.000 olan, muhalefet partisi El-Ahrar'ın sözcülüğünü yapan El-Ahrar gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan MENA kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:
Türk gazetelerinin hepsi, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'un perşembe günü genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn ile birlikte Türkiye'ye gerçekleştirdiği ziyaretin önemi hakkında aynı görüşü paylaştı. Gazeteler, Türkiye'nin, iktidar partisi AKP'nin kapatılması isteminde yargı sürecinin başlaması ve sert tartışmaların yaşanması gibi çok hassas bir döneme girmesiyle eşzamanlı olmasının söz konusu ziyaretin önemini daha da artırdığını yazdılar.
Milliyet gazetesi, bir AB Komisyonu Başkanının 45 yıl aradan sonra Türkiye'ye bu ikinci ziyaretinin, AKP'nin kapatılma davası nedeniyle AB'nin yetkili ağızlarının, Türkiye ile sürdürülen katılım müzakerelerinin kesintiye uğrayabileceğini açıklayacak kadar yönelttikleri sert eleştirilerin gölgesinde gerçekleştiğine dikkat çekti.
Ziyaretin Türkiye açısından önemini vurgulayan Cumhuriyet gazetesi de, Barroso'nun Ankara'dan, AB ile uyum kriterlerinin sağlanması için reformlar sürecini hızlandırılmasını istediğini duyurdu.
Barroso'nun Ankara'da CHP, MHP ve DP liderleriyle de görüşmesinin ziyaretin önemini artırdığını belirten Tercüman gazetesi, CHP lideri Deniz Baykal ile MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, AKP'nin kapatılması davasına ilişkin AB'nin uyarılarına karşı çıkarak, egemen bir ülke olan Türkiye'nin iç işlerine karışılmasını eleştirdiklerini belirtti.
EL AHRAM: "ERDOĞAN İKTİDARDAKİ PARTİSİNİ KURTARMA ÇABASIYLA AVRUPA MÜTTEFİĞİNE SIĞINIYOR"
KAHİRE, 14/04(BYE)--- Tirajı günde 1.500.000 olan hükümet yanlısı el Ahram gazetesinin 14 Nisan 2008 tarihli sayısında, Usame Abdülaziz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye'de siyasi kriz; Anayasa Mahkemesinin geçen ayın sonunda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından iktidar partisi AKP'nin kapatılması ve birçok yöneticisinin siyasetten menedilmesi için açılan davaya bakmayı kabul etmesi sonucu, ülkeyi, 2002 yılı öncesi içinde bulunduğu gerginlik ve istikrarsızlık yıllarına geri götürebilecek belirsiz bir tünele sürüklüyor. Bunu gören yorumcular ve kanaat önderleri de, ülke geleceği hakkında görüşlerini ortaya koymak için yarışırken, Türkiye'nin politik, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla ilginç olaylar zincirine gebe olduğuna büyük ölçüde hemfikirler. Zira, Türkiye'de sokaktaki insan, hükümet taraftarları ve karşıtları olarak bölünmüş durumda. Üstelik karşı olanlar, hükümetin politikalarını 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal uyumuna ve istikrarına bir tehlike olarak görüyorlar.
Tabiatıyla bu durum, birçok yorumcuyu, Anayasa Mahkemesinin açılan davayı kabul etme kararının, laik güçlerin, İslami kökenli AKP'den kurtulma kararlılığında olduklarının güçlü bir mesajı olduğu sonucuna varmaya itiyor. Hatta bazıları, Mahkemenin kararını, Türkiye'de derin devletin hala yegane güç olduğunun kesin bir işareti olarak değerlendiriyor. Bir kısım yorumcular ise bu kararın, Türkiye'de askerin ve yargıdaki uzantılarının siyasi ve ekonomik reformları takmaksızın zaman tanıyabileceği, fakat asla affetmeyeceği yorumunu yaparak, 27 Nisan 2007 tarihinde yayınlanan elektronik ültimatomu anımsatıyor.
Anayasa Mahkemesi 31 Mart 2008'de dava dosyasına bakmayı kabul ettiğini açıklar açıklamaz gözler, güçlü bir şekilde kapatılma tehdidi altına giren AKP'nin bu tehlike karşısında neler yapacağına çevrildi. Bu bağlamda birçok yorumcu, Erdoğan ve arkadaşlarının önce davranıp mecliste anayasanın 68 ve 69. maddelerini kapsayan sınırlı bir değişikliğe giderek, bu krizi atlatabileceğini düşünmeye başladı. Ancak Erdoğan, bunun kolay bir seçenek olmadığını gördü. Çünkü bunun için desteği gereken iki parti, AKP'nin bu yöntemine şiddetle karşı çıktı. Böyle olunca, Erdoğan'ın önünde değişiklik için referanduma gitmekten başka seçenek kalmadı. Bu mümkün görülürse de, hala yargı önünde olan ve karara bağlanmayan bir davanın anayasal değişiklikle etkilendirilmesinin anayasaya aykırı bir girişim olacağı yönünde hukuki içtihatlar ortaya atıldı. Ayrıca, Türkiye'de yükselen birçok ses, anayasal değişiklik için referanduma gidilmesinin askeri darbeye davetiye çıkaracağı uyarısında bulundu.
Mahkeme ile karşı karşıya kalan ve seçenekleri darboğaza giren Erdoğan'a, hukuki savunma mekanizması yoluyla uzlaşma kapısını çalmaktan başka seçenek kalmadı. Durum böyle olunca, Erdoğan'ın kendisini ve partisini kurtarabilecek alternatifin ne olacağı merak edilmeye başlandı. Ülkede hızla dönen olaylar ışığında Erdoğan'ın sonunda aradığı müttefiki bulduğu anlaşıldı. Bu müttefik AB'de ifadesini bulan Avrupa oldu. Zaten, AB, bunu, Türkiye gibi demokratik bir ülkede halkın oyu ile iktidara gelen bir partinin kapatılmasına şiddetle karşı olduğunu birkaç kez dile getirerek ortaya koydu. Üstelik, AB Komisyonu Başkanı Barroso, geçen perşembe günü Ankara'ya gelerek dava konusunda Anayasa Mahkemesinin hukukun üstünlüğü ve Batı kriterleriyle örtüşen bir karar vermesini beklediklerini vurguladı.
Bazıları, Barroso'nun, hassas siyasi bir atmosfer içinde Türkiye'yi ziyaret etmesini, AKP için bulunmaz bir fırsat olarak gördü. Nitekim AKP, atağa kalkarak ceza kanununun meşhur 301. maddesinin değiştirilmesi için bir yasa tasarısını, söz konusu ziyaretten önce hazırlayarak hızla meclise sundu.
Şimdi, sorulan soru şu: AKP'nin, kapatılmaktan ve yöneticilerinin siyasi yasaklı olmaktan kurtarılması için bir dosta sığınma gayretleri yarar sağlayacak mı?
ULUSLARARASI ARAP BASINI
EL ŞARK EL AWSAT: "BARROSO'NUN ANKARA ZİYARETİ"
ANKARA, 10/04(BYE)--- Londra'da Arapça yayımlanan el Şark el Awsat gazetesinin 10 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel-Londra çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye'nin AB'ye girmeye elverişli, demokratik bir ülke olduğunu ispat etmesi gerektiğini açıkladı. Barroso, Türkiye'nin, ifade özgürlüğüyle ilgili yasaları değiştirerek ve laikliği güç yoluyla kabul ettirmekten uzak durarak, demokratik bir ülke olduğunu ispat edebileceğini bildirdi.
Ankara'ya gerçekleştireceği ziyaretten bir gün önce Brüksel'de bir açıklama yapan Barroso şunları söyledi: "Türkiye, AB'ye üye olma konusuna ilgi duyduğunu göstermeli. Türkiye, demokratik değerlerin oy birliğiyle kabul edildiği demokratik bir ülke olmadıkça, AB üyeliği kabul edilemez. Bundan dolayı, son gelişmeleri yakından takip ediyoruz."
Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso açıklamasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın lideri olduğu Adalet ve Kalkınma Partisine açılan davaya işaret etti. Türk yargıçlar, AKP'yi İslami kökenli olduğu için kapatmakla tehdit ediyorlar. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın sunduğu iddianameyi kabul etti. İddianamede, iktidardaki partinin yasaklanması ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu 71 politikacının beş yıllığına siyasetten men edilmesi istendi.
Barroso, söz konusu davanın, Türkiye'nin AB'ye üye olma şansını etkileyeceğini de sözlerine ekledi.
Barroso, "Türkiye'yi, laik ve demokratik bir ülke olarak görmek istiyoruz. Ne din ne de laiklik güç yoluyla kabul ettirilebilir" dedi. Barroso, tartışma nedeni olan Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin yeniden gözden geçirilmesi çağrısını yineledi. Söz konusu madde, "Türklüğe hakareti" suç sayıyor.
Barroso, bu alanda yaşanacak olumlu gelişmelerin, Avrupa'nın, Türkiye'ye olan bakışını büyük ölçüde etkileyeceğini belirtti. Barroso'nun, Avrupa'nın istikrarında "temel" bir ülke olarak görülen Türkiye'nin, sosyal ve ekonomik gelişimini güçlendirecek reformlar yapması konusunda teşvikte bulunma niyetinde olduğu da kaydedildi.
Barroso, Avrupa Komisyon Başkanı olduktan sonra, ilk kez Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunacak. Ziyaretin üç gün sürmesi bekleniyor.
EL ŞARK'UL EWSAT: "TÜRKİYE'DE BİR KÜRT POLİTİKACI HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILDI"
ANKARA, 11/04(BYE)--- Londra'da Arapça yayımlanan el Şark'ul Ewsat gazetesinin 11 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara/Londra çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Bir Türk mahkemesi, dün, daha önce Nobele aday gösterilen Kürt politikacı Leyla Zana'yı iki yıl hapis cezasına çaptırdı. Zana, terör reklamı yapmakla suçlanıyor. Zana'nın tutuklandığı haberinin geldiği gün, Türk ordusu da bölücü örgüt Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) 13 üyesinin öldürüldüğünü duyurdu. Zana, geçen yıl yaptığı bir konuşmadan dolayı terörle mücadele yasaları çerçevesinde, Türkiye'nin güneydoğusundaki Diyarbakır kentindeki bir mahkemede yargılandı. Zana geçen yılki konuşmasında şunları söylemişti: "Kürt halkının, üç lideri var: Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani, Kürdistan Demokratik Partisi lideri Mesud Barzani ile tutuklu bulunan Kürt lider Abdullah Öcalan. Bu üç liderin, Kürtlerin kalbinde ve akıllarında yerleri vardır."
Bu arada, Zana'nın avukatları, temyize gideceklerini söylediler. Zana, 1994 yılında PKK'nın silahlı üyeleriyle bağlantısı olduğu suçlamasıyla yargılanmış ve suçlu bulunmuştu. Temyiz Mahkemesinin, Zana ve üç Kürt milletvekili hakkında verilen kararı iptal etmesiyle 2004 yılında Zana serbest bırakıldı.
Türkiye, PKK'nın ülkenin güneydoğusunda Kürt devleti kurmak amacıyla 1984 yılında başlattığı silahlı eylemlerde 40 bin kişinin ölümünden Öcalan'ı sorumlu tutuyor.
Öte yandan, Türkiye'nin güneydoğusundaki yerel güvenlik kaynakları, dün ülkenin doğusunda PKK üyeleriyle Türk ordusu arasında çıkan çatışmada, 13 asinin öldürüldüğünü açıkladı. Türk ordusu, Tunceli'de iki gündür arama tarama operasyonları düzenliyordu.
Söz konusu gelişmeler, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun Ankara'ya gerçekleştirdiği ziyaretin ilk gününde yaşandı. Barroso, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine üye olma çabalarını güçlendirmek amacıyla yapılacak bir takım reformları görüşmek üzere Türkiye'ye gitti. Söz konusu reformlar arasında, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk dahil birçok yazarın yargılandığı Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin yeniden düzenlenmesi de yer alıyor.
Barroso, Türkiye'nin, AB üyesi olması için Ankara Hükümetinin, reformları uygulama konusunda hızlı hareket etmesi gerektiğini açıkladı. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında bir açıklama yapan Barroso, Türkiye'nin AB'ye üye olması için uzun bir yolunun olduğunu belirtti. Türkiye'nin önemli bir ilerleme kaydettiğini söyleyen Barroso, Ankara'nın, yargı sistemi ve ifade özgürlüğü gibi birkaç alanda reformlar yapması gerektiği konusuna dikkati çekti.
Barroso ve ona eşlik eden AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in Ankara ziyareti, hassas bir dönemde gerçekleşti. AKP'nin kapanma tehdidi, Türkiye ile AB arasında durmuş olan müzakerelere gölge düşürdü. Barroso, Ankara'nın harcayacağı çabalar çerçevesinde, gelecek temmuz ayında Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili iki faslın daha açılacağını kaydetti.
Bu arada, Fransa ile Almanya tarafından önerilen "imtiyazlı ortaklık" düşüncesine karşı olduğunu yineleyen Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin, AB'ye tam üye olma seçeneğinden başka bir seçeneğinin olmadığını vurguladı.
AKP'nin 301. maddenin düzeltilmesiyle ilgili önerisine ilişkin soruyu yanıtlayan Barroso, bunun doğru yönde atılan bir adım gibi göründüğünü ve ifade özgürlüğünün, demokrasinin uygulanmasında bir temel teşkil ettiğini belirtti.
Barroso, Anayasa Mahkemesinin, AKP'nin kapatılmasıyla ilgili iddianameyi kabul etmesiyle ilgili soruya yanıt vermeyi reddetti. Barroso, Anayasa Mahkemesinin, altı ay içerisinde alması beklenen kararının, AB standartlarına uyumlu olması gerektiğini vurguladı.
RUSYA BASINI
İZVESTİA.RU "AVRUPA BİRLİĞİNİN TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİ KONUSUNDA ATTIĞI YARIM YAMALAK ADIMLAR ANKARA'YI MEMNUN
ETMEDİ"
MOSKOVA, 03/04(BYE)--- İzvestia gazetesinin 3 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan İtar-Tass kaynaklı yazının çevirisi şöyledir:
Türkiye, Avrupa Birliğine tam üyelik seçeneği dışındaki ihtimalleri kabul etmiyor. Bu sözler, dün gece İsveç'e gelen Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a ait. Bu ziyaret, 30 yıl aradan sonra yapılan ilk ziyarettir. Erdoğan, "Ülkemiz AB'ye tam üyelikten başka bir alternatifi kabul edemez" dedi. Başbakan, Türkiye'nin, AB tarafından talep edilen reformları gerçekleştirdiğini ifade ederek, lideri olduğu Adalet ve Kalkınma Partisinin ülkedeki demokrasiyi geliştirmek için gayret sarf ettiğini belirtti. Başbakan, Türk mevzuatında AKP'nin faaliyetini yasaklayabilecek olası değişiklikler hakkında oldukça ihtiyatlı konuştu.
Bu arada, İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt, ülkesinin, Türkiye'nin AB üyesi olabilmesi için yoğun çaba harcadığını belirterek, "İsveç toplumu ve Parlamentoda temsil edilen yedi parti bu üyeliği destekliyor. Biz, Avrupa'da yeni duvarlar inşa etmek istemiyoruz. Yetmiş milyon nüfuslu bir ülke demokrasi yolunda yürümek istiyorsa, ona destek vermemiz gerekiyor. Üyelik müzakerelerinin çıkmaza girmesini önlemeliyiz. AB'ye üyelik konusunda diğer ülkeler için hangi kriterler uygulandıysa, Türkiye'ye de aynı kriterlerin uygulanmasını sağlamamız gerekiyor. İsveç, 2009 yılında AB dönem başkanlığını aldığı zaman, bu konuda ilerleme sağlanması için elinden geleni yapacaktır" dedi.
Öte yandan, İsveç'teki Ermeni ve Süryani Birlikleri ile bu ülkede yaşayan Kürtler, Erdoğan'ın İsveç ziyaretini protesto etti. Göstericiler, Ermeni soykırımının tanınmasını istedi.
NEZAVİSİMAYA GAZETA: "RECEP TAYYİP ERDOĞAN HAKLI OLDUĞUNU İSPAT ETMELİDİR... TÜRKİYE'DE İKTİDAR PARTİSİ KAPATILABİLİR"
MOSKOVA, 15/04(BYE)--- Tirajı günde 40 bin olan liberal eğilimli Nezavisimaya Gazeta'nın 14 Nisan 2008 tarihli sayısındaki NG-Dipkuryer ekinde, Pavel Sarkisyan imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Türkiye yeni bir siyasi krizin eşiğine geldi. Kriz, milliyetçiler ve İslamcılar olmak üzere ülkenin önde gelen siyasi güçleri arasında gelişmeye başladı. Şu günlerde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi'ne karşı açtığı kapatma davasını ele alıyor. Üniversitelerde türban yasağının kaldırılması girişimi, Başsavcının iddianamesinde, ülkenin İslamlaştırılması girişimi olarak değerlendirildi.
Ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi'nin olumsuz karar vermesi durumunda, iktidar partisi kapatılacak ve yöneticilerine beş yıl süreyle siyasi yasak getirilecek. Burada ilginç olan şey, yargıçların tamamının, yani toplam 11 üyenin oy birliği ile davanın açılmasına karar vermesidir. Bu husus, şimdiden davanın nasıl sonuçlanacağını gösteriyor. Fakat, bir ihtimal daha var; o da, Anayasa Mahkemesi'nin bu işi sonuna kadar götürüp götürmeyeceğidir.
Bilindiği üzere, geçen yıl parlamento seçimlerinin sonuçları itibarıyla ılımlı İslamcılar, Türkiye'de laik kesimi ve milliyetçileri ciddi bir yenilgiye uğrattı. Daha sonra Recep Tayyip Erdoğan yeniden Başbakan oldu, Cumhurbaşkanlığına ise en yakın siyasi arkadaşı Abdullah Gül seçildi. Bunun sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti'nde ilk kez yargı gücü dışında, iktidar kadroları İslamcı güçlerin kontrolüne geçti. Kemalist rejimli Türkiye'de bu tür bir siyasi yapının ortaya çıkmasının, iç çelişkilerin yoğunlaşması bakımından tehlikeli olacağı önceden tahmin edilebilirdi. Geleneksel olarak, Türkiye'nin iç politikasında İslamcılarla milliyetçiler arasındaki mücadele, önemli faktörlerin başında geliyor. Bu iki güç arasındaki anlaşmazlıklar, zaman zaman askeri müdahalelerle sonuçlandı. Daha önce ülkede dört kez askeri darbe yapıldı. Bu, Türkiye'nin devlet yapısının özelliğine bağlı. Zira ülke yönetiminde ordu her zaman kilit rol oynamaktadır. Ordu, laik rejiminin korunması konusunda fiiliyatta başlıca garantör görevini üstlenmiş durumda.
Son zamanlarda Türk toplumunda, ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından belirlenen bazı ilkeler konusunda giderek yaygınlaşan farklı eğilimler çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Bunun nedeni de şu: Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana Türkler, başlıca çelişki olan, İslamı mı yoksa Atatürk'ün vasiyetlerini mi seçmeleri konusunda karar veremediler. Bir yandan, ülke yönetiminin tüm çabalarına rağmen Kemalizm, Türklerin bilincinden Müslüman ideolojisini bir türlü dışlayamadı. Diğer yandan da, toplumun büyük bir kısmı İslamın rolünün artması gereğine inandı. Türkler, her zaman güçlü ve etkili bir ordunun olmasını istediler. Bunun için Türkiye'deki askeri çevreler, bir nevi elit konumunda bulunuyor ve geniş yetkilere sahip. Ordunun rolü, Türklerin, Kemal Atatürk'e olan özel yaklaşımına bağlı. Çünkü, vaktiyle Atatürk başkomutan olarak Türkiye'yi parçalanmadan kurtararak, şimdiki Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olmuştur.
İşin dramatik tarafına gelince; bugünkü Türkiye'nin dayandığı başlıca iki ideolojinin, birbiriyle ciddi bir cepheleşme içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu cepheleşme on yıllar boyunca giderek artmıştır. Bu nedenle, toplum arasında, iki ideolojiden hangisinin öncelikli olması gereği sürekli olarak gündeme geliyor.
Öte yandan, Erdoğan ve Gül'ün şartlı İslamcılar olduğunu söyleyebiliriz. Teklif ettikleri yönetim modeli, örneğin İran veya Suudi Arabistan'daki gibi klasik bir İslam yönetim modeline asla benzemiyor. Bu durumda Başbakan ve Cumhurbaşkanına, mecliste CHP ve MHP olarak temsil edilen muhafazakar eğilimli milliyetçiler aleyhinde hareket eden büyük reformcular denebilir. Bugün hükümet ve muhalefet arasındaki başlıca çelişki, ülkede yetkilerin yeniden paylaşımıdır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan devleti yönetmede ordunun rolünü azaltmadan yanayken, muhalefet bunun imkansız olduğuna inanıyor.
Burada garip olan "Türk İslamcılığı" denen şeyin, asla Avrupa'yı tedirgin etmemesidir. Zira Batı, Erdoğan ve Gül'e ciddi ve güvenilir politikacılar gözüyle bakıyor. Brüksel, Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerini özellikle bu politikacıların sayesinde başlattı. Üstelik, AB'nin yetkilileri, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılmasına karşı olduklarını açıkladılar. Çünkü, hükümet türban konusunda topluma hiçbir şey empoze etmeyi çalışmıyor. Büyük şehirlerde, özellikle de taşrada yaşayan birçok Türk kadını, türban yasağının uygulanmasından rahatsız durumda. Uygulama, vatandaşların tercihine bırakılmalıdır. Buna rağmen, milliyetçilerin kuşkuları asla mesnetsiz değil. Öncelikle, büyük kentlerde dini etkenin güçlü olmadığını belirtelim. Fakat taşrada durum farklı. Bu bakımdan, din, seçmenleri etkilemede çok uygun bir araç konumunda ve bu bakımdan avantaj AKP'de görünüyor. Erdoğan'ın karşıtları, Türkiye'de İslam kartını oynayabilecek güçte değil. Eğer Erdoğan ve Gül ekonomi, iç ve dış politikada önemli hatalar yapmazlarsa, görünür gelecekte yapılacak genel seçimleri milliyetçilerin kazanma şansı son derece düşük olacak. Anlaşılan, Türk milliyetçileri zor durumda. Atatürk zamanından bu yana konumları bu kadar zayıf olmamıştı. Bugün milliyetçiler, ancak iktidar partisine karşı dava açan yargı organları ve ordu tarafından destekleniyor. Fakat, milliyetçilerin hükümetle ihtilafta ordunun kesin desteğini alıp almadıkları henüz belli değil. Tabii, generallerin kuşkulanması için ortada bazı nedenler var. Çünkü askerler, Türban yasağının kaldırılmasından başka, Erdoğan'ın seçim kampanyası sırasında ordunun yetkilerini sınırlayacağı vaadini iyi hatırlıyor. Ancak, Başbakan ve Cumhurbaşkanının söz ettiği kapsamlı reformlar henüz başlatılmadı ve ordunun güçlü nüfuzu hala devam ediyor. Türkiye'de devlet darbelerinin devamı, Ankara'nın AB'ye üyelik ümitlerini suya düşürecektir. Ordunun bu şartlar altında radikal hareket etmesi zor. Bununla birlikte askerler, din alanında kabul edilen bazı değişikliklerin daha büyük mahiyet kazanmaması için dikkatli davranacaklar.
Bu arada, AKP kendini savunmaya hazırlanıyor. Davanın en az altı ay sürmesi bekleniyor. Halihazırda partinin önde gelen hukukçuları, suçlamaları bertaraf etme yöntemlerini araştırıyor. Örneğin, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Turkish Daily News gazetesine verdiği demeçte, öncelikle Anayasa Mahkemesi'ne üç bölümden oluşan ve açıklama niteliği taşıyan bir mektubun yollanacağını belirtti. İlk bölümde siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili uluslararası örgüt ve hukuk uzmanlarının tavsiyeleri yer alacak. İkinci bölümde, Başsavcının, AKP'ye karşı yönelttiği suçlamalara ilişkin hukukçuların yorumlarına yer verilecek. Üçüncü bölümde ise, iddianamedeki hatalara yer verilecek.
Fakat, söz konusu mektup ve iktidar partisinin mahkeme karşısında kendini aklamak için yapacağı savunma formaliteye benziyor. Belli ki yargıçlar, suçlanan tarafın delillerine değil, kendi siyasi tercihlerine göre hareket edecekler. Aynı zamanda, AKP'nin elinde, kapatmayı önlemek için daha karmaşık ve aynı zamanda hukuk açısından kusursuz bir yöntemi var: Referanduma gitmek. Eğer Erdoğan bu yönteme başvurursa, Türk toplumu ona mutlaka destek verecektir.
Milliyetçilerin hayal ettiği şeyin gerçekleşmesi ve Anayasa Mahkemesi'nin AKP'yi kapatma şansı çok az görünüyor. Buna rağmen milliyetçiler başlattıkları davadan bir ölçüde kazançlı çıkabilirler. Zira, bir kez daha hükümeti eleştirme olanağına sahip oldular. Ancak bu, muhalefetin taktik bir başarısı olabilir. İleri sürülen suçlamalar, hükümetin aşamayacağı engeller değil. Ordu kışlada kaldıkça, AKP son genel seçimlerde elde ettiği avantajı sonuna kadar kullanacaktır.