2008-12-18 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

Son Güncelleme: 26 Ocak 2009

2008-12-18 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

DİE WELT: "ATATÜRK HÂKİM ÖNÜNDE"

BERLİN, 04/12(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakâr sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 4 Aralık 2008 tarihli sayısında, Berthold Seewald imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin bir sorun teşkil ettiğini, artık kendinden emin milliyetçiler bile kabul etmelidir. Zira, Türklüğe, cumhuriyete veya devletin yüksek organlarına "alenen hakaret edilmesini" altı ay ila üç yıl cezalandıran bu madde, çoktan beri ülkenin AB üyeliğinin önünde engel teşkil ettiği en çok dile getirilen engellerden biri hâline gelmiştir.
Ancak bundan başka yasalar da var. Örneğin: 5816 sayılı Yasa. Bu Yasa, devletin kurucusu Atatürk'ün hatırasına hakareti cezalandırıyor. Hatta uygulanıyor. Tıpkı şimdi emekli hukukçu ve eski Bremen Üniversitesi Rektörü Ronald Mönch'ün başına geldiği gibi. Mönch, AB Parlamentosunda, 1937 yılında Doğu Anadolu'da yaşanan Kürt isyanıyla ilgili olarak, "Şayet Atatürk bugün yaşasaydı, Türkiye Cumhurbaşkanı olarak, sivillere şiddet uygulamak suçundan mahkemede hesap vermek zorunda kalırdı." ifadesini kullanmıştı.
Şimdi ise Ankara'daki savcılık soruşturma başlattı ki, bu da ülkenin AB'ye alınmasına karşı olan nedenler listesine, bir neden daha eklenmesini sağlayacaktır. Yasa irdelendiğinde, Atatürk'ün tarihî değerlendirilmesi, bizim metodik anlayışımıza göre sadece eleştirel bir değerlendirme olabilecekken, kolayca cezaevine götürüyor.
Yasanın ne kadar anlamsız olduğunu ise, bu güncel olay ortaya koyuyor. Zira, hukuk profesörünün söyledikleri aslına bakılırsa saçma. Bugünkü ahlaki ve hukuki standartlarla ölçüldüğünde, atalarımızın tamamının hâkim önüne çıkarılarak cezalandırılmaları gerekirdi. Ancak bu tarihle bağdaşmayan bir düşüncedir. Mönch'in vardığı hüküm, olsa olsa saçma bir retorik olarak görülebilecekken, Türklerin verdikleri tepkiyle kesinlikle hak etmediği bir önem kazanıyor.

SPİEGEL ONLINE: "EN ETKİN SİLAH OLARAK ÜNİFORMA"

BERLİN, 06/12(BYE)--- Spiegel Online'nin sayfasında 6 Aralık 2008 tarihinde, Daniel Steinvorth imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan, İstanbul çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

--Türk Cezaevlerinde Hâlâ Ağır İşkence ve Kötü Muamele Uygulanıyor ve Hâlâ Ciddi Bir Kanun Bilinci Eksikliği Mevcut. İnsan Hakları Savunucuları Polis Tarafından "Çok Bariz" Bir Şekilde Şiddet Uygulandığından ve Vahşet Olaylarının Sayısının Arttığından Söz Ediyor. Ancak Davaların Çoğu Beraatla Sonuçlanıyor--

Bazen insanları terörize etmek için 85 lira bile yetiyor. İstanbul'da 85 liraya, yani yaklaşık 42 avroya şapkası, yeleği ve copu ile birlikte komple bir polis üniforması satın almak mümkün. Hatta, 24 Ağustos tarihinde polis kıyafeti giyerek İstanbul'daki bir tavernayı basan beş genç adam, sadece polis yeleğine yatırım yapmışlardı.
Ancak, Türkiye'de otorite sahibi adamlar karşısında duyulan korku derinde yattığı ve çoğu kez polise kimliğinin sorulması, suratınıza bir copun inmesine neden olabildiği için, olayın yaşandığı akşam da hiç kimse direnme cesareti göstermedi. Üniformalılar rasgele bir çalışanı döverken ve daha sonra defalarca tecavüz ettikleri orada çalışan bir kadını saçlarından tutup sürükleye sürükleye tavernadan çıkarıp kaçırırlarken hiç kimse müdahale etmedi. Sonrasında bir görgü tanığı, zorbaların profesyonel polis gibi kimlik kontrolü yaptıklarını anlattı.
Olay, bu hafta başında duyulduğunda ülke şoke oldu. Ancak bununla da kalmadı. Olayın televizyondan duyulmasından kısa bir süre sonra, çarşamba gecesi Kırıkhan'da beş adam İstanbul'daki zorbaları taklit ederek, polis kıyafeti giyip bir eve girdiler. Kurban olarak seçtikleri 19 yaşındaki genç kızın şansı varmış ki medeni cesaret sahibi komşuları zamanında gerçek polisleri aramıştı.

--Üniformalıya Kimse İtiraz Edemez---

Haber Ajansı Bianet, "Suç işlemek için en iyi kıyafetin polis üniforması" olduğunu duyururken, bir bar sahibi de benzer olayları defalarca yaşadıklarını, polisin sorunsuz bir şekilde arama yapabildiğini, kendilerinin bunlara alışık olduklarını ve üniformalı birine kimsenin itiraz edemeyeceğini söylüyor.
Türkiye'de güvenlik güçlerinden duyulan korkunun bu denli yaygın oluşunun nedenleri var. İnsan hakları savunucuları yıllardan beri polis memurlarının bariz bir şekilde şiddet uyguladığından söz ediyor. 2006 yılında Adalet Bakanlığına kötü muamele yüzünden yapılan suç duyurularının sayısı yaklaşık 5000 idi. Ancak davaların çoğu beraatla sonuçlanıyor.
Tek suçu sokakta bir solcu dergi dağıtmak olan Engin Ceber olayı da semptomatik. Cezaevinde üzerindeki kıyafetlerini çıkarmak zorunda bırakılan Ceber'in kafası gardiyanlarca neredeyse havasızlıktan boğuluncaya kadar suya bastırılmış, daha sonra copla dayak atılmıştı. Ceber, ekim ayının başında beyin kanaması sonucu 29 yaşındayken hastanede öldü.
En azından Adalet Bakanı Ceber'in yakınlarından özür diledi, ki bu da Türk tarihinde bir ilkti.

--AB Üye Adayı İçin Vahim Karne--

Ancak ülke, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir zamanlar açıkladığı gibi, işkence karşısında "sıfır tolerans" sergilemekten çok uzak gözüküyor.
İnsan hakkı örgütü Human Rights Watch Direktörü Kennedy Roth cuma günü yaptığı açıklamada, polis tarafından şiddet uygulanan olaylarda çoktan "ciddi bir artış" yaşandığını, bunlar arasında ağır işkence ve ölümle sonuçlanan olayların da olduğunu söyledi. Memurların 2007 yılından beri geçerli olan yasa değişikliği uyarınca sahip oldukları "geniş takdir yetkisiyle" hareket ettiklerini söyleyen Roth, bundan dolayı neredeyse hiç kimseden hesap sorulmadığını, tam tersine, yasa dışı şiddet uygulandığından şikâyet eden kişilerin, "devlet gücüne direndikleri" gerekçesiyle polisler tarafından dava edildiklerini söylüyor.
Soruşturulmayan çok sayıda işkence suçlaması ve ortadan kaybolan delillerin örnek gösterildiği Human Rights Watch'ın 80 sayfalık raporuyla, AB üye adayı için vahim bir karne veriliyor. Roth, Türkiye'de hâlihazırda bir "önemsememe, inkar etme ve cezalandırmama kültürü"nün hâkim olduğunu söylüyor.
İnsan hakları savunucusu, bunun ne anlama geldiğini bu hafta Ankara'da bizzat yaşadı. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Roth'a Avrupa'nın da "anayasa sorunları" olduğunu söyleyerek karşı çıktı. Erdoğan'ın yardımcısı daha sonra terörizmin psikolojisinden söz ederek, polislerin şiddete eğilimli oluşlarının anlayışla karşılanması gerektiğini, zira onların her gün PKK tehdidiyle başa çıkmak durumunda oldukları söyledi. Roth ise bunun üzerine, "Şayet Başbakan da aynı şekilde düşünüyorsa, ki böyle olduğundan yola çıkıyorum, o zaman Türkiye'nin ciddi bir sorunu var." ifadesini kullandı.

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "TÜRKİYE'YE BASKI ARTIYOR"

BERLİN, 09/12(BYE)--- Tirajı günde 153 bin 247 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 9 Aralık 2008 tarihli sayısında yukardaki başlık altında yayımlanan haberin ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

AB, Türkiye'ye daha çok reform yapması ve Kıbrıs ile yaşanan ticaret ve trafik anlaşmazlığını çözmesi çağrısında bulundu. AB Dışişleri Bakanlarının pazartesi günü Brüksel'de yaptıkları katılım müzakereleriyle ilgili açıklamada, "acilen ilerleme kaydedilmesi bekleniyor" ifadesi kullanıldı.

ALMANYA'NIN SESİ: "AB, TÜRKİYE'NİN ÜYELİK VE REFORM SÜRECİNİ DEĞERLENDİRDİ"

ANKARA, 09/12(BYE)--- Almanya'nın Sesi Radyosunun 10.30 Türkçe yayınından:

Dün Brüksel'de bir araya gelen Avrupa Birliği dışişleri bakanları, Türkiye ve Birliğin genişleme süreciyle ilgili mesajlar verdi.
Türkiye'yi reformları sürdürmeye çağıran bakanlar, son 12 ayda reformların hız kaybetmesini üzüntüyle karşıladıklarını ve üyelik kriterlerinin yerine getirilebilmesi için çok çaba gerektiğini açıkladı. Avrupa Birliği dışişleri bakanlarına göre, çaba gösterilmesi gereken bu alanlar öncelikli olarak adalet sistemi, yolsuzlukla etkin mücadele, yurttaş haklarının korunması, işkence ve kötü muamelenin sona ermesiyle, fikir ve din özgürlüğünün uygulamada da güvenceye alınması. Kadın, çocuk ve sendika haklarının da dikkate alınması gerektiği belge de yer aldı.
En önemli eleştiriyse Kıbrıs konusunda geldi. Hava ve deniz limanlarının Güney Kıbrıs uçak ve gemilerine açılması konusunda Türkiye'nin hâlâ yükümlülüklerini yerine getirmediği vurgulandı. Bu tutumda değişiklik yapılmaması durumunda, sekiz müzakere başlığının açılamayacağı uyarısında bulunuldu.
Bildiride, müzakerelerin hızının Türkiye'nin kaydettiği ilerlemelere bağlı olduğuna da dikkatler çekildi ve Kıbrıs konusunda acilen ilerime beklendiği belirtildi.
Avrupa Birliği dışişleri bakanları, Türkiye'nin bölgesindeki rolünü ve ekonomide kaydettiği ilerlemeleri ise övdü. Ayrıca toplantı sonrasında yayımlanan bildiride Avrupa hükûmetleri, Batı Balkanlar'ın bütün devletleri ve Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği hedefine bağlıdır ifadesi yer aldı. Fransa, Almanya ve Lüksemburg'un ortaya attığı, yeni bir genişlemeden önce Lizbon Antlaşması'nın üye ülkelerin tamamınca onaylamış olması şartına, değinilmemesi de dikkati çekti.

HANDELSBLATT: "AZINLIKLAR SOYLARININ TÜKENMESİNDEN KORKUYOR"

BERLİN, 09/12(BYE)--- Tirajı günde 145 bin 103 olan liberal eğilimli, ekonomi finans ağırlıklı Handelsblatt gazetesinin 8 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, Tino Andresen imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara/İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Türkiye'nin Azınlıklar Karşısında Sergilediği Tutum, Ülkenin AB Yolundaki Modernleşme Sürecinde Önemli Bir Kriter. AB Komisyonu Kasım Ayında Hazırlanan Son İlerleme Raporunda, Üye Adayına Bu Konuda Kötü Not Veriyor. Ülkede de Çok Sayıda Eleştiri Var--

Pazar günü İstanbul'daki Meryem Ana Kilisesinde düzenlenen Rum-Ortodoks ayini için bir düzine insan toplandığında, kilise oldukça boş gözüküyor. Ancak Rahip Dositheos insanların azlığından yakınmıyor,zira ne de olsa cemaatin yarısından fazlası kilisede. Cemaatin toplam 21 üyesi var. 60'lı yılların ortasında bu rakam en azından 6000'di.
Bu gelişme Türkiye'deki Rum-Ortodoks kilisesi için semptomatik. Aynı dönemde İstanbul'daki sempatizanlarının sayısı 110 bin iken, bugün 3000'ne düşmüş bulunuyor ve yarıdan çoğu 55 yaş üzerinde. Böylece Türkiye'deki en küçük dinî grubu oluşturuyorlar ve soylarının tükenmesi korkusu yaşıyorlar.
Hatta bu, bir başka nedenden dolayı da önemli. İstanbul hâlihazırda dünya genelindeki 330 milyon Rum-Ortodoks için çok önemli bir şehir, zira orada sembolik açıdan Ortodoks Hristiyanların tamamının ruhani lideri olan Patrik I. Bartholemeus yaşıyor. Türk yasalarına göre patrik Türk vatandaşı olmak zorunda. Ülkedeki tek Rum-Ortodoks ruhban okulu 1971 yılında devlet tarafından kapatıldığı için, 1991 yılından beri bu görevi sürdüren, 68 yaşındaki patriğin yerine yakın bir gelecekte bir halef bulmak neredeyse imkansız olacak.
Türkiye'deki Rumlar çok büyük acılara maruz kaldı. Örneğin: 7 Eylül 1955 tarihinde kıyım (pogrom) yaşandı. 1932 doğumlu olan ve ayini ziyaret edenlerden Eleni Funda, o dönemdeki olayları bizzat yaşadı. "Çok kötüydü, Türkiye'yi terk etmek zorunda olduğumu düşündüm." diyen Eleni her şeye rağmen kalmış. Eleni, "Ben bu ülkeyi seviyorum." diyor.
"Biz sonuncuyuz, sonunda bizden başka kimse kalmayacak." diyen Eleni, bu yüzden kızının bir Müslümanla evli olmasından üzüntü duyuyor. "Ama bunu kabullenmek gerekiyor." diyen Eleni, yine de torununa onunla sadece Yunanca konuşarak dilini öğretmeye çalışıyor, ancak bunda -şimdiye dek- pek başarılı olmamış.
Avrupa'da daha güçlü bir şekilde algılanan Türkiye'deki azınlıklardan biri de sadece İstanbul'da sayıları 70 bini bulan Ermeniler. Ancak 1915/16 yıllarındaki, uluslararası tarihçilerin tahminlerine göre 1.5 milyon kadar Ermeni'nin soykırıma kurban gittiği düşünüldüğünde bu rakamın oldukça az olduğu görülüyor. Türkiye, resmen bu gerçeği bugüne kadar inkâr ediyor ve kurban sayısını 300 bin olarak veriyor.
Son dönemde öncelikle Ermeni kökenli Türk aydını Hrant Dink'in Ocak 2007'de öldürülmesi olay yaratmıştı. 100 bin kişinin katıldığı cenaze töreni, İstanbul'daki en büyük gösteriye dönüşmüştü. Gösteriyi düzenleyenler arasında bulunan ve Dink ailesinin sözcülüğünü üstlenen Aydın Engin, insanların toplanmasını bir "haykırış" olarak değerlendiriyor.
O dönemde birçoklarını şoke eden, polisin saldırının failleriyle, Türk bayrağının önünde kahramanlarmış gibi poz vermesi olmuştu. Bu da Dink'in ölümünün arkasında bir grup polisin olduğu kuşkusunu güçlendirmişti.
Geride kalanlar hâlâ yaşadıkları acının izlerini taşıyor. Ermeni yazar Karin Kadıköy yazılarını, "Her şey yolundaysa, neden başka gerçekler arasın ki?" diye gerekçelendiriyor. Karin Kadıköy, Dink ile birlikte Agos gazetesinde çalıştı. Onun ölümünden sonra dengelerin sarsıldığını düşünen Kadıköy, Türkiye'de yaşayan genç Ermenilerin çoğunun artık inadına kendilerini ezdirmeme eğilimine kapıldıklarını, yaşlıların ise pes ederek her şeyi kabullendiklerini gözlemlediğini söylüyor.
Ermeni Başpiskoposu Aram Ateşyan ise şu talepte bulunuyor: "Türklerle aynı haklara sahip olmak istiyoruz. Bizler de bu ülkenin bir parçasıyız." Sorunun siyasi olduğunu söyleyen Ateşyan, "Halk olarak birbirimizle sorunumuz yok. Bizler 1000 yılı aşkın bir süredir birlikte yaşıyoruz." diyor. "Askere gittim, vergimi ödüyorum, bu ülkede çalışıyorum." diyen Ateşyan da kendisini tıpkı Rum-Ortodoks Eleni Funda gibi bu ülkeye bağlı hissediyor. "Ermeniler Ermenilerle evlenmeli. Ben halkımı korumak zorundayım." diye konuşan Ateşyan, bu konuda da Eleni Funda ile aynı görüşte. Zira o, aksi takdirde Türkiye'de yok olacağından korkuyor.
AB Komisyonunun son İlerleme Raporunda, Türkiye'deki eşcinsellerin durumu da ele alınıyor ve eşcinsellerle transseksüellerin sorunlarıyla ilgilenen İstanbul'daki bir derneğin kapatılması eleştiriliyor. Ayrıca, polis tarafından da "zaman zaman transseksüellere saldırıldığından" ve şiddet uygulandığından da söz ediliyor. AB, Türkiye'ye azınlıklara muamele konusunda yıkıcı bir karne veriyor. "Türkiye, kültürel çok çeşitliliği güvence altına almak ve azınlıklar için Avrupa standartları uyarınca gereken saygı ve emniyeti teşvik etmek konusunda genel anlamda bir ilerleme kaydetmemiştir."
Buna rağmen umut var: 21 Kasım'da, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Alevilerin aylar süren protesto gösterilerinin ardından, taleplerinin Mecliste görüşülmesi gerektiğini duyurdu. Bu talepler arasında, başlıca görevi Türkiye'de hâkim Sünni İslam ile ilgilenmek olan Diyanetin kaldırılması ve okullardaki Sünni İslam din dersine zorunlu katılıma son verilmesi de bulunuyor.
Kendi ifadesiyle 20 milyon Türk Alevi'nin çatı derneğinin başkanı olan Ali Balkız'ın yüzü, bu haberi duyduğu gün gülüyordu. Gazetemize yaptığı değerlendirmede, gerçi bunun "ilk etapta sembolik önem taşıyan bir gelişme olduğunu", ancak yine de "büyük bir adım" olarak gördüğünü söyleyen Balkız, "Türkiye'deki Alevilerin bin yıllık tarihi var. Bu süre içinde hiçbir zaman bir grup olarak tanınmadılar, aksine görmezlikten gelindiler." diyor.

HANDELSBLATT: "TÜRKİYE AB YOLUNDA FELCE UĞRUYOR"

BERLİN, 09/12(BYE)--- Tirajı günde 145 bin 103 olan liberal eğilimli, ekonomi finans ağırlıklı Handelsblatt gazetesinin 8 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, Tino Andresen imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara/İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--AB Komisyonu, Üye Adayı Türkiye'ye ilişkin Son İlerleme Raporunda, Türk Hükûmetini Sert Bir Şekilde Eleştiriliyor ve "Güçlü Siyasi konumuna" Rağmen "Uygun ve Kapsamlı Bir Reform Programı" Hazırlamayı İhmal Ettiğinden Söz Ediyor--

Ermeni aydını Aydın Engin, "Türkiye'nin iki çehresi var. Biri Doğu biri de Batı." diyor. Her ikisini de görmek için bir semtten diğerine gitmek yetiyor. Eğlence merkezi Beyoğlu batının etkisindeyken, Fatih'te kadınlar, gözleri dışında bütün vücutlarını baştan aşağı kapatan kara çarşafla dolaşıyorlar.
Ülkenin iki çehresi, Başbakan Erdoğan'ın ılımlı İslamcı hükûmet partisinin Ankara'daki ihtişamlı merkezinde kendini gösteriyor. Orada bir tarafta başörtülü kadınlar çalışıyor, ki bunun laik devletteki sembolik yükü oldukça ağır. Diğer tarafta, AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli'nin bürosunda, doğalmış gibi, zorunlu olarak Batı'ya yönelik Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün portresi asılı.
Gedikli, reform sürecinin durduğunu kabul etmiyor. Zira, ona göre "bunun için bir neden yok". Ancak, "Mali kriz siyaseti etkiliyor" diyerek, reformların yavaşladığını dolaylı olarak da olsa itiraf ediyor.
Hükûmet partisini, temmuz ayının sonunda başarısızlıkla sonuçlanıncaya kadar felce uğratan AKP'yi kapatma davası, muhtemelen reformlardaki duraksamanın en önemli nedenlerinden biriydi. Diğer yandan, ilkbahar 2009'da yapılacak yerel seçimler de yaklaşıyor.
Reform çabaları konusunda her köşeden kuşkulu sesler geliyor. Örneğin, sanayiciler derneği TÜSİAD öncelikle iç siyasetteki durgunluktan şikayetçi. Ekonomi metropolü Kayseri'deki Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Mustafa Boydak her ne kadar daha öncesinde AKP tarafından zorla kabul ettirilen "devrim niteliğindeki iyileşmeleri" övse de, duraksamayı bir yıldan beri gözlemliyor.
Ermeni aydını Engin'e göre, hâlihazırda yeni ve eski elitler, yani AKP ile son yıllarda şovenistleşen Kemalistler arasında kıyasıya bir güç mücadelesi yaşanıyor. En önemli muhalefet partisi Kemalist CHP'nin Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, hükûmetin, partisinin, reform sürecini bloke ettiği suçlamalarını duymak istemiyor. Yılmaz'a göre hükûmet, Parlamentoda çoğunluğa sahip ve Türkiye Cumhurbaşkanını da çıkarmış bulunuyor.
Ankara'da mukim avukat ve insan hakları savunucusu Orhan Kemal Cengiz'e göre ise, "tükenmiş" AKP'nin çabalarının felce uğramasının başka bir nedeni var. Cengiz, AKP'yi parti kapatma davasıyla bağlantılı olarak ordu ile anlaşmakla itham ediyor. Böyle bir şey ise Ahmet Altan'a göre de mantıklı. Bir yıl önce kurulduğundan bu yana hem hükûmet hem de ordu karşıtı bir tavır sergileyen Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni, "Yargı, ordunun talimatını yerine getiriyor" diyor ve ordu ile bağlantılı olan Kemalistlerin, sayıca az olsalar da, "güç sahibi olduklarını" söylüyor. Zira, Altan'a göre, şimdi rövanş sırası hükûmette. Ordu AB'ye karşı. Başbakan Erdoğan bu konuda düzenli bir şekilde geri çekilmiyor, "gerisin geri koşuyor".
Mecliste 21 bağımsız milletvekiliyle temsil edilen Kürt yanlısı DTP'nin lideri Ahmet Türk de, "siyasi partileri de kontrol eden belirli çevreler, üyelik sürecini törpülüyor. Bu militarizmdir." diye konuşuyor.
AKP'nin çabalarını frenleyen bir diğer etken ise değişen dış siyasi oluşumlar. Kayseri Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Boydak, "Bayan Merkel hükûmete geldiğinden beri Almanya'dan alıştığımız olumlu sinyaller gelmiyor. Fransa da Cumhurbaşkanı Sarkozy ile retçi bir tavır sergiliyor. Bu durum Türk halkının moralini bozuyor ve gururunu zedeliyor." diye konuşuyor.
Ancak, iyi gitmeyen başka şeyler de var. Bunlardan birini Türk dile getiriyor. "Kürt sorunu çözülmeden, demokrasi mümkün değildir." Ermeni aydını Engin de aynı görüşte. AB de zaten, İlerleme Raporunda azınlıkların durumunu eleştiriyor. Ülke bu konuda şeffaf davranmıyor. Başbakanlığa bağlı Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, aralarında bu yazıyı kaleme alan gazetecinin de bulunduğu bir grup Alman gazeteciyi, kasım ayında, bu makamın katkısıyla organize edilen bir Türkiye araştırma gezisini kesmekle tehdit etti. Anlaşılan buna, grubun hükûmeti eleştirenlerle yaptığı, arzu edilmeyen görüşmelerin de katkısı oldu.

DİE TAGESZEİTUNG: "TÜRKİYE GAZETECİLERE TAZMİNAT ÖDEMEK ZORUNDA"

BERLİN, 10/12(BYE)--- Tirajı günde 55 bin 988 olan sol eğilimli Die Tageszeitung'un 10 Aralık 2008 tarihli sayısında, Jürgen Gottschlich imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Strasbourg'daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ankara'yı Düşünce Özgürlüğünü İhlal Ettiği Gerekçesiyle 4000 Avro Tazminat Ödemeye Mahkum Etti. Davacılar, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın Açıklamalarını Yayınlamışlardı--

Strasbourg'daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, düşünce özgürlüğünün ihlal edildiği kanısına vardığı için, Almanya'da yaşayan iki Türk gazeteciye ikişer bin avro tazminat ödenmesine hükmetti. 29 ve 52 yaşlarındaki iki gazeteci, 2002 yılında Türkiye'de çıkardıkları haftalık dergide, tutuklu PKK şefi Abdullah Öcalan'ın açıklamalarını yayınladıkları için, Terörle Mücadele Yasasına aykırı davrandıkları ve yasaklı bir örgütün propagandasını yaptıkları gerekçesiyle para cezasına mahkum edilmişlerdi. Mahkeme ise, bu tür yayınların basın özgürlüğü kapsamında mümkün olması gerektiğine hükmederek Türkiye'yi mahkum etti. Mahkeme, basının görevinin toplumu tartışmalı konularda da bilgilendirmek ve kamuoyunca tartışılmasını sağlamak olduğunu, basın özgürlüğüne müdahalenin sadece çok istisnai ağır vakalarda mümkün olabileceğini ileri sürdü.
Mahkeme bu kararıyla, en başta basın özgürlüğünü olduğu kadar, Türkiye'de genel anlamda düşünce özgürlüğünü güçlendiriyor. Türk mahkemeleri tam da PKK ile ilişkili davalarda bugüne kadar katı davranmayı sürdürüyorlar. Örneğin, alenen "sayın Öcalan" denilmesi bile, yasadışı örgütün propagandacısı olarak hüküm giyilmesi için yetiyor. Özellikle de son yıllarda seçim kampanyalarında Öcalan'a atıf yapan Kürt politikacılar bu nezaket kavramı yüzünden para ya da hapis cezasına mahkum edildiler.
Düşünce özgürlüğüyle ilgili olarak son dönemde alınan en ağır karar ise, geçtiğimiz hafta Diyarbakır'daki bir mahkeme tarafından açıklandı. Mahkeme, Kürt politikacı Leyla Zana'yı, Diyarbakır'daki büyük mitinglerde Öcalan'ı büyük Kürt lideri olarak tanımladığı için 10 yıl hapis cezasına mahkum etti. Zana daha öncesinde de 10 yılını cezaevinde geçirmişti. 1994 yılında tutuklanan Zana ile başka üç Kürt politikacı, PKK'yı destelemek suçundan hüküm giymişlerdi. Zana'nın avukatları karara itiraz ettikleri için Kürt politikacı hala serbest dolaşabiliyor. Strasbourg'daki mahkemenin kararının, gelecekte Kürt bölücülüğü konusunda da düşünce özgürlüğüne izin verilmesine katkı sağlayıp sağlamayacağı ise belirsiz.

ALMANYA'NIN SESİ RADYOSU: "MALİ KRİZ TÜRKİYE İÇİN DE BİR FIRSAT"

ANKARA, 15/12(BYE)--- Almanya'nın Sesi Radyosunun 10.30 Türkçe Yayınından:

AB geçen hafta, tarihinin en önemli zirvelerinden birini sonuçlandırdı. Dönem Başkanı Fransa ve Fransa'nın Cumhurbaşkanı Nicola Sarkozy'nin başarısı olarak görülen zirvede, küresel mali kriz, iklim değişikliği, AB'de kurumsal reform ve güvenlik konularında önemli kararlar alındı.
Peki zirvede alınan bu kararlar, Türkiye için ne anlama geliyor, ileride Türkiye'yi bu konular nasıl etkileyecek?
Çok deneyimli bir isim Türk Sanayici ve İş Adamları Derneğinin Brüksel temsilcisi Bahadır Kaleağası'nın bu konudaki değerlendirmelerini aldık.
Deutsche welle Türkçe Servisinden Ayhan Şimşek'in özel haberi.

ŞİMŞEK: TÜSİAD Brüksel Temsilcisi Bahadır Kaleağası'na göre AB, son liderler zirvesinden daha da güçlenerek çıktı. AB'nin, dünyayı etkisi altına alan mali krizden çıkışı, küresel bir aktör olarak gördüğünü söyleyen Kaleağası, bunun, ülkeler ve Türkiye için de bir fırsat olduğunu kaydetti.

KALEAĞASI: Artık daha da geniş bir anlayış var ki, AB'de küresel ortamda Avrupa'nın çok daha geniş ve çok daha iyi işleyen tek pazar ve hem de siyasi birlik olması gereğidir. Şimdi bunlar tabii genişlemeyi kolaylaştırıcı unsurlar. Daha iyi işleyen kurumları olan genişleme konusunda küresel boyutu çok dikkate alan kendisinin küresel rekabet konusundaki kaygılarının çözümü arasında genişlemeyi de gören bir Avrupa bilincinin yaygınlaşması, Türkiye açısından da bir fırsat yaratıyor.

ŞİMŞEK: Peki Türkiye, küresel krizin beraberinde getirdiği bu fırsatın farkında mı? Bahadır Kaleağası, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik reform sürecini bir an önce hızlandırması gerektiğini vurgularken, asıl sorumluluğun hükûmete düştüğünü kaydetti.

KALEAĞASI: Bürokrasi Türkiye'de üzerine düşen görevi yapmış durumda. Türkiye'nin yol haritası hazır. AB Komisyonu da, kendi açısından görevini yapmış durumda. Katılım Ortaklığı Belgesi belli. Hâl böyle iken hükûmetin gerekli siyasi liderliği göstermemesi ve bu konuda topluma somut bir gündem sunamaması, AB'yi soyutlaştırması, yani AB meselesinin toplumun güncel sorunlarına çözüm yollarıyla nasıl içli dışlı olduğunu somut bir şekilde topluma anlatamayan ve AB sürecini böyle görmekten yoksun bir politika izledi hükûmet.

ŞİMŞEK: Küresel mali kriz, AB gibi Türkiye'yi de birçok alanda tercih yapmaya zorluyor. Bahadır Kaleağası, Türkiye'nin küresel krize karşı alması gereken önlemlerin AB reformlarıyla örtüştüğünü, Ankara'nın kriz bahanesiyle reformları geciktirmemesi gerektiğini kaydetti.

KALEAĞASI: Şimdi "Hamdolsun kriz bizi teğet geçiyor." gibi bir saf iyimserlik içine düşmeye neden olabilecek yegâne etkenler, zaten AB sürecinin Türkiye'ye getirdiği kazanımlar. Geçmişte AB sürecinin Türkiye'nin görüntüsüne verdiği olumlu yansımayla Türkiye'ye girmiş olan yabancı sermaye, birikmiş olan nakit para ve dev ülkenin ekonomisindeki derinleşme. Şimdi bu hâl böyle iken ekonomik kriz ortamında AB sürecini ötelemeye çalışmak, tamamen mantıksal bir analiz hatasıdır ve tabii hükûmetin bunu bu şekilde yapmadığını umuyoruz. Aslında buradaki sorun, hükûmetin içinde birçok siyasetçinin Başbakan dâhil olmak üzere doğru teşhisleri yapabildiğini veya doğru konularda görüş beyan edebildiğini görüyoruz. Fakat bir metodoloji sorunu da var. Bir etkinlik sorunu var, bir hedeflere doğru hızla somut adımlarla gitme sorunu var. Belki bir insan sermayesi desteği sorunu var. Bütün bunlar sonra Türkiye'nin uluslararası rekabet gücüne büyük darbe vurmakta ve Türkiye'yi belki geriye götürmemekte, ilerlemekte fakat yeterince hızlı, rakipleri kadar hızlı ilerlemekten alıkoymakta, dünyadaki gelişmelerin gerisinde bırakmakta."

HANDELSBLATT: "AB FİNANS KRİZİNE RAĞMEN TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİNİ ZORLA GERÇEKLEŞTİRMEK İSTİYOR"

BERLİN, 16/12(BYE)--- Tirajı günde 145 bin 103 olan liberal eğilimli, ekonomi finans ağırlıklı Handelsblatt gazetesinin 16 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, Eric Bonse imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

--AB'nin Genişleme Politikası Yeniden Hız Kazanıyor. Ankara'daki Hükümet Bu Yıl Neredeyse Hiçbir Reformu Yoluna Koymamasına Rağmen, Türkiye ile Katılım Müzakerelerine Yeniden Başlanılması Öngörülüyor--

Aylar süren aranın ardından AB'nin genişleme politikası yeniden hızlanıyor. Dönem Başkanı Fransa, bu ay içinde Türkiye ile iki faslı müzakereye açmak istiyor. Hırvatistan da, müzakerelerin hızlandırılacağından yola çıkabilecek. AB Komisyonu tarafından yapılan açıklamada, dün başvurusunu yapan Montenegro'nun yanı sıra İzlanda'nın da üyelik başvurusunda bulunmasının beklendiği belirtildi.
Zagreb ile sürdürülen müzakerelerin 2009 yılı içinde tamamlanması beklenirken, Ankara ile yapılan görüşmeler, Fransa AB Dönem Başkanlığını üstlendiğinden beri dondurulmuş durumda. Temmuz ayından beri toplam 35 başlıktan bir tanesi bile açılmadı.
Dolayısıyla da, müzakerelerin yeniden başlatılmasına bağlanan beklentiler o denli büyük. Gazetemizin edindiği bilgilere göre, "Sermayenin serbest dolaşımı" ile "Bilgi toplumu" fasıllarının müzakereye açılması planlanıyor. Türkiye yurt dışı yatırımlarını sınırlandırdığı ve interneti katı denetime tabi tuttuğu için her iki fasıl da tartışmalı. Ayrıca Ankara'daki hükümet bu yıl, Brüksel'den sürekli talep edilmesine rağmen, neredeyse hiçbir reform gerçekleştirmedi.
AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosunun ardından son olarak AB Dışişleri Bakanları da, reformlardaki duraksamayı eleştirdiler. Bakanlar, Türkiye'nin 2008 yılında sınırlı ilerleme kaydettiğini ve artık temel hakları güvence etmesinin zamanı geldiğini belirttiler. Ayrıca Ankara'nın "acilen" kısıtlayıcı Kıbrıs politikasını değiştirmesini talep ederek, aksi takdirde 2009'da katılım müzakerelerinde ciddi bir krizle karşılaşılabileceğini ifade ettiler.
Ülke, geçen hafta sonu gerçekleşen AB zirvesinde de bir uyarı aldı. Türkiye'nin üyeliğine şüpheyle yaklaşan Dönem Başkanı Fransa, konuyla ilgili kararlar alınmasından ve "katılım" kavramının kullanılmasından kaçındı.
Cuma günü yapılan katılım konferansında iki başlığın birden müzakereye açılmasının öngörülmesi, bu yüzden büyük bir sürpriz oldu. Brüksel'de, Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy'nin, dönem başkanlığını Ankara ile kavga ederek sonlandırmak istemediği konuşuluyor. Ayrıca Boğaz'daki ülkenin, şimdi, uluslararası mali kriz nedeniyle özellikle desteğe ihtiyacı olduğu söyleniyor. Goldman Sachs ekonomisti Ahmet Akarlı pazartesi günü, Türk ekonomisinin yılın son çeyreğinde yüzde 4.6 oranında küçülebileceği uyarısında bulundu.
Türkiye, IMF ile yeni bir kredinin pazarlığını yapıyor. IMF, finans krizi nedeniyle Türkiye'ye sermaye akışının kuruduğunu düşünüyor. Ankara'daki hükümet, IMF'den alacağı krediyle kredi kıskacının gevşemesini umuyor. Reuters, aralık ayında hükümet çevrelerine dayandırdığı haberinde, Türkiye'nin IMF'den muhtemelen 25 milyar dolarlık kredi talebinde bulunacağını duyurmuştu. Yeni görüşmelerin ocak ayında yapılması planlanıyor.

 

AVUSTURYA BASINI

WIENER ZEITUNG: "ANKARA'DA REFORM YORGUNLUĞU"

VİYANA, 04/12(BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 4 Aralık 2008 tarihli sayısında, Carsten Hoffmann imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan DPA kaynaklı ve İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Başbakan Erdoğan'ın Siyasi Performansına İlişkin Eleştiriler Giderek Artıyor. AKP'nin Kamuoyu Araştırmalarında Aldığı Puanlar Düşüyor... Ekonomi İçin Kriz Paketi Çağrıları--

Bir yıldan beri süren yoğun siyasi mücadelenin ardından Başbakan Erdoğan'ın yıldızı sönüyor. 54 yaşındaki politikacı gerçi, İslamcı muhafazakar AKP'nin, başörtüsü konusundaki amansız bir ihtilafın ardından kapatılmasını kıl payı önleyebildi, ama vadettiği, Türkiye'yi AB'ye katılıma hazırlayacak olan reform programı hala yerinde sayıyor. Parti, kamuoyu araştırmalarına göre puan kaybediyor. Kendi adamları da artık durumdan şüphelenmeye başladı. Köşe yazarı Fehmi Koru, Erdoğan'ın "Obama gibi gelip, giderek Bush'a benzediğini" yazdı. Televizyonda yayımlanan bir oturumda Erdoğan'a cepheden saldırarak, onun Türkiye'yi değiştireceğini, Kürt sorununu çözeceğini, insan haklarını güçlendireceğini ve demokrasiyi geliştireceğini vadettiğini, ancak partisi AKP'nin bu çizgiden ayrıldığını söyledi.
Başbakan buna çok kızdı. Çünkü hükümet yanlısı Yeni Şafak gazetesinde yazan gazeteci, kendisinin iyi bir dostu olarak biliniyordu.

--Bir Zamanki Coşkudan Geriye Bir Şey Kalmadı--

Birçok Türk de Başbakanın değiştiğinin farkına vardı. Eleştiriciler onun daha az pragmatik, daha az reformcu olduğunu ve şartlara ayak uydurduğunu öne sürüyorlar. Bir kamuoyu araştırmasında, ankete katılanların yüzde 46'sı "eski Erdoğan'ın" geri gelmesini istediklerini ifade ettiler. Seçmenlerin yalnızca yüzde 33'ünün oyunu AKP'ye vereceği söyleniyor. Halbuki Erdoğan'ın AKP'si önceki yaz yapılan seçimlerde oyların yüzde 47'sini almıştı. Başbakan o zamandan beri mecliste mutlak çoğunluğa sahip.
AB'nin İlerleme Raporunda da Erdoğan hükümetinin, aldığı güçlü siyasi desteğe rağmen, "siyasi ve anayasal reformları içeren bir program sunmadığına" işaret ediliyor. Ordunun hala "gözle görülür bir siyasi nüfuza" sahip olduğu, azınlık haklarının uygulamada hala korunmadığı, idari reformda da "sınırlı bir ilerleme" kaydedildiği belirtiliyor. Türkiye'yi destekleyenler açısından bu rapor oldukça üzüntü verici.
Ekonomiye gelince... Erdoğan'ın siyasi başarısı, "Anadolu kaplanlarının" yükselmesiyle yakından bağlantılı. Bunlar, öncü rolünü laik Kemalistlerin elinden almaya çalışan, dindar, muhafazakar ve ekonomik açıdan başarılı yeni bir elit grup. Şimdi ülke kendini birdenbire dünya çapındaki mali krizin ortasında buldu. İhracat kasımda, bir önceki yıla nazaran yüzde 22 oranında geriledi. Fabrikalar kapatılıyor. İşçiler işlerinden oluyor. Martta yapılacak yerel seçimler Erdoğan'ın politikası için bir sınav niteliğinde.

--Kriz Menajerliği Yerine Ortalığı Yatıştırma--

Ülke zorlu günlere hazırlanırken, Erdoğan tünelin sonunda bir ışık görmüş gibi hareket ediyor. En zor günlerin atlatıldığını söylüyor. Ama ülkeyi gelecek sorunlara hazırlamadığı suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor. İşadamları derneği, diğer endüstri ülkelerinde olduğu gibi bir kriz programı sunulmasını istiyor. Köşe yazarları, Erdoğan'ın mali krizin boyutlarını küçümsediği görüşündeler.
Erdoğan bu arada eleştirilere hassas tepki vermeye başladı. Hükümet, yazılarıyla yönetimi kızdıran altı Türk gazetecinin akreditasyonlarını yenilemedi.

WIENER ZEITUNG: "KARADENİZ'E DOĞRU AÇILMAK''

VİYANA, 09/12 (BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 9 Aralık 2008 tarihli sayısında, Walter Haemmerle ile Alexander Mathe imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Avusturya'nın yeni Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger ile yapılan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

HAEMMERLE-MATHE: Orta, Doğu ve Güney Avrupa, Avusturya'nın son derece ilgisini çekiyor. Peki ya dünyanın geri kalanı?

SPİNDELEGGER: Dış politikada da uzun vadeli hedefler belirlemeye ihtiyacımız var. Hangi bölgelerin bizim açımızdan ilgi çekici olduğunu keşfetmemiz gerekiyor. Geçmişte Batı Balkanlar'dı, bu devam edecek. Gelecekte Karadeniz ve ona komşu olan bölgelerin önem kazanacağını düşünüyorum. Burada bizim için çok ilgi çekici olabilecek gelişmeler var. Bu bölgede de geçen yıllarda Batı Balkanlar'da olduğumuz gibi başarılı olabilmemiz ve tutunabilmemiz için, gerekli temellerin atılması lazım.

HAEMMERLE-MATHE: Geniş çaplı düşünülecek olursa İran da bu bölgeye dahil sayılabilir. OMV'nin Tahran'daki rejimle yapmayı planladığı doğal gaz anlaşması ABD tarafından sert bir şekilde eleştiriliyor. Amerikalılara bu anlaşmanın Avusturya'nın ulusal çıkarlarına hizmet ettiğini mi açıklayacaksınız?

SPİNDELEGGER: Bu, uzun vadeli bir proje. OMV'nin İran'da gerçekleştirmek istediği bu girişime ilişkin eleştirileri kuşkusuz ki ciddiye almamız gerekiyor.

HAEMMERLE-MATHE: Buna rağmen OMV'yi siyasi açıdan destekleyecek misiniz?

SPİNDELEGGER: Bu tabii çok hassas bir konu. Ama OMV'lilerin bu konunun hassasiyetinin bilincinde olduğunu sanıyorum.

HAEMMERLE-MATHE: Karadeniz bölgesinin merkez ülkesi Türkiye. Avusturya şimdiye kadar bu ülkeyi Avrupa politikası açısından son derece çekinceli bir şekilde değerlendirdi. Şimdi bu rotayı değiştirecek misiniz?

SPİNDELEGGER: Hayır. AB-Türkiye müzakereleri ayrı bir konu. Burada belirli ve katı şartlar söz konusu, ayrıca müzakerelere bir fren pedalı da kondu. Avusturya, AB ile Türkiye arasında özel ortaklık gibi bir ihtimali de ortaya attı. Türkiye'nin AB'ye katılımına ilişkin karar kuşkusuz ki bu görev süresi içinde verilmeyecek. Nasıl sonuçlanacağını kesinlikle kimsenin önceden bilemeyeceği uzun bir sürecin içindeyiz.

HAEMMERLE-MATHE: Ama eğer bu bölge bizim için bu kadar önemli olacaksa, Avusturya'nın tıpkı Batı Balkanlar'da yaptığı gibi, Türkiye'nin AB'ye katılımından yana olması mantıklı olmaz mıydı?

SPİNDELEGGER: Karadeniz bölgesine daha fazla ağırlık verilmesiyle, Türkiye'nin katılımı arasında zaruri bir bağlantı göremiyorum. Burada söz konusu olan gelecekte ekonomik, kültürel ve siyasi açılardan inandırıcı bir şekilde rol oynamak istediğimiz alanların tanımlanmasıdır.

 

BELÇİKA BASINI

LA LİBRE BELGİQUE: "AVRUPALILARIN TABU KELİMESİ, ÜYELİK"

BRÜKSEL, 09/12 (BYE)--- Tirajı günde 59.000 olan La Libre Belgique gazetesinin 9 Aralık 2008 tarihli sayısında, Christophe Lamfalussy imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Fransız Dönem Başkanlığı Sırasında Müzakereler İlerliyor, Ancak Nihai Hedeften Bahsedilmiyor--

Genişlemenin yorgunluğu ve iç anlaşmazlıklar, Avrupa Dışişleri Bakanlıklarının sırtında yük teşkil ediyor. Pazartesi günü Brüksel'de bir araya gelen Dışişleri Bakanları, bir kez olsun "üyelik" kelimesini kullanmadan uzun bir bildiri yayımlamayı başardılar.
Hırvatistan ve Türkiye'nin üyelik yolunda gerçekleştirdiği ilerlemeyi içeren dört sayfalık bildiri, "müzakere" ve "son aşama"dan söz ediyor, ancak her iki ülkenin de hedefi olan üyelikten söz edilmiyor.
Hırvatistan, son bir yılda gerçekleştirdiklerinden dolayı kutlanıyor, adalet reformları için teşvik ediliyor, ancak üyelik için kendisine hiçbir tarih verilmiyor. Üyelik müzakerelerinde 21 başlık açıldı, bunlardan dördü tamamlandı ve 19 Aralık tarihinde, adalet ve temel haklar ile ülkenin yeniden yapılandırılması gereken altı tersanesi dışında, bütün başlıklar müzakereye açılacak.
Üyelik için bir tarih verilmesini bekleyen Zagreb, kendisine sadece zaman tanındığını tespit etti. Bilmece tarzındaki açıklamada, "müzakerelerin ritmi, Hırvatistan'ın gerçekleştirdiği ilerlemelere bağlı olarak sürecektir." deniyor.
Türkiye için daha da zor. 1999 yılında aday olarak açıklanan Türkiye, bölgedeki stratejik rolü nedeniyle okşanıyor. Ancak Avrupalılar özellikle siyasal reformlar konusunda gerçekleştirilen "sınırlı ilerlemeye "üzüntüyle" dikkati çekiyorlar. AB ayrıca Türkiye'yi, tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini "ivedilikle normalleştirmeye" davet ediyor. Ankara, hâlâ hava ve deniz limanlarını Kıbrıs'a açmayı reddediyor. 2003 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB'ye girmesiyle tutumların yumuşayacağını ve bir anlaşmaya varılacağını sananlar için Kıbrıs bir ayak bağı oluşturuyor.
Türklere de hiçbir üyelik sözü verilmiyor. Öte yandan, müzakereler sürüyor. Yıl sonuna kadar dönem başkanlığını yürüten ve Türkiye'nin üyeliğine açıkça karşı çıkan Sarkozy yönetimindeki Fransa, 19 Aralık tarihinde iki yeni başlığın müzakerelere açılacağı sözünü veriyor.
Avrupalıların bu çok tutarsız hareketleri, AB'nin genişlemesine karşı çıkan bazı ülkelerin tutumundan kaynaklanıyor. Aralarında Belçika'nın da bulunduğu bazı ülkeler, yeni genişlemeden önce Lizbon Antlaşması'nın benimsenmesini istiyor.
Diğerleri ise, ikili anlaşmazlıklarından dolayı veto ediyor. Diplomatik bir kaynağa göre, Slovenya denizcilik konusundaki anlaşmazlığı nedeniyle Hırvatistan'ın üyeliğine tarih verilmesine karşı çıkıyor. Ekim ayında Slovenya, Hırvatistan ile beş başlığın tamamlanmasına karşı çıkmıştı. Bir Hırvat diplomat, "AB ile ilişkilerimizi ikili ilişkilerimizle karıştırmak istemediğimizi yıllardır tekrarlıyoruz." diyor. Hırvatistan için maalesef, bugün Slovenya AB üyesi ve veto hakkı var.

EU OBSERVER: "TÜRKİYE-AB GÖRÜŞMELERİ KRİTİK BİR YILA GİRİYOR"

ANKARA, 17/12(BYE)--- Merkezi Brüksel'de bulunan bağımsız haber sitesi Euobserver'ın 16 Aralık tarihli internet sayfasında, Elitsa Vucheva imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

15 Aralık Pazartesi günü yayımlanan bir rapora göre, hem Türkiye hem AB son dönemde hız kaybeden katılım görüşmelerine ivme kazandırmak için çaba göstermeli. Rapor, önümüzdeki yılın Türkiye'nin AB üyelik perspektifi açısından "kritik" olacak.
Uluslararası Kriz Grubu (ICG) tarafından yayımlanan yeni raporda, "Türkiye, Avrupa Birliği üyelik beklentilerinin suya düşeceği ya da başarıya ulaşacağı kritik bir yıla giriyor" denildi.
Raporda şöyle denildi: "Her iki tarafın birbirinden ne kadar fayda sağlamak zorunda olduklarını hatırlamaya ve düşme eğilimindeki gidişatı, müzakerelerin yeniden başlamasını imkansız kılabilecek başka kopmalardan önce tersine çevirmek için derhal farklı cephelerde harekete geçmeye ihtiyacı var. Durumun değişmemesi ve katılım görüşmelerinin askıda kalması halinde, Türkiye'nin reform açısından zayıf performans göstermesi riski de var. Rapor ayrıca Türkler ile Kürtler arasında yeni gerilimlerin yanı sıra politikada kutuplaşma ve "son 10 yılın ekonomik mucizesinin temel dayanak noktasının olası kaybını" öngörüyor.
ICG raporu, "Ankara'nın kaybeden tek taraf olmayacağı" ve AB için de uzun vadeli bir bedel olabileceğini bildiriyor.
Avrupa Birliği'nin "yakınındaki en büyük ve en hızlı piyasalardan birine erişimi zorlaşabilir, Kıbrıs konusunda yeni gerilimler tırmanabilir, ayrıca AB, Orta Doğu'nun istikrara kavuşturulması, AB enerji güvenliğinin güçlendirilmesi ve Müslüman dünyaya ulaşılması konularında Türkiye'yle gerçek işbirliğinin sağlayabileceği katkıdan yoksun kalabilir".
Türkiye 1999'dan bu yana AB üyeliği için resmi aday konumunda ve katılım müzakerelerine 2005'te başladı.
Ancak görüşmeler o zamandan bu yana yavaş ilerliyor ve 35 başlıktan sadece sekizi açılmış durumda ve şimdiye dek sadece biri başarıyla kapatıldı.
Bu haftanın sonu itibariyle (19 Aralık) iki başlığın daha açılması bekleniyor.

--Hız Kaybı Her İki Tarafın Hatası-

Birtakım müzakere başlıkları, Ankara'nın 2005'te AB'yle imzaladığı gümrük birliğine Bloğa 2004'te katılan 10 devleti dahil etmeye yönelik bir protokol imzalamasına rağmen limanlarını Kıbrıs'ın gemilerine açmayı reddetmesi nedeniyle açılamıyor.
Türkiye, bölünmüş adanın güney kesimindeki Rum hükümetini tanımayı reddediyor, ancak aynı zamanda kuzey Türk kesimini tanıyan tek ülke.
Bu ayın başlarında AB dışişleri bakanlarının Brüksel'deki toplantısında, bu konuda gelişme kaydedilmesinin "şu anda acil olarak beklendiği" belirtildi.
ICG şu uyarıda bulunuyor: "-Türkiye- deniz ve hava limanlarını Rum Kıbrıs'a 2009'da açmak üzere 2005'te verdiği sözü yerine getirmemesi halinde, üyelik karşıtı AB devletlerinin Türkiye'nin katılım müzakerelerini askıya alma girişimlerini göze almak zorunda kalabilir.
Buna ek olarak, AB Türkiye'ye, yolsuzluk ve organize suçlarla mücadelesini artırması, azınlık hakları konusunda Avrupa standartlarıyla uyuşması ve idari ve siyasi reformlarına hız vermesi yönünde baskı yapıyor.
ICG şöyle dedi: "AB sürecine kararlı bir siyasi bağlılık göstermek yerine, bazı üst düzey Türk liderler Brüksel'in talepleri ve eleştirileri konusunda incinmiş bir tavırla şikayet etmeyi tercih etti. Bunların ötesinde, reformların uygulanmasında da gecikme yaşanıyor."
Ancak bu sivil toplum örgütü, hız kaybedilmesi konusunda sorumluluğun bir kısmını AB'ye yükledi.
ICG şunlara yer verdi: "AB üyesi devletler, ada konusundaki yeni müzakerelerde başarı elde edilmesine öncelik tanıyarak, Kıbrıs konusunda yapılan geçmişteki hataları düzeltme şansını yakalamalı ve Türkiye'yi reform çabalarını yeniden canlandırması yönünde teşvik etmelidir."
ICG'nin raporunda sonuç olarak, "AB politikacıları çıtayı daha yukarı yükseltmekten vazgeçmeli ve bütün kriterler yerine getirilir getirilmez tam üyelik vaadinde duracaklarını yeniden ifade etmelidir" denildi ve bu vaadin "kesinkes ve sık" biçimde ifade edilmesi gerektiği belirtildi.

 

FRANSA BASINI

LE TELEGRAMME: "35 ÜYELİ BİR AVRUPA BİRLİĞİ"

ANKARA, 04/12(BYE)--- Fransa'da yayımlanan Le Telegramme gazetesinin 4 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

AB çarkının daha iyi dönmesini garanti altına almaya çalışan Lizbon Anlaşması çıkmaza girse de Brüksel, Birliğin üye sayısını 27'den 35'e yükseltmeye çalışıyor.
Avrupa Komisyonu yetkilileri, AB'nin hazmetme kapasitesinin azaldığını gündeme getirse de, 2004-2006 yılları arasında Birliğe 10 yeni üye katıldı. Avrupa Komisyonunun kasım ayında yayımladığı bir raporda, genişlemeye devam edilmesi ve 2009 yılında Birliğin kapısını çalan tüm ülkelerle masaya oturulması gerektiği vurgulandı.

--İlk Sırada Türkiye Var--

Yarının AB'sinde yer alma şansı en kuvvetli olan ülke Türkiye. Genişlemeden sorumlu komisyon, Avrupa Birliğine girmek isteyen bu 70 milyon nüfusun Birlik bünyesinde yerini bulması gerektiğini düşünüyor. Ancak bu fikir tüm Komisyon üyelerince paylaşılmıyor. Müzakere sürecinde en ileri seviyede olan Hırvatistan'ın 2009 yılı sonunda Birliğe katılması bekleniyor.

--Ekonomik Fırsat--

Avrupa Komisyonuna göre, Türkiye'nin AB nezdindeki stratejik önemi, enerji güvenliği, Güney Kafkaslar ve Orta Doğu'nun güvenliğinin sağlanması konularındaki kilit rolü nedeniyle arttı. Komisyon yetkilileri ayrıca, sekiz yeni üyenin katılımıyla Birliğin yakalayacağı ekonomik ve ticari fırsatları da gündeme getiriyor. Balkanlar ve Türkiye'nin entegrasyonu, AB iç pazarının büyük ölçüde genişlemesi anlamına geliyor.

LE FİGARO: "AVRUPALI YARGIÇLAR OKULLARDA BAŞÖRTÜSÜNÜN YASAKLANMASINDAN YANA"

PARİS, 05/12(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 5 Aralık 2008 tarihli sayısında, Laurence de Charette imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Fransa'nın Laiklik Anlayışı Gereğince Derslere Türbanlı Girmek İsteyen Esmanur Kervancı ve Belgin Doğru Adlı İki Türk Kızının Fransa Aleyhine Açtığı Davayı Reddetti--

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Fransa'da laikliğin korunmasının birinci derecede öneme sahip olduğunu doğruladı. Türk kökenli iki Müslüman Fransız öğrencinin, okulda türban takmalarının yasaklanması üzerine Fransa aleyhine açtıkları davayı reddeden AİHM, böylece tartışmalara da son vermiş oldu. Mahkeme böylece, ilk kez Fransa'nın durumuna açıklık getirdi ve belirsizliği ortadan kaldırdı: Yargıçlar, oybirliğiyle türbanın yasaklanmasıyla "okul ortamında laiklik ilkelerinin korunması"nın amaçlandığı kararına vardılar.
Her şey 1999 yılında başlamıştı: Beden eğitimi dersinde türbanlarını çıkarmayı reddeden 11 ve 12 yaşlarındaki Belgin Doğru ile Esmanur Kervancı, Flers şehrindeki Jean Monnet orta okulundan atılmışlardı. O dönemde hükümet üyesi olan Segolene Royal'in görevlendirdiği arabulucu, daha sonra okullar arasında yayılmaya başlayan tartışmaya son vermeyi başaramamıştı. Mart 2004 yasasıyla, okullarda açıkça görülebilen dini simgeler yasaklanıncaya kadar din adına yapılan taleplerle laiklik ilkesini karşı karşıya getiren pek çok mesele düzenli olarak gündeme gelmişti. O zamana kadar, Danıştay içtihadında "gösterişçi" dini simgelerin yasaklanmasına ilişkin pek çok yorum yapılmış ve tartışmalar yaşanmıştı.

--Bir Anayasa İlkesi--

Böylece AİHM dün, başka Avrupa ülkeleri için içtihat oluşturan kararı doğruladı. Mahkemeden "Fransa'da, Türkiye ya da İsviçre'de olduğu gibi laikliğin, tüm toplumun bağlı kaldığı, özellikle okullarda korunması birincil öneme sahip olan, anayasal ve cumhuriyetin üzerine kurulu bir ilke olduğu" açıklaması geldi.
Avrupalı hakimler, 10 Kasım 2005 tarihinde de Tıp Fakültesi öğrencisi olan Leyla Şahin'in, türbanlı olduğu gerekçesiyle sınavlara alınmaması üzerine Türkiye aleyhine açtığı davayı reddetmişti. Zira Türkiye üniversitelerde türbana yasak getirmişti.
"Kararın oybirliğiyle alınmasıyla ağırlık kazandığını" ifade eden Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Meselelerinden Sorumlu Müdür Yardımcısı Emmanuel Mayer, "ayrıca 1994 yasası öncesindeki meseleleri de kapsayarak yasağı güçlendirdiğine" dikkat çekti.
Eski Cumhurbaşkanı Chirac'ın desteklediği yasadan beri okullarda dini simgeler konusundaki tartışmalarda ciddi bir düşüş gözlemlendi. Emmanuel Mayer, "ara sıra yasada öngörüldüğü üzere okul müdürünün, türban veya Sih türbanı konusunda, genelde yüzde 99 oranında başarıyla sonuçlanan bir arabuluculuk başlatması gerektiğini" anlatıyor. Ancak her şeye rağmen son bir cephe var: Yetişkinlere yönelik eğitim merkezleri. Eşitsizliklere ve Ayrımcılığa Karşı Mücadele Yüksek Kurulu yakın tarihte eğitim sürecinde türban takmak isteyen iki yetişkin öğrenciye hak verdi. Zira 2004 yasası sadece ilk ve orta öğretim okulları ve liseleri kapsıyor. Ancak yine de yetişkinlere yönelik eğitim çoğu zaman Milli Eğitim Bakanlığı binalarında veriliyor. Milli Eğitim Bakanı Xavier Darcos henüz görüşünü bildirmedi.

AFP: "AB, ANKARA'DAN KIBRIS İLE İLİŞKİLERİNİ 'ACİLEN' NORMALE DÖNDÜRMESİNİ İSTEDİ"

BRÜKSEL, 08/12(AFP)(BYE)--- AB bugün Türkiye'ye, tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini "acil olarak" normale döndürmesi çağrısında bulundu.
Aralık 2006'da AB, Ankara'nın liman ve havaalanlarını Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına açmayı reddetmesi nedeniyle, Türkiye'nin AB üyelik görüşmelerine ilişkin 35 başlıktan sekizini dondurma kararı almıştı. Bununla birlikte Türkler, AB-Türkiye Gümrük Anlaşmasını, aralarında Kıbrıs'ın da bulunduğu, 2004 yılında AB'ye giren üye ülkelere yayan Ankara Protokolü'nü imzalayarak bunu yapmayı ilke olarak kabul etmişlerdi.
Bugün Brüksel'de toplanan AB Dışişleri Bakanları, "Türkiye'nin, Ankara Protokolü'nü ayrım gözetmeden ve bütün olarak uygulamaya koyma zorunluluğunu henüz yerine getirmemesinden ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini normalleştirme yolunda gelişme kaydetmemesinden" üzüntü duyduklarını bildirdiler.
Bakanlar, "Şimdi acil gelişmeler bekliyoruz" dediler.
2006 yılında sekiz başlığı askıya alan AB, durumu 2009 yılı sonunda tekrar ele almayı öngörmüştü.
AB, örneğin diğer başlıkları da dondurarak, görüşme sürecini daha fazla engelleme kararı alabilir. Bugünkü açıklamalarında üye ülkeler, bu noktaya gelmediler.
AB Dönem Başkanı Fransa'dan bir diplomat, "Daha ileri gitmek için erken, biz şu andaki durumu değerlendireceğiz" dedi.
Bakanlar, daha genel biçimde "Türkiye'nin yıl içinde özellikle siyasi reformlar konusunda sınırlı gelişmeler gerçekleştirdiğini üzüntüyle" kaydettiklerini ifade ettiler. İçlerinde Türkiye'nin AB üyeliğine en fazla karşı olan şahsiyetlerin de bulunduğu Fransız yetkililer, her şeye rağmen 19 Aralık'ta iki yeni başlığı müzakereye açmayı öngördüler. Böylece üç yılda açılan başlık sayısı 10'a yükselecek.

AFP: "AİHM, ERMENİ VAKIFLARIN AÇTIĞI DAVADA TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ"

STRASBOURG(AVRUPA KONSEYİ), 17/12(AFP)(BYE)--- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türk Devleti'nin, Türkiye'deki mallarına haksız olarak el konulduğunu düşünen iki Ermeni vakfına tazminat ödemesine karar verdi.
Karar gereği Türk hükümetinin, Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı'na, İstanbul'da açık artırmayla özel bir şahısa satılan ve bu yüzden kendisine geri verilemeyecek olan dairenin fiyatı olarak 275 bin avro ödemesi gerekiyor.
Bir kilise, okul ve mezarlık içeren Samatya Surp Kevork Vakfı yönetim kurulu da aynı şekilde, İstanbul'da el konulan binaları için 600 bin avro maddi tazminat alacak.
Türk Hazinesi, Ermenilere ait iki dini vakfın mülkiyet hakkını kabul etmemiş ve Türk adaleti bu vakıfların sahip oldukları mülkiyet haklarını sırasıyla 40 ve 47 yıl sonra iptal etmişti.
Bunun üzerine vakıflar, mülkiyet haklarının ihlal edildiği ve ayrımcılık mağduru oldukları gerekçesiyle Strasbourg'daki AİHM'ye başvurmuşlardı.
Mahkeme aldığı kararlarda, ayrımcılık şikayetini reddetti ancak vakıfların mülkiyet haklarının ihlal edildiği görüşüne vardı.
Strasbourglu hakimler ayrıca, bu hakların Türk yetkililerce iptalinin, meşruiyet ilkesiyle uyuşmadığı değerlendirmesinde bulundular.

 

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "TÜRK GENÇLERİ ARASINDA ARTAN İŞSİZLİK TOPLUMSAL HUZURSUZLUĞU KÖRÜKLEYEBİLİR"

ANKARA, 05/12(REUTERS)(BYE)--- Selçuk Gökoluk bildiriyor:

Türk gençleri arasında artan işsizlik toplumsal huzursuzluğu körükleyebilir ve AB ile yürütülen katılım müzakerelerini daha da zora sokabilir.
İşsizlik tazminatı için başvuranların oranı kasım ayında yüzde 146.9 artarak 139 bin 233'e ulaştı. Veriler, küresel mali krizin, her beş Türk gencinden birinin işten çıkarılmasında etkili olduğunu gösteriyor.
Geçen hafta başkent Ankara'da zamları protesto eden yüzlerce işçi ve öğrenci polisle çatıştı. Türkiye'nin doğu bölgesindeki yüksek oranda işsizlik yüzünden ayrılıkçı eylemlerin armasından endişe edenler var.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Sekreteri Bülent Pirler, "Türkiye'nin genç bir nüfusu var. Eğer bu gençler eğitimsiz ve de işsizse elinizde bir bomba tutuyorsunuz demektir." dedi.
Düşük vasıflı işçiler için önemli bir istihdam alanı olan tekstilde düzinelerce fabrika kapanırken otomotive sektöründe de üretim durdu.
Yine eldeki verilere göre, 1.09 milyon insan devletin iş ve işçi bulma kurumuna başvurdu ancak kurumun iş ilan sayısı yalnızca 14 bin 526.
Türk gençleri, elçilikler ve iş bulma kurumları önünde yurt dışında iş bulma ümidiyle kuyrukta bekliyor.
Avrupalı bir diplomat, AB'nin, binlerce Türk gencinin ülkesinden ayrılıp Avrupa ülkelerine gitmesinden endişe duyduğunu belirtti. Diplomat, böyle bir akının, 27 üyeli Birliğe katılmada engel teşkil edeceğini belirterek şöyle dedi: "AB, işsizlik oranının, özellikle de gençlerde işsizlik oranının önümüzdeki 10 yıl içinde düştüğünü görmek istiyor, aksi hâlde gençler büyük ihtimalle göç edecek."

--Umut Yok-

Birçok firma yetkilisi işe alımların bir daha ne zaman başlayacağını bilmediklerini söylüyor.
Tekstile, otomobile ve elektroniğe talep düştü.
İktidardaki AK Parti, işsizlik sorununa bir çözüm bulamadığı takdirde mart ayında yapılacak yerel seçimlerde cezalandırılmaktan korkuyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, sosyal güvenlik primlerinde yapılacak yüzde 5'lik kesintinin ve genç işçilerin ilk yıl primlerinin ödenmesi teklifinin işten çıkarmaları bir parça engelleyeceğini söyledi.

REUTERS: "AB, TÜRKİYE VE HIRVATİSTAN'DAN REFORMLARI HIZLANDIRMASINI İSTEDİ"

BRÜKSEL, 09/12(REUTERS)(BYE)--- Dün yaptıkları açıklamayla Hırvatistan'ın AB'ye katılım müzakerelerinin yolunda gittiğini, ancak reformlara hız verilmesi gerektiğini ifade eden Avrupa Birliği ülkeleri, müzakerelerin bitiş tarihini belirtmekten kaçındı.
Brüksel'de bir araya gelen AB dışişleri bakanları, AB'ye katılmayı hedefleyen Türkiye'nin şart koşulan reformlarla ilgili olarak geçen yıl içinde çok az bir gelişme katettiğini; çabalarını iki misli artırması ve reformları ikinci plana atmaması gerektiğini belirttiler.
Açıklamada "Konsey, geçen yıl boyunca Türkiye'nin gösterdiği sınırlı gelişmeden hayal kırıklığına uğramıştır." ifadesine yer verildi.
Bakanlar, Türkiye'nin yargı, yolsuzluk, işkence, ifade ve din özgürlüğü ile azınlık hakları konularında daha fazla gelişme kaydetmesi gerektiğini söylediler.

BBC: "TÜRKİYE, AB ÜYELİK HEDEFİNİN SONSUZA KADAR ASKIYA ALINABİLECEĞİ KRİTİK BİR YILA GİRİYOR"

ANKARA, 16/12(BYE)--- BBC'nin 07.00-07.30 Türkçe yayınından:

Türkiye zaten gevşemekte olan Avrupa Birliği üyelik hedefinin, sonsuza kadar askıya alınabileceği kritik bir yıla giriyor. Bu ifade, Uluslararası Kriz Grubu'nun dün yayımlanan bir raporunda yer aldı. Raporda, Türkiye'nin 2000-2004 yılları arasında bu hedefe doğru hızla ilerlediği, ancak bu tarihten sonra hem Türkiye'deki reformların yavaşladığı, hem de Almanya ve Fransa gibi ülkelerde Türkiye'ye yönelik muhalefetin arttığı vurgulanıyor.
Rapora göre, 2009 yılındaki en büyük olası kırılma noktası ise Kıbrıs. Eğer, 2009 yılında bir çözüm bulunamaz ve Türkiye Kıbrıs'a limanlarını sonbahara dek açmazsa, Brüksel ve Ankara arasında müzakerelerin askıya alınmasına varabilecek bir gerginlik de yaşanabilir. Raporda, Türkiye'ye ilişkin tavsiyeler özetle şöyle:
- Türkiye, reformları yeniden başlatmalı.
- Kıbrıs'ta çözüme destek olmalı.
- Yunanistan ve Kıbrıs'ın petrol arama faaliyetlerine engel olmamalı.
- Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde ekonomik kalkınma planlarını sürdürmeli ve daha geniş kültürel ve sosyal haklar getirmeli.
- Tüm inançlardan vatandaşlar, okullardaki din dersleri ve ibadet yerleri açısından eşit haklara kavuşmalı.
- Daha az baskıcı olan sivil bir anayasayla, siyasi partiler ve seçim mevzuatı için ulus çapında bir tartışma ortamı başlatılmalı.
Kriz Grubu'nun Avrupa Birliğine tavsiyeleri ise şöyle:
- Avrupa Birliği ülkeleri, kriterleri karşıladığında, Türkiye'nin bu Birliğe üye olacağını güçlü bir şekilde vurgulamalı.
- Müzakere sürecindeki, resmi olmayan engellemelerini kaldırmalı.
- Kıbrıs konusuna daha yakından eğilmeli.
- Kafkaslar ve Orta Doğu'daki krizler karşısında Türkiye'nin attığı son adımları desteklemeli.
- PKK'ya Avrupa'dan yönelen mali desteği, daha kararlı bir şekilde engellemeli. Türkiye'deki saldırılarla bağlantılı olarak yapılan yakalama ve iade taleplerini daha adil biçimde ele almalı.
- Gayrimüslim azınlıklar ve Aleviler gibi çoğunlukta olmayan Müslüman grupların, dini özgürlüklerinin genişletilmesi konusunda Türkiye'yi teşvik etmeli.
Adalet ve Kalkınma Partisinin dış ilişkilerden sorumlu Başkan Yardımcısı Suat Kınıklıoğlu'na, raporun genel tespitine, yani 2009 yılının Türkiye-AB ilişkileri açısından kritik bir yıl olduğu görüşüne katılıp katılmadığını sorduk:

KINIKLIOĞLU: Evet, ben de katılıyorum. 2009 yılında bazı belirsizliklerin ortadan kalkacağı beklentisi ve umudu içindeyiz. Ama tabii Türkiye'nin Avrupa Birliği sözü sadece Türkiye'nin iç dinamikleriyle şekillenen bir süreç değil. Bunun bir de Avrupa boyutu var. 2009 yılında Kıbrıs müzakerelerinin de sona erdirilmesi hedefleniyor.

SORU: Uluslararası Kriz Grubu, "2000-2004 yılları arasında bu hedefe doğru Türkiye hızla ilerledi. Ancak bu tarihten sonra Türkiye'de reformlar yavaşladı. Türkiye kendi ulusal programını hayata geçirmeli" diyor. Türkiye'yi bundan alıkoyan etkenler neler?

KINIKLIOĞLU: Tabii, 2004-2005 yılları sonrasında olup bitenlerin iyi analiz edilmesi lazım. Burada çok farklı etkenler var. Özellikle 2006 sonundan itibaren Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle başlayan olağan dışı gündem, erken genel seçim akabinde Cumhurbaşkanının seçilmesi, AKP'ye karşı açılan kapatma davası gibi süreci doğrudan etkileyebilecek birçok unsurlar vardı. Şunu da unutmamak lazım: Kıbrıs Rum kesiminin veto koyması, süreci her aşamada zorlaştırması, tabii ki Türk tarafında da belirli bir motivasyon düşüklüğüne ve hayal kırıklığına yol açtı.
Biz hükümet olarak 2009'un ilk aylarından itibaren süreci tekrar hızlandırıp tatminkar bir seviyeye getirmeyi amaçlıyoruz. 2009'un özellikle ikinci yarısında daha olgun bir hale gelecek olan Kıbrıs müzakerelerinde bu önemli sorunun çözümüyle birlikte Türkiye'nin katılım müzakerelerinde de önemli bir ivme artışından bahsetmek mümkün olacaktır. 29 Mart'ta yerel seçimler yapılacak. Onun akabinde de biz, gündemin daha rahatlayıp daha fazla Avrupa Birliğine yönelik reform paketlerine odaklanması için daha müsait olacağını düşünüyoruz.

SORU: Peki bu süreçte, 2009 yılı içinde Türkiye, Kıbrıs'a limanlarını açmaya hazır olacak mı?

KINIKLIOĞLU: Biz, Ankara Protokolü meselesini, tamamıyla Kıbrıs'taki çözüm süreciyle ilişkilendiriyoruz bildiğiniz gibi. Bunu tabii Avrupalı muhataplarımız da anlamış ve görmüş durumda. Ankara Protokolü ile olan gelişmeler 2009 sonunda müzakerelerin de seyriyle paralel olarak değerlendirilecektir.

SORU: Yani, 2009'da bir çözüm bulunamazsa Türkiye, Kıbrıs'a limanlarını açmayacak diyorsunuz.

KINIKLIOĞLU: Hayır, öyle bir şey söylemiyorum. Sadece müzakere sürecinin nasıl gelişeceği ve çözümle ilgili hangi tarafın yapıcı olup olmadığı ve bu çerçevede Ankara Protokolü'nün açılıp açılmayacağı konusunda o zaman siyasi bir karar vermek gerekecek. Bunun için şu an erken. Bildiğiniz gibi 2009 yılının sonuna kadar bununla ilgili süre var.

SORU: 2009 ile ilgili kriz grubunun bir öngörüsü var. En büyük kırılma noktası Kıbrıs diyor. Siz buna katılıyor musunuz acaba?

KINIKLIOĞLU: Evet, ben de katılıyorum. Kıbrıs ile ilgili müzakereler belki bölgesel olarak birçok denge ve gelişmenin anahtarı konumuna gelmiştir. En azından Kıbrıs Türk tarafının bunun sorumluluğunun idrakinde ve bilincinde olduğunu biliyoruz. Onların da müzakere etmek durumunda kaldıkları Rum tarafı var. Umarım, onlar da vizyon ve liderlik gösterip bu sorunun çözümüne katkıda bulunur ve Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam entegrasyonunun önünü açarlar.

REUTERS: "TÜRKİYE, KIBRIS GÖRÜŞMELERİNİN HIZLANDIRILMASINI İSTEDİ VE PETROL ARAMA ÇALIŞMALARINA AĞIR BİR ŞEKİLDE ELEŞTİRDİ"

ANKARA, 17/12(REUTERS)(BYE)--- Zerin Elçi ve Ibon Villelabeitia bildiriyor:

Türkiye Dışişleri Bakanlığından bir yetkili bugün yaptığı açıklamada, "Kıbrıslı Rum ve Türkler arasında, bölünmüş Akdeniz adasının yeniden birleştirilmesi konusunda yapılan görüşmelerin daha hızlı ilerlemesi ve açık uçlu bırakılmaması gerektiğini" söyledi.
Kıbrıs'ın bölünmüşlüğüne son vermek için eylül ayında görüşmelere yeniden başlayan Kıbrıslı liderler, son günlerde Rumların petrol arama çalışmasıyla ilgili anlaşmazlıkta birbirlerini, kırılgan barış sürecine zarar vermekle suçluyorlar.
Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Burak Özügergin bir basın toplantısında, "Rum yetkililerin de yavaş gidişatın farkında olduklarını duymaktan memnunuz, çünkü biz de bu sürecin aşırı yavaş olduğunu söylüyoruz. (...) Belki görüşmelerin sıklığı artırılabilir, belki görüşme usulleri gözden geçirilebilir. (...) Kıbrıs meselesi bir takvime bağlanmalıdır. Böyle açık uçlu kalamaz" diye konuştu.
Kıbrıs, Türkiye'yi, gelecekte petrol ve doğalgaz aramaları yapılmak üzere belirlenen bölgelerdeki araştırma gemilerini 13 Kasım'dan bu yana dört defa taciz etmekle suçladı.
Özügergin, Kıbrıslı Rumların, yeniden birleşme görüşmeleri henüz devam ederken petrol arama konusunda diretmelerinin, onların "maceraperest psikolojilerinin" bir parçası olduğunu söyledi.
Özügergin şöyle dedi: "Kıbrıslı Rumların petrol aramalarının, AB'nin çıkarlarına ne kadar uygun düşeceğini kestiremiyoruz. Biz her fırsatta Türk-AB ilişkilerinde fırsatçılığa yer olmadığını tekrar ediyoruz."
Türkiye, AB üyelik müzakerelerine 2005'te başladı, ancak müzakereler, Kıbrıs Rum yönetimini tanımayı reddetmesi yüzünden aksadı. Türkiye, 27 üyeli Birliği, Ankara deniz ve hava limanlarını Kıbrıslı Rumlara açmayı reddetti diye üyelik müzakerelerinin bazı bölümlerini dondurması nedeniyle eleştiriyor.
Özügergin bu noktada, "Kıbrıs konusunun, Türkiye-AB ilişkilerinin önüne bir engel olarak konulması, durumu daha da zorlaştıracak ve ben bunun, Kıbrıs konusunun çözümüne bir faydası olacağını düşünmüyorum" diye konuştu.

 

İSPANYA BASINI

EL PAIS: "TARİHÇİ ŞEVKET PAMUK: ATATÜRK MİTİ, TÜRKİYE'DE SERBEST TARTIŞMAYI ENGELLEDİ"

ANKARA, 13/12(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 8 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında yukarıdaki başlık altında Juan Carlos Sanz imzasıyla yer alan yazının özet çevirisi şöyledir:

Şevket Pamuk (İstanbul, 1950), Türkiyesiz bir Avrupa fikrini düşünemiyor. Saygın Boğaziçi Üniversitesinin ve Çağdaş Türk Eserleri Bölümü Başkanlığını yaptığı London School of Economics'in öğretim üyesi. "Ailem hep İstanbul'un Avrupa yakasındaki Nişantaşı semtinde yaşadı, ancak annem doğum sancıları tuttuğunda vapura atlıyor ve şehrin Asya yakasındaki doktorunun kliniğine gidiyordu. Bu yüzden kardeşim Orhan (2006 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) ve ben diğer kıtada doğduk" diye şaka yapıyor. Geçen perşembe günü Madrid Carlos III Üniversitesi'nde ekonomi tarihi konusunda bir seminere katıldı.
Osmanlı İmparatorluğu ve Çağdaş Avrupa tarihi konusunda uzman olan Şevket Pamuk, içinde bulunduğumuz yüzyılda Türkiye'de yaşanan belirgin siyasi ve ekonomik değişiklikleri analiz etmek için belirli bir tarihi mesafeyi korumayı tercih ediyor. Tarihçi, "Hepsi, Avrupa Birliği'nin ne olması gerektiği konusundaki değişik görüşlerle ilgili: Dini veya kültürel bir kimliğe bağlı bir örgüt ya da ortak değerlere dayalı esnek bir birlik. İki tutum da birbirleriyle çok ilişkili" diye vurguluyor.
Tarihçi Pamuk, "Türkler arasında Avrupa yanlısı tutumlarda gerileme olmasının iç sebepleri var tabii, ancak özellikle bu Avrupa'nın davranışına da bağlı; Sarkozy'nin veya Merkel'in açıkça olumsuz mesajlarına bağlı. İstenen tüm şeylerin yerine getirilmesine rağmen Avrupa'da, Türkiye'nin katılımına karşı olduğunu söyleyen şahsiyetler var. Bu durum, Avrupa'ya şüpheyle bakılan Türkiye'de milliyetçiliğe geri dönüşü doğurdu. Ayrıca Erdoğan hükümeti de reformcu ajandasından uzaklaşıyor" diye yorumluyor.
Pamuk, modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını anlatan "Mustafa" filminin ülkesinde yarattığı tartışmaya şaşırmış. Türklerin atasının insani yüzünü gösteren bu filme milliyetçi grupların protestoları sonrasında tarihçi, "Tarihi bir kişilik ve bir insan. Ancak ölümünden sonra iktidardaki grubun Türkiye'de serbestçe yönetmeye devam edebilmesi amacıyla imajını bir külte dönüştürmeye çalıştılar" diye açıklıyor.
Profesör Pamuk, "Atatürk herkes gibi hatalar yaptı. Ancak bazıları için, Kürtlerin durumunda veya Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni topluluğa olduğu gibi birçok kültürel ve siyasi konuyu tartışmayı engellemek amacıyla bir mit yaratmak çok faydalıydı. Yarım yüzyıl boyunca Türkiye'de herhangi bir tartışma olmadı. İlkokuldan itibaren biz Türklere insan üstü bir varlık gibi aşılandı. Atatürk miti, Türkiye'de yarım yüzyıl boyunca serbest tartışmayı engelledi" diye ekliyor.
Ülkesinde Atatürk figürü, tüm kamu kurumlarında ve birçok özel mekandaki fotoğraflarıyla, meydanlardaki, okullardaki ve karakollardaki heykelleriyle her yerde varlık buluyor.
Tabular Türkiye'de azalmaya devam ediyor. Kitapçılar, 1915'te yüz binlerce Ermeninin ölümü konusundaki tarihi metinlere raflarında geniş yer veriyor. Kürtler, devlet televizyonu TRT'nin 2009 başlarında Kürtçe dilinde 24 saat yayına başlamasını bekliyor. Pamuk, "Uzun vadeli bir perspektifle bakmak hoşuma gidiyor. Son otuz yılda dünyaya açılan Türkiye'de modernleşme açısından önemli şeyler yapıldı. 1980 darbesinden sonra halk arasında Kürtçe kelimesini söylemek yasaktı. Ve ordu içinde ne olup bittiğini kimse bilmiyordu... Yavaş yavaş tüm bu engeller aşılıyor" diye vurguluyor.
Ona göre bu gelişmenin temelinde, dünya ekonomisine ve 1995 Gümrük Birliği Anlaşması sonrasında AB'ye yakınlaşmaya doğru Türk iştiraki var. "Siyasi ve ekonomik kurumları sağlamlaştırmalıyız ve bunun için de AB'ye katılım esastır" diyor. Bununla beraber Türkiye büyüyor ve 2002'de iktidara gelen İslami temelli Adalet ve Kalkınma Partisi'nin sayesinde demokratikleşiyor.
"AKP, şimdiye kadar iktidara gelen tüm partilerden daha fazla Türkiye'nin Avrupa katılımı yararına çalıştı. 2005'e kadar, AB'ye katılım müzakereleri başladığından itibaren geniş yasal reformlar yapıldı ve büyük bir ekonomik toparlanma oldu, ancak bu tarihten sonra Başbakan Erdoğan'ın partisi çok daha tutucu ve Avrupa'dan uzaklaşan sosyal bir program yürütme eğiliminde" diyor ve "Türk toplumunun laik orta sınıfının Erdoğan hükümetinin siyasetinden endişe duyduğunu" da ekliyor.

 

İTALYA BASINI

IL SOLE 24 ORE: "TÜRKİYE'DE REFORMLAR YERİNDE SAYIYOR"

ROMA, 09/12(BYE)--- Tirajı günde 500 bin olan ekonomi ağırlıklı il Sole 24 Ore gazetesinin 9 Aralık 2008 tarihli sayısında, Vittorio Da Rold imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--AB'den Suçlama: "Kaydedilen İlerleme Sınırlı." Uluslararası Para Fonu ile Müzakereler Devam Ediyor--

Ilımlı İslami parti AKP lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, içinde bulunulan güç ekonomik durum ve IMF ile 20-25 milyar dolarlık (geciken) yeni stand-by anlaşması nedeniyle olduğu kadar, halkın beğenisindeki düşüş, partiye dokunan yolsuzluk skandalları ve ekonomik reformlar cephesinde yapılan atılımdaki yavaşlamadan huzursuz olan TÜSİAD üyesi iş adamlarından gelen sert eleştiriler nedeniyle de gayet kritik bir durumda. Bütün bunlar yerel seçimlere dört ay kala oluyor. Ülkenin içinde bulunduğu çıkmaz, dün Brüksel'de yirmi yedi ülkenin dışişleri bakanlarını bir araya getiren Dışişleri Konseyi toplantısı bitiminde, Birliğe katılım için gerekli reformlar cephesinde Türkiye'nin kaydettiği gelişmelerin sınırlı kalmasından duyulan "üzüntüyü" dile getiren AB tarafından da doğrulanmış oldu.
TÜSİAD'a üye iş adamları, gazetelerde çıkan kızgın polemikler aracılığıyla krizin etkilerine gereken önemi vermediği ve kötü dönemin sona erdiğini söylediği için açıkça Erdoğan'ı sert bir dille eleştirdi. İş adamlarının söylediklerine göre, büyümeyi desteklemek ve yapısal reformlar planı ortaya atmak için hükûmetin acilen bir teşvik paketi yürürlüğe sokması gerekli. Eurasia Group'un siyaset analisti Wolfango Piccoli, "2002-2005 arası dönemde AKP -bir önceki iktidarın son iki yılı olan 2006-2007 döneminden daha az- hem ekonomik hem de AB tarafından talep edilen reformların gerçekleştirilmesi bağlamında çok çalıştı, ama bugün o atılımdan eser kalmamış gibi." dedi.
O reformlar sayesinde (özelleştirmeler, liberalizasyonlar, finans piyasalarının modernleştirilmesi, serbest bölgelerin onaylanması, altyapı iyileştirmeleri) Türkiye, 2007'de 22 milyar (2002'de kaydedilen bir milyar dolardan sonra) dolarlık yabancı doğrudan yatırımı ülkeye çekmeyi ve 2005 Ekim ayında AB ile katılım müzakerelerinin tarihi açılışını elde etmeyi başardı. Ancak AKP'nin 2007 Haziran ayında ikinci beş yıllık iktidar için oyların yüzde 47'sini elde ettiği büyük siyasi başarının ardından Başbakan Erdoğan reformların hızını frenledi. EFG İstanbul Securities ticari bankası analisti Baturalp Candemir durumu kabul ediyor: "Ekonomik reformlar sürecinde bir yavaşlama, hatta bazen geri adımlar atılıyor."
İtalyan Dış Ticaret Enstitüsü İstanbul Şubesi Müdürü Roberto Luongo şunları açıklıyor: "Sanayi üretimi, ağustos ayında yüzde 4,1, eylül ayında da yüzde 5,5 oranında geriledikten sonra, ekim ayında, Türk Lirası'nın hem dolar hem de avro karşısında önemli bir değer kaybına uğradığı (yüzde 20-30 arası) bir aşamada gerçekleşmesinden dolayı endişe verici boyutlarda bir düşüş göstererek, yüzde 8,5'lik bir gerileme daha kaydetti. Ekim ayında görülen dramatik düşüş, üretim alanında 2001'den bu yana kaydedilen en kötü ay oldu." Wolfango Piccoli'nin cevabı ise şöyle: "Ülkenin çalışma piyasasında yapılacak, esneklik unsurlarını getirecek, sosyal güvence katkılarının ağırlığını kesecek ve bugün rekabette sorun yaratan kayıt dışı alanını daraltacak acil bir reforma ihtiyacı var."
Ekonomi, 2002-2007 döneminde senelik ortalama yüzde yedi oranında büyüme gösterdi, ama işsizlik oranı yüzde 10-11'de (resmî istatistikler, iş aramayanları hesaba katmadığı için gerçek oran yüzde 20-25) sabit olarak kaldı. Ayrıca Türkiye, her yıl iş dünyasına katılan gençlerin yolunu açmak için senede 700 bin yeni istihdam yaratmak zorunda. Gerekli bir diğer reform da 700 milyar dolar olarak hesaplanan, bugün GSMH'nin yüzde 30'una eşit olan kayıt dışı ekonominin su üstüne çıkmasını kolaylaştırmalı. Kamu yönetimindeki yolsuzluğun ekonomi üzerindeki ağırlığı da ayrı: AB'nin de hükûmet tarafından daha fazla çaba gösterilmesini istediği bir başka konu.
Ülkenin zayıf noktası olan cari aktifler açığı, 2008'de 58 milyar dolara ulaşacağı ve özel sektörün döviz cinsinden borcu 90 milyar dolar civarında seyrettiği için hükûmetin vakit kaybetmemesi gerekiyor. Reformlarda çaba gösterilmesi, IMF kredisinin yenilenmesi, otomotiv, denizcilik ve tekstil gibi üretim sektörlerine destek için etkili bir teşvik planı gerekli. Ancak IMF'nin, kredi karşılığında bütçede daha fazla disiplin, yerel kurumların yatırımlarında kısıtlama ve geçen aylarda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın indirdiği bazı ürün ve hizmetlerde (gıda maddeleri, restoranlar, oteller) KDV oranını yüzde 8'den 18'e geri getirilmesini talep ettiği söyleniyor. Moody's, "IMF'nin parası olmadan ve reform alanında çaba gösterilmeden Türkiye 2009'de ekonomik durgunluğa girebilir." diye hatırlatırken, OECD 2009'da yarı yarıya inmiş (yüzde 1,6) bir büyüme öngörüyor.Başbakan Erdoğan dün yaptığı açıklamada, IMF ile müzakerelerin devam ettiğini söyledi ve IMF'nin talebine rağmen, KDV oranının artırılmasına dair planları olmadığını ekledi.
Goldman Sachs analisti Ahmet Akarlı, "Eğer hükümet ekonomik reformlar ve IMF kredisi alanlarında harekete geçmezse, gelecek yıl için önemli bir ekonomik durgunluk tehlikesi mevcut." dedi. Erdoğan ne yapacak? Reformlara yeniden başlayacak mı, yoksa Mart 2009 seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmak için ülkenin iş adamları derneği ve IMF'nin öfkesine meydan okumayı mı tercih edecek? Reformlar gerçekleşmediği sürece, her iki cephede de kaybetme riski var.

LA PADANIA: "TÜRKLERE ÖZGÜ ŞEYLER: İKİYE BÖLÜNMÜŞ BİR ÜLKENİN ÇELİŞKİLERİ"

ROMA, 15/12(BYE)--- Kuzey Ligi Partisinin yayın organı olan La Padania gazetesinin 14 Aralık 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Gazeteci Marta Ottaviani AB'yi Hedefleyen Bir Devletin Bin Yüzünü Tasvir Ediyor--

Gelenekler ve göreneklerin yanı sıra günlük yaşam, toplum, politika ve olayların belirsizliği. "Cose da Turchi" (Türklere Özgü Şeyler) "akıllı" bir yolculuk örneği ve "rastgele bir turist" olmak istemeyenlere rehberlik eden bir kitap. Ankara Hükümetinin vermiş olduğu burs ile taşındığı, hamamlar ülkesindeki deneyimlerini anlatan gazeteci Marta Ottaviani, Batı ile Doğu arasında olan bir ülkenin hikayelerini ve çelişkilerini sunuyor.
Marta, 30 yaşında, Milanolu, kültürlü ve modern, güne kolunun altında bir gazete ile evinin yakınındaki bir barda cappuccino içerek ve kruvasan yiyerek başlamaya alışmış biri. İyi bir ailesi ve Türkçe öğrenmek de dahil olmak üzere birçok şeye ilgisi var. Özellikle de uzaklara gitmek gibi büyük bir isteğe sahip. İstanbul'un en çirkin ve en pis yeri olarak tanınan yatakhane içinde 3.200 Türk arasında tek Avrupalı olarak dünden bugüne İstanbul'da bulunuyor. Türkiye'nin iyi ve kötü yönlerini tanımasına izin veren -her şeyden önce insani- macerası bu şekilde başlıyor.
Hamam, harem, kebap gibi en bilinen sembollerin ardında Marta, günlük hayatta iki kıta arasına bölünmüş bir toprağın bitmek bilmeyen çelişkilerini gösteren, kadın ve erkeklerden oluşmuş gerçek bir Türkiye'yi tasvir ediyor. İstanbul'un iki yüzünden başlanırsa, ilk önce Bizans İmparatorluğu'nun, sonra da Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olarak değerlendirilen Avrupa kesiminin anıtları, modaya uygun dükkanları, en zarif yerleri, değerli insanları, metroyu, diplomatik temsilcilikleri ve iktidarın eski saraylarını barındırıyor. Asya kıyısı ise şehrin fakir kesiminin kötü şöhretini üstünden atmayı istiyor ve geleceğe doğru ilerliyor: Oluşmakta olan burjuvaya yönelik lüks binaların yapıldığı binlerce şantiye bu kaynaşmaya işaret. "Türklere Özgü Şeyler" adlı kitap, Türkiye'yi kendisini Avrupa'ya katılmaktan ayıran Ermeni soykırımı, Kürt sorunu ve laiklerle Müslümanlar arasındaki çatışma gibi çözülmemiş sorunlara atıfta bulunmadan, bugünün Türkiye'sinin gelenek ve göreneklerini açığa kavuşturmaya çalışan bir röportaj özelliğinde.
Marta 1976 yılında Milano'da doğdu. Modern Edebiyatlar Bölümü'nden mezun oldu ve "Carlo De Martino" Gazetecilik Eğitim Enstitüsüne girdi. Ekim 2005'te Türkiye'ye giderek kısa sürede Apcom haber ajansı, Il Foglio, Il Giornale, L'Avvenire gazeteleri, Radio 24 ve Io Donna dergisi için çalışmaya başladı. Halen İstanbul'da yaşayan Ottaviani, Lübnan gazetesi An Nahar'da yazmakta ve Radio Tre Mondo'da (Radyo 3 Dünya) da yorum yapmaktadır.
(Cose da Turchi: 262 sayfa, fiyatı: 17 Avro. Bilgi için Ufficio Stampa Mursia, Tel: 02 6737 85 15 Ufficiostampa2 mursia.com)

LIBERAZIONE: "LEYLA ZANA'NIN MAHKUM EDİLMESİ VE AYAKLAR ALTINA ALINAN HAKLAR"

ROMA, 17/12(BYE)--- Komünist Yeniden Kuruluş Partisinin yayın organı olan Liberazione gazetesinin 17 Aralık 2008 tarihli sayısında, Lidia Menapace imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

"Kürt milletvekili Leyla Zana'nın yargılanması (birkaç hafta önce, kamuya açık dokuz konuşmasının içeriği sebebiyle 10 yıl hapis cezasına mahkum edildi) şüphesiz ki Türkiye Parlamentosu için son derece vahimdir ve hemen hemen tüm kurumlar İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 60. yıldönümünü kutlarken cereyan edişi nedeniyle de, açık bir başkaldırış tadı taşımaktadır. Bununla Türkiye Cumhuriyeti'nin, günün dönem başkanı aracılığıyla, Birleşmiş Milletler'e pek çok ülkede tercihleri nedeniyle hala takibata maruz kalan tüm homoseksüel kişilerin haklarının ihlalinin durdurulması için resmi talepte bulunan AB'ye yönelik, belki de kasıtlı bir bariz kabalıkta bulunduğunu düşünmemek elden değil.
Kışkırtıcı ve antidemokratik sağ güçlerin belki de gerçek bir başkan bulunduğunu, öte yandan da en azından temelde demokratik olan sağ güçlerin başka bir istikamette yürüdüklerini gösterircesine Vatikan'ın civarında, bir köktendinci Türk mahkemesi de dahil olmak üzere, garip müttefikliklerin oluştuğu görülüyor.
AB'nin geleceğine yönelik vahim bir soru ortaya çıkıyor: Bundan böyle, AB'nin sınırlarından ve tüm Orta Doğu'dan kaynaklanan sorunlara göğüs gerilmesinin yanı sıra, Türkiye'deki dini yönetimli mahkemelerin yarattığı meselelerle de mi uğraşılması gerekecek? Ayrıca, sadece düşünce özgürlüğünün ihlaliyle kalınmayıp, aynı fiiliyatların erkekler (cezasız kalan zinalar-ihanetler) veya kadınlar (taşlanmak, canlı canlı gömülmekle cezalandırılan zinalar) tarafından yapılması halinde farklı şekillerde takibata alınmasına ve diğer hainliklere nasıl olurda tolerans gösterilebilir? Bir azınlık olarak korunma hakkına sahip olan Kürt halkının bir temsilcisine sebatla siyasi özgürlük adına haykırış hakkının tanınmasından başlanarak, hiçbir hakkın ihlaline katiyen göz yummamak gerekir ve özellikle hakların korunması kültürünün tüm ilişkilerde yok edildiği, yerine intikam, ayrımcılık, kayırma ve milliyetçiliğin getirildiği günümüzde bu daha da önem taşımaktadır.
Dış görünüşleri narin, fiziki açıdan kesinlikle güçlü olmayan, minyon ancak dayanma, sebat ve ümit kapasiteleri çelikten yapılma kadınların hayat hikayelerini okuduğumda, daima aklıma gelen (İtalya'da ilk komünizm hareketlerinin kurucularından ve faşistler tarafından tutuklanarak yaklaşık 18 yıl hapis yatmış olan) Camilla Ravera ile tanıştım. Cevri'li yedi kardeşin (faşistler tarafından öldürülmüşlerdi) annelerinin anılma törenindeydik, ona yaklaşarak "Camilla hiçbir haber almaksızın, bakışta hiçbir çıkış yoluna sahip olmaksızın ve nihai sonuç hakkında hiçbir tahmin yokken yıllarca hapishanede nasıl dayandığını bana anlatır mısın" dedim ve o, bana büyük bir sükunet ve sadelikle "Ama, ben haklı olduğumu biliyordum" dedi.
Haklı olduğunu bilmek insanların en güvenli sığınağıdır, ancak insan haklarını ileri sürerek ve elde ederek bu başkaldırışın burukluğunu, zorluğunu ve uzunluğunu hafifletmeliyiz.  

YUNANİSTAN BASINI

TO VİMA: "KIBRIS KONUSUNDA TÜRK-YUNAN GERGİNLİĞİ"

ATİNA, 04/12(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 4 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

PASOK AB Parlamenteri Marilena Kopa, Türkiye'nin girişimine karşı çıktı. Tutucu -görünüşte- olan bir meslektaşım, AB Parlamenterlerinin Türkiye'nin siyasi yönetimiyle yaptığı görüşmede Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın, Kıbrıs'ın "Güney Kıbrıs" olarak kaydedilmesini istediğini söyledi. Marilena Kopa öfkelendi ve Türkiye'nin bu tahrik edici girişimini engelledi.

TO VİMA: "KİPRİANU'DAN TÜRKİYE'YE SERT ELEŞTİRİ"

ATİNA, 04/12(BYE)--- Tirajı günde olan 44.784 To Vima gazetesinin 4 Aralık 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Kıbrıs Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu, petrol için gerçekleştirilen denizaltı araştırma çalışmalarına ilişkin sorun çözülmediği müddetçe, Lefkoşa'nın Türkiye'nin AB üyeliği sürecindeki başlıkların açılmasına izin vermeye niyetli olmadığını belirterek, Ankara'ya sert bir uyarıda bulundu ve Türkiye'nin izlediği politikayı "macera diplomasisi" olarak nitelendirdi. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas da, petrol yatağı araştırma çalışmaları sonucunda elde edilecek zenginliğin, hem Kıbrıslı Rumların hem de Türklerin yararına olması amacıyla, Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat'ı, Kıbrıs sorununun çözümü için işbirliğine davet etti. Ankara'nın, araştırma gemilerinin Kıbrıs'ın münhasır ekonomik kuşağında bu dönemde gerçekleştirdiği petrol arama çalışmalarını taciz etmek yerine, bütün ada halkının ekonomik kazancı haline dönüştürecek şekilde Kıbrıs sorununun çözümü için işbirliği yapmasını istedi.
Cumhurbaşkanı, aynı zamanda Talat'tan, egemenlik haklarını devretmediğini netleştirdi ve doğrudan görüşmelerde ilerleme sağlanması için gerekli uzlaşmayı göstermesini istemeyi de ihmal etmedi. Ayrıca son zamanlarda Türk kesimi tarafından "sıfırdan doğuş", yani iki ayrı devlet kurulması konusunun sık sık gündeme getirilmesi, Lefkoşa'nın gözünden kaçmamıştır. Ancak Lefkoşa, Talat "sıfırdan doğuş" kelimesini kullanmaktan kaçınmış olsa bile, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin federal bir devlete dönüşümüne dayanacak bir çözümü reddettiğinin farkındadır.

PONTİKİ: "DORA TÜRK-YUNAN KONULARINA DOKUNMADI"

ATİNA, 04/12(BYE)--- Tirajı haftada 14.714 olan Pontiki gazetesinin 4 Aralık 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türk-Yunan konuları, Dışişleri Bakanlığını üstlenen her bakanın, her şeyden önce, siyasi kariyerini olumsuz etkilememesini dilediği en "yakıcı" konulardır. Her şeyin düzenli gelişmesi durumunda bu konuları aynı "yakıcı" paketle gelecek bakana teslim eder. Bu taktiği uygulamayı en iyi bilenlerden birisi de Dora; görevi süresince Türk-Yunan konularında hiçbir şey yapmamayı başardı.

--Hareketsizlik "Kanıtları"--

Yunan AB Parlamenterlerinin, üstelik YDP'li parlamenterlerin AB Parlamentosuna şikâyetlerinden, Dora'nın Dışişleri Bakanlığındaki görevi sırasında Türklerin geriye, bir tek adım dahi atmadıkları kanıtlanıyor:
- İstanbul'daki patrikhanenin ekümenikliği,
- Heybeliada Ruhban Okulunun tekrar açılması,
- Ege ve Kıbrıs'ta tahrik edici tutumların yoğunlaşması
- İnsan haklarına, özellikle de gayrimüslimlerin haklarına saygı konularında herhangi bir gelişme kaydedilmedi.
Türk yetkililer her fırsatta, süper güç temsilcileri gibi davranarak, ülkelerinin AB üyesi olması için Dora'nın desteğini almak için hiçbir çaba göstermediklerini belli ediyorlar. Hatta Ege ve Kıbrıs'ta petrol arama konusu nedeniyle, Ankara hem Kıbrıs sorununun çözümlenmesi yönündeki çabaları torpillemeye, hem de Ege'deki tahrik ortamını yaşatmaya kararlı görünüyor.

--Hesap Vermiyorlar--

Ege'de sorunların çözümlenmesi amacıyla yapılan istikşafi görüşmeler çerçevesinde Yunanistan ve Türkiye temsilcileri 41 kez görüştü ve herhangi bir ilerleme kaydedilmedi.
AB Parlamentosunun karma AB-Türkiye heyeti, 60 kez görüşmelerde bulundu ve Türkiye'nin üyelik öncesi yükümlülüklerini yerine getirme niyetinde olduğuna dair henüz bir belirti yok. Ankara'da yapılan son (26-28 Kasım) görüşmeye gelince, Heyet üyesi Yunanlı AB Parlamenterlerinin açıklamalarını cevapsız bırakan Türk yetkililer, tutumlarıyla süreci de önemsemediklerini açıkça gösterdiler.
Daha ayrıntılı olarak, PASOK'un AB Parlamenteri Marilena Kopa AB Parlamentosunun söz konusu heyetinin toplantısı sırasında, Türkiye Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek'ten şu konularda görüş talep etti:
- Norveç gemisini kiralayarak Meis adası yakınlarındaki Yunan kıta sahanlığındaki petrol aramaları,
- Kıbrıs hükümetinin kararı üzerine Kıbrıs kıta sahanlığında başlatılan petrol aramalarını engelleme,
- Ege sahillerinde nükleer santral inşa etme konusu.
Türk Bakan, Ege ve Kıbrıs'taki olayları yorumlamayı reddetti, fakat Ege konusunun hala açık olduğunu söyledi, nükleer santral konusuna gelince Türkiye'nin şu anda yolun başında olduğunu ve daha yapılacak çok şey olduğunu belirtti.
Aynı toplantıda, YDP AB Parlamenteri Margaritis Shinas tarafından sorulan soru da cevapsız kaldı. Shinas Türkiye'yi, kaçak göçmenlerin sayısındaki dramatik artışla ilgili olarak Türkiye'yi sorumluluklarını üstlenmeye davet etti.
Yunanlı AB Parlamenteri, Türkiye'den Yunanistan yoluyla Avrupa'ya geçen kaçak göçmen sayısının giderek arttığını, yılda 100 bini aştığını hatırlatarak, Türkiye'nin AB-Türkiye arasında kaçak göçmenlerin iadesine ilişkin anlaşmayı imzalamadığını, aynı zamanda da Yunanistan ile imzaladığı protokolü uygulamamasından doğan sorumluluklarını hatırlattılar. Türkiye'den kaçak giren 52.444 yabancının iadesi için yapılan talepleri Türkiye, bürokratik nedenler öne sürerek sadece 6.498'ini almayı kabul etti.
AİHM'nin kesin kararlarını uygulamama ve genelde insan haklarına saygı gösterme yükümlülüğüne karşı olumsuz tavır sergileme taktiğine sadık kalan ve bu çizgide ilerleyen Türkiye, AB Parlamentosunda da kısa bir süre önce belli olduğu üzere, vicdani retçilerin haklarına saygı göstermediği gibi onları koruyan örgüt mensuplarını da sanık sandalyesine oturtuyor.
YDP'li AB Parlamenteri Antonis Trakatellis, 22 Ekim'de AB Komisyonuna bir soru önergesi vererek konuyu gündeme getirdi ve şunları söyledi:
1. Bülent Ersoy Türk kamuoyunu orduya ve Türkiye'de zorunlu askerlik görevine karşı kışkırtmak suçuyla adalete sevk edildi.
2. Aleyhindeki suçlama Türk Ceza Kanununun 318. maddesine dayanarak düzenlendi. Söz konusu maddede, kamuoyunu askerlik görevine karşı çıkmaya yöneltme suçu için iki yıl hapis cezası, bu görüşün medyada dile getirilmesi durumunda ise bir yıl daha uzatılması öngörülüyor.
3. Söz konusu maddeyle, ifade özgürlüğü ve bilgilendirmeye ait AB Temel İnsan Hakları Tüzüğü ihlal ediliyor. Bu maddeye dayanılarak vicdani retçileri savunan gazeteciler, defalarca mahkemeye verildi.
Yunanlı AB Parlamenteri heyete, Bülent Ersoy konusunda bilgisi olup olmadığını ve AB adayı Türkiye'nin, vicdani retçilerle onları destekleyenlerin insan haklarının korunması yönünde ne gibi önlemler almak niyetinde olduğunu sordu.
27 Kasım'da yetkili Komiser Olli Rehn'in, Antonis Trakatellis'e gönderdiği cevaptan, Türkiye'nin bu utanç verici davranışlarından Heyetin haberdar olduğu, fakat bu konuları tüm uygun düzeylerde Türk makamlarının önüne getirmekten ve durumu yakından izlemekten başka bir şey yapamadığı anlaşıldı.

--Hangi Heybeliada--

Antonis Trakatellis'in Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılması ve Patrikhanenin Ekümenikliğinin tanınmasıyla ilgili sorusuna da Heyetin verdiği cevap aynı izlenimi yarattı. Komiser cevabında sadece Türk eğitim sistemindeki sorunları vurgulamakla yetindi.
Tabii bütün bunlar Doramız için önemsiz. Mademki, fotoğraf çekmek yok, iç piyasada kazanımlar sağlayacak "büyük kararlar" da söz konusu değil, boşuna Türk kabadayılığıyla ne diye uğraşsın. Üstelik bu ara Mitsotakis'in kızı "partiye ve vatana" başka konumdan hizmet etmeye hazırlandığına göre, tam bir ilgisizlik örneği sergilemesi normal.

TO VİMA: "KAÇAK GÖÇ KONUSUNDA TÜRKİYE'YE YAPTIRIMLAR"

ATİNA, 05/12(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 5 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Birliği'nin gelecek zirvesine katılacak olan Başbakan Kostas Karamanlis, yasa dışı göç trafiğini kolaylaştırdığı ve cesaretlendirdiği gerekçesiyle Türkiye'ye karşı yaptırımlar uygulanmasını talep edecek. Bu açıklama, dün öğle saatlerinde Başbakanla AB zirve gündemini görüşen İçişleri Bakanı Prokopis Pavlopulos tarafından Başbakanlık çıkışında yapıldı.
Yunan adli makamlarının eline geçen ve Türkiye'nin insan kaçaklığı yapan çevrelerini açıkça cesaretlendirdiğini ortaya koyan bilgileri Başbakan Karamanlis'e aktaran İçişleri Bakanı Pavlopulos, "Herkes, özellikle de AB üyesi olmak isteyen ülkeler, sorumluluklarını üstlenmelidir. İnsan haklarını bu kadar açık bir şekilde ihlal etmeleri ve aynı zamanda da uluslararası yükümlülüklerine saygı göstermemeleri kabul edilemez. Açıkça Türkiye'den söz ediyorum. Çünkü, Türkiye'den Yunanistan'a gelen bütün bu insan tacirlerinin korunmasına dair tutum azalacağına çoğalıyor. Bunun karşısında AB'nin pasif kalması ve aslında AB müktesebatına saygı göstermeyen -bunu vurguluyorum- bir ülkeye karşı yaptırımların uygulanmaması da kabul edilemez bir durumdur" dedi.
İçişleri Bakanı aynı zamanda, AB'nin dış sınırlarının korunması yönündeki bütün girişimlerinde Yunanistan'ın başrol oynadığını ifade etti. Göçmenlik ve İltica Anlaşmasında, üye devletlerin, bu bağlamda Yunanistan'ın da belirlediği sınırların Avrupa sınırları olduğu ve bu sınırların korunmasının Avrupa'nın görevi olduğu açıkça belirtiliyor. Bu nedenle Başbakan, Avrupa'nın FRONTEX organizasyonunun daha da güçlenmesinin ve bir nevi EUROPOL'e dönüşmesinin gerekli olduğunu vurgulamayı amaçlıyor. Yunanistan ayrıca, kaçak göç sorununa karşı ortak bir politika belirlemek amacıyla Akdeniz ülkeleri (İtalya, Malta ve Kıbrıs) girişimini de katılıyor.

TO VİMA: "YENİ GERGİNLİK"

ATİNA, 08/12(BYE)--- Tirajı pazar günleri 201.086 olan To Vima gazetesinin 7 Aralık 2008 tarihli sayısında, Yannis Kartalis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Meis Adası ve Kıbrıs'taki olaylardan, aynı zamanda da Dora Bakoyanni'nin geçtiğimiz hafta Helsinki'de Türk mevkidaşı ile görüşmesinin tam bir çıkmaza sokulmasından sonra Atina'da Türk-Yunan ilişkileri için yoğun bir kaygı hakim. Hatta, beklendiği üzere AB zirvesinde Türkiye'nin AB yoluna ilişkin kararların olumsuz olması, yani Ankara'nın gerekli reformlar yönünde ilerlememiş olmasının tespit edilmesi, sonuç olarak da üyelik müzakerelerinin 35 bölümünden 8'inin dondurulmuş kalması durumunda, kısa bir süre önce gözlenen gerginliğin daha da artması bekleniyor. Ağır bir ortamın şekillenmiş olduğu, Yunan Dışişleri Bakanının Reuters haber ajansına verdiği mülakatta, Türkiye'nin Yunanistan tarafından sarfedilmekte olan gerginliğin aşılması yönündeki çabalarına karşılık vermediğini açıkça ve diplomatik manevralar yapmadan belirtmiş olmasından da belli oluyor.
Durum Erdoğan'ın askeri kurulu düzene karşı çıkarak ortama tamamen hakim olmasından sonra üyelik müzakerelerinin sorunsuz gelişmesi amacıyla reformlar yolunda ilerleyeceğine ve Yunanistan ile yakınlaşacağına, neden daha katı bir tutum benimsemeyi seçtiği sorusunun dile getirilmesine yol açıyor. Güvenilir kaynakların yorumlarına göre, Türk Başbakan, özellikle Fransa'nın fakat Almanya ve Avusturya'nın da tutumu nedeniyle, Türkiye'nin AB'ye tam üye olamayacağını anlamış, bu nedenle de Türkiye'nin bölgesel süper güç olma yönündeki rolüne geri dönme kararı almış bulunuyor. Diğer bir yoruma göre, Erdoğan, Kara Kuvvetleri Komutanı ile mahkeme kovuşturmalarına son verilmesi karşılığında askerlerin gücüne dokunan reformları yapmayacağına dair gizli bir anlaşma yapmış bulunuyor. Gerçek ne olursa olsun Türk Hükümetinin reformları ilerleteceğine, gün geçtikçe daha da katı bir milliyetçi çizgide hareket etmeyi seçtiği kesindir.
Son olaylardan da belli olduğu üzere bu politikanın kurbanları Yunanistan ve Kıbrıs'tır. Helsinki'de Türkiye Dışişleri Bakanının hükümetinin Ege ve Kıbrıs'a ilişkin bilinen uzlaşmaz tezlerini Bakoyanni'ye tekrarlamış olması tesadüf değil. Bu koşullar altında Lefkoşa'da Hristofyas ile Talat arasında müzakerelerde de herhangi bir gelişmenin kaydedilmeyeceği kesindir. Atina'nın ise politikasını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Şimdiye kadar uyguladığı politika, Türkiye'nin Avrupa perspektifini seçmiş olduğuna ve bu sürecin desteklenmesiyle dolaylı bir şekilde ikili ilişkilerin de düzeleceği inancına dayanmıştı. Şimdi bu ümitler söndü. Çok geç olmadan bunu anlar ve gereğince hareket edersek iyi olur.

ETHNOS: "GİRİŞİMLER BAŞLADI"

ATİNA, 08/12(BYE)--- Tirajı günde 46.593 olan Ethnos gazetesinin 8 Aralık 2008 tarihli sayısında, N.M. rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

AB zirvesi nihai metninin düzenlenmesiyle ilgili gelişmeler, Lefkoşa için pek de kolay olmayan bir ortam şekillendiriyor. Edindiğimiz bilgilere göre, başta İngiltere ve İsveç olmak üzere bazı ülkeler, koordineli bir şekilde Ankara'nın Kıbrıs konusuna ilişkin yükümlülüklerini pek de katı bir şekilde hatırlatmamaya ve tabii Türkiye'nin yükümlülüklerine uyum sağlamış olup olmadığının gözden geçirileceği 2009 yılındaki zaman süresinin ortadan kaldırılmasına çalışıyor. Atina'nın ülke olarak Türkiye ile sorunlarımızı çözmüşüz gibi davranmayacağını ve Kıbrıs'ı da tek başına bırakmayacağını ümit ederiz.

TO VİMA: "AB'DEN TÜRKİYE'YE UYARILAR"

ATİNA, 09/12(BYE)--- Tirajı günde 44.784 olan To Vima gazetesinin 9 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Genel İşler Konseyinden Yunan Tezleri Lehinde Açıklamalar--

Genel İşler Konseyinin raporunda, Yunanistan'ın Türkiye ve EYCM hakkındaki tezlerine ilişkin olumlu ifadeler yer alıyor. Konsey, Türkiye'yi iyi komşuluk ilişkilerini ve iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların barış ortamında çözümlenmesini etkileyecek herhangi bir tehditten, sürtüşmeden veya hareketten kaçınmaya davet etti. Türkiye'nin Gümrük Birliği Protokolü'nün ayrım yapmadan ve tam olarak uygulanmasına ilişkin sorumluluklarını yerine getirmemesinden ve Türkiye ile Kıbrıs arasındaki ikili ilişkilerin düzelmesi konusunda gelişme kaydedilmemiş olmasından dolayı üzüntüsünü dile getiren Konsey, Kıbrıs konusuna ilişkin olarak, "Türkiye'nin sorumluklarını yerine getirmesi ve BM Güvenlik Konseyinin bildirileri temelinde hukuki çözüm bulunması" gerektiğinin altını çizdi.
EYCM hakkında, komşusu ülkelerle ilişkilerini etkileyecek hareketlerden ve açıklamalardan kaçınılması gerektiği vurgulandı. Ayrıca iyi komşuluk ilişkilerini korumanın ve isim konusunda ortak kabul edilir çözüm bulunmasının önemli olduğu hatırlatıldı. Türkiye'nin üyelik sürecine ilişkin olarak, 2008 yılından sonra yapılan yenilikler sınırlı olduğu için hayal kırıklığı ifade edildi. Konsey Türkiye'yi insan hakları, fikir özgürlüğü, din ve kadın hakları alanlarındaki girişimlere ivme kazandırmaya davet etti.

ELEFTHEROTİPİA: "AB NATO'NUN EKİ"

ATİNA, 12/12(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 12 Aralık 2008 tarihli sayısında, Kira Adam imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:

AB Dönem Başkanı Fransa, AB'nin NATO ile "birbirlerini tamamladıkları" anlamının benimsenmesiyle, Atlantik Paktı'nın Avrupa operasyonlarındaki rolünü daha da güçlendiriyor, Ortak Dış Politika ve Savunma Politikasının temel noktalarını son anda değiştirme teşebbüsünde bulunuyor. Buna paralel olarak Türkiye'nin Avrupa askeri operasyonlarındaki rolünü güçlendiriyor, böylelikle de Ankara ile AB arasında gelecekte özel bir ilişki statüsünün şekillenmesi yönünde bir adım atıyor.
Edinilen bilgilere göre AB dönem başkanlığı, son zamanlarda Türk tarafıyla yapılan müzakerelerde, Avrupa'nın NATO araçlarını kullanan operasyonlarına Türk katılımını güçlendirme konusunu görüştü, bu da Kıbrıs Cumhuriyeti'ne doğrudan ve Yunanistan'a dolaylı zarar veriyor. Bütün bunlar ise Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına "bir bayram havası içinde" geri dönüşünün arifesinde oluyor.
Bu gelişmeler sonucu, Dönem Başkanı Fransa'nın nihai metin taslağının Ortak Dış Politika ve Savunma Politikası bölümünde, "AB Konseyi ilgili bildiriyle ve AB ile NATO arasındaki stratejik ilişki çerçevesinde, Avrupa'nın NATO'yu tamamlayıcı güvenlik ve savunma politikasını ilerletme iradesini doğruluyor..." deniliyor.

--Türkiye'nin Fotoğrafı--

Aynı bildiride Fransız başkanlığı kullandığı ifadelerle, açıkça Türkiye'den söz ettiğini belli ediyor, Ortak Dış Politika ve Savunma Politikasındaki katılımının statüsünü yükseltiyor: (Konsey) Ortak Dış Politika ve Savunma Politikası ile AB üyesi olmayan Avrupalı müttefiklerin bağlantısını mümkün kılan çerçeveden tam olarak yararlanma ihtiyacını hatırlatıyor.
Başka bir ifadeyle metnin bu maddesi, Fransızların niyetlerine göre Avrupa askeri operasyonları ve misyonları için tam söz sahibi olacak Türkiye'nin "fotoğrafını" gösteriyor.
Fransa'nın böylece Türkiye'yi "okşamakta" ısrar etmesi ve aslında Türkiye ile AB arasında özel ilişkinin kurulması yönünde bir adım daha atması, Kıbrıs'ın AB'ye tam üye olan bir ülke olarak Ortak Dış Politika ve Savunma Politikasını ortaklarıyla birlikte düzenlemesindeki çıkarlarının tamamen aleyhindedir.

--Genişletilmiş Veto--

Türkiye'nin AB-NATO ilişkileri çerçevesinde "Ankara metni" ile ulusal çıkarlarına ve Türkiye etrafındaki geniş bölgeyle ilgili çıkarlarına değinen ve NATO altyapılarının kullanılmasıyla yapılan Avrupa operasyonlarını veto etme hakkını güvence altına almış olduğu hatırlatılır. Fransız başkanlığının bu yeni bildiri teşebbüsüyle, Türkiye'nin rolü aynı zamanda da veto hakkı daha da genişletiliyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti kaynakları, Kıbrıs'ın AB'ye tam üye olmasına ve bu sıfatıyla Fransız başkanlığının metnini bloke etme gücüne de sahip olmasına rağmen 26 üye devletin, yani Yunanistan'ın da mutabakatının elde edilmiş olduğunu tespit ettiği için bu tür bir harekette bulunmayacağını belirtti.
Yunan tarafından edinilen bilgilere göre, hükümet Fransız başkanlığının metninde önemli saydığı bazı noktaları değiştirme teşebbüsünde bulundu, AB'nin askeri operasyonları için kararlarla ilgili "özerklik" terimine güç kazandırılması gereği üzerinde ısrar etti, ancak Türkiye'nin Avrupa operasyonlarına katılımının güçlendirilmesini bloke etme niyeti göstermedi.

TO VİMA: "ANKARA MEİS ADASINDA, ATİNA BRÜKSEL'DE CEPHE AÇTI"

ATİNA, 15/12(BYE)--- Tirajı pazar günleri 201.086 olan To Vima gazetesinin 14 Aralık 2008 tarihli sayısında, Nikos Hasapopulos/Angelos Athanasopulos imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

Ankara'nın Meis adası ile Kıbrıs'ta kısa bir süre önce sergilediği kışkırtıcı tavırdan sonra Atina, Türkiye'ye yönelik tutumunu yeniden gözden geçirmeyi düşünüyor. Yapılan değerlendirmelere göre, iki ülke arasındaki gerginlik, Türkiye aleyhindeki ortamın iyice ağırlaştığı AB cephesinde ortaya konacak. 2009 yılı sonlarında Türkiye'nin Avrupa yönündeki ilerlemesinin değerlendirileceği de göz önünde tutularak, herhangi bir gerginlikten kaçınmayan hükümet, Ankara'nın ikili ilişkilerin düzelmesiyle Kıbrıs görüşmelerine yapıcı bir şekilde katkıda bulunmamakta ısrar etmeye devam etmesi durumunda, AB yolunun çok zorlu olacağını Ankara'ya bildirmeyi hedefliyor. Ankara'nın tahriklerini cevapsız bırakmamaya ve Kıbrıs sorununun çözümü için AB üyesi ülke olmanın sağladığı avantajlardan sonuna kadar yararlanmaya kararlı olan Atina'nın girişiminin, Lefkoşa ile anlaşma sonucunda olması planlanıyor.
Brüksel'de Türkiye'ye dair şekillenen ortamı, geçen pazartesi günü açıklanan Genel İşler Konseyi nihai metnindeki ifadeler en iyi şekilde yansıtıyor. "27"ler, Ankara'nın siyasi reform alanında çok az ilerleme kaydetmesi karşısında yaşanan hayal kırıklıklarını dile getirdiler ve Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili konularda, Türkiye'den "net bir şekilde iyi komşuluk ilişkilerinin korunması konusunda güvence vermesini" ve bu ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilecek "herhangi bir tehdit, sürtüşme veya girişimden" kaçınmasını talep ettiler. Kıbrıs konusunda Konsey, Ankara'nın soruna kapsamlı bir çözüm bulunması yönünde net adımlar atmasını istedi.
Bakoyanni kısa bir süre önce Fileleftheros gazetesine ve Reuters haber ajansına yaptığı açıklamalarda, "Yunan tarafının en azından açıklamalar düzeyinde daha katı bir tutum benimseyeceğini" doğruladı. Bakoyanni, Ankara'nın Yunanistan'ın ikili ilişkilerde gerginliğin aşılması yönündeki girişimlerine karşılık vermediğini ve Kıbrıs konusunun çözülmesi işini zora sürdüğünü vurguladı. Yakın çalışma çevresinden edinilen bilgilere göre, Bakoyanni, Helsinki'de AGİT toplantısı sırasında Türk mevkidaşı Ali Babacan ile yaptığı görüşmede bunları aynen tekrarladı.

--Türk Yükümlülükleri--

Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Atina'nın katı bir tutum benimsediğinin uygulamada da belli olması için öneriler de sunuldu. Bu ifadenin tam olarak nasıl bir anlam taşıdığının açıklanması için şimdilik erken. Ancak, 2009 Aralık ayında Türkiye'nin AB yönünde ilerlemesinin değerlendirileceği de göz önünde tutulursa, Atina'nın belki de, Ankara'yı sorumluluklarıyla karşı karşıya getirmesi ve ek protokole uyması, yani liman ve havaalanlarını Kıbrıs gemi ve uçaklarına açması -Kıbrıs Cumhuriyeti'ni böylelikle tanıması- konularını ortaya koyması, aksi halde "dondurulmuş" olan sekiz bölümün açılmasını kabul etmeyeceğini bildirmesi gerekir. Türkiye ile özel ilişkiden yana olan ve AB üyesi olmasını istemeyen Avrupalıların arttığını dikkate almalıyız. Deneyimli diplomatlara göre, Atina bu senaryoları da göz önünde bulundurarak hazırlıklı olmalı. Şimdiye kadar gerek Atina gerekse Lefkoşa bu senaryoyu reddediyor, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını istiyordu. Hristofyas'ın müzakerelerdeki muhatabı Mehmet Ali Talat'ın, Türkiye'nin diplomatik-askeri düzeniyle anlaşmadan bir adım dahi atmadığına dair belirtiler gün geçtikçe artıyor. Talat, Kıbrıslı Türklerin lideri olarak seçilmenin tek yolunun doğrudan Ankara'dan geçtiğinin, özellikle de askerlerden geçtiğinin bilincine varmış durumda. Bu nedenle de onlarla aynı çizgide hareket etmediğine dair en ufak bir işaret vermeyi kesinlikle istemiyor.
Kıbrıs Cumhurbaşkanının, Kıbrıs'ın Münhasır Ekonomik Bölgesinde Kıbrıs adına jeofizik aramalar yapan gemilere Türk firkateynleri tarafından yapılan engelleme hakkında BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a gönderdiği iki mektuba, Türk hükümetinin cevabının Talat tarafından Cumhurbaşkanı Hristofyas'a verilmesi elbette beklenmedik bir şey değil. Brüksel'i ziyaret eden Talat'ın Kıbrıs'ın, sorunun çözümünü istiyorsa petrol yatakları arama konusundaki girişimlerini durdurtmasının gerekli olduğunu aniden açıklaması, yani ilk kez Ankara'nın diplomatik-askeri düzeni tarafından dile getirilen bir görüşü dile getirmesi de beklenmedik bir şey değildi.
Deneyimli diplomatlar, "Ege'de tahrik ve Doğu Akdeniz'de Kıbrıs gemilerine yönelik engellemeler artarken, Atina ile Lefkoşa ne yapabilir?" diyorlar. Ve en önemlisi, Ankara Kıbrıs'ın kıta sahanlığına sahip olduğunu reddediyor, BM ve AB üyesi olmasına rağmen tanımamaya devam ettiği Kıbrıs ile kıta sahanlığı sınırlarını belirleme yollarını görüşmeyi dahi düşünmüyor.

--Avrupa ve Kıbrıs Konusu--

Lefkoşa ve Atina'daki diplomatlar, enerji bölümü gibi yeni bölümlerin açılmasını Kıbrıs'ın reddedeceğine ilişkin uyarıların Ankara tarafından ciddiye alınması gerektiğini ifade ederek, Ankara'nın; Kıbrıs Cumhuriyeti'ni BM ve AB üyesi bir ülke olarak tanımaması durumunda, AB yolunun hiç de kolay olmayacağını belirtiyorlar. Kıbrıs konusu AB-Türkiye ilişkilerine doğrudan bağlanarak, yeni bir dinamizm kazanmış olabilir. Ancak güvenilir kaynaklar "ekonomik krizin doruğa ulaştığı bu aşamada, AB'nin Kıbrıs konusuna pek de önem vermediği", Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso'nun sadece AB hukukunun bütün Kıbrıs'ta uygulanmasına yardımcı olmayı kabul ettiği de gözden kaçırılmamalı.
"27"lerin Türkiye'nin AB üyeliği konusunda "sert" bir dil kullanmaları bir yana, Avrupalıların bazı konularda Türkiye'ye ihtiyaçları var ve bu çerçevede Ankara için olumlu bazı girişimlerde bulunabilirler. Bu nedenle, Ortak Dış Politika ve Savunma Politikasının geleceği ve AB-NATO ilişkilerine dair yapılan yoğun görüşmeler, Lefkoşa için tuzaklarla dolu. Lefkoşa ile ilgili bu durum, AB Dönem Başkanı Fransa'nın, Brüksel zirvesinin nihai metnine kararlar alınmasında AB'nin NATO'yu tamamlayıcı rolüne ilişkin ilkeyi uygulayarak, güvenlik ve savunma konularında AB'nin özerkliğine son veren öngörüler dahil etmeye çalışmasından açıkça belli oldu.

--ABD'ye Yönelik Ödünler--

Bugüne kadar Amerika yanlısı İngiltere tarafından desteklenen bu plan, şimdi Sarkozy'nin kararıyla NATO'nun askeri kanadına dönen, ittifak içinde özerk Avrupa koluna ilişkin sabit amacından vazgeçerek, AB ile NATO'da kendi stratejik rolünü ön plana getirmeye yönelen ve bu çerçevede de Washington'a ödünler veren Fransa tarafından da destekleniyor.
Böyle bir gelişme, herhangi bir girişim için ilk ve son sözün Atlantik Paktına ait olacağı demektir ki, bu da Avrupa savunmasına ilişkin konularda Ankara'nın söz sahibi olacağı anlamına geliyor. Türkiye'nin "Ankara Metni" ile ulusal çıkarlarına değinen konularda (Ege, Kıbrıs) NATO'da veto hakkına sahip olduğu da unutulmamalıdır. Fransa'nın önerisi kabul edilseydi, söz konusu veto daha da büyük bir güç kazanacaktı, aynı zamanda, AB-Türkiye arasında özel ilişki yolu da açılmış olacaktı.
Atina ile Lefkoşa, AB'nin savunma konularında özerk karar alması ve 2000 yılı Nice Anlaşması ile belirtilen çerçevenin korunması amacıyla, nihai metinde bazı değişikliklerin yapılmasını talep ederek, konuya müdahale etti. Aslında konuyla ilgili nihai metinde yer alan ifadeler net değil ve bu değişiklikten yana olanların konuyu tekrar masaya getirmeleri bekleniyor.
Dönem Başkanı Fransa'nın bu hareketi, NATO ile herhangi bir güvenlik anlaşması olmayan tek AB üyesi olan Kıbrıs'ta kaygı yarattı. Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas NATO ile herhangi bir ilişki istemiyor ve Kıbrıs'ın cumhurbaşkanı olduğu sürece NATO ile işbirliği ilişkisi içinde olmayacağını daha önce açıklamıştı. Hristofyas, AB üyesi olan Kıbrıs'ın uluslararası garantörlere ihtiyacı olmadığı konusunda ısrar ediyor.

ETHNOS: "GÖZ YUMUYORLAR"

ATİNA, 17/12(BYE)--- Tirajı günde 46.593 olan Ethnos gazetesinin 17 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Birçok AB ülkesinin Türkiye'yi desteklediği ve ülkede olanları görmezden geldiği biliniyor. Gelecek cuma günü Türkiye-AB üyelik müzakerelerinde birisi sermayenin serbest dolaşımı, diğeri ise enformasyon toplumu ve medya ile ilgili iki bölümün açılması bekleniyor. Ne yazık ki bu gelişme, Hrant Dink'in öldürülmesiyle de belli olduğu gibi, Ankara'nın gazeteciler ve medya yönünde bugüne kadar sergilediği tutumu ödüllendiriyor. Hem AB'yi hem de Türkiye'yi yoğun bir şekilde ilgilendiren enerji bölümü ise, Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki bilinen tehditleri nedeniyle Kıbrıs tarafından bloke edilmiş durumda. Acaba Atina'nın tezi nedir?

 

İSVİÇRE BASINI

TAGES-ANZEIGER: "TÜRKİYE'NİN AVRUPA'YA UYGUN(SUZ)LUĞU VE KÖKENLERİ"

BERN, 10/12(BYE)--- Tirajı günde 216.400 olan Tages-Anzeiger gazetesinin 10 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Rudolf Walther imzalı haber-yorumun çevirisi şöyledir:

--Yeni Bir Araştırma Türkiye'nin Bugün Yaşadığı Gerilimlerin Tarihsel Nedenlerini Ortaya Koyuyor--

Yeni ve önerilmeye değer bir Türkiye araştırmasının yazarının adı Gerhard Schweizer. Türkiye'de kırk yılı aşkın süredir dolaşıyor ve sadece Türkiye'nin tarihini değil, İslam'ın hakim akımlarını da tanıyor. Ortalama bir gazete okuyucusunun bildikleri çoğunlukla basın haberlerine ve "İslamcılık", "Namus Cinayeti" ve "Zorunlu Evlilik" gibi manşetlere dayanıyor. Ancak birçok kişinin kafasında olan resimlerin aksine Schweizer yaptığı birçok gezide ülkeyi sadece "inancın" hakim olduğu bir yer olarak yaşamadı.
Yazar, inandırıcı bir biçimde Türkiye'nin anlaşılmasının en önemli anahtarının ithal edilen ve yukarıdan emredilen devrimin tarihi olduğunu ortaya koyuyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün ve 1. Dünya Savaşı'nın ardından sömürgeci güçler tarafından bölünmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa (1881-1938) 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. 1934 yılından sonra Atatürk olarak adlandırıldı. Atatürk, diğer Avrupalı devletlerdeki milliyetçiliği, Latin Alfabesini, İsviçre Medeni Kanunu'nu ve Fransız modeli yönelimli sert bir laikliği getirdi. İslam'ı "çürümüş bir kadavra" ve ülkenin medeni anlamda geri kalmışlığının nedeni olarak gördü.
Ancak yukarıdan emredilen modernleşme yüzeysel kaldı, çünkü özellikle kırsal nüfus yüzyıllardır Müslümandı. Bu da ülkenin bugüne kadar içinde bulunduğu ve muzdarip olduğu paradoksal şartlara yol açtı: Ilımlı İslamcı AKP ülkenin demokratikleşmesi ve toplumda dinin yeniden önem kazanması için mücadele ederken, laiklik kavramı altında milliyetçi ordu ve zengin burjuva üst tabakası ayrıcalıklarını koruyor.
Schweizer'in kitabı, Türkiye'nin Avrupa'ya uygun olmamasının nedeninin İslam değil, eksik olan siyasi çoğulculuk, zengin ve fakir arasında sosyal eşitliğin bulunmaması olduğunu ortaya koyuyor. Bilgilendiren ve güzel örnekler veren kitap amansız bir İslam eleştirisi değil ve siyasi konulara ilgi duyan okurlara önerilir.
--Gerhard Schweizer: "Die Türkei. Zerreissprobe zwischen Islam und Nationalismus." Klett-Cotta, Stuttgart 2008. 345 sayfa, yaklaşık 36 Frank.

 

ABD BASINI

VOICE OF AMERICA: "TÜRKİYE'DE POLİSİN İNSAN HAKLARINI İHLAL ETTİĞİ İLERİ SÜRÜLÜYOR"

WASHINGTON, 06/12(BYE)--- Voice of America'nın 5 Aralık 2008 tarihli haber bültenlerinde, Dorian Jones'un yukarıdaki başlık altında verilen İstanbul çıkışlı haberinin çevirisi şöyledir:

ABD merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü, polisin karıştığı ve cezasız kalan şiddet olaylarında artış olduğunu iddia ederek Türkiye'yi eleştiren bir rapor yayımladı.
Dorian Jones İstanbul'dan bildiriyor:

"Adalete Karşı Safları Sıkılaştırmak: Türkiye'de Polis Şiddetiyle Mücadele Önündeki Engeller" olarak adlandırılan raporda, 2007 yılının başından bu yana polis şiddeti olduğu iddia edilen 28 olay belgeleniyor. Olaylar arasında, İnsan Hakları İzleme Örgütünün gösterilerde "aşırı şiddet kullanımı" olarak nitelendirdiği ihlallerle birlikte polis ateşiyle yaşanan ölüm ve yaralanmalar da yer alıyor.
Türkiye'nin son yıllarda ilerleme kaydetmesine karşın, son bulguların endişe verici bir eğilim olduğunu gösterdiğini söyleyen İnsan Hakları İzleme Örgütünün idari direktörü Kenneth Roth, "Türkiye'de, karakollardaki işkencenin azaltılması yönünde oldukça uzun bir yol katedildi. Ancak sözünü ettiğimiz, karakol dışındaki şiddetin artması yani polisin, kaçan bir şüphelinin tutuklanması sırasında göstericilere şiddet uygulaması, hatta sorgulama için şüphelinin durdurulması sırasında şiddete başvurulmasıdır" dedi.
Raporda, ölüme neden olan güç kullanımlarının kontrolünün yetersiz olduğu da belirtiliyor.
Örgüt tarafından, Türkiye'de polis ve güvenlik güçlerinin sorumlu tutulmamaları kültürünün olduğu ifade edilen olayların altının çizildiği raporda, ayrıca ölüme neden olan güç kullanımına ilişkin daha açık talimatlar hazırlanması çağrısında bulunuluyor, polisin şiddet uygulama iddialarını inceleyecek bağımsız bir organın oluşturulması isteniyor.
Rapor konusunda Türk Hükümetinden karışık tepkiler aldığını belirten Kenneth Roth, "İçişleri Bakanlığı düzeyinde, sorunun bilincinde ve mücadele için azimli olunduğuna dair oldukça olumlu sinyaller aldık. Ancak olayın diğer yüzünde, tanıştığımız en üst düzey yetkili, görünüşte insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek idi. Ancak insan haklarını korumakla mı, yoksa ihlalle mi sorumlu olduğunu anlamış değilim, çünkü dile getirdiğimiz kaygıları tümüyle hakir gören bir tutum sergiledi" dedi.
Birçok uzman, söz konusu İnsan Hakları İzleme Raporunun, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girme başvurusuna yönelik tartışmaları hararetlendireceğini söylüyor. Avrupa Parlamentosu hafta başında, Türkiye'nin üyeliğine ilişkin bir hazırlık raporunda, AB reformlarıyla ilgili sürecin durduğu kaygısını dile getirmişti.

AP: "KIBRISLI TÜRK LİDER AB'YE ÇAĞRIDA BULUNDU"

BRÜKSEL, 10/12(AP)(BYE)--- Constant Brand bildiriyor:

Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat bugün AB ülkelerine, Kıbrıslı Rumlara birleşme görüşmelerini hızlandırmak için baskı yapmaları yönünde çağrıda bulundu.
Talat, barış görüşmelerinin, haziran ayında gerçekleştirilecek Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde sonuca ulaşacağına dair umutların söndüğünü belirtti. Bu, Kıbrıslı Türk milletvekillerinin, AB Parlamentosuna giremeyecekleri anlamına geliyor.
Talat, "Kıbrıslı Rumları daha ciddi bir sürece dahil etmek istiyoruz, sorun da bu. Hızlı hareket etmiyorlar. Kıbrıslı Rumları hareketlendirecek en iyi aktör Avrupa Birliğidir" dedi.
Dün Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'yla görüşen Talat'ın, AB dışişleri bakanlarına, yarın başlayacak olan AB zirvesi öncesinde bu talebini iletmesi bekleniyordu.
Talat, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Hristofyas'la eylül ayında başlayan görüşmelerde, adada çoğunluğu oluşturan Kıbrıs Rum halkının Kıbrıslı Türklerle güç paylaşımını tam olarak nasıl düzenleyeceklerine değinildiğini belirtti.
Türk lider, yeni bir federal hükümetin nasıl kurulacağına dair detayların yüzde 50'den fazlasının çoktan kararlaştırıldığını, ancak yürütme yetkisinin paylaşımıyla ilgili derin görüş ayrılıkları bulunduğunu ifade etti.
Güç paylaşımı, mülkiyet düzenlemeleri ve güvenlik teminatı liderlerin çözümlemesi gereken başlıca sorunlar arasında. Hristofyas, Talat'ın önerdiği dönüşümlü başkanlık önerisini kabul edebileceğinin sinyallerini vermişti.
Talat, "bu, ülkeyi birarada tutmanın en iyi yolu" dedi.

AMERİKA'NIN SESİ RADYOSU: "TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ"

ANKARA, 16/12(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:

Uluslararası Kriz Grubu'nun "Türkiye ve Avrupa Belirleyici Yıla Girerken" başlıklı raporunu, grubun uzmanlarından Hugh Pope değerlendirdi.
Barış Ornarlı'nın haberi:

POPE: Öncelikle Kıbrıs meselesi... Avrupa Birliği, Kıbrıs meselesinde acil bir çözüm bekliyor. 2005 yılında Türkiye-Avrupa Birliği müzakereleri başlayınca bir şart koşuldu. Kıbrıslı Rumlara hava ve deniz limanları açılacaktı. Bir sene sonra Türkiye bunu yapmadı ve Avrupa Birliği bir karar aldı; üç sene bekleyecekti ve ondan sonra görecekti ne yapacağını. Ve bir hafta önce "Avrupa Birliği buna acil bir çözüm bekliyor" diye bir açıklama yaptı. Aynı zamanda Türkiye reform sürecinde bir gelişme kaydetmiyor. Hatta ulusal reform programı ağustos ayında bekleniyordu, şu ana kadar kabine tarafından benimsenmedi ve bu yapılmazsa demek ki reform sürecinde Türkiye ciddi bir şekilde inandırıcılığını kaybediyor. Ayrıca üçüncü nedeni var. Avrupa'dan Türkiye'ye karşı bir sorun var. Şu anda bildiğiniz gibi Fransa Türkiye'ye resmen karşı duruyor Avrupa Birliği yolunda, ama gelecek sene Almanya'da seçimler olacak. Almanya'nın Türkiye'ye karşı tutumu değişebilir, şu anda Türkiye'ye karşı hareket etmiyor ama bu değişebilir.

ORNARLI: Peki, raporunuzda her iki taraf için, hem Türkiye için hem de Avrupa Birliği için bazı önerilerde bulunuyorsunuz. İsterseniz Türkiye ile başlayalım. Türkiye'nin önümüzdeki yakın dönemde ne yapması gerekiyor?

POPE: Öncelikle en üst düzeyde Avrupa Birliği için bir siyasi kararlılık gösterilmeli. Çünkü şu anda Sayın Başbakan oldukça ılımlı bakıyor, soğuk da diyebiliriz. Soğuk bakıyor Avrupa'ya. Hatta biliyorsunuz birkaç ay önce Ankara'da Avrupalı diplomatları azarladı. Ondan sonra ulusal program benimsenmeli ve onun çizdiği harita, reformlar yapılmalı. Yoksa Avrupa Birliği nasıl Türkiye'nin ciddiyetini anlayacak. Liste uzun ama Türkiye bir yerden başlamalı ve Türkiye'nin kendi diplomatlarına destek vermesi lazım.

ORNARLI: Avrupa Birliğinin ne yapması gerekiyor?

POPE: Öncelikle Avrupa Birliğinin karar vermesi gerekiyor. Avrupa Birliğindeki birçok ülke, Türkiye'yi Avrupa Birliği içinde istiyor. Bu ülkelerin açık açık bunu söylemeleri gerekiyor. Avrupalı liderler, Ankara'yı ziyaret etmeliler. Ondan sonra Kıbrıs konusunda hataları itiraf etmeliler. Kıbrıs çözümü için destek sağlayacaklar, belki finansal bir destek sağlayacaklar bunu açıklamaları gerekiyor. Birçok Avrupalı devlet bunun için hazır ama açıklamıyor. Onlar daha açık davranmalılar ve Türkiye'yi cesaretlendirmeliler.

ORNARLI: Batı'da en çok eleştirilen konulardan biri, siz de değindiniz, Türkiye'deki reform sürecinin yavaşlamasıydı. Sizce, Türkiye'deki reform süreci neden yavaşladı?

POPE: O derin bir soru. Birçok nedeni var. Öncelikle sanki AKP değişti. Eskiden Avrupa reformlarını gerçekten savunuyorlardı. Ben eski notlarıma bakıyorum ve şaşırıyorum. Hükümet Sözcüsünün "Biz, Avrupa medeniyetleri için çalışıyoruz" gibi demeçleri oldu. Şu anda öyle şeyler duymuyoruz. AKP, Avrupa'ya karşı bayağı soğudu.
Duyduğumuz kadarıyla kişisel olarak Sayın Başbakana Kıbrıs meselesi çok büyük bir şok oldu. Türkiye gerçekten çözüm için çalıştı, onun karşılığını alamadı. Bir de tabii Türkiye'nin mevcut güçleri genelde Kemalist güçler, AKP ile sanki bir kan davası içindelermiş gibi. AKP olarak çok zor günler yaşadılar ve Avrupa Birliği meselesi birinciliğini kaybetti. Ama o iki yıllık dönem bitti ve şu anda bir mazeret kalmadı.

THE WALL STREET JOURNAL EUROPE: "AB VE TÜRKİYE İÇİN 'ACİL DURUM' ZAMANI"

WASHINGTON, 17/12(BYE)--- Wall Street Journal gazetesinin 15 Aralık 2008 tarihli Avrupa baskısında, Hugh Pope imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında İstanbul çıkışlı olarak yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Avrupa Birliği'nin 8 Aralık tarihli deklarasyonunun içine yerleştirilmiş sert ve alışılmadık bir sözcük, Türkiye'nin AB'ye üyelik görüşmelerinin kesilme riskinin artmakta olduğunu gösteriyordu. Dışişleri bakanları, Ankara'nın Kıbrıs ile sorunlarını çözümlemesinin "aciliyet kazandığı" uyarısında bulundular. Görüşmelerin başladığı 2005 yılından bu yana Türkiye'nin AB reform standartlarını karşılayamaması yüzünden gelecek yıl bir ihtilafın yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
Reformların yapılamaması ve derin siyasi kutuplaşmalar, Türkiye'de kayıp bir istikamet duygusuna neden oldu. Milliyetçilik ve insan hakları ihlalleri yine yükselişteler. AB normlarının uyarlanması daha uzak görünürken, Türk ve Kürtler arasındaki etnik gerginlikler zaman zaman büyük kentlerde bile mahalle içi kavgalara ve dükkanlara saldırılara dönüştü. 2000'den 2004 yılına kadar yaşanan altın reform döneminde sağlanan gelişme risk altında.
Türkiye'nin bu dönemdeki ekonomi mucizesinin en önemli çekici gücü, AB'ye katılım süreciydi. Bu yeni prestij Ankara'daki bazı siyasilerin, ülkenin AB'ye ihtiyaç duymayan ve kendi ayakları üzerinde duran bölgesel bir merkez olabileceğini ilan etmelerine neden oldu. Ancak böylesi bir düşünce, küresel finansman krizinin Türkiye'nin kırılganlığını ortaya çıkarmasından önce dahi, sağlam olmayan zemin üzerinde duruyordu. Türkiye'nin batısındaki Balkan ülkelerinin birçoğu, zaten AB üyesi ya da bu hedefe doğru ilerliyorlar, hatta Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkeler bile Türkiye ile özel bir ortaklıktan ziyade AB üyeliğine daha fazla ilgi gösteriyorlar.
Avrupa açısından da Türkiye'yi kaybetmenin maliyeti oldukça büyük. Şayet üyelik görüşmeleri kesilirse, Avrupa'nın, yanıbaşındaki en büyük ve hızlı büyüyen piyasalarından birisine girmekte zorluk çekeceğine şüphe yok. Son iki yıl içerinde, Fransa'nın Türkiye'nin AB üyeliğine muhalefetinin kendisine maliyeti oldukça büyük oldu: Fransız parlamenter Pierre Lellouche bu yılın başlarında kaybedilen ihalelerin bedelini 5 milyar dolar olarak hesaplıyordu. Fransız diplomatlar Ankara'daki büyükelçiliklerindeki askeri satışlar bürosunu ilgi yetersizliği nedeniyle kapatmak zorunda kaldıklarını söylerlerken, Türkler ayrıca Gaz de France'ın Nabucco doğalgaz boru hattı projesine katılmasını engellemişlerdi.
Aslında AB ile bozulan ilişkiler Nabucco'nun bir bütün olarak gelişmesine engel olmuştur. Hazar ya da Orta Doğu rezervlerini Türkiye üzerinden Avusturya'daki bir merkeze getirmeyi amaçlayan Nabucco, AB'nin Rus doğalgazına bağımlılığından, farklı kaynaklar bularak uzaklaşıp enerji güvenliğini artırmak için ilk resmi girişimidir. Bunun ötesinde, Türkiye ile eşit şartlarda çalışamayacağını ortaya koymuş olan bir AB, İslam dünyasındaki Batı'nın Müslümanları kabul etmediği inancını da derinleştirecektir.
Bu zarar veren AB-Türkiye uzaklaşmasının birçok nedeni var. AB halkları ve siyasileri, genişlemeye her zamankinden daha soğuklar. Radikal İslam ve işlerini ileride Türk göçmenlere kaptırma endişelerinin yanısıra, Türkiye'nin uzun vadede AB'ye sağlayacağı katkılara yönelik sağlam argümanlar, homojen bir Avrupa geçmişi olarak idealize edilen nostaljik görüşe karşı zemin kaybetmektedir.
Türkiye'de hayal kırıklığı 2004 yılında, AB'nin Kıbrıs'ı bölünmüş bir devlet iken üye olarak kabul etmesiyle başlamıştır. AB'nin bu girişimi, yine 2004 yılında BM destekli barış planını destekleyenlerin Kıbrıslı Türkler, reddedenlerin de Rumlar olmasına rağmen, sadece Rumlardan oluşan Kıbrıs hükümetini ödüllendirmiştir.
Fransa ve Almanya'nın, Ankara'nın AB'ye katılım hakkına olan muhalefetleri de ayrıca Türk liderlerinin motivasyonlarını bozmuş, onlar da AB hukukunun kabulünü yavaşlatmışlardır. Bunların yanısıra, 33 görüşme faslından yarısı, Türkiye'nin Kıbrıs ihtilafında tutum değişikliği yapmasını isteyen Rumlar ve Türkiye ile tam AB üyeliğine ilişkin her türlü konuyu engelleyeceğini söyleyen Paris'in siyasi nedenleriyle dondurulmuştur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eylül ayında Ankara'daki bir yemekte AB diplomatlarını, "bu kuyudan su çıkarmayı unutun. AB'nin kovası kuyunun dibine öylesine sıkıştı ki oradan çıkartılması mucize olur" diyerek azarlamıştı.
Böylesi bir ortamda, belki de Türk siyasilerinin Avrupa'ya olan kızgınlıklarına benzer bir şekilde, Türkiye şüphelisi AB ülkeleri, görüşmeleri tümüyle askıya almayı deneyebilirler. Bahanelerden birisi, Türkiye'nin 2005 yılında görüşmelerin başlamasını sağlayabilmek için yaptığı, Kıbrıs ile ilişkilerini normalleştirme ve deniz ve hava limanlarını Rumların kullanımına açma vaadi olabilir. Türkiye bu vaadini 2006 aralık ayına kadar yerine getirmeyince, AB konuyu "özellikle 2007, 2008 ve 2009 yıllarında" inceleyeceğini açıklamıştı. Brüksel'in konunun "acil" olduğuna ilişkin yeni uyarısı, bu bariz olmayan ifadenin artık tanınan sürenin sona ermekte olduğunu ima etmektedir. Türkiye'den AB reformlarına ilişkin iyi haberler gelmemesi durumunda, Türkiye yanlısı AB başkentlerinin diplomatları dahi görüşmelerin askıya alınmasının muhtemel olduğu uyarısında bulunuyorlar.
Tezat oluşturan bir şekilde, ilişkilerin soğuması, tam da Türkiye'nin AB'nin hedeflerine ne kadar katkıda bulunabileceğini göstermekte olduğu bir dönemde olmuştur. Ankara, İran'ın nükleer politikasına ilişkin AB görüşünü destekleyerek ve Lübnan'daki fraksiyonların yeni bir devlet başkanı üzerinde anlaşmaya varmalarını sağlayarak önemli roller üstlenmiştir, ki bunlar Brüksel'in 2008 Türkiye ilerleme raporunda yer almıştır. Bu yıl da Suriye ve İsrail arasında arabuluculuk yapmış ve hem Iraklı Kürtler, hem de eski düşmanı Ermenistan ile diyalog başlatmıştır. Sorumlu dış politikasının takdir edilmesinin sonucu olarak Türkiye, iki yıllığına BM Güvenlik Konseyi'ne seçilmiştir.
AB'li siyasetçilerin, krizin önlenmesi için üstlerine düşeni yapmaları gereklidir. Geçmişte Kıbrıs konusunda yaptıkları hataları kabul etmeli, eylül ayından bu yana yürütülmekte olan ve umut veren yeni Kıbrıs görüşmelerine eşit destek vermeli ve Kıbrıs'ta sağlanacak bir uzlaşmaya fon ayrılacağını açıkça taahhüt etmelidirler. Başarısızlığın yaratacağı tehlikeler, geçtiğimiz ay Türk ve Yunan donanmaları ile Kıbrıs Rumları tarafından tutulan petrol arama gemilerinin Akdeniz'deki kıta sahanlığı hakları konusunda yaşadıkları gerginlikte kendisini göstermiştir.
AB 1963 yılından bu yana Türkiye'ye mütemadiyen tüm kriterleri karşılaması durumunda tam üye olacağı sözü vermiştir. Şimdi bu sözün yenilenmesi doğru bir zamanlama olabilir. Ayrıca AB, İsveç ve diğer Türkiye yanlısı ülkelerin Ankara ile stratejik diyaloğun geliştirilmesi çağrısına uyarak karlı çıkacaktır.
Ankara'nın talihsizliği olarak, AB'nin siyasileri Türkiye'nin jeostratejik rolünden çok, ülkelerindeki genişleme karşıtı yaklaşımı önemsemektedirler. Türkiye'deki hükümet ve muhalefet karşılıklı husumetlerini aşıp uzun süredir geciken reform programını uygulamalı ve yeni, daha demokratik bir anayasa üzerinde çalışmaya yeniden başlamalıdır. Türkiye ancak Avrupa normlarını tümüyle kabul ederek, AB ailesinin parçası olmayı gerçekten istediğini kanıtlayabilir.

AMERİKA'NIN SESİ: "VAHİT ERDEM, TÜRKİYE'NİN ULUSLARARASI ÖRGÜTLERDEKİ ROLÜNÜ DEĞERLENDİRDİ"

ANKARA, 17/12(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:

Adalet ve Kalkınma Partisi Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem, Türkiye'de önümüzdeki dönemde Avrupa Birliği reform sürecinin hızlanacağı tahmininde bulundu. NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı olan Erdem, Türkiye'nin uluslararası örgütlerdeki rolünü değerlendirdi. Barış Ornarlı'nın sorularını yanıtlayan Erdem, Türkiye'nin, NATO'ya katkısını şöyle anlattı.

ERDEM: Türkiye tabii ki bütün NATO operasyonlarında aktif yer aldı. Balkanlarda ve diğer NATO operasyonlarında ve Afganistan'da da iki defa ISAF'ın komutanlığını yaptı.

ORNARLI: Afganistan konusunda NATO'nun talebi daha önce de tabii gündeme gelmişti, cepheye özellikle asker gönderilmesi öyle değil mi?

ERDEM: Şimdi Türkiye daha çok Kabil ve etrafında görev aldı. NATO Parlamenterler Asamblesindeki toplantıda da gündeme geldi ve Türkiye'den, Fransa'dan daha fazla destek beklendiği söylendi. Tabii ki bu istekler değerlendirilecek Türk hükümeti tarafından, Türk Parlamentosu tarafından. Yalnız bu vesileyle şunu söyleyeyim, Türkiye'nin de güvenlik sorunları var, terörizme karşı Türkiye 30 yılı aşkın süredir bir savaş halinde. Onun için müttefiklerimizden, bilhassa Avrupalı müttefiklerimizden biz de destek istiyoruz.
Türkiye tabii ki savaş bölgesine gitmekte, baştan beri çekince duyuyor. Çünkü Afgan halkıyla, Afganistan ile Türkiye'nin Atatürk'ten beri, çok geçmişe dayalı tarihi bağları var. O bakımdan tabii ki Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Türkiye'nin Afganistan'da varlığını kullanırken çok dikkat etmesi gerek. Ama bunu böyle olmakla beraber şunu tekrar söyleyeyim, baştan beri bir üyesi olarak biz, NATO'nun Afganistan'da başarılı olmasını istiyoruz. Aksi halde NATO hakkında bir soru ortaya çıkacak. NATO'nun geleceği, varlığı sorgulanacak. Bu bakımdan bütün müttefiklerin ve Türkiye dahil Afganistan'daki başarıya katkıda bulunması gerektiği kanaatindeyim, ama şu anda 26 NATO üyesi ülke var. Şimdi hepsinin de savaş bölgesinde olması gerekmeyebilir.

ORNARLI: Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilmiş olması, Türkiye'nin uluslararası kurumlardaki rolünü ne derecede değiştirir, ne kadar etkili olur?

ERDEM: Türkiye'nin bir özelliği var. BM Güvenlik Konseyine, Avrupa adına seçildik. Ama bütün dünyadan da destek aldık. Tabii beklenti yaratıldı, Afrikalı devletler, Orta Doğulu devletler ve Avrupalı devletler. Hepsi Türkiye'den bir beklenti içerisinde. Güvenlik Konseyini ilgilendiren şu anda Irak var. Orta Doğu barış süreci var. Afrika'da pek çok problem var. Darfur var, İran var. Bu konularda Türkiye zannediyorum önemli rol oynayacak, daha aklı selimi temsil eden, ortamı yatıştırıcı bir rol oynamaya çalışacak. Tabii netice itibarıyla biz, Batı ittifakı içerisindeyiz. Sonuçta Batı ile beraber hareket etmek durumunda olacağımız kanaatindeyim.

ORNARLI: Şimdi BM dedik, NATO dedik, sıra Avrupa Birliğinde... Uluslararası Kriz Grubunun bir raporu var, Türkiye'de reform sürecinin yavaşlamasını eleştiriyor, ayrıca Avrupa Birliği'nin de Türkiye'nin üyeliği konusunda daha net ve kesin bir tavır koyması gerektiğini ifade ediyor. Batı'daki en yaygın eleştirilerden birisi, bu konuda reform sürecinin yavaşlamasıydı. Sizce bu eleştiri haklı mı, neden yavaşladı?

ERDEM: Kısmen. Şimdi bir defa Avrupa Birliğinin söylemleri, davranışı Türk halkının şevkini kırıyor. Şimdi Türkiye Avrupa Birliği'ne netice itibarıyla üye olacak mı, olamayacak mı, Avrupa Birliği bu konuda bir defa kesin karar vermiş değil. Geçmişte verdiği taahhütlere uyacak şekilde zannediyorum geleceğe bir ışık tutması lazım. Türkiye tarafından baktığınız zaman, tabii ki bu reformların Türkiye'nin ihtiyacı için, halkın daha çok demokrasiye hakkı olduğu için yapılması gerekiyor. O manada baktığınız zaman da, Türkiye reformları sürdürmelidir. Şunu söyleyeyim ben, önümüzdeki parlamento döneminde ocaktan sonra, bütçeden sonra zannediyorum, TBMM'ye önemli reform paketleri gelecek. Yani biz kendi ülkemizin ihtiyacı olan reformları hızlı bir şekilde 2009 yılında sürdüreceğiz.

 

AZERBAYCAN BASINI

HAFTA İÇİ: "BAKÜ BEYANNAMESİ KABUL EDİLDİ"

BAKÜ, 04/12(BYE)--- Tirajı günde üç bin olan iktidar yanlısı Hafta İçi gazetesinin 4 Aralık 2008 tarihli sayısında, Samire imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevrisi şöyledir:

Bakü'de düzenlenen ve Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin Kültür Bakanlarının katıldığı "Medeniyetler arası diyalog, Avrupa ve ona komşu bölgelerde devamlı gelişimin ve barışın temeli" konulu konferansta Bakü Beyannamesi kabul edildi.
Konferansta konuşma yapan Kültür ve Turizm Bakanı Ebülfez Karayev, "Söz konusu beyanname, ülkeler arasındaki medeniyetler arası diyalogun gelişimine katkıda bulundu. Önemli olan, bu prensiplerin kağıt üzerinde kalmaması" dedi.
Konferansın öneminden bahseden Türkiye Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ülkemizin Batı ile Doğu arasında köprü rolü oynadığını ve Bakü Beyannamesi'nden önemli sonuçlar beklediklerini vurguladı.

YENİ AZERBAYCAN: "TÜRKİYE, AB İLE NABUCCO KONUSUNU MÜZAKERE EDİYOR"

BAKÜ, 04/12(BYE)--- Tirajı günde 5.500 olan iktidar yanlısı Yeni Azerbaycan gazetesinin 4 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, ülkesinin AB ile Azerbaycan ve Orta Asya doğalgazını Avrupa'ya nakledecek Nabucco projesiyle ilgili müzakereler yaptığını açıkladı.
Nabucco projesiyle ilgili hükümetlerarası anlaşma tasarısının tüm katılımcı ülkelere gönderildiğini söyleyen Güler, 3.300 kilometrelik boru hattının Erzurum ile Avusturya'nın Baumgarten An Der March şehrini birleştirmesinin planlandığını bildirdi. Söz konusu boru hattıyla bir yılda 30 milyar metreküp doğalgaz nakledilmesi öngörülüyor. Türkiye hükümet yetkilileri, AB ile söz konusu anlaşmanın yıl sonuna kadar imzalanabileceğini bildiriyor.

HAZAR: "KIBRIS KONUSU TEKRAR DÜĞÜMLENİYOR MU?"

BAKÜ, 13/12(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan iktidar yanlısı haftalık Hazar gazetesinin 13 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Kıbrıs sorununun çözümlenmesine yönelik müzakerelerin sürdüğü bir dönemde, taraflar arasında yeni bir gerginlik oluştu. Gerginliğin nedeni, adanın her iki tarafının liderlerinin AB'den beklentilerinin farklı olması.
Edinilen bilgilere göre, aslında herşey, Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Dmitris Hristofyas'ın, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso'ya gönderdiği mektuptan sonra başladı. Rum lider, sözkonusu mektupta, AB'nin adada kalıcı barış sağlanması amacıyla yapılan müzakere sürecine katılmasını istedi. Ancak, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Hristofyas'ın bu adımına karşı çıktı. Talat'a göre, AB'nin bu sürece katılması, müzakerelerin normal bir şekilde tamamlanmasını engelleyebilir. Çünkü süreçte tarafsız tutum sergileyeceği konusunda AB'ye güven yok.
Aslında Talat haklı. Çünkü Annan Planı'yla ilgili referandumdan sonra barış sürecine karşı çıkan Rum Kesimi'ni üye kabul eden AB, daha o dönemde tarafsızlık statüsünden mahrum olduğunu göstermişti. KKTC Cumhurbaşkanı, bu tavrını, Brüksel'de Jose Manuel Barroso ve AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn ile yaptığı görüşmelerde de sergiledi. Talat, her iki yetkiliye de, "adada kalıcı barışı istemeyen Rumlardır. Onlar, AB üyesi olmalarından yararlanarak, adada kalıcı barışın sağlanmasından yana değiller. Bu nedenle AB, Rumlara baskı yapmalı" şeklinde bir mesaj verdi.
Edinilen bilgilere göre, AB temsilcileri, eski tutumlarından vazgeçmemişler. Birliğin temsilcileri, Talat'a şunları söylemişler: "Sorunu çözecek olan biz değil, sizsiniz. AB'nin, bu sürece sadece teknik destek vermesi mümkün."
Şunu da belirtmek gerekir ki, aslında Rumların süreci bozma istekleri, bir süre önce ortaya çıkmıştı. Müzakerelerin gidişatı sırasında Hristofyas'ın, Talat'ın, Türkiye'nin etkisi altında olduğunu iddia ederek, "Talat, sütten kesilsin, sonra masaya otursun" demesi, Kıbrıs Türklerini çok kızdırmıştı. Sözkonusu açıklamadan sonra KKTC Başbakanı Ferdi Soyer, Rum Liderin komünist olduğunu söyleyerek, kendisine Marksizm dersi vermek istemişti.
Her iki liderin sol eğilimli, daha net söylersek Marksist görüşlere sahip olduğu herkesçe biliniyor. Görünen şu ki, aynı siyasi görüşlere sahip olmaları bile, iki lider arasındaki sorunların çözümlenmesine yardımcı olmadı.

HALK CEPHESİ: "AB, TÜRKİYE'YE KOMŞULARININ ARACILIĞIYLA ENGEL OLMAK İSTİYOR"

BAKÜ, 16/12(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 16 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında ve imzasız yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Trend Ajansına açıklama yapan Türk siyaset bilimci Sinan Oğan, "AB, Türkiye'nin üyeliğine engel olmak için Kıbrıs sorunundan yararlanıyor. Gelecekte ise Türkiye-AB ilişkilerinde en büyük engel, Ankara-Erivan ilişkileri olacak" dedi. Kıbrıs konusunda Türkiye'ye koşulan şartların kabul edilemez olduğunu söyleyen Oğan, "Türkiye'nin, AB'nin şartlarına uygun olarak Rum Kesimini tanıması ve limanlarını açması, Ankara'nın stratejik çıkarlarına tamamen aykırı. Türkiye'nin Kıbrıs politikasına sadık kalması, stratejik açıdan sözkonusu ülkenin AB üyeliğinden daha önemli. İleride Türkiye-AB ilişkilerinde, komşu ülkelerle ilgili daha ciddi sorunlar yaşanacak" dedi.
Haber 7 Ajansının haberine göre, AB Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısında hazırlanan bildiride, Türkiye sert bir şekilde eleştirildi. Türkiye'de hukuk alanındaki reformların geciktirildiği iddia edilen bildiride, aynı zamanda ülkenin "normal komşuluk ilişkileri"ne uymadığı bildiriliyor.
İleride Türkiye-AB ilişkilerinde olumlu yönde herhangi bir değişikliğin olmayacağını söyleyen Avrupa Araştırmaları Merkezi uzmanı Zeynep Yanaşmayan, "AB, büyüme konusunda herhangi bir adıma hazır değil ve üye ülkeler şu anda daha çok Birlik içerisindeki sorunlarla ilgileniyor" dedi. AB'nin, Kıbrıs sorunuyla Türkiye'ye engel olacağı kanısında olan Yanaşmayan, Türkiye ile AB'nin, Kıbrıs konusunda anlaşmaya varmasının zor göründüğünü söyledi.

 

İRAN BASINI

İRNA: "ULUSLARARASI KRİZ GRUBU: TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNİN ASKIYA ALINMASI MUHTEMELDİR"

ANKARA, 15/12(BYE)--- İran Haber Ajansının (İRNA) 15 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

Uluslararası Kriz Grubu, yeni yılda Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin askıya alınmasının muhtemel olduğunu açıkladı.
"2009 yılının Türkiye-AB ilişkilerinde belirleyici yıl" olacağının vurgulandığı Uluslararası Kriz Grubunun raporunda, Türkiye ve AB arasındaki ilişkileri tehdit eden sorunlar konusunda uyarıda bulunuldu.
Raporda, Türkiye'nin 2005 yılından sonra reform sürecini ciddi olarak sürdürme eğiliminde azalma olduğu vurgulanarak, iç gelişmeler, AKP'nin reformları ilerletme gayretlerinin önüne çıkan engel olarak değerlendirildi ve şöyle denildi:
"Eğer AKP, ciddi olarak reform paketini ilerletmezse büyük bir ihtimalle Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci 2009 yılında askıya alınacak. Kıbrıs meselesinin çözümünde AB'nin başarısızlığı ve Birlikteki bazı liderlerin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkması da Türkiye'nin reform sürecinin yavaşlamasında rol oynadı."
Söz konusu grup, AB ve Türkiye'nin birbirine ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, müzakerenin kesilmesinin tarafların aleyhine olacağı değerlendirmesinde bulundu ve şunları ilave etti: "Türkiye'nin AB'ye üyelik yönündeki müzakerelerinin durdurulması uzun vadede AB'nin zararına olacaktır. Bu, AB'nin kalkınmakta olan piyasaları ele geçirmesini engelleyebilir, Kıbrıs meselesinde gerginlikleri arttırabilir ve AB'nin enerji temininde sorun çıkarabilir."

 

JAPONYA BASINI

ASAHI SHIMBUN: "EGE DENİZİ, ÇEŞİTLİ AVRUPA ÜLKELERİNE GİDEN KAÇAK GEMİLERİN DENİZİ..."

TOKYO, 15/12(BYE)--- Tirajı 8 milyon 334 bin olan merkez sol eğilimli Asahi gazetesinin 13 Aralık 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında Yu Yoshitake imzasıyla yayımlanan Sisam çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Yunanistan'ın Ege adalarına yasa dışı yollarla giriş yapanların sayısında ani bir artış gözleniyor. Neredeyse bir adım ötedeki Türkiye'den kışın sert rüzgar ve dalgalara rağmen küçücük botlarla denizi geçiyorlar. Çoğu Afganistan gibi iç sorunların yaşandığı ülkelerden kaçan bu kişiler, kimlikleri tespit edilmeden sınırdışı edilip başka bir AB üyesi ülke tarafından kabul edilmenin yollarını arıyorlar. Avrupa Birliğine doğru "kaçak gemilerin giriş kapısını" inceledik.

- Peşpeşe Giden Lastik Botlardakilerin Yarıdan Fazlası Afganlı -

Türkiye kıyılarından yaklaşık 1-2 kilometre uzakta bulunan Sisam Adası antik dönemde matematikçi Pisagor'un doğduğu eski bir yerleşim yeri.
"Buradan hemen çıkarılacağımı düşünüyorum." 1 yıl önce oluşturulan kaçak toplama kampına aralık ayı başında gelen Afganistan'ın kuzeyindeki Mezar-ı Şerif'li Muhammed Naki (20), çok arzuladığı Avrupa'ya bir adım yaklaşmış olmaktan dolayı gözleri parlıyor.
8 gün önce gece saatlerinde, Türkiye kıyısından diğer 7 kaçakla birlikte lastik bir botla denize açılmış. 3 saat kadar bir süre sonrasında Yunanistan'ın kara sularında Yunanlı sahil güvenlik güçlerince tespit edilmişler. Güvenlik güçlerince parmak izlerinin alınmasını müteakip toplama kampına alınmışlar. Adaya ulaşana kadar aracılara yaklaşık 4 bin USD (yaklaşık 370 bin JPY) ödediğini söylüyor.
Kampta 285 görevli, 350 kadar da kaçak bulunuyor. Kasım-Aralık aylarında kampa gelen kaçak sayısının günde 40-50'ye yükseldiği belirtiliyor. Yaklaşık 20-30 kişinin lastik botlara binip, sahil güvenlik botlarınca tespit edilince Türkiye tarafına gönderilmemek için bıçakla botu patlatıp kendilerini denize attıkları söyleniyor. Sisam adası sahil güvenlik komutanı Stylios Prethosafos, "deniz korkusu bilmiyorlar" diyerek yakınıyor.
Kaçaklar, üstlerinde kimliklerine dair hiçbir belge bulundurmasalar da, geldikleri ülkeleri itiraf ediyorlar. Yarıdan fazlasının Afganlı, geri kalanının ise Iraklı ve Somalili olduğu görülüyor. Birçoğu, "nereli olduğu belirsiz" kabul edilerek 7 ile 10 gün geçirdikten sonra 1 ay içerisinde sınırdışı ediliyorlar. Atina'ya giden feribota binilecek bilet de temin ediliyor.
Yunanistan'ın, AB üyesi olsa da, ekonomik açıdan kıyaslandığında diğer üye ülkelere göre daha küçük, çalışma olanaklarının da sınırlı olduğu belirtiliyor. Kaçaklar, iş bulabilecekleri ümidi olan ülkelere gidebilmek için pasaport kontrolü olmadan sınırları özgürce geçebilecekleri schengen ülkelerini özellikle seçiyorlar.
Birkaç gün sonra, İtalya'ya geçiş noktası olan güneydeki liman şehri Patora'yı ziyaret ettim.
Öğleden sonra, İtalya'ya gidecek feribota yüklenecek araçların dışında kalan yere binmek isteyen insanların toplandığı görüldü. İçlerinden bir kısmı feribotla kıyı arasındaki çitlere tırmanırken, güvenlik güçleri duruma müdahale edemeden iki kişi çitleri aşıp karşı tarafa geçerek, hızla feribot içerisindeki bir kamyonun altına saklandı.
Afganistan'ın Gazne şehrinden olan Reşidi İbrahim (17), iki gün önce feribotun arka güvertesine gizlice tırmanırken, gemi hareket etmeden önce fark edilerek, şiddete maruz kalmış. Yaklaşık 5 ay kadar önce Sisam adasından Atina'ya ulaşmış, önce İtalya'ya gideyim ondan sonra gideceğim yeri düşünürüm düşüncesindeymiş.
Birkaç metre ötedeki boş alana Afgan mülteci kampı kurulmuş. Karton kutulardan ya da çalılardan yapılmış küçük barakalar sırt sırta yaslanmış bir biçimde sıralanıyor. Geçen yıl Mayıs ayından bu yana, tıbbi yardım başlatan Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, 1.500'ün üzerinde kişinin kampta yaşamını sürdürdüğü bilgisini veriyor.
Yasadışı yollarla giren kaçak sayısındaki ani artışla mülteci statüsünde kabul edilmek isteyenlerin sayısı da, 2004 yılına göre 5 katına çıkarak 25.113 kişiye ulaştı. Bunların içinde sadece 140 başvuru kabul edildi. Başvuruları inceleyen Yunanistan'ın bu konuda oldukça sert ve sıkı olduğu belirtiliyor.
Yunanistan hükümeti, yasal olmayan yollarla ülkeye girenlerin beyanatlarında nereli olduklarına dair verdikleri bilgilerin sadece Afganistan, Somali ve Irak olmasının normal olmadığını belirterek, bu beyanatların yarısının sahte olduğunu belirtiyor.
Ancak, Sisam Adası ve Patora'da karşılaştığımız kişilerin önemli bir kısmı kendini Afgan olarak tanıtmış, maruz kaldıkları baskı ve zorlu gerçekçi tecrübeyi anlatmışlardı. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) sözcüsü "korunmaları gerekirken, inceleme yapılmadan reddedilen kişiler var" açıklamasında bulunuyor.
Avrupa Birliği, mülteci kabulüne yönelik incelemenin Birliğe girildiği ilk noktada yapılmasını zorunlu hale getirirken, UNHCR Nisan ayında, Yunanistan üzerinden başvuru yapanlara özel bir uygulama getirerek gönderilecekleri Birlik üyesi ülkede inceleme yapılması şansının tanınmasını isteme hakkı getirilmesi anlaşmasına vardı.

--Türkiye'nin Yumuşak Sınır Kontrolü... AB Üyelik Müzakerelerinin Donmasının Etkisi--

AB'ye giden kaçak gemilerin güzergah olarak, Libya kıyılarından Malta'ya ya da İtalya'nın Lampedusa adasına, Fas açıklarından, İspanya'nın Kanarya adalarına geçişi kullandıkları belirtiliyor. Yunan adalarının güzergah olarak kullanılması ise geçen üç yıl içerisinde artış gösterdi. Sisam adasına çıktığı tespit edilen kaçak sayısının 2006 yılında bin 627, 2007 yılında 4 bin 828, bu yıl 17 Kasım'a kadar ise 8 bin 34 kişi olduğu belirtiliyor. Bu rakamların, 200 ile 600 kişi arasında olduğu belirtilen 2005 yılına kadarki dönemle karşılaştırılamayacak durumda olduğu bildiriliyor. Sadece Yunanistan topraklarında 2005 yılında 40 bin kişiden 2007 yılında 112 bin kişiye sıçrayan ani bir artış gözleniyor. Bu yıl sayının 150 bini aşabileceği tahminleri yapılıyor.
Yasal olarak kaçaklar 3 ay süreyle tutuklansalar da, kısa sürede serbest bırakılmalarının nedeni, tutuklu olarak kalacakları yerlerin yeterli olmayışından kaynaklanıyor. Tutuklu mülteci kampının olmadığı Sisam adasının güney batısındaki Patmos adasında oteller mülteci kampı olarak kullanılıyor. Geçen ağustos ayında ani artışa tepki gösteren yerel halkın adaya mülteci çıkışına izin vermedikleri gibi olaylar yaşandığı da belirtiliyor.
Sisam adası karakolu, "aracıların örgütlü olarak Türkiye'den hareket ettikleri dışında akla başka bir şey gelmiyor" diye konuşuyor. Kaçakları taşıyan gemilerin izlediği güzergahlara yönelik önlemlerin artması nedeniyle, sınır kontrolünde yumuşak olan Türkiye kıyı hattının tercih edildiği tahmin ediliyor.
AB, 2006 yılında Türkiye ile sürdürülen üyelik müzakerelerini kısmi olarak durdurdu. Müzakerelerin durdurulmasının hemen ardından, Yunanistan'a yasal olmayan yollarla giren kaçak sayısında ani bir artış kaydedildi. Yunanistan İçişleri Mülteciler Politikası Araştırma Enstitüsü, "Yunanistan, Türkiye'nin AB üyeliği müzakerelerini desteklemesine rağmen, müzakerelerin dondurulmasıyla, Türkiye ülke sınırı kontrollerini bıraktı" açıklamasında bulunuyor. Yunanistan'ın gerçekten de, AB'ye kaçak yollarla girmek isteyen göçmenlerin "giriş kapısı" haline geldiğini, Yunanistan İçişleri Bakanlığı da kabul ediyor. Ancak, AB kıyı sınırı hattındaki bir ülke olarak kaçak mülteciler sorununda AB adına ağır bir sorumluluk yüklenmesinden de rahatsızlık duyuyor. İçişleri Bakanlığı, "kaçak mültecilerin sayısındaki artış, Yunanistan ve Türkiye'nin sorunu değil, AB ve Türkiye'nin sorunudur" açıklamasında bulunuyor.

LÜBNAN BASINI

AS SAFİR: "AVRUPA KÜRT MESELESİNDE İKİ SENARYO ORTAYA KOYUYOR"

ANKARA, 06/12(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan As Safir gazetesinin 6 Aralık 2008 tarihli internet sayfasında, Muhammed Nurettin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Amerikan istihbaratının, Türkiye'de İslamcıların 2025 yılına kadar iktidara tamamen egemen olacakları tahmininde bulunan raporundan sonra, Avrupa Güvenlik ve Savunma Meclisi de Türkiye'deki Kürt meselesiyle ilgili bir rapor hazırladı. Söz konusu raporda, Ankara-Kürdistan İşçi Partisi ilişkileri ve Irak-Türkiye sınırındaki durumla ilgili pek çok görüş ve özet bulunuyor. Kurumun dün Paris'te kabul ettiği raporda, Kürdistan İşçi Partisinin, Türkiye'deki reformlara karşı çıktığına ve Parlamentoda temsil edilen DTP üzerinde vesayet politikası uyguladığına işaret ediliyor. Raporda ayrıca DTP'nin Kürdistan İşçi Partisinin etkisinde olduğuna ve AKP'nin, Güneydoğu'da yaşayan Kürtlerin yarısının oyunu almasının, Kürtlerin kendilerini bu ülkenin bir parçası olarak gördüklerini ve ayrılıkçı politikalar istemediklerini gösterdiğine işaret edilmiş. Raporda, AB'den, Türkiye'nin terörle mücadelesinde daha fazla destek talebinde bulunuluyor ve Türkiye'nin Kürt meselesi konusunda hassas bir dönemden geçtiği belirtiliyor. DTP'nin özerk yönetim ve militanlar için af talebi ise, Ankara'ya yönelik bir kışkırtma olarak yorumlanıyor ve bunun kimseye fayda sağlamayacağına değiniliyor.
Raporu hazırlayan İngiliz Parlamenter Robert Walter'in, Ankara, İstanbul ve Diyarbakır'da gerçekleştirdiği görüşmeler, Türkiye'nin zor bir sürece girdiğine dair genel bir kanaatin varlığını ortaya koyuyor. Zira halk kendi içinde bölünmüş durumda ve Kürdistan İşçi Partisinin artan eylemleriyle birlikte durum daha da kötüye gidiyor. Kürt köylerinde ve Güneydoğu'da olup bitenler ise ilan edilmemiş bir iç savaş.
Rapor, Iraklı Kürtlere, Türkiye'ye yönelik terör eylemlerinde Kuzey Irak'ı kullanmamaları için Kürdistan İşçi Partisine baskı yapmaları çağrısında bulunuyor. Diğer taraftan da Kürtlere daha fazla kültürel hak tanınması gerektiğine işaret ediyor.
Raporda ayrıca, terör ile Kürtler arasına ayırt edici bir çizgi koyan ve böylece Kürtler arasındaki nüfuzunu artıran AKP de övülüyor ve bu durumun, Kürdistan İşçi Partisini endişelendirdiğine işaret ediliyor. Kürdistan İşçi Partisinin Avrupa'dan gördüğü desteğin, Türkiye'nin AB'ye yönelik endişelerini artırması nedeniyle rapor, söz konusu partinin Avrupa'daki faaliyetlerinin durdurulması çağrısında bulunuyor ve Kürtlerden, Türk halkına yönelik gizli ajandaları bulunmadığını kanıtlamalarını istiyor. Kürtlerin, özellikle 1980 darbesinden sonra kimlikleri nedeniyle hedef haline getirilmelerinin, onları Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yakınlık kurmaya ittiğine işaret ediliyor.
Raporda, Türkiye ile ilgili iki senaryo da yer alıyor: İlki umutlu ve AKP'nin reformları gerçekleştirmede başarılı olacağını, Kuzey Irak yönetimiyle ilişkilerini sağlamlaştıracağını, militanlara yönelik operasyonların sadece sınır bölgelerinde sürdürüleceğini ve Kürtlerin daha fazla kültürel haklara sahip olacağını söylüyor. Ayrıca söz konusu partiyi zayıf düşürmek amacıyla Erbil, Tahran ve Ankara arasındaki işbirliğinin de artacağına değiniliyor.
İkinci senaryo ise daha karamsar ve Avrupa kapılarının, reformları gerçekleştirmede başarısız kalan AKP'nin yüzüne kapanacağını söylüyor. Buna karşılık Türkiye'nin, yeni milliyetçi akımlara açılacağını ve Kürt seçmenin, bu nedenle oylarını Kürdistan İşçi Partisini destekleyen partiye vereceğini, şehirlerdeki terör eylemlerinin artacağını ve ordunun olağanüstü hal ilan edeceğini öngörüyor. Raporda ayrıca, AKP'nin önümüzdeki belediye seçimlerinde başarısız olacağını ve Kemalist seçmen ile Kürt seçmen arasında zorlu bir denge kurmaya çalıştığını söylüyor. 

RUSYA BASINI

VEDOMOSTİ: "BİLİNCİN YENİDEN PROGRAMLANMASI... AVRUPA'YA YAKLAŞIM, ÜLKELERİN KENDİ KİMLİĞİNİ BELİRLEME KAYNAĞI OLUYOR"

MOSKOVA, 12/12(BYE)--- Tirajı günde 30 bin olan liberal eğilimli Vedomosti gazetesinin 12 Aralık 2008 tarihli sayısında, Fedor Lukyanov imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

Ulusların bilincinin "yeniden programlanması" ve bu çerçevede reformlar yapılması, sıkça rastlanan bir sorun haline geldi. Bu özellik, yalnızca kimliği ikiye bölünmüş halklara özgü. Yani, Avrupa'ya katılım azmi ve Avrupa'dan uzaklaşma, Rusya ve Türkiye gibi iki büyük devlete özgüdür.
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 70 yıl önce vefat etti. Atatürk döneminde Türkiye çağdaşlık yolunda büyük bir atılım yaptı ve geçmişine nokta koydu. Kemalist Türkiye, İmparatorluğu kaybederek bilincini "yeniden yükleme" yolunu seçti. Laik milliyetçilik ve hızlı Avrupalaşma süreci, "modern" yaşamın dış etkenlerini algılamada ve bilinci değiştirmede bir araç işlevi yapmıştı. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilan edilmesinden iki yıl sonra kabul edilen reformla, ülkede geleneksel kıyafetler yerine Avrupa tarzı kıyafetlerin giyilmesi zorunlu kılındı.
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Türk yazar Orhan Pamuk, geleneksel toplumda çağdaşlaşmakta olan bir kişinin duyguları hakkında çok şeyler yazdı. Birkaç yıl önce Pamuk, şöyle yazmıştı: "Batılaşma yanlısı bir kişi her şeyden önce Avrupalı olmadığından utanır. Üstelik -her zaman olmasa da- Avrupalı olmak istemesinden de utanır. Avrupa ülküsüne yaklaşmak için çaba harcayarak kendi kimliğini kaybettiği için utanç duyar. Böylece bu tür bir kimliğe sahip olmak veya olmamak konusunda kararsız kalır..."
Pamuk'un duyguları, aynı zamanda Rusya'ya özgü duygulardır. Yani Avrupa'ya veya Batı'ya yaklaşım kendi kendimizin kimliğini belirlemek için bir kaynak olur. Politikacılarımızın bir kısmı Batı'yı yadırgıyor, diğer bir kısmı için ise Batı erişilmesi gereken bir hedeftir.
Bugünkü Türkiye, Atatürk dönemine oranla daha karışık bir toplum haline gelmiştir. Bu ülkede laik devlet ve demokrasi ilkeleri birbiriyle çelişiyor. Laik rejimi ve Atatürk'ün ilkelerini koruyan generaller, gerekirse güç kullanmak yoluyla, İslamcıları iktidardan uzaklaştırmaya hazır. Oysa seçim yoluyla iktidara gelen İslamcılar, halkın çoğunluğu, yani Atatürk'ün bir türlü Avrupalı kıyafet giydiremediği çevreler tarafından destekleniyor.
Avrupa Birliği'ne üyelik, Ankara'nın resmi hedefi olarak kalıyor. Bu yolda aşılmaz olan engel, Osmanlı İmparatorluğu'nda işlenen Ermeni soykırımının tanınmasıdır. Olay, yalnızca milli bir gurur meselesi değil. Atatürk'ün hedefi, İmparatorluk döneminden kalma hem olumlu, hem de olumsuz şeyleri unutup Türkleri Avrupalı yapıyor. Bugün ise Türklerden bambaşka şeyler isteniyor. Yani, İmparatorluk dönemini hatırlayıp pişman olmak. Oysa Türkler, geçmişlerini unutmak için çok yol katettiler. Acaba eski şeyleri eşelemekte bir yarar var mıdır? Atatürk'ün kararlılıkla kabul ettirdiği "program" yerine başka bir program kabul ettirilebilir mi?

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir