Son Güncelleme: 01 Eylül 2009
Bülten No : 78 29 Mayıs 2009
DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ
ALMANYA BASINI
Frankfurter Allgemeine Zeitung: "Avrupa'nın Sınırlara İhtiyacı Vardır": "(...) Üye olan ülkeler ne ölçüde güçlü ve kendine olan güvenleri ne denli fazlaysa -bir sonraki aday ülke olan Türkiye güçlü ve kendine güvenen bir ülkedir- diğer üye ülkelerle uzlaşması o denli zor olacaktır. Bu şartlar altında AB vatandaşları arasında ortak bir vatandaşlık bilinci oluşturulması mümkün olmayacaktır. Ancak böyle bir bilinç olmaksızın hukuk ve dayanışma temeline dayalı bir özgürlükçü siyasi düzen oluşturmak mümkün değildir. Bulgaristan ve Romanya'nın üyeliği ile sonuçlanan süreçler ile Türkiye'nin devam etmekte olan üyelik sürecinde görüldüğü gibi, üyelik müzakerelerinin başlatılması -hatta yalnızca adaylık statüsünün tanınmasıyla dahi- daha sonra durdurulamayacak ve üyelikle sonuçlanacak olan otomatik bir süreç başlatılmaktadır. Türkiye'nin üyeliğine ilişkin olarak sürdürülen tartışmalarda, Avrupa'nın sınırları ortadan kaldırılmış bir proje haline getirilmesine uzanan görüşler kilit önemi haiz bir rol oynamaktadır. Bu çerçevede, AB'nin kapılarını Türkiye'ye açmak zorunda olduğu, zira Türkiye'nin Avrupa'ya ait olmasının bu ülkedeki demokrasiye istikrar kazandırılmasına belirleyici ölçüde katkıda bulunacağı ifade edilmektedir. Bu argüman, bir kez başarılı olunduğunda, sürekli olarak ileri sürülecektir. AB'nin dünyadaki sorunları bu suretle çözeceği görüşü kabul edilirse, AB için bir sonraki genişleme adımının yer almayacağı bir gelecek düşünmek mümkün olmayacaktır. Bu, Avrupa Federasyonunun kendi kendisini tahrip etme programıdır."(Peter Graf Kielmansegg/28/05)
İTALYA BASINI
Giustizia Giusta: "Ankara Ve Avrupa Birliği": "10 Nisan günü Alman Şansölye Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin farklı ortamlarda verdikleri beyanların Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından nasıl "kabul edilemez" olarak değerlendirildiğini saptamak, günlük haberciliğin bizi mecbur bıraktığı bir durum. Genç muhafazakarlarla yaptığı buluşma vesilesiyle Merkel, sürekli genişlemeye "mahkum" ama ciddi bir siyasi ve idari güçten yoksun bir AB'ye sahip olmanın ne kadar mantıksız olduğunun altını çizmişti. Bu kadarıyla yetinmeyen Şansölye, AB'nin üyesi olmaktan ziyade, imtiyazlı ortağı olacak bir Türkiye olasılığını hiç kuşkusuz tercih edeceğini vurgulayarak dozu "arttırmıştı". Sarkozy ise, Alman Bild am Sonntag dergisine verdiği bir mülakatta, Merkel'in söylediklerine yankı oluşturmuştu: "İyi organize olmuş bir Avrupa'ya gereksinimimiz var. (...) Bu, sağlam sınırlar koymak zorunda olduğumuz anlamına geliyor. Dolayısıyla Türkiye'ye boş vaatler vermenin tamamen gereksiz olduğu kanısındayım." Türkiye'nin AB'nin "bahçesine" girmesine nazik ama kararlı bir itiraz anlamına gelen açıklamalar. Abdullah Gül, Suriye'ye yapacağı resmi ziyaret öncesi yakınma fırsatı buldu ve şunları vurguladı (alıntı yapıyorum): "Prensip olarak Türkiye'nin katılımına karşı koymak, AB tarafından alınmış olan kararları ihlal etmek anlamına gelebilir." Bu tavır, "özlü" bir şekilde söylemek gerekirse, Brüksel'in iyi niyet eksikliğini, yani Ankara'nın AB'ye kabul edilmesi yolunda yapılan tartışmalı müzakerelerin başladığı anda da var olduğu farz edilen bir noksanlığı ortaya koymaktadır. Türkiye'nin yakınması itiraz edilemez gibi görünmüyor. Ama Cumhurbaşkanı Gül, inanın, tam bir siyaset kurdu. Zulümden şikayet ediyor ve Avrupa devinin gözündeki meşhur kıymığın varlığından şikayet ederken onu İslami devleti körleştiren "mertekleri" görmeye davet edenleri aldatma yolunu buluyor. Türkiye, AB'ye katılacağını düşünerek, Ekim 2005'te müzakereleri başlattı. O zamandan bu yana Ankara'nın katılım müzakereleriyle öngörülen başlangıçtaki 35 başlık üzerinden 10'u askıda. Nereden başlamak gerekir? Deneyelim bakalım. Bugüne kadar Ankara'nın Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıması zorunluluğu hakkında sonsuz ve oldukça verimsiz tartışmalar oldu. Bu konu, Vatikan'ın Avrupalı ve Türk yetkililere gayriresmi yollardan sunma imkanı bulduğu kalın dosya ile daha da hassas hale geldi. Bu dosya, "toleranslı" Müslümanların Kıbrıs'ın Hristiyanlar için kutsal yerlerinde -eski otomobil çöplüğüne dönüştürülmüş mezarlıklara yapılan saldırılardan, beş yıldızlı otellere dönüştürülmüş manastırlara ve çalınıp karaborsada satılan sınırsız miktardaki antikaya varıncaya kadar- yaptıkları haksızlıkların ufak bir memorandumu. Bu küçük "dini" mertek yetmezmiş gibi, işte "laik" bir başkası daha: Türkiye, Ermeni halkının katledilmesinin tarihi sorumluluğunu tanımayı uzaktan bile hayal etmiyor. Kürtlerin (bugün Türklerin ayakları altında bulunan Kürtler) düşman eline vekaleten verilen, hem siyasi hem de dini (Ermeniler tarihin ilk Hristiyanları arasında yer alıyor) arka planı olan bu soykırım, bir buçuk milyon insanın ölümü gibi bir sonucu getirdi. Bugün Gazze Şeridi'nin kül olması gibi. Türkiye iki masada birden oynamakta büyük beceri gösterdi. Bu şekilde, İnsan Hakları Komisyonu (insan hakları konusunda her yıl Batı'ya karşı kınama kararları püskürten o "şey") çevrelerinde Müslüman ülkelerin desteğini almasına rağmen, Arap Birliği (kümese davet edilmiş tilki misali) toplantılarına katılma cesaretini de gösterdi.(...)"(Maurizio De Santis/28/05)
Giustizia Giusta: "Türkiye Anayasal Anlamda Neden Ab'ye Uygun Değil?": "Ancak Erdoğan hükûmeti, bu varış noktasını oldukça imkânsız kılıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, 2007'de elde ettiği başarıdan sonra, yeni bir anayasanın ön projesini kaleme almak için tabii ki biraz çaba sarf etti. Ama bunu "entrikacı" şekilde yaptı. Erdoğan (ve ortakları) ilk önce, diğer siyasi taraflar veya kurumlara danışmadan, gizlice bir proje hazırlamayı denedi. Bu, ülkenin -Türkiye'nin Arap Birliğinin çalışmalarına katıldığı dönemdi; bir Libyalıyı Pontida'ya (Lombardia Birliğinin doğduğu şehir) davet etmek gibi bir şey- hızlı bir İslamlaştırma planı maksadıyla yapıldı. Daha sonra da, üniversitelerde başörtüsü serbest bırakılarak yürürlüğe geçirilen proje. Ardından, en berbat muz cumhuriyetine layık bir şekilde PKK'ya (Türk askerlerinin Irak'ta bile harekat yaptıklarını unutmayalım) karşı feci bir sertleşme oldu. Muhafazakârlara göre, hâlihazırdaki Anayasa'nın 79. maddesinde değişiklik yapıldığı ve 13 kez düzeltildiği için, bu anayasa, Avrupa sınavını göğüslemeye hazır hâle gelmek için hafif değişikliklere olanak sağlayabilir. Aslında öyle değil. Tek bir inanca (İslam) din özgürlüğü garantisi sağlamak ve diğerlerini kötü muamele görmeye terk etmek yetmez. "Türklüğe hakaret"in oluşturduğu Demokles'in kılıcına dokunmadan, basın özgürlüğünün ağzını bağlamak mümkün değildir. Parlamenter sistemi güçlendirecek, cumhurbaşkanının gücünü azaltacak, hukuk sistemini modernleştirecek ve özellikle de kişisel özgürlükleri açıkça tanımlayacak yeni bir proje kaçınılmazdır."(Maurizio De Santis/28/05)
YUNANİSTAN BASINI
Apoyevmatini: "Patrikhane'nin Türkiye'nin Avrupa Yoluna İlişkin Rolü Çok Önemli": (...) Başbakan Erdoğan'ın, ülkesindeki etnik temizlemelerin faşist yaklaşımların sonucu olduğunu söylemesi çok önemli bir gelişme. Bu ilk defa duyuluyor. Sorumluluk sahibi sesler; azınlık vakıflarına ait servetlerin iadesini, Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılmasını, hatta Ekümenik Patrik'in seyahatlerinde iki başlı kartal sembollü Türk Hava Yolları uçağının kullanılmasını öneren cesur sesler de yükseldi. Bu açılım Türkiye'nin geleceğe yönelik hedeflerini gerçekleştirmesini ve Avrupa'daki ortaklarıyla kalkınma yolunda ilerlemesini istemeyenlerin tepkisiyle karşılaşacaktır. Ancak bazı ağızlar artık açıldı, bu da çok önemli bir gelişmedir.(...) Türkiye Avrupa yolunda Patrikhane'nin oynadığı önemli rolünü anlarsa kendisi ve geleceği için her şey değişebilir.
NOT: Bu bülten, 28 Mayıs 2009 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.