2009-01-15 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

Son Güncelleme: 27 Ocak 2009

2009-01-15 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "NABUCCO BORU HATTININ BÜYÜK RAKİPLERİ VAR"

BERLİN, 09/01(BYE)--- Tirajı günde 153 bin 247 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 9 Ocak 2009 tarihli sayısında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

--Avrupa Gaz Tedarikinde Alternatif Arayışında--

Rusya ile Ukrayna arasındaki gaz kavgası, Avrupa'nın ihtiyacı olan gazın tedarikiyle ilgili tartışmaların yeniden başlamasına neden oldu. Gaz tedarikinin nasıl güvenceye alınabileceği sorusu sadece Avrupalı alıcı ülkeleri ilgilendirmiyor, Rusya da Ukrayna gibi ülkelerden bağımsız olabilmek amacıyla yeni transit yolları arayışı içinde. Gazprom'un stratejistleri bunu iki hat üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bunlardan ilki Baltık denizinden doğrudan Almanya'ya ulaşması planlanan "Kuzey Akımı" boru hattı. BASF/Wintershall ve Eon gibi Alman şirketlerinin de ortak olduğu bu boru hattına, Baltık ve İskandinav ülkeleri karşı oldukları için onay vermeyi geciktiriyorlar.
Gazprom'un planladığı ikinci boru hattı projesi ise "Güney Akım". Bu hattın Rus liman kenti Novorossijsk'ten Karadeniz'e, oradan da Bulgaristan'ın Varna kentine uzanması, daha sonra da Yunanistan ve Güney İtalya ile Balkanlar ve Avusturya'ya kadar uzatılması öngörülüyor.
Kuzey ve Güney Akımı boru hatları gerçi Avrupalı alıcıları, halihazırda Rusların ihraç ettiği gazın yüzde 80'inin geçtiği transit ülke Ukrayna'dan bağımsız kılacak, ancak Batı Avrupa'nın Rusya'ya bağımlığı bu iki projeyle birlikte daha da artacaktır.
Nabucco Gaz Boru Hattı Konsorsiyumu Genel Müdürü Reinhard Mitschek, yaşanan kriz nedeniyle alternatif gaz ihracatçılarının bulunmasının giderek daha büyük önem taşıdığını söylüyor. Avusturya, Romanya, Bulgaristan, Türkiye ve Almanya'daki şirketlerin katılımından oluşan konsorsiyum, Türkiye'nin doğu sınırından Balkanlar ile Avusturya'ya kadar uzanacak 3300 km. bir boru hattı inşa etmeyi planlıyor. AB de Nabucco boru hattını, Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu gazın tedarikinin güvence altına alınması için siyasi ve mali açıdan desteklemek istiyor. Ancak planlarda sürekli gecikme yaşanıyor.
Nabucco projesinin başlangıcında yapılan en büyük hata, sevk edilecek doğalgazın hangi ülkeden alınacağının belirlenmemiş olmasıydı. Bugüne kadar yalnızca, daha şimdiden Türkiye'ye ile Güney Kafkas boru hattı ile bağlantısı olan Azerbaycan doğalgaz sevk etme sözü verdi. Ancak bu ülke tarafından verilecek olan yıllık 30 milyar metreküp hacmindeki doğalgaz, inşa edilmesi öngörülen boru hattının doldurulması için yeterli olmayacak. Türkmenistan ve Kazakistan da boru hattına doğalgaz sevk edebilecek ülkeler arasında yer alıyor, ancak Rusya bu ülkelerle uzun vadeli doğalgaz anlaşmaları imzalayarak Avrupa'ya sevk edilmesi muhtemel olan doğalgazı önceden satın aldı. Bu nedenle İran'dan doğalgaz satın alınmaksızın boru hattının doldurulması mümkün gözükmüyor.
Öte yandan Nabucco konsorsiyumunu oluşturan şirketler arasında dahi anlaşmazlıklar yaşanıyor. Türkiye, boru hattı üzerinden sevk edilmesi öngörülen doğalgazın bir kısmını ucuz fiyattan satın almak ve bizzat pazarlamak istiyor. Bazı uzmanlar özellikle finansman konusu güvence altına alınmamış olduğu için Nabucco projesinin gerçekleştirilmesine şüpheyle bakıyorlar. Nabucco projesini savunan çevreler, AB'nin projeye kararlı bir şekilde destek vermemesinden şikayetçiler. Ancak bu durum şimdi değişebilir, zira Nabucco konsorsiyumuna dahil olan ülkelerin temsilcileri, AB Komisyonu yetkilileri ve finansman kuruluşları ocak ayı sonunda "Nabucco Zirvesi" çerçevesinde bir araya gelecekler.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "ALMANYA'NIN BÜYÜK KOALİSYONA İHTİYACI YOK"

BERLİN, 09/01(BYE)--- Tirajı günde 366 bin 478 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 8 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, AP'ye atfen ve yukardaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

CSU, perşembe günü Wildbad Kreut'ta yapılan parti kurultayında seçim programına ilişkin Temel Esaslar Belgesini belirledi. Almanya'da işyeri açılmasının daha da kolaylaştırılması, yatırımcı vergisinin reforme edilmesi gibi konuların yanı sıra, suç işleyen yabancıların kayıt sisteminin iyileştirilmesini de isteyen CSU, kriminal istatistiklere zanlıların vatandaşlığının yanı sıra etnik kökeninin de kaydedilmesini talep ediyor.
CSU, Avrupa seçim kampanyası döneminde "daha çok demokratikleşme" ve daha az bürokrasi" talebini ön plana çıkaracak.
Cuma günü AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barrosu'nun Bayvera'yı ziyaret etmesi bekleniyor. Eyalet Başbakanlık makamından yapılan açıklamaya göre, Barroso'nun, CSU Lideri Horst Seehofer ve Bavyera Avrupa Bakanı Emilia Müller (CSU) ile yapacağı siyasi görüşmelerinin odak noktasında ekonomik krizin yanı sıra Türkiye'nin olası AB üyeliği meselesi de bulunacak. Seehofer, özellikle şimdi güncel mali kriz nedeniyle Avrupa'dan bir yandan vazgeçilemeyeceğini ve Avrupa'ya ihtiyaç duyulduğunu ifade ederken, diğer yandan Avrupa'nın eksikleri olduğuna işaret etti. CSU lideri, Avrupa'da merkezileşme eğilimi olduğu, siyasi karar sürecinin şeffaf olmadığı ve bürokrasinin abartılı olduğu görüşünde.
Buna Avrupa'nın dış sınırlarıyla ilgili tartışmaları da eklemek gerektiğini belirten Seehofer, CSU'nun Türkiye ile ayrıcalıklı ortaklık istediğini, ancak ülkenin AB'ye alınmasını istemediğini vurguladı. CSU lideri, "Gelecek, Orta Doğu'ya kadar genişlemiş bir Avrupa'ya değil, güvenilir sınırlar içerisinde, kendi içinde sağlamlaşmış bir değerler birliğine aittir" diye konuştu.
Avrupa'nın önce derinleşmesi ve kendi içinde sağlamlaşması gerektiğini savunan Seehofer, "iki vitesli bir Avrupa" konusunda da uyarıda bulunarak, bunun Avrupa entegrasyonu fikrine ağır zarar vereceğini kaydetti.

PR INSIDE: "STOİBER TÜRKİYE'NİN AB'YE KATILIMINA KARŞI OLDUĞUNU BİR KEZ DAHA VURGULADI"

BERLİN, 09/01(BYE)--- PR İnside haber portalında 9 Ocak 2009 tarihinde AP'ye atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Kreuth çıkışlı haberin ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Eski Bavyera Eyaleti Başbakanı Edmund Stoiber, CSU'nun Türkiye'nin AB'ye katılımını reddettiğini bir kez daha vurguladı. Partinin eski lideri bugün Wildbad Kreuth'da, "CSU hep Türkiye'nin Avrupalı bir ülke olmadığını ve bu nedenle üye olamayacağı görüşünü savunmuştur" diye konuştu. Stoiber, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun bu konuda farklı görüşte olduğunu ancak Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin kendileriyle tıpatıp aynı görüşü paylaştığını da sözlerine ekledi.

DER TAGESSPİEGEL: "TÜRKİYE'NİN BİR AVRUPA BAKANI OLDU"

BERLİN, 12/01(BYE)--- Tirajı günde 149.431 olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 10 Ocak 2009 tarihli sayısında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

--Erdoğan'ın Danışmanının Duraksamaya Son Vermesi Öngörülüyor--

Son dönemde Türklerin AB adaylığıyla ilgili bir sessizlik yaşanıyordu. Katılım müzakerelerinin başlatılmasıyla ödüllendirilen reform politikasının gerçekleştiği fırtınalı ve ısrarcı dönemin ardından Başbakan Erdoğan reformlar konusunda yorgun düşmüştü. Bu durum Türkiye'nin Brüksel'de kötü not almasına ve katılım sürecinin neredeyse sekteye uğramasına neden olmuştu. Şimdi ise Ankara görüldüğü kadarıyla Avrupa politikasına yeniden hız vermek istiyor. Türk politikasının bir genç yıldızının AB adaylığına yeni bir can katması öngörülüyor. 38 yaşındaki Egemen Bağış, ülkenin AB başmüzakerelerini yürütecek Türkiye'nin ilk Avrupa Bakanı olacak.
Şimdiye dek Erdoğan'ın hükümet partisi AKP'nin yönetim kadrosunda dış politikadan sorumlu olan Bağış, öncelikle de AB ve ABD konularında Başbakanın danışmanlığı yapıyordu. Türkiye'nin Kürt bölgesindeki (M.A.) Bingöl şehrinden gelen Bağış, New York'ta yüksek öğrenim gördü ve amirinin aksine fevkalade İngilizce konuşuyor. Reformcu ve kararlı bir AB taraftarı olarak bilinen Bağış, Bakanlar Kurulunda "Devlet Bakanı" sıfatını taşıyacak. Türkiye'de devlet bakanları kendi alanları dışına taşan görevleri yerine getirir. AB'den şimdiye dek Dışişleri Bakanı Ali Babacan sorumluydu. Bağış kendini tamamen bu konuya adayabilecek. Basın, Başbakan Erdoğan'ın, Babacan'ın Avrupa için yeterince zamanı olmadığını söylediğini duyurdu.
Bağış'ın atanmasıyla birlikte Ankara'da Avrupa politikasına personel itibarıyla saygınlık kazandırıldı. Hükümet son dönemde birkaç sembolik adımla yeniden reform politikasına yöneleceğini ima etmişti. Geçtiğimiz haftalarda devlet kanalında ilk Kürtçe televizyon yayına geçti. Birkaç gün önce de kabine, uzun bir süre önce vatandaşlıktan çıkarılan ve hain olarak damgalanan şair Nazım Hikmet'e vatandaşlığını geri verdi. Bir gazetede bu gelişmelerden "güzel jestler" diye söz edildi. Bağış ise makamında sadece jestlerle sınırlı kalınmayacağını göstermek durumunda.

DİE WELT: "TÜRKİYE"

BERLİN, 12/01(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 12 Ocak 2009 tarihli sayısında, yukardaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

--Gerhard Schweizer'in "Türkiye... İslamiyet ve Ulusalcılık Arasında Bölünme Denemeleri" Adlı Eseri--

Türkiye Avrupa Birliğine alınsın mı? Türkiye'nin AB üyeliğine Batı'da karşı çıkanlar, İslamiyetin Batı'nın değerleriyle uyuşmadığını ileri sürüyorlar. İslam dünyasını tanıyan ve 1964 yılından beri Türkiye'ye sayahatler düzenleyen birisi olan Gerhard Schweizer, bu konuda başka bir düşünceye sahip.
Yazar, tek bir İslamiyetin olmadığını vurgularken, "dar bir katman olarak dini-siyasi aşırıcılığa kaçmayan bir dini çoğulculuğun varolduğundan" söz ediyor. Ayrıca, Schweizer, Türkiye'yi AB'ye yakınlaştıranların Atatürk yanlısı laik partiler değil, Başbakan Erdoğan liderliğindeki İslami eğilimli AKP'nin olduğunu belirtiyor.
Eserin büyük bir bölümünde Erdoğan'ın siyaseti övgüye değer bulunuyor. AKP'nin başarılı bir ekonomi siyaseti izlediği ve bu zamana kadar görülmeyen derecede din özgürlüğü sağladığını belirten yazar, AKP döneminde, İslamiyetin kadının emansipasyonu konusunda diğer dinlerden daha katı bir tutum izlemediği tespitinde bulunuyor.
Avrupa yolundaki engelin özellikle sadece yüzde 40'ının ılımlı yaklaştığı halk olduğunu söyleyen yazar, Türk toplumunu çok iyi tanıdığı ve bu toplumun modernleşme sorunlarını çok iyi tespit edebildiği iddiasında bulunuyor. Türkiye'nin sorunlarını bilen ve Türk milliyeçiliği gibi bir takım çelişkilerinden haberdar olan ve "Türklüğe hakareti" cezalandıran yasaya karşı çıkan yazar Schweizer, Türkiye'nin Avrupa entegrasyonu dışında bir başka seçeneğinin olmamasıyla birlikte, şu an için mümkün gözükmediği görüşünde.
Yazar Gerhard Schweizer, pek ikna edici olmasa da Avrupa'nın yeterince çok kültürlü ve çok dinli olduğunu hatırlatmakla birlikte, Türkiye'nin kültürler arası köprü olarak model teşkil edebileceğini, İstanbul Boğazı'nın her iki tarafında karşı çıkanlara seslenerek belirtiyor.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "YENİ ŞEVK"

BERLİN, 12/01(BYE)--- Tirajı günde 366 bin 478 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 12 Ocak 2009 tarihli sayısında, Wolfgang Günter Lerch imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye Başbakanı Erdoğan kendisinin ve partisi AKP'nin kaybettiği formu yeniden kazanmak için belli ki büyük çaba harcıyor. 38 yaşındaki Egemen Bağış'ı Devlet Bakanı yapıp AB Başmüzakereciliği görevine ataması, Başbakanın bir durgunluk döneminden sonra reform politikasına yeniden devam etmek istediğini gösteriyor.
Bu yılın başından beri TRT-6 Kürtçe yayın yapıyor. Ayrıca, Kürtler lehine daha başka tavizler verilmesinin "düşünüldüğü" konuşuluyor. "Derin devlet" ihtilafında da tutum giderek sertleşiyor, zira olası terör örgütü Ergenekon'un faaliyetleri sona erdirilmek isteniyor. Orta Doğu konusunda ise Erdoğan daha çok Gazze'deki Müslüman kardeşlerinin duygularını paylaştığına şüphe bırakmıyor, fakat aynı zamanda Suriye, Filistin ve İsrailliler arasında arabuluculuk yapıyor. Mart ayında yapılacak yerel seçimler (şimdiye kadar beceriksiz olan) muhalefetin ilerleme kaydedip kaydedemediğine dair bir sınav teşkil edecektir.

DİE TAGESZEİTUNG: "TÜRKİYE AB ÜYELİĞİ İÇİN YENİ BİR BAŞMÜZAKERECİ ATADI"

BERLİN, 13/01(BYE)--- Tirajı günde 55 bin 988 olan sol eğilimli Die Tageszeitung'un 13 Ocak 2009 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Başbakan Erdoğan'ın Güvendiği Birisi Olan 38 Yaşındaki "Genç Yıldız" Egemen Bağış'ın Türkiye'nin AB Şevkine İvme Kazandırması Bekleniyor--

Türkiye uzun yıllar süren çekişmelerden sonra nihayet ilk defa Avrupa işlerinden sorumlu bir Bakana sahip oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dış politika danışmanı Egemen Bağış, Türkiye'nin AB üyeliği konularında başmüzakereci olarak atandı. Bu görevi 2005 yılından beri Dışişleri Bakanı Ali Babacan layıkıyla yerine getirmeye çalışıyordu.
Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyine geçici üye olması sonrasında Ali Babacan'ın AB işleriyle yeterince uğraşamayacağı düşünülüyor. Başbakan, bu göreve Egemen Bağış'ı atayarak AB sürecine yeni bir ivme kazandırmayı düşünüyor.
38 yaşındaki Egemen Bağış, İslami eğilimli AK Parti'nin genç yıldızlarından olmakla birlikte kendisi kaydadeğer bir kariyere sahip. Genç Bakan Bağış, Başbakanın "Amerikalılar" çevresinden bir isim. 23 Nisan 1970 Bingöl doğumlu Bağış üniversite eğitimini ABD'de almış ve daha sonra bu ülkede çalışmış ve Türk-Amerikan Dostluk Heyeti'nde faaliyetlerde bulunmuş bir şahsiyettir. Egemen Bağış, Başbakan Erdoğan'a her bakımdan tam anlamıyla bağlı ve bunun karşılığını da önemli görevlere getirilerek almış birisidir.
Egemen Bağış, Kıbrıs veya Ermeni sorunu gibi hassas konularda Erdoğan'ın görüşlerini Batı basını için uygun bir dille aktarmıştır. Kendisi, Başbakan sert bir şekilde eleştirildiğinde Financial Times, Economist veya Die Zeit gibi yayın organlarının şef redaktörleriyle de temasa geçmesini bilmiştir.
Egemen Bağış'ın başmüzakereci görevini üstlenmesiyle Türkiye'nin AB üyeliği sürecinin ivme kazanıp kazanmayacağı henüz bilinmiyor. Her ne kadar Bağış diğer AK Parti yöneticilerinden daha fazla uluslararası tecrübeye sahip olsa da, kendisi öncelikle ABD'yi yakından tanıyan birisidir, AB'yi değil. Buna rağmen Ankara'da Başbakanın gözü kulağı olan birisinin olması, Brüksel ile olan iletişimi kolaylaştırabilir. AB ile olan ilişkilerin canlanması sadece kısmen Bağış'a bağlı olacaktır. Erdoğan son olarak AB'ye pek fazla ilgi göstermiyordu. Son iki yılda reform sürecinde fazla bir gelişme yaşanmadı. Güncelleştirilmiş ulusal reform planı kamuoyunda pek bilinmiyor. Kıbrıs konusunda ilerleme kaydedilmesi belirleyici olacaktır. Şayet, Kıbrıs konusunda bir mutabakat sağlanamazsa, AB müzakereleri fiilen dondurulacaktır.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "BİRLİKTE ŞEKİLLENDİRMEK"

BERLİN, 13/01(BYE)--- Tirajı günde 366.478 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 13 Ocak 2009 tarihli sayısında, Georg Paul Hefty imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:

Amacın doğru olması da, ona erişmek için kullanılan araçları kutsallaştırmaz. Avrupa seçimlerine Bavyera Eyaletinde yüksek katılım sağlamak amacıyla, seçmenlere, yakında AB'yi doğrudan şekillendirebilecekleri hissini vermesi, CSU lideri Seehofer için önemli olabilir. Hatta bunun arkasında, halkın desteğini alarak Türkiye'nin tam üyeliğinin engellenmesi ya da en azından geciktirilmesi niyeti de yatıyor olabilir. Ancak tüm bunlar, halkoylaması uygulamasının Avrupa'nın gelişmesini genel olarak tehlikeye atacağı gerçeğini değiştirmez. Zira AB'nin sahip olduğu kazanımların birçoğu, doğrudan demokrasi aracılığıyla değil, dolaylı demokrasi aracılığıyla elde edilmiştir.

PRESSEPORTAL: "KONRAD ADENAUER VAKFI: TÜRK SİYASETİ VE TOPLUMUNDA ORDUNUN KONUMU"

BERLİN, 14/01(BYE)--- DPA haber ajansının bir yan kuruluşu olan News Aktuel'in servisi Presseportal'ın 5 Ocak 2009 tarihli internet sayfasının "Ülkelere İlişkin Raporlar" bölümünde, Jan Senkyr imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Türkiye'de yaşanan son gelişmelerle bağlantılı olarak medya ve siyasi gözlemciler tarafından ordunun siyaset üzerindeki nüfuzu daha fazla tartışıldı. Özellikle 2007 bahar aylarında cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin olarak yaşanan krizler 2008 yazında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'ne yönelik kapatma davası ve "Ergenekon" isimli komplocu örgüte karşı yürütülmekte olan dava bağlamında çeşitli şekillerde Türk ordusuyla olası bağlantılar üzerinde duruldu.
Türk siyaset sisteminde, ordunun hakimiyet sahibi bir güç olduğu tartışmasızdır. Ordu, Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde nüfuzunu doğrudan (1960, 1971 ve 1980 yıllarında askeri darbelerle) veya dolaylı yoldan (1997 yılında Erbakan hükümetinin geri çekilmesini zorla sağlayarak) göstermiştir. Aynı şekilde, Nisan 2007'de Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi öncesinde Genelkurmayın, internet sitesinde yayımlattığı "memorandum" da birçok medya kuruluşu tarafından bir darbe tehdidi olarak yorumlandı. Geçtiğimiz yaz yaşanan en önemli iki iç siyasi olay -AK Parti'ye karşı açılan kapatma davası ve "Ergenekon" soruşturmaları (bunların sonucunda emekli üst düzey askerler de tutuklanmıştır)- laik ve İslami muhafazakar güçler arasındaki siyasi güç mücadelesinin doruğu sayılmaktadır. Ordunun da bunlarda rol oynadığına dair tahminler yürütülse de, şimdiye değin bu sanıları destekleyecek herhangi bir kanıt öne sürülememiştir.
Son siyasi krizlerin tamamı ucuz atlatılıp demokratik çerçevede çözülmeleri başarıldıktan ve şu anda ordu ile hükümet arasında daha sakin bir evreye girildikten sonra medyada yer alan yorumlarda, ordunun nüfuzunun zayıflatıldığı veya Genelkurmay ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında bir anlaşma ("deal") yapıldığı yönünde tahminler yürütülmektedir. Gerçek olan ise, eylül ayında atanan yeni ordu yönetimiyle TSK'nın yeni bir siyasi tarzla ortaya çıktığıdır.
Ordunun Türk siyaseti ve toplumundaki konumunu, tarihi kontekstiyle ve son yıllardaki gelişmeler ışığında değerlendirmek gerekir. Ordunun siyasette sahip olduğu özel rol Osmanlı İmparatorluğu'na kadar uzanmaktadır. O dönemde ordu çıkarılan ilk reformları uygulamaya koyan güçtü ve imparatorluğun yıkılmasından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Milli Kurtuluş Savaşında ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda belirleyici rol oynamıştı. Ordu böylece Cumhuriyetin kurucusu olarak itibar görmekte ve Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendisini Cumhuriyetin birliği ile güvenliği açısından önemli bir sorumluluğun sahipçisi ve Mustafa Kemal Atatürk ilkelerinin (Kemalizmin) bekçisi olarak görmektedir. Bu aynı zamanda ve de özellikle devletin laik karakterini korumayı da kapsamaktadır.
Cumhuriyetin kurucusu ve ilk yıllarındaki modernleştirme sürecinin "tepeden" gerçekleştirilmesinin yaratıcısı ve garantörü olarak oynadığı rolün yanı sıra ordu, halkın bilincinde sahip olduğu ayrıcalıklı konumunu, özel sosyal işlevi nedeniyle halen korumaktadır (karşılaştırınız: Esra Sezer, "Türk Ordusu ve Türkiye'nin AB üyeliği", "Das Parlament", "Politika ve Toplum" eki, 22.10.2007). Zorunlu askerlik hizmeti ordu ile toplum arasında bütünleştirici bir unsur olarak görülmektedir. Askerlik yapma yükümlülüğüne sahip genç erkeklerin sosyal ve ekonomik statülerine bakılmaksızın askere alınmaları sosyal farkların ortadan kaldırılması ve Türk ulusal bilincinin güçlendirilmesi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, ordu meslek eğitimi imkanları sunmakta ve teknik eğitimler vermekte, hatta geri kalmış bölgelerde genç erkeklere okuma yazma kursları dahi sunmaktadır. Bu yüzden Türk Silahlı Kuvvetleri tüm sosyal tabakalara mesleki yükselme imkanları sunan bir kurum sayılmaktadır. Bununla birlikte kadınlar da askeri bir kariyerle toplumda itibar görebilir.
Özellikle bu gerçekler nedeniyle ordu, Türk halkı tarafından oldukça kabul görmektedir. Çeşitli araştırma enstitülerinin düzenli aralıklarla yaptıkları ve ordunun daima devletin en güvenilir kuruluşlarından biri olarak adlandırıldığı anketlerden bu anlaşılmaktadır. "TSM Piar" ajansı tarafından Ekim 2008'de yapılan bir ankette (bkz. Vatan, 17.11.2008, s. 1/17), katılanların yüzde 86,9'u Türk Silahlı Kuvvetlerini en güvenilir kurum olarak değerlendirmiş ve yüzde 71,8'i polis teşkilatını ikinci derecede güvenilir bulmuştur. Bunları izleyen sıralarda ise, Anayasa Mahkemesi (yüzde 66), Cumhurbaşkanı (yüzde 53,8) ve Başbakan (yüzde 42,6) belirtilmiştir. Genelde rüşvetçi, iktidar hastası ve güvenilmez olarak hissedilen siyasi partiler en son sıralarda yer almışlardır. Kamuoyundaki bu hava Türk demokrasisi için önemli bir engelleyici unsurdur.
Son yıllarda Türkiye'nin AB ile yürüttüğü üyelik müzakereleri öncesinde ve sırasında ordunun siyasi nüfuzunu kısıtlamak için reformlar gerçekleştirilmiştir. Özellikle 2003 yılının yaz aylarında çıkarılan 7. AB Uyum Paketinde, Milli Güvenlik Kurulunun (MGK) rolü ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) sivil denetimine ilişkin önemli değişiklikler yer almaktadır (bkz. Dirk Tröndl, "7. AB Uyum Paketi"). 1961 yılından bu yana anayasada yer alan MGK, ordunun siyasi nüfuzunun başlıca aracı olarak görülmektedir. Reformlar aracılığıyla MGK'nın sorumluluk ve yetki alanları belirgin ölçüde kısıtlanmıştır. MGK'nın karar ve tavsiyeleri hükümet için şimdiye değin fiilen bağlayıcı nitelikte iken, bundan böyle rolü -özellikle güvenlik konularında- danışmanlık işlevine indirgenmiştir. Aynı şekilde, MGK'da sivil ve asker kökenli personel dağılımı da sivil üyeler lehinde değiştirilmiştir. Milli güvenlik politikasının ele alınması için MGK'da artık her iki ayda bir toplantı düzenlenmektedir. Anayasanın 118. maddesi uyarınca, MGK üyeleri Başbakan, Başbakan yardımcıları, Dışişleri, İçişleri ve Milli Savunma Bakanları, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Cumhurbaşkanından oluşmaktadır. 2004 yılından bu yana MGK Genel Sekreterliğine Başbakanın önerdiği bir sivil (diplomat) atanmaktadır. Daha öncesinde bu görev üst düzey askerler tarafından yerine getirilmekteydi.
Uyum Paketinde yer alan önemli bir başka reformu da Türk Sayıştayının denetim yetkilerinin genişletilmesi teşkil etmektedir. Böylece ordunun gider ve fonları da gözetime tabidir. Ordu bütçesi son yıllarda sürekli olarak kısıtlanmıştır. Şu andaki bütçe seviyesi ise, örneğin Eğitim Bakanlığı bütçesinin altındadır. Başka değişiklikler askeri mahkemelerin sahip oldukları rolün kısıtlandığı ceza hukuku ve ceza muhakemeleri usulü kanunuyla ilgilidir. Asker mensuplarının askerlik hizmeti dışında işledikleri suçlar artık iki sivil mahkeme tarafından dava edilebilmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı olan Genelkurmay Başkanı Başbakanın emrindedir. Ordunun Başkomutanı da Cumhurbaşkanıdır.
Yüksek Askeri Şura, Başbakanın başkanlığında ve Milli Savunma Bakanı ile tüm komutanların katılımıyla toplanmakta olup ordunun yeni askeri yönetime ilişkin atama, terfi ve disiplin cezaları (örneğin subayların ordudan men edilmesi) gibi iç meselelerini ele almaktadır. 1 Eylül 2008 tarihi itibariyle Orgeneral İlker Başbuğ, Başbakanın önerisi üzerine Yüksek Askeri Şura tarafından yeni Genelkurmay Başkanlığına atanmıştır. Başbuğ daha öncesinde Kara Kuvvetleri Komutanıydı. Halefi ise Orgeneral Işık Koşaner olmuştur. Ordu geleneklerine göre, Kara Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanlığı görevine öngörüldüğü için Koşaner muhtemelen 2010 yılı itibariyle yeni Genelkurmay Başkanı olacaktır.
Orgeneral Başbuğ analitik ve stratejik düşünen, ayrıca uzman bilirkişi raporlarına büyük önem atfeden biri olarak tanınmaktadır. Genelkurmay Başkanlığına geldikten sonra ilk işlerinden biri ordunun iletişim birimini geliştirmek ve ordu sözcüsünü tuğgeneralliğe terfi ettirmek olmuştur. Yeni iletişim stratejisinin bir parçası olarak haftalık bir basın konferansı düzenlemesi getirilmiş olup buna İslami medya kuruluşlarından da gazetecilerin katılmasına izin verilmiştir (şimdiye değin ordunun kara listesinde yer alan basın yayın kuruluşlarının gazetecileri ordu tarafından düzenlenen konferanslara davet edilmezlerdi). Genelkurmay Başkanı ülke içindeki ilk gezisini Türkiye'nin güneydoğusundaki Diyarbakır'a gerçekleştirmiş ve buradaki sivil toplum örgütleriyle bir araya gelerek bölgenin sorunlarına ilişkin fikir alışverişinde bulunmuştur. Bu görüşmelerde aynı zamanda terör örgütü PKK'nın gençleri kazanmasının nasıl engellenebileceği meselesi de konu edilmiştir. Yeni ordu yönetimi PKK sorununun salt askeri araçlar kullanılarak çözülemeyeceğini, terörün ancak uzun vadede güneydoğunun geliştirilmesine yönelik kapsamlı bir sosyal ve ekonomik önlemler paketiyle durdurulabileceğini kamuoyunda defalarca vurgulamış, buna ayrıca, Kürtlerin kültürel haklarının ilerletilmesinin de dahil olduğunu ifade ederek bu görevin hükümete düştüğünü kaydetmiştir. Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili olarak ise Genelkurmay Başkanı, AB üyesi olunmasının Atatürk'ün Türkiye'nin Batı ile bütünleşmesine yönelik hedeflerinin tamamlanması anlamına geleceğini, ancak AB'nin Türkiye'ye diğer Avrupa ülkeleriyle eşit muamele göstermesi ve ülkenin ulusal devlet karakteri ile yapı birliğini tehlikeye sokacak taleplerde bulunmaktan imtina etmesi gerektiğini söylemiştir.

 

AVUSTURYA BASINI

WIENER ZEITUNG: "KÜRTÇE TELEVİZYON OY AVCILIĞINDAN ÖTEYE Mİ GEÇİYOR?"

VİYANA, 08/01(BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 8 Ocak 2009 tarihli sayısında, Martyna Czarnowska imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Azınlıklar için günün 24 saati program yapılıyor, ama Kürtler hala kuşkulu.
Gözleri yaşaran babalarından bahseden gazeteciler. İktidar partisinin seçim propagandasından bahseden öfkeli politikacılar. Ülkenin bölündüğü yolunda bir kez daha uyaran milliyetçiler. Türkiye'de Kürtçe bir televizyon kanalının açılması ülkede birbirinden farklı birçok tepkiye yol açtı.
Gerçi resmi radyo televizyon kurumu TRT, özellikle de ülkenin AB üyeliği ihtimali konusunda azınlık haklarının artırılmasını şart koşan AB'nin de baskısıyla, birkaç yıldan beri yarımşar saatlik Kürtçe yayınlar yapıyordu. Ama şimdi TRT Şeş (Kürtçe altı demek) günün 24 saati yayın yapıyor. Hem de 1991'de Kürtçe'nin kamuoyunda kullanılmasının yasak olduğu, Kürtçe bir müzik kasedinin dinlenmesinin bile hapisle cezalandırıldığı bir ülkede.
TRT 6 geçen hafta büyük bir törenle yayına girdi; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kürtçe başarılar diledi. Ancak, DTP'li milletvekilleri törene katılmadı. Parlamenterlerden biri, Türkiye'deki yerel seçimlerden birkaç ay önce milyonlarca Kürdün sempatisini satın almak isteyen Erdoğan'ın AK Partisi'ni kutlamak istemediklerini açıkladı.
Ayrıca Ankara'daki Yüksek Seçim Kurulu kanal yayına başlarken, seçim propagandasının yalnızca ülkenin tek resmi dili olan Türkçe yapılmasına izin verildiğini söyledi.
Sağcı milliyetçilerin Kürtçe televizyonun ülkenin bütünlüğünü sarstığı yolundaki uyarılarının aksine bu, Türkiye'deki sosyal ve kültürel uçurumu aşma yolunda atılmış bir adım. Bu uçurum hala çok büyük. Ülkenin batısında yaşayan birçok Türk, Kürtlerin azınlık hakları istemesini anlayamıyor. "Yasalar önünde herkes eşit" şeklinde bir argüman öne sürüyorlar.
Ancak sayıları yaklaşık 10 milyonu bulan Kürtlerin hala yüksek okul ya da üniversitelerde anadillerinde eğitim görme olanağı yok. İnsan hakları savunucuları hala çok sayıda şikayet alıyor. Rum Ortodokslar, Yahudiler ve Ermeniler dışındaki dini azınlıkların hala güvencesi yok. Katolik ya da Protestan cemaatlerinin durumlarıyla ilgili yasal bir boşluk var.
Başbakan Erdoğan birçok Kürdü düş kırıklığına uğrattı. 2007'deki Parlamento seçimlerinden önce, ülkenin doğusundaki sosyal ve ekonomik açıdan ihmal edilmiş, yoksul bölgelerdeki Kürt sorunu üzerinde çalışmayı vadetmişti. Ancak bundan kısa bir süre sonra reformların lafı bile edilmez oldu. Kürtçe bir televizyon kanalının kurulması bu yolda atılmış bir adım. Ancak, Türkiye, Kürtlerin ve AB'nin beklentilerini yerine getirmek istiyorsa bu yolda ilerlemek zorunda.

DER STANDARD: "ERDOĞAN'IN ÇIRAĞI AB'DEN SORUMLU DEVLET BAKANI OLUYOR"

VİYANA, 12/01(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 12 Ocak 2009 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--"Atlantikçi" Egemen Bağış Avrupa Birliğine Entegrasyon Sürecine Yeni İvme Kazandıracak--

Türkiye yıllarca düşünüp taşındıktan sonra ilk kez AB'den sorumlu bir devlet bakanına sahip oluyor. Türkiye'nin yeni AB Başmüzakerecisi, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dış politika danışmanı Egemen Bağış. Müzakerelerin başlangıcından bu yana bu görevden Ali Babacan sorumluydu, önceleri o zamanki Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün gölgesinde, sonra kendi dışişleri bakanı olduğunda yeni göreve ek olarak. Erdoğan Egemen Bağış'ı bu göreve atayarak, AB sürecine yeni bir ivme kazandırmak istiyor.
İslamcı köklere sahip AKP'deki genç yıldızlar arasında yer alan 38 yaşındaki Bağış, son yıllarda şaşılacak bir kariyer yaptı. Erdoğan'ın çevresindeki "Amerikalılardan" biri. Türkiye'nin güneydoğusunda doğan Bağış, ABD'de öğrenim gördü. Önceleri ABD'ye yaptığı ziyaretlerde Erdoğan'ın tercümanlığını yapan Bağış, çok geçmeden ABD'ye ilişkin tüm konularda içerik açısından da danışmanlık yapmaya başladı. Bağış, Erdoğan'ın çıraklarından biri ve ona tümüyle sadık. Özellikle de uluslararası basın ile olan ilişkilerde yeteneğini kanıtladı. Kıbrıs ya da Ermenistan gibi hassas sorunlar söz konusu olduğunda, Erdoğan'ın görüşlerini Batılı basının anlayabileceği şekilde pazarlamayı bildi. Financial Times, Economist, ya da Zeit gibi gazetelerin Türkiye muhabirleri ustasına eleştirel bir gözle yaklaştıklarında, gazetelerin şef redaktörlerine şikayette bulunmaktan da kaçınmadı. Bu sadakat önce Parlamentoda bir koltukla, sonra da parti başkan yardımcılığı göreviyle ödüllendirildi.
Şimdi AB'den sorumlu Devlet Bakanlığına atanması da Erdoğan'a duyduğu sadakatten kaynaklanıyor. Gerçi Bağış birçok AKP yöneticisinden daha fazla yurtdışı tecrübesine sahip, ama AB konusunda uzman değil. Buna rağmen AB'nin Ankara'daki muhatabının Başbakanın dinlediği bir kişi olması, Brüksel ile iletişimi kolaylaştırabilir.
AB, Türkiye'den, örneğin azınlık haklarının artırılmasını istiyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere yapılan soykırıma ilişkin tutum da oldukça hassas bir konu. Katliamdan dolayı Ermenilerden özür dilemeyi amaçlayan bir internet kampanyası düzenleyenler şimdi cezalandırılma tehlikesiyle karşı karşıya. Basın Türkiye'deki Başsavcının Türk ulusuna hakaret suçundan soruşturma başlattığını bildiriyor. Kampanyayı düzenleyenler, AB tarafından birçok kez eleştirilen 301. maddeden dava edilebilirler. Kampanyada 26 bin imza toplandı.
İstanbul'daki bir mahkeme pazar günü sağcı Ergenekon örgütü konusundaki soruşturmalar çerçevesinde şüpheli 9 kişi hakkında daha tutuklama kararı çıkardı.

 

ÇEK BASINI

RFE/RL: "RUSYA, UKRAYNA'YI ATLATMAK İÇİN AVRUPA'YA GAZ SEVKİYATININ YÖNÜNÜ GERÇEKTEN DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?"

ANKARA, 08/01(BYE)--- Prag merkezli Radio Free Europe/Radio Liberty'nin (RFE/RL) 6 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan yazının özet çevirisi şöyledir:

Kiev ile Moskova'nın doğalgazla ilgili bir tartışmaya girmesi sonucunda, Avrupa'nın büyük bir kısmı soğuğa terk edilebilir. Rusya, Avrupa'ya gaz sevkiyatı güzergahlarının bir kısmını, Beyaz Rusya ve Mavi Akım aracılığıyla Türkiye'ye doğru değiştirebilir. Ancak bu teknik açıdan ne derece uygun? Moskova ne kadar manivela gücüne sahip? RFE/RL Muhabiri Bruce Pannier bu soruları Oxford Enerji Çalışmaları Enstitüsü (OIES) Direktörü Jonathan Stern'e sordu.

Kesinti emrini veren Başbakan Vladimir Putin, ülkesinden Ukrayna boru hatları aracılığıyla Avrupa'ya sevk edilen gazın tamamını kesmesi sonucunda doğan gaz açığının telafisi için gaz sevkiyatının yönünü alternatif yollarla değiştirme sözü verdi. Ancak yeni sevkiyatlar için tarih belirlenmiş olmaması şüphe uyandırıyor.
OIES Direktörü Stern'e göre, Ukrayna boru hattı ağı, Rusya'nın bir yandan Ukrayna'nın gazını kesip öte yandan Avrupa'nın batısına gazın akışına izin vermesine olanak tanıyacak nitelikte değil. Stern, "Bence en problemli ülkeler, büyük gaz tüketicileri olmayan ancak başka bir yerden de gaz temin etmesi zor olacak Bulgaristan, Yunanistan, Hırvatistan ve Balkan ülkeleridir" dedi.
Ukrayna anlaşmazlığı çözümsüz kaldığı sürece Rusya açısından bir gelir kaybına yol açacak ve siyasi sorumluluk yükleyecek. Bunu gözönünde bulunduran Putin, gazın yönünü Beyaz Rusya içinden Polonya ve Almanya'ya uzanan Yamal Yarımadası boru hattı ile Rusya'dan Karadeniz üzerinden Türkiye'ye uzanan Mavi Akım boru hattı aracılığıyla değiştirebilir.
Stern'e göre bunların ikisi de bugün yaşanan sıkıntıya uzun vadeli bir çözüm getirmez.
Stern şöyle diyor: "Rusların bütün yapabileceği gaz açığının bir kısmını Türkiye'deki Mavi Akım ve Polonya'daki Yamal boru hattıyla telafi etmesidir ancak bununla beraber Almanya'da da sorunlar başgösterebilir. Dolayısıyla bu boru hatları, bence, Ukrayna'ya gazın kesilmesi sonucunda çıkan gaz açığının yüzde 10'u ila 20'sini telafi edebilir. Bu da uzun vadeli bir çözüm sunmuyor."
Ukrayna boru hatları Avrupa'ya 120 milyar metreküp civarında gaz taşıyor. Yamal-Avrupa boru hattının 33 milyar metreküp civarında bir kapasitesi var. Mavi Akım'ın ise 2010 yılı itibariyle en fazla 16 milyar metreküp taşıması bekleniyor. Dolayısıyla bu iki boru hattı, Avrupa'nın -Rusya'dan- satın almak üzere anlaştığı gazın yarısını bile temin edemez.
İran kendi gazını Türkiye üzerinden sevk ederek, Avrupa'daki gaz açığının telafi edilmesine yardımcı olabileceği fikrini ortaya attı. Ancak Stern bunun gerçekleşmesi halinde bile Avrupa'da fazla bir değişiklik yapacağından şüpheli.
Stern şöyle devam ediyor: "Aslında İranlıların bunu yapacak gazları olsa da (ki geçmişte, kış mevsiminde yapmamışlardı) İran-Türkiye boru hattından geçen gazın miktarı çok fazla değil. Bunun Türkiye'nin durumuna yardımcı olabileceği kanısındayım, ancak Avrupa'nın güneydoğusunda bir değişiklik yaratabilecek yeterli kapasitesi olduğundan şüpheliyim."

 

FRANSA BASINI

AFP: "PRAG, BATI'NIN 'ÖNYARGILARINA' KARŞI TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRMESİNİ SAVUNUYOR"

PRAG, 08/01(AFP)(BYE)--- AB dönem başkanlığını yürüten Çek Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı Karel Schwarzenberg bugün, birçok Batı Avrupa ülkesinin Türklere yönelik "önyargısını" kınayarak Türkiye'nin AB'ye girmesini destekledi.
Prag'da gazetecilere konuşan Schwarzenberg, "Çek Cumhuriyeti Türkiye'nin bir gün AB üyesi olması gerektiğine inanıyor" dedi.
Bakan sözlerini "Ancak, Batı Avrupa'da, üzücü şekilde, önyargıların var olduğunu vurgulamalıyım. Birçok Batı Avrupa ülkesinin Türklere karşı önyargısı var" diyerek sürdürdü. Bakan, "bu önyargılardan kurtulmak için hep birlikte kendi üzerimizde çalışmalıyız" dedi.
AB'nin birçok "eski" üye ülkesi, özellikle Fransa, Avusturya ve Almanya Türkiye'nin Avrupa bloğuna girişine en çok karşı olan ülkeler arasında.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin AB'de yeri olmadığını düşünüyor. Sarkozy, müzakere sürecindeki 35 başlığın açılmasını, bunların doğrudan katılımla ilişkili olduğu gerekçesiyle veto ediyor.
Schwarzenberg, "Türkiye AB için stratejik öneme haizdir" ifadesini kullandı.
Ancak Bakan, Ankara'nın önünde hala katedilecek yol olduğunu da sözlerine ekledi. Schwarzenberg, "Reform süreci son yıllarda coşkusunu kaybetti, sorunlar devam ediyor ve çözümlenmeleri gerekiyor. Türkiye, bir Avrupa ülkesi olmak için koşulları kabul etmeli ve kriterleri yerine getirmeli" dedi.

AFP: "ANKARA, AB İLE İLİŞKİLERDEN SORUMLU YENİ BİR BAŞMÜZAKERECİ ATADI"

ANKARA, 09/01(AFP)(BYE)--- Başbakanlıktan dün geç saatlerde yayımlanan bildiride, Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerini yürütmek için yeni bir başmüzakereci atadığı kaydedildi.
Bildiriye göre, şu ana kadar Dışişleri Bakanı Ali Babacan tarafından yürütülen bu görev, İstanbul Milletvekili ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış'a verildi. Bildiride, yeni başmüzakerecinin Bakanlar Kurulu'na katılacağı da belirtildi.
38 yaşında olan ve ABD'de eğitim gören Egemen Bağış, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dış ilişkilerden sorumlu danışmanıydı.
AB müzakerelerini yürütme göreviyle Dışişleri Bakanlığı görevinin birbirinden ayrılması konusu, Babacan'ın işlerinin yoğunluğu nedeniyle birkaç aydır gündemdeydi.

 

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "YENİ BAŞMÜZAKERECİ: TÜRKİYE AB'YE KATILMAYA KARARLI"

İSTANBUL, 13/01(REUTERS)(BYE)--- Alexandra Hudson bildiriyor:

Türkiye'nin yeni Avrupa Birliği Başmüzakerecisi, ülkesinin Birliğe katılmaktaki kararlığını belirtti, ancak Brüksel'in bu konuya bir çözüm getirmesi ve Türkiye'ye de diğer adaylara gösterdiği tutumu göstermesi gerektiğini söyledi.
Görevine yeni atanan Egemen Bağış, Türkiye'nin üyelik girişimi için belirleyici olacak yılın başında ve Ankara, AB'nin reformları hızlandırması baskısı ve taahhüdü ile ilgili şüpheleriyle karşı karşıyayken, Brüksel'e yapacağı ziyarette Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a eşlik edecek.
Bağış, İstanbul'da bir konferansta, "Önümüzde zorlu bir yol var. Ancak sonunda müzakereleri tamamlamaya kararlıyız, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Türkiye, Avrupa'nın hasta adamı değil, Avrupa Birliği'nin saygın bir üyesi olacaktır" dedi.
Bağış, AB ilişkilerinden sorumlu bir devlet bakanlığının kurulmasının, Türkiye'nin devlet televizyonunda Kürtçe bir kanal açılmasının ve ulusal reform programının, Türkiye'nin Brüksel'in taleplerini karşılamaya kararlılığını gösterdiğini söyledi.
Bağış, "AB tarafında da aynı kararlılığı görmek istiyoruz. Daha önceki adaylar için belli koşullar belirlenmişti, biz de aynı koşulları bekliyoruz" dedi.
Katılım müzakereleri daha önce Dışişleri Bakanı Ali Babacan tarafından sürdürülüyordu. Babacan bazı çevrelerde, AB ilişkileri konusunda sönük performansı nedeniyle eleştiriliyordu.
Analistler, Bağış'ın atanmasının Erdoğan'ın, Brüksel'e Türkiye'nin AB arzuları konusunda ciddi olduğunu göstermeye çalıştığının işareti olduğunu söylediler. Avrupalılar uzun süredir Türkiye'den, görevi sadece başmüzakereci olan bir kişi atamasını istiyordu.

 

İTALYA BASINI

ANSA: "KIBRIS'IN BİRLEŞMESİ... KİPRİYANU: ANLAŞMA İÇİN UZUN SÜRE"

ROMA, 12/01(BYE)--- İtalyan ulusal haber ajansı ANSA'nın 9 Ocak 2009 tarihli bülteninde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Kıbrıs Dışişleri Bakanı Markos Kipriyanu, Kıbrıs Büyükelçisinin Roma'daki konutunda ANSA ile gerçekleştirdiği mülakatta şunları söyledi: "Hiçbir şey imkansız değildir, ama haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden önce Kıbrıs'ın birleşmesi için bir anlaşmaya varabileceğimizi sanmıyorum."
Temsilciler Meclisi Başkanı Fini ve İtalyan mevkidaşı Frattini ile görüşen Kipriyanu, adanın birleşmesi hususunda İtalyan hükümetinin desteğini aldı. Kıbrıs Dışişleri Bakanı ile gerçekleştirdiği görüşmeden sonra konuşan Frattini, "İtalya tüm gücüyle Kıbrıs'ın çabasını destekliyor ve Kıbrıs Türk tarafının işbirlikçi bir tutum göstermesi için baskı uygulaması konusunda Türkiye'ye yüreklendirici kuvvetli mesajını tekrar ediyor" dedi.
Kipriyanu şöyle konuştu: "Altı ay içerisinde bir çözüme ulaşılması imkansız. Her şey, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ve Kıbrıslı-Türk lider Mehmet Ali Talat'ın tutumlarına ve geçen eylül ayında müzakerelerin başlamasından bu yana üzerinde anlaşmaya varılan ilkeleri izlemelerine bağlı. Sanırım aynı zamanda, çözümün esaslarına varılmasıyla, bunları uygulamaya dökmek için gerekli zaman arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor; çünkü yasaların, bir anayasanın oluşturulmasından bahsediyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti'ni iki bölgeli bir federasyona dönüştürmemiz gerekiyor ve bu da gerçekleştirilmesi kolay bir şey değil. Diyalog yolunda ileri gidildiği sürece ve boşa harcanmış vakit olmaması şartıyla, ne kadar vakit gerekeceğinin önemi yok."
Kipriyanu'ya göre, iki liderin birlikte vardığı bir çözümün ötesinde bu müzakerelerin temel yanı, bir yandan Kıbrıslı Rumların, diğer yandan Kıbrıslı Türklerin verdiği destek. "İki lider arasında bir anlaşmaya varmak yetmez, yapılacak iki ayrı referandumla halklar tarafından da onaylanmalıdır. Ayrıca, Türk tarafı lideri Talat'ın (Kıbrıs Rum gazetesi Politis ile yaptığı bir mülakatta) hakem yoluyla uzlaşma teklifinde önerildiği gibi, eğer çözüm üçüncü kişiler tarafından alınacak olursa, kesinlikle olumsuz bir etkisi olacaktır."
Kipriyanu sözlerini şöyle sürdürdü: "Durum kolay değil, bu ay bitmeden tartışılacak olan, zararların tazmini ve her iki tarafın sığınmacılarına mallarının iadesi gibi bazı konular diğerlerine kıyasla daha karmaşık; güvenlik meselesi ve kolonilerin garantisi gibi diğerleri ise daha hassas, çünkü doğrudan Türkiye'yi de kapsıyor."
Kıbrıs-Rum hükümeti, Türkiye'nin AB'ye katılımı için müzakereleri desteklemekle birlikte, Ankara'ya ödün verilmemesi gerektiğini vurguluyor. "Tüm diğer ülkelerin yaptığı gibi Türkiye'nin tüm şartlara saygı göstermesi gerekir ve bu şartlardan biri, doğal olarak, AB'ye üye tüm ülkelerle ayrım gözetmeden iyi ilişkileri muhafaza etmektir. Kanımca, Kıbrıs meselesinin çözümü, Türkiye açısından sadece fayda getirecektir. Bu nedenle, neden daha yapıcı bir diyalog kurmadığını anlayamıyorum. Büyük ihtimalle geçen yaz bir hükümet krizine yol açan karışık siyasi durum nedeniyle olacak."
Kipriyanu, Roma ziyareti çerçevesinde, Vatikan'ın devletlerle ilişkilerden sorumlu Müsteşarı Monsenyör Dominique Mamberti ile de bir görüşme yaptı. Görüşmede, 1974 Türk işgalinden sonra Kuzey Kıbrıs'ta tahrip edilen kiliseler ve arkeolojik sitelerin korunması meseleleri ele alındı.

IL VELINO: "RADİKALLERDEN TURCO VE PERDUCA: FRATTİNİ MÜZAKERELERİN HIZLANDIRILMASI KONUSUNU ELE ALSIN"

ROMA, 12/01(BYE)--- Il Velino haber ajansının 9 Ocak 2009 tarihli bülteninde yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Son seçimlerde Demokratik Partiden seçilen, her ikisi de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı radikal milletvekilleri Maurizio Turco ve Marco Perduca şu açıklamayı yaptı: "İtalya ve Kıbrıs Dışişleri Bakanlarının bugünkü görüşmesi, ana konu olarak adanın siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda birleşmesi için müzakerelerin hızlandırılması hususunu ele alsın. Kıbrıs Türk halkının, sosyal, sivil, ekonomik ve siyasi alanlarda karmaşık bir uzlaşma yürüyüşü başlatacak ve adanın ikiye ayrılmasına son verecek olan Annan Planı lehinde görüş bildirmesinin üzerinden dört yılı aşkın süre geçti. Maalesef Kıbrıslı Rumlar aynı duyarlılığı göstermedi. O zamandan bu yana, sürekli yinelenen sözlere rağmen Avrupa Birliği (hatırlatmak lazım, olayda tarafsızlığını koruyamadı), Ankara'da birbiri ardına başa gelen hükümetlerin günbegün gösterdikleri özene rağmen, 1974'den bu yana yaşadığı nerdeyse tamamen izole durumdan çıkmak için adanın Türk tarafına yardım etmedi."
Radikallerin bu iki üyesi açıklamalarını şöyle sürdürdü: "Türk Hükümetine yakın olduğunu pek çok kez gösteren bir hükümetin temsilcisi olarak Bakan Frattini'nin bugün, adanın ikiye bölünmesine genel anlamda çözüm (Türkiye'nin AB'ye girişine de engeller çıkaran çözüm) aranmasında siyasi sürecin nihayet sona ulaştırılması ve önümüzdeki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, dört Kıbrıslı Avrupa milletvekilinden ikisinin, yüzyıllardır adada yaşayan 250 bini aşkın Türkü temsil etmesi için çaba göstermesi konularında mevkidaşı Kipriyanu'ya ısrar etmesini diliyoruz."

 

YUNANİSTAN BASINI

ELEFTHEROTİPİA: "TAHRİKLER VE TEPKİLER"

ATİNA, 08/01(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 8 Ocak 2009 tarihli sayısında, Kira Adam imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye'nin dün Eşek ve Bulamaç adalarında neden olduğu olaylar, 1996'da Kardak'ta yaşananları aşıyor.
Ankara dün Ege'de "icat ettiği gri bölgeler" nedeniyle sadece Yunan egemenliğine ait bölgeleri reddetmekle kalmadı, Yunan vatandaşlarının kaldığı bölgenin kendisine ait olduğu iddiasıyla Yunan hava sahası içinde Yunan helikopterini engelleyerek, "keyfi hareket etti" ve AB'ye ait bir bölgeyi "işgal" etti.
Müzakereler sırasında, belli bir Avrupa toprağının "kendisine ait" olduğunu söyleyen bir aday ülkenin uluslararası bu yasa dışı hareketini, küstahlığını ve kabadayılığını AB üyesi -büyük veya küçük- herhangi bir ülke, diplomatik açıdan cevapsız bırakmazdı.
Ancak Yunan hükümetinin bu yönde tepkileri yok. İlk defa Cumhurbaşkanı ile Yunan Dışişleri Bakanlığının fikirleri ve davranışları arasındaki fark net bir şekilde ortaya çıktı.
Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas dini bayramda Eşek adasına giderek son derece sembolik bir harekette bulundu. Türk ordusunu Türk-Yunan sorunlarının "temeli" olarak nitelendiren Cumhurbaşkanı Papulyas, iyi komşuluk ilişkilerine bağlı kalmasını ve Avrupa ile uluslararası hukuka uymasını talep ederek, Türk ordusuna karşı tutum sergiledi.
Dışişleri Bakanlığının dünkü tepkisi, Cumhurbaşkanının tepkisiyle aynı "frekansta" olmamakla kalmadı, aksine Ankara'nın bu diplomatik "kabadayılığının" önemini en aza indirmeye çalıştı.
Dışişleri Bakanlığının kısa açıklamasında, Ankara'ya "Yunan notası" verilmesine neden olan, kabul edilemez "Türk faaliyetleri" olduğu ifade ediliyor. (Bu Yunan notasının da bir öncekiler gibi çöp tenekesinde yerini aldığını söylememize gerek yok sanırım.)
Başka bir deyişle, Dışişleri Bakanlığının her ölçüdeki Türk tahriklerini, artık sonuç vermeyen "Türk-Yunan yakınlaşması" çerçevesinde tutmaya karar verdiği açıkça ortada. Ancak Dışişleri Bakanlığı iki önemli noktayı görmezden geliyor. İlk olarak, Ankara'nın hedefi bu söz konusu iki adanın gelecekte gerçekleşecek "kapsamlı müzakerelere" dahil edilmesidir. Bu iki ada, coğrafi konumları nedeniyle Ege'deki kıta sahanlığının belirlenmesi konusunda önemli rol oynuyor. İkinci olarak, Yunanistan'ın Avrupa düzeyinde Türkiye'ye karşı elindeki güçlü silahları zayıflatıyor. Şu anda Türkiye'nin AB müzakerelerinde açık başlıklarının, Ankara, Avrupa toprakları konusunda Avrupa kriterlerine tam uyum sağlayana kadar "dondurulması" gerekirdi.

İN.GR: "ATİNA'NIN AGATHONİSİ'DEKİ TÜRK TAHRİKLERİNE YÖNELİK GİRİŞİMİ"

ANKARA, 08/01(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi İn.Gr'nin 8 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Atina çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Farmakonisi ve Agathonisi bölgesindeki Türk davranışlarının kabul edilemez olduğunu ve girişimlerde bulunulması için talimatlar verdiğini belirtti.
Bakoyanni yaptığı açıklamada, Türkiye'nin bu davranışlarının uluslararası hukuku belirgin bir şekilde ihlal ettiğini ve Türk-Yunan ilişkilerinin iyileşmesi için gösterilen çabaları engellediğini söyledi.
PASOK'un savunma konularındaki sözcüsü Vaso Papandreu, hükümetin Türkiye-AB işbirliği konusunda stratejiden yoksun olmasının ve tahriklere fazla önem vermemesinin, Türklerin cesaretini artırdığını vurguladı.
Papandreu, şöyle dedi: "Hükümetin, ülkenin güvenliği ve savunmasıyla ilgili gerçek sorunlarla ilgilenme zamanı gelmiştir. Türkiye'ye yönelik girişimler yeterli değil. Hükümet, NATO'yu ve AB'yi doğrudan bilgilendirmeli ve Oniki adalarda daha ihtiyatlı olmalıdır."
Papandreu, ana muhalefet olarak siyasi ve askeri yönetimden konuyla ilgili bilgi isteyeceklerini belirtti.
Ortodoks Halk Birliği Partisi (LAOS) Basın Sözcüsü Kiriakos Velopulos yaptığı açıklamada, hükümetin, parti içi sorunlarında çıkmazda olduğunu ve ülkenin iç ve dış sorunlarının denetimini uzun zamandan beri kaybettiğini özellikle vurgulayarak, Türklerin hükümetin acizliğinden yararlandığını söyledi ve "Bakoyanni, ne zaman kaygılanmaya başlayacak, Türk savaş uçakları Akropolis'in üzerinde uçmaya başlayınca mı?" diye sordu.

MEGA TV: "ATİNA'NIN SERT MESAJI, ANKARA'NIN YENİ TAHRİKLERİ"

ANKARA, 09/01(BYE)--- Yunanistan'ın özel Mega televizyonunun 9 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Savunma Bakanı Evangelos Meymarakis'in Türk F-16'ların Farmakonisi yakınında arama ve kurtarma görevi yapan Yunan helikopterini püskürtmesinden sonra Ankara'ya gönderdiği sert mesaja Türkler, yeni tahriklerle cevap verdi. Sekiz Türk savaş uçağından oluşan grup, öğle vakti aynı bölgede Yunan hava sahasını ihlal etti ve Yunan F-16 tarafından püskürtüldü. Benzer bir grup da öğleden önce aynı bölgede aynı tahriklerde bulunmuştu.
Meymarakis, yeni hükümetin yemin töreninden hemen sonra yaptığı açıklamada, Türkiye'nin davranışının soğukkanlı bir hareket olmadığını ve Avrupa beklentileriyle uyuşmadığını söyledi.
Meymarakis şöyle dedi: "Türklerin davranışları, soğukkanlı bir hareket değil ve Yunanistan, bu davranışın NATO'da müttefik olan, AB'ye girmek isteyen, Başbakanının Orta Doğu'da barış girişimlerini üstlendiği bir devlete yakışmadığını düşünüyor. Silahlı Kuvvetler mensupları, istikrarı, sükuneti ve ulusal egemenliği koruyacaktır. Yunan vatandaşları rahat uyuyabilir. Türkler, gerek diplomatik düzeyde gerekse başka bir şekilde gerekli cevabı alıyor. Silahlı Kuvvetler mensupları ve Yunanların haklarından şüphe edildiği zaman, bunları savunabileceklerini her yöne göstermesi için normalin üstünde bir hazırlık var."
Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Farmakonisi ve Agathonisi bölgesindeki Türk davranışlarının "kabul edilemez" olduğunu belirtti. Bakoyanni, Türkiye'nin bu davranışlarının uluslararası hukuku belirgin bir şekilde ihlal ettiğini ve Türk-Yunan ilişkilerinin iyileşmesi için gösterilen çabaları engellediğini ve girişimlerde bulunulması için talimatlar verdiğini söyledi.

ELEFTHEROTİPİA: "AB DÖNEM BAŞKANI ÇEK CUMHURİYETİ, TÜRK TAHRİKLERİNE DEĞİNMEDİ"

ATİNA, 09/01(BYE)---Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 9 Ocak 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Lizbon Anlaşmasının onaylanıp onaylanmayacağı konusu hala netleşmemiş olmasına rağmen, Çek Cumhuriyeti 2009 yılının ilk altı ayı AB Dönem Başkanlığını üstlendi ve hemen önceliklerini açıkladı.
Çek Cumhuriyeti'nin Atina Büyükelçisi Hana Motlova yaptığı basın açıklamasında, dönem başkanının ekonomik kriz, enerji ve AB'nin genişleme ve işbirliği süreci konularına öncelik vereceğini söyledi.
Büyükelçi Motlova, Çek Cumhuriyeti'nin, krizin derinleşmesini önlemeye çalışacağı ve AB ekonomilerinin yeniden kalkınması konusunda girişimlerde bulunacağını belirtti. AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti'nin enerji kaynaklarının ve geçiş yollarının değişmesi gerektiğine inandığını, Rus kaynakları ile geçiş yollarının ilk sırada bulunmadığını ima eden Büyükelçi Motlova, Rusya'nın rakibi Nabucco boru hattının ön plana çıkarılacağını, AB'nin Ukrayna ve Gürcistan'la ilişkilerinin güçlendirilmesi yönünde çaba sarf edileceğini ifade etti.
Çek Cumhuriyeti ayrıca, "Stratejik Ortak" olarak nitelendirdiği Türkiye'nin AB sürecini desteklediğine dair hiçbir şüpheye yer bırakmadı. Büyükelçi Motlova, Türkiye'nin kısa süre önce, Doğu Ege'deki Yunan adalarında, yani Avrupa'ya ait bölgelerdeki tahrik edici tutumuna değinmekten kaçındı.

TO VİMA: "GRİ BÖLGELER"

ATİNA, 12/01(BYE)--- Tirajı pazar günleri 201.086 olan To Vima gazetesinin 11 Ocak 2009 tarihli sayısında, Yanis Kartalis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Son zamanlarda bu günlerin gri gerçeklerine, Ege'de gri bölgelerle ilgili o eski hikaye de ilave edildi ve Türklerin unutmadığını, Yunanistan'daki herhangi bir iç karışıklıktan faydalanmayı bildiklerini kanıtladı. Bu durum bizi iyice kaygılandırmalı çünkü ekonomik kriz bir yana, çökmekte olan Karamanlis hükümeti şimdi bir de dış politikanın sürekli kötüleşen bütün sorunlarıyla başetmek zorunda. Üsküp konusu ülke için bir güvenlik sorunu olmayabilir ancak Kıbrıs ya da Türk-Yunan konularıyla ilgili politikaları, tüm ümitlere rağmen, Türk Hükümeti değil, Ankara'nın askeri düzeni uyguluyor.
Ege'deki sorunlar için şimdiye kadar 41 istikşafi Türk-Yunan görüşmesinin yapılması ancak herhangi bir sonucun alınmaması bir tesadüf değil. Üstelik Cumhurbaşkanının uygun olmayan bir zamanda Eşek Adası'na ziyareti gibi girişimlerin düzen sağlayacağına yangına körükle gitme etkisi gösterdiği ortaya çıktı. Çünkü bu ünlü gri bölgeler teorisinin Onikiadalar'ın kuzeyindeki Yunan-Türk deniz sınırlarına dair anlaşmanın imzalanmamış olmasına dayandığını, Onikiadalar için ise İtalyanlar ile imzalanmış olan anlaşmanın uygulandığını unutmamalıyız. Bu durumda aşırı vatansever açıklamalar yaparak kolay çözümlere kaçacağımıza, deniz sınırlarına ilişkin bir anlaşmaya varalım. Tabii, Onikiadalar'ın hukuki statüsü hallolmuş olmasına rağmen, Türk generallerin anlaşmalarda isimleri yer almayan Yunan adalarına karşı her fırsatta bilinen tek taraflı taleplerini ortaya koydukları, böylelikle Kardak tipi sıcak bir olayın yaşanması olasılığı da bulunuyor.
Ankara'nın bu tutumu, kararların askerler tarafından alınmaya devam ettiği ve Başbakan Erdoğan'ın askerlerin imtiyazlarına dokunacak reformların yapılmaması karşılığında, İslam yanlısı partisi aleyhindeki davalara son verilmesi yönünde Genelkurmay Başkanı ile anlaştığı haberlerini doğruluyor. Ankara bu tutumu özellikle Fransa ve Almanya'nın tepkisinden dolayı Türkiye'nin AB yolunun kapalı olduğunun anlaşılmasından sonra uygulamaya başladığı bölgesel süper güç olma politikası çerçevesinde benimsedi. İşte bu nedenlerden dolayı Yunanistan Dışişleri Bakanlığı eninde sonunda Türkiye'ye yönelik politikasını; komşumuz ülkenin sadece Avrupa perspektifine dayanan politikasını değiştirmeye ikna oldu.

ETHNOS: "ANKARA-AB NİHAİ MÜZAKERESİNDEN ÖNCE TÜRKLERİN EGE'DE OLDUBİTTİLER PLANI"

ATİNA, 13/01(BYE)--- Tirajı pazar günleri 144.783 olan Ethnos gazetesinin 11 Ocak 2009 tarihli sayısında Nikos Meletis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Ankara'nın son aylarda Ege'deki uygulamalarının temel hedefinin sıcak olay tehditleriyle Ege'de oldubittiler yaratmak ve Kıbrıs ile Türk-Yunan konuları bağlamında AB yönündeki tüm yükümlülüklerinin tamamen kaldırılması olduğu anlaşılıyor.
Bazen gri bölgeler teorisini bazen de adaların tam egemenlik haklarına karşı itirazlar öne sürerek Türkiye, Atina'nın dayanıklılığını sınavdan geçirmeye çalışıyor. 1996 yılında Kardak'taki gibi sıcak olay yaratmaya yönelik şantaj ortamı dahi yaratıyor.
Eşek ve Bulamaç adaları hedefli saldırı faaliyetleri tamamen gri bölge politikası çerçevesindeki uygulamalardır. Öncelikle söz konusu iki ada üzerindeki Yunan egemenliğine karşı itirazlar dile getiriyor, bu devamında da bu iki ada üzerinde egemenlikten kaynaklanan bütün haklara son vermeyi amaçlıyor.
Türkiye bu iki adanın Yunanistan'a ait olmadığını öne sürerek "Türk kara sularının ve hava sahasının" ihlal edildiği yönündeki iddialarını boşuna ortaya atmıyor. Bu şekilde Yunanistan ve Türkiye hava sahası ve kara suları sınırlarını belirleyen orta çizgi daha batıya doğru (Yunanistan aleyhinde) yer değiştiriyor.
Türkiye en az 150 adanın yasal olarak Yunanistan'a ait olmadığı yönündeki iddiasını hiçbir zaman geri çekmedi, ancak kendisine ait olduğunu söylemekten de her zaman kaçınıyor, çünkü Lozan Anlaşmasında sahillerinden üç mil mesafede olan adaların Türkiye'ye ait olduğu açıkça belirtiliyor. Bu nedenle iki ülke arasındaki deniz bölgelerinin belirlenmesi yönünde herhangi bir çaba başlatılması durumunda Ankara'nın, bütün bu ada ve kayalıkların (anlaşmalarda isimleri kaydedilmemiş olanların) sınır çizme girişimleri dışında bırakılmasını isteyeceği hesaplanıyor.
Türkler açık bir şekilde taleplerini ortaya koyarken, Yunan hükümeti kararsız ve sessiz duruyor, ılımlı tutum politikasını ve 1999 politikasının farklı yanlarını duruma göre uygulayarak, olası daha kötü gelişmelerden kaçınmak amacıyla zaman kazanmaya çalışıyor.
Türkiye Kafkasya'da, İslam ve Arap dünyasında faal varlığıyla jeostratejik rolünü ortaya koyuyor. BM Güvenlik Konseyi üyesi seçilmesi de bu rolüne kolaylık sağlıyor.
Türkiye'deki kurulu düzen ve Başbakan Erdoğan yakın gelecekte çıkarlarına hizmet etmeyecek reformları yapmakta acele etmiyorlar. Türkiye'deki bütün iktidar kutupları ülkelerinin herhangi bir reform yapmadan olduğu gibi AB üyesi olma hakkına sahip olduğuna, AB dünya gücü olmak istediğine göre bu büyük Müslüman ülkeyi bünyesine katmak zorunda olduğuna inanıyorlar. En azından yakın bir gelecek için AB üyeliği perspektifinin uzaklaşmasıyla, Türkiye'yi, özellikle Ege ve Kıbrıs'ı hedefleyen politikasını değiştirmeye zorlayacak herhangi bir mekanizma da yok.
AB ile Türkiye arasında özel ilişki zaman geçtikçe daha çok tercih edilmeye başlandı ve sonuçta Türkiye'nin hem siyasi hem de askeri düzeni için belki de daha olumlu. Paris ve Berlin ile nihai bir pazarlık masasında Ankara, Türk-Yunan ve Kıbrıs konuları yükünü beraberinde taşımak istemiyor.
Ege'ye yönelik talepler politikasının yoğunlaşmasının Yunanistan'a gönderdiği mesaj, Ankara'nın stratejik planlarına bu tür engellerin konmasının kabul edilmeyeceğidir.

YUNANİSTAN RADYO-TV KURUMU: "TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ MERCEK ALTINDA"

ANKARA, 13/01(BYE)--- Yunanistan Radyo-TV Kurumunun (ERT) 13 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Dışişleri ve Savunma Bakanları, Başbakan Kostas Karamanlis'in başkanlığında dün düzenlenen Dışişleri ve Savunma Konseyi (KYSEA) toplantısından sonra, Yunanistan'ın "hazır ol" durumunda olduğunu ve Ege'de Türk faaliyetlerini yakından takip ettiğini söylediler.
Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Türk-Yunan ilişkilerinde bir durgunluk olduğunu belirterek, ciddiyetle ve ağırbaşlılıkla gelişmeleri gözlemlemeleri gerektiğini vurguladı. Savunma Bakanı Evangelos Meymarakis ise, Ege üzerinde Türk uçuşlarının, Türkiye'nin kendi girişimiyle oluşan ortama yardımcı olmadığını ifade etti. KYSEA toplantısında; Orta Doğu ilişkileri, Yunanistan'ın diplomatik girişimleri, Gazze'ye insani yardım gönderilmesi ve Gazze'de yaralanan çocukların Yunan hastanelerinde tedavi edilmesi konuları görüşüldü. Toplantıda, Yunan askerlerinin Afganistan'da daha fazla kalması ve AB'nin Belçika işbirliğiyle gönderdiği yardımdan ayrı olarak Gazze'ye insani yardım gönderilmesi kararlaştırıldı.

--Türkiye ile İlişkiler--

Dışişleri Bakanına göre, Yunanistan komşusuyla 2008 yılında durgunlaşan ilişkilerini iyileştirmeyi hedefliyor. Bakoyanni, Türk tahrikleri ve bir olay çıkıp çıkmayacağı konusunda bir soruya cevaben, Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının Türkiye'nin tutumunu incelediğini belirterek, ciddiyet ve itidal gerektiğini söyledi. Bakoyanni, son yıllarda maalesef ihlaller olduğunu, Yunanistan'ın bu ihlalleri ve Türkiye'nin AB'ye üye olma isteğini değerlendirdiğini, Yunan hükümetlerinin, şartlardan biri iyi komşuluk olmak üzere, Ankara'yı bu süreçte desteklediğini ifade etti.
Meymarakis ise, Ege'de devam eden Türk tatbikatıyla ilgili olarak, tatbikatın programlı olduğunu, yılda üç-dört kez yapıldığını ve kendileri için sorun teşkil etmediğini söyledi. Meymarakis, komşuları tatbikat yaptığı sırada, gelişmeleri yakından takip ettiklerini ve kendileri tatbikat yaptığında, komşularının da aynı şeyi yaptığını ifade etti.
Meymarakis, Türk savaş uçaklarının birkaç saat önce Agathonisi (Eşek Adası) üzerinden uçmasıyla ilgili bir soruya cevaben, soğukkanlı ve dikkatli olmaları gerektiğini belirterek, bu gibi uçuşların yapılamayacağını Türklerin idrak edeceğine inandığını söyledi.

--PASOK, Hükümeti Sorumlu Tuttu-

Hükümet Sözcüsü Evangelos Andonaros, Türkiye'nin Ege'de neler yaptığı hakkında bir soruya cevaben, Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlarının açıklamalarına atıfta bulunarak, bu açıklamaların ayrıntılı ve geniş olduğunu, olayları gerçek çerçevesi içine oturttuğunu söyledi.
PASOK'un Basın Sözcüsü Yorgos Papakonstantinu, partisinin Türk-Yunan ilişkilerindeki son gelişmeleri yakından takip ettiğini vurguladı, sorunu ve bütün milli konuları ele almaya devam eden hükümeti sorumlu tuttu.
Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Genel Sekreteri Aleka Papariga, Türk-Yunan ilişkilerinde durumun her zamankinden daha kötü olduğunu söyledi ve Türkiye'nin sertleştiğinden bahsetti. Papariga, Yunan hükümetine atıfta bulunarak, soğukkanlılığın başka bir şey, tahammül etmenin başka bir şey olduğunu söyledi.
Papariga, Türkiye'nin tutumunu müttefiklerine, yani AB'ye ve NATO'ya bildirmesi için hükümete çağrıda bulundu ve Yunanistan'ın, Türkiye'nin Avrupa beklentisini veto etme tehdidinin işe yaramadığını, çünkü Ankara'nın Avrupa Birliği'ne girmeyi umursamadığını ifade etti.

ELEFTHEROS TİPOS: "DAHA OLGUN DÜŞÜNCELER"

ATİNA, 14/01(BYE)--- Tirajı günde 38.183 olan Eleftheros Tipos gazetesinin 14 Ocak 2009 tarihli sayısında, Serafim Kotrotsos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Geçen cuma günü herkes hükümet değişikliği konusuyla ilgilenirken, Savunma Bakanı Ankara'ya karşı sert bir mesaj gönderdi.
Savunma Bakanının açıklamasında Yunanistan'ın diplomatik düzeyde ve gerekirse her şekilde tepki göstereceği ifade edildi. Bu açıklamadan birkaç gün önce Türk savaş uçakları Eşek ve Bulamaç Adaları üzerinde uçtu ve Ankara Onikiadalar'a ilişkin 1932 Protokolü'nü reddettiğine dair bir mesaj gönderdi.
Ancak öyle görünüyor ki cuma gününden sonra Dış ve Savunma Konuları Konseyi (KYSEA) toplantısının yapıldığı pazartesi gününe kadar (ve Ege'de F-16'lar, Miraj'lar, gemiler ve denizaltıları cirit atarken) "düşünceler olgunlaştı".
Ayrıntıları yalnızca konuyla yakından ilgileri olanlar bilebilir. Biz ne Savunma Bakanlığı, ne Dışişleri Bakanlığı konularıyla yakından ilgiliyiz. Ancak, Savunma Bakanı Meymarakis ile Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni'nin aniden daha ılımlı açıklamalar yapması ve Türkiye'nin AB üyeliğinin engellenmesine ilişkin belirli dozajda "tehdit" içeren alışılmış diplomatik adımlara geri dönülmesi ancak bu şekilde açıklanabilir.
Diyeceksiniz ki: "Sayın Meymarakis ve Sayın Dora ne yapsınlar? Soydaşları bağımsızlığa kavuşturma politikalarından mı söz etsinler?" Tabii ki hayır. Bunlar ciddi konulardır ve Yunan tarafının soğukkanlı davranma kararı da doğru bir karardır. Özellikle bu şekilde, "derin" askeri devletin aksine Erdoğan hükümetinin sergilediği ılımlı eğiliminin korunmasına yardımcı olunuyorsa, bu doğru bir karardır. Tabii bu karar, Türk siyasetinin Ergenekon davası nedeniyle sarsıldığı bir dönemde, gerginliği ülke dışına taşıma bahanesi yaratmamak anlamında da doğrudur.
Ancak Türkiye'nin Ege'de tahriklerini artırdığı biliniyor ve sanki bunlar bizim yaptığımız yanlış hareketlermiş gibi birilerinin bu olayları halının altına gizlemesine veya her zaman yaptığımız gibi görmezden gelmesine gerek yok.
Örneğin, Türkiye'nin hangi AB üyelik sürecini engellemekle tehdit ediyoruz? Ankara'nın bile sona erdiğini bildiği süreci mi? Tüm Avrupalıların en fazla özel ilişkiyle sınırlandırılması kararını verdiği süreci mi?
Bu, denize düşmüş birini, ıslatmakla tehdit etmeye benzer. Acaba durumu tekrar gözden geçirmek mi gerekiyor?
Soğukkanlılığımızı yitirmeden.

 

HIRVATİSTAN BASINI

VECERNJI LIST: "TÜRKİYE'NİN YENİ BAŞMÜZAKERECİSİ"

ANKARA, 12/01(BYE)--- Hırvatistan'da yayımlanan Vecernji List gazetesinin 12 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye, AB ile müzakerelere oturacak yeni başmüzakerecisini seçti. Şu ana kadar Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın yapmış olduğu görevi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dış ilişkilerden sorumlu danışmanı devraldı.
AB ile ilişkileri ihmal ettiği konusunda dönem dönem eleştiriler alan Babacan, son zamanlarda Kafkasya ve Orta Doğu'daki olaylara daha çok yönelmişti.
Türkiye 2009-2010 dönemi için Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildi. Bu sebeple Dışişleri Bakanının yükümlülüğüne bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Türkiye, AB'ye üyelik yolunda tarihi müzakerelere 2005 yılında başladı. Üyelik müzakereleri kapsamında şu ana kadar 10 fasıl açıldı. Ancak Türkiye'nin limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'ne açmayı reddetmesiyle 2006 yılında sekiz başlık askıya alındı.

 

İSVİÇRE BASINI

DIE WELTWOCHE: "BİZ KORKAĞIZ, MÜSLÜMANLAR DEĞİL"

BERN, 09/01(BYE)--- Tirajı 85.500 olan haftalık dergi Die Weltwoche'nin 8 Ocak 2009 tarihli sayısında, Alexander von Schönburg imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan söyleşinin Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Otto von Habsburg, son Avusturya İmparatorunun oğlu. Tutkulu Avrupalı, Sarkozy'i büyük bir devlet adamı, Putin'i ise bir suçlu olarak görüyor. İslam dünyasına saygı duyuyor ve monarşinin bazı ülkeler için bir şans olduğunu düşünüyor.

SCHÖNBURG: Okuyucularımı sıkmak isteseydim, röportajıma "Avrupa" konusuyla başlardım.

HABSBURG: Evet, tabii!

SCHÖNBURG: Neden bu kelime birçok insan üzerinde uyku hapı etkisi yapıyor?

HABSBURG: Benim için de öyle.

SCHÖNBURG: Rowohlt Yayınevine "Çocuklar için Avrupa'nın Hikayesi" başlıklı bir kitap önerdim. Tepki şöyleydi: Mükemmel bir konu, ama 'Avrupa' kelimesi bir şekilde başlıktan kaldırılmalı, çünkü bu kelime ancak "Vergi Ek Ödemeleri" veya "İşletme Analizi" başlıkları kadar cazip...

HABSBURG: Evet. Bakınız, benim için Avrupa bir tutku, ancak Avrupa'nın bürokrat mekanizması, Avrupa'nın bürokratları bütün heyecanı söndürüyor. Bu, temelde iş başında olanlardan kaynaklanıyor. Birçok siyasetçi için siyaset bir atama değil, bir meslek anlamına geliyor. İnsan kendisini bir mekanizmayla özdeşleştiremez. Bazı ülkelerde Sarkozy gibi heyecan verici siyasetçiler bulunuyor, ancak Avrupa düzleminde ne yazık ki pek yok.

SCHÖNBURG: Şu sıralar özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde, Avrupa Birliği mekanizmasına karşı bir kızgınlık var. Küçük Doğu Avrupa ülkeleri, Avrupa Birliği'nin Almanya ve Fransa tarafından yönetildiğinden şikayet ediyor. Bu tür korkular doğru mu yoksa Avrupa'nın Alman-Fransız lokomotif gücüne ihtiyacı var mı?

HABSBURG: Bu kızgınlık da kişilerden kaynaklanıyor. Doğu Avrupa, son Almanya Başbakanı Schröder gibi birisine karşı büyük bir güvensizlik besliyordu, çünkü Schröder açıkça Doğu Avrupa devletlerini atlayarak Ruslarla anlaşma yaptı ve hala da Baltık Denizi Doğalgaz Boru Hattı Konsorsiyumu Denetleme Kurulu Başkanı olarak onların maaş bordrosunda yerini alıyor. Bunun güvensizliği beslemesi anlaşılır bir durum. Bu şimdi umut ederim ki değişecek. Bayan Merkel, Doğu Avrupa devletlerinin endişelerine duyarlılıkla yaklaşıyor.

SCHÖNBURG: Ya Sarkozy?

HABSBURG: Sarkozy, Avrupa siyasetine yeni bir dinamizm getirecek- O Ruslar tarafından satın alınabilecek bir adam değil. Sarkozy beni çok etkiliyor. Tabuları yıkmaya cesaret etti, mutabakatlara cesaretle karşı çıktı, gözle görülür bir şekilde gaflar yaptı. Tam da bu özgünlüğü sayesinde insanları kazandı. Almanca konuşulan ülkelerde siyasetçiler çok konuşur ama az şey söyler. Sarkozy'nin dobralığından öğrenecekleri var. Sarkozy aynı zamanda insanlara yağ çekmeden de konuşulabileceğini öğretiyor. Seçim kampanyası alışılmamış bir eylemle başladı. İki kişiyle birlikte bir bildirge yazdı. Fransız Ateistleri Birliği Başkanı ve bir Katolikle devletin laikliğini sorgulayan bir kitap yazdı. Sarkozy aynı zamanda seçim öncesinde ailesiyle Katolik kilisesinde kutsal bir törene giderken, fotoğrafının çekilmesine izin verdi. Laik bir ülkede başkan olmak isteyen birisi için oldukça cesur bir eylem. Birkaç yıl önce bu düşünülemezdi bile.

SCHÖNBURG: Pardon, ancak evlilik ve sadakat gibi Katolik inançlarına inandırıcı bir bağlılığı yok gibi görünüyor. Eski karısı Cecilia'ya evli birisiyken aşık oldu ve kocasından ayırdı. Bu yıl da üçüncü kez evlendi. Bununla, ideal bir Katolik siyasetçi resmine uymuyor.

HABSBURG: Ahlaki düşüncelerin dışında şu denilebilir: Kendisine güveniyor. İstediğini başarıyor. Bu Fransızları etkiliyor.

SCHÖNBURG: Fransa'da Türkiye'nin AB'ye alınmasına karşı büyük çekinceler bulunuyor. Kökeninizin geldiği aile yüzyıllarca dinsel ve etnik çeşitliliğin olduğu bir imparatorluğu yönetti. Bir Habsburglu olarak büyük oranda Müslüman olan bir devletin Avrupa Birliği'nde yeri olup olmadığı sorusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

HABSBURG: Ben Türkiye'nin AB üyesi olursa misyonunu kaybedeceğine inanıyorum. Temelde Müslüman bir ülkenin alınmasına karşı gelinemez. Arnavutluk ve Bosna-Hersek de kesinlikle AB'ye alınacak, iki ülke de daha çok Müslüman devlet. Ancak, Türkiye dünya siyaseti açısından benzersiz bir konuma sahip. Türkiye'nin, bütün Müslüman dünyası üzerinde inanılmaz büyük bir etkisi var. Bunun tarihsel nedenleri var, çünkü Osmanlı İmparatorluğu bir zamanlar Doğu'nun tek hakim gücüydü. Bu prestijin bugün hala etkisi var. Atatürk maalesef o coşku içerisinde bu ülkenin Müslüman geleneğini yok etmek için elinden geleni yaptı, ancak bereket versin ki başarılı olamadı. En büyük fırsat, Türkiye'nin Hristiyan ve Müslüman dünyası arasında bir köprü görevi almasında yatıyor. AB'ye girerse de bu misyonunu yerine getiremez.

SCHÖNBURG: Türkiye'de Kemalistler ve dinci kuvvetler arasındaki güç savaşını kim kazanacak?

HABSBURG: Kemalizm kaybeder.

SCHÖNBURG: Bu tehdit edici bir gelişme mi?

HABSBURG: Kesinlikle hayır. İslam dini Türk kimliğinin bir parçası. Türkiye'nin daha önceden anlattığım rolünü algılayabilmesi için kimliğine sadık kalması gerekir.

SCHÖNBURG: İslam Akademisi'nin bir üyesisiniz ve Müslümanlara büyük bir sempati besliyorsunuz. İslam'a karşı bu zayıflığınız nereden kaynaklanıyor?

HABSBURG: Ben, bizde maalesef çoktandır kaybolmuş olan dinin yerinin İslam dünyasında hala etkisini koruyor olmasından hoşlanıyorum. Müslüman bir siyasetçi temelde konuşmasına Allah'ın adını anarak başlar...

SCHÖNBURG: ... Arap bir uçak firmasıyla uçuyorsanız, uçuş öncesinde hava tahmini yerine hoperlör üzerinden bir dua okunur.

HABSBURG: Müslümanlar, biz batılılardan daha dindar. Allah'ın kendi taraflarında olduğunun bilincinde hareket eder ve bu onları daha güçlü yapar.

SCHÖNBURG: Ancak çelişki şu değil mi: Araplar çok az aydınlanma yaşadı biz ise çok fazla?

HABSBURG: Bu, fena bir ifade değil..

SCHÖNBURG: Müslüman yanlısı tutumunuzun kişisel deneyimlerle de ilgisi var mı?

HABSBURG: Müslümanların insani korkusu olmamasını seviyorum. Biz korkağız, Müslümanlar değil. Çok yaşlı insanlarda bazı çocukluk anıları büyük rol oynuyor.

SCHÖNBURG: Anlatın lütfen!

HABSBURG: Hüzünle hanedanımızdaki Boşnakları hatırlarım. Onlar bizim korumalarımızdı. Sonuna kadar sadıktılar. Başkaları kaçarken onlar kaldı. Kasım 1918'de Schönbrunn'da sözde muhafızlar kaçtı. Babamın yaveri olan Zdenko Lobkowics adında bir prens vardı. O da kaçtı. Boşnaklar kaldı. Bu tür olaylar insanın anılarında yer eden şeyler.

 

ABD BASINI

THE WALL STREET JOURNAL: "RUSYA GAZI KESTİ, AVRUPA SOĞUKTAN TİTRİYOR"

NEW YORK, 08/01(BYE)--- The Wall Street Journal gazetesinin 7 Ocak 2009 tarihli sayısında, Andrew E. Kramer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan New York çıkışlı haberin özeti ve Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Ukrayna ile olan fiyat anlaşmazlığını keskin bir şekilde artıran Rus gaz şirketi Gazprom, dün Avrupa'ya doğalgaz ihracatını hemen hemen durdurdu. Kesinti, Fransa'dan Türkiye'ye ani gaz sıkıntılarına yol açtı. Avrupa genelindeki ülkelerde, ısınmaya en çok ihtiyaç duyulan kış mevsiminde boru hatlarındaki gaz basıncının hızla düştüğü bildirildi.
Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko'nun, Gazprom şirketinin Ukrayna'dan geçen tüm sevkiyatı durdurmaya niyetli olduğunu ifade etmesi, kesintinin boyutunu ortaya koymaktadır. Rusya doğalgaz ihracatının yüzde 80'ini Avrupa'ya yapmaktadır.
Her iki taraf gaz sevkiyatındaki son düşüşle ilgili olarak birbirini suçlarken, geçtiğimiz pazartesi akşamı devlet televizyonunda, Ukrayna'nın ödeme yapmadan boru hattından gaz sızdırdığını öne süren Rusya Başbakanı Vladimir Putin, gaz akışının yüksek oranda azaltılması için bizzat talimat verdiğini açıkladı.
Avrupa Birliği Enerji Komiseri Andris Piebalgs'ın sözcüsü Ferran Taradellas, boru hatları güzergahları arasında en fazla Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan ve Türkiye'ye sevkiyatı sağlayan ve Batı-Balkan boru hattı diye bilinen hattın etkilendiğini söyledi.
Taradellas ayrıca, kesintilerin Slovakya, Macaristan, Slovenya, İtalya ve Avusturya'yı da etkileyebileceğini belirtti.
Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Ukrayna'dan Türkiye'ye uzanan boru hattından gaz akışının dün sabah saatlerinde tamamıyla durduğunu açıkladı. Söz konusu doğalgaz boru hattı, enerji ihtiyacının yaklaşık tümünü ithal eden Türkiye'nin başlıca kaynağını oluşturmaktadır. Bununla beraber, Karadeniz'in altından geçerek Rusya'dan Türkiye'ye gaz taşıyan Mavi Akım boru hattının da aralarında bulunduğu diğer kaynaklar kesintiden etkilenmedi.

AP: "TÜRKİYE, AVRUPA İÇİN ALTERNATİF DOĞALGAZ ROTASI OLMA UMUDUNDA"

ANKARA, 09/01(AP)(BYE)--- Selcan Hacaoğlu bildiriyor:

Avrupa'nın bir kez daha Ukrayna ile Rusya arasındaki doğalgaz çekişmesinin kurbanı olduğu şu dönemde Türkiye, kıtanın enerji talebine cevap verecek bir alternatif rota olma umutları besliyor. Ama ne var ki, ülke bu konuda zorlu siyasi engellerle karşı karşıya.
Türkiye, hem Rusya hem de Ukrayna'yı devre dışı bırakarak Orta Asya ile Orta Doğu arasında Avrupa'ya açılan bir enerji kavşağı olarak rolünü pekiştirmeyi hedefliyor.
Hazar Denizi'nden başlayıp Türkiye üzerinden Avusturya'ya uzanacak olan 2.050 millik (3.300 kilometre) Boru Hattı Projesi Nabucco, AB ve ABD tarafından destekleniyor. Yapımına gelecek yıl başlanacak olan boru hattının 2013'te tamamlanması bekleniyor.
Pek çok sıkıntıya rağmen AB, projeyi, Rus enerjisine bağımlılığını kıracak gözüyle baktığından önemsiyor ki bu da, elit uluslar kulübü AB'ye katılım davasında Türkiye'nin elini güçlendirebilir.
AB Enerji Komiseri Andris Piebalgs geçenlerde blogunda, "Güney Koridoru, çeşitlendirme politikalarımızın köşetaşlarından biridir, (...) Hepimizin, Orta Asya ülkelerini, doğalgazlarını Batı'ya, Türkiye'ye ve Avrupa piyasasına pompalamaya sevk edecek cazip bir koridor açmaya ihtiyacımız var. (...) Bu bölgeden alabildiğimiz gaz hacmi sınırlı, Avrupa'daki tüketimin ancak yüzde 5'i kadar; ama proje son derece önemli, çünkü dünyanın en büyük gaz rezervlerine sahip bir bölgenin, Hazar Denizi'nin kapısını açacaktır" diye yazdı.
Avrupa bir yere kadar Rus gazına bağımlılığını sürdürecek olsa da proje, bu ay tanık olunan ani kesintiler türünden problemleri azaltabilir.
Türkiye Enerji Bakanı Hilmi Güler, "Allah'ın izniyle halkımızın donmasına müsaade etmeyeceğiz. (...) Bu nedenle Nabucco'yu başlatmak istiyoruz, zira Avrupa'ya uzanan ana arterlerden biri olabilir" diyor.
Nabucco projesi sözcülerinden Christian Dolezal'a göre de Avrupa ileriki yıllarda daha fazla gaza ihtiyaç duyacak. Dolezal, "Nabucco hayata geçirilirse önemli stratejik konumuyla Türkiye bir enerji merkezi olur ki bu da, hem Avrupa hem de Türkiye'nin kazanacağı bir durumdur" diyor.
Ancak proje başından beri problemlerle karşı karşıya.
Öncelikle, Houston'da meskun bağımsız enerji uzmanı Ferruh Demirmen, ana potansiyel ihracatçılar Azerbaycan ve Türkmenistan'ın, boru hattının 31 milyar metreküplük taşıma kapasitesinin tamamını kullanacaklarına dair bir taahhütleri yok. Türkiye üzerinden Yunanistan'a gaz ihraç etmekte olan Azerbaycan'ın Nabucco Projesine katılması bekleniyorsa da henüz bağlayıcı anlaşmalara girilmedi.
İkinci olarak, tüm dünyayı saran mali erime de projeye gölge düşürdü. Demirmen, kamu sektörü finansmanının, özellikle de AB'nin, ekstra fonlarla destekleme taahhüdünü tutması durumunda işe yarayabileceğini söylüyor.
Son olarak; Rusya ve Çin'in çoktandır Orta Asya doğalgazının çoğunu bağlamış olmasından ötürü, Nabucco'nun, nükleer programı yüzünden Batı ile arası açık olan İran'dan da geçmesi gerekecek.
Türkiye parlamentosu enerji komisyonu üyelerinden Tacidar Seyhan, "Türkiye ve Avrupa ülkeleri bu iş için geç kaldı" diyor.
İran rotası da ancak, kayda değer bir siyasi diyalogla ve ABD'nin İran'a karşı yaptırımlarını hafifletmesi ile mümkün olacaktır. İran'ın şahin İslami yönetiminin Moskova'dan daha güvenilir bir enerji ortağı olup olmayacağından kuşku duyanlar da var.
Öte yandan Moskova da, kendi gazını Avrupa'ya ulaştıracak alternatif boru hatları için bastırıyor: Baltık Denizi'nden Almanya'ya uzanacak "Kuzey Akım" ve Bulgaristan'dan geçecek olan "Güney Akım".
Hudson Institute Avrasya Politikası Merkezi Direktörü Zeyno Baran, "Hem Kuzey Akım hem de Güney Akım yapılırsa Nabucco olmayabilir. Rusya'nın baskın konumu sürmekle kalmayıp güçlenecektir de" diyor.

THE NEW YORK TIMES: "İSRAİL'E YÖNELİK ELEŞTİRİDEN DOLAYI DİKKATLERİ ÇEKEN TÜRK"

NEW YORK, 12/01(BYE)--- The New York Times gazetesinin 11 Ocak 2009 tarihli sayısında, Sabrina Tavernise imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen hafta, Gazze'ye yönelik askeri harekatı "insanlık tarihinde kara bir leke" olarak nitelendirerek, İsrail'i şiddetle eleştirmesi, çok da şaşırtıcı değildi. Ne de olsa, Türk halkı askeri operasyona şiddetle karşıydı ve Erdoğan da bu görüşleri yansıtmaktaydı.
Ancak, özellikle ülkesinin NATO ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğinin yanı sıra Avrupa Birliğine aday üyeliği göz önüne alındığında, uluslararası alanda arabulucu olmak için uğraş veren bir lider olarak Erdoğan'ın bu performansı pek de parlak değildi. Yaptığı yorumlar, ABD ve Avrupa'daki siyasi yorumcuların dikkatini çekti.
İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in geçen ay, diğer konuların yanı sıra barış süreci ile ilgili olarak da görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye'ye yaptığı ziyaretten beş gün sonra başlayan İsrail askeri harekatından büyük üzüntü duyan Erdoğan, Orta Doğu ülkelerine bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. Ancak, İsrail, dikkat çekici bir şekilde bu seyahat programında yer almadı. Erdoğan, ateşkes antlaşmasına varılmadığı sürece İsrailli yetkililerle görüşmeyeceğini belirtti. İsrail'in askeri operasyonu için ise, "Biz bu durumu Türkiye'ye yapılan bir saygısızlık olarak görüyoruz" dedi.
Uzun vadede bu söylemlerin, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilere ciddi bir zarar vermesi beklenmiyor. Pragmatik ve stratejik müttefik olan her iki ülke arasındaki askeri işbirliği on yıllar öncesine uzanıyor. Erdoğan, geçen hafta, Türkiye'nin neden İsrail ile ilişkilerini kesmediğini soran muhalefetteki siyasilere ise, "Arkadaşlar biz burada bakkal dükkanı yönetmiyoruz, Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetiyoruz" dedi.
Ancak bu yorumlar, Türkiye ve Avrupa'daki siyasi yorumcuları endişelendirdi ve Erdoğan, özellikle Hamas ile ilgili yorumlarından dolayı eleştirildi. ABD, Avrupa Birliği ve İsrail tarafından terörist grup olarak kabul edilen bir gruba destek veriyormuş gibi göründü.
Türkiye'nin, Fetih ve aynı zamanda Filistin Lideri olan Mahmud Abbas ile diplomatik ilişkileri bulunmasına rağmen Erdoğan'ın siyasi partisi, Filistin'de 2006 yılında yapılan seçimleri kazanan Hamas ile ilişkileri geliştirmeye başladı. Hamas'ın üst düzey lideri Halid Meşal, Türkiye'de AK Parti Genel Merkezini ziyaret etti ancak Tayyip Erdoğan onunla görüşmedi.
Erdoğan, geçen pazar günü El Cezire televizyonuna yaptığı açıklamada, "Hamas yetkililerinin Türkiye'ye sonsuz güveni var" demişti. Türkiye, 1 Ocak'ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildi. Erdoğan da, ülkesinin üstlendiği bu yeni rolün, Hamas'ın ateşkes koşullarını Birleşmiş Milletlerin dikkatine sunulmasında kullanılabileceğini kaydetti.
Radikal gazetesi köşe yazarı ve bir siyaset yorumcusu olan Cengiz Çandar, "İsrail'in askeri harekatından Türkiye'nin üzüntü duyması doğaldır, fakat bu öfkeyi diplomasinin içine sokmak Türkiye'nin arabuluculuk çabalarına zarar verir" dedi.
"Tayyip Erdoğan çok samimi ve sözünü sakınmayan bir Hamas taraftarı" diyen Çandar, "Türkiye, İsraillilerin gözündeki imajını lekeledi ve neredeyse anlaşmazlığın bir parçası konumuna geldi" dedi.
Türk yetkililer, Türkiye'nin ilgili taraflarla görüşmekte olduğunu ve hatta Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ile geçen hafta biraraya geldiklerini belirterek, ülkenin izlediği tutumu savundular. Yetkililer, gerek Batılı teşkilatlara üye Müslüman bir ülke olması gerek Hamas ile gayriresmi ilişkileri bulunmasından hareketle emsalsiz bir konumu olan Türkiye'nin çok önemli bir rol oynadığında ısrar ettiler.
Adının açıklanmasını istemeyen bir Türk yetkili, "Türkiye'nin rolünü sadece Hamas ile olan ilişkilerine indirgeyemeyiz. Türkiye, anlaşmazlığa taraf olanlarla görüşebilecek yegane ülkedir" dedi.

AP: "TÜRKİYE... DARBE KOMPLOSU DAVASINDA TUTUKLANANLARIN SAYISI 100'Ü GEÇTİ"

ANKARA, 12/01(AP)(BYE)--- Selcan Hacaoğlu bildiriyor:

Aşırı milliyetçilerin İslami kökenli hükümeti devirme amaçlı darbe planladıkları iddiasıyla ilgili dava kapsamında, dünkülerle birlikte bugüne kadar tutuklanan kişi sayısı 100'ün üzerine çıktı.
Söz konusu dava, laikler ile İslamcılar ve liberaller ile sağcıların arasındaki gerilimin derin fay çatlaklarına yol açtığı ülkede, güç dengesinin kimden yana ağır bastığına dair zorlu soruya ışık tutuyor.
Bu sorunun derinleşmesinin arkasında; Türkiye'nin üye olmayı istediği AB'nin -ülke siyasetinde ordunun payının azaltılması, güvenlik güçlerinin işkence konusunda hesap verebilir olması ve ülkenin Kürtlerine daha geniş haklar verilmesi gibi- kilit talepleri yer alıyor.
Başbakan Erdoğan dün "Türkiye'nin daha şeffaf hale gelmesinden mi korkuyorsunuz? Kirli ilişkilerin açığa çıkarılması çabalarından mı çekiniyorsunuz? Türkiye değişiyor" diye konuştu.
Dava kapsamında halihazırda aralarında ünlü bir yazar, bir siyasi parti lideri, gazeteciler, eski bir dekan, bir avukat ve 16 emekli ordu mensubunun da bulunduğu 86 kişi yargılanıyor. Bütün bu kişiler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sözünü sakınmayan muhalifleri.
Erdoğan üniversitelerde İslami tarzda başörtüsü yasağını kaldırmaya çalışarak laikleri ve öte yandan da 1 Ocak'ta yayına başlayan ülkenin ilk 24 saat yayın yapan Kürtçe televizyonunun açılması gibi politikalarla milliyetçileri ayağa kaldırdı. Erdoğan Kürtlere yönelik bariz bir politika değişikliği içerisinde bir zamanlar yasaklı olan dilde birkaç kelime telaffuz etti.
Söz konusu dava ülkenin büyüyen İslami sınıfı ile laikler arasında derinleşen uçuruma dikkat çekiyor.
Çatışmanın kökenleri, İslamı, modernleşmenin önünde bir engel ve Osmanlı İmparatorluğu'nun hastalığının sembollerinden biri olarak gören, modern Türkiye'nin kurucusu ve 20. Yüzyılın başlarındaki savaş kahramanı Mustafa Kemal Atatürk'ün dönemine kadar uzanıyor.

AP: "AB DÖNEM BAŞKANLIĞI YENİ ENERJİ GÜVENLİĞİ İÇİN ÇAĞRIDA BULUNDU"

STRASBOURG, 14/01(AP)(BYE)--- Çek Cumhuriyeti Başbakanı Mirek Topolanek, 27 üyeli AB'den, 120 günlük petrol ve doğalgaz rezervi oluşturulması planını yeniden değerlendirmesini ve bunun yerine alternatif enerji tedarik kaynakları arayışına girilmesini istedi.
Topolanek, Rusya ve Ukrayna arasında doğalgaz tartışması sürerken AB'nin daha iyi bir enerji güvenliği sağlamak zorunda olduğunu söyledi.
Topolanek Birliğin, Hazar doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşıyacak boru hattı inşa edilmesini "üst düzey öncelikleri" arasına yerleştirmesi önerisinde bulundu.
Çek lider ayrıca daha fazla nükleer güç de dahil olmak üzere enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi çağrısında bulundu.
Çek Cumhuriyeti halihazırda AB dönem başkanlığını yürütüyor. Topolanek önerilerini bugün Avrupa Parlamentosu'nda yaptı.

 

İRAN BASINI

ISNA: "SOLANA: GAZZE'NİN DURUMU TEHLİKELİDİR"

ANKARA, 09/01(BYE)--- İran Öğrenci Haber Ajansı'nın (ISNA) 9 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

Javier Solana, Gazze'deki insani durumu tehlikeli olarak değerlendirerek, Siyonist rejim ve Filistinli gruplar arasında ateşkes yapılmasının zorunlu olduğunu vurguladı.
Ankara'yı ziyaret eden AB Konseyi Genel Sekreteri ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştükten sonra yaptığı basın toplantısında şunları söyledi: "AB, tehlikeli boyuta gelen Gazze'deki insani durumu dikkate alarak bölgede çatışan taraflar arasında ateşkesin sağlanmasının zorunlu olduğuna inanmaktadır."
Solana, Mısır ve Fransa'nın Gazze'de ateşkesin oluşması için ortak planı olduğuna işaret ederek, "Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy AB'yi temsilen, Mısır lideri ile uyumlu olarak bu planı incelemektedir. Bu plan, bugüne kadar başta İsrail olmak üzere çok sayıda ülke tarafından sıcak karşılandı" dedi.
Kuveyt Ajansı'nın haberine göre Solana, şöyle devam etti: "AB, Gazze'de saldırıların ve çatışmaların acil olarak durdurulmasını destekliyor ve ateşkesin sağlanması durumunda her türlü yardımı yapmaya hazırdır."
Solana, Gazze'deki gelişmeler konusunda Türk yetkililer ile yaptığı müzakereler hakkında şunları söyledi: "Müzakere yapıcıydı ve AB ve Türkiye bu gelişmeler karşısında ortak tutum içindeler."
Solana, Türk yetkililerin Gazze'deki mevcut tehlikeli duruma karşı gösterdiği hassasiyeti ve Gazze'de istikrarın sağlanması yönündeki diplomatik gayretlerini takdir etti.
Solana ayrıca, AB'nin Gazze'de ateşkesin sağlanması doğrultusunda çalıştığını belirtti.

ABRAR: "TÜRK HÜKÜMETİ, AB İLE MÜZAKERE İÇİN BİR BAKAN ATADI"

TAHRAN, 11/01(BYE)---Muhafazakar eğilimli Abrar gazetesinin 10 Ocak 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türk Hükümeti, AB üyeliğiyle ilgili tüm işleri bir araya toplamak amacıyla bakanlık kurarak Egemen Bağış'ı Devlet Bakanı görevine atadı.
IRNA'nın duyurduğuna göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kararıyla bundan böyle Egemen Bağış AB ile müzakereleri yürüten heyete başkanlık edecek. İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, daha önce iktidardaki AKP'nin Dış İlişkiler Sorumlusu ve Erdoğan'ın dış politikadan sorumlu Danışmanıydı. Başmüzakereci görevini, bundan önce Dışişleri Bakanı Ali Babacan yürütüyordu.
Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğiyle ilgili müzakereleri 2005 yılında başladı ve bu ülke üyelik sürecinde önceden belirlenen 35 başlık altında kanunlarını AB ile uyumlu hale getirmeye çalışıyor.
Ankara'daki siyasi gözlemciler, Egemen Bağış'ın Başmüzakereci görevine atanmasının Erdoğan hükümetinin AB ile uyum sürecini hızlandırmaya ve Dışişleri Bakanı üzerindeki sorumluluk yükünü hafifletmeye çalışması olarak değerlendirdiler.
Anadolu Haber Ajansı'nın duyurduğuna göre, New York'ta bulunan Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Egemen Bağış'ın Başmüzakereci görevine atanmasının ardından onu telefonla arayarak kutladı. Konuyla ilgili bir basın duyurusu yayımlayan Bakan Babacan, bu konuyu daha önce Başbakan Erdoğan ile görüştüğünü ve Egemen Bağış ile uzun yıllardan beri işbirliğinin bulunduğunu belirtti. Babacan, Bağış'ın yeni göreve atanmasıyla aralarındaki işbirliğinin en iyi şekilde süreceğini de kaydetti.

 

JAPONYA BASINI

YOMIURI SHIMBUN: "KÖKTEN DİNCİLİĞİN KONTROL ALTINDA TUTULMASI DENENİYOR... ORHAN PAMUK: ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK MUHAFAZA EDİLMELİ"

TOKYO, 09/01(BYE)--- Tirajı günde 10 milyon 145 bin olan merkez sağ eğilimli Yomiuri gazetesinin 9 Ocak 2008 tarihli sayısında, Takashi Miyake imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Kahire çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Pek de sofistike olmayan bir üslup olarak görülebilir ama ben, ırk, etnik grup, inanç farklılığı olan kişilerin korunduğu toplumu arzulayan düşüncedeyim, bunun olabileceğine de inanıyorum.
ABD Harvard Üniversitesi Profesörü Samuel Huntington, "Medeniyetler Çatışması" kitabında, soğuk savaş sonrasında dünyayı çeşitli kültürler arası çatışma olarak resmetmiştir. Ancak, Müslüman olmayanların Müslüman olanları öldürmesi adaletin yerini bulmasında araç olarak kullanılması engellenemeyeceği için, ben bu düşüncenin dünyada yayılmasını onaylayamıyorum. Kendilerine sorun yaşatan Müslüman'ı öldürdükten sonra, "Bu medeniyetler çatışmasıdır" açıklamasının sonu yoktur. İsrail'in Filistin özerk bölgesi Gazze'ye saldırısı, bu denli utanç verici bir biçimde gerçekleşti. Bu, "medeniyetler çatışması" denebilecek bir durum değildir. Dünyanın bakış açısı, o kişinin nasıl görmeye çalıştığına göre değişiyor. İstanbul'da sokakta, başörtülü bayanlar ile mini etekli bayanlara bakıp biri dini gerekleri koruma yanlısı diğeri laiklik taraftarı olarak zıt gruplar olarak algılanabilirse de, iki tarafı bir arada entegre olmuş biçimde algılayanlar da vardır. Dünyayı bir örnek giyinmiş, aynı kalıptan çıkmış kadar basitleştirmek mümkün olamaz.
Farklı etnik gruplar, farklı kültürlerin korunmasını arzulayan ben, halkının büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye'nin Hristiyanların baskın olduğu Avrupa Birliği'ne girmesini arzu ediyorum. Ayrıca, radikal yönde değişim gösteren İslam dünyasının, Türkiye'ye olan etkisinin de ancak bu biçimde engellenebileceği düşüncesindeyim.
ABD'de ardı ardına meydana gelen terör saldırılarından sonra ABD dönüp kendine baktığında, ülke prestijini kaybetmiş, dünyayı çok kutuplu bir oluşum içerisine sokmak isterken, İslam dünyasında ABD karşıtı düşünce ile yoğrulmuş radikal İslam yanlılarının sayılarını arttırdı. İran ve Arap ülkelerinin entelektüelleri ile konuşurken, birçok ülkede laik, bağımsız, demokratik bir toplum arzusunda olanların çoğunlukta olduğunu gözlemliyorum. Türkiye, AB'ye kabul edilirse, radikal İslam gücü ile karşı karşıya olan bu İslam ülkeleri de cesaretlendirilebilir.
Halkın yüzde 99'unun Müslüman olduğu Türkiye'nin AB diğer bir deyişle Hristiyan kulübüne katılmasının çok doğal olduğunu da düşünmüyorum. Avrupa'daki konservatif tarafların arasında, özellikle ABD'de ardı ardına yapılan terör saldırılarının ardından, İslam'a karşı olumsuz duyguların güçlendiği biliniyor. Üye ülkelerin bakışının normalin üzerinde negatif olduğu da açık.
Ancak, AB, Hristiyan bakış açısının dışında, özgür, adil, insanlık felsefesini temel alan ortak oluşum olabilirse, Türkiye'nin de bu oluşum içinde bir yeri olabileceğine inanıyorum. Türkiye, Avrupa ve Asya'nın kesişim noktasında, batı ve doğu medeniyetlerinin buluştuğu topraklarda bulunuyor. Osmanlı İmparatorluğu, birçok etnik grup ve kültürün bir arada yaşadığı bir deneyime sahip.
Avrupa Birliği, Türkiye'nin tam anlamında demokratik bir ülke olmasını sağlayabilir.
Günümüz Türkiye'si, ülke kurulduğundan bu yana, laikliği ödün vermez bir biçimde ülke temeli olarak kabul etti. Türbanlı kız öğrencilerin üniversiteye girmesine de izin verilmediğini bildiğinizi tahmin ediyorum.
Ben, İslam'ın siyasete karıştırılmasına karşı çıkan laiklik taraftarıyım ama, Türkiye'de laiklik, ordu gücüyle sağlanırken, laiklik dışındaki fikirlerin tartışılmasının kabul edilmediği anti demokratik bir yapı da buluyor. Laiklik taraftarları ile İslam'a dönülmesini hedefleyen kitle arasındaki çatışma tekrar yeşerdi. Geçmişte, siyaset ve toplum arasındaki pandül (sarkaç), İslam yanlılarından yana olduğu zamanlarda askeri darbenin olduğu mutsuz tablolar yaşandı.
Laiklik kavramı, Türk halkı ile sınırlandırıldığından, azınlıkların haklarının kabul edilmemesi nedeniyle, Kürtlerin ülkeyi bölücü hareketleri ve terör olaylarıyla karşılaşılmasına neden oldu.
Türkiye'nin AB üyeliğine girmesi, ifade özgürlüğü ve etnik grupların haklarının sağlanması, diğer bir deyişle AB'nin temel şartlarını sağlaması anlamı da taşıyor. Halihazırda, şimdi hükümetin ve siyasi iktidarın bunun için gerekli revizyon ve düzenlemeleri gerçekleştirmesi sadece yazarlar olarak bizlerin değil, Kürtlerin bağımsızlığı taraftarları cephesinde de sempati yönünde değişime neden olacaktır.

 

LÜBNAN BASINI

EL MUSTAKBAL: "YENİ OSMANLICILIK"

BEYRUT, 14/01(BYE)--- Lübnan'da Arapça yayımlanan El Mustakbal gazetesinin 14 Ocak 2009 tarihli sayısında, Muhammed Seyyid Rasas imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan, Mısır çıkışlı makalenin çevirisi şöyledir:

Avrupa, 20. Yüzyılın sonunda Türkiye'ye AB kapısını kapattı. Helmut Kohl 1997'de AB'nin bir Hristiyan Kulübü olduğunu söylemiş, Mesut Yılmaz buna sert bir şekilde cevap vermişti.
Bu, Türkiye'nin AB yürüyüşüne son verdiği tarih oldu. Osmanlıların 400 seneden beri liderliğini yaptığı İslam dünyasına Türkiye 80 seneden beri sırtını dönmüştü. İşte bu tarihten beri İslami eğilimli Türk partileri seçimlerde başarılı olmaya başladı. Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi ile başlayan bu süreç, AK Parti'nin 2002 seçimlerinden galip çıkmasıyla devam etti. Bu durum, Türk siyasetinde barışçı bir değişim olduğunu ve aslında yeni bir ekonomik ve sosyal imaja sahip olduğunu gösterir. Bu da Türkiye'nin en büyük üç şehri; İstanbul, Ankara ve İzmir'de orta ve alt sınıfın güçlendiğini gösterir. Önceleri merkez sağ kitle partilerine oy veren bu kesim daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın partisine oy verdi. Bu illerde eskiden başarılı olan CHP'li laikler, burjuva sınıfı, askerler, üniversiteler ve teknokratlara dayanıyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türk siyasetinde görülen bu önemli değişimi, Avrupa'ya yürümek yerine Osmanlı dünyasına dönmek gerektiği olarak ifade etti. Son altı senede Türk siyaset adamları Basra ile Gazze, ülkenin kuzeydoğusundaki Kafkasya'da Bakü ile Tiflis arasını ve Balkanlar'daki coğrafi bölgeyi çalışmalarına merkez almıştır (Kabil ve Tahran'ı da unutmamalı).
Erdoğan'ın siyasetinde yeni olan şey, Türkiye'nin bu üç bölgede Washington'un işbirliğiyle çalışmasıdır. Washington'un bu üç bölgede Ankara'ya yeşil ışık yaktığı görülüyor. İlk olarak Washington bunu, her şeyi kırıp geçiren Sırp milliyetçiliğini kıskaca almak için yaptı. İkincisi ise SSCB çöktükten sonra Rusya'nın Kafkasya'daki petrol alanına yeniden dönmesini önlemek için, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattını netice veren Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan itilafıyla Rusya'nın önüne set kurdu. Üçüncü olarak, ABD için önemli olan şey (belki Türkiye için de önemlidir), Basra ile Akdeniz arasına Türklerden bir barikat koymaktır, çünkü İran'ın hilal şeklinde batıya doğru ilerlemesini ancak Türkler durdurabilir.
Türkiye'nin bölgede kazandığı öneme ilave olarak Türkiye, Irak'ta, Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde ve Filistin dosyasında önemli bir role sahiptir. Arapların güçlerini kaybettiklerinden ve mutedil Arap ülkeleri İran'ın ilerlemesini durduramadıkları için Türkiye bu zayıf noktadan faydalanmayı bildi. Ülke içindeki dindar ve İslamcı halktan destek alan Türkiye'nin şimdiki rolü, eski Osmanlı bölgesinde yani Türkiye'nin güneyinde uzanan hilalde güçlenmeye başladı. İş adamları bile Türkiye'nin güçlü ekonomik geleceğinin Avrupa'da değil, bu bölgede olduğuna inanmaya başladılar.
Temmuz 1908-Nisan 1909 arasında, aralarında Mustafa Kemal Atatürk'ün de bulunduğu bir subay grubu tarafından Sultan Abdülhamid devrilmişti. Böylece Saltanat sona ermişti. Bundan sonra Araplar ile Türkler arasındaki münasebetler bozulmuş ve bazı Arap ülkeleri İngilizlerin veya Fransızların himayesine girdiler. Bütün bu gelişmeler Sayks-Piko ve Belfort anlaşmalarına yol açtı. Şimdi şunu sormak lazım: "Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kullandığı bu yeni Osmanlıcılık, Türkiye'yi nereye götürecek?"

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir