Son Güncelleme: 01 Eylül 2009
Bülten No : 75 26 Mayıs 2009
DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ
ALMANYA BASINI
Süddeutsche Zeitung: "Eski Vatanın Talimatı": "Türkiye ve Türklerin AB'deki imajının kötü olduğu konusunda, Ankara'da görüş birliği hâkimdi. Kentteki üniversite ile Türk hükûmeti bu hafta ilk kez, Avrupa Birliğindeki 5,5 milyon Türk'ün uyumuyla ilgili olarak düzenlenen bir sempozyuma davet etti. Ankara'nın 15 ülkeden gelen 150 uzmanı ağırlamak için gösterdiği büyük gayret artık konuyu ne kadar önemsediğini gösteriyor. Ancak, Türklerin imaj sorunlarının nereden kaynaklandığı konusu oldukça tartışmalıydı. Çok sayıda Türk temsilci, ülkenin mağduriyetinin başlıca nedeninin Müslüman olmasından kaynaklandığı görüşünde. Onlara göre, hemşehrilerinin Avrupa'da ayrımcılığa uğraması da Müslüman oluşlarıyla yakından bağlantılı. Örneğin Almanya'daki yabancı düşmanlığı ve adil olmayan eğitim sistemi de onların yükselmesini engelliyor. Bu izlenim boşuna oluşmadı. Türkiye 50 yıldan beri AB üyesi olmaya aday ve dolayısıyla da Brüksel tarafından oyalandığını düşünüyor. Ayrıca Türkler, göç yasalarının, Türkler ve AB üyesi olmayan yabancılar için 2001 yılından beri çok sayıda AB ülkesinde sertleştirildiğini dikkatle kaydediyor. Tam da 3,3 milyon Türk kökenlinin yaşadığı Almanya'nın tutumu, Ankara'da tepkiye neden oluyor. Kendi politikasının da uyumu engellediği, Ankara'da hâlâ tam olarak idrak edilmiş değil. Avrupa'dan sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış gerçi Ankara'nın uyumu desteklediğini ve sorunların nedenlerinin kendi ülkesinde de yattığını söylüyor. Ancak Bağış, eş zamanlı olarak 5,5 milyon göçmen ile onların çocuklarını hâlâ geldikleri ülkeyle bağlarının kesinlikle kopmaması gereken Ankara'nın lobicileri olarak görüyor. Bağış'a göre, Türk hükûmeti onları unutmadığı için öncelikle de vatandaşlığa geçenlerin yani seçme hakkına sahip göçmenlerin sesleri her gün daha güçlü yükselecek. Ankara'nun uzantısı olarak göçmenler.... Buna Avrupa'da pek hoş bakılmıyor. Türk hükûmeti dil konusunda da rahat vermiyor. Yurt dışındaki Türklerden sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik, "Almanca öğrenmek önemli ama bir göçmenin Türkçeyi unutmaması da aynı ölçüde önemli." diyor. Bu sözler bazı Türk göçmenlerin Türk pasaportundan vazgeçmenin veya dili unutmanın vatana ihanet olarak görüldüğü düşüncesinin bir teyidi. Çelik ve çok sayıda başka Türk için böyle bir şey, Bakan Bağış'ın bir kez daha üzerine basarak uyardığı asimilasyon anlamına geliyor. Türk hükûmeti hiç değilse bilinçli bir şekilde eleştiricileri de davet etmişti. Türkiye gazetesi Almanya şefi Zeki Şahin itirazda bulunarak, yurt dışındaki Türklerin vatan özlemi çekmediklerini söyledi. Yurt dışındaki Türkleri Ankara'nın beşinci kolu olarak görmenin vahim bir hata olduğunu söyleyen Türk kökenli Alman Avrupa milletvekili Vural Öğer (SPD), bunun Almanya'daki yaşayan Türklerin kimlik krizi yaşamalarının nedenlerinden biri olduğunu ifade etti. Önce Öğer sonra da diğer göçmenler, göçmenlerin kendilerini de eleştirdiler. Almanya'da yaşayan Türklerin bir kısmının kendi içine döndüğünü, bu kesimin asimilasyon korkusunu yenmesi gerektiğini söyleyen Öğer, Almanya'daki kültür ve yaşam tarzına intibakın normal bir süreç olduğunu kaydetti. Hollanda'dan gelen bir Türk kökenli de hemşehrilerinin adının kötüye çıkmasının bir nedeninin de geldikleri ülkeye fazla bağımlı olmalarından kaynaklandığı belirtti. (Roland Preuss/25/05)
AVUSTURYA BASINI
Salzburger Nachrichten: "Türkiye AB İçin Hazır Değil" : "ÖVP'nin AB seçimlerindeki liste başı adayı Ernst Strasser, cuma günü Türkiye ile ilgili yaptığı açıklamalarıyla kendi partisi içerisinde şaşkınlık yaratmasının ardından, pazar günü Pressestunde adlı programda Türkiye ile "müzakerelerin" yapılması gerektiğini, ancak "katılım müzakerelerinin" yapılmaması gerektiği formülünü dile getirdi. Strasser Eisenstadt'taki bir toplantıda katılım müzakerelerinin fiilen durdurulmasından yana açıklamalarda bulunmuştu. Bu açıklamalar, ÖVP'nin ikinci sıra adayı Othmar Karas tarafından tepkiyle karşılandı. Karas, Standard gazetesine "AB ile Türkiye arasındaki katılım müzakerelerinin kesilmesine karşıyım." şeklinde bir demeç verdi. Dışişleri Bakanlığı ise görüşmelerin durdurulmasının "güncel bir mevzu" olmadığını açıkladı. Strasser pazar günü Karas ve kendi pozisyonu arasındaki tezatlığı ortadan kaldırmak için çaba sarf ederek "Karas ve ben bu konuda aynı görüşe sahibiz. Türkiye ile görüşmeler şu sıralar zaten dondurulmuş durumda, o nedenle de görüşmelerin durdurulması gerekmiyor. Türkiye şu sıralar bir üyelik için 'hazır değildir'." açıklamasında bulundu. Ancak Türkiye'nin AB üyeliğinden yana olanlar da bu görüşü paylaşıyor; müzakereler Türkiye'yi AB'ye hazır duruma getirme amacına hizmet etmektedir. Sadece ÖVP'nin AB adayları değil, SPÖ'nün de adayları arasında, parti çizgisine aykırı olan sesler duyulmaya başlandı. SPÖ'nün AB Milletvekili Herbert Bösch cumartesi günü ORF kanalında, partisinin seçmenlerini katı yabancı karşıtı rotaya sahip partilere kaptırma korkusuna sahip olduğunu açıkça dile getirdi."(25/05)
Wiener Zeitung: "Türkiye AB'ye Yakınlaşmada Yerinde Sayıyor": "Türkiye ile yapılan üyelik müzakerelerinde bir ilerleme kaydedilemiyor. AB Dönem Başkanı olan Çek Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı Jan Kohout, 35 müzakere başlığından sadece birinin şeklen açılmasının sağlanabileceğini bu hafta içinde itiraf etti. Kohout, "Sanırım buna imkânımız var." dedi. Wiener gazetesinin önünde duran, AB standartlarıyla ilgili ilerlemeyi gösteren AB raporu, karamsar bir tablo sergiliyor ve Kıbrıs sorunu yeniden ağırlık kazanıyor. (...) Yeni Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı Jan Kohout ve AB'nin genişlemeden sorumlu Üyesi Olli Rehn ile yaptığı ilk üst düzey toplantıda kararlı bir şekilde bu tavra karşı çıktı. Davutoğlu, "Türkiye 1957 yılından beri AB'nin tam üyesi olmaya çalışıyor. Biz başka bir hedefi kabul etmiyoruz." dedi. Rehn, AB için büyük önem taşıyan Türkiye'nin üyelik müzakerelerinde, AB'nin kendisini sorumlu hissettiğini söylüyor.(...)" (Wolfgang Tucek/25/05)
Der Standard: "Avrupa Bir İnanç Meselesi Değil": "(...)Bir devletin dininin, Birlik içerisindeki ilişkiler veya üyelikler söz konusu olduğunda belirleyici olmamasından dolayı bu mesele, -sonuçta bütün AB ülkelerinin kabulüyle ve tabii (üstelik siyah-mavi iktidar altında) Avusturya'nın da onayıyla- Türkiye ile katılım müzakerelerine geçilmesinde de önem teşkil etmemiştir. (...) Bu yüzden Avusturya'da devam eden AB seçim ortamı bir o kadar şaşırtıyor. Parti adayları, günlerdir adeta haçın Birlik içerisinde açıkça bir tartışma konusu olduğu ve sanki Türkiye ile üyelik müzakerelerinde herhangi bir değişiklik maddesi gündemde olduğu izlenimi uyandırıyor. Borazanlığı yapan, iki meseleyi, şeytani bir biçimde birleştirip "haça karşı Türkiye" kampanyasına dönüştüren FPÖ'dür. Mavi kampanya çağdışı olduğundan alçakçadır. Ancak daha vahimi ise diğer partilerin bu meseleyi seçmenler nezdinde düzeltmeyi başaramıyor olması ve seçim mücadelesini kapıda bekleyen gerçek siyasi sorunlara yoğunlaştıramaması ve AB'den taraf çıkamamasıdır: İşsizlik nasıl giderilebilir, çevre sorunları nasıl halledilebilir, onu parçalamak yerine nasıl hareket kabiliyeti olan bir AB yaratılabilir? Bunlar inanç meseleleri değildir. Bunun yerine ÖVP birinci sınıf bir Türkiye karmaşası yaratıyor. Başbakan da eskiden İslamcıların Batı düşmanlıklarına atfedilen sert sözcüklere ("nefret vaizi") başvuruyor. Başbakan buna karşın Avusturya ile Avrupa için ve Avrupa'da neleri amaçladığına dair esaslı bir söylemde bulunmuyor. (Thomas Mayer/25/05)
FRANSA BASINI
Le Figaro: "Carl Bildt: Avrupa'nın Dünyada Ağırlığını Koyabilmesi İçin Türkiye'ye İhtiyacı Var": "Deneyimli bir diplomat olan İsveç Dışişleri Bakanı ülkesinin 1 Temmuzda devralacağı AB Dönem Başkanlığında önemli bir rol oynamaya hazırlanıyor. Carl Bildt, Avrupa seçimlerine iki hafta kala eski kıtanın önemli gündem başlıkları hakkında konuştu.
SORU: Baltık ülkeleri, Orta Avrupa ve Balkanlar için tedirgin misiniz?
BİLDT: Ekonomik durum iki ay öncesine nazaran daha az tehdit oluşturuyor. Letonya'da durum kaygılandırıcı. Ukrayna'da aşılması gereken pek çok sorun var. Balkanlar'da savaş riski yok ancak kriz milliyetçilikleri yeniden canlandırabilir. Önlem olarak, bu ülkelerin üyelik için önlerinde uzun bir yol olsa bile Avrupa Birliğinin genişlemesini durdurmaktan kaçınmalıyız.
SORU: Bu durum Türkiye için de mi geçerli?
BİLDT: Evet. Kesinlikle. Türkiye'nin Avrupa'ya yönelmesinde Birliğin çok önemli bir stratejik çıkarı bulunmaktadır. Türkiye'ye kapıları kapatırsak, milliyetçi eğilimleri başka bir yöne teşvik etmiş, dünyanın geri kalanına ise olumsuz bir sinyal göndermiş oluruz.
SORU: Türkiye, üye olması hâlinde Avrupa'nın en kalabalık ülkesi olacaktır, dolayısıyla da önemli bir siyasi ağırlığa sahip olacaktır.
BİLDT: Bunun kaygı uyandırmasını anlıyorum. Tüm genişlemeler korku ve karşıt görüşlere sahne olmuştur. Ancak hepsi de başarıyla sonuçlanmıştır. Genişlemenin sonuna gelindiğini sanmıyorum. Avrupa, her genişlemeyle değişmiştir ancak bugün her zamankinden çok daha etkilidir.
SORU: Türkiye'yi kabul etmek, Fransa ve Almanya gibi başka ülkeleri Avrupa'daki etkilerini kaybetmeye mahkûm etmektir. Bütün bunlar komplo teorilerini besliyor.
BİLDT: Bu De Gaulle tarafından İngiltere konusunda kullanılan argümandır. Ancak dünyada ağırlığını koyabilmek için Avrupa'nın bir kısmının Birliği olmak yerine, Avrupa Birliği olmak gerekir. Önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin ekonomik ve demografik dinamizmine ihtiyaç duyacağız. Türkiye sayesinde Avrupa, Müslüman dünyasıyla barış faktörü olabilir. Üstelik, Suriye açıklarındaki bir ada olan Kıbrıs'ın Avrupa'da olduğunu kabul ediyorsak, o halde Türkiye'nin Avrupa'da olduğunu kabul etmemek zordur.
SORU: Türkiye ile üyelik müzakerelerinde yeni başlıklar açacak mısınız?
BİLDT: Avrupa Konseyinin temsilcileri olacağız. Bu soru dönem başkanından çok 27 üye devleti ilgilendirir. (Jean-Jacques Mevel/Pierre Rousselin/25/05)
İNGİLTERE BASINI
Financial Times: "Türkiye'nin AB'ye Katılımı Fransa Seçimlerine Renk Kattı": "Fransa'daki siyasi partiler bu hafta Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği sorunu konusunda çarpışarak, aksi takdirde renksiz geçen bir Avrupa Parlamentosu seçim kampanyasına tartışmalı bir kıvılcım çaktılar. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, geçen yıl Fransa'nın AB dönem başkanlığı sırasında katılım müzakerelerinde yeni başlık açılmasına izin vermesine rağmen, muhalifleri tarafından Türkiye'nin bloğa katılmasına karşı kampanya yürüterek seçmenleri aldatmakla suçlanıyor. Sarkozy'nin iktidardaki merkez-sağ UMP partisi, önde gelen adaylarının Türkiye'nin katılmasına izin vermeyecekleri sözü veren resmi açıklamalar yapmalarını sağlayacak şekilde, Türkiye'yi kampanyasının temalarından biri haline getirdi. (...) Türkiye'nin üyeliğinin destekleyen muhalif Sosyalist Partinin sözcüsü Benoit Hamon, Sarkozy'i, "müzakere sürecinin devam etmesine sistematik bir destek verdiği" için seçmenlere "yalan söylemekle" suçladı.(...) AB karşıtı muhafazakar Philippe de Villier, Sarkozy'nin aynı zamanda geçen yıl yapılan anayasa reformuyla tüm yeni AB adayları için Fransa'da referandum yapılması gerekliliğini de ortadan kaldırdığını ve böylece Fransa'nın Türkiye'nin nihai üyeliği önündeki olası engelini de kaldırmış olduğunu söyledi. Türkiye konusundaki tartışma, başlıca partilerin karşı karşıya gelmek konusunda gönülsüz göründükleri sakin kampanyaya renk kattı. Son kamuoyu yoklamalarına göre UMP yüzde 28 ile önde giderken Sosyalistler yüzde 22 ile takip ediyor. (Ben Hall/25/05)
İTALYA BASINI
La Padania: "Türkiye'nin Avrupa'ya Girmesine Hayır" : "Dario Pederzani adlı okuyucu imzasıyla yayımlanan mektubun çevirisi:
Padanyalı kardeşler, hepinize günaydın. Avrupa Parlamentosu seçimlerine iki hafta kaldı ama hiçbir parti Avrupa'ya ilişkin programlarından bahsetmiyor sadece zavallı İtalyan polemikleri... Anketlere göre İtalyanların yüzde 70'i, Türkiye'nin AB'ye girişine karşı. Kuzey Ligi, geçmişte bu olasılığa karşı olduğunu açıkladı, peki ama neden seçim kampanyası sırasında bu konuda ısrar etmiyor? Güzel bir afiş hatırlıyorum. Brescia'da neden "Türkiye'nin Avrupa'ya girmesine hayır" yazılı tek bir asılmış afiş görmüyorum? Bu, Kuzey Liginin çok fazla oy elde edebileceği bir konu! Sesinizi duyurun!" (25/05)
La Padania: "Türkiye Avrupa İle Bağdaşmıyor": "Orta Doğu ve radikal İslam Uzmanı yazar Alexander Del Valle ile yapılan mülakat:
Orta Doğu, İslami köktencilik ve özellikle de jeopolitika yani uluslararası ihtilaf ve tehlikeler konusundaki en önemli uzmanlardan biri olan Alexandre Del Valle'nin son kitabının adı "Türkiye Neden Avrupa'ya Giremez?" (...)
MANCUSO: Profesör Del Valle, Türkiye Avrupa olarak kabul edilebilir mi?
DEL VALLE: Size, Sarkozy'nin bir cümlesiyle cevap veriyorum: "Eğer Türkiye Avrupa olsaydı, bilinirdi." Bu ülkedeki turist rehberi, Boğaz'dan geçilirken, "İşte şimdi Asya'ya geldik." diyor. Türkler de Asyalı oluşlarından dolayı büyük gurur duyuyor ve Atatürk'ün başkenti İstanbul'dan Ankara'ya dolayısıyla daha da doğuya, Anadolu'nun ortasına taşıdığını unutmuyorlar.
MANCUSO: Kimliğe bağlı nedenlerin ötesinde hangi nedenler Türkiye'nin Avrupa'ya adaylığıyla ihtilaf içindedir?
DEL VALLE: Derin tarihî-kültürel nedenler: Türkiye'nin Batılı bir ülke olmadığını bundan da anlıyoruz: Batıda, öz eleştiri kapasitesi kimliğimizin belirtici niteliğidir. Almanya'da holocost kabul edilir ve bu konuda eleştiri yapılır ama Türkiye'de Kürtlerin soykırımından bahsetmek bir suçtur. Bu, Batı demokrasisi bağlamında ülkenin olgunlaşmadığının en bariz örneğidir. Ayrıca Kıbrıs'ı tanımıyorlar ve İslami partinin iktidarı ele geçirmesine karşı tek garanti, çok güçlü bir orduya sahipler ve nüfusun yüzde 90'ı Müslüman.
MANCUSO: O hâlde Türkiye'yi Avrupa Birliğine aday göstermekten neden bahsediliyor?
DEL VALLE: Karşılıklı ekonomik çıkarlar olduğu şüphesiz; Avrupa iç pazarını genişletebilir, Avrupa ile Asya arasında daha fazla altyapı bağlantılarıyla daha güvenilir ve daha fazla miktarda enerji tedariğini garanti altına alabilir. Ancak siyasi sonuçlar göz önüne alınmıyor: Bir ülkenin nüfus yoğunluğuna dayanarak Avrupa Parlamentosunda temsil gücü imkânı veren Lizbon Anlaşması'na göre, Türkiye 75 milyon nüfusuyla kayda değer bir siyasi ağırlığa sahip olabilir. Ancak, ırkçı görünmemek için yaptıkları açıklamaların ötesinde, Türkiye'nin adaylığına kalplerinde gerçekten inanan tek bir Avrupalı bakan ve milletvekili olmadığına dair sizi temin edebilirim.
MANCUSO: Obama, 5 Nisan 2009 tarihinde Türkiye'ye gerçekleştirdiği resmî ziyareti sırasında, Türkiye'nin AB'ye katılımını hızlandırma arzusunu açıkça ifade etti.
DEL VALLE: Evet ve bununla Sarkozy ile Merkel'de memnuniyetsizlik yarattı. Amerika, daha fazla jeopolitik kontrole bağlı faydalar elde edebilir: Nitekim ABD, 11 Eylül 2001 tarihinden sonra, Suudi Arabistan ile toplu imha silahları geliştirme programı hazırladığından şüphe duyulduğu için "düzensiz devletler" denilen gruba ait İran ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı; İsrail ise stratejik olarak gittikçe daha az faydalı bir görüntü sergiliyor. NATO'nun Sovyet karşıtı fonksiyonu olan ileri kalesi Türkiye ise Amerikan strateji uzmanlarına göre şimdi Yakın Doğu'nun "düzensiz devletlerine" karşı olduğu kadar, Rusya ve Çin'e karşı da bir nevi doğal kalkan niteliği taşıyor. Ayrıca Türkiye, Kafkas ve Orta Asya'nın petrol ve gazının tedariğinde garantör rolü oynuyor ve Hazar Denizi ve efsanevi "Turan" bölgesinin petrol ve gazının batıya doğru naklinde de önemli bir role sahip.
MANCUSO: Türkiye'nin Avrupa'ya girişiyle biz Avrupalılar ne gibi tehlikelerle karşı karşıyayız?
DEL VALLE: Sadece şunu göz önüne alın: Papa 16. Benedict'in hatırlattığı gibi Türkiye, tamamen Müslüman bir kulübün üyesidir: İslam Konferansı Örgütü, Suudi Vahabiler tarafından kurulmuş ve finanse edilen bir örgüttür ve bu örgütün başkanı bir Türk'tür. Papa 16. Benedict'in Ratisbona'da yaptığı konuşmayı takiben bu örgüt, İslam fobisine karşı koymak için Avrupa mevzuatına İslami yasa şeriattan maddeler koymaya davet etti. Danimarka'da yayımlanan karikatürler hakkında yapılan polemiklerin ardından ise Erdoğan, kendi görüşüne göre aşırı din karşıtı olan Avrupa'ya "din konusunda ifade özgürlüğünü sınırlama" önerme hakkını kendinde gördü. Türkiye'nin Avrupa demokrasisine katılmak için olgunlaşmadığı açıkça görülüyor. Üstelik Türkiye'nin girişiyle, etkisi sonradan ortaya çıkacak bir jeopolitik bombayı kendi evimize almış oluruz; Bosna'dan doğuya, Çin Seddi'ne kadar uzanan, "devasa bir sonu gelmeyen endojen krizler arkı" ve jeopolitolog Gallois'nin dediği gibi "Yeni bir evrensel kargaşanın tüm tehlikeleri orada, tek bir ülkenin etrafında; Türkiye... Bu ülkenin güvenliği, 360 derece bir kâbus." Ayrıca Türkiye'de 50'ye yakın cihatçı grup bulunduğunu da unutmayalım. (Mariangela Mancuso/25/05)
YUNANİSTAN BASINI
Ethnos: "Atina Ve Lefkoşa'nın Politikası Havada": "Türkiye'nin AB üyeliğine dair hem Lefkoşa hem de Atina'dan son zamanlarda yapılan resmi açıklamalarda dile getirilen görüşler nasıl yorumlanırsa yorumlansın birbiriyle çelişkilidir. Avrupa'nın temel merkezleri (Avrupa'nın sert çekirdeği) bizleri ilgilendirmeyen ve kolayca anlaşılan nedenlerle Türkiye'nin Avrupa kurumlarının bünyesine katılmasına karşı çıkıyorlar, topraklarının yarısı Türk işgali altında olan Kıbrıs ise egemenlik hakları her gün tacize uğrayan Yunanistan'la birlikte Attila'nın üyelik perspektifini hararetle savunuyor. Bundan istifade şunu da hatırlatalım; Attila'nın Yunanistan'la sorunları çerçevesinde "casus belli" hala yürürlükte bulunuyor. Lekoşa'nın, özellikle bu aşamada Ankara'nın gümrük birliği protokolüne uyum sağlamaması durumunda, müzakere sürecinin devamını kabul etmeyeceğini açıklaması gerekirken, Yunanlı Başbakanın son açıklamaları ve Kıbrıs Cumhurbaşkanının ona benzer açıklamaları Türkiye'nin AB üyeliğine destek verildiğini ortaya koyuyor. Lefkoşa, yeni bölümlerin açılmasını bu bağlamda ise eskilerinin kapatılmasını kabul etmeyeceğini bildirmeliydi. Bu, ne aşırı bir görüş ne de Kıbrıs konusunda bir uzlaşmaya varılması için gerekli gerçekçi yaklaşımlara aykırı. Türkiye'nin belirli bir ülkeye karşı Avrupalı tutum sergileme dersinden "sıfır" aldığı ve sınıfta kaldığı sıralarda, bu ülkenin bu şekilde davranması doğaldır. Türkiye, aday ülke olarak kabul edilmemeliydi. Ve de en kötüsü, ön şartları yerine getirmemiş olmasına rağmen Brüksel'e giden yola girdi. (....) (Anthos Likavgis/25/05)
Eleftheros Tipos: "Önce Sandık Sonra Erdoğan": "AB seçimleri Türk-Yunan ilişkileri, Kıbrıs sorunu ve Üsküp konusundaki gelişmeleri frenliyor. AB seçimlerinden sonra, bütün ulusal konular tekrar açılınca (Türk-Yunan ilişkileri, Kıbrıs sorunu, Üsküp isim konusu), şimdilik "seçim öncesi uykuda" bulunan Yunan diplomasisi tutumunu belirleyecek. (....) Birçok alanda yaşanacak hareketlilik, AB seçimlerinin sonuçları ve ulusal seçim hazırlıkları, 7 Hazirandan sonra Yunan diplomasisinin tutumunda belirleyici olacak. (...) Öyle görünüyor ki Erdoğan, Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu bir ortam olduğunu göstermek istiyor, çünkü Ankara, Atina'nın, Türkiye'nin AB üyelik sürecine verdiği desteğe büyük önem veriyor. Türkiye'nin, Ege'de "davranış kodu" oluşturulmasına ilişkin önerisi sürekli olarak gündeme geliyor ve bu öneri Avrupa ve NATO tarafından da olumlu karşılanıyor. Bu gelişmeden kazanacak hiçbir şeyi olmadığını bilen Yunanistan konulara dair konuşmaktan kaçınmak isterdi, ancak irade eksikliği göstermek istemiyor. (....) AB Dönem Başkanı İsveç yıl sonuna kadar Üsküp ile AB üyelik müzakerelerinin başlamasından yana ve bu da herhangi bir Yunan vetosu olasılığının iptal edilmesi gerektiği anlamına geliyor. (....) Kıbrıs sorununun çözümü çerçevesinde yürütülen çalışmalar ise 2009 yılı sonuna doğru, yani Avrupa-Türkiye ilişkilerinin yeniden gözden geçirme döneminde daha büyük bir dinamik kazanacak. Çünkü AB Dönem Başkanı İsveç aralık ayında, önünde Kıbrıs sorununu bulmak istemediğini açıkladı. Dolayısıyla eylül ayında düzenlenecek olan BM Genel Kurul Toplantısı'na kadar birtakım gelişmelerin yaşanması bekleniyor."(Angeliki Spanu/25/05)
NOT: Bu bülten, 23-25 Mayıs 2009 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.