2009-04-13 AB Bülteni

Son Güncelleme: 25 Haziran 2009

2009-04-13 AB Bülteni

 

Bülten No : 047 13 Nisan 2009


DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ


ABD BASINI

Newyork Post:  "Obama'nın Amatörlüğü": "İkinci bir nokta: Avrupa Birliği Dönem Başkanının Küba'ya giderek, dünyanın en güneşli toplama kampının, NAFTA kapsamına alınması gerektiği konusunda ısrar ettiğini düşünelim. Bu, Başkanın Ankara'da pazartesi günü, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini desteklediğini açıklamasıyla eş değerdir.Avrupalılar, Türkiye'yi kendi kulüplerine kabul etmek istemiyor. Çünkü, Türkiye ne bir Avrupa ne de Avrupa kültürüne sahip bir ülkedir. İslamî bir darbenin tırmanışından sıkıntı duyulan, saldırgan, büyük bir Müslüman ülkeyi kucaklaması için Avrupa'ya baskı yapmak bizim işimiz değildir. (...) Ben kendi adıma, ülkemizin, Avrupa'dan da Türkiye'den de hiçbir şey için özür dilemesi gerektiğini düşünmüyorum. (...)" (Ralph Peters, 10/04)

National Review:  "Avrupa ile Yeni Bir İttifak mı?": "(...) Bu dileğin gerçekleşmesi, yine de, Avrupa'nın önemli konularda ABD ile anlaşmasına bağlı. Çok geçmeden anlaşıldı ki tüm diğer meseleleri, örneğin, Türkiye ve Rusya ile ilişkileri belirleyen iki ana mesele üzerinde bir anlaşmaya varılamamış. Rusya konusunda Avrupa, Rusya'dan enerji akışını sağlama almak isteyen batı yakası ile Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkelerin bağımsızlığını güvenceye almak isteyen Sovyet dönemi sonrası doğu yakası olmak üzere ikiye bölündü. Türkiye'ye AB'de tam üyelik verilip verilmemesi konusundaysa Avrupa, biri, 70 milyon Türkiyeli Müslümanın, "serbest işgücü dolaşımı"ndan endişe eden Fransa ve Almanya; diğeri de, Avrupa'nın "Hayır" demesinin Türkiye'yi Batı'dan saptırıp İslami maceralara sevkedebileceği kaygısındaki İngiltere ve AB Komisyonu olmak üzere ikiye bölündü. Obama, Rusya meselesinde Fransa ve Almanya'nın yanında yer alıyor, zira Rusya-ABD ilişkilerini tamamen yenilemek istiyor. Türkiye'nin AB üyeliği konusunda da İngiltere'ye destek veriyor. Prag'da AB'ye, Avrupa'ya "demirlemek" için Türkiye'yi üyeliğe kabul etmesi için yaptığı çağrı (ve alttan alta bu önemli ülkeden İslamcılığa doğru muhtemel sürüklenişi engelleme çağrısı) da stratejik gerçekliklerle sıkı sıkıya bağlıydı. Ancak bu çağrıya Sarkozy'den derhal "Hayır" cevabı geldi. (...) Çok geçmeden Obama'nın güzel sözleriyle Sarkozy'yi de Kim Jong-il'i de pek etkileyemediği görülüverdi. Demek oluyor ki Avrupa'nın, Türkiye, Ukrayna, Gürcistan, Rusya'nın giderek güçlenen iddialı tavrı, süregen mali tedirginlik gibi çözüm bekleyen sorunları.(...) Şu var ki Avrupa bu sorunları kendi başına çözecek kapasiteden yoksun. Rusya ve Türkiye konusunda da tamamen bölünmüş durumda. Amerikan karşıtlığı modasına rağmen ABD yönetimine, Avrupa'nın pek çok kör düğümü çözmesinde ihtiyaç duyulacaktır. Peki bu nasıl olabilir? Günümüzde 1950'lerin Batı Avrupa Birliği'ne denk bir kuruluş var mıdır? Olabilir. 2007'de Başkan Bush, Şansölye Merkel ve AB Komisyonu Başkanı Barroso bir Kuzey Atlantik Ekonomi Topluluğu (NAEC) oluşturmaya dönük küçük adımlar üzerinde anlaşmışlardı. Aslında bu büyük başlığın altında ufak bir gerçeklik saklıydı: Amerika ile Avrupa arasında düzenlemeyle ilgili görüş ayrılıklarını gidermek için bir anlaşma idi bu. Bu minik gerçekten yola çıkılarak, ABD ile AB'yi birleştiren, ama AB içinde olmayan ülkelerin de -sadece Norveç ve İsviçre değil Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan'ın da- kabul edileceği muazzam bir ekonomik birliğe varılacağını varsayın. Bu, aksi halde yukarıda bahsi geçen inatçı sorunların neredeyse hepsini çözmek için bir başlangıç olamaz mı? Getirebileceği avantajları bir düşünün: Fransa ve Almanya'yı korkutan serbest işgücü dolaşımı içermeyecekti. O halde Türkiye sorununu çözmüş olacaktı. Ama Türklere serbest işgücü dolaşımından daha az hak tanımakla birlikte onlara, Gürcistan ve Ukrayna'ya da, dünyanın en geniş serbest ticaret bölgesine üyelik, bir dereceye kadar da belki göç ayrıcalığı verecekti. Kesinlikle bu, Müslümanların duygularını inciten ne varsa yeterince tazmin ederdi. AB'nin aksine hiçbir üye devletin egemenliğine tehdit oluşturmayacaktı. ABD ile AB'ye düzenleme savaşlarını henüz çatışma düzeyinde iken sona erdirmeleri için bir tartışma zemini sağlayacaktı." (10/04)

 

BELÇİKA BASINI

Le Soir: "NATO, Vatikan, Türkiye ve Diğerleri..." (...) Şüphesiz Poettering Türkiye'yi AB içinde görmek istemiyor. Bu fikri paylaşan başkaları da var. PPE partilerinin çoğu bu düşünceyi paylaşıyor. Bunlar arasında Nicolas Sarkozy ile Angela Merkel de var. Bu sorun sosyalist ve liberal partileri de bölüyor. Sadece Yeşiller ve aşırı sağcı partilerin kesin bir tutumları var. Sağ kanat ne kadar AB karşıtı olsa da ve sürekli bir mücadele yürütse de, kimlik sözkonusu olduğunda bir bekçi köpeğinin saldırganlığıyla tutum takınıyor: Türkiye AB üyesi olamaz zira, Avrupa kimliği ile uyuşmazlık var. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ancak, Avrupa kimliği tam olarak belirlenmiş değil. "Aydınlanmadan" bu kadar az söz edilirken, kıtanın Hristiyan değerleri ve dini kökenleri konusunda çenelerin bu kadar düşmesi çok çarpıcıdır. Kimlik, "diğerlerini" dışlamak için kullanılan yeni bir enstrümandır. Örneğin Türkler. Geniş anlamda Müslümanlar. (...) Oxford Üniversitesinden muhafazakar Amerikalı Larry Siedentop, 2000 yılında yayınlanan "Avrupa'da Demokrasi" adlı kitabında Avrupa kimliğinin temellerinin tehlike içinde olduğunu belirtiyordu. Bunun en büyük nedenleri arasında ise çok kültürlülüğü, iyi anlaşılmamış çoğulculuğu, İslam'ın yükselişini ve Avrupa'da artan kilise düşmanlığını sayıyordu. Siedentop'a göre, Avrupa çok şeyi, hatta neredeyse her şeyini Hristiyanlığa borçlu, ki bu da kanıtlandı. (...)Türkiye, Danimarka'da yayımlanan bir gazetede yer alan Hz. Muhammed karikatürleri için özür dilemediği gerekçesiyle, Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliğine seçilmesine karşı çıktı. Bu olay, Türk düşmanı birçok yoruma neden oldu. Bazıları için bu, temel özgürlüklere, basın özgürlüğüne saygılı olmadığı için Türkiye'nin Avrupa ailesine katılamayacağının bir kanıtıydı (işin ilginç yanı Türkiye'nin NATO içinde olması şaşırtıcı bir şekilde hesaba katılmıyor). Ciddi bir iddia. Gerçekten de Türkiye'yi şimdi AB'ye kabul etmek sözkonusu olamaz. Azınlık, kadın ve sendika hakları hala ihlal ediliyor ve Türkiye'nin önünde uzun bir yol var. Bu ülkeye bir gün AB'ye girme şansı tanınması için Türk demokrasisinin derinden modernleştirilmesi gerek. Bu şansın kendisine bir gün verilip verilmeyeceği de belli değil. Zira, Türkiye'nin Avrupa'ya ait olmadığı yönündeki tez giderek yaygınlaşıyor. Sarkozy kadar Merkel için de Türk demokrasisinin konumuna rağmen bu bir ilke meselesi. Onlara göre Türkiye, bir Asya ülkesi, Avrupa sınırları dışında bulunuyor ve Avrupa kimlik anlayışına uymuyor. Tamam... Ancak kimliğin muhafaza edilmesi ve korunması, tarihi miras olarak kabul edilmesi ve bunun Hristiyanlıkla belirlenmesi gerekir. Ancak, bu yola girmesi halinde Avrupa bir batakhaneye girer ve eski şeytanların dirilmesinden korkmalıdır. Zira bu Avrupa Birliği'nin temel düşüncesine büyük bir çentik atmak olur. Çeşitliliğe saygı. Yani yalnızlığın ve dışa kapanmanın tersi. Obama olsun, Bush olsun ya da Clinton olsun ABD Başkanları için Türkiye Avrupa'ya kenetlenmelidir. Bu konuda ABD siyasetinde değişiklik söz konusu değil. ABD'nin jeopolitik geçerli nedenleri var. Avrupa da bir bakıma buna katılabilir. Örneğin Türkiye'nin gerçek bir demokrasiye sahip olan devletin güçlü laik temellere dayalı olduğu tek Müslüman ülkesi olması bir gerçektir. Şayet Avrupa Türkiye'ye kapıyı kaparsa, karşı darbe alma tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve Türkiye'deki demokratik sürecin ortadan kalkma şansı büyük olur. Bu tarihi bir hatadan da öte, gerçek bir delilik olur. Son olarak Rasmussen'in atanmasına ilişkin tartışmalar konusunda şu söylenebilir. Obama'nın bu olayı kapatma tarzı ibret verici olmuştur. Bundan tam iki gün sonra Ankara'da hiçbir şey olmamış gibi hareket ediliyordu. Obama, uluslararası siyaset arenasına yeni gelmiş biri olabilir, ancak sonuna kadar bir mücadele olduğunu bilerek bunu herkesten daha iyi çözümledi. Türkiye, NATO'da yüksek görevler üstlenme şansına sahip oldu. Onun adı poker oynamak ve pazarlık etmektir. Bu oyunu herkes biliyor ve AB içinde oynanıyor. Bir zamanlar, Anayasa tasarısında Tanrıdan söz edilmesini istemediği için Belçikalı Başbakan Guy Verhostadt'ın AB Komisyon Başkanlığı adaylığına karşı çıkan AP Başkanı Hans-Gert Poettering olmamış mıydı? Poettering, bunu iki yıl önce basınla yaptığı bir toplantı sırasında hiç pişmanlık hissi duymadan ve utanmadan itiraf etti." (Paul Gossens, 10/04)

İNGİLTERE BASINI

The Economist: "Türkiye'yi Konuşalım": "(...) Ancak bu müzakereler kolay ilerlemiyor. Türkiye'nin üyeliği önündeki engeller ülkenin kendisi gibi büyük ve kalabalık. AB ülkelerinin kamuoyları da Türkiye'yi buyur etmekten uzak. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğunu açık şekilde defaatle ifade etti. Sarkozy kadar sesli olmasa da Almanya Şansölyesi Angela Merkel de karşı tavrını ortaya koyuyor. Uzun zamandır devam eden Kıbrıs sorunun çözülmesi ise Türkiye'nin üyeliği için zaruri ön koşullardan birisi. Tehlikeli bir şekilde, biraz da Avrupa'nın Türkiye'ye karşı tavrına bir tepki olarak, Türklerin AB'ye giriş koşullarına uymak için reformları sürdürme hevesi yavaşladı. Son sıralarda kamuoyunda, Amerika ve Avrupa karşıtlığının belirgin bir şekilde arttığı görülüyor. Bütün bunlar dikkate alındığında Türkiye'nin AB'ye alınması konusunda Obama'nın Amerika'nın görüşünü tekrarlama nedeni anlaşılıyor. Ancak bu bir taktik hatası oldu. Obama'nın Avrupalı liderlerin ABD'nin Meksika sınırını açması gerektiğini söylemesinden hoşlanmayacağı gibi, sadece Sarkozy değil diğer AB liderlerinin de dışarıdan birinin böyle ulu orta, kulüplerine kimin katılması gerektiğini bildirmesi hoşlarına gitmedi. Lobicilik yerine Avrupalı liderlerin, Türkiye'nin Birliğe alınmasının getireceği artılar konusunda ikna edilmeleri lazım. Aksi takdirde bu üyeliğin bir Amerikan fikri olduğu izlenimi oluşabilir. Her şeyden önce liderlerin, Türklerin üyeliğe hak kazanmak için kendi ülkelerinde gerekli değişiklikleri yapmaya hazır olduklarına inanmaları şart. Türkiye'nin AB üyeliğine, büyük ihtimalle yıllar var. Üyelik konusunu canlı tutmak, Washington'un değil, Brüksel ve Ankara'daki siyasi liderlerin işi." (10/04)

 

NOT: Bu bülten, 10 Nisan 2009 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir