2009-01-08 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

Son Güncelleme: 26 Ocak 2009

2009-01-08 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

FRANKFURTER NEUE PRESSE: "AB GAZ KESİNTİSİNİ PROTESTO EDİYOR"

ANKARA, 06/01(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Frankfurter Neue Presse gazetesinin 6 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--AB, Rusya'nın Gaz Sevkiyatındaki Aksaklıklarını Protesto Etti--

AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti ve AB Komisyonu tarafından salı günü yapılan ortak açıklamada, Rusya ve Ukrayna'nın en yetkili mercilerinin teyidine karşın ve önceden haber verilmeksizin, AB üyesi ülkelere yönelik gaz sevkiyatının önemli ölçüde azaltılmasına vurgu yapıldı.
AB, bu durumu kabul edilemez olarak nitelerken, sevkiyatın derhal yeniden sağlanması çağrısında bulundu. Açıklamada, Rusya ve Ukrayna ile müzakereler başlatılmak suretiyle sorunun giderilmesi gerekliliğinin de altı çizildi. Bu ihtilafın giderilmesi için Dönem Başkanlığının ve AB Komisyonunun yardımcı olacağı belirtildi.
Kiev ve Moskova arasında had safhaya ulaşan gaz sorunu, Doğu ve Orta Avrupa'da da fazlasıyla aksaklıklara neden oldu. Bulgaristan ve Türkiye tarafından yapılan resmi açıklamaya göre, bu iki ülke salı gününden itibaren gaz alamıyor.
Gazetecilere açıklamada bulunan Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, sevkiyatın durdurulduğunu belirtti. Yeni yıldan itibaren patlak veren gaz tartışmasının etkileri henüz Almanya'ya yansımış değil.
Bulgaristan gaz dağıtım şirketi Bulgargaz da, ülkesinin gaz alamadığını açıkladı. Ukrayna-Romanya sınırındaki gaz kesintisinden nasibini alan ülkeler arasında Bulgaristan'a komşu ülkeler Yunanistan, Makedonya ve Türkiye de yer alıyor. Rus gazı, bu ülkelere Bulgaristan boru hattı üzerinden sağlanıyor. Sofya hükümeti ise konuyu olağanüstü bir toplantıda ele alacak.

 

AVUSTURYA BASINI

KURIER: "BULGARİSTAN: BİZİM İÇİN TÜRKİYE BİR AVRUPA ÜLKESİ"

VİYANA, 31/12(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 31 Aralık 2008 tarihli sayısında, Otto Klambauer'in Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ivalio Kalfin ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:

Batı Balkan ülkelerinin AB'ye yakınlaşma süreci devam ediyor. Türkiye'nin katılımı ise Türkiye şu sıralar müzakerelerde Hırvatistan'dan daha çabuk ilerleme kaydediyor olsa da henüz kesinleşmiş değil.
Bulgaristan AB içinde en büyük Türk azınlığa sahip olan ülke. Bulgaristan'da toplam 725 bin Türk yaşıyor (nüfusun yüzde 9.4'ü).
Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ivalio Kalfin, bu yüzden önemle Türkiye'nin AB'ye entegre olması üzerinde duruyor. Kalfin geçenlerde bir grup Avrupalı gazeteciye, "Komşularımız Avrupai değerleri ne kadar çok benimserse bizim için o kadar iyi olur" dedi.

--Arabulucu--

Kalfin, Türkiye'nin bir İslam ülkesi olmasını engel olarak görmüyor ve "Bulgaristan için komşusunun İslam ülkesi olup olmaması hiçbir rol oynamıyor. Bizim için Türkiye bir Avrupa ülkesi, bunun lafı bile olmaz" diyor.
Bulgaristan AB'nin en yeni üyesi olmasına rağmen kendini bölgede yani Güneydoğu Avrupa'da, Karadeniz Bölgesinde ve Rusya'nın Hristiyan Ortodoks komşusu olarak, AB'nin arabulucusu olarak görüyor.
Dışişleri Bakanı Kalfin, Moskova ile ilişkilerde mantıklı davranılması çağrısında bulunuyor ve "AB, Rusya karşısında her zaman dengeli bir tutum sergilemiyor, bazı AB ülkeleri ile Rusya arasındaki ilişkiler oldukça gergin. Rusya ile görüşülebilecek çok konu var. Ama, Rusya'ya AB için kabul edilemeyecek şeyler olduğunu da anlatmamız gerekir. Rusya karşısında ne kadar pragmatik bir tavır takınırsak, iki taraf için de o kadar iyi olur" diyor.

WIENER ZEITUNG: "ERDOĞAN KÜRTÇE KONUŞUYOR"

VİYANA, 02/01(BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 2 Ocak 2009 tarihli sayısında, Susanne Güsten imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan APA kaynaklı, İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Kısa bir cümleydi ama Türk medyasında manşetlere çıktı. Söz konusu olan Türkiye Başbakanının söylediği Kürtçe bir cümleydi. Recep Tayyip Erdoğan devlet televizyonunun Kürtçe yayın yapacak olan ve yılbaşında yayına başlayan TRT 6 kanalının kendisiyle yaptığı söyleşide, Kürtçe "TRT 6 hayırlı olsun" dedi.
Türk Başbakanın kamuoyunda Kürtçe konuşması, AB adayı Türkiye'de sansasyon sayılıyor, tıpkı ülkede yaşayan 12 milyon Kürdün kendi dillerinde 24 saat yayın yapan bir TV kanalına sahip olması gibi. Bundan 10 yıl öncesine kadar böyle bir girişim tahayyül bile edilemezdi, çünkü Kürtçe'nin kamuoyunda kullanılması PKK asileri lehinde propaganda anlamına geliyordu.
Oysa şimdi devlet bizzat bir Kürtçe kanalı kuruyor, ayrıca devlet üniversitelerinde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin kurulması için de hazırlık çalışmaları yapılıyor. Erdoğan bu yüzden düşünce özgürlüğünün ve demokrasinin gelişmesi yönünde atılmış önemli bir adımdan bahsediyor. 

--Oy Avcılığı mı?--

Ancak Türkiye'deki Kürt politikacılar duruma kuşkulu bakıyor. Başbakan Erdoğan'ı, Kürtçe kanalı, mart ayında yapılacak olan yerel seçimler nedeniyle kurmakla suçluyorlar. Erdoğan'ın iktidardaki AKP'si, Kürtlerin yaşadığı Güneydoğu'da belediye başkanlıklarının çoğunu ele geçirmeyi ve bölgede lider siyasi güç konumunda bulunan Kürt Demokratik Toplum Partisinin (DTP) yerini almayı amaçlıyor.
Seçimler bir yana bırakılırsa, TRT 6 kanalı, Türk Devleti'nin, uydu üzerinden yayın yapan ve Kürt bölgelerinde neredeyse her yerden izlenebilen Roj TV'ye verdiği karşılık niteliğinde. Danimarka'dan yayın yapan PKK yanlısı Roj TV şimdiye kadar rakipsizdi. Güneydoğu Anadolu'da yaşayan birçok kişi günlük yaşamında yalnız Kürtçe konuşuyor ve Türk televizyonlarını zorlukla anlayabiliyor.
TRT 6 bu durumun değişmesini sağlayacak, Roj TV'nin Kürt evlerindeki hakimiyetine son verecek ve Kürtleri ikinci sınıf vatandaş olma duygusundan kurtaracak. Yayının test aşamasında, ekranda "Hepimiz aynı gökyüzünün altında yaşıyoruz" cümlesi görülüyordu.
TRT 6'nın amacına ulaşıp ulaşmayacağı henüz belli değil. Bu kanalın yalnızca devlet propagandası yapmak için kurulduğu izlenimini yıkıp yıkamayacağına bağlı. Bundan birkaç yıl önce devlet televizyonunda belli saatlerde yayınlanan sınırlı Kürtçe yayınlar pek ilgi çekmemişti.
DTP'li politikacılar TRT 6'nın yerel seçimlerin ardından yayınına son verileceğini düşünüyorlar.
Anayasa'nın Türkçe'yi tek resmi dil olarak kabul ettiği, bu yüzden Anayasa'da değişiklik yapılmadığı sürece, Kürtçe bir TV kanalının yasalara aykırı olduğu belirtiliyor.

 

BELÇİKA BASINI

DE MORGEN: "TÜRK DEVLETİ, BİR KÜRT KANALINI HAYATA GEÇİRİYOR"

BRÜKSEL, 05/01(BYE)--- Tirajı günde 50 bin olan De Morgen gazetesinin 5 Ocak 2009 tarihli sayısında, "AE" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye'deki Kürtler birkaç gündür, Türk Hükümetinin kurduğu ve kendi dillerinde yayın yapan TRT-6'nın yayınlarını izleyebiliyor. Bazı kişiler, hükümetin bu televizyon kanalını mart ayında yapılacak yerel seçimler öncesinde propaganda aracı olarak kullanmasından endişe ediyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümeti son yıllarda Avrupa üyeliğini elde edebilmek amacıyla ülkedeki 12 milyon Kürt için kültürel ve siyasi haklar sağlamaya yönelik bazı önemli adımlar attı. 2004 yılında devlet televizyonu TRT'de Kürtçe yayınlar başladı. Ancak bu yayınlar haftada sadece yarım saatti. Hükümet, Türkiye'nin Kürt azınlığı için yeni bir dönemin açılması yönünde TRT'ye talepte bulundu. Üstelik Başbakan Erdoğan yeni yıl dileklerini Kürtçe olarak sundu. TRT-6 yayınlarına 1 Ocak tarihinde başladı ve 24 saat yayın yapıyor.
Ancak bu kanalın açılması özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı ülkenin güneydoğusunda bazı yorumlara neden oldu. Kürtçe yayınlarda devlet propagandası yapılmasından korkuluyor. Çok sayıda Kürt politikacı bu yayınların Mart 2009'da yapılacak yerel seçimler için malzeme olarak kullanılmasından çekiniyor.
Hükümet aynı zamanda, Danimarka'dan yayın yapan ve PKK'nın propaganda kanalı olarak kabul edilen Roj Tv'nin etkisini azaltmak istiyor. Türkiye, AB ve ABD tarafından terörist olarak kabul edilen PKK ile mücadelede yine ön sırada bulunuyor. Türk Hava Kuvvetleri, PKK militanlarının saklandığı Irak dağlarına bir yıl içinde birkaç kez harekat düzenledi.
TRT'nin Kürtçe yayın yapan televizyon kanalı, 1980 askeri darbesinden 1991 yılına kadar Kürtçenin yasak olduğu ülkede yayına başladı. Çok sayıda sanatçı ve aydın Kürtçe konuştukları için mahkum edilmişlerdi. Bunlardan biri de 10 yıl hapis cezasından sonra 2004 yılında serbest bırakılan siyasetçi Leyla Zana idi. Zana, PKK propagandası yaptığı gerekçesiyle yakın geçmişte yeniden 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

 

ÇEK BASINI

RFE/RL: "TÜRKİYE'NİN YENİ KÜRTÇE TELEVİZYONU AKILLARI VE GÖNÜLLERİ FETHETMEYİ UMUYOR"

ANKARA, 05/01(BYE)--- Prag merkezli Radio Free Europe/Radio Liberty'nin (RFE/RL) 2 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, Ebubekir Sıddık imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının çevirisi şöyledir:

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun (TRT) yeni Kürtçe kanalı TRT-6, ülkenin ulusal marşı eşliğinde Türk bayrağının göndere çekilmesi görüntüsüyle 1 Ocak'ta yayına başladı.
Aynı gün erken saatlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kürtçe "TRT-6 hayırlı olsun" diyerek açıkça Kürtçe konuşan ilk Türk lider oldu.
TRT, 2004 yılında haftalık 30 dakika Kürtçe yayın yapmaya başlamıştı. Bu pek çokları tarafından Kürt azınlığın haklarının güçlendirilmesi yönünde Avrupa Birliğinden gelen baskılara bir cevap şeklinde yorumlanmıştı. Ancak 24 saatlik yayın bunun çok ilerisinde.
Türk köşe yazarı ve siyasi yorumcu Mustafa Akyol, bu ülkedeki siyasi düzenin, "homojen" bir ulus ve ülkenin ortak bir "Türk" kültürüne sahip olması gerektiği şeklindeki takıntısının geri teptiğini en nihayetinde görmeye başladığını söylüyor.
Akyol, "Devlet hatasını gördü ve Türkiye Devleti bir süredir -özellikle halihazırdaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin idaresi altında ve Avrupa Birliğine üyelik süreci şerefine- izlediği siyaseti değiştirmeye ve Kürt vatandaşlarını kimlikleriyle beraber kucaklamaya başladı" diyor ve şöyle devam ediyor: "TRT'de Kürtçe bir kanalın olması çok önemli bir şey. 10 yıl önce böyle bir şey düşünülemezdi bile. Ayrıca pek çok Kürdün bunu görmekten mutluluk duyduğunu biliyorum."

--Radikal Seslere Karşı Koymak--

Türkiye'deki 15 milyon Kürt, ülke nüfusunun yüzde 20'sini oluşturuyor. Çoğunlukla İran, Irak ve Suriye sınırı boyunca doğu ve güneydoğuda yaşıyorlar. Şimdilerde merkezi Hollanda'da bulunan Roj TV, Türkiyeli Kürtler arasında en popüler televizyon kanalı. Ancak, Türk yetkililer söz konusu kanalın -1984'ten bu yana Kürtlerin özerkliği için savaşan ve Ankara, Washington ve AB'nin terörist bir organizasyon olarak kabul ettiği bir asi grubu olan- Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) sözcülüğünü yaptığını iddia ediyorlar.
Akyol, Roj TV gibi uydudaki milliyetçi Kürt kanalların verdikleri mesajlara karşı koyabilmenin bu yeni Kürt kanalının yayına başlamasının başlıca nedenlerinden biri olduğunu, zira insanların bu kanalları seyretmelerini engellemeye dönük resmi çabaların başarısız olduğunu söylüyor.
Akyol, TRT'nin programlarının amacının "Radikal Kürt milliyetçiliğini desteklemeyen ve daha birleştirici bir mesajı teşvik eden Kürtçe yayınlar" yapılmasını sağlamak olacağını belirtiyor.
Ancak Akyol, Türkiye daha çok demokratikleşmeye doğru yol alırken ve ayrıca hükümeti ile kurumları 21. Yüzyılın gerçeklerine uyum sağlamaya başlarken daha derin motivasyonlar bulunduğunu da düşünüyor.
Akyol sözlerini şöyle sürdürüyor: "Şimdi her zamankinden daha fazla medya var. Eğitimli daha fazla sayıda insan var ve ekonomi dünyaya entegre olmuş vaziyette. Bu çok daha çeşitli bir toplum ve devlet bu gerçekle başa çıkmaya çalışıyor."

--Akılları ve Gönülleri Fethetmek... Oyları Almak--

"Türkiye her şeyden önce Kürt vatandaşlarının akıllarını ve gönüllerini fethetmeyi umuyor ve öte yandan da muhtemelen bunun gerçek bir demokrasi olduğunu göstermeye çalışıyor."
Ancak, Türkiye'deki Kürt azınlığın bazı liderleri Ankara'nın saikleri konusunda daha şüpheci bir yaklaşım sergiliyor.
Demokratik Toplum Partisi (DTP) lideri Ahmet Türk şöyle diyor: "Kürtleri anlayacak ve taleplerini karşılayacak bir yayıncılık politikasına gereksinim var. Süreci dikkatle gözlemliyoruz. Zaman içinde bunun seçimlerle ilgili olup olmadığını göreceğiz."
DTP resmi açılış törenini boykot etti ve AKP'yi bu kanalı, yaklaşmakta olan -mart ayındaki- yerel seçimler öncesinde Kürt seçmenleri çekmek için kullanmakla suçladı.
Ancak Akyol, Türkiye'deki Kürtlerin farklılıkları gözönüne alınınca, fikirlerinin genelleştirilmesinin kolay olmadığını söylüyor. Akyol pek çok Kürdün bunu olumlu bir hareket olarak göreceğini düşünüyor.
Akyol şöyle diyor: "Tanıdığım ve medyada konuşan Kürtlerin hepsinin, kimliklerine televizyonda saygı gösterilmesini görmekten mutlu olduğu bir gerçek. Zira onların aklındaki devlet, onların dillerini yasaklayan, dillerini Türkçe'nin 'ilkel' bir hali diyerek aşağılayan ve böyle devam eden bir devlet. Ancak hepsi bunu görmekten dolayı mutlu. (...) PKK pek bir şey söylemiyor. Belki çok memnun olmayabilir zira şimdi devletin Kürt kimliğine karşı açılmaya başlaması olgusu, PKK'nın tüm Kürtleri radikal bir milliyetçilik etrafında birleştirmeye dönük planları için yararlı olmayabilir. Ancak sokaktaki Kürtler bunun gerçekleştiğini görmekten mutluluk duyuyor."
Türkiye'deki uzmanlar, TRT-6'nın yayına başlamasının, Türk Hükümetinin, gerçek sorunlarını ele alarak daha çok sayıda Kürdün aklını ve gönlünü fethetmeye ve böylelikle PKK ve diğer radikal milliyetçilere yönelik popüler destek temelini kesmeye çalıştığı kapsamlı stratejisinin ilk adımı olduğunu söylüyorlar.

 

İNGİLTERE BASINI

THE GUARDIAN: "AVRUPA'NIN ALTERNATİF BORU HATTI PLANLARI CİDDİ PROBLEMLERLE KARŞI KARŞIYA"

ANKARA, 07/01(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan The Guardian gazetesinin 7 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, Ian Traynor imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Viyana çıkışlı yorumun özet çevirisi şöyledir:

Viyana'nın doğusunda muazzam yeraltı depolama tankları ve boru-vana-tüp ağıyla Baumgarten, Avrupa'nın en büyük gaz merkezlerinden. Demirperde sınırlarını aşan ilk doğalgaz, 40 yıl önce Sibirya'dan binlerce millik boru hatlarıyla Baumgarten'e varmış, oradan da kıta ülkelerine pompalanmıştı. Baumgarten, Rusya'nın devasa maden zenginliğini, doğalgaza büyük açlık duyan Avrupa'ya ulaştırıyor, dolayısıyla da bugün hala en önemli kavşak. Ancak bugün yeni bir enerji devrimi planlanmakta.
Kremlin ve Rus gaz tekeli Gazprom, Avrupa'ya doğalgaz ikmalinin ana geçiş ülkesi Ukrayna ile fiyat anlaşmazlığı ve politik nedenler yüzünden bu yıl da ağız dalaşına girince Avrupa hararetle, halihazırda 140 milyar metreküp doğalgaz ithal ettiği Rusya'ya bağımlılığını hafifletmenin yollarını aramaya koyuldu. En gözde, en iddialı ama bir o kadar da en tartışmalı proje ise Gazprom'un 90 bin mili aşan gaz dağıtım sistemleri üzerindeki elinin uzanamayacağı yeni bir boru hattının yapımı. Adını, Verdi'nin bir operasından alan "Nabucco"nun, Baumgarten'de sonlanması ve 31 milyar metreküp Hazar gazını Türkiye ve Balkanlar üzerinden Avusturya'ya pompalaması planlanıyor. Enerji AB Dönem Başkanı enerji politikasını öncelik olarak gören şimdiki AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti'nin Başbakan Yardımcısı Alexandr Vondra, "Kara güzergahlarının çeşitlendirilmesi Avrupa için bir zorunluluktur" diyor.
2002'de ortaya atılan bu plan, dünyanın en büyük gaz rezervlerine sahip olan Rusya ile İran arasındaki jeostratejik hat üzerinden Avrupa'ya uzanacak. Enerji politikasıyla ilgili üst düzey bir Avrupa Komisyonu yetkilisi şöyle diyor: "Şayet karşınızda Avrupa'ya gaz akışının tamamına hükmetmeye çalışan Gazprom gibi baskın bir şirket varsa Rusya'dan gelen gaza bir alternatif bulmak zorundasınızdır."
Viyana'da Tuna Nehri'ne bakan bir binanın 21. katından, altı ulusal enerji şirketinin oluşturduğu Nabucco Konsorsiyumunu idare eden Reinhard Mitschek de, "Nabucco'nun hızla ilerleyeceğine inanmak için iyi bir nedenimiz var" dedi.
Ancak sorunlar oldukça çetin. Avrupa'nın gaz sektöründen bazı kimseler, AB yetkililerinin, siyasi mecburiyetleri, ekonomi, iş ve enerji gereklilikleriyle karıştırmalarından şikayetçi.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyinden enerji analisti Pierre Noel de şunları söylüyor: "Bu, Brüksel bürokratlarının sadece zihinlerinde yer alan bir proje. Boru hattının inşa edilebileceğini, sonra da gazın akıvereceğini düşünüyor. Bu hiç de inandırıcı değil."
Brüksel, Türkiye'nin doğu sınırından başlayıp Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya'nın Slovakya sınırındaki Baumgarten'e ulaşacak olan 220 bin boy boru ve iki milyon tondan fazla çeliğin kullanılacağı boru hattının fizibilite çalışmalarına şimdiden milyonlar harcadı. Maliyeti sekiz milyar avro ve bu daha da artacak. İnşaatına geçen yıl başlanacaktı, sonra bu yıl, denildi; şimdi ise gelecek yıl, diye söyleniyor.
Geçen yaz Mitschek, doğalgaz üreticileriyle ilgili bir araştırma yaptırtmış ve sonuçlara göre, projeye duyulan ilginin paralelinde, Nabucco yoluyla sadece 16 milyar metreküp, yani toplam kapasitenin yarısı olmakla birlikte boru hattını faaliyete sokmak için kafi gelecek miktarda doğalgaz pompalanabileceğini açıklamıştı. Sektörden bir kaynağa göre, Nabucco'yu hayata geçirebilmek için yeterince yakın hiçbir yer yok. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de geçen ay bir konuşmasında, "Bu projeyle ilgili en önemli mesele, yeterli gazı temin etmektir" demişti. Bu bağlamda ilk hedef Azerbaycan. Mitschek, Nabucco'nun faaliyete geçmesi için ihtiyaç duyulan ve gaz kapasitesinin çeyreğine denk gelen miktarın Azerbaycan'dan beklendiğini söyledi. Ancak, Gazprom, Azerbaycan'ın bu ödülü için Avrupalılarla yarışıyor. Bir yandan Gazprom, Azerbaycan gazına piyasanın üstünde fiyat verirken, öte yandan Kremlin, tartışmalı Yukarı Karabağ'ı yeniden Bakü'nün kontrolüne vermeyi vadeden havucunu sallayıp duruyor.
Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Memmedyarov, "Ruslar bir anlaşma önerdiler. Ancak masada değişik seçenekler var. Nihayetinde gaz bizimdir" dedi. Türkmenistan'ın doğalgaz rezervleriyle ilgili yeni bir inceleme sonucunda bilinen kaynakların iki katına çıkması Brüksel yetkililerini çok sevindirdi. Ancak uzmanlar, Avrupa'nın, Gazprom'un kontrolünden kurtulmak için yeterli Türkmen gazının pompalanabilmesine kadar 20 yıl geçeceği hususunda uyarıda bulunuyor. Benzer hesaplar, Nabucco'yu, Irak ve İran gazıyla doldurma hedeflerine de uyuyor. Sorunu daha çetrefilli kılan ise Türkiye ve onun AB ile kötüye giden ilişkileri. Söz konusu boru hattının yarıdan fazlası Türkiye'de döşenecek.
Brüksel, Türkiye'yi, Hazar doğalgazının Avrupa'ya ulaştırılmasındaki ana geçiş ülkesi yapacak bir anlaşma üzerinde müzakere etmeye çalışıyor. Brüksel'deki yetkililer, Türklerin, topraklarından geçecek doğalgazın yüzde 15'i üzerinde indirimli fiyatlarla pay istediğini, ama böyle bir talebin Nabucco'yu mali açıdan çökerteceğini söylüyorlar.

 

İTALYA BASINI

LA STAMPA: "TÜRKİYE'DE İLK KÜRTÇE TELEVİZYON YAYINA BAŞLIYOR"

ROMA, 02/01(BYE)--- Tirajı günde 550 bin olan la Stampa gazetesinin 2 Ocak 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türk Hükümeti, Kürtçe olarak yayın yapacak ilk devlet uydu kanalı TRT 6'nın açılışını yaptı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 1991 yılına kadar yasak olan bir dilde, resmi bir tören çerçevesinde birkaç cümle telaffuz eden ilk Türk Başbakan oldu. Kürt azınlığa daha fazla haklar tanınması, Avrupa Birliğinin Ankara'dan talepleri arasında yer alıyor.

IL MANIFESTO: "TRT 6 KÜRTÇE TV AMA PEK DE DEĞİL"

ROMA, 07/01(BYE)--- Komünist eğilimli il Manifesto gazetesinin 7 Ocak 2009 tarihli sayısında, Orsola Casagrande imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun özet çevirisi şöyledir:

Türkiye'nin Kürtçe ilk devlet televizyonu 1 Ocak 2009 itibariyle yayına başladı. Dolayısıyla TRT 6 (veya Kürtçede ŞEŞ) birkaç günden bu yana gerçeğe dönüştü. "Aynı çatı altında yaşıyoruz" adı verilen bu teşebbüs için hükümet yoğun bir şekilde reklam yaptı. Türkiye'de Kürtlerle bir sorun olmadığını göstermek için Kürtçe olarak yayın yapan bir kamu televizyonu. Mart ayında yapılacak idari seçimlere endişe ve asabiyetle bakan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için büyük bir propaganda operasyonu. Nitekim, yapılan kamuoyu araştırmaları, bir önceki siyasi seçimlerde elde edilen ezici zaferin ardından ilk kez AKP'yi düşüşte gösteriyor. Tabii ki AKP ortadan kalkmayacak ama tedavi etmesi gerekecek bazı yaralar alacak, özellikle de Kürt bölgelerinde.
Kısacası bugün Erdoğan elindeki Kürt kartını her zamankinden farklı şekilde oynama kararı aldı. AKP'li milletvekilleri Kürt bölgelerinde potansiyel seçmenlere un ve pirinç dağıtmaya devam ediyor ama Başbakan Avrupa'yı da unutmadı. TRT 6 operasyonu bu yönde gidiyor izlenimi veriyor. Yani, Türkiye'nin AB'ye girişine engel çıkartıcı bir izlenim vermeyen -ne de düşmanca yaklaşan- değil de en azından "müşkülpesent" bakan Avrupalıların sempatisini de kazanmaya yönelik bir makyaj operasyonuna benziyor. Tabii insan haklarının sürekli ihlal edilmesinden duyulan rahatsızlığa atıfta bulunmakla yetinen Avrupa'nın, Kürdistan'da da günlük olarak devam eden baskıyı herkese duyurmak için birkaç söz sarfettiğinden değil.
Kürtçe televizyonun Başbakan Erdoğan'ın Kürt bölgelerinde yaptığı sert ve kararlı konuşmadan birkaç hafta sonra yayınına başlıyor olması ilginç. Bu konuşmada Erdoğan, özetle şunu söylemişti: "Bu, Türklerin Türkiye'sidir, burada konuşulan dil Türkçedir. Eğer beğenmiyorsanız, buradan çekin gidin." Bu yeni kanal bütün gün ne yayınlayacak? Kendisi de Kürt olan ve 1980 kanlı darbesinde darbecilerin tarafını seçmekle hüzünlü bir üne kavuşan Müdür Sinan İlhan, "Ulusal bir televizyonun alışageldik programları" dedi. TRT 6'nın program akışında eğitici, bilgilendirici, spor programları, filmler, pembe diziler, müzik programları da olacak ancak bariz olarak propaganda amaçlı bir operasyon hakkında yapılan polemikler devam edeceğe benziyor. TRT bu kanalın açılacağını duyurduğunda, Kürt kültürünün ünlü simalarından açılış programına katılmalarını ve kendilerine ait bir program sunmalarını istedi. Bağlantıya geçilen isimlerden ilki, yıllardır Avrupa'da sürgünde bulunan Şivan Perwer oldu, ancak Perwer, "Anadilimde, Kürtçe olarak şarkı söylediğim için ülkemi, sevdiklerimi ve halkımı bırakmak zorunda kaldım" diyerek teklifi geri çevirdi.
2004'de seçilen ve daha sonra görevinden alınan Diyarbakır'ın Sur ilçesi Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, TRT 6 operasyonunu şöyle özetliyor: "Devletin Kürtlere baskı siyasetinin yeni bir parçasıyla karşı karşıyayız. Ben Kürtçeyi kullandığım için görevden alındım. Bu ülkede her gün binlerce insan Kürtçe kullandıkları için yargılanıyor."
Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Başkanı Avukat Muharrem Erbey, "Hapishanelerde tutuklular aileleriyle Kürtçe konuşamıyorlar ve dışarıda Kürtçe konuştuğu için tutuklanan birden fazla insan var" diye hatırlatıyor. Kürt alfabesinin w, x, q harfleri Türkçede yok, bu harfler yasalarca yasaklanıyor. Bu nedenle Kürtlerin yılbaşısı Newroz, Türkler için Nevruz. Yüzlerce yazar, şarkıcı ve gazeteci Kürtçe yazdıkları için yargılandı ve ceza aldı. Kürtçe eğitim görmek isteyen altı üniversite öğrencisi hakkındaki karar bugünlerde ulaştı: Hakim toplam 35 yıl altı ay hapis cezası istedi. Ancak TRT 6'nın açılış töreninde konuşan YÖK Başkanı, iki üniversitede Kürt dili ve edebiyatı bölümü açılacağını söyledi. Kürt milletvekillerinin sözünü ettiği çifte standart: Bir yandan görünürde açılım yapılıyor, diğer yandan baskı uygulanıyor. Eski Kürt milletvekili Leyla Zana 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı, gerekçeler arasında bir konuşmasını Kürtçe olarak yapmış olmak da var. İlk cezadan memnun kalmayan savcı, cezanın 45 seneye çıkarılmasını isteyen bir itiraz dilekçesi sundu.
DTP milletvekilleri, Mecliste Kürtçe konuşmalarının yasak olduğunu ve aralarından çoğunun seçim konuşmaları veya yazılarında Kürtçe kullandıkları için yargılandıklarını hatırlattılar. DTP milletvekilleri TRT 6'nın açılış törenine katılmadı. Başbakan Erdoğan, gönderdiği mesajda şöyle dedi: "TRT 6'nın açılışı, ülkemizin birlik ve bütünlüğünü güçlendirecek bir adımdır. Bütün vatandaşlarımız eşit hak ve özgürlüğe sahiptir. Demokrasi, herkesin ifade hakkı ve imkanı olan büyük bir meydandır."
Ancak TRT 6 hakkındaki polemik, Türkiye sınırları dışında da alevleniyor. Birkaç gündür YouTube'da Kürtleri bu yeni kanalı boykota davet eden kısa filmler görmek mümkün. Kanal için çalışmayı kabul eden sanatçılara karşı açıkça alınan tavırlar da eksik değil. Çok sayıda Kürt aydın ve sanatçı, kendi anadillerini kullandıkları için sürgüne gitmek mecburiyetinde kaldı. Sürgünde geçirdiği dönemden sonra Türkiye'ye dönen şarkıcı Ferhat Tunç ise Türk baskısının sürekli kurbanı.
Kısacası, kanalın açılışına bağlı operasyonun, Türk Hükümeti için sadece bir propaganda operasyonu olduğu açık olmakla birlikte, olayın olumlu bir yanı olduğu da gözardı edilmemeli. Nitekim, son yıllarda Kürt hareketi bu kadar aktif olmasaydı, Türk devleti bir Kürt kanalı açma ihtiyacını asla duymazdı. Başka bir deyişle, Kürtçe kanalın açılışı Türkiye'deki Kürt halkının varlığını resmen ilan ediyor.
Bu, kayda değer bir sonuç. Hükümet ve yetkililerin bu televizyon kanalını araç olarak kullanmaları bir yana Kürtler bu zamana kadar inkar edilen varlıklarını kabul ettirmeyi başardı. Kanalın doğuşu, saf Türkün ötesinde hiçbir şeyin var olmadığı (sadece görünüşte) bütün Türk Devleti'nde bir şeylerin gıcırdamaya başladığını doğruluyor. Olayın bu yönü kabul edilmeli ve Kürt halkının siyasi temsilcileri, kendi avantajlarına olan bu kağıdı nasıl oynayacaklarını elbet bilirler. TRT 6'nın, 15 yıldır Kürtlerin sesi olan ve Türk Hükümetinin geçmişte ve bugün hala susturmayı denediği uydu televizyonu Roj Tv ile rekabete girmek hayaline bile kapılamayacağı şüphe götürmez. Bugün, kendi televizyonunu kurarak bunu deniyor. Ama faydasız bir teşebbüs.

 

KIBRIS RUM BASINI

SİMERİNİ: "KİPRİYANU, RUS DONANMASININ EGE'DEKİ TATBİKATLARINI YORUMLADI"

LEFKOŞA, 07/01(BYE)--- Tirajı günde 17 bin olan fanatik sağ eğilimli, EOKA-B çizgisindeki Simerini gazetesinin 7 Ocak 2009 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Dışişleri Bakanı Markos Kipriyanu, Atina Haber Ajansı'na açıklamalarda bulunarak, Rus donanmasının Ege'de perşembe günü başlayacağı tatbikatları yorumladı ve Kıbrıs sorununa da değindi.
Kipriyanu açıklamasında, Rus donanmasının tatbikatlarının "Ege'deki talep ve anlaşmazlıklara" olumlu etki edeceğini ileri sürdü.
Kipriyanu, Kıbrıs sorunu, uluslararası özellikle de Orta Doğu'daki gelişmeler ve Türkiye'nin AB katılım süreci dolayısıyla 2009'un zor bir yıl olacağını da söyledi.
Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla gerçekleştirilen kapsamlı müzakerelerde beklenen ilerlemenin yaşanmadığına dikkati çeken Kipriyanu, 2009 yılının Türkiye'nin Avrupa sürecinde "belirleyici bir yıl" olacağını ifade etti.
Dışişleri Bakanlığının önceliklerine ilişkin olarak ise Kipriyanu, bunların Kıbrıs sorununun çözüm çabalarının desteklenmesi, Avrupa Birliği ve Avrupa-Türk konuları olacağını kaydetti.

 

YUNANİSTAN BASINI

ELEFTHEROS TİPOS: "PAPULYAS'TAN 'HUYSUZ KOMŞUYA' MESAJ"

ATİNA, 02/01(BYE)--- Tirajı günde 38.183 olan Eleftheros Tipos gazetesinin 2 Ocak 2009 tarihli sayısında, Angeliki Spanu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Genelkurmay Başkanının yılbaşı arifesinde Agathonisi (Eşek Adası) ile Kalolimnos (İmralı Adası) adalarını ziyaret etmesi ve Cumhurbaşkanının "Epifaniya" yortusunu Agathonisi'de kutlama kararı, Atina'nın Türk Hava Kuvvetleri'nin Güneydoğu Ege'deki tahrik edici tutumu nedeniyle duyduğu kaygıyı yansıtıyor.
Askeri yetkililer, söz konusu iki sembolik hareketin, sınırda yaşayan vatandaşların moralinin güçlendirilmesine ve Ankara'ya ulusal egemenlik haklarının müzakere konusu olmadığını hatırlatmaya yönelik olduğunu anlatıyor.
Diplomatik kaynaklara göre, hem Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dimitris Grapsas'ın Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Dimitris Vulgaris ile birlikte geçenlerde sınırdaki adaları ziyaret etmesi, hem de Karolos Papulyas'ın gelecek hafta bölgeye yapacağı ziyaret, Ankara'nın tepkisine neden olacak.
Askeri çevreler, Savunma Bakanlığının sürekli hazır bulunduğunu açıklıyor. Savunma Bakanlığı, adanın "askersizleştirilmiş olduğuna" dair Türk itirazlarına önem verilmeden Bozbaba Adası'nda NATO tatbikatının gerçekleştirilmesinin ardından gerginliğin tırmanmasından kaygılanıyor.
Karolos Papulyas yılbaşı gecesi yaptığı konuşmada, Türk-Yunan ilişkilerinde gerginlik olduğunu "gören" Yunan yetkililerin kaygılarını doğrulayarak "huysuz komşudan" bahsetti. Aynı yetkililer sıcak gelişmelerin olmasından kaygılanıyor, çünkü Türk Hava Kuvvetleri Doğu Ege'de Yunan savaş uçaklarını püskürtme taktiğini uygulamaya başlamış durumda.
Atina'nın Türk-Yunan ilişkilerinin düzene sokulması amacıyla bir iyi niyet jestinde bulunması ve Başbakan Kostas Karamanlis'in Ankara'yı ziyaret etmesinin üzerinden neredeyse bir yıl geçiyor. O günden bu güne üst düzey temaslar "dondurulmuş" durumda, Ege konuları için idari düzeyde devam eden diyalogda ise herhangi bir ilerleme kaydedilmiyor. Tam aksine Türklerin bugünkü statüye karşı itirazlarını yoğunlaştırdıkları gözleniyor, durum Türk-Yunan konularıyla uğraşan yetkililerin doğal olarak kaygılanmasına neden oluyor.
Diplomatik çevrelere göre, Yunan Dışişleri Bakanlığının genelde zayıf tepkileri Ankara'nın Ege'de "gri bölgeler" yaratma yönündeki girişimlerinin sistematik bir şekilde yapılmasını cesaretlendiriyor. Türkiye Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde devamlı olarak yer alan Türk hava ve deniz sahalarının Yunan uçak ve sahil koruma botları tarafından sözde ihlallerine ilişkin açıklamaların cevapsız bırakılması, komşumuz ülkede Türkiye'nin tek taraflı taleplerinin gün geçtikçe daha yoğun bir şekilde kaydedilmesinden yana olan güçlerin daha serbest hareket etmelerine yol açıyor. Durum, AB-Türkiye ilişkilerindeki soğukluktan ve Türk dış politikasının ilgisini Orta Doğu ile Orta Asya'ya kaydırmasından dolayı da kötüleşiyor.

ELEFTHEROS TİPOS: "TÜRKİYE'NİN BÜYÜK OYUNU"

ATİNA, 05/01(BYE)--- Tirajı pazar günleri 105.379 olan Eleftheros Tipos gazetesinin 4 Ocak 2009 tarihli sayısında, Angeliki Spanu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Ankara'nın AB'den uzaklaştığını ve "Orta Doğu'laştığını" tespit eden Yunan diplomasisinin deneyimli yetkilileri, Türk-Yunan konularında dış politika dogmasının değişmesini öneriyorlar.
Yunanistan'ın tezi, "tam uyum tam AB üyeliği" anlamını taşıyor tezine saplanıp kaldı, çünkü Atina ikili ilişkilerin düzene girmesi için komşumuz ülkenin AB müktesebatına uyumunu "her derde deva" sayıyor.
Ancak gerçekler Yunan diplomasisinin beklentilerini yalanlıyor ve ciddi bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor. Ya bugüne kadar uyguladığı stratejiyi -Ankara'nın üyeliği konusunu kuşkuyla karşılayanları bertaraf ederek, Türkiye'yi AB'ye doğru "itmek"- yeniden gözden geçirecek, ya da hayaller -Türkiye'nin AB üyesi olacağının kesin olduğuna dair- kurmakta ısrar edecek.
Nicolas Sarkozy'nin Fransa'sı, "Türkiye'nin AB'den bekleyebileceği tek gelişmenin özel bir ilişki olabileceği" yönündeki görüşünü hiçbir zaman gizlemedi. Erdoğan hükümeti de bunun bilincine varmış durumda ve gerekli kriterlerin yerine getirilmesi amacıyla "indirim" yapmak niyetinde olduğu belirtileri vermiyor.
Siyasi ve askeri düzenin dış politika konularında tam bir işbirliği içinde olduğu anlaşılıyor. Türkiye'nin Avrasya jeopolitik bölgesinde bölgesel bir süper güç olması, Kafkasya ve Orta Doğu'da önemli rol oynaması yönünde çaba sarfedilmesi gereği üzerinde anlaşmış durumdalar.

--Bölge İçin Tehdit--

Edinilen bilgilere göre, Türkiye Akkuyu'da nükleer santral inşa etme planını gerçekleştirme yönünde hızlı adımlarla ilerliyor. Bunun çevre için tehlike oluşturması bir yana Türkiye'nin nükleer güce dönüşmesi geniş bölge için tam bir kabus. Buna paralel, Türkiye Suriye ile diyalog içinde, İran ile de kanalları açık tutuyor ve Irak'ın üçe bölünmesini engelleyerek, ülke içinde Kürt konusunun alevlenmesini durdurmak amacıyla Amerikalılarla anlaşmaya varıyor.
Bunları yaparken aynı zamanda Pan-Türkizm dogmasını da yürürlüğe koyarak, dünyadaki bütün Türk kökenli nüfuslarla diyalog başlattı. "Büyük Türk Ulusunu" ön plana çıkararak, üçüncü ülkelerdeki etkisini güçlendirmeye çalışıyor.
Bu arada ülkenin dünya enerji kavşağına dönüşmesi konusuna da öncelik tanınıyor, bu bağlamda Rusya ile ilişkiler güçlendiriliyor, ABD'nin de istediği Azerbaycan ile işbirliği de ilerletiliyor.
Amerika'nın uluslararası terörizmle mücadeleye olan ilgisi ve Hindistan-Pakistan gerginliği, herhangi bir girişim için Türkiye'nin zorunlu müttefik olarak jeostratejik değerini ön plana çıkarıyor.
Obama yönetimi de Filistin konusuna ilişkin ipin ucunu tutarak şimdiye kadar başarılamayanı başarmak yönünde girişimlere başlarsa, yine Ankara'ya yönelecek. Belki de bu nedenle Türkiye'nin ekonomi yetkilileri ülke ekonomisinin yapısal sorunlara rağmen dünyadaki krizin Türk ekonomisini etkilemediğine inanıyor, ulusal güven duyuyorlar.

--Eksen--

Erdoğan hükümeti Üsküp'teki Gruevski hükümetiyle bir kutup kurmuş durumda, ortak hedef olarak da Yunan "tehdidini" ortaya koyarak, Balkanlar'a daha güçlü bir şekilde sızma çabasına hizmet eden koşullar yaratıyor.
Türk tarafı Kıbrıs konusunda perde önünde çözüme hazır olduğunu söylüyor, perde arkasında Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğu tarafından reddedilmiş olan Annan planı üzerinde ısrar ediyor, konunun çıkmazdan kurtarılmaz ve adanın ikiye bölünmüş durumu sabitleşir ise sözde devletin tanınmasının kaçınılmaz olacağı görüşünü öne çıkarmaya çalışıyor. Türk diplomasisi bu konuda kapsamlı bir destek sağlayabilmek amacıyla İKÖ çerçevesinde yoğun faaliyetlerde bulunuyor.
Generallerin bakışları ise sabit bir şekilde yaşamsal çıkar alanı olarak gördükleri Ege'ye yönelik. Ege'deki hukuki statüye karşı itirazlarını dile getirmek amacıyla son aylarda uyguladıkları metot, gri bölge olarak "gösterdikleri" adalar üzerinden alçak irtifalı uçuşlar.
Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığının internet sitesinde Türk hava sahasının Yunan savaş uçakları ve Türk kara sularının Yunan botları tarafından sözde ihlal edildiğine dair kritik bir "malzeme" var. Karşı taraf Ege'yi ikiye bölen 25. meridyen üzerinde ısrar ediyor.
Bu hesaba, yasa dışı göçmenlerin devamlı olarak Yunan kara sularına gönderilmesi, Yunan kıta sahanlığında izinsiz aramalar yapılması, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından yapılan petrol aramalarına tahrik edici tutumla cevap verilmesi de katılırsa, Karamanlis-Erdoğan hükümetlerinin resmen amaçladığı "sakin ortamın" Türk diplomasisi için nasıl bir anlam taşıdığı belli olur.
Bir yıl önce Yunanlı Başbakan onlarca yıldan beri var olan katı tezleri aşarak ve ciddi bir adımın atılacağına inanarak, Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulundu. Ondan sonra herhangi bir gelişme kaydedilmedi. Ege konularına ilişkin diyalog bataklığa saplandı, çünkü Türk tarafı her fırsatta Yunan egemenlik haklarına dokunan iddialar öne sürüyor.
Buna paralel olarak Trakya'daki Müslüman azınlığın himaye altına alınması politikası uygulanıyor, tüzükleri temelinde bölgedeki Müslümanlar için hastane, anaokulu ve başka hayırsever vakıflar kurma yönünde taahhüt altına giren "Türk derneklerinin" kurulması cesaretlendiriliyor. Başka bir ifadeyle özerklik fikri ve mantığı hızla ilerletiliyor.
Türk-Yunan konularındaki dogmanın değişmesi gereği üzerinde ısrar eden Yunan diplomasisi yetkililerinin ana argümanları bunlardır. PASOK, dış politikanın ulusal konulara ilişkin temel boyutlarının yeniden gözden geçirilmesini önermişti, bu da hükümetin bu yönde bir karar alması durumunda mutabakat sağlanması için gerekli zeminin olduğu anlamı taşıyor.

ETHNOS: "ANKARA EGE'DE ATEŞLE OYNUYOR"

ATİNA, 05/01(BYE)--- Tirajı günde 46.593 olan Ethnos gazetesinin 5 Ocak 2009 tarihli sayısında, Nikos Meletis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Ankara, ilk defa 1996'da Ege'deki statükoyu reddederek ve Yunan vatandaşlarının kaldığı adaları talep ederek uygulamaya başladığı planı tam anlamıyla harekete geçirerek, şantaj yaparcasına Ege'de oldubittiler yaratmaya çalışıyor.
Türkiye'nin, AB üyelik olanağının giderek daraldığını tespit ettiği ve geniş alanda başarılı bir şekilde jeo-stratejik bir rol üstlenmeye çalıştığı kritik bir dönemde, Atina'nın istikşafi görüşmeleri tamamıyla durdurması ve durumu yatıştırma politikası, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı tamamıyla siyasi-askeri kurulu düzenin "geleneksel" tezlerini benimsemeye itiyor.
Ankara uygulamada Yunanistan'ın egemenlik haklarını reddederek, sıcak bir olay yaşanmasından kaygı duymadığını gösteriyor çünkü böyle bir durum sonrasında kendi beklentileri açısından daha olumlu bir ortam oluşacağını değerlendiriyor.

--Tahriklerin Artması--

Bu plana göre, 1996 Kardak krizinden sonra sırada Farmakonisi (Bulamaç Adası) ve Agathonisi (Eşek Adası) adaları var.
Türk savaş uçaklarının, iki ada üzerinden sürekli alçak irtifalı uçuş gerçekleştirmelerinin ardından, Türk hava trafiği kontrol merkezi Famakonisi'ye giden Yunan helikopterlerine "Türk hava sahasını" ihlal ettiklerine dair uyarıda bulundu.
Ardından da Türk Genelkurmay Başkanlığı 1 Ocak tarihinde açıklama yaparak, Türk hava sahasının "Bulamaç üzerinden", yılbaşı arifesinde Yunan Genelkurmay Başkanı Generel Dimitris Grapsas'ı adaya getiren Shinuk helikopteri tarafından ihlal edildiğini söyledi.
Bu gelişmeler ve Ankara'nın yaratmak istediği gerginlik, Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas'ın Epifania dini bayramı arifesinde Agathonisi'ye gitme kararına büyük önem kazandırıyor. Bu adım, Ankara'nın kabul ettirmeye çalıştığı yeni gri bölgeyi kabul etmeme konusunda Yunanistan'ın kararlılığının bir göstergesidir.
Önümüzdeki günlerde, (Cumhurbaşkanı Papulyas'ın Agathonisi'de bulunduğu sürede tahrik gerçekleşmesi olanaksız sayılsa da) Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının her olasılığa karşı hazır bulunmaları bekleniyor, çünkü Türkiye'nin tahriklerinin sona ermediği değerlendirmesi yapılıyor.
İki adanın, yani Agathonisi ile Farmakonisi'nin talep edilmesi yeni bir konu değil. Bu iki ada da önemli coğrafi konuma sahip. Bu adaların Yunan egemenliği altında bulunması Türkiye'yi, Furni-Patmos-Lipsi-Leros adalarının karşı Türk kıyıları arasında bulunan deniz ve hava sahasından mahrum ediyor. 1998'den bu yana "Türkiye Harp Okulları Karargahı"nın resmi açıklamalarında, aralarında Farmakonisi ve Agathonisi'nin de bulunduğu onlarca ada ve adacık üzerindeki Yunan egemenliği reddediliyor. Bu metin gri bölgeler politikasının dayandığı ilk kapsamlı metindir.
Söz konusu metinde, Yunanistan'ın yalnızca uluslararası anlaşmalarda adı geçen adalar üzerinde egemenlik hakkına sahip olduğu ve Türkiye'nin talepleri net olarak ifade ediliyor.

ETHNOS: "ERDOĞAN'IN KAZANDIĞI DİPLOMATİK PİNGPONG"

ATİNA, 05/01(BYE)--- Tirajı pazar günleri 144.783 olan Ethnos gazetesinin 4 Ocak 2008 tarihli sayısında, M. Adamidu ve D. Raya imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Uluslararası toplum Gazze Şeridi'nin kana bulanmasına dair sorumluluklarıyla "saklambaç" oynuyor. Barack Obama'nın Başkanlık görevini resmen üstlenmesine kadar sürecek olan ABD'deki iktidar boşluğu, geleneksel olarak Süper Gücün genelde boş girişimlerinin arkasında gizlenmeye alışmış olan AB ve BM'nin, Orta Doğu "sıcak patatesini" ele almamak için herhangi bir bahane öne sürmelerine yer bırakmadı.
Washington Gazze'deki kriz nedeniyle bilinen "kaygılarını" dile getirmekle yetindi ve Condoleezza Rice'ın yaptığı açıklamayla İsrail'e yapılan saldırıyı, şiddetin yeniden alevlenmesinden tek sorumlu olarak Hamas'ı göstererek kınadı.
Buna paralel olarak, BM çerçevesinde ateşkes için sarfedilen bütün çabalar bir kez daha çıkmaza girdi, çünkü ABD ve İngiltere'nin itirazları üzerine Libya'nın önerdiği plan reddedildi. ABD'nin BM'deki Büyükelçisinin, İsrail ile Hamas'ın bir ateşkes üzerinde anlaşması gerektiği ve ateşkesin BM tarafından kabul ettirilmemesi gerektiğini savunan açıklaması, ortam hakkında bilgi veriyor.

--Fırsatı Kaptı--

Bu diplomatik "pingpong" oyunu oynanan ortamda, Tayyip Erdoğan, yetenekli bir arabulucu oldu, Türkiye sınırları içinde ve dışında olumlu izlenimler yaratma olanağını kaptı. Başbakan Erdoğan'ın BM Güvenlik Konseyine önerdiği planda ateşkesin yanı sıra Türkiye'nin arabuluculuğuyla Hamas ile Fetih arasında anlaşma yapılması da öngörülüyordu.
Türk Başbakan İsrail saldırılarını "insafsız" ve "insanlığa karşı işlenen bir cinayet" olarak nitelendirdi. Erdoğan'ın öfkeli tepkisi, bir dereceye kadar Gazze'ye karşı askeri saldırıdan kısa bir süre önce Türkiye'yi ziyaret eden İsrailli mevkidaşının tutumundan dolayı kendisini ihanete uğramış hissetmesinden kaynaklanıyor.
Erdoğan'ın çevresine göre, Ehud Olmert neler olacağı hakkında bilgi vermedi, tam aksine kendisini misafir eden Erdoğan'a, Gazze'de "insani trajedinin" yaşanmayacağına dair güvence verdi.
İsrail'in operasyonları Ankara'nın Suriye-İsrail ilişkilerine yönelik arabuluculuk amaçlarına aniden ara verilmesine neden oldu. Tayyip Erdoğan'ı da başka bir sahada, bu durumda Filistin konusu sahasında hakem rolünü oynamaya zorladı.
Erdoğan'ın öfkesi, liderlerinin ılımlı tepkilerinden dolayı hayal kırıklığına uğrayan Arap dünyasında da kendisine puan kazandırıyor, aynı zamanda da "iç tüketim" yönünde kendisine hizmet ediyor.
Türk Başbakan daha ılımlı bir tepki gösterseydi, İsrail'in saldırısı hakkında önceden bilgisi olduğuna fakat halka bilgi vermemeyi tercih ettiğine dair söylentilerin doğrulanması tehlikesiyle karşı karşıya gelecekti. Seçim öncesi dönemin ortasında bu tür bir gelişme Erdoğan'ın partisi için felaket olurdu.

ELEFTHEROS TİPOS: "GÖRÜŞLER"

ATİNA, 07/01(BYE)--- Tirajı 38.183 olan Eleftheros Tipos gazetesinin 7 Ocak 2009 tarihli sayısında, Paratipos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Dışişleri Bakan Yardımcısı Yannis Valinakis dünkü dini bayram kutlamaları için Kalimnos adasına gitti. Müteakiben Agathonisi'ye gitmeyi planlayan, ancak kötü hava şartları nedeniyle Cumhurbaşkanının yanında hazır bulunamayan Valinakis, Onikiadalar medyasına yaptığı açıklamalarının Ankara'ya yönelik mesajında, "Bu tür tahrik edici tutumlar kabul edilemez, çünkü bunlar Türkiye'nin benimsediğini iddia ettiği AB üyeliği hedefine yönelik tutumlar değil" dedi. Bu açıklamanın üzerine Yunan Dışişleri Bakanlığının daha katı bir tutum benimsediğini anlayan generalleri bir ürperti sardı.

 

ABD BASINI

AP: "TÜRK BAŞBAKAN KÜRTÇE TELEVİZYON KANALININ KURULUŞUNU MEMNUNİYETLE KARŞILADI"

ANKARA, 01/01(AP)(BYE)--- Türkiye Başbakanı, ülkenin ilk defa 24 saat yayın yapan Kürtçe televizyon kanalının kuruluşunu kutlamak için bir zamanlar yasaklanan Kürtçe ile kısa bir ifadede bulundu.
Devlet televizyonundan yapılan açıklamaya göre TRT 6 adındaki bu kanal resmi olarak yayına bugün GMT saatiyle 17:00'de başlayacak. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün Orta Doğu turundan dönüşünde düzenlediği basın toplantısında Kürtçe "TRT 6'nın faydalı olması" dileğinde bulundu.
Bu kanal, Kürtçe konuşmanın 1991'e kadar yasaklı olduğu ülkenin politikasındaki değişikliğe işaret ediyor. AB'nin azınlık Kürtlerinin haklarının iyileştirilmesi yönündeki baskısına karşılık devlet televizyonu 2004'te her hafta sadece 30 dakikalığına Kürtçe belgesel ve haber programları yayınlamaya başlamıştı.

THE WALL STREET JOURNAL: "LİDERLER, İSRAİL'İ ATEŞKESE ZORLUYOR"

NEW YORK, 01/01(BYE)--- The Wall Street Journal gazetesinin 31 Aralık 2008 tarihli sayısında, Joshua Mitnick ve Margaret Coker imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Tel Aviv çıkışlı haberin Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Avrupa ülkeleri Dışişleri Bakanları dün Paris'te, İsrail'in Gazze'ye yönelik başlattığı savaşın sona erdirilmesi ve Gazze'ye insani yardım amaçlı girişlerin artırılması çağrısında bulundular. Bu arada, Türkiye Başbakanı, saldırılara verilecek tepki konusunda görüşmelerde bulunmak üzere Arap başkentlerine mekik diplomasisi başlatacağını açıkladı.
Arap ve Batılı diplomatlar, Türkiye'nin, Orta Doğu'da tansiyonun düşürülmesi amacıyla devreye girdiği sırada BM, AB, Rusya ve ABD'nin de, İsrail saldırılarını görüşmek üzere bir araya geldiğini kaydettiler.
Bu arada Türk yetkililer, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bugün Ürdün'de Filistin lideri Mahmud Abbas ile görüştükten sonra Suriye, Suudi Arabistan ve Mısır'a geçeceğini söylediler.
Gerek Hamas, gerek İsrail ile olan bağlarından dolayı Türkiye'nin özellikle iyi arabuluculuk rolü üstlenebileceği düşünülüyor. Ankara, İran ile diplomatik ilişkilerini sürdürürken, Suriye ve İsrail arasındaki dolaylı görüşmelerin bu yıl içinde başlamasına da yardımcı oldu. Ateşkes uygulanabilmesi için Hamas'ın finansal açıdan ana destekçileri olan Tahran ve Şam'ın da rıza göstermeleri gerekiyor.

THE WASHINGTON TIMES: "TÜRKİYE'NİN ORTA DOĞU'YA MÜDAHALESİ HEM İYİ HEM DE KÖTÜ"

ANKARA, 07/01(BYE)--- ABD'de yayımlanan The Washington Times gazetesinin 7 Aralık 2009 tarihli internet sayfasında, Claude Salhani imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yorumun çevirisi şöyledir:

Orta Doğu'da kilise ile devletin (ya da bu durumda cami ile devlet) arasına resmi olarak kesin bir sınır koyan belki de tek ülke olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı sonrası kurulan çağdaş Türkiye'nin temelini oluşturan bu ana ilkeden iki alanda sapacak gibi görünüyor.
Cumhuriyet'in mimarı Mustafa Kemal Atatürk çok büyük bir vizyona sahipti. Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı bozgunuyla yıkılmasının ardından ülkesini nereye taşıyacağını biliyordu. Atatürk, Türkiye'nin Avrupa'dan ziyade Doğu Akdeniz ve Arap Yarımadası halkıyla daha çok ortak yöne sahip olduğundan geleneksel olarak doğuya bakan ufkunun yönünü değiştirdi.
Atatürk, Türkiye'nin geçmişini (ve olası geleceğini) mentalite açısından Doğu Akdenizli köklerinden büyük ölçüde uzaklaştırmayı ve Avrupa'ya adapte etmeyi başardı. Halefleri ise o zamandan bu yana Türkiye'nin Avrupa'ya sağlam bir demir atması için uğraşıyorlar. Ta ki şu ana dek.
Türkiye'nin onlarca yıldır umutsuzca katılmaya çalıştığı Avrupa Birliğinin, Ankara'nın Brüksel kulübüne katılmasını engellemeyi sürdürmesi halinde, Türkiye'nin yüzünü Orta Doğu ve Orta Asya'ya dönmeye başlayacağını tahmin etmiştim. Ancak Avrupa, Ankara'nın Avrupa Birliğine tam üyeliğini engellemeye devam etti.
Ve işte o gün geldi. Türkler Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından bu yana ilk kez doğuya dönmeye başladı. Bu gelişmenin hem iyi hem de kötü olmasının nedeni, Türkiye'nin Orta Doğu'da nasıl hareket etmesi gerektiğini belki de diğer Avrasya ülkelerinden daha fazla biliyor olması.
Washington'daki Türk gazeteci Tülin Daloğlu, "İnsanların görmediği ya da görmezden geldiği asıl sorun, Türkiye'nin kimliğinin hızlı bir dönüşüm geçirmekte olduğudur" diyor.
Gerçekten de bu dönüşüm, Türkiye'nin dış politikasında olduğu kadar iç politikasında da bir takım değişiklikler biçiminde vücut buluyor.
Bazı gözlemcilere göre, şimdiki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk'ün kurduklarını yavaş yavaş yıkıyor. Bazıları ise Erdoğan'ın Hamas gibi İslamcı örgütleri kucaklayıp Türkiye'yi Orta Doğu çıkmazına sürüklemesinden hiç memnun değil.
Daloğlu, "İlk tepkim olumsuz olacak. Erdoğan'ın Hamas ile güçlü bir duygusal bağı olabilir. Ancak, Türkiye bölgedeki diğer güçlü ülkelerle yarışa girmemeli, bu ülkelerle tam bir işbirliği içerisinde çalışmalıdır" diyor.
Türkiye'nin Orta Doğu'ya yakınlaşmasının Batı için hem iyi hem de kötü sonuçları olabilir. Öncelikle, Ankara ve Arap dünyası arasındaki yakınlaşma -özellikle de Hamas gibi İslamcı örgütlerle-, uzun süreli çıkmaza bir çözüm getirilmesini sağlayacaktır.
Ayrıca çatışmalar dindiğinde -ki en sonunda dinecek- ve barış süreci yeniden gündeme geldiğinde, çatışmalara dahil olan taraflar Gazze-İsrail sınırını denetlemesi için çok uluslu bir caydırıcı güce ihtiyaç duyacaklardır.
Bu görev için Avrupalı ya da Amerikalı hiç farketmez, Batılı askerlerin kullanılması bazı nedenlerden ötürü tamamen ihtimal dışı. Batılı askerler bölgedeki İslamcı saldırganlar için çok çekici bir hedef olur. Arap askerleri ise İsrail için kabul edilemez olacaktır ve muhtemelen Rus ve eski Sovyetler Birliği üyelerinin orduları da.
Geriye bir tek Türkler kalıyor. Türkiye, Orta Doğu'nun en büyük ve güçlü ordusuna sahip, yani İsrail'inkiyle eş güçte olmasına imkan yok. Türk ordusunun bazı birlikleri, Türkiye'nin PKK gerillalarına karşı onlarca yıldır verdiği savaş dahilinde Kürdistan dağlarındaki harekatlara katıldı.
Olayların bu şekilde gelişmesinin olumsuz yönü ise Türkiye'nin Arap dünyasıyla yeni geliştirdiği bu dostluk ve Avrupa'dan giderek uzaklaşmasının ülkenin daha da "İslamlaşmasına" yol açacak olmasıdır.

THE WASHINGTON TIMES: "HAMAS VE TÜRKİYE"

ANKARA, 07/01(BYE)--- ABD'de yayımlanan The Washington Times gazetesinin 7 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, Tülin Daloğlu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan metnin özet çevirisi şöyledir:

İsrail'in Gazze'ye düzenlediği askeri operasyon, Avrupa'da da, Arap dünyasında da bölünmeler yarattı. Ancak, bu gergin atmosferde bile her ülkenin, bu krizle ilgisini ve krizde oynadığı rolü belirleyen kendi nedenleri ve farklı görüşleri var. Her kararın da belli sonuçları olacaktır. Burada, Türkiye'nin rolünü nasıl oynadığına bir bakış açısı sunulmaktadır.
Türkiye, gelişmelere, Müslüman Orta Doğu'ya, bölge ülkelerine önderlik etme iddiasıyla ilgi gösteren bir komşu gibi tepki veriyor. Türkiye, İslami kökenli Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı döneminde bölgedeki ilişkilerini geliştirdi ve ABD'nin stratejik ortağı oldu. Ayrıca, Ankara ve Washington Temmuz 2006'da bir stratejik vizyon belgesi üzerinde anlaştı. Bu anlaşmada özetle şu belirtilmiştir: "Türkiye ve ABD, Arap-İsrail sorununda iki devletli çözümü de içeren kalıcı bir anlaşma sağlamaya dönük uluslararası çabaların desteklenmesinde birlikte çalışmayı taahhüt etmektedir." O tarihte "ortak vizyon belgesi, ABD ile AKP arasında, Türkleri, 'Washington İslamcıları destekliyor' şeklinde düşünmeye sevkedebilecek bir anlaşmanın parçası olarak görüleceğini" yazmış, ayrıca, "Türkiye'deki tartışmanın, bu belgenin ikili ilişkilere etkisi yerine iç politikaya etkisine odaklanacağını" da belirtmiştim.
Hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, hem de partisi geçen hafta çok büyük bir fırsatı kaçırdı. Erdoğan, İsrail'in saldırılarını, "insanlığa karşı işlenmiş bir suç" ve "Türkiye'ye karşı saygısızlık" diye niteleyerek kınarken parti üyeleri de, İsrail'i, "küresel terörün önde gelen provokatörü" olarak nitelendirdi. Hamas'ın her gün İsrail'deki sivilleri hedef alan roket saldırılarını tamamen göz ardı ediyorlar. İsrail, Müslümanlara karşı bir savaş sürdürmekle suçlandığında sessiz kalmayı yeğliyorlar. Gerçek şu ki, Erdoğan, Allah'ın İsrail'i cezalandıracağına inanıyor.
Kısacası Türk lider, Ankara'nın yıllardır başarmaya çalıştığı söz-eylem uyumunu tümden kaybetti. Erdoğan, İsrail hariç Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan liderleriyle bir araya geldi. Ayrıca, Erdoğan'ın Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu, Hamas'ın sürgündeki lideri Halid Meşal ile görüştü. Türk ve İran Parlamento Başkanları bir hafta içinde en az üç telefon görüşmesi yaptılar. Ancak, Türk liderleri, Washington ile böyle bir temasa girmedi.
Türkiye artık resmen BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olduğundan Erdoğan, "Hamas'ın ateşkesle ilgili talep ve şartlarını BM Güvenlik Konseyine iletebiliriz, zira Hamas, Filistin yönetimine de Mısır'a da güvenini kaybetti. Ancak, Türkiye'ye güveni tam" dedi. Mesele şudur ki, Türkiye'nin ABD ve İsrail ile koordinasyon eksikliği, kendisine, bölgede herhangi bir anlaşma için arabuluculuk gücünden yoksun bırakıyor. Mısır Dışişleri Bakanı Ahmet Ebul Geyt cumartesi günü Mısır televizyonuna şöyle konuştu: "Bu anlamda Türkiye'nin arabuluculuğu söz konusu değil." Yine de Erdoğan, acil ateşkes ve Filistinli liderler arasında birlik çağrısı yapan iki aşamalı bir planla Orta Doğu'ya gitti. Ancak şu var ki, Ankara'nın çabaları sonuçsuz kaldı. Orta Doğu'da çözümleri tartışmak kolay, ama onları hayata geçirmek zor. Ankara'nın bunu dikkate alması gerekirdi.
Peki Erdoğan'ın son tutumu, Türk ulusunun çıkarlarına nasıl hizmet edecek? İsimlerinin açıklanmasını istemeyen ABD kaynakları, yakın gelecekte Türkiye'yi çok büyük zorlukların beklediği kanısındalar.
Öncelikle, "ülke liderlerinin tehlikeli bir oyun oynadığı" düşünülüyor. Türkiye'nin, İsrail ile Suriye arasında barış sağlanması için arabuluculuk çabası ise ayrı bir konu. Ancak, Hamas, İsrail için bir varoluş meselesi. Mısır bugünlerde, Hamas konusunda, Türkiye'den daha fazla endişe duyuyor. Türkiye bir taraf seçti. Türkler de, Ermeni soykırımını kendileri için varoluş meselesi olarak sunuyor. İsrail ve Yahudi lobisi, Türkiye'nin 30 yıldır, Ermeni soykırımının tanınması yönünde Kongreye sunulan çok sayıda yasa tasarısını engelleme çabalarını destekleye gelmiştir.
Ancak, bu son dönemde, Türkiye'nin bir sonraki yasa tasarısını engelleme çabasını desteklemeye o kadar da hevesli olmayabilirler. Ayrıca, bazı AB ülkeleri, İsrail'in saldırıları hakkında verdikleri tutarsız mesajlara rağmen Hamas'ı halen bir terörist örgüt olarak görüyor. AB'ye üye adayı bir ülke açısından, Birliğin terörist kabul ettiği bir örgütün müttefiki olarak görülmek sıkıntı yaratabilir.
Bu anlaşmazlıkların ve gelişmelerin paralelinde Türkiye'nin kimliğindeki dönüşüme kafa yormak çok önemli. Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, Erdoğan'ın tabanını (mahallesini) memnun etmek için böyle sert bir dil kullandığını savunuyor. Ancak, Türkler bu tabanın ne kadar büyük olduğunu sormalılar. Belli ki fotoğraflar Türkiye'de insanları radikalleştiriyor. Hal böyle olur da bu kriz sıradan Türkleri Batı'dan yüz çevirmeye yöneltirse, yankıları Tel Aviv'de, Avrupa'da ve Washington'da hissedilecektir.

 

İRAN BASINI

MEHR: "TÜRKİYE AB'DE... BELKİ BAŞKA ZAMAN"

ANKARA, 02/01(BYE)--- İran Mehr Haber Ajansının 2 Ocak 2009 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin özet çevirisi şöyledir:

Türkiye'nin AB'ye katılması konusunda son yıllarda yaşanan gelişmeler, ayrıca Türkiye'nin içinde ve dışındaki kaoslar, Türkiye'nin bu Birliğe katılmasını şüpheli hale getiren sorunlardan olmuştur.
Mehr Ajansının haberine göre, Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğuna -sonraları AB'ye dönüşen bir kurum- katılma yönündeki isteğini 14 Nisan 1987 yılında sundu ve 11 Aralık 1999 tarihinden itibaren resmi olarak Birliğin aday adayı olarak tanındı. Katılım müzakereleri Ekim 2005 tarihinde başladı. Öyle görünüyor ki Türkiye'nin tam üyelik süreci 10 yıl sürebilir.
Türkiye'nin müzakere sürecinin yavaşlamasına neden olan sorunlardan biri, AB içinde Türkiye'nin Birliğe katılımını destekleyenler olduğu gibi desteklemeyenlerin de olmasıdır. Türkiye, Fransa başta olmak üzere bazı AB üyelerinin muhalefetiyle karşı karşıya.
Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyenler, Batı'nın önemli bir ortağı ve Avrupa'yı Orta Doğu'ya bağlayan Müslüman bir ülke olarak Türkiye'nin AB'deki varlığının, bölgeye istikrar ve güven getirebileceğine ve İslam dünyası ile Avrupa arasında diyalogun gelişmesine yardımcı olabileceğine inanıyor.
Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanlar ise Türkiye'nin, oldukça büyük, kalabalık ve çok fakir olduğuna, aynı zamanda AB ile kültürel açıdan farklılıkları olduğuna inanıyor.
Fransa, Sarkozy'nin iktidara gelmesinden sonra Türkiye'nin AB üyeliğine asıl karşı çıkan ülkelerden biri oldu. Sarkozy, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandıktan sonra yaptığı ilk açıklamada şunları söylemişti: "AB'nin sınırlarının İran, Suriye ve Irak gibi ülkelere kadar uzanmasını düşünemiyorum."
Bu arada Türkiye dini-kültürel yapısı, imajı ve topraklarının büyük bir bölümü açısından bir Asya ülkesidir. Türkiye'nin AB'ye üyelik yolunda çözüme kavuşmamış (AB açısından) önemli sorunları vardır.
Türkiye ve AB arasındaki çözülmemiş sorunların en önemlileri şunlardır:
1. Kıbrıs meselesi: 1974 yılında Türkiye'nin müdahalesiyle ikiye ayrılan Kıbrıs, Türkiye'nin AB üyeliği için en önemli engel sayılıyor.
2. Azınlıklar meselesi: Türkiye'de azınlıklar sorunu ve azınlık hakları, AB'nin Türkiye'nin üye olmadan önce çözmesini istediği bir diğer konunun başında geliyor. Türkiye'de halkın çoğunluğunun dili Türkçedir, ancak bunun yanı sıra Kürtçe, Arapça ve Ermenice azınlık grupları arasında kullanılan dillerdir. Lazlar, Zazalar ve Çerkezler gibi daha küçük etnik gruplar ülkenin kültür ve dil çeşitliliğini artırmaktadır.
AKP, 2002 yılında iktidara geldi ve AKP lideri Erdoğan halka, ülkede dini özgürlüklerin garanti edileceği sözünü verdi.
3. 1915 Ermeni soykırımı meselesi: Bazı Batılı ülkelerin "Ermeni soykırımı" olarak adlandırdıkları, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere yönelik girişimler konusundaki anlaşmazlıklar, Türkiye'nin Avrupa ile karşı karşıya kaldığı bir diğer meseledir.
4. Siyasi reformlar: AB, Türkiye'nin üyeliğini kabul etmek için 35 müzakere başlığı belirledi ve Türkiye tarafından Kıbrıs'ın resmi olarak tanınmaması nedeniyle sekiz başlığı askıya aldı.
Türkiye'nin, AB üyeliği için AB'nin öngördüğü reform sürecini sürdürmesi gerekiyor ve bu sürecin en az 2014 yılına kadar sürmesi öngörülüyor. Ancak, Türkiye'nin kendi içinde sorunları var. AB'nin istediği reformları gerçekleştirme süreci bu nedenle sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Bu sorunlar şu şekilde sıralanabilir:
1. Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) faaliyetleri: PKK 1984 yılında Ankara'ya karşı mücadelesini başlattı ve bu grubun terörist faaliyetleri nedeniyle bugüne kadar 37 binden fazla kişi hayatını kaybetti.
PKK; ABD, AB ve Türk Hükümeti tarafından terörist bir grup olarak tanınıyor.
Geçtiğimiz kış döneminde, Türkiye'nin PKK üyeleriyle çatışması ve Türk ordusunun Kuzey Irak'a harekat düzenlemesiyle ciddi bir boyut aldı. Bu meseleyle uğraşmak Ankara'nın enerjisinin büyük bir bölümünü alıyor ve AB'nin öngördüğü reformları gerçekleştirmesini zorlaştırıyor.
2. Ordunun siyasi meselelere karışması: Türkiye'de ordu, oldukça büyük bir nüfuza ve güce sahip. Yüksek rütbeli komutanların çoğu Türkiye'nin laik akımının koruyucusu sayılıyor, öyle ki Türkiye'de politik gelişmelerin çoğunda ordu, laiklerin yanında ve AKP'nin karşısında yer alıyor. Ordunun Türkiye'nin iç meselelerine müdahalesinin etkisi o kadar fazla ki AB ordunun Türk siyasi meselelerine karışmaması konusunda uyarıda bulundu.
3. İslamcı AKP ve laik partilerin ihtilafı: Bu mesele, en eski sorunların başında geliyor. Ancak geçtiğimiz yıl Abdullah Gül'ün adının cumhurbaşkanı adayı olarak gündeme gelmesinden sonra bu sorun doruğa ulaştı. Bu anlaşmazlıkların şiddeti o kadar arttı ki Türk Meclisi feshedildi ve erken seçim yapıldı. Seçim, AKP'nin kesin zaferiyle sonuçlandı. Bu yeni Meclisin işe başlamasından sonra Abdullah Gül'ün adı yeniden gündeme geldi ve Gül, üçüncü turda cumhurbaşkanlığı için gerekli oyu almayı başarabildi.
Bu sorundan sonra Anayasa'yı ayaklar altına aldığı suçlamasıyla AKP'nin laikler tarafından şikayet edilmesi konusu gündeme geldi ki bu, AKP'nin enerjisinin büyük bir kısmını kaybetmesine neden oldu. Bu arada Türk üniversitelerinde İslami başörtüsünün kullanımının yasaklanması konusu, 2008 yılında İslamcılar ile laikleri karşı karşıya getiren bir diğer mesele oldu.
4. Ergenekon darbecileri: 2008 yılında darbe suçlaması nedeniyle Türk komutanlar ve gazeteciler arasında ansızın gözaltına alınma dalgası başladı. Bu dosya "Ergenekon" adıyla ünlendi ve dosya sebebiyle Türk generalleri de mahkemeye çıkarıldı. Davanın incelenmesine halen devam ediliyor.
Bu meseleyle uğraşılması, AB'nin öngördüğü reformların gerçekleşme sürecinin yavaşlamasına neden oldu.
Yukarıdaki satırlar gözönüne alınırsa bu sorunların -Kıbrıs meselesi, Ermeni soykırımı, azınlıkların hakları, PKK meselesi, İslamcılar ve laikler arasındaki gerginlikler- çözümü için Türkiye'nin 2009 yılından daha uzun bir süreye ihtiyacı var ve bu gösteriyor ki Türkiye'nin AB üyeliği 2020 yılına kalabilir.

 

LÜBNAN BASINI

THE DAILY STAR: "2009 YILI AB VE TÜRKİYE İÇİN YA HEP YA HİÇ YILI OLACAK"

ANKARA, 02/01(BYE)--- Lübnan'da İngilizce yayımlanan The Daily Star gazetesinin 1 Ocak 2008 tarihli internet sayfasında, Hugh Pope imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan makalenin çevirisi şöyledir:

8 Aralık tarihli Avrupa Birliği deklarasyonunda yer alan beklenmedik ve alışılmadık bir kelime, Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinin kesilmesine dair artan risklere dikkati çekti. Ankara'nın Kıbrıs ile sorunlarını çözme ihtiyacı, dışişleri bakanlarının da uyarıda bulunduğu gibi "ivedilik" kazandı. Türkiye'nin müzakerelerin başladığı 2005 yılından bu yana AB kriterlerini yerine getirmekteki başarısızlığı nedeniyle gelecek yıl sonuna kadar bir hesaplaşma yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
Reformlardaki başarısızlık ve derin siyasi kutuplaşma Türkiye'de doğru yönün kaybedilmesine yol açtı. Milliyetçilik ve insan hakları ihlalleri yine yükselişe geçti. AB normlarının kabul edilmesi daha uzak görünürken, Türkler ile Kürtler arasındaki etnik gerginlik de arttı. AB'ye bağlı olarak, Türkiye, ekonomik mucize yarattı ve bununla birlikte 2000-2004 yılları arasında Türk ekonomisinde yaşanan altın dönem şimdi risk altında bulunuyor.
Avrupa için Türkiye'yi kaybetmenin bedeli, düşünüldüğünden çok daha yüksek. Avrupa'nın, yakınındaki en büyük ve en hızlı büyüyen piyasalara erişimi daha da zor olacak. Kötüye giden AB ilişkileri, AB'nin, Türkiye'den geçecek Nabucco doğalgaz boru hattı planıyla Rus doğalgaz tedarikinde çeşitlenmeye yönelik ilk çabasında yavaşlamaya yol açtı. Bunun da ötesinde Türkiye ile eşit şartlarda çalışamayacağını ortaya koyan bir AB, İslam dünyasında Batı'nın Müslümanları reddettiği inancını daha da derinleştirecektir.
AB-Türkiye arasındaki bu uzaklığın pek çok nedeni var. AB halkları ve siyasetçiler genişleme meselesine hiç olmadığı kadar uzak duruyorlar. Türkiye'nin AB'ye uzun vadede yapacağı katkılara ilişkin argümanlar, radikal İslam, Türk göçmenlerin yaşayacağı iş kayıplarına dair endişeler, homojen bir Avrupa geçmişine duyulan özlemle birlikte değer kaybediyor.
Türkiye'de hayal kırıklıkları 2004 yılında Kıbrıs'ın bölünmüş bir ada olarak AB'ye kabul edilmesiyle başladı. Ankara'nın AB'ye katılmasına yönelik Fransız ve Alman saldırıları, AB yasalarının benimsenmesinde çok yavaş davranan Türk liderlerin şevkini daha da kırdı. Bunların yanı sıra 33 müzakere başlığından yarısı Kıbrıslı Rumlar ve Fransızların yarattığı siyasi nedenler yüzünden dondurulmuş durumda bulunuyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eylül ayında Ankara'da bir akşam yemeğinde, AB diplomatlarını öfkeyle azarladı.
Böyle bir atmosferde Türkiye'ye şüpheyle yaklaşan AB devletleri veya belki de Avrupa'ya öfkeli Türk siyasetçileri, müzakerelerin toptan askıya alınması için çalışabilirler. Buna yönelik mazeretlerden biri, Türkiye'nin 2005 yılında müzakereleri başlatmak için verdiği, Kıbrıs ile ilişkiler ve ticareti normalleştirme sözünü yerine getirmemesi olabilir. Türkiye'nin 2006 yılının aralık ayına kadar bu sözü yerine getirememesinin ardından AB meseleyi "özellikle 2007, 2008 ve 2009 yıllarında" ele alacağını açıkladı. Brüksel'in konunun "ivedi" olduğuna ilişkin son uyarısı, bu muğlak kelimenin bir mühlet olarak görülebileceğine işaret ediyor.
İlişkilerdeki bu soğukluk aslında tam da Türkiye'nin AB'nin hedeflerini ne kadar yerine getirebileceğini gösterdiği bir sırada yaşandı. Ankara, İran'ın nükleer politikaları ve Lübnanlı fraksiyonların yeni bir devlet başkanı üzerinde uzlaşmaları için teşvik edilmeleri konusunda AB'nin bakış açısını yansıtarak önemli bir rol oynadı. Türkiye bu yıl da Suriye-İsrail görüşmelerine arabuluculuk yaptı ve hem Iraklı Kürtler hem de eski düşmanı Ermenistan ile diyalog başlattı. Türkiye'nin bu sorumlu dış politikasının fark edilmesiyle birlikte ülke, iki yıllığına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine seçildi.
AB politikacıları krizden uzaklaşmak için ellerinden geleni yapmalılar. Kıbrıs konusunda geçmişteki hatalarını kabul etmeliler.
1963 yılından bu yana Türkiye'ye kriterleri yerine getirmesi halinde tam üye olma sözü veriliyor. Şimdi bu sözün yeniden doğrulanması için uygun bir zaman.
Türkiye, 2009 ve 2010 yıllarında, Türkiye yanlısı İsveç ve İspanya AB Dönem Başkanlıklarında elinden geleni yapmalı. Hükümet ve muhalefet karşılıklı düşmanlıklardan vazgeçmeli, uzun süredir ertelenen reformları uygulamalı ve yeni, daha demokratik bir anayasa konusunda çalışmaları yeniden başlatmalıdır.
Ne yazık ki AB siyasetçileri Ankara konusunda Türkiye'nin jeostratejik konumundan çok, genişleme karşıtı ruh halini daha fazla önemsiyor. Sadece Avrupa kriterlerinin tam olarak yerine getirilmesi, Türkiye'nin AB ailesinin bir parçası olmayı gerçekten istediğini kanıtlayabilir.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir