Son Güncelleme: 18 Mayıs 2009
Bülten No : 65 11 Mayıs 2009
DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ
ABD BASINI
ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonunun Mayıs 2009 Yıllık Raporu: ""ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu Yıllık Raporunun Türkiye bölümü: Türkiye, demokratik bir hükûmete ve ülkede, dinin devlet işlerinden ayrılması olarak tanımlanan, güçlü "laiklik" geleneğine sahiptir. (...) Avrupa Birliği (AB) 2001 yılında Türkiye'nin Birliğe katılım girişimine onay vermiştir ve bu, bir dizi reform gerçekleştirmesi yönünde Türkiye'yi teşvik etmiştir. Ne var ki bazı ilerlemelere rağmen 2008 yılının sonlarında yayımlanan bir AB raporunda, "Dinî özgürlüklerin yaşanmasına tam saygı gösterilmesine yardımcı olacak bir ortam sağlanması için Türkiye'nin daha fazla çaba göstermesi gerekmektedir" ifadesi yer aldı. Komisyon, Kasım 2006'da Türkiye'ye ziyarette bulundu ve milletvekilleri ve farklı dinî cemaatlerin ve sivil toplum eylemcilerinin yanı sıra Türk hükûmetinin din işlerinden sorumlu yetkilileriyle bir araya geldi. Komisyonun ziyareti sırasında neredeyse farklı tüm dinlerden insanlar, ibadethanelerin açılması, korunması ve faaliyetlerinin sürdürülmesi açısından ciddi sorunları olduğunu ancak ülkenin anayasasında da öngörüldüğü gibi bir araya gelmekte ve ibadet etmekte özgür olduklarını ifade ettiler. Bunun yanında grupların çoğu, özellikle AB katılım sürecinde ele alınan reformlardan söz ederek, son on yılda dinî özgürlüklerin yaşanmasında gelişme olduğunu belirttiler. Ne var ki Komisyon, Hristiyanlar ve diğer azınlık cemaatlerinin yanı sıra aralarında çoğunluğu oluşturan Sünni cemaat ve (genellikle İslam'ın özgün bir mezhebi olarak görülen) azınlıktaki Alevilerin de dinî özgürlükleri yaşamakta önemli kısıtlamalarla karşı karşıya olduğu konusunda bilgi edindi. Aşağıda da ele alınacağı üzere bu endişeler devam etmektedir. Türkiye'nin Anayasası, ülkenin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya koyduğu politika doğrultusunda ülkeyi "laik devlet" olarak tanımlamaktadır. Bu laiklik görüşü, Atatürk'ün, dinin, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa karşısında geri kalmasının başlıca nedeni olduğu inancına dayanmaktadır. (...) Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki partinin programında, Türkiye'nin AB'ye katılımı ve İslam'ın modernlik ve demokrasiyle uyum içinde yeniden kamusal hayata dâhil edilmesi yer almasına rağmen, Türkiye içindeki ve dışındaki gözlemciler, AK Partinin gerçek amaçları konusunda birbiriyle çelişen görüşlere sahiptir. (...) "Başörtüsü meselesi" uzun yıllardır Türkiye'deki siyasi tartışmalara konu olmuştur. Mesele 2005 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) önüne gelmiş, Mahkeme, Türkiye'de bir üniversitenin uyguladığı başörtüsü yasağının dinî özgürlük ilkelerini ihlal ettiği hükmüne varmasına rağmen Türkiye'nin laikliği geçmişten bu yana yasal tanımlayış biçimi göz önüne alınarak bu kararın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olmadığı hükmüne varmıştır. (...) Türk Alevi cemaatinin bir üyesi zorunlu Müslümanlık eğitimi konusunu AİHM'ye taşıdı. AİHM, Ekim 2007'de müfredatta sadece Sünni İslam'a ait bilgilerin yer aldığı gerekçesiyle din eğitiminin Aleviler için seçmeli olması gerektiği kararına vardı. Bir Türk Asliye Mahkemesi bu tarihten sonra AİHM kararını uyguladı.(...) Komisyon Türkiye ziyaretinde ayrıca Lozan hükümleri ihlal edilerek azınlıklara ait mülklerin sistematik olarak kamulaştırıldığını, bunun yanında mevcut ve yeni dinî grupların yasal kimlik kazanması için gerekli koşulların ya gelişigüzel uygulandığını ya da sürecin keyfî olarak uzatıldığını öğrendi.(...) Türk Meclisi Kasım 2006'da AB'ye katılma ihtimaliyle ilgili reformların bir parçası olarak, Lozan dinî azınlık vakıflarının idaresine dair yeni bir yasayı kabul etmiş, bu yasayla vakıfların kurulmasını kolaylaştırmış ve Türkiye'de Türk olmayan azınlıkların vakıf kurmalarına izin vermiştir. Yasa ayrıca, dinî azınlıkların kamulaştırılan mülklerini sınırlı olarak geri almalarını sağlamıştır: yasa uyarınca vakıfların, devletin üçüncü kişilere sattığı mülkleri, ayrıca devlet kontrolü altında bulunan vakıf mülklerini geri almaları mümkün olmayacaktır. Yasayla bunun yanında Vakıflar Genel Müdürlüğünün başka mülkleri de kamulaştırmaya devam etmesi sağlandı. (...) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2008 yazında Rum Ortodoks Ekümenik Patrikhanenin açtığı bir davada Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu 1 nolu Protokolünü (mülkiyetin korunması) ihlal ettiğine oy birliğiyle hükmetti. Davanın konusu Ekümenik Patrikhanenin sahibi olduğu Büyükada'daki yetimhane idi. Türk hükûmeti mahkemenin kararını henüz yerine getirmedi. (...) Yehova Şahitleri resmî olarak tanınmayan bir dine mensup olmaları sebebiyle ibadetlerini yerine getirirken devamlı olarak tacize maruz kaldıklarını söylüyorlar. Müspet bir gelişme olarak; AB Kasım 2007'deki raporunda, Yehova Şahitlerinin bir teşkilat olarak tüzel kişiliğinin tanındığını ve böylelikle grubun buluşma yeri kiralayabilmesi ve kolektif olarak yasal çıkarlarını mahkemede savunabilmesinin önünün açıldığını bildirmiştir. (...) AB, Mart 2001'de Türkiye'nin Birliğe üyelik girişimi sürecine dair bir yol haritası olarak, Türk Devleti'nin kanunlarını AB standartlarıyla uyumlu hale getirmek üzere sayısız reform yapmasını gerekli kılan Katılım Ortaklığı Belgesini kabul etti. Başbakan Erdoğan, AB üyeliği hedefinin bir parçası olarak, 2002 yılından bu yana aralarında insan hakları reformunun da yer aldığı bir dizi emsalsiz demokratik reformu hayata geçirdi. Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Yasası ve Basın Kanunu'nun da aralarında bulunduğu pek çok kanun değiştirildi ve ayrıca uluslararası anlaşmaların ve Avrupa İnsan Hakları Anlaşması'nın ülkedeki kanunlardan üstün olduğuna dair anayasada bir değişiklik yapıldı. Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklikler arasında, hakaretin kapsamının daraltılması, kadın ve erkek eşitliği ilkesinin kuvvetlendirilmesi de bulunuyor. Bunlara ilaveten Türkiye 2002 yılından bu yana Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uyum göstermek adına çabalarını artırmıştır. Avrupa Komisyonu tarafından 2008 yılının sonunda yayımlanan İlerleme Raporunda şu ifadeye yer verilmiştir: "Hükûmet AB katılım sürecine ve siyasi reformlara bağlılığını beyan etti." Ancak raporda ayrıca "hükûmet güçlü siyasi yetkisine rağmen siyasi reformlar konusunda kararlı ve kapsamlı bir program ortaya koymamıştır." deniliyor. Avrupa Komisyonu raporunda ayrıca Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulama konusunda ilerleme kaydetmekle beraber ilave uluslararası insan hakları belgelerini onaylamak ve Türkiye'nin kurumsal insan hakları çerçevesinin bağımsızlığının ve şeffaflığının artırılması gibi daha fazla çabaya gereksinim duyulduğu ifade edildi. Örneğin, sivil toplum kuruluşları uzmanlar ve bakanlıkları temsil eden kurul olan, İnsan Hakları Danışma Kurulu azınlık hakları konusunda bir rapor yayımladığı Kasım 2004'ten bu yana faaliyet göstermedi. İlerleme Raporunda dinî özgürlükler konusunda "inanç özgürlüğüne büyük ölçüde saygı duyulmaya devam ediliyor. Şubat 2008'de kabul edilen Vakıflar Kanunu'nda başka şeylerin yanı sıra gayrimüslim azınlıkların mülklerini ilgilendiren bir dizi konu da yer alıyor." ifadesine yer verildi. Ancak raporda ayrıca "dinî azınlık cemaatlerinin tüzel kişilik kazanması ve dinî eğitimlerin önündeki sınırlamalar sorun olmaya devam ediyor." denildi. Raporda ayrıca ülke çapında gayrimüslim din adamları ve ibadet yerlerine dönük saldırılara değinildi ve "misyonerler ülkenin bütünlüğüne ve Müslüman dinine bir tehdit olarak resmedilmeye ve/veya algılanmaya devam ediliyor." ifadesi kullanıldı. Raporda ayrıca Türkiye Alevilerle diyalogu geliştirmek konusundaki girişimi "takip etmemesi" sebebiyle eleştirildi. Rapor şöyle devam ediyor: "(Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) ile uyumlu bir yasal çerçevenin tesis edilerek gayrimüslim azınlık cemaatlerinin ve Alevilerin yersiz kısıtlamalara maruz kalmaksızın faaliyette bulunabilmesinin sağlanması gerekiyor" ve "Türkiye'nin din özgürlüğüne pratikte tam anlamıyla saygı duyulacak bir ortam sağlamak amacıyla daha fazla çaba göstermesi ve çeşitli dinî cemaatlerle diyalogun geliştirilmesini amaçlayan tutarlı girişimlerde bulunması gerekmektedir."(...) Son olarak Nisan 2008'de kabul edilen bir dizi AB reformu arasında parlamento Türk Ceza Kanunu'nun Türk Devleti ya da "Türk kimliğini" aşağılamayı suç sayan 301. maddesinde değişiklik yaptı. Değişiklik ifade özgürlüğünün korunmasını genişletmeye dönük olarak görülmesine karşın maddenin muğlak dili geçmişte olduğu üzere istismar ihtimalini artırmaktadır. Avrupa Komisyonu İlerleme Raporu ifade özgürlüğü bağlamındaki bu noksanlara işaret etmektedir ancak bunun din ve inanç özgürlüğü konusunda da etkileri bulunmaktadır. Türk savcılar, dinî ve etnik azınlıkların üyelerinin dinî ifade ve inanç haklarını kısıtlamak için 301. madde kapsamında davalar açmaktadırlar. Komisyon, Türkiye bağlamında ABD yönetimine şunları tavsiye etmektedir:
1. Dinî Özgürlüklerin Geliştirilmesi İçin Yasal Reformlar Çağrısında Bulunulması (...)
2. Çok Taraflı Forumlarda Dinî Özgürlüklerle İlgili Endişelerin Gündeme Getirilmesi (...)
ALMANYA BASINI
Der Tagesspiegel: "Federal Parlamento Manastırın Kalmasını İstiyor": "Federal Parlamento, Türkiye'deki Mor Gabriel Manastırı'nın kalıcı kılınması için AB genelinde bir girişim başlatılmasını talep etti. Mecliste grubu bulunan tüm parti milletvekilleri, perşembe günü, büyük koalisyon ile liberaller tarafından verilen bir önergeyi onayladılar. Önergede, "Türk hükûmetinin manastırın varlığının ve hayatta kalma perspektifinin kalıcı olarak garanti etmesi için Almanya'nın AB üye devletleriyle mutabakat içerisinde girişim başlatması gerekmektedir." deniliyor."(08/05)
AZERBAYCAN BASINI
Halk Cephesi: "Avrupa'nın Türkiye'ye Daha Çok İhtiyacı Olacak": " London School Of Economics'te konuşma yapan Türkiye Devlet Bakanı Egemen Bağış, "20 yıl sonra Türkiye'nin AB'ye daha az, AB'nin ise Türkiye'ye daha çok ihtiyacı olacak." şeklinde bir açıklamada bulundu. Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili öne sürülen fikirler konusuna da değinen Bağış, "Sadece beklemek gerekiyor. Zaman bizim lehimize işliyor. Almanya, Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemeli. Zaman zaman değişik fikirler öne sürülebilir ama Almanya, bizim müttefikimiz ve dostumuz. Almanya'da 3 milyon Türk yaşıyor." dedi." (Raife/0805)
Üç Nokta: "Türkiye'nin Avrupa'ya İhtiyacı Yok...": "Türkiye'nin kendisi Avrupa zaten. Avrupa, bize göre, güya en büyük insani ve demokratik değerlere sahip bir bölge. Ancak zaman geçtikçe ve AB üyesi ülkeleri ziyaret ettikçe, bu değerlerin sadece dışarıdan güzel göründüğünü, içeriden ise boş olduğunu görüyoruz. 30 Nisan'da Azerbaycan Devlet Petrol Akademisine düzenlenen terör saldırısı da bir senaryo olarak Avrupa'dan gelmişti. Bizim en geri zekalımız bile eline silah alıp da bu haltı yemezdi. Demek ki bu tür adım atanlara, teşvik edici güç olarak Batı düşüncesi ve doğal olarak Batı sineması yardım ediyor. Önce yönetmenleri film çekiyor, sonra salak bir Avrupalı bu senaryonun kahramanına benzemek istiyor ve yaptıklarından büyük bir zevk alıyor. Ferda Kadirov da bu Avrupalılardan biri oldu. Ne yazık ki kardeş Türkiye'mizde bu tür olaylar sık sık oluyor. Çünkü Sarkozy ile Merkel kabul etse de etmese de, Türkiye Avrupa'nın merkezinde bulunuyor. İstanbul tamamen bir Avrupa. Avrupa'nın kendisi, yüzyıllardır Avrupalılaşmak için bu şehirden ders alıyor. Şimdi onlara ne oldu, dersler mi kötü, yoksa onlar mı dayanıksız öğrenci oldular? Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Türkiye'nin, dayanıksız öğrencileri ile Avrupa'yı çalkalayan bu Avrupa'ya ihtiyacı var mı? Elbette hayır. Yüzyıl geçse de biz Azeriler oralara heveslenmeyiz. Zaten onlar da bizi hiçbir zaman Batılı olarak görmedi. Doğulu olarak kendi Doğu'muzda yaşıyoruz. Onların, bizim kara gözümüze aşık olmadıklarını biliyoruz. Ne olmuş yani Avrupa Konseyi üyesi isek. Avrupa Konseyinin bir üyesinin, 20 yıldır başka bir üyesinin topraklarını işgal etmesinden, insanlarını esir almasından kimse bahsetmiyor. Neden meclislerde bu konuda susuyorlar? Neden oy vermedikleri bir ülkeyi sık sık ziyaret ederek ahlak dersi veriyorlar? (...) Bakü'den çok uzakta bulunan AB'nin yaşlı üyesi Fransa'nın genç Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, papağan gibi ikide bir, AB'nin Türkiye olmadan daha güzel göründüğünü söylüyor. Bu Sarkozy'ye, Türkiye'den neden bu kadar korktuğunu soran yok. Belki de Türkiye AB üyesi olduktan sonra 75 milyonluk bir halkın sıcakkanlı temsilcilerinin, Schengen vizesiyle Avrupa'nın bir başından girip öbür başından çıkacaklarını zannediyordur. Sonuç ne olacak? Sonuç şu olacak; 5 veya 10 yıl sonra Avrupa şehirlerinde gezen çocukların yarısı Türkçe konuşacak. Ayrıca Paris'teki ünlü Eyfel Kulesi'nin yanında dünyanın en büyük camisi inşa edilecek. Bu söylediklerimiz sübjektif görüşler, ama Avrupa ülkeleri işte bu gerçeklerden korkarak Türkiye'yi üye olarak kabul etmek istemiyorlar. Sarkozy'yi sanki "nakavt" yapan Türkiye Devlet Bakanı ve Başmüzakerecisi Egemen Bağış ise London School of Economics'te yaptığı konuşmada, 20 yıl sonra Türkiye'nin AB'ye daha az, AB'nin ise Türkiye'ye daha çok ihtiyacı olacağını söylemiş. TGRT Haber, konuyla ilgili haberini Bağış'ın şu ifadesiyle tamamladı: "Zaman Türkiye'nin lehine işliyor." Bizim de. Ne de olsa biz bir millet, iki devletiz."(Babek Göğüş/08/05)
İNGİLTERE BASINI
BBC: "Prag'da Yapılacak Avrupa Birliği Güney Koridoru Zirvesinde Nabucco Projesinin Ele Alınması Bekleniyor": "Prag'da bugün Avrupa Birliği Güney Koridoru, İpek Yolu ve enerji güvenliği konulu zirve yapılacak. Toplantıda özellikle Nabucco projesinin ele alınması bekleniyor. Nabucco projesinin Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasından rahatsızlık duyan Azerbaycan'ın bu proje için öngörülen doğal gazı Rusya'ya satmak istediği yolundaki haberler nedeniyle riske girmiş olabileceği kaygıları yaygın ancak bu kaygının yersiz olduğunu düşünenler de var.
AKYOL: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Prag'a gitmeden önce yaptığı basın toplantısında zirvenin, Avrupa Birliği ve Türkiye'nin enerji arzı güvenliğine katkı için önemli olduğunu söyledi. Prag'daki zirvenin enerji gündeminin en önemli maddesi 2014 yılında yürürlüğe girmesi planlanan Nabucco Projesi. Bu proje, Avrupa'nın ihtiyacının Rusya'ya bağımlılığının azaltılmasını da amaçlıyor.(...) Türkiye'nin planı, bu gazın 4 milyar metreküpünü kendi ihtiyacı için almak, kalanını da Nabucco üzerinden Avrupa'ya taşımaktı. Ancak Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi görüşmelerinden rahatsız olan Bakü'nün bu gaz için Rusya'yla pazarlığa oturduğu iddiaları projenin geleceği hakkında kuşkulara neden oldu. Azeri gazına alternatif olarak Irak gazının kullanılabileceğini düşünen uzamanlar da var. Bununla birlikte Zaman gazetesi dış politika yazarı Fikret Ertan, Nabucco'nun şansının arttığı görüşünde ve Avrupa Birliği'nden bölgedeki bir başka doğal gaz zengini ülke olan Türkmenistan'a yapılan çağrıyı hatırlatıyor."(Kürşat Akyol/08/05)
The Economist: "Kıbrıs ve Türkiye": "Kıbrıs'ın işgal edilmiş bölümündeki "seçimleri" konu alan 25 Nisan tarihli makaleniz, Kıbrıs'ı yeniden birleştirme görüşmelerinden çok Türkiye'nin AB'ye katılımıyla ilgiliydi. Türkiye 2005'te, bir dizi yükümlülüğü yerine getirmeyi üstlendi. Türkiye'nin, deniz ve hava limanlarını Kıbrıs deniz ve hava araçlarına açmayı reddetmesi de, Kıbrıs ile ilişkilerin normalleşmesini zora sokmakta, serbest ticaret ve rekabetin önünde engel oluşturmaktadır. Dahası, süregelenler, devletlerin ticaret, gümrük ve egemenlik haklarını ilgilendiren ulusal ve uluslararası hukuk ile Avrupa hukukunun uygulanmasından ibaret olduğu için de işgal altındaki kuzeye AB tarafından getirilen "ticari kısıtlamalar" ifadeniz dayanaksızdır. Kıbrıs 2004'te, Kıbrıslı Türkler ile ticaretin geliştirilmesi için birtakım yöntemler önermiş, ancak bunlar, Türk tarafının liderlerince doğrudan reddedilmişti. Kıbrıs'ın, Türkiye'nin AB üyeliğini "engellemeye" çalıştığı iddiası da aynı derecede geçersizdir. Kıbrıs, 2005'te, Türkiye ile katılım müzakerelerinin başlatılmasını destekleme kararı almış ve 23 Nisanda Kıbrıs Cumhurbaşkanı ile Yunanistan Başbakanı, Türkiye'nin yükümlülüklerini ve gerekli koşulları yerine getirmesi halinde, bu ülkenin üyeliğini desteklediklerini bir kez daha tekrarlamışlardı. ALEXANDROS ZENON Kıbrıs Büyükelçisi Londra(08/05)
Reuters: "AB 'İpek Yolu' Zirvesi, Hazar Doğal Gazının Akış Rotasını Netleştirdi": "(...)AB, "güney koridoru" diye adlandırılan bir hat üzerindeki doğal gaz üreticileri ve Türkiye gibi geçiş ülkelerine Avrupa'ya daha fazla doğal gaz sağlamayı taahhüt etmeleri karşılığında ticaret ve güçlü aktarım hatları oluşturmayı teklif etti. Avrupa, Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan liderleri arasında imzalanan anlaşma, merkezi bir AB doğal gaz alım konsorsiyumu oluşturulmasını öngörüyor.(...)10 milyar dolarlık Nabucco projesi, Hazar doğal gazını, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan aracılığıyla Avusturya'ya pompalanmasını öngörüyor, ancak henüz ihtiyacı olan gazın sadece beşte birini garanti altına almış durumda. Projenin esas kaynağı olan Azerbaycan gazı 2016 yılına kadar ertelenebilir. Zirvede liderler, AB ve Türkiye'nin Nabucco aracılığıyla doğal gaz ikmalinin şartları konusunda haziranın sonuna kadar bir anlaşmaya varmasını kararlaştırdı. Bu gelişme, potansiyel yatırımcılar açısından başlıca belirsizliklerden birini ortadan kaldıracaktır. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, "Kararlıyız ve hazırız, (...) Hiçbir tereddüt yoktur, dolayısıyla ilerleyebiliriz." diye konuştu."(Pete Harrison, David Brunnstrom/08/05)
Reuters: "Seçimleri Geride Bırakan Türkiye Yeniden AB Yoluna Döneceğine Söz Verdi": "Türkiye'nin AB müzakerecisi bugün, Ankara'nın, bloka katılım için öngörülmekle birlikte uzun zamandır ertelenen reformlar için yeniden harekete geçeceğini söyledi. Ülkenin önünde iki üç yıllık bir seçimsiz süreç var. Türkiye 2005'te katılım görüşmelerine başladı, ancak o günden bugüne ilerlemenin seyri yavaştı. AB, Türkiye'den, askerin yetkilerinin azaltılması, ifade özgürlüğü ve azınlıklara tanınan hakların artırılması gibi çok zorlu reformlar yapmasını bekliyor. Ne var ki Ankara, seçimler ve ülke içi sorunlardan ötürü reformların ikinci planda kaldığını ileri sürüyor. Müzakereci Egemen Bağış, Ankara'da bir yemekte bir araya geldiği AB büyükelçilerine, "Seçimsiz iki üç yıllık bir dönem var önümüzde ve bu reform yasalarını geçirmek için son derece önemli bir dönem. (...) Asıl ve tek hedefimiz tam üye olmak, ne bundan azı ne de fazlası. Reformlar konusunda da kararlıyız" dedi. Türkiye defalarca reformları hızlandıracağına söz vermiş olsa da Brüksel, söylenenlerin bir şey ifade etmediğini, yapılanları görmek istediğini belirtiyor. Bağış, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükûmetinin, yakın bir tarihte parlamentoya, askeri yapıdaki 1982 anayasasını değiştirmeyi öneren bir yasa teklifi sunacağını söyledi ki bu, AB üyeliği yolunda önemli bir adım olacaktır. 1980 askeri darbesinden sonra yazılan mevcut anayasa, Türkiye'nin modernleşme yolculuğunu yavaşlatan ve ekonomik kalkınmayı baltalayan bir unsur olarak görülüyor. Bazı siyasi hakları sınırlayan anayasa, aynı zamanda orduya, seçilmiş hükûmetler üzerinde nüfuzunu kullanma imkanı tanıyor. Bağış ayrıca, Türkiye'nin, AB standartlarını yakalayabilmek adına, yakın zamanda yargı ve vergi sistemleriyle eğitim ve enerji politikalarının reforme edilmesi yönünde çalışmalara başlamayı planladığını ifade etti. AB Genişleme Komiseri Olli Rehn, 2009'un, Türkiye için, AB'ye katılma arzusundaki ciddiyetinin sınanacağı bir yıl olacağı görüşünde. Öte yandan ülkede, AB konusundaki kuşkucu yaklaşım da Müslüman Türkiye'nin katılım görüşmelerinin Birlik tarafından haksız yere engellendiği inanışı da giderek artıyor. Sözgelimi etkili muhafazakâr muhalifler, AB üyeliğiyle ilgili, anayasanın değiştirilmesi de dahil tüm çalışmalara karşı koyacaklarını beyan ettiler. AB ise, Türkiye'nin kulübe katılmasını isteyenler ile istemeyenler diye ikiye bölünmüş durumda."(Ibon Villelabeitia/08/05)
İSPANYA BASINI
El Periodico: "Seyahat Etmek Çok Öğretici Oluyor": "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımına inanan Türkleri oyalamak için şimdi di de Anadolu'da bir düğünde 45 kişinin katledilmesini kullanmasınlar. Ayrım gözetilmedi, ne nişanlılara, ne de çocuklara."(Josep Pemau/08/05)
İTALYA BASINI
Il Sole 24 Ore: "AB Nabucco Konusunda Sıkıştırıyor" : "(...) İşte bu yükümlülükler: Orta Asya'da üretilip Türkiye üzerinden Avusturya'ya ulaşması planlanan gazın transit geçişi hakkındaki anlaşmayı Haziran sonu itibariyle imzalamak için AB ile Türkiye arasındaki Nabucco konulu müzakerelerin bir an önce sonuca erdirilmesi. Nabucco, 8 milyar dolara mal olacak 3.300 kilometre uzunluğunda bir boru hattı. Ankara ile varılacak anlaşmanın, hem projenin gerçekleştirilebilirliği hem de nakli yapılacak gaz hakkındaki tereddütleri ortadan kaldırması bekleniyor. Dahası da var. Herhangi bir sürpriz olmazsa, Orta Asyalı üretici ülkelerin yanı sıra Mısır, Irak ve Türkiye'nin de katılacağı bugünkü zirvede onaylanacak olan deklarasyon taslağında, Orta Asya'da üretilen gazı Türkiye ve Yunanistan üzerinden geçerek Otranto kanalı aracılığıyla İtalya'ya getirecek olan boru hattı ITGI'ye ilişkin hükümetler arası anlaşmanın yıl sonu itibariyle imzalanması da öngörülüyor." (Adriana Cerretelli/08/05)
LÜBNAN BASINI
The Daily Star: "Kıbrıs Yeniden Birleşmek İçin Bu Şansı Kaçırmamalı": "(...) Yunanistan'a, Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmesinin ve Türkiye'nin AB üyeliğine destek vermesinin faydalarını açıklayarak barış sürecinde daha yapıcı bir rol oynaması çağrısında bulunuldu. Türkiye, bir iyi niyet jesti olarak Kuzey Kıbrıs'taki askerlerinin bir kısmını sembolik olarak geri çektiğini açıklayarak güven tesis edilmesine olağanüstü bir destek verebilir. Bu hareket Türkiye'nin Avrupa ile yakınlaşmasına da büyük katkı sağlayacaktır. Son olarak çözüm için açıkça beyan edilen uluslararası destek, başarının doğru bir tanınma ve ödül getireceği yönünde her iki toplumun liderlerinin ikna edilmesine yardımcı olacaktır. Bu son 30 yıldır Kıbrıs'ta federal bir çözüm için ele geçirilen en iyi şanstır ve sonuncusu olabilir. Müzakerelerin başarısız olması halinde bölünme kalıcı hale gelebilir ve bugün atmosfer ne kadar ılımlı olsa da jeopolitik zaman içerisinde adayı hakimiyetine alacaktır. Kıbrıs sorununun çözümlenememesi NATO, Türkiye ve AB arasındaki iyi ilişkiler için de olası bir tehdittir. Kıbrıslılar bu şansı, bölgede ekonomik potansiyelini kullanabilmek ve kendine güven içerisinde dünya işlerinde üzerine düşeni yapmak için sağlıklı, birleşmiş bir ülke yaratmak adına kaçırmamalıdır."(Desmond Tutu, Jimmy Carter, Lakhdar Brahimi/08/05)
NOT: Bu bülten, 8 Mayıs 2009 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.