2009-05-12 AB Bülteni

Son Güncelleme: 20 Mayıs 2009

2009-05-12 AB Bülteni

 

Bülten No : 66 12 Mayıs 2009


DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

 

ABD BASINI

The New York Times: "AB Hazar Denizi'nden Doğal Gaz Sevkiyatı İçin Anlaşma İmzaladı": "AB, Hazar Denizi'nden Avrupa'ya doğal gaz sağlanmasına ve Rus enerjisine olan bağımlılığın azaltılmasına yönelik uzun süredir ertelenen boru hattının yapımının hızlandırılmasını öngören enerji anlaşmasını imzaladı.Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve Mısır'ın katıldığı Prag'daki zirvede imzalanan anlaşma, Orta Asya doğal gazının Rusya toprakları üzerinden geçmeden Avrupa'ya sevk edilmesini sağlayacak 2000 mil uzunluğundaki Nabucco boru hattının yapımını içeriyor. (...) Boru hattı için işbirliği elzem olan Türkiye, transit geçiş kuralları konusunda aylarca pazarlık yaptı. Türkiye dün, anlaşmayı Haziran ayına kadar imzalayabileceği yönünde sinyal verdi. Ancak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, muvafakatinin, son aylarda yavaşlayan Türkiye'nin AB ile üyelik görüşmelerinde kaydedilecek bazı gelişmelere bağlı olduğunu da açıkça beyan etti. (Dan Bilefsky/10/05)

AP: "Almanya ve Fransa Liderleri Türkiye'nin AB Üyeliğine Karşı Çıktı": "Önümüzdeki ay yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri için hazırlık yapan Almanya ve Fransa liderleri dün, Avrupa Birliği'nin Türkiye gibi yeni üyeleri dâhil ederek belirsiz bir şekilde büyümesi fikrini eleştirdiler. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye ile açık olarak tanımlanmayan bir ortaklığı savunan Almanya Şansölyesi Angela Merkel, "Herkesi AB'ye tam üye olarak kabul edemeyiz." dedi ve şöyle devam etti: "Avrupa'nın sınırları konusunda konuşmamız gerekiyor (...) Daha fazla üyenin olması hiç de mantıklı değil ve artık hiçbir şey hakkında karar veremiyoruz (...) Avrupa'daki seçim kampanyasında insanlara ortak tutumumuzun Türkiye için tam üyelik değil de imtiyazlı ortaklık olduğunu söylememiz doğru olacaktır." Türkiye, Almanya ve Fransa'nın muhalefetine rağmen AB müzakerelerine 2005 yılında başladı. Bu iki ülke müzakerelerin önünü kesemedi ve Almanya'nın diğer ana koalisyon partisi -Sosyal Demokrat Parti- Türkiye'nin AB üyeliğini destekliyor. ABD Başkanı Barack Obama da AB'ye, Türkiye'yi tam üye olarak kabul etmesi çağrısında bulunmuştu. Türkiye'nin AB üyeliğine uzun süredir karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ise geçen hafta başka bir seçenek olarak Türkiye ile ortak bir ekonomi ve güvenlik forumu konusunun ele alınmasını savundu ve şöyle dedi: "Angela Merkel, Avrupa'nın sınırları olması gerektiğini söylediğinde haklıydı çünkü sınırları olmayan bir Avrupa, amacı, kimliği, değerleri olmayan bir Avrupa'dır." Alman Bild am Sonntag gazetesi Sarkozy'nin sözlerini şöyle aktardı: "Türkiye'ye boş sözler vermekten vazgeçip onunla büyük bir ortak ekonomik ve beşeri ortam yaratılması üzerinde çalışalım." (...)(11/05)

 

ALMANYA BASINI

Süddeutsche Zeitung: "Doğu'dan Gelecek Doğal Gaz": "(...) Boru hattının, Türkiye'nin doğu sınırından, Rusya'yı dışarda bırakarak Viyana önlerine kadar uzanması ve Kafkaslar ile Orta Doğu gazını Avrupa'ya getirmesi öngörülüyor. AB'nin cuma günü Azerbaycan, Mısır, Gürcistan ve Türkiye ile imzaladığı "Güney Koridoru" anlaşmasında, Türklerle Avrupalılar, Nabucco anlaşmasını haziran sonuna kadar imzalamayı taahhüt ediyorlar.(...) Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ülkesinin, gelecekte Avrupa'nın enerji ihtiyacını karşılama konusunda belirgin bir rol oynamayı düşündüğüne kuşku bırakmadı. Gül, Türkiye'nin Avrupa'nın gaz ihtiyacının güvenli bir şekilde tedarikinde oynadığı stratejik rolün bilincinde olduğunu söyledi. Ankara bu nedenle, kendi payına düşen boru hattı inşaatı için Avrupa Yatırım Bankasından kredi almayı ümit ediyor. Gül, Ankara'nın, katılım müzakerelerinde şimdiye kadar bloke edilen enerji faslının görüşmelere açılması konusunda da AB'den taviz beklediğini de açıkça belli etti. (Martin Winter/11/05)

Bild.De:  "Sarkozy Türkiye'ye Hayır Diyor": "Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy (54), Türkiye'nin olası AB üyeliğine sert bir şekilde karşı çıktı. Sarkozy, Bild am Sonntag gazetesine yaptığı açıklamada, "Türkiye'ye artık boş vaatlerde bulunmamalıyız" diye konuştu.Sarkoyz, AB üyeliği yerine, Türkiye ve Rusya ile ortak bir ekonomik alan oluşturulmasını önerdi. "Anlaşabilirsek, ağırlığımız olur" diyen Sarkozy, "Bu, iyi organize olmuş bir Avrupa'ya ihtiyacımız olduğu anlamına gelmektedir" ifadesini kullandı. Pazar günü Şansölye Angela Merkel ile Berlin'de CDU'nun gençlik teşkilatı "Genç Birlik"in davetine katılacak olan Sarkozy, "bu aynı zamanda, sınırsız bir şekilde genişleyemeyeceğimiz anlamına da gelmektedir" diye konuştu."(11/05)

Bild. De:  "Missfelder: Türkiye Önemli Bir Seçim Kampanyası Konusudur":"CDU'nun gençlik teşkilatı "Genç Birlik" Başkanı Philipp Missfelder, Türkiye'nin AB üyeliğinin reddi konusunun Birlik partilerinin Avrupa seçim kampanyasının merkezî konularından biri olmasından yana. Missfelder, DPA'ya yaptığı açıklamada, "AB üyeliği meselesi büyük bir rol oynuyor, çünkü insanlar bu konuya yoğun ilgi duyuyor." diye konuştu. Missfelder'in şahsi düşüncesine göre, toplumda Türkiye'nin AB üyeliğini istemeyenlerin sayısı son dönemde daha da artmış durumda. Federal Parlamento Milletvekili, AB ile Ankara arasındaki katılım müzakerelerinin başlamasından sonra, Türkiye'nin AB'ye daha çok açılacağına dair umutlar oluştuğunu, ancak bu beklentilerin gerçekleşmediğini ifade etti. Missfelder'e göre, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan daha ziyade pek çok konuda ihtilaf arayışına girdi."(11/05)

Zeit Online: "Türkiye'ye Karşı Bir Seçim Kampanyası Yapmıyoruz": "CSU Cumartesi Günü Avrupa Seçim Programını Kararlaştıracak. Programda AB Meselelerinde Halk Oylaması Talep Ediliyor. Bu Önerinin Fikir Babasıyla Bir Söyleşi:

ZEİT ONLİNE:  Parti Genel Başkanınız Horst Seehofer, halk oylamasına örnek olarak Türkiye'nin AB üyeliğini göstermekten hoşlanıyor. Bu da CSU için demokrasiden ziyade seçim kampanyasının önemli olduğu izlenimi veriyor.

SİLBERHORN:  Biz Türkiye karşıtı bir şeçim kampanyası yapmıyoruz. Tartışmalar bugün, Edmund Stoiber'in Türkiye'nin AB üyeliği hakkında referandum yapılmasını talep ettiği 2004'denkinden daha farklı. Ben, eğer halk oylaması istiyorsak, bunu tek bir olayla bağlantılandırmayıp, genel olarak yapmamız gerektiğini daha o dönemde söylemiştim."(11/05)

Die Welt:  "Nicolas Sarkozy: Dünyanın Almanya'ya İhtiyacı Var": "Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Şansölye Angela Merkel, sınırları olmayan bir Avrupa konusunda acilen uyararak Türkiye'nin AB üyeliğini çok açık bir şekilde reddettiler. Genç Birlik ile Fransız partner organizasyonu JP'nin Berlin'de düzenlediği etkinliğe katılan Sarkozy, sınırsız bir Avrupa'nın değersiz bir Avrupa olacağını vurguladı. Alternatif olarak "büyük, ortak bir ekonomi ve yaşam alanı" teklif eden Sarkozy, bu oluşumun Rusya'ya da önerilebileceğini belirtti. Sarkozy, Bild am Sonntag gazetesine verdiği demeçte, "İyi organize olmuş bir Avrupa'ya ihtiyacımız var. Ancak bu, sınırsız bir şekilde genişleyebileceğimiz anlamına gelmemektedir. Türkiye'ye boş vaatlerde bulunmaktan vazgeçmeliyiz." diye konuştu. Angela Merkel de AB'nin sürekli olarak yeni üyelerle genişlemesinin, ancak işlev kabiliyetine sahip olmamasının bir anlamı olmayacağını kaydederek, yeniden, Ankara ile tam üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklığa gidilmesini önerdi.(...)" (11/05)

Das Parlament:  "Tur Abdin'in Üzerinde Soğuk Rüzgârlar Esiyor": "(...)Tüm Avrupa'nın bu konuyla ilgilenmesi, Arapların yaşadığı komşu köyün muhtarı İsmail Erkan'ı şaşırtıyor. Yayvantepe, manastırdan üç KM uzakta ve Sankt Gabriel ile ilgili kavgadaki ihtilaflı altı taraftan biri. Bu, dolaylı olarak Avrupa tarafından çıkarılmış bir kavga. Geçtiğimiz yılın ağustos ayında kadastro memurları tapu kayıtlarını AB standartlarına uyarlamak amacıyla arazi ölçümü için geldiklerinden beri, burada huzur diye bir şey kalmadı. Zira, arazi ölçümü sonuçları ne manastırı ne de etraftaki köyleri memnun etti. O dönemden beri taşlı birkaç hektar alan uğruna manastır, Arap köyü Yayvantepe, Kürt köyleri Eğlence ve Çandarlı ile Türk hazinesi ve Orman Genel Müdürlüğü kavga ediyor. Dava, muhtemelen Türkiye'nin en çokkültürlü kenti Midyat'taki mahkemelerde görülüyor. Burada üç dinin bir arada yaşamasından gurur duyuluyor. Uzun süredir burada yaşayan yerliler çok doğal bir şekilde Kürtçe, Türkçe, Aramice ve Arapça konuşuyorlar. Bunlardan biri de bu davada Mor Gabriel Manastırını savunan genç avukat Rudi Sümer. (...) Dava, Türk Süryanilerin bugün yaşadığı Batı Avrupa tarafından da dikkatle izleniyor. Ankara'daki Avrupa Büyükelçilikleri, mahkemelerin düzgün çalıştığından emin olmak için duruşmaya gözlemci gönderiyorlar.(...) Türk hükümeti de Avrupalıların eleştirel bakışlarını hissediyor. Kısa bir süre önce hükümetteki AK Parti tarafından yapılan bir açıklama, "Sorunu uluslararası bir kriz haline dönüştürmek istemiyoruz." şeklindeydi. (...) Böylesi bir siyasi çözüm sağlanır mı yoksa mahkemeden mi bir karar çıkar bilinmiyor. Manastırın davasını gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar taşımak isteyen Avukat Sümer'e göre, St. Gabriel ile ilgili kavgadan Tur Abdin'de tek bir şey kalacak: "Artık birbirimize gidip gelme olmayacak, şimdi aramızda bir soğukluk hakim." (Susanne Gütsen/11/05)

 

BELÇİKA BASINI

Euobserver: "Türkiye, AB'nin Boru Hattı Planı Konusunda Kendi Çıkarlarına Göre Oynuyor": "Ankara'nın 8 Mayıs cuma günü dikkatleri çektiği üzere AB, Türkiye ile üyelik görüşmelerinin önünü açmadıkça, Rusya'ya enerji bağımlılığının devam etmesini ve gaz fiyatlarının ciddi biçimde artmasını göze alır. Prag'da düzenlenen bir enerji zirvesinde Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Nabucco gaz boru hattını kendi ülkesinden geçerek inşa edilmesi hususunda hükûmetler arası bir anlaşmayı haziran ayında sonuçlandırmayı vadeden bir deklarasyona imza attı. Ancak Gül "hükûmetler arası bir anlaşmayı", AB'nin Türkiye'nin üyelik müzakereleri kapsamındaki enerji başlığının açılmasına bağladı. Söz konusu başlık, uzun zamandır devam eden toprak anlaşmazlığına bağlı olarak Kıbrıs tarafından engellenmişti. Gül şunları söyledi: "Daha başarılı olabilmek açısından her iki tarafın iş birliği ve dayanışması büyük önem taşıyor. Biz, enerji başlığında müzakerelerin başlamasının büyük fayda sağlayacağı inancındayız." (...) Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso perşembe günü Prag'da Türkiye'nin AB üyeliği ile Nabucco arasında kurduğu bağlantıyı pek önemsemedi ve "Gül, herhangi bir şarttan bahsetmedi." dedi. Ancak Komisyonun Türkiye Elçisi Marc Pierini aynı gün Ankara'da gazetecilere yaptığı açıklamada daha az diplomatikti. Pierini "Türkiye Konsey'de (AB üyesi ülkelerin sekreterliği) Nabucco ile Kıbrıs tarafından engellenen enerji başlığı arasında resmi olarak bağlantı kurmuyor. Ancak bu husus, kendilerinin meseleye bakışının bir parçasıdır ve konsey içerisinde siyasi bir oyundur." dedi. Paris merkezli Uluslararası Enerji Ajansı Euobserver'a "Ankara'nın müzakereci pozisyonu, Türkiye'nin Hazar'dan AB'nin ihtiyaç duyduğu kadar gaza ihtiyacı olması gerçeği yüzünden zayıflamaktadır." açıklamasında bulundu. Uluslararası Enerji Ajansından Ian Cronshaw "Türkiye'nin kendi gaz tüketimi artmaktadır. 2002'de 16 milyar metreküp ve 2008'de 37 milyar metreküp gaz tüketmiştir. Gazının yüzde 63'ü Rusya'dan geliyor ve Ukrayna krizinde onun da gazı kesildi." dedi." (Andrew Rettman/Valentina Pop/11/05)

İNGİLTERE BASINI

The Guardian: "Türkiye ve Avrupa Birliği Arasındaki Doğalgaz Anlaşması Rus Boyunduruğunu Kırdı": "Üst düzey AB yetkililerine göre Avrupa Birliği ve Türkiye, bir yılı aşkın bir süredir devam etmekte olan çözümsüzlüğün ardından, Hazar havzasındaki bir enerji gelir kaynağı potansiyelini ortaya çıkaran önemli bir doğalgaz anlaşmasına vardılar. 25 Haziran'da Ankara'da imzalanacak olan anlaşma AB'nin meşum Nabucco boru hattı projesine büyük hız kazandırmayı vadediyor. Nabucco Orta Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu'dan Avrupa'ya doğalgaz naklini amaçlıyor ve Kremlin'in Avrupa'nın gaz ithalatı üzerindeki boyunduruğunun kırılmasında büyük önem arz ediyor. Türkiye ile zorlu müzakerelere katılan üst düzey bir AB yetkilisi, "Bu çok önemli bir gelişme. Türkler şartlarımızı kabul ettiler. Belirsiz hiçbir şey kalmadı." dedi. 9 milyar avroluk proje; Rusya'yı AB'ye karşı kışkırtan ve Türkiye, Almanya, Avusturya, Azerbaycan ve Orta Asya'nın otoriter rejimlerinin de dahil olduğu, Avrupa'nın gaz ihtiyacını Moskova ve doğalgaz tekeli Gazprom'un enerji tedarik hatları üzerindeki hakimiyetini durdurarak karşılamayı amaçlayan bir çekişmenin merkezinde yer alıyor. Nabucco'nun gerekçeleri tartışılıyor ancak Rusya'nın Ukrayna ile ocak ayındaki gaz savaşı ile bu gerekçeler pekiştirilmiş oldu.(...) Türkiye'nin doğu sınırından Avrupa'nın Viyana dışındaki ana doğalgaz merkezine kadar 2000 mili aşkın uzunluktaki Nabucco, Avrupa'ya Gazprom'un kontrolü dışında gaz pompalayan ana rota olacak. Ancak plan, AB ve Türkiye arasında boru hattı transit anlaşmasına ilişkin anlaşmazlık nedeniyle çıkmaza girmişti. Boru hattının yarısından fazlasının Türkiye'den geçmesi ülkeyi Avrupa'nın enerji tedarikinin bekçisi durumuna sokuyor. Ankara sıkı pazarlık yapmış ve pompalanan gazdan vergi almak ve gazı yüzde 15 indirimli kullanmak konusunda ısrarlı davranmıştı. Boru hattını inşa edecek ve işletecek altı şirketli konsorsiyum ve AB'li yetkililer bunun Nabucco'yu uygulanamaz hale getirdiğini söylemişlerdi. Söz konusu çıkmaz cuma günü, AB ve katılımcı ülkeler arasında Prag'da yapılan zirvede aşıldı. Guardian gazetesine demeç veren Avrupa Komisyonu'nun enerjiden sorumlu üyesi Andris Piebalgs, Türkiye'nin Nabucco'nun taşıyacağı gazı yüzde 15 indirimli kullanma isteğinden vazgeçtiğini söyledi ve "Maliyete dayalı transit üzerinde anlaştık ve sonuca çok yakınız." dedi. Prag'daki zirveyi organize eden üst düzey bir Çek yetkili, müzakereleri "İstanbul'daki bir pazaryerinde yapılan pazarlıklara" benzetmiş ve sonuca dair bir şey söylenemeyeceğini belirtmişti. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, kendisine, anlaşmanın birkaç hafta içinde imzalanacağına dair güvence verdiğini söyledi ve "bana dediği budur" şeklinde konuştu. Türk lider, Nabucco anlaşmasını dolaylı olarak Ankara'nın Brüksel ile AB'ye katılım müzakerelerindeki ilerlemeye bağladı. Müzakereler Kıbrıslı Rumların engellemesi nedeniyle çıkmazda. Bu bazı büyük AB ülkelerinin büyük memnuniyet duydukları bir durum. Ancak Barroso ve diğerleri Ankara'nın bir Nabucco anlaşması için şartlar getirmediği konusunda ısrar etti. (...) Ancak Prag zirvesi ve Türkiye ile varılan bu ani anlaşma ile proje yeniden canlanacak gibi görünüyor. (...)"(Ian Traynor/11/05)

İSVİÇRE BASINI

Berner Zeitung: "Merkel ve Sarkozy Türkiye'nin AB Üyeliğine Karşı": "Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy sınırları olmayan bir Avrupa konusunda uyarıda bulundu ve Türkiye'nin AB üyeliğine ret cevabı verdi. Merkel Berlin'de yapılan bir Alman-Fransız gençlik toplantısında AB'nin giderek genişlemesinin, artık hareket kabiliyeti olmamasının anlamı olmadığını söyledi. Aynı toplantıya katılan Sarkozy de sınırları olmayan bir Avrupa'nın değerlerinin de olmayacağını vurguladı."(11/05)

Neue Zürcher Zeitung: "Prag'da Nabucco Boru Hattına Doğru Bir Adım": "(...) AB temsilcilerinin yanı sıra Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Gürcistan, Türkiye ve Mısır'dan delegasyonlar buluşmaya katıldı. (...) Projenin stratejik önemine rağmen bazı yorumculara göre AB ilk defa açıkça zorlanıyor. Orta Asya ve Orta Doğu'daki doğalgaz üreticileriyle uzun süreli sevkiyat anlaşmalarının yapılmasının gerekliliği temel bir sorun teşkil ediyor. Böylece Türkiye ile transit sorunlarının düzenlenmesinin garanti altına alınması gerekiyor. "Hospodarske Noviny" gazetesindeki bir habere göre, Çek Enerji Bakanı Bartuska, Ankara'ya projenin içinde yer alabileceğini, ancak yer almak zorunda olmadığını söyledi. Bu açıklama, Türkiye'nin projede yer almak için ortaya koyduğu taleplere bir imaydı. Bu talepler AB tarafından fazla bulunuyor. Enerji zirvesinden sonra, Ankara ile bir sözleşmenin Prag'da üzerinde çalışılan deklarasyon temelinde haziran ayının sonuna kadar yapılabileceği vurgulandı.(...) (Rudolf Hermann/11/05)

Neue Zürcher Zeitung: "Türkiye'de AB'ye Olan İnanç Kayboluyor": ""Türkiye ve AB arasındaki yakınlaşmada yıllardır bir gelişme kaydedilmiş değil. Türkiye'de hayal kırıklığı büyüyor. İnsanlar kendilerini cesareti kırılmış ve önemli temsilcileri Türkiye'nin üyeliğine ilgisiz olduklarını saklamaya çalışmayan AB tarafından haksız muamele görmüş olarak hissediyor. Avrupa'ya yönelim Türkiye'nin soy ağacında yazılı. Kemal Atatürk 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıntılarından Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğunda, Türkiye'nin yönelimini anlaşılır biçimde açıklamıştı: Genç devlet, Avrupa'ya yönelmeliydi. Batının kurumları, bilimi ve yaşam tarzı, bütün bunlar modernleşmenin ölçütleri oldu. Geri kalmış sayılan Doğuda bulunan komşulara sırt çevrildi, Arap alfabesi Latin alfabesiyle değiştirildi. Bu Kemalist anlayışa Atatürk'ün mirasçıları da bağlı kaldı. Böylece Türkiye 1959 yılında ilk kez Avrupa Ekonomik Topluluğu'na girmek için başvuruda bulundu. Ancak kırk yıl sonra 1999 yılının Aralık ayında, Avrupa Birliği'ne dönüşmüş olan devletler örgütü tarafından aday ülke olarak açıklandı ve müzakereler de 2005 yılının Ekim ayında nihayet başlayabildi. Başka bir deyişle: Yaklaşık elli yıldır Ankara Brüksel'in lutfu için çabalıyor. Ancak bu günlerde AB üyeliği hedefi hiç olmadığı kadar uzak görünüyor. Gerçi AB üyeliği perspektifi, 2000 ve 2005 yılları arasında bir süre için çok sayıda siyasi reformun güçlü motoru olarak işlev gördü: İdam cezası kaldırıldı, askerin sivil kontrolü azaltıldı ve birçok anayasa değişikliği ile demokratik özgürlükler güçlendirildi. Ancak üyelik müzakerelerinin başlamasından sonra reform süreci tıkandı. Türk hükümeti iç siyasetteki krizlere yöneldi, Kıbrıs konusu Brüksel ve Ankara'nın arasına girdi ve AB üyeleri içinde Türkiye'nin AB üyeliğine temelde karşı çıkan ve bunu saklamayan sesler arttı. Egemen Bağış'ın bu tıkanıklığı çözmesi bekleniyor. Bu yılın Ocak ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan onu AB işlerinden sorumlu Bakanlığa atadı ve Bağış, Brüksel'e karşı baş müzakereci oldu. Bu görev daha önce Dışişleri Bakanlığı'nın işiydi. Yeni kabine gözlemciler tarafından Türkiye'nin AB konusuna gelecekte daha fazla ağırlık vereceğinin sinyali olarak değerlendirildi. Gerçekte, engellerle dolu üyelik sürecine son yıllarda daha az öncelik tanınmıştı. Hükümet, enerjisinin büyük bölümünü kendinden emin bir dış politika oluşturmaya yöneltti. Bölgesel bir güç olma hedefi çerçevesinde bir Neo-Osmanlı retoriği ön plana çıktı. İslamcı komşularla ilişkiler yoğunlaştırıldı, bu strateji de bazı Avrupa merkezlerinde Türkiye'nin, Erdoğan'ın partisi İslamcı-muhafazakar AKP'nin yönetiminde batıdan giderek uzaklaşmaya mı başladığı sorusunu gündeme getirdi. Bağış bu tür korkuların nedensiz olduğunu söylüyor. Yeni Avrupa Bakanı yabancı gazetecilerle gerçekleştirdiği görüşmede, stratejik AB üyeliği hedefi konusunda partisinin uzlaşı içinde olmaya devam ettiğini, AB ile müzakerelerin başarılı bir sonla biteceğinden emin olduğunu ifade etti: "Bugüne kadar AB üyeliği sürecini başlatan her ülke, bu süreci bitirdi de. Bu Türkiye için de geçerli olacak." Bu sürecin gerçi zaman alacağını, ancak bir elli yıl daha bekleme süresi olmayacağını, çünkü üyelik perspektifinin Türkiye için önemli bir "diyet programı" oluşturduğunu vurgulayan Bağış, televizyonun önünde koltukta oturup hiçbir şey yapmamanın rahat olduğunu, ancak Türkiye'nin sürekli hareketli kalabilmek ve fazla kilolarından kurtulmak için AB'ye ihtiyacı olduğunu belirtti. Bakana göre, dış baskı olduğu sürece bir diyeti uygulamak her zaman daha kolay. Bu diyet, yani AB tarafından gerçekleştirilmesi istenen reformlar bütünü, Bağış'a göre iç siyasete bağlı gerekçeler nedeniyle olabildiğince hızlı biçimde gerçekleştirilmeli. AKP'nin hayal kırıklığı yaşadığı mart ayı sonundaki yerel seçimlerden sonra gelecek iki yılda önemli bir seçim bulunmuyor. Bu sürenin iyi kullanılması gerekiyor. Bakan, AB'de Türkiye'ye şüpheyle yaklaşanlara Türkiye'nin AB üyeliğini birliğe yük olmak için değil, Avrupa'nın yüküne ortak olmak için girmeye çabaladığını hatırlattı. "AB'yi bekleyen en önemli on tehlikeden en azından sekizinde Türkiye yardımcı bir rol oynayabilir" diyen Bağış bununla güvenlik siyaseti, enerji sevkiyatı ya da büyüyen pazarlara ekonomik giriş gibi konuları kastettiğini vurguladı. Bağış'a göre Türkiye son yıllardaki dış siyaseti sayesinde batı ve doğu arasında bir köprü olarak iki tarafta da yerleşmiş durumda ve bu nedenle AB'nin örneğin Orta Doğu'da daha güçlü bir sesi olmasına yardımcı olabilir. Bakanın mesleğine bağlı bu iyimserliği, Avrupa politikasına duyulan güven konusunda pek bir açıklık olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Ne Erdoğan'ın Ocak ayında dört yıldan sonra ilk kez Brüksel'e ziyareti ne de Bağış'ın atanması ilişkilerin yumuşamasına yol açtı. 35 müzakere başlığından henüz onu açıldı, sekiz başlık Türkiye'nin liman ve havalimanlarını AB üyesi Kıbrıs'ın gemi ve uçaklarına açmayı reddetmesi sonucu 2006 yılından beri dondurulmuş durumda. Kıbrıs konusunda bir yakınlaşma olacak gibi görünmüyor. Türkiye'de daha çok Brüksel tarafından bölünmüş ada konusunda Türkiye'ye haksızlık yapıldığı duygusu hakim. Sonuçta 2004 yılında, iki ayrı devletin bir konfederasyon oluşturmasını öngören BM Barış Planı Türk tarafınca onaylanmış, Rum tarafı ise bu planı reddetmişti. Bundan kısa bir süre sonra da Rum tarafı ödüllendirilmiş ve Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak AB'ye alınmıştı. AB, Türk tarafına ticaret ambargosunun kaldırılması sözünü de tutmamıştı. Hiç şüphe yok: AB şimdiye kadar Kıbrıs sorununda her zaman tutarlı davranmadı. Bu sorunun yıllardır Türkiye ve AB arasındaki yakınlaşma sürecini bloke etmesi, International Crisis Group İstanbul bürosundan Hugh Pope'a göre AB içerisinde Türkiye ile ciddi bir biçimde ilişki kurma yolunda eksik olan siyasi iradeden kaynaklanıyor. Brüksel'de çok sayıda AB vatandaşının Türkiye'nin üyeliğine eleştirel yaklaştığı biliniyor, anketlere göre bu daha çok ülkenin Müslüman kimliğinden kaynaklanıyor. Kıbrıs konusundaki anlaşmazlık AB üyeliği konusunda ayak sürüyebilmek için hoş görülen bir mazeret gibi görünüyor. Bu özellikle Almanya, Fransa ve Avusturya gibi ülkeler için geçerli. Pope'a göre Fransa'da Türkiye tartışmasının Avrupa siyasetçileri tarafından nasıl iç siyaset amaçları için kullanıldığını özellikle gözlemek mümkün. Türkiye, Fransız toplumunda gerek İslam'a, göçe ve gerekse ekonomik değişikliklere karşı duyulan yaygın korkuların bir sembolü olarak algılanıyor. İstanbul'daki araştırma merkezi EDAM'dan siyaset bilimci Senem Aydın Düzgit, AB içerisinde sadece toplumun geniş kesimlerinde değil, aynı zamanda elitlerde arasında da giderek rasyonel olmaktan çıkan bir Türkiye tartışması olduğunu öne sürüyor. Düzgit'e göre, geçtiğimiz on yılın ilk yarısında AB'nin şartlarına göreceli olarak yüksek oranda güven duyuluyordu. Buna bağlı olarak Türkiye'de bir reform süreci yaşandı. Ancak birkaç yıldır bu tartışma ve talepler gözle görülür bir şekilde karmaşıklaştı ve inandırıcılığını yitirdi. AB'de üye ülke olarak kendisini öncelikle İslam dünyasının sözcüsü olarak algılayacak olan Türkiye'nin, kalıcı veto politikasıyla Birlikte felce neden olacağı şeklindeki korkuların körüklendiğini belirtiyor. Düzgit'e göre, gerçeklere dayanmayan bu atmosferin oluşturulmasının sonucu, büyüyen oranda karşılıklı bir güvensizlik. Düzgit, Alman Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye'ye tam üyelik yerine "özel bir ortaklık" önerisinde de yansıdığı gibi AB'nin giderek yok olan inandırıcılığının Türkiye'deki reform yanlısı çevrelerin elini zayıflattığını, milliyetçi kesimlerin de elini güçlendirdiğini vurguluyor. Türk kamuoyundaki izlenim, Brüksel'in Ankara'ya karşı şu ana kadarki üye ülkelere uyguladığı siyasetten farklı bir siyaset izlediği yönünde. Türkiye kendisinin küçümsendiğini düşünüyor ve AB talepler kataloguna yönelik reform süreci durma noktasına geldi. Sadece bir kısır döngü hareket halinde: Ankara, Brüksel'in Türkiye'ye karşı ilgisizliğini AB reformlarını durdurmak için bir neden olarak görüyor, Brüksel ise Ankara'nın hareketsizliğini Türkiye'nin AB'ye karşı ilgisizliğinin bir işareti olarak algılıyor. Bu, daha özgür bir toplum düzenine yönelik çabaları felce uğratabilecek tehlikeli bir dinamik. Ayrıca üyelik süreci, Kemalist devlet ideolojisinin iddia ettiğinin tersine pek de homojen görünmeyen Türkiye'nin toplumsal olarak birarada tutunması için az sayıdaki projeden biri. Avrupa yolundan uzaklaşmak modern Türkiye'nin ana duvarlarından birini erozyona uğratabilir, sonuçta da ayrışma gerçek olabilir." (Thomas Fuster/11/05)

İTALYA BASINI

La Repubblica: "Gaz Boru Hatları Konusunda AB-Türkiye Arasında Anlaşma...": "(...) Çek Cumhuriyeti dönem başkanlığında Prag'da buluşan AB zirvesi, Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Mısır Enerji Bakanı ile bir ortak deklarasyona imza attı. Bu deklarasyonda taraflar, Nabucco gaz boru hattına ilişkin anlaşmanın imzalanmasının önündeki son engelleri aşmak ve ITGI projesinin gerçekleştirilmesini tamamlamak üzere yükümlülük üstleniyor. Sorun, her ikisi de Avrupa'nın çıkarına olan bu iki projenin kendi aralarında birbirlerine rakip olmaları ve bu ikisinin de Southstream'le (Ukrayna'yı dışarıda bırakarak, Rus gazını Türkiye ve Avrupa üzerinden taşıması bekleniyor) rekabet içinde olmaları. Haziran sonu itibariyle Türkiye-AB'nin üzerinde bir anlaşmaya varacakları Nabucco projesinin, Hazar Denizi havzasından (Gürcistan, Türkiye, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden geçerek) Avusturya'ya yılda 30 milyar metreküp gaz sevkiyatı yapması bekleniyor. ITGI boru hattının ise Azerbaycan, Türkiye ve Yunanistan üzerinden geçerek İtalya'ya 10 milyar metreküp gaz taşıması bekleniyor. Zirve bitiminde Barroso'nun verdiği güvenceye göre, Nabucco projesi için Türkiye ile anlaşma Haziran sonu itibariyle imzalanırsa, ITGI projesi için anlaşmalar yıl sonuna kadar tamamlanacak.(...)"(Andrea Bonanni/11/05)

 

KIBRIS RUM BASINI

Fileleftheros: "Pottering: AB Normlarının Kuzey'de Uygulanmaması Ayıptır": "Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans Gert Pottering, "Kıbrıs'ın AB'ne üyeliği ardından AB normlarının adanın Kuzey kesiminde uygulanmamasının ayıp olduğunu" ileri sürdü. Kıbrıs'ın AB üyeliği ve AB Günü dolayısıyla Fileleftheros gazetesine açıklamada bulunan Pottering, "Kıbrıs'ın bölünmüşlüğü, Birliğin tamamlanmasını engelliyor mu?" şeklindeki bir soruya karşılık şu yanıtı verdi: "Bildiğiniz üzere ülkenin bir kesiminde AB normlarının uygulanması ertelenmiştir. Bu durum ise hakların, sorumlulukların ve AB'ye katılımdan ileri gelen özgürlüklerin uygulanmaması anlamına gelmektedir. Bu da bir ayıptır. Birlik düzeyinde ise, göç ve Şengen anlaşması gibi önemli konularda daha fazla bütünleşme yolunda fren teşkil etmektedir."(...) Türkiye'nin AB sürecine de değinen Pottering, AB üyeliği kriterlerinin gayet net olduğunu, Türkiye'nin bunları bildiğini ve katılım sürecinde daha ileriye gidebilmek için Türkiye'nin yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini savundu."(11/05)

LÜBNAN BASINI

An Nahar: "Türkiye, Avrupa'yı Beklemeyecek": "Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılımı konusu, AB Konseyi dönem başkanlığının gündeminde yeniden en üst sırada yer almaya başladı. Zira her iki taraf, Çek Cumhuriyetinin Başkenti Prag'da Türkiye'nin AB üyeliğini ele almak üzere görüşmelerde bulundular. bu görüşmelerde, Türkiye eski Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve meslektaşı Çek Dışişleri Bakanı Karel Schwarzenberg'ın basına verdikleri hatıra pozları ve nezaket dolu açıklamalara rağmen, iki tarafın tutumlarını birbirinden ayıran boşluğun doldurulması, Türkiye'nin ilk AB'ye katılma talebi üzerinden 22 yıl geçmiş olmasına rağmen zor görülmektedir. Türkiye AB'ye katılım konusunda talep sunmaya devam edecektir. Ancak Ankara muhtemelen, Avrupa ve Balkanlar'dan daha ziyade Orta Doğu ve Kafkaslar'a demir atacaktır. Türkiye'nin coğrafyası, teorik olarak her dört yönde de etkin ve etkili rol oynamasına izin vermesine rağmen, bir süper güç olmadığı için hangi bölgelerde stratejik ve siyasî bakımdan daha çok fayda elde edecekse o bölgelere yönelecektir. Bu tahmin sadece süper güçlerin bulunduğu coğrafyanın her yönünde bölgesel rol oynayabilir gerçeğine dayalıdır, bu gerçek uluslararası ilişkilerde bir aksiyomdur. Avrupa ülkelerinin Türkiye'ye üyelik konusunda zorluk çıkardıkları için, Ankara yüzünü, Barack Obama'nın en son ziyaretinde Türkiye'ye açtığı Amerikan şemsiyesi altında, Orta Doğu'ya çevirecektir. Türkiye, Birliğe üyelik konusunda ilk resmî başvurusunu, 1987 yılında yapmıştı. Bu birlik O dönemde, Avrupa Ekonomik Topluluğu adını taşıyordu. O zamanlar Türkiye ekonomisinin kötü olması, Yunanistan'ın vetosu ve Kıbrıs meselesi nedeniyle bu talep reddedilmişti. Ancak Türkiye buna rağmen o dönemden bu yana, yeni talepler sunmaktan hiç yorulmadı ve bu konuyla ilgili zorlu müzakerelerde bulunmaya devam etti. Ancak Türkiye'nin üyeliğine karşı olan ülkeler henüz, Türkiye'nin siyasî ve stratejik alanlarda yaptığı büyük değişimlerden haberleri yok gibi görülüyor. Bazı Avrupa ülkeleri, Washington ile ittifakından dolayı Ankara'nın Birlik içinde bulunmasının Avrupa'ya bir faydası olmayacağını düşünüyor olabilirler. Aslında Avrupa Birliğine üye olan ülkeler, Türkiye'nin talebine yönelik aynı tutumu sergilemiyorlar. Türkiye'nin Birliğe katılımını destekleyen bazı ülkeler, söz konusu ülkenin sağlam bir ekonomiye ve güçlü bir orduya sahip olmasından dolayı AB'nin uluslararası arenadaki konumunu güçlendireceğini düşünüyorlar. Buna ek olarak Türkiye, petrol ve gaz kaynakları nedeniyle Avrupa için büyük önem teşkil eden bölgelere yakın bir coğrafyada bulunmakta ve bir geçit sayılmaktadır. Türkiye'nin Birliğe katılımın destekleyen en önemli ülkeler, İngiltere ve İsveç'tir. Bölgemizde birçok kişinin düşündüğü gibi din unsuru, önemli bir itiraz nedeni sayılmamaktadır. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkmanın en önemli nedeni, Türkiye Birliğe katıldığı takdirde en çok sandalyeye ve en çok oy sayısına sahip bir ülke olacağıdır. Bu durumda Türkiye, Almanya'dan sonra ve Fransa'dan önceki sırada yer alacaktır. Bunun nedeni AB Parlamentosunda sandalyelerin dağılımı, ülkelerin nüfusuna göre yapılmaktadır. 2020 yılında Türkiye, Avrupa'nın en çok nüfusa sahip ülkesi olacağı için parlamentoda en çok üyeye sahip olacak ve dolayısıyla Birliğin politikalarını etkileyecektir. İşte bu nedenle Almanya, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmaktadır. Almanya'da özelliklede sağ eğilimli politikacılar, bu gerçeği gizlemek için "kültürel farklılıklar" bahanesini ileri sürüyorlar. Bu terim, Türkiye'nin İslam dinine telmihte bulunduğu için din faktörüyle ilgili bir genel kanı oluştu. Fransa da nüfus faktörü nedeniyle Türkiye'nin AB'ye katılmasına karşı çıkmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, nüfusu az olan bir grup Avrupa ülkesi, Türkiye'nin Birliğe katılmasına karşı çıkıyor. Çünkü Türkiye'nin katılması, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Avusturya gibi ülkelerin toplam sandalye sayısından daha çok sayıya sahip olacağı anlamına gelir. Söz konusu üyeliğe karşı çıkmanın bir diğer bahanesi, AB, topraklarının sadece yüzde 2,5'i Avrupa kıtasında olan Türkiye'nin katılımına onay verirse, o zaman Fas'ın talebini kabul etmek zorunda kalacaktır. Bu düşünceyi Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard D'Estaing'ın da benimsiyor. (...) "Türk dosyası" 35 maddeden oluşmaktadır. Bu maddeler, ekonomi, bütçe, iç ve dış politika, yasama, insan ve azınlıkların hakları gibi konuları içermektedir. Türkiye, geçen birkaç yılda üyelik şart ve kriterlerini yerine getirmek için çok çaba harcadı ve iç politikada birçok tabuyu yıktı. Örneğin Türkiye, Kıbrıs konusunda BM'in planını destekledi ve Kıbrıs Türklerine baskı yaparak referandumda birleşmeye evet demelerini sağladı. Ancak Kıbrıs Rumları buna karşı çıktı. 2002 yılında AK Partinin iktidar olmasından birkaç yıl sonra da Türkiye'deki enflasyon oranı 1990 yılların ortasında yüzde 75 iken yüzde 6'ya düştü. Bununla bağlantılı olarak Kürtlerin kültürel ve eğitim hakları alanında siyasî reformlar yapıldı. Türk ceza kanununun bazı maddeleri, Avrupa Birliği kriterlerine uygun olarak değiştirildi. Türkiye'nin AB'ye teorik olarak katılımı, 2013 yılında gibi görülüyor. Çünkü Birliğin bütçesi, 2013'te sona eriyor. Ancak AB'nin merkezi olan Brüksel'in, Türkiye'nin bu tarihte üyeliğine karşı çıkması nedeniyle, Türkiye, bir sonraki AB bütçesinin sona ermesini yani 2021 yılını beklemek zorunda kalacağı anlamına gelir. Türkiye gibi büyük bölgesel devletlerin umutlarını, sırf AB'ye bağlamaktansa alternatif siyasetler üretmeye başlayacağı muhtemeldir. Dolayısıyla ağırlık, Orta Doğu bölgesine kayacaktır. Özellikle de Türkiye'nin dış politikasını çizen Ahmet Davutoğlu'nun son kabine değişikliğinde Dışişleri Bakanı olarak atanması sonucunda, Orta Doğuya bu politikada çok önemli bir yer açacaktır. Türkiye'nin yeni politikasının sinyalleri yakında -belki de Brüksel'in hiç tahmin etmediği yakın bir zamanda-görülmeye başlanacaktır."(Mustafa el Labbad/11/05)  

YUNANİSTAN BASINI

Eleftheros Tipos: "Erdoğan Akropolis Müzesinin Açılış Töreninde...": "Geçtiğimiz hafta cuma günü, Ankara'da görevli AB Büyükelçileri onuruna bir öğle yemeği düzenleyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye'nin yegâne hedefinin AB'ye tam üyelik olduğunu net şekilde ifade etti. Avrupa hükümetlerinden imtiyazlı ortaklıkla ilgili yanlış mesaj göndermemelerini isteyen Bakan, Türkiye'nin gerekli reformlarla ilgili iradesini ve kararlılığını dile getirerek, Türkiye'nin "büyüklüğünü" övdü ve dolaylı bir şekilde, ülkesine ayrıcalıklı davranılmasını talep etti. Başka bir ifadeyle Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ülkesinin enerji kavşağı, Orta Doğu ve Kafkasya'da lider güç ve çok büyük bir pazar olarak önemi vurguladı ve ülkesine karşı "dürüst" olunması gerektiğini ifade etti."(Angeliki Spanu 11/05)
Kathimerini: "Kaçak Göçmenler Saatli Bomba": "(...)Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda Yunanistan'ın, Türkiye'nin AB üyelik sürecine Kaçak Göçmenleri Geri Kabul Etme Protokolü'ne uymasını şart olarak ortaya koymaması şaşkınlık yaratıyor. Bu ikili bir konu değil, Avrupa-Türkiye arasındaki bir konudur. İnsan ticareti çok büyük kazanç getiren bir "sanayidir". (...) (Stavros Ligeros/11/05)

Ethnos:  "Ankara İpi Geriyor": "(...) Bu gelişme yani Profesör Ahmet Davutoğlu'nun Türk Dışişleri Bakanlığının başına geçmesi hem Türk-Yunan sorunlarının ele alınmasını hem de Yunanistan'ın AB-Türkiye ilişkilerine dair tezinin şekillenmesini zorlaştırıyor.(...)"(Nikos Meletis/11/05)

 

NOT: Bu bülten, 9-11 Mayıs 2009 tarihlerinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir