2009-04-15 AB Bülteni

Son Güncelleme: 26 Haziran 2009

2009-04-15 AB Bülteni

 

Bülten No : 049 15 Nisan 2009


DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

 

ABD BASINI

AP: "AB, Türkiye'ye Ermenistan Sınırını Yeniden Açması Çağrısında Bulundu" : "AB'nin Güney Kafkasya'dan sorumlu üst düzey yetkilisi Peter Semneby, Türkiye'ye, Ermenistan sınırını yeniden açması çağrısında bulundu. Semneby, sorunu çözümlemek için her türlü çabanın önem taşıdığını ve hem bölgenin hem de AB'nin yararına olduğunu belirtti. Semneby, sınırın yeniden açılmasının, komşular arasında uzlaşma sağlayıp bölgede istikrarı güçlendirebileceğini söyledi. Semneby, bugün bir grup gazeteciye yaptığı açıklamada, AB'nin, konunun "süratle" ele alınmasını umduğunu açıkladı." (14/04)

ALMANYA BASINI

Zeit Online: "Avrupa ve Türkiye...Türkiye Ne Kadar Önemli?": "(...)Obama, bununla da kalmayıp, her fırsatta Türkiye'yi AB'de görmeyi arzuladığını dile getirdi. Bu ise Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Angela Merkel'in tepkisine neden oldu. Fransız, "Türkiye AB'de mi? Kesinlikle mümkün değil, ben hep buna karşıydım" ifadesini kullanırken, Alman da "Biz başka çözümden yanayız" diye konuştu. İkili akıllı davranıp susabilir ya da "Katılım müzakerelerini kim yürütüyor, Avrupa mı ABD mi?" diyebilirdi. Ancak, Sarkozy ve Merkel, Türkiye konusunda oldukça katı bir pozisyona sahipler. Bu adam ittifak için bir yük oluşturmasına, yabancı düşmanı bir koalisyonun başbakanı ve kan bağına dayalı vatandaşlık yasalarının yaratıcısı olmasına, karikatür kavgasını kızıştırmasına rağmen Merkel ve Sarkozy, Müslümanların korkulu rüyası Anders Fogh Rasmussen'i NATO'nun yeni sivil şefi olarak seçtiler. Laik, ancak çoğunluğu Müslüman Türkiye'nin Rasmussen'e karşı çıkacağı başından belliydi. Evsahibi Merkel bunun üzerine öfkesini, NATO zirvesinde sürekli dostça bir tavır sergileyen Cumhurbaşkanı Gül'ün hissetmesini sağladı. Gülün yüzü ekşidi ve acı ifadeler kullandı. Türkiye'nin, Obama'nın zarif ara buluculuğu sayesinde çark etmesi, Alman ve Fransız tarafından oldukça doğal karşılandı. Bundan da Türkiye'ye ne kadar az değer verildiği görülüyor. Ülke, Paris hükümeti ve Almanya'daki Birlik Partilerinin geniş bir kesimi tarafından, AB'de istenmeyen yoksul bir aday olarak görülüyor. Türkiye'nin önemli bir enerji nakil ülkesi oluşunun, Nabucco boru hattı ile Avrupa'nın güneydoğusundaki diğer enerji projelerini gereksiz gören Merkel ve Sarkoyz için önemi yok. Sonuçta bunun için Rusya ve Cezayir var. Merkel, Türkiye'yi 2006 yılında bir kez ziyaret etti, Sarkoyz ise hiç gitmedi. Onlar için bu ülke rahatsızlık veren bir kenar fenomeni. İster Rasmussen, ister Almanya'daki uyum meseleleri ya da ister AB savunma politikası ister Kıbrıs, isterse İslamla ilgili sorunlar veya Marco olsun Türkiye bir rahatsızlık unsuru olarak görülüyor. Obama ise tam tersine düşünüyor ve Türkiye'yi ülkesi için bir şans olarak görüyor. (...)Obama, bu kısa analizden sonuç çıkardı. Merkel ve Sarkozy ise İstanbul ve Anadolu'da kendileri için bir fırsat keşfedemediler." (Michael Thumann/14/04)

Frankfurter Allgemeine Zeitung: "Düşmanken Aday Hâline Gelen Ülke": "Başkan Clinton döneminden beri Türkiye'nin AB'ye alınması talebi, ABD dış politikasının sabit bir programı hâline gelmiştir. Yeni Başkan Obama'nın bu çizgiyi sürdürmek niyetinde olduğu Türkiye ziyaretinde görülmüştür. ABD'ye göre Türkiye özellikle stratejik olarak "Batı" ile İslam dünyasının kesiştiği noktada yer alan çok önemli bir müttefiktir. Türkiye coğrafi olarak ABD'den çok uzakta bulunurken, Avrupalıların yakın bir komşusudur. Bu gerçek meseleyi şüphesiz daha da zor bir hâle sokuyor. Başkan Obama, Türkiye'nin, -daha dikkatli söylemek gerekirse Osmanlı İmparatorluğu'nun (1299-1922)- yüzyıllardan beri Avrupa'nın tarihinin bir parçası olduğundan söz etti. Bu tespit çok genel bir ifade olmakla birlikte farklı şekillerde yorumlanabilir. Avrupalı tarihçiler de Osmanlıları "Avrupalı güçlerin diplomatik çekişmelerinde" yer alan bir devlet olarak tanımlamışlardır. 1878 yılındaki Berlin Kongresi sonrasında Avrupalılar Osmanlıları Avrupa'nın dışında tutmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avusturya-Macaristan ve Rusya etkili elçileri Ignatieff sayesinde Balkanlı Slavların "Türk esaretinden" kurtulmaları için gayret göstermiştir. Bu dönem, pan-Slavizm hareketlerinin oldukça etkili olduğu bir dönemdi. Bu zamana kadar Avrupalılar ve özellikle güney Avrupalılar Osmanlıları yabancı bir güç olarak görmüşlerdir. Bu anlamda sadece Büyük Britanya ve daha sonraları Almanlar Rusların Şark'taki emellerinin önlenmesi bakımından farklı bir siyaset gütmüşlerdir. (...)Avrupa, 1453 yılından beri yüzyıllardır Türkleri ezeli düşman olarak görmüştür. 1912/13 Balkan Savaşları sonrasında birçok Avrupalı siyasetçinin hedefi gerçekleşmiştir: Osmanlı İmparatorluğu Avrupa kıtasında Edirne ile İstanbul arasına sıkışıp kalmıştır. 1923 yılında kurulan yeni Cumhuriyet ise, Batılılaşmayı ve Batı'ya doğru yol almayı hedef olarak benimsemiştir. Bu hedef, 1963 yılında ve daha sonraları Gümrük Birliği ve AB adaylığı ile somut bir hâle gelmiştir. Türkiye'nin AB üyeliğini Amerikalılar koşulsuz arzulamaktadırlar. Washington, Türkiye'nin dahil olmadığı 27 ülkeden oluşan AB'nin sorunları ile boğuşmak durumunda değildir, kaldı ki bu sorunlar yeni küresel ekonomik kriz dolayısıyla daha da artış göstermektedir. Türkiye'nin Avrupa ile yoğun ekonomik ilişkileri ve özellikle Almanya'ya olan göç dolayısıyla ülkenin Avrupalı kurumlara sıkı bir şekilde bağlanması gerekli ve hatta şarttır. Başka şekilde başgösteren sorunların üstesinden gelmek mümkün değildir. Amerika'da -bu Başkan Obama için de geçerlidir- Avrupalıların Türkiye ile olan sıkıntıları ve zor ilişkileri farklı değerlendiriliyor. Avrupa'da bu konuyla ilgili olarak İslamiyet'i eleştirenlerin ve İslamiyet'ten çekinenlerin görüşleri de dikkate alınıyor. En fazla Fransa'da Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkılırken, Almanya "imtiyazlı ortaklıktan" yana olduğunu belirtiyor. AB'nin güney Avrupalı ülkelerinde ise, Ankara'nın üyeliğine olumlu yaklaşılıyor. Başbakan Erdoğan hükûmeti AB rotasını sürdürmeye devam ederken, milliyetçi bir eğilim içinden olan muhalefet Avrupa ve AB hakkında gittikçe sert söylemlerde bulunuyor."(Wolfgang Günter Lerc/14/04)

 

AVUSTURYA BASINI

Die Presse: "Paralel Evrenden Dışarı": Georgia Meinhart'ın Yeşillerin Yukarı Avusturya Eyaletler Meclisi Üyesi Efgani Dönmez ile yaptığı mülakat:

MEİNHART: ABD Başkanı Barack Obama Türkiye'nin AB'ye alınmasından yana konuştu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

EFGANİ DÖNMEZ: Ben Türkiye'nin tam üye olarak alınmasından yanayım. Türkiye'nin gerekli reformları tamamladıktan sonra, yalnız Arap dünyası ile bağlantıları yüzünden bile olsa, stratejik açıdan önemli bir ortak olacağı inancındayım. Buna karşı gösterilen tüm argümanlar, Türkiye'ye aslında neden karşı olunduğunu görmemizi engelliyor.

MEİNHART: Peki bu neden nedir?

DÖNMEZ: AB Hristiyanların ve Garp'ın İslam karşısındaki kalesi olarak görülüyor. Türkiye tabii bu tabloya uymuyor.

MEİNHART: Ama duruma farklı açıdan bakacak olursak: Avusturya'da ve Almanya'da Türkler en kötü entegre olan topluluk. Neden? (...) (Georgia Meinhart/14/04)

 

İSPANYA BASINI

El Pais: "Türk Meselesi": "Barack Obama, Avrupa'da seçim kampanyalarını başlatmış oldu. Türkiye'ye yaptığı ziyaret boyunca ABD Başkanı, ülkesinin, Ankara'nın AB üyeliğinden yana olan geleneksel tutumunu vurguladı, Nicolas Sarkozy ise bu konunun AB'nin sorunu olduğunu ve Birliğin 27 üyesini bağladığını kendisine anında iletti. (...) Türkiye'nin boyun eğerek diğer NATO üyeleri gibi yeni genel sekreterin atanmasını kabul etmesi için Barack Obama'nın müdahalesi gerekliydi, ancak AB'ye üyeliğine ABD desteği karşılığında. Sonuç olarak bu açık pazarlığın çok kötü bir etkisi oldu. Şimdiye kadar Türkiye'nin üyeliğinden yana olan Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, Türk yöneticilerin davranışı karşısında duyduğu şaşkınlığı ifade etti ve tam üyelik değil "imtiyazlı ortaklık" taraftarı olan Nicolas Sarkozy ile hemfikir oldu. (...) ABD'nin -İngiltere ile aynı şekilde- Türkiye'nin AB üyeliğine olan desteği, sabit bir tavırdır. (...) Ancak Fransız cevabının ve bazı Alman tepkilerinin sertliği, Ankara'da gerginliğe neden oldu. Dünün Dışişleri Bakanı bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Rasmussen'in atanması fırsatıyla şantaj suçlamalarını reddetti ve soğuk savaş boyunca Avrupa savunması için ülkesinin ileri mevzi olarak rolünü ve tavrını hatırlattı ve Türkiye'yi hedef alan eleştirilerin Avrupalılarla ilişkileri yıpratabileceğine açık olarak işaret etti. Bu durumda Türk meselesine üç açıdan bakmak lazım. Birincisi ve en önemlisi, yer sorunu. Mesela, AB'nin Türkiye ile bütünleşerek İran ile ortak bir sınıra sahip olması uygun olur muydu? Yoksa bu sınır bugün olduğu gibi İstanbul'un kapılarında mı kalmalı? Avrupa kamuoyu bölünmüş durumda ve Türk devletinin laik doğasına yönelen veya yönelebilecek tehditler, Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı olanları güçlendiren bir unsuru teşkil ediyor.İkincisi, Türkiye'nin Fransa'da ve Almanya'da, iç politikayla alakalı olması. Son olarak üçüncüsü ise ABD ile ilişkilerle ilgili." (Jean-Marie Colombani/14/04)

İTALYA BASINI

Corriere Della Sera: "Türkiye AB'de... Obama'nın Tavsiyeleri": Alberto Sala imzalı okur mektubu ve emekli Büyükelçi Sergio Romano'nun mektuba verdiği yanıt:

"ABD'nin AB'ye sürekli olarak tekrar ettiği Türkiye'yi kabul etme talebinin, anlaşılabilir ve paylaşılabilir nitelikte dünya çapında strateji hedefleri var. Maalesef, pek çok kişinin görüşüne göre (benimki de dahil) AB sağlık açısından pek iyi durumda değil ve Türkiye'nin girişiyle son darbeyi alabilir. Bu, belki de ABD'yi üzmeyebilir (Birleşik Britanya Krallığı'nı da), ancak esas konu bu değil. Size sorum, dünyevi bu sorunu çözmek adına, bizzat ABD'nin, zengin koleksiyonlarına bir yıldız daha eklemesi düşünülemez mi? Hiç kuşkusuz onlar daha istikrarlı ve sağlam durumda ve gelecek zarar (eğer zarardan bahsedilebilirse) AB için olacaktan daha düşük olabilir." (Alberto Sala)

Sevgili Sala, (...) Dolayısıyla, bu devleti mümkün olduğunca Batı'ya bağlı tutmak gerekir. Ancak bu, ABD Başkanına kamuya açık bir şekilde TBMM'de yaptığı konuşmada, Türkiye'nin AB'ye girme zorunluluğunu destekleme yetkisini vermiyor. Ankara'da yaşanan bu gelişme, Obama Amerika'sının, Bush'unkinde açık şekilde gözlenen özelliklerden yoksun olmadığını gösteriyor. Uluslararası politikanın kurallarına boyun eğmeme hakkı varmış ve diğer devletler için meşru olmayan ayrıcalıklara sahipmiş gibi konuşuyor ve hareket ediyor. ABD 1959 yılında, Alaska ve Hawai'nin, federasyonun 49 ve 50. üyesi olmasına karar vermek durumunda kaldı. Avrupa devletlerinden bir devlet adamı, bu sorunu ele alma konusunda tavsiyeler verse Beyaz Saray'ın kiracısı (Dwight D. Eisenhower idi) ne derdi? Büyük ihtimalle, Obama'nın Türk parlamentosundaki konuşmasından sonra, Sarkozy gibi cevap verirdi: "Başkan Obama ile sıkı işbirliği içindeyim, ancak AB'yi ilgilendiren konularda karar, bu Birliğin üyelerine düşer." (Sergio Romano) (14/04)

MISIR BASINI

El Ahram: "Obama, Türkiye'nin Avrupa Birliği Yolunu Açmakta Başarılı Olabilir Mi?": (....) "Ancak Türkiye'nin Obama ziyaretinden en büyük kazancı AB konusunda oldu. Obama, Türkiye'nin AB'ye katılmasını desteklediğini 48 saatten daha az bir sürede iki kez açıkladı ve Washington'un Türkiye'yi Avrupa'nın çok önemli bir parçası olarak gördüğünü söyledi. Obama, bu yolda birçok siyasî reform gerçekleştiren Türkiye'nin dünyanın saygısını kazandığını belirtti. Peki Obama, Türkiye'nin AB'ye katılma yolunu açma konusunda başarılı olabilecek mi? Uzmanlar, süper gücün bu konuya odaklanmasının Avrupa ülkelerinin, Türkiye'nin Birliğe dâhil edilmesi hususunda bazı konularda taviz vermelerinde önemli rol oynayacağını düşünüyor. Ancak Türkiye'nin AB rüyası, Kopenhag kriterlerine uygun reformları hızlı bir şekilde yerine getirme koşuluna bağlıdır. Türkiye, ilk etapta en azından ekonomik ve siyasî kriterlere uymalıdır. Diğer yandan Türkiye'nin karşılaşacağı en zor engel, din ve kültür faktörü olacaktır; bu nedenle Türkiye'nin, 72 milyonluk Müslüman nüfusun Birliğe dâhil edilmesi sonucunda Hristiyan Avrupa kulübünde yaratacağı korkuları bertaraf etmesi gerekir." (Usame Abdulaziz/14/04)

ULUSLARARASI ARAP BASINI

El Arab: "Türkiye Köprüsü": "ABD'nin Türkiye'yi, Arap ve İslam dünyasına giden güvenli kapı olarak seçmesiyle birlikte onu, Avrupa arenasında, ABD devi ile Fransa ve Almanya liderliğinde devleşen Avrupa arasında siyasi kriz alarmı veren bir ateşe dönüştürdü; çünkü Obama, Almanya ve Fransa'yı kışkırtacağını bile bile, ülkesinin Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen tutumunu tekrar etti. Böylece "Anadolu ülkesi", Orta Doğu'daki gerilim odaklarının kurutucusu olmaktan çıkıp Avrupa'da fitnenin ateşleyicisi durumuna geldi. Bu durum Sarkozy'i, Merkel'den de destek alarak harekete geçmeye ve Türkiye'nin AB üyeliği meselesinin, Avrupa'nın iç meselesi olduğunu söylemeye itti. Bu, ABD müdahalesini şiddetle reddeden net bir açıklamaydı. Amerika'nın gerçekte amaçladığı şey, Türkiye'nin AB'nin nimetlerinden faydalanma hayallerini kullanarak ipleri elinde tutmak; zira Amerika Avrupa'nın müttefiki olsa da AB'nin, ona rakip bir ekonomik ve siyasi güce dönüşmesini memnuniyetle karşılamayacaktır. Bush'un ve Bush'tan önceki iktidarların yönetimi boyunca ABD ve Avrupa, Amerika'nın şemsiyesi altında birleşik bir güçtü. Rengi bakımından yenilenen, hedef ve stratejileri açısından ise sabit kalan Amerika, Osmanlı geçmişini hatırlatarak Türkiye'nin rüyasından yararlanmaya mı çalışıyor? Yoksa Türkiye kozu, Amerika'nın elinde Avrupa'ya karşı bir baskı aracına mı dönüştü? Peki Türkiye, AB ile ilişkisini imam nikâhından yasal nikâha dönüştürmeye ne kadar özen gösteriyor? (Muhammed Saleh Mecid/14/04)

 


NOT: Bu bülten, 14 Nisan 2009 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir