ENGLISH
  Güncelleme: 14/05/2008

2008-05-02 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

2008-05-02 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

BERLİNER ZEİTUNG: "POTANSİYEL BİR ÜYE ADAYI"

BERLİN, 24/04(BYE)--- Tirajı günde 174 bin olan liberal eğilimli Berliner Zeitung'un 24 Nisan 2008 tarihli sayısında, Thorsten Knuf imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn ile yapılan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

KNUF: Türkiye'nin de günün birinde AB üyesi olması bekleniyor. Müzakereler ağır bir tempoda ilerliyor. Buna rağmen bu yıl içerisinde dört müzakere başlığını daha görüşmeye açmak istiyorsunuz. AB üye ülkelerinin buna katılacaklarından emin misiniz?

REHN: Hayatta hiçbir şeyden tam olarak emin olamazsınız. Fakat bizim yapmak istediğimiz, müzakerelerin bu zamana kadar olan ritmiyle uyuşmaktadır. Tam üyelik müzakerelerine başlanıldığından bu yana, her yarım dönemde ortalama iki müzakere başlığı görüşülmeye açılmıştır. Son olarak benim müzakereleri hızlandırmak istediğim yazıldı. Bu doğru değildir. Benim amacım bu zamana kadar izlenen tempoyu muhafaza etmektir.

KNUF: AB, Ankara'dan özellikle "Türklüğe hakareti" cezalandıran TCK'nın 301. maddesinin esaslı bir şekilde değiştirilmesini talep ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, söz konusu kanun maddesini, bundan böyle Türkiye'ye hakaret edeni cezalandıracak şekilde değiştirmek istiyor. Sizce bu yeterli midir?

REHN: Bizim için belirleyici olan, Türkiye'nin düşünce özgürlüğü konusundaki eksikliklerini gidermesidir. Reform önerisi bu konuda ileriye yönelik atılmış bir ilk adımdır. Bizim için önemli olan sadece bir metnin değiştirilmesi değil, temel bir hakkın günlük yaşamda garanti altına alınmasıdır. Bu, Türkiye'nin bir sorumluluğudur.

KNUF: Türkiye'de Erdoğan'ın dindar-muhafazakâr AKP'sine yönelik bir kapatma davası bulunuyor. Acaba partinin yasaklanması AB müzakerelerinin derhal durdurulması anlamına mı geliyor?

REHN: Hemen yangına körükle gitmeyelim. Böyle bir durum henüz oluşmuş değil. Fakat bu durumda da geçerli olan şudur: Biz orada olup bitenleri görmezlikten gelemeyiz. Bizler, Türk yargısının ve aldığı kararların Avrupa standartlarına saygı göstermesi beklentisi içindeyiz. Bu, şu anlama gelir: Siyasi partiler ancak şiddet ve ırkçılık eğilimi gösterdikleri zaman ve terör çağrısında bulunduklarında veya teröre destek çıktıklarında yasaklanabilirler.

KNUF: Erdoğan'ın muhalifleri, kendisini, İslami bir teokrasi oluşturmayı hedeflemekle itham ediyorlar. Bu konuda Erdoğan ile ilgili sizin tecrübeleriniz nasıldır?

REHN: AB esas itibariyle herhangi bir parti yanında yer almaz. Bizim için önemli olan parti ve hükümetlerin demokratik prensiplere dikkat edip etmemeleridir.

KNUF: Peki, Erdoğan buna dikkat ediyor mu?

REHN: AKP hükümetinin ülkeyi AB rotasına sokabilmek için bir dizi reform başlattığını görüyoruz. Bu bağlamda AKP hükümeti ölüm cezasını kaldırmış ve ceza kanununun geniş bir kısmını reforme etmiştir. Tüm eksikliklere rağmen, Türkiye hiçbir zaman olmadığı kadar AB'ye yakınlaşmış durumdadır. Ülke, iç siyasette yaşadığı krizlerin üstesinden gelmek durumundadır. Bu, en iyi şekilde izlediği reform yanlısı siyasete yeni bir canlılık kazandırmakla olacaktır. Ve birbirleriyle rekabet içinde bulunan siyasi hareketlerin uzlaşmayı öğrenmeleriyle olacaktır.

FRANKENBERGER ZEITUNG: "GIDA KRİZİ, TÜRKİYE'NİN AB'YE KATILIM ŞANSINI YÜKSELTİYOR"

ANKARA, 24/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Frankenberger Zeitung'un 24 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Deutschebank Baş Ekonomisti Norbert Walter, Dünya Çapındaki Gıda Krizi Nedeniyle, Türkiye'yi AB'ye Katılım İçin Daha Şanslı Görüyor:  "Tarımsal Yeterliliği ve Ekilebilir Topraklarıyla Katkı Sağlayabilecek Her Ülke Bizi Sevindirmeli"--

Deutschebank Baş Ekonomisti Norbert Walter, dünya çapındaki gıda krizi nedeniyle Türkiye'yi AB'ye katılım için daha şanslı görüyor. Walter, Deutsche Welle'ye şöyle konuştu: "Gıda fiyatlarının nasıl arttığını, günümüzde her parça toprağın en iyi biçimde işlenmesi gerektiğini gözlemleyen herkes, tarımsal yeterliliği ve ekilebilir topraklarıyla katkı sağlayabilecek her ülkeyi sevinçle karşılamalı."
Bunun yalnızca Türkiye ile değil, Romanya ve Polonya ile de ilgili olduğunu belirten Walter, Avrupa Birliği'ne yeni tarım ülkelerinin katılması söz konusu olduğunda, birliği mali yönden ayakta tutan ülkelerin hiç bu kadar rahat olmadığını, çünkü toprağı işleyerek para kazanma perspektifinin hiç böylesine faydalı olmadığını söyledi.  

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "TÜRKİYE REFORM YOLUNDA"

BERLİN, 25/04(BYE)--- Tirajı günde 148 bin olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 25 Nisan 2008 tarihli sayısında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

--Partiler ve Seçim Yasasının Değiştirilmesi Öngörülüyor--

Türkiye'deki iktidar partisi AKP, anayasada yapacağı birtakım değişiklikler ve reform yasalarıyla, duraklamaya girmiş AB üyelik sürecine yeniden hız kazandırmak istiyor. AB, son dönemde Ankara'nın azalan reform şevkini defalarca eleştirmişti. Adalet Bakanlığının hazırladığı reform paketinin bir unsuru da AB'nin uzun zamandır eleştirdiği TCK'nın "Türklüğe hakaret" ile ilgili 301. maddesidir. Hükümet aynı zamanda, gayrimüslim cemaatlere yönelik haksızlıkları ortadan kaldırmayı ve kadın ile çocuk haklarını güçlendirmeyi de planlıyor.
Ayrıca, siyasi partilerin bundan böyle parlamento seçimleri için adaylarını ön seçimlerle belirlemeleri öngörülüyor. Şimdiye kadar adaylar parti liderleri tarafından belirleniyordu. Bununla birlikte hükümet, milletvekillerini mal varlıklarını ayrıntılı olarak beyan etmeye zorlamak istiyor. En önemli sayılabilecek değişiklik belki de, hükümetin yüzde 10 barajını yumuşatmak istemesidir.
Reform paketinde ayrıca, parti yasaklamayı zorlaştıran iki anayasa değişikliği daha öngörülüyor. Bunun için, hükümetin muhalif partilerin desteğine ihtiyacı var. Ancak muhalif partiler böyle bir anayasa değişikliğine kesinlikle karşı çıkıyorlar.

SÜDWEST PRESSE: "ERDOĞAN'IN REFORM PAKETİ"

ANKARA, 29/04(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Südwest Presse gazetesinin 29 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlananAnkara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Türk Hükümeti Reformlarla, AB'yi ve Muhalefeti Yumuşatmaya Çalışıyor--

Türkiye'nin reformları yavaşlatması, AB'nin eleştirisine neden oluyor. Başbakan Erdoğan'ın İslami muhafazakâr hükümet partisi geçen seneyi Kemalistlerle yaşanan iktidar kavgası ışığında geçirirken, mart sonundan itibaren de AK Partiye yönelik açılan kapatma davası ile meşgul. Türkiye'nin 2006 yılından itibaren müzakereleri sürdürdüğü AB, kapatma davasını eleştirip, durgunluk noktasına gelen reform konusunda ihtarda bulundu.
Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan refom paketinde, AB tarafından eleştirilen ve "Türklüğe hakareti" suç sayan 301. madde de yer alıyor. Bu değişiklikle kiliselere yönelik haksızlıkların da giderilmesi planlanıyor. Ayrıca, kadın ve çocuk haklarının güçlenmesi, parti ve seçim kanununda değişikliklerin yapılması planlanıyor. Siyasi partiler bundan böyle ön seçim yöntemiyle genel seçimlere gidecek. Bu zamana değin parti başkanları tarafından belirlenen adaylara yönelik seçim giderleri 50 kuruşla sınırlı tutulacak.
Milletvekilleri de gelirleri hakkında daha detaylı bilgi vermekle yükümlü tutulacak. Planlanan değişiklikler arasında önem arz eden konuların başında yüzde 10 barajı geliyor. Hükümet bu konuyu gevşetmeye çalışıyor.
Reform paketinde, parti kapatmalarını zorlaştıracak iki değişikliğin içermesi planlanıyor. Hükümetin bunu yapabilmesi için muhalefet partisinin desteğine ihtiyacı var. Ancak, muhalefet böyle bir değişikliğe hiç de sıcak bakmıyor. Başbakan Erdoğan, buna rağmen yüzde 10 barajını da içeren kapsamlı bir reform paketi ile bu desteği sağlamaya çalışıyor.
Başbakan Erdoğan böylelikle 20 milletvekili ile Parlamentoda temsil edilen Kürt yanlısı DTP'yi kazanmayaçalışıyor. DTP'nin bunu desteklemesi için iki nedeni var: Bunun sonucunda Parlamentodaki dağılım kendi lehine dönüşebileceği gibi kapatma davasıyla karşı karşıya olması nedeniyle anayasa değişikliği de işine gelebilir.

 

AVUSTURYA BASINI

DIE PRESSE: "GENİŞLEME... PARİS... TÜRKİYE REFERANDUMUNDAN VAZGEÇİLİYOR"

ANKARA, 24/04(BYE)--- Avusturya'da yayımlanan Die Presse gazetesinin 24 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında yukarıdaki başlık altında yayımlanan DPA kaynaklı ve Paris çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Hükümet Konuya İlişkin Yasayı Meclisten Geçirdi--

Fransa Hükümeti beyanında ciddi: Hükümet, yeni AB katılımlarına ilişkin zorunlu referandum uygulamasından vazgeçiyor. Buna dair bir yasa tasarısı çarşamba günü Bakanlar Kurulunda kabul edildi. Bu yasa tasarısında oylamanın bundan böyle halka mı yoksa Parlamentoya mı bırakılacağı Cumhurbaşkanının inisiyatifine kalıyor. Zorunlu referandum uygulamasına eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac döneminde geçilmiş ve bununla özellikle Türkiye'nin katılımı hedef alınmıştı.
Hükümet Sözcüsü Luc Chatel, "Zaten Türkiye AB'ye katılmasın, daha ziyade AB ile güçlü bir ortaklık bağına kavuşsun" şeklindeki sözleriyle, planlanan yasa değişikliğini savundu. Tasarı 20 Mayıs'ta Parlamentoda görüşülecek.

KURIER: "AB İLE İMTİYAZLI ORTAKLIK DİYE BİR ŞEY OLMAYACAK"

VİYANA, 24/04 (BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 22 Nisan 2008 tarihli sayısında, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Sinan Ülgen ile yapılan ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

Kurier gazetesi, Sinan Ülgen ile aşağıdaki konularda görüştü:

--Plassnik'in Ziyaretinin Önemi--

Avusturya, Türkiye'nin katılımı konusunda en çok sorun çıkaran ülke olarak görülüyor. Bu ziyaret sembolik bir anlam taşıyor. Plassnik, Avusturya'nın Türkiye sorununu nasıl gördüğünü bize açıklayabilir. Avusturya'nın bundan önceki beyanları burada olumsuz olarak algılandı.

--Güncel Laiklik ve Demokrasi Tartışmasının Önemi--

Bu köklü tartışma ülkenin kimliği ile yakından ilgili, AKP'nin kapatılma ihtimali yüzünden önem kazanıyor. Biz bunu çoktan yapmalıydık. Kuşkusuz ki demokrasi ile laiklik birbiriyle bağlantılı olgular. Bunların arasında doğru dengeyi bulmak lazım. Mutlak bir demokrasi yoktur. Türkiye'de yaşayanların büyük bir çoğunluğunun Müslüman olduğu bir gerçek. Bir model yok. Ama dünyada Türkiye kadar çok şey elde etmiş ikinci bir ülke de yok. İslam, demokrasi, modernleşme ve laiklik arasında bağlantı kurmaktan söz ediyorum.

--Azınlıklara ve Diğer Dinlere Verilen Haklar--

Din özgürlüğünü garanti etmek zorundayız. Ama aynı zamanda, dindar olmayan kişilerin haklarını da korumamız gerekir.

--AKP'nin Kapatılma İhtimali--

Kuşkusuz ki bu bir iç savaş anlamına gelmiyor. AKP'nin kapatılmamasını ve reformların sürdürülmesini umuyorum. AKP'nin kapatılması halinde, üyeler yeni bir parti kurabilir. Bu, geçmişte de oldu. Kapatma, Türkiye'deki demokrasiye her halükarda olumsuz etki yapacaktır.

--Reformların Durması--

Bu, AKP'nin köklü bir hatası. AKP, AB sürecine stratejik değil de teknik bir şeymiş gözüyle bakıyor.

--Müzakerelerin Başarısızlığa Uğraması Halinde "Plan B"--

"Plan B" diye bir şey yok. Biz AB üyesi olmak istiyoruz. Kesin olan tek şey: Katılım konusunda referandum yapılacak. Anayasa hukukunda bu öngörülmüyor, ama ülkenin geleceğine ilişkin böyle önemli bir konuda halkın karar vermesi gerekir.

--İmtiyazlı Ortaklık--

AB'nin karar vereceği, Türkiye'nin de bu kararlara uyacağı böyle bir model hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Politika böyle bir modeli hiçbir zaman kabul etmez.

 

FRANSA BASINI

LE MONDE: "AVRUPA İLE TÜRKİYE ARASINDAKİ İKİLEM"

PARİS, 25/04(BYE)--- Tirajı günde 314 bin olan Le Monde gazetesinin 25 Nisan 2008 tarihli sayısında, Thomas Ferenczy imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Avrupa Birliği ile Türkiye arasında, bu aday ülkenin birliğin müktesebatına uyumunu belirlemek ve yeterli bulunmadığı takdirde kendisini teşvik etmek üzere yılda iki oturum şeklinde ilginç bir müzakere sürüyor. Ekim 2005'te katılım müzakerelerinin başlatılmasından bu yana 35 başlıktan 6'sı açıldı. Şimdilerde Slovenya, ardından Fransa'nın devralacağı dönem başkanlıkları süresince de yeni başlıkların açılması bekleniyor. Katılım müzakerelerini Türkiye ile aynı anda başlatan Hırvatistan ile mukayese edersek, Türkiye'de müktesebat uyumu konusunda ilerleme yavaş olsa da duraklamıyor.
Ancak bu müzakereleri tuhaf kılan da aslında boşa dönüyor olması. 27'ler, Kıbrıs'ın gemi ve uçaklarına liman ve havalimanlarını açmayı reddeden Ankara'yı cezalandırmak için Aralık 2006'da, gümrük birliğine ilişkin 8 başlık konusunda müzakerelerin askıya alınması, diğer başlıkların ise sonuçsuz bırakılması yönünde karar aldılar.
Ayrıca Fransa, Türkiye'yi tam üyeliğe götürecek başlıklar üzerinde müzakere etmek istemiyor. Yani kısacası müzakere düşünün korunduğu, ancak asıl zorluklardan kaçınılan bir aldatmaca sürdürülüyor.
Brüksel'in, Türk Anayasa Mahkemesinin, laikliğe aykırılık gerekçesiyle açılan ve iktidardaki İslamcı partiyi kapatmaya götürebilecek, liderlerine de siyaset yasağı getirebilecek kapatma davası çerçevesindeki soruşturmasına tepkisi de garip. Genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn'in aracılığıyla Avrupa Komisyonu, ülkede demokrasinin ihlal edildiğini ifade ediyor, halk oylamasının hakimlerin yetkileri üzerindeki üstünlüğünü dile getiriyor ve meselenin hukuki tartışmaların yetki alanında olmadığını, siyasi anlamda çözülmesi gerektiğini vurguluyor.
Oysa hukuk devletinde esas olan -ki bu Avrupa Birliği'nde sürekli savunulan bir husustur-, anayasanın üstünlük kavramı ve adaletin gerektiğinde hükümeti denetlemesini sağlamak değil midir?
Erdoğan hükümetinin böyle bir tehditten kaçabilmesi için tek yolu, tıpkı üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması yönünde yaptığı gibi, şimdi de parti kapatmayı zorlaştırmak üzere bir kez daha anayasada değişiklik yapma çözümüdür.
Ancak peş peşe yapılan bu düzenlemeler, AB'nin Türkiye'den reformları hızlandırmasını talep ettiği sırada yetersiz görünüyor. Ülkeye yapığı ziyaret sırasında Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso'nun da ifade ettiği gibi, Türk yetkililerden ifade özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldırmaları bekleniyor.
Zira AB'nin tutumu şüpheler uyandırıyorsa, Erdoğan'ın kararsızlıkları da kaygıya neden oluyor. Londra merkezli Avrupa Reform Araştırmaları Merkezi Başkan Yardımcısı Katinka Barysch, Türk Başbakanın ülkesini demokrasiye doğru götürme konusunda gerçekten kararlı olup olmadığını sorguluyor. Barysch ayrıca, Türkiye'nin Avrupalı dostlarının Türkiye'de pek çok kişiyi de kaygılandıran ve "giderek tırmanan İslamlaştırma tehdidini" hafife alıp almadıklarını da sorguluyor.
Her iki tarafta da mevcut şüphelerin, güvensizlik ortamını daha da artırması önlenmek isteniyorsa, Ankara'da olduğu kadar Brüksel'de de bazı hususların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

AFP: "SARKOZY, TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRİŞİ KONUSUNDA REFERANDUM DÜZENLEYECEK"

PARİS, 24/04(AFP)(BYE)--- Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dün bir televizyon kanalına verdiği mülakatta, Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı olduğunu yineleyerek, bu konu gündeme geldiğinde referanduma başvuracağını açıkladı.
Cumhurbaşkanı seçilmesinin yıl dönümü vesilesiyle düzenlenen televizyon programında Sarkozy, "Türkiye'nin AB'ye girmesine her zaman karşı çıktım. Türkiye Avrupa'da değildir. Fransa Cumhurbaşkanı olduğum süre içinde Türkiye'nin AB'ye girmesi gündeme gelirse referanduma başvururum" dedi.
Öte yandan, Sarkozy referandum prensibinin ileride AB'ye girecek diğer ülkeler için otomatik olarak uygulanması fikrine karşı olduğunu da belirtti.
Sarkozy sözlerine şöyle devam etti: "Referandum fikrini otomatikleştirmek yanlış olur. İleride İsviçre, AB'ye girmek isterse referandum yapılmaz. Onlar zaten Avrupalı."

 

İNGİLTERE BASINI

FINANCIAL TIMES: "TÜRKİYE'Yİ AVRUPA RÜYASINDA DÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATMANIN TEHLİKELERİ"

ANKARA, 28/04(BYE)--- Financial Times'ın 28 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, John Thornhill imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Son 50 yıldır Avrupa Birliği hayret uyandıran bir başarıyla son derece faydalı birşeyi ihraç etmektedir: istikrar. AB üyelik vaadi İspanya ve Portekiz'e faşist tarzdaki diktatörlüklerden sıyrılmalarına yardımcı oldu. Bunun yanı sıra birçok orta ve doğu Avrupa ülkesinin Sovyet hakimiyetindeki güdümlü ekonomiden, gelişen pazar demokrasilerine geçişlerini de kolaylaştırdı. AB'nin sihirli iksiri, aynı şekilde istikrara ve Avrupa'da kabul görmeye can atan bir ülke, Türkiye üzerinde neden etkili olmasın ki?
Türkiye'nin -AB'ye- katılmasına muhalefet edenler bu ülkenin AB'ye katılmak için fazlasıyla büyük, yoksul ve yabancı olduğunu söylüyorlar. Bu grup, 72 milyon nüfuslu, kişi başına gelirin Avrupa ortalamasının oldukça altında olduğu ve aşırı milliyetçi bir siyasi kültürün, ılımlı bir sıkı idare yanlılığı ile İslamcı bir popülizm arasında gidip geldiği Türkiye'nin hiçbir zaman Avrupalı kulübün mutlu bir üyesi olmayacağını söylüyorlar. Türkiye'nin siyasi istikrarsızlık yaşadığı son devre, sadece onun uygunsuzluğunu doğruluyor. Yargı yetkilileri tarafından iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) kapatılması ve Cumhurbaşkanı ile Başbakanın da aralarında olduğu demokratik biçimde seçilmiş siyasetçilere siyaset yasağı getirilmesi yönündeki girişimin, Türkiye'nin Avrupa'dan uzaklığının altını çizdiğini söylüyorlar.
AB dönem başkanlığını gelecek temmuz ayında devralacak olan Fransa, Türkiye'nin tam üyeliğine resmen karşı çıkıyor ve bunun yerine "imtiyazlı ortaklık" önerisinde diretiyor. Seçim öncesi dağıtılan bir kitapta Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin katılmasının "tam da Avrupalılık kimliği kavramına ölümcül darbeyi indireceğini" yazmıştı.
Son birkaç ayda Fransa, tonunu yumuşattı. Altı aylık AB dönem başkanlığı sırasında Türkiye'nin katılım sürecinde iki veya üç başlık daha açabilir. Bölünmüş Kıbrıs adası üzerinde bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olarak Türkiye'nin üyeliğinin önündeki en büyük engellerden birini kaldırması yönünde çok uzak bir ihtimal bile var. Ancak Paris, 35 başlıktan AB'ye tam üyeliği öngören ve bir kısmı avro, bütçe ve bölgesel politikayla ilgili beş başlığın açılmasını engelleyeceğinde ısrarlı.
Türkiye açısından bakıldığında bazı AB üyelerinin, devam ettiği sırada katılım süreci üzerinde yeniden düşünmeye meyilli olmaları küçük düşürücüdür. 2004'te bütün AB üyeleri katılım görüşmelerinin açılmasına destek vermişlerdi. Fransa'nın, Sarkozy liderliğinde yön değiştirmesi Ankara'nın içine dert olmasının yanında Fransa'nın Türkiye'deki ticari çıkarları açısından da ters tepti. Türkiye'nin devrimci cumhuriyeti bazı hususlarda Fransa'yı model almıştır: Fransızlar gibi Türkler de devlet ile dini kurumların (caminin) keskin ayrılığına inanırlar. Yazar Mustafa Akyol "Türkiye Fransa hayranı bir ülkedir" diyor.
Türkiye'nin ekonomik açıdan yeniden yükselişi AB ekonomisini hareketlendirmiştir. Bu ülke, diğer Avrupa kuruluşlarının çoğuna katkıda bulunmaktadır; Avrupa Futbol Şampiyonluğu ve Eurovizyon Şarkı Yarışmasına da katılmaktadır. Yıllardır Türkiye NATO'da hayati bir rol oynamıştır. Uluslararası düşünce kuruluşu International Crisis Group'un öne sürdüğü üzere "antlaşmaları, tarihi, kurumsal ilişkileri, güvenlik yönelimi ve ideolojik hedefi ile Türkiye bir Avrupa ülkesidir."
Yukarıda denildiği gibi Türkiye hâlâ bir dönüşüm içinde olan bir ülkedir. Önümüzdeki birkaç yıl içinde her iki tarafta da daha çok şey değişebilir. Türkiye istemeyerek, AB içerisinde birliğin genişletilmesi veya derinleştirilmesi hususunda dönen tartışmanın kısmen de olsa kurbanıdır. Bazı federalistler Türkiye'nin katılımının, Avrupa entegrasyonunun artırılması yönündeki amaçlarını ortadan kaldıracağından eminler. Türkiye hakkındaki tartışma genellikle sadece Türkiye olmaktan uzak.
AB'nin zorlu katılım kriterlerini yerine getirse bile Türkiye, bütçeyle ilgili nedenlerden ötürü 2014'ten önce AB'ye katılamaz. O zamana dek AB içindeki kamuoyu değişmiş olabilir ve Sarkozy artık görevde olmaya da bilir. Hatta Türk halkının kendisi AB tam üyeliğinin siyasi bağımsızlıklarını fazlasıyla sulandırabileceği fikrine varabilir.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan geçen yıl yeniden seçildiğinden bu yana reformlara devam etmek konusunda başarısız oldu ve yargıyla bir bilek güreşi halinde. Türkiye'nin AB'nin demokratik ilkelerine uyumlu ve azınlıkların -özellikle de Kürtlerin- haklarını korur hale gelmesi için önünde çok uzun bir yol var. Avrupalı bir gözlemci AB-Türkiye ilişkilerini şöyle özetliyor: "Biz sizi alacakmış gibi yapıyoruz, siz de reform yaparmış gibi."
Büyük belirsizliklerin varlığına karşın AB ile Türkiye arasında daha fazla uyum sağlanması her iki tarafın da yararına olacaktır. Şimdilik nihai karar konusunda didişmek yerine umutla yola devam etmek çok daha iyi olacaktır. Bu sebeple Türkiye'nin katılım sürecinin önünü tıkamak AB'nin sihirli iksirini zehre dönüştürecek ve korunmaya çalışılan istikrarı tehlikeye atacak akılsızca bir şey olacaktır.

OPEN DEMOCRACY: "TÜRKİYE'DE DEĞERLER ÇATIŞMASI... AVRUPA'YA BİR UYARI"

ANKARA, 30/04(BYE)--- Open Democracy adlı internet forum sitesinin 29 Nisan 2008 tarihli sayfasında, Cem Özdemir imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

Türkiye bir yıla yakın bir süredir derin bir iç kriz yaşıyor. Kriz, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılmasını talep eden iddianameyle birlikte doruğa çıktı. İlk bakışta bu dava partinin sadece anayasa ile güvence altına alınmış olan Türkiye'nin laik karakterini tehdit edip etmediği meselesiyle ilgileniyor. Fakat daha derinlemesine bir bakış, Türkiye'nin parlamenter demokrasisinin test edildiği ve hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik devlet ile otoriter bir sistem arasında bir seçim yapılması gibi daha başka şeyleri de açığa çıkarıyor.
AKP'nin kapatılması istemini çevreleyen, başörtüsü sorununun yanı sıra laik Cumhuriyetin kimliği gibi müstakil çekişmeler, ülkenin Avrupa'ya yönelimini tehdit altına alan siyasi değerler çatışmasının temel unsurlarını oluşturuyor.Türkiye'nin zaten hayata geçirilmiş ve Avrupa perspektifinden açık bir şekilde haklı bulunan reformları, ülkenin etnik ve kültürel olarak homojen bir Türkiye vizyonuna sahip elit kesimi tarafından hoş karşılanmıyor. Bu kesim, Brüksel'in Avrupa Birliği üye ülkelerindeki etkinliğinin aynısına Ankara üzerinde de sahip olmasının uygun olmadığını düşünüyor.

--Türkiye Cumhuriyeti'nin Laik Karakteri--

Avrupa Birliği yıllardır Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül gibi üst düzey AKP'li siyasetçilerle müzakerelerde bulunuyor, onlarla yakın siyasi diyalog içerisine giriyor. Avrupa, onları, en az Birlik içindeki önemli siyasi figürler kadar kendini adamış demokratlar olarak görüyor. AKP'nin önde gelen üyeleri, ülkelerini hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve azınlık haklarının tartışılmaz olduğu ve din ile devlet ayrılığının geçerli olduğu Avrupa Birliği doğrultusunda yönlendirme arzusunu taşıyor.
AKP'nin liberalden ziyade İslamcı-muhafazakar bir parti olduğu kesinlikle doğru ve seçmenlerinin çoğu da bu görüşü paylaşıyor. AKP yönetimindeki bazı belediyelerde alkol satışının yasaklanması, çıplak bedeni gösteren reklam afişlerinin kaldırılması veya kadın-erkek rollerine ilişkin anlayış, aile hayatına atfedilen değer ve homoseksüellerin haklarıyla ilgili düşünceler buna örnek teşkil ediyor. Bu tarz politikalar toplumda gerilimleri ateşleyebilir.
Avrupa Birliği, Türk sivil toplumuyla beraber Türkiye'de kişi haklarının dini, milli veya başka sebeplerle sınırlanıp sınırlanmadığını dikkatle izlemeye devam edecek. AKP ile Yeşiller Partisi mensubu olarak benim görüşlerim belirgin biçimde farklı olmasına rağmen, ben, AKP'nin Türkiye'nin laik karakterini ve hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırmayı hedefleyen "gizli bir gündemi" olduğuna dair bir emare görmüyorum. Fakat, Türkiye'de demokrasi ve hukukun üstünlüğü taraftarı olup, askeri darbeye karşı çıksalar dahi pek çok insan buna inanıyor. Sonuç olarak AKP kendisine şu soruyu yöneltmeli: Neden kentli, kadın, azınlık mensubu birçok insan bu korkuları paylaşıyor.

--Avrupa Birliğinin Rolü--

Türkiye ile ilgilenen Avrupalılar şu anda ülkenin Avrupa Birliğine katılım sürecinin askıya alınmasını tartışmak için bir neden görmüyor. Fakat bu, böyle bir seçeneğin kategorik olarak tamamen dışlanacağı anlamına gelmiyor. Prensip olarak Avrupa Birliği, hükümeti parlamenter demokrasinin temel kurallarını ihlal eden, hukukun üstünlüğünü çiğneyen ve laik sistemi gizlice kaldırmaya çalışan bir ülke ile katılım müzakerelerini sürdürmez. Fakat şu an ben ve meslektaşlarım Türkiye'de bu tarz tehlikeler görmüyoruz. Bu şartlar altında, Türkiye'ye kapıları kapatma yönünde Brüksel'den gelecek acele bir karar çok tehlikeli olabilir. Bunun yerine Avrupa Birliği ve üye ülkeler, devam eden katılım sürecine halen inandıkları, reform yolunda Türkiye'yi ciddi olarak destekleyecekleri ve bu süreç boyunca Kopenhag Kriterlerinin ölçü olarak kalmaya devam edeceği olumlu ve net bir tavır belirlemeliler.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine yönelik katılım süreci, iki tarafın da düşüncesiz bir biçimde tehlikeye atamayacağı yegane fırsattır. Ortak hedef, Avrupa'da sağlıklı bir topluma sahip demokratik Türkiye'dir. Bu hayati sonuca ulaşmayı isteyen herkes, onu daima göz önünde bulundurmalıdır.

 

İSPANYA BASINI

EL MUNDO: "İNSAN HAKLARI VAKFINA GÖRE, AB'YE YAKLAŞMASINA RAĞMEN TÜRKİYE'DE İŞKENCE ARTIYOR"

ANKARA, 25/04(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Mundo gazetesinin 24 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) son raporunda, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) yaklaşmasına rağmen ülkede işkence olaylarının artışından şikayet ediyor.
Vakfın Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, önümüzdeki günlerde sunulacak olan "İşkence Atlası" isimli raporda, Türkiye'de işkencenin yeniden ortaya çıkmasına izin veren yetkilileri suçluyor.
Bakkalcı, "İşkence Atlası ve vakfımızın diğer çalışmaları, işkencenin giderek arttığını gösteriyor. Şiddet olayları sayı ve yoğunluk olarak artıyor" dedi.
236 sayfalık bu rapora göre, 1980 darbesinden bu yana ve hükümetteki Adalet ve Kalkınma Partisinin son yıllardaki "sıfır tolerans" sözüne rağmen Türkiye'de bir milyondan fazla kişi şiddete maruz kalıyor. TİHV'nin beş merkezi bulunuyor ve bu merkezlerde şiddete maruz kalanlarla ilgileniliyor. Örgüt, hükümete bağlı olmayan Avrupalı örgütler tarafından finanse ediliyor. TİHV'nin Başkanı Yavuz Önen, Brüksel'in "sadece resmi ilanları dikkate almaya" karar verdiğinden yakındı.
2005 yılından beri AB ile müzakerelerde bulunan Türkiye'de işkence olaylarının artışı, -rapora göre- terörle mücadele nedeniyle oluşturulan ortama bağlı.
Bakkalcı, "Güvenlik adına, farklı addedilenlere karşı herhangi bir suiistimali yasal kılma havası oluşturuldu" diyor.
TİHV, geçen 21 Mart'ta Kürtlerin yeni yılı olan "Nevruz" kutlamalarında yüzlerce kişinin Türkiye'nin güneydoğusunda tutuklandığını ve şiddete maruz kaldığını vurguluyor.
Adli ve siyasi sistemin "işkencecileri koruduğuna" işaret eden Bakkalcı, "Bu sonuçlar, şiddete son verme konusundaki samimi siyasi irade eksikliğine bağlıdır" diyor. TİHV, "İşkence Atlası"nın üniversitelerin hukuk ve tıp fakültelerinde kullanılmasını öneriyor, zira atlas, işkence yöntemleri, işkence teşhisi ve kurbanların muayenesi konusunda detaylı bilgi içeriyor.

 

KIBRIS RUM BASINI

SİMERİNİ: "TÜRKİYE'NİN KATILIMI HALK OYLAMASIYLA ONAYLANMALI"

LEFKOŞA, 25/04(BYE)--- Fanatik sağ eğilimli, EOKA-B çizgisinde Simerini gazetesinin 25 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan manşet haberin çevirisi şöyledir:

Kıbrıs'ta bulunan Yunanistan eski Savunma Bakanı Akis Çohacopulos, ülkesinin Türkiye'nin AB katılım sürecini desteklediğini buna karşın Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılıp katılmamasına Yunan halkı arasında düzenlenecek bir halk oylamasıyla karar verilmesi gerektiğini söyledi. Çohacopulos Simerini'ye verdiği demeçte, Türkiye'nin bu şekilde komşu ülkelerle ve "Kıbrıs ile" arasında var olan sorunların çözümüne katkıda bulunmak zorunda kalacağını, Avrupa Birliğine üye olabilmesi için de "Kıbrıs ile" ilgili sorunlarının çözülmesi için yaklaşımlarda bulunması gerektiğini ifade etti.
"Ermeni soykırımı"nın yıldönümü iddiasıyla düzenlenen etkinliklere katılmak için Kıbrıs'a gelen Çohacopulos, "Kıbrıs'ın Ermeni soykırımının konuşulacak en iyi yer olduğu, çünkü Kıbrıs'ın da Türkiye'nin yayılmacı politikası ve işgalinin kötü etkilerine maruz kaldığı" görüşünü ileri sürdü.
Kıbrıs sorunundaki yeni sürece de değinen Çohacopulos "gerçekçi bir yaklaşım için yeni bir başlangıç yaşanmakta olduğu yönünde genel bir izlenim olduğunu" ifade etti.
Çohacopulos, halk oylamasında Annan Planı'na olumlu oy veren Kıbrıs Türk tarafının bu plandan bahsetmesinin normal olduğunu, ancak herkesin artık Annan Planı'nın artık olmadığı bilincine varması gerektiğini söyledi.

 

ABD BASINI

UNITED PRESS INTERNATIONAL: "AB, TÜRKİYE'DEN REFORMLARDA ACELE ETMESİNİ İSTİYOR"

WASHINGTON, 24/04(BYE)--- United Press International haber ajansının 23 Nisan 2008 tarihli bülteninde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi, 53'e karşı 2 oyla Türkiye'den hukukun üstünlüğüyle ilgili reformlarda ilerleme sağlamasını isteyen bir raporu kabul etti.
New Anatolian gazetesi çarşamba günü, raporun taslağını hazırlayan Avrupa Parlamentosu'nun Hollandalı üyesi Ria Oomen-Ruijten'in, Türkiye'den çağdaşlaşma ve hukukun üstünlüğünün uygulanmasıyla ilgili reformların hızlandırılmasını istediğini bildirdi.
Raporda, "Türklüğe" hakaret etmeyi hukuka aykırı kabul eden Türk Ceza Kanunu'nun 301. Maddesi değiştirilirken çoğulcu ve farklı görüşlere yer verilmesi istendi.
Bunlara ilaveten, raporda Türkiye'nin teröre karşı Kürt ayrılıkçılarla mücadelesi desteklendi ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki siyasi durumu çözmesi istendi.

WASHINGTON TIMES: "YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERLE AB YOLUNUN AÇILMASI HEDEFLENİYOR"

ANKARA, 24/04(BYE)--- Washington Times gazetesinin 24 Nisan 2008 tarihli sayısında, Andrew Borowiec imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Lefkoşa çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Keskin siyasi tartışmaların ortasında Türk Parlamentosu, AB üyeliği için yürütülen müzakerelerin yolunu açma teşebbüsüyle Türk Ceza Kanunu'nun bazı bölümlerinde değişiklikler yapıyor.
Diplomatik kaynaklar önerilen metnin milliyetçi muhalefeti yatıştırma gayretinde olduğunu, ancak "Türklüğe hakaret"i cezalandıran Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini savunanları memnun etmeye yetmediğini söylüyor.
Söz konusu maddenin değiştirilmiş halinde "Türklük" kavramı kaldırılıyor ve "Türk milletini aşağılama" cezası üç yıldan iki yıla indiriliyor. Aralarında Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'un da bulunduğu birçok gazeteci ve yazar genelde Kürt azınlığa yönelik muameleler ve Birinci Dünya Savaşı'ndaki Ermeni soykırımı -ki Türkiye bunu ısrarla reddediyor- konusunda yazmaları nedeniyle bu madde çerçevesinde yargılanıyor.
Önerilen değişikliğe yönelik eleştiriler, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin "söz konusu kanunun sözcüklerini üstünkörü değiştirdiğini", ancak sorunlu kısımların hâlâ muhafaza edildiğini belirtiyor.
Strasbourg'daki Avrupa Konseyi Parlamento Meclisi, "ifade özgürlüğünü hukuken kısıtladığı ve gazetecilere karşı yasal ve diğer saldırıları onayladığı" gerekçesiyle maddenin yürürlükten kaldırılmasını istiyor.
Muhalefetteki Milliyetçi Hareket Partisi, bu yasanın, vatansever değerleri ve güçlü milliyetçi kimliği bir zamanlar "Avrupa'nın hasta adamı" olarak bilinen bir ülkeye aşılamak için mücadele eden Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasının bir parçası olduğu gerekçesiyle yasadaki her türlü değişikliğe karşı çıkıyor.
İstanbul Bahçeşehir Üniversitesinde siyaset bilimci olan Cengiz Aktar, 301. maddedeki değişikliklerin AB'yi etkilemesinin zor olduğunu söyledi. Ayrıca Aktar, Türk Ceza Kanunu'ndaki diğer maddelerin "ifade özgürlüğünü yok ettiğini" belirtti.
Türkiye'nin AB üyelik müzakereleri birçok konudan dolayı tökezliyor. Hükümet, Avrupa'nın, çoğunluğu Müslüman olan 70 milyonluk bir halkı önemli ölçüde kabul etmeye karşı çıkmasına rağmen reformları sürdürmekte ısrarcı.
Pazartesi günü Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik bir ortaklık formülünün Türkiye'nin tam üyeliğinden daha gerçekçi olacağını öne süren diğer Avrupalı yetkililerin arasına katıldı.
Plassnik, Ankara'ya yaptığı ziyaret sırasında "Bir Türk-Avrupa toplumunu mantıklı ve gerçekçi bir alternatif olarak görüyorum" dedi. Bu öneri Türkiye tarafından reddedildi ve Alman Şansölyesi Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından tartışıldı.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan dün Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği dışındaki herhangi bir formüle karşı çıktığını yineledi. Babacan, "Türkiye'nin AB'ye katılımını 21. yüzyılın en önemli barış projelerinden biri olarak görüyoruz" dedi.

 

İRAN BASINI

ISNA: "AB: TÜRKİYE'NİN ÜYELİK İÇİN 2023 YILINA KADAR BEKLEMESİ GEREKİR"

ANKARA, 25/04(BYE)--- İran Öğrenci Haber Ajansının (ISNA) 25 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

AB, ümitsizlik içeren mesajlarında Türkiye'nin bu Birliğe üyeliğini 2023 yılına bıraktı.
ISNA'nın Lübnan el Sefir gazetesine atıfta bulunarak aktardığı habere göre, AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Die Welt gazetesine yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Türkiye'nin AB üyeliği için önünde uzun bir yolu var."
Rehn şöyle devam etti: "Türkiye, reformları gerçekleştirmede kararlı olduğu takdirde 10-15 yıl daha, yani 2023'e kadar beklemesi gerekir. Fransa'nın Birliğin dönem başkanlığını üstleneceği bu yılın ikinci yarısından itibaren AB, Türkiye ile müzakerelere başlayacak." Diğer taraftan Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi, Türkiye'deki reformlar konusundaki özel bir raporu onayladı.
Bu raporda, AKP'nin faaliyetlerinin askıya alınmasına ilişkin Türkiye Anayasa Mahkemesine sunulan dilekçe, raporun en endişe verici maddesi olarak göze çarparken, AB, Türkiye Anayasa Mahkemesi'nden ülkedeki muhtelif partilerin kapatılması konusunda Avrupa kriterlerine uygun bir kararın alınmasını istedi.
Bu raporda Türkiye Kürdü eski bir kadın milletvekili ve Kürt asıllı 53 belediye başkanı aleyhinde hapis cezası kararının onaylanması eleştirildi. Eski yılların aksine bu yılki raporda Ermenistan konusuna işaret edilmedi.
AB Dış İlişkiler Komitesi de Türkiye'de üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasını kapsamlı reformun dışında olarak değerlendirdi. Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, son olarak Türk mevkidaşı ile Ankara'da yaptığı görüşmede Türkiye'deki reform sürecini eleştirmenin yanı sıra, Türkiye'nin AB kriterlerine uymasının yeterli olmadığını, hatta bu ülkenin bu konuda nihai bir adım atması gerektiğini vurguladı.

RESALET: "ERDOĞAN GENERALLERİN KARŞISINDA"

ANKARA, 29/04(BYE)--- İran'da yayımlanan Resalet gazetesinin 29 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Nesrin Hankeşizade imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

Generallerin, CHP'nin ve Anayasa Mahkemesinin, AKP'nin kapatılması yönündeki baskıları sürerken, Erdoğan ile Gül aynı şekilde tutumlarında ısrar ediyor ve halkın çoğunluğunun desteğini arkalarına alarak aktif ekonomik ve siyasi hayatlarını sürdürüyorlar.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan son dönemde yaptığı açıklamalarda, partisine yönelik kapatma davasının yargı süreciyle mücadele etmek için erken seçime ihtiyaç olmadığını belirtti. Erdoğan'ın açıklamalarına göre, erken seçim, davanın yargı sürecini ortadan kaldıramaz. Davadan önce halkın oyuna başvurmak bir anlam ifade etmiyor. Erdoğan ayrıca dava sürecinin uzun sürmeyeceğini de belirtiyor.
Yargı sürecinin sonunda kesinlikle demokrasi ve halkın iradesinin galip geleceğini vurgulayan Erdoğan, milletvekillerinden birlik içinde davanın yargı sürecini takip etmelerini ve kaygı duymamalarını istedi.
TBMM temsilcilerinden biri yaptığı açıklamada, 29 Haziran'da erken seçime gidilmesini istemişti.
Bu arada Ankara'ya yönelik, özellikle de AB üyeliği konusundaki dış baskılar sürüyor. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu bir kez daha ifade ederek, bu konunun gündeme gelmesi durumunda referanduma gidileceğini hatırlattı. Sarkozy, Cumhurbaşkanlığının birinci yıldönümünde televizyondaki konuşmasında, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu yineledi.
Açık olan şu ki generaller, laik partiler, laiklik yandaşları ve Mustafa Kemal Paşa'nın eski düşüncelerini savunanlar, Türk halkının iktidarda AKP'yi görmeleri yönündeki iradesi karşısında hiçbir şekilde duramazlar.

 

AZERBAYCAN BASINI

HALK CEPHESİ: "AB İLE TÜRKİYE ARASINDAKİ MÜZAKERELER ÇIKMAZA GİRDİ"

BAKÜ, 25/04(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 25 Nisan 2008 tarihli sayısında, Tural imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Azerbaycan'ın da katıldığı Nabucco projesiyle ilgili sorun halen çözümlenemedi. Türkiye, söz konusu proje konusunda AB ile anlaşamıyor. Türkiye'nin koştuğu şartlar Azerbaycan'ı da tatmin etmiyor. Geçtiğimiz günlerde Azerbaycan'ın, Türkiye'ye sattığı doğal gazın fiyatını artırması, iki ülke arasında çelişki oluştuğunu gösteriyor. Uzmanlara göre, Türkiye'nin, konuyla ilgili yürüttüğü politika, Azerbaycan ile sıcak ilişkilerini olumsuz etkilemeyecek. Siyaset bilimci Gabil Hüseyinli, Azerbaycan'ın Türkiye'ye sattığı doğal gazın fiyatını artırmasının doğal olduğunu bildirerek, "Dünyada fiyat politikası denen bir şey var. Bu fiyat politikası, Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri de ilgilendiriyor. Halihazırda Türkiye, Rusya'nın Kazakistan ve Türkmenistan'a uyguladığı yöntemi Azerbaycan'a uygulamak istiyor. Doğal gazı Azerbaycan'dan alarak, Avrupa'ya kendisi satmak istiyor. Ancak, bu, doğru bir politika değil. Biz sadece kendimizi değil, Türkiye'yi de Batının enerji koridoru haline getirmiş oluyoruz" dedi.
Türkiye'nin, önümüzdeki dönemlerde Nabucco konusunda AB ile anlaşacağını ifade eden Hüseyinli, Ankara'nın, söz konusu hattın doğrudan kontrolünü ele geçirmek istediği şeklindeki söylentilere inanmak istemediğini belirtti ve "Türkiye, bu konuda büyük devlet politikası veya aşırı ticari çıkarlarına göre hareket ediyorsa, bu yanlış bir politika. Öyle konular var ki, Türkiye'ye her türlü yardımı yapmaya hazırız. Ancak, öyle konular da var ki, dünyada olduğu gibi çözümlenmeli. Türkiye'nin, söz konusu boru hattıyla ilgili özel şartlar koşmasının, projenin gerçekleşmesinde etkisi olmamalı. Avrupa, zaten sonuçta parasını vererek doğal gazı alacak. Türkiye ile AB arasında devam eden görüş ayrılığının, Nabucco Doğalgaz Boru Hattı projesinin gerçekleşmesine engel olduğuna dair söylenenler doğru değil" dedi.
Nabucco projesiyle, Türkmenistan ve Azerbaycan doğal gazının, Türkiye'den geçerek 3300 kilometrelik hatla Avusturya'ya nakledilmesi planlanıyor. Söz konusu boru hattı, AB ve ABD tarafından desteklense de, AB, Türkiye'nin, hattın kontrolünü ele almak, kazancın büyük bir bölümünü elde etmek ve söz konusu boru hattı ile ihraç edilen doğal gazın bir bölümüyle kendi ihtiyaçlarını karşılamak gibi taleplerini şimdilik ağır buluyor. Bu yüzden de hatla ilgili müzakerelerde ciddi sorunlar oluşmuş durumda.


Güncelleme: 14/05/2008 / Hit: 3,392

Copyrights © 2024 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2024 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı