2008-11-06 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

Son Güncelleme: 01 Aralık 2008

2008-11-06 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

ZDF: "TÜRKİYE NEREYE?"

ANKARA, 29/10(BYE)--- Almanya'dan yayın yapan devlet televizyonu ZDF'nin 29 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında, Halim Hosny imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:

--Cumhuriyetin 85. Kuruluş Yıldönümünde Ülke Derin Ayrışmalar İçerisinde--

Türkler, cumhuriyetlerini seviyor ve kurucusuna bir tanrı misali tapıyor: Mustafa Kemal Atatürk. Türklerin atası Cumhuriyetin 85. yıldönümünde binalar üzerinde portre ve bayraklar şeklinde ülkenin her köşesine göz atıyor. Acaba gördükleri hoşuna gidiyor mudur?
Sanırız hayır, zira Türkiye, cumhuriyetinin kuruluş yıldönümünde iki farklı dünyaya ayrılmış, derin bir çatlak içerisinde.

--İki Dünya, Bir Cumhuriyet--

Dünyaların birinde kendilerini Atatürk'ün mirasçıları sayanlar yer alıyor: Generaller, hukukçular, bürokratlar ve eski sistemle bağları olduğunu hisseden herkes. Öyle bir sistem ki, halkın ona hizmet etmek zorunda olduğu ve günümüze değin kimin iktidarda olduğu fark etmeksizin takip etmesi gereken politikaları belli olan bir sistem.
Diğer dünyanın sakinleriyse Anadolu'dan yükselen İslamcılar. Bu kesimse, eski seçkinlerin hakimiyetini tartışmalı hale getiriyor. Onların en önemli temsilcisi -Başbakan Recep Tayyip Erdoğan- altı yıldır boğazlar ülkesine damgasını başarıyla vuruyor. Daha önce reformların bu denli başarıyla uygulamaya sokulduğu olmamıştı. Çünkü Türklerin durumları yıllardır hiç olmadığı kadar iyi.

--Eski Elitler Açısından Bir Tahrik--

Gücü elinde bulunduran, yöne de karar veriyor. Politikanın bu temel kuralı Türkiye için de geçerli. Fakat şu sıralar, genç cumhuriyetin geçtiği şu kaotik sürece bakarak birçok gözlemci, gücün kimin elinde bulunduğu sorusunu yöneltiyor kendine? Bu yılın başlarında ülkenin en üst başsavcısı iktidar partisine yönelik kapatma istemli bir dava açmıştı. Kemalistlerin gerekçesi, AKP iktidarının Türkiye'nin laik düzenini tehdit ettiği ve laiklik karşıtı eylemlerin odağına yerleştiği iddiasıydı. Davanın başarı sağlamasına sadece birkaç santim kalmıştı.
Temmuz sonunda, Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinin altısı kapatma lehinde oy verdi. Ancak Türkiye anayasası bunun için en az yedi oyu gerekli kılıyor. AKP bir kez daha ipin ucundan dönmeyi başardı. Fakat Anayasa Mahkemesi üyeleri yine de AKP'nin laik düzene aykırı davrandığı tespitinde bulundu ve hazine yardımından yarı yarıya mahrum bırakılmasına karar verdi. AKP, devletten aldığı paraların yarısını iade etmek zorunda. Bu paralar partinin Mart 2009 sonundaki yerel seçimlerde cebinden kesilmiş olacak.
AKP'nin kökleri İslami harekette. Başbakan Erdoğan da şeriat düzenini savunan İslamcı kamptan gelenlerden. Fakat pragmatist politikacı tıpkı partisi gibi artık demokrasiden yana ve Avrupa yolundaki reform politikaları yoluna girmiş durumda. İslami-muhafazakâr iktidarın birden fazla ağır rakibi bulunuyor. Bunlara eski elitlerin mensupları da dahil. Kemalistler, AB üyelik sürecinin yeminli reform karşıtları ve yolundaki taş koyucuları, çünkü güçlerini kaybetmek zorunda kalacaklarından korkuyorlar. Süreç, Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasının bekçileri olan Türk ordusunun da güç kaybına yol açacak.

--AB Reform Azmi Aksıyor--

Bu süreçte AKP'de de AB yolundaki reform azminde aksamalar meydana gelmiş durumda. 5 Kasım'da açıklanacak AB İlerleme Raporunda da bu durum yansımasını bulacak. Raporda, örneğin 1 Mayıs'ta görevlilerin göstericilere vahşice tutumunda bir kez daha kendini gösteren insan hakları alanındaki zaaflara, azınlık hakları alanındaki eksikliklerle, ruhban okulu yasağına dikkat çekilecek. İlerleme Raporunda, olumlu gelişmeler arasında, AKP'nin dış politika alanındaki çalışmalarının yer alması bekleniyor. Özellikle de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan gezisi ve Türkiye'nin Kafkaslar sorununda olduğu gibi Suriye ile İsrail arasındaki aktif arabuluculuk rolü takdire layık görülecektir.
Türkiye tarihinin en büyük terör davalarından birinde şu sıralar 86 sanık, aşırı sağcı bir komplocu grubuna üye olmaktan hesap vermek zorunda. Savcılık bu sanıkları, "Ergenekon" isimli bir yeraltı örgütlenmesine üye olmak, hükümeti cebirle devirme planları yapmakla suçluyor. Ergenekon, buzdağının sadece en tepesinde görünen tarafı. Sayısız Türk vatandaşı yakın tarihte ilk kez, bir zamanlar üst rütbeli askerlerin de aralarında bulunduğu birçok ünlü şahsın artık sivil bir mahkemede töhmet altında olduğuna hâlâ inanamıyor.
Erdoğan hükümeti Kürt sorununda çok ince bir buz tabakası üzerinde yol alıyor. Kürtlere kültürel haklar verilmesine yönelik reformların hayata geçirilmesine ilişkin başlarda verilen sözlerin artık esamisi okunmaz oldu. Erdoğan orduya Kürt politikasında ciddi tavizler veriyor. Erdoğan, Kürt sorununun çözümünde bölgenin ekonomik kalkınmasına ve PKK'ya karşı askeri mücadelesine bel bağlıyor. Fakat böyle yaparak sadece ateşe daha fazla körükle yaklaşıyor ve yasa dışı PKK'ya daha fazla yandaş bulma yolunda zemin hazırlıyor.

--"Demokrasinin Doğum Sancıları"--

AKP hükümeti, ülkenin bu hayati kırılma evresinde ve AB sürecinde çok güç ve itibar kaybına uğradı. AKP, ordu yönetimi karşısında kararlılıkla durma noktasında öz güven eksikliği yaşıyor. Anayasa Mahkemesi üyelerinin son verdiği karar, iktidar partisi üzerinde Demokles'in kılıcı gibi duruyor. Fakat bu krizden, ancak AB süreci ile demokrasi sürecine bir an evvel tekrar yoğun bir biçimde işlerlik kazandırdığı takdirde kendisini kurtarabilir. AKP iktidarı, reform sürecinde şu ana kadar sergilediği çekingenliği, yoğunlaştırılmış bir reform azmine dönüştürmek zorunda.
Türkiye'nin tam anlamıyla bağımsız tek basın organı olan Taraf gazetesi, iki sistem arasındaki iktidar mücadelesini şu sözlerle tarif ediyor: "Şu anda demokrasinin doğum sancılarını geçiriyoruz." Ülkenin tüm yolları açık. Doğru yolu tutturmasını sadece 85. yılı kutlayan genç Cumhuriyetin Türkleri dilemiyor.

FİNANCİAL TİMES DEUTSCHLAND: "BRÜKSEL'DEN TÜRKİYE'YE ÖVGÜ"

BERLİN, 30/10(BYE)--- Tirajı günde 100 bin 919 olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 30 Ekim 2008 tarihli sayısında, Fidelius Schmid imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

--Reformların Aksaması ve İşkence Sert Bir Şekilde Eleştirildi--

AB Komisyonu, alışılagelmedik bir şekilde Türkiye konusunda ılımlı açıklamalarda bulundu. AB Komisyonunun henüz açıklanmayan bir belgesinde, Türkiye'nin AB için stratejik öneminin ve bölgedeki istikrar için olumlu rolünün arttığından söz edildi. Önümüzdeki hafta açıklanacak olan AB'nin genişleme stratejisiyle ilgili ilerleme raporunda, Türkiye'nin öneminin artmasının özellikle enerji güvenliği, Yakın Doğu ve Güney Kafkaslarda çatışma önleme gibi konularda kendisini gösterdiği bildiriliyor.
AB bu zamana kadar yayımladığı raporlarında, Türkiye'nin iç yapısındaki sorunları gündeme getirirdi. Ankara, AB'nin sert eleştirilerine tepki gösterirken, eleştiriler, Birlik içinde Türkiye'nin üyeliği konusunda olumsuz yaklaşımların doğmasına neden oluyordu. Son olarak Brüksel'den Türkiye'ye yönelik gelen övgülerin, ülkede daha iyi bir ortamın oluşmasına katkıda bulunması bekleniyor. Türkiye'nin AB'ye üyelik nedeni olarak, stratejik öneminin temel bir argüman olarak ön plana çıkması bekleniyor.
AB'nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn, Ankara'nın izlediği dış siyaseti övgüye değer buluyor. Türkiye, Gürcistan savaşından sonra Kafkaslarda istikrar platformu adı altında bir girişim başlatmıştı. Bunun ötesinde Türkiye, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Ermenistan'da milli futbol müsabakasını izlemeye gitmesi ilişkilerde ilk defa bir yumuşa belirtisi olarak algılanmıştı.
Brüksel, ülkedeki düşünce ve din özgürlüğü konularındaki gelişmelere atıfta bulunmaktan çekinirken, "Türklüğe hakaret" nedeniyle açılan davalarda bir gerileme kaydedildiğini belirtti. Yeni Vakıflar Yasası Müslüman olmayan dini grupların da mal varlığı edinmelerine olanak sağlıyor.
Brüksel'in raporunda, düşünce ve din özgürlüğüyle, ülkenin güneydoğusunun ekonomik olarak kalkındırılması konularında ufak çapta ilerlemelerin kaydedilmesine rağmen, sağlam ve kapsamlı bir reform programının gerekliliğinden söz edilirken, özellikle bir anayasa reformunun gerçekleştirilmesinden bahsediliyor.
İlerleme raporunda ülkede bilinen diğer sorunlar da eleştiriliyor. Bunların arasında aile içi şiddet, namus cinayetleri, işkence, sanıkların gözaltı süresindeki hakları gibi konular da yer alıyor.

DİE WELT: "BRÜKSEL, TÜRKİYE VE BALKANLAR'DAKİ GELİŞMELERE ÖVGÜLER YAĞDIRIYOR"

BERLİN, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakâr sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Christoph Schlitz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

--Savaş Suçlularının İadeleri Sırbistan'a Yaradı--

AB'nin genişlemesi beklenildiğinden daha kısa bir süre içinde gerçekleşebilir. AB Komisyonu, Batı Balkanlar'daki devletlerin AB'ye üye olma süreçlerinin hızlandırılabileceğinden söz ediyor. Komisyon raporunda (Hırvatistan, Türkiye, Makedonya) AB aday ülkeleri ile potansiyel adayların (Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan, Karadağ) reformları değerlendirildi.
AB özellikle bölgenin istikrarı için kilit ülke konumundaki Sırbistan'a kapılarını açmak istiyor. Sırbistan'ın 2009 yılında şartları yerine getirdiği takdirde aday ülke yapılması düşünülüyor. Batı Balkanlar'dan AB'ye girecek olan ilk ülkenin 2011 yılında Hırvatistan olması bekleniyor.
Brüksel, Sırbistan'ın yanı sıra Türkiye'ye de olumlu yaklaşımlar sergiliyor. AB Komisyonunun raporunda, Türkiye'nin AB için stratejik öneminin arttığı vurgulanırken, ülkenin Kafkaslar'daki "yapıcı rolüne" ve Orta Doğu'daki arabuluculuk gayretlerine atıfta bulunuldu. Ankara'dan düşünce özgürlüğünü, temel hakları ve azınlık haklarını genişletmesi bekleniyor.

FRANKFURTER RUNDSCHAU: "BRÜKSEL'DEN TÜRKİYE'YE ÖVGÜLER"

BERLİN, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 153 bin 247 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Thorsten Knuf imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

--AB Genişleme Raporunda Türkiye'nin Enerji Nakil Hatları Konusundaki Stratejik Önemi Takdir Edildi--

AB Komisyonu, üye ülkelerde Türkiye'ye karşı duyulan kuşkuya rağmen, aday ülkeyi Birliğe daha hızlı bir şekilde yakınlaştırmak istiyor. Birliğin yıllık yayımlanan genişleme raporunda, Türkiye'nin Avrupa'nın enerji güvenliğine yönelik stratejik öneminin arttığı vurgulanıyor. Bunun yanı sıra ülkenin Güney Kafkaslar ile Yakın Doğu gibi bölgelerdeki güvenlik sorunlarının çözümüyle ilgili de öneminin gittikçe arttığı belirtiliyor.
AB'nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn, Türkiye'nin özellikle Kafkasların istikrarlaşması, Ermenistan ile ilişkilerin yumuşaması ve İsrail-Suriye yakınlaşması gibi konularda gösterdiği çabaları övdü. Geçen yıllarda da olduğu gibi, AB Komisyonu ülkedeki demokrasi ve insan hakları konularındaki eksikliklerden ötürü şikayetçi.
Olli Rehn, yeni yayımlanan raporla Türkiye'nin AB üyeliği konusunda yeni bir atak başlatmak istiyor gibi gözüküyor. Bu raporda dikkat çeken, ülkenin bölgesel güç ve enerji transit ülkesi olarak öneminin daha fazla ön plana çıkarılmasıdır.
Türkiye 2005 yılından beri resmen aday ülke olmasına rağmen, müzakereler yavaş bir şekilde ilerliyor. Birçok AB ülkesinde halkın büyük bir kesimi Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkıyor. Alman Şansölye Merkel (CDU) ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy de Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkıyorlar.
AB Komisyonunun raporun açıklanması için bu günleri seçmesi bilinçli olsa gerek. Türkiye'nin Avrupa'nın enerji güvenliği için arz ettiği önemin vurgulanması, bu günlerde Nabucco projesi konusundaki müzakerelerde önemli kararların alınmasına denk düşüyor. Söz konusu nakil hattının Hazar denizinden ve Türkiye üzerinden Avrupa Birliği'ne gaz taşıması planlanıyor. Bu sayede, Avrupa Rusların gazından daha az bağımlı bir hale gelmek istiyor.

FRANKFURTER ALLGEMEİNE ZEİTUNG: "AB NABUCCO'YA DESTEK ÇIKIYOR"

BERLİN, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 366 bin 478 olan muhafazakâr eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 5 Kasım 2008 tarihinde, Nikolas Busse imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

--Gürcistan Savaşı'na Rağmen Nakil Hattı İnşa Ediliyor. AB Komisyonu'nun Enerjiden Sorumlu Üyesi Andris Piebalgs Türkiye ve Azerbeycan'a Gidiyor--

AB Komisyonu'nun enerjiden sorumlu üyesi Andris Piebalgs çarşamba günü Nabucco projesini hızlandırmak için Türkiye ve Azerbeycan'a gidiyor. Avrupa Birliği bu projeyle Avrupa kıtasına ithal edilen gazın kaynaklarını çeşitlendirmeyi hedefliyor. Komisyon yaptığı açıklamada, Andris Piebalgs'ın ziyaretinin projeye dahil olan ülkelere siyasi bir mesaj niteliği taşıdığını belirtti. Söz konusu nakil hattının inşasına Gürcistan'da çıkan savaşa rağmen devam ediliyor.
Nabucco gaz nakil hattının Hazar Denizi ve Yakın Doğu bölgesinden gelen gazı Türkiye üzerinden Avusturya'ya ulaştırması öngörülüyor. Gürcistan Savaşı esnasında Rus uçaklarının attıkları bombaların bir petrol hattının yakınlarına düşmesi bu konuda bazı endişelerin doğmasına yol açmıştı. Rusya'nın başka bir zamanda da Avrupa'nın enerjisini hedef alan nakil hatlarına zarar verebileceği düşünülüyor. Nabuco enerji nakil hattı, Avrupa'nın enerji konusunda Rusya'ya olan bağımlılığını azaltmayı hedefliyor.
AB Komisyonu'nun enerjiden sorumlu üyesi Andris Piebalgs, Türkiye ziyaretinde nakil hatlarının geçiş ücretleriyle ilgili görüşmelerde de bulunmak istiyor. AB bununla ilgili ödemelerin hattı inşa eden konsorsiyum tarafından karşılanmasını talep ediyor. Türkiye ise ülkeden geçen gazın yüzde 15'inin iç piyasaya yönelik kullanılmasını istiyor. Bu konuda Andris Piebalgs'ın somut bir mutabakata varması beklenmiyor.
Nabucco gaz nakil hattının 2012 yılında tamamlanması bekleniyor. AB Komisyonu Nabucco hattına Azerbaycan'ın yanı sıra Türkmenistan ve Irak gibi ülkelerin de dahil edilmesini istiyor. İran dünyada en fazla gaz kaynaklarına sahip ikinci ülke konumunda fakat süregelen atom ihtilafı nedeniyle AB, ülkeyi Nabucco'ya dahil etmeyi düşünmüyor.

DER TAGESSPİEGEL: "BİR ADIM ÖNE, İKİ ADIM GERİYE"

BERLİN, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 149 bin 431 olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Türk Adaleti, Sözde Kürt Yanlısı Muhabir ve Gazetelere Karşı Tutumunu Sertleştiriyor--

Eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher de bir zamanlar özel bir yasayla teröre medya tarafından "oksijen sağlanmasını" engellemeye çalışmıştı. 1981 yılında Kuzey İrlanda ihtilafıyla ilgili sözüm ona devlet düşmanlığı içeren haberlerin sınırlandırılması söz konusuydu. Neredeyse 30 yıl sonra, AB üye adayı Türkiye'nin adli makamları da benzer bir taktik uygulama çabasındalar. Güya PKK'lı bir Kürt asiyi olumlu yansıttığı için, bir muhabirin on binlerce avro ceza ödemesi isteniyor. Küçük bir solcu gazetenin temsilcisinin, PKK'nın talep katalogunu bastığı için cezaevine girmesi talep ediliyor. Tüm bunlar, tam da üye adayı Türkiye ile ilgili İlerleme Raporu'nun açıklanacağı günden birkaç gün öncesinde oluyor.
Solcu gazete "Evrensel"in redaktörleri makamlarla sıkıntı yaşamaya alışıklar. Gazetenin muhabirleri şimdiye kadar, bu arada yumuşatılan "Türklüğe hakareti" cezalandırılan 301. madde yüzünden de olmak üzere defalarca mahkeme önüne çıkmak zorunda kaldılar. Geçen hafta gazetenin yazı işleri müdürü ve sahibi, "Evrensel" PKK'nın yedi talebini yayımladığı için birer yıl hapis cezasına mahkum edildiler. Bu talepler arasında, Kürtçe'nin tanınması da yer alıyordu. Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat'ın dediğine göre, "Evrensel" hiçbir şiddet eylemini tasvip etmediği halde ve sadece Kürt ihtilafında iki tarafa da söz hakkı tanımak istemesine rağmen mahkeme bu kararı Terörle Mücadele Yasası uyarınca almış.
Bu tür mahkeme kararlarının Türkiye'de artık geçmişte kalması gerekirdi. Ülke, geçen yıllarda AB reformları çerçevesinde barışçıl düşünce ifadesini cezalandırmaktan vazgeçmeye çaba harcadı. Şiddet çağrısı yapılmadığı ve demokratik kurallara uyulduğu sürece çok eleştirel bir düşüncenin bile açıklanabilmesi temel esası, Türkiye için bir milattı.
Ancak, Kürt ihtilafının yeniden tırmandığı bir dönemde Türk mahkemeleri yeniden, "kamuoyuna oksijen" veren medyaya karşı mücadeleyi artırdı. Güneydoğu Anadolu'da günlerden beri polis ile Kürt göstericiler arasında şiddetli sokak çatışmaları yaşanıyor. PKK asileri daha birkaç hafta önce ordunun Güneydoğu Anadolu'daki bir karakoluna gerçekleştirdikleri saldırıda 15 askeri öldürdüler.
Türkiye, ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan PKK'ya karşı mücadelede, medyanın bir çizgide tutulması öngörülüyor. Bunu, Hürriyet gazetesinin bir muhabiri de hissetti. Sebati Karakurt, Kuzey Irak'taki bir PKK kampından Hürriyet gazetesi için haber yapmış, asilerin orada televizyonda futbol seyrettiklerinden ve kadın savaşçılar ile erkek savaşçılar arasında aşk hikayeleri yaşandığından söz etmişti. Karakurt ayrıca Murat Karayılan ile bir mülakat yapmıştı. Gazeteci ve iki redaktör İstanbul'da yaklaşık 50 bin avro para cezasına mahkum edildiler.
Daha az tanınmış medya organları da mağdurlar. "Alternatif" gazetesi, güya PKK'nın propagandasını yaydığı gerekçesiyle bir aylık yayın yasağı aldı. PKK'ya yakın olan ya da öyle görülen sayfalar da Türk bilgisayarlarının erişimine kapalı. Türk mahkemeleri bu şekilde ülkenin Avrupa normlarını yerine getirmekten daha ne kadar uzak olduğunu gösteriyorlar. Anlaşılan bu durum, sadece Türk adli makamlarının Kürt ihtilafı gibi hassas konulara ilişkin yayınlar karşısındaki takındıkları tutumla ilgili değil. Basında yer alan haberlere göre, gazetecilerin ordu tarafından Harp Akademisi'nde "doğru" terör haberciliği sanatı konusunda eğitilmesi öngörülüyor.
AB, bu eğilimi endişeyle izliyor. İçeriği Türk basınına şimdiden sızmış olan yeni İlerleme Raporu taslağında, hakim ve savcıların, özellikle Kürt ihtilafıyla bağlantılı düşünce özgürlüğü söz konusu olduğunda Ceza Hukukunu davalının aleyhine yorumlama eğilimi eleştiriliyor. AB Komisyonu yeni raporunda, zorunlu askerlik hizmetine direnilmesi çağrılarının bile mahkemece takip edilişini de eleştiriyor. AB'nin diğer alanlarda da Türk aday hakkında verdiği hüküm şöyle böyle. Geçen yılın yaz ayında elde ettiği mutlak zafere rağmen Başbakan Erdoğan'ın hükümetinin bugüne kadar yeni ve kapsamlı bir reform programını ortaya koyamamış olması da raporda eleştiri konusu.
Halihazırda böyle bir reform programı yakında hayata geçirilecek gibi de gözükmüyor. Uzmanlara göre, AB'nin yeni ilerleme raporu da Ankara'da yeni bir reform dalgası başlatmayacak. İstanbullu siyaset bilimcisi ve AB taraftarı Cengiz Aktar, "AB Komisyonu, Türkiye üzerinde etkili olmak için tüm olanaklarını kullandı" diyor. Aktar'a göre, geçen yıllarda AB tüm eksikliklerine rağmen Türk Hükümetine reformlar konusunda baskı yapmak yerine ılımlı davrandı. Şimdi ise Erdoğan Hükümeti artık sürekli Avrupalıların gözetimi altında olmadığını düşünüyor. Avrupa İlerleme Raporu da bu ruh halinin verdiği rahatlıkla bekleniyor. Türk diplomatları salı günü "Bizler öğrenci değiliz, AB de öğretmen değil" şeklinde ifadeler kullandılar. Aktar gibi hükümeti eleştirenlere göre bu tutum, Erdoğan Hükümetinin artık Avrupa hedefine pek bağlı olmadığını gösteriyor. Aktar, "Onlar Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı olmadığını düşünüyorlar" diye konuşuyor.

HANDELSBLATT: "SINIRLI KORUMA MÜDDETİ"

BERLİN, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 145 bin 103 olan liberal eğilimli, ekonomi finans ağırlıklı Handelsblatt gazetesinin 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Christoph Rabe imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye Avrupa'nın Asya'ya uzanan köprüsü mü, yoksa Asya'nın Avrupa'ya uzanan köprüsü müdür? Her ikisi de doğrudur. Bu itizal, Türkiye'nin, eleştiricilerini Birliğin üyesi olma yönünde mutlak iradeye sahip olduğuna ikna etmek yerine, AB yolunda neden gerektiğinden daha az reform şevki gösterdiğini açıklıyor. Türkiye iç ve dış siyaseti ile Orta Asya, Orta Doğu ve Avrupa arasında gidip geliyor.
Türkiye esasen "herkesin sevgilisi" olmak isterdi. Fakat güvenli enerji koridoru, ihtilaf çözümü ve bölgesel istikrar sağlama konularında taşıdığı tüm stratejik önemine rağmen bunu, en azından AB adayı olarak ancak kısmen sağlayabiliyor. AB Komisyonu yeni İlerleme Raporu'nda haklı olarak daha hızlı bir reform temposu beklediğini belirtiyor. Düşünce özgürlüğü, kadın hakları ve siyasi partilerin tüzüklerinde ivedilikle reformlar gerekli. Ayrıca geçen yıl AKP'ye karşı yürütülen kapatma davası Anayasa'nın da reforma tabi tutulması gerektiğini gösteriyor.
Buna rağmen AB Türkiye'ye ılımlı davranıyor, dahası, Türkiye'nin stratejik önemini açıkça kabul ediyor. Böylece Ankara kendisini sahip olduğu rolde teyit edilmiş hissediyor. Zira Türkiye iki hedef izlemeye çalışıyor: Uzaktaki hedefi AB üyeliği, fakat yakın hedefi bölgesel bir güç olarak, örneğin komşusu İran'ınkine benzer bir ağırlık kazanmaktır. Çifte köprü fonksiyonundan dolayı Türkiye o kadar özgüven sahibi ki, küresel mali kriz bile Türkiye'deki siyasetçiler ile işadamların iyimserliğini sarsamıyor. Bu durum kısa bir süre önce İstanbul'da gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu'nda da belirgin bir şekilde kendini gösterdi.
Kafkasya sorununda Ankara, ne Avrupa'nın ne de Arapların Türkiye'yi es geçemeyeceklerini kanıtladı. Tiflis, Moskova ve Gürcistan arasında gidip gelerek Ankara, AB tarafından da tasvip edilen "istikrar platformunun" temelini attı. Ankara, Suriye ile İsrail arasındaki barış sürecinde arabuluculuk yapıyor. Aynı şekilde, Körfez devletleriyle Kafkasya ve Orta Asya'da yatırım fırsatı yakalamada vazgeçilmez bir aracı. Arap Ligi ve Körfez İşbirliği Konseyi ile yapılan anlaşmalar da bu yoldaki kilometre taşlarıdır.
Moskova ve Şam, Tahran ve Dubai, Bağdat ve Riyad ile kurduğu sıkı ağ Türkiye için hem teminat hem de gelecek perspektifi anlamına geliyor. Zira AB ile üyelik müzakerelerinin nasıl gelişeceğini kim bilebilir? Türkiye'de halkın ancak yarısı üyeliğin fayda getireceğine inanıyor. Daha dört yıl önce halkın yüzde 75'i AB üyeliğini destekliyordu.
Bu gelişmeye iç siyasi sorunlar da neden olmuş olabilir. Fakat birçok AB ülkesinin Türkiye'yi dini veya başka gerekçelerle esasen kulüplerinde istemiyor olması, halkın soğumasına yol açtı. Çözülmemiş Kıbrıs ihtilafı nedeniyle bir de 2006 yılından bu yana sekiz müzakere faslının dondurulmuş olması da bunun üzerine tuz biber ekti.
Türk iş dünyası da tıpkı hükümet gibi her iki ata da oynuyor. Fakat siyasi açıdan AB üyeliğini istiyor. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkeyi acımasızca etkileyecek olan mali kriz karşısında Türkiye'nin üst düzey menajerleri, hükümete reformlara hız vermesi için baskı yapıyorlar. Zira, kriz dönemlerinde AB gibi bir birliğe dahil olmanın ne kadar önemli olduğunu çok iyi görebiliyorlar. Ancak hükümetin iç siyasi engelleri aşıp hızlı bir reform politikası izleyecek gücü toparlamayı başarıp başaramayacağı oldukça belirsizdir.
Ankara, çıkarlarının çok yönlü olması ve her yandan ilgi görmesi nedeniyle aslında tam da önceliklerini belirleyip Brüksel'e sarih sinyaller göndermesi gerektiği bir dönemde tıkanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Aksi takdirde AB projesi başarısız olur. Ancak korkarım, Türkiye şu anda gerekli güce sahip değil. Brüksel şimdilik koruma müddeti tanıyor, fakat bu müddet sonsuza kadar sürmeyecektir.

HANDELSBLATT: "AB, TÜRKİYE'DE KAYDEDİLEN İLERLEMELERE ÖVGÜLER YAĞDIRIYOR"

BERLİN, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 145 bin 103 olan liberal eğilimli, ekonomi finans ağırlıklı Handelsblatt gazetesinin 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Eric Bonse imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile yapılan Brüksel çıkışlı mülakatın çevirisi şöyledir:

BONSE: İlk gelişmelerin kaydedilmesine rağmen AB Türkiye'yi eksik reform gayretiyle suçlamaktadır. Ters giden nedir?

BABACAN: Üyelik müzakerelerinde önce sekiz müzakere faslı açıldı, ancak sonra hepsi Kıbrıs meselesi nedeniyle donduruldu. Bazı AB ülkeleri farklı fasıllarda ilerleme kaydedilmesini engellemektedirler. Şimdi iki fasıl açmayı düşünüyoruz. Ancak AB Komisyonu, AB hukukunda nerede durduğumuzu şimdiye kadar açıklayamadı. Bu benzersiz bir durum olup daha önce hiç görülmemiştir. Biz fiilen belirsizlikte kalıyoruz.

BONSE: Buna nasıl tepki veriyorsunuz?

BABACAN: 2006 yılından sonra stratejimizi değiştirdik. Bir müzakere faslının açılıp açılmadığıyla ilgilenmiyoruz. AB müktesebatını tanıyor ve neleri halletmemiz gerektiğini biliyoruz. Dolayısıyla 2007 yılı sonunda bilinçli olarak yalnızca Türkçe dilini kullandığımız kendi yol haritamızı açıkladık. Bu bizi normal bir AB adayından farklı kılmaktadır. Fasıl fasıl ilerlemiyoruz. Kendi standartlarımızı oluşturuyoruz. Geçen yıl içinde yaşanan iç siyasi türbülanslara rağmen AB üyeliğiyle ilgili 31 yasa çıkardık. Fakat bunların yalnızca ikisi kamuoyunun büyük kesimi tarafından fark edildi: 301. madde ve Vakıflar Yasası.

BONSE: Bundan sonra nasıl hareket edeceksiniz?

BABACAN: Çok yakında tanıtacağımız önümüzdeki dört yıla yönelik ulusal reform programımızın nihai oylama sürecine girmiş bulunmaktayız. Söz konusu programda siyasi, ekonomik, toplumsal ve AB hukukuyla ilgili reformlar yer almaktadır. Reformların ne kadar hızlı uygulanabileceği AB ve Türkiye içindeki havaya bağlıdır.

BNONSE: Kıbrıs meselesinde çözüm bulunacağına dair ümitler var mı?

BABACAN: İyimser olmak için kesinlikle neden var. 2004 yılında da çözüme çok yaklaşmıştık. En azından sorun teşkil eden Türkiye değil. Bunu kanıtladık. Şimdi her şey Rum tarafının iradesine kaldı.

HANDELSBLATT: "AB, TÜRKİYE'DEKİ İLERLEMELERİ ÖVÜYOR"

BERLİN, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 145 bin 103 olan liberal eğilimli, ekonomi finans ağırlıklı Handelsblatt gazetesinin 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Eric Bonse imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:

--Genişlemeden Sorumlu Komiser Olli Rehn İlerleme Raporu'nu Açıklıyor ve Daha Çok Reform Talep Ediyor. AB Anlaşmasının Üye Devletlerin Parlamentoları Tarafından Onaylanmasındaki Gecikme, Üyelikleri Bloke Edebilir--

AB Komisyonu ilk kez, Türkiye'nin işleyen bir piyasa ekonomisine sahip olduğunu teyit etti. AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn salı günü Brüksel'de yaptığı açıklamada, AB ile Türkiye'nin birlikte oluşturdukları sağlam yapısal çerçeve sayesinde küresel mali krizin de atlatılacağını kaydetti. Rehn eşzamanlı olarak ekonomi politikasında reformlar gerektiği uyarısında bulunarak, Türkiye'nin reformlara ara vermeden "kararlılıkla Avrupa çizgisinde ilerlemesi" gerektiğini söyledi.
Bugün AB Komisyonu, üye adaylarıyla ilgili İlerleme Raporu'nu açıklayacak. AB, 2005 yılından bu yana Hırvatistan ve Türkiye ile üyelik müzakerelerini sürdürüyor. Hırvatistan ile müzakerelerde hızla ilerleme kaydedilirken, Türkiye ile başından beri zorluk yaşanıyor. Kıbrıs ile ilgili ihtilaf nedeniyle 35 fasıldan sekizi dondurulmuş bulunuyor. Bu yılın sonuna kadar "sermayenin serbest dolaşımı" ile "bilgi toplumu ve medya" adlı iki başlığın daha açılması öngörülüyor.
Ancak Ankara'daki hükümet bu konularda bile Brüksel'in belirlediği çerçevenin çok gerisinde kalıyor. Raporda, örneğin Türkiye'nin yabancıların emlak alımı ve AB tarafından doğrudan yatırım konusunda hâlâ zorluk yarattığı belirtiliyor. Ankara Hükümetinin AB normlarına yaklaşmasını sağlayacak olan Elektronik Medya Yasası da, Mecliste görüşülmeyi bekliyor. Rehn dün, sosyal politika ve rekabet politikası alanlarında da büyük eksiklik olduğunu belirterek, Ankara'daki hükümetin sendikaların özgürce hareket etmelerini sağlayan bir yasa tasarısı sunması ve bağımsız bir rekabet kurumu kurması gerektiğini söyledi.
Komisyon, Başbakan Erdoğan hakkında da sert eleştirilerde bulundu. Raporda, hükümetin, seçimlerde elde ettiği güçlü siyasi zafere rağmen, sağlam ve kapsamlı bir reform programı hazırlamayı ihmal ettiği belirtildi. Brüksel, gerçi hükümetin dış siyasette oynadığı yapıcı rolü övüyor ve buna örnek olarak, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk çabalarını ve Rusya-Gürcistan Savaşı sonrasında Kafkasya bölgesinin istikrara kavuşması için üstlendiği yapıcı rolü gösteriyor. Ancak raporda, Ankara'nın hâlâ AB ile NATO arasındaki işbirliğini engellediği, bunun ise AB'nin Afganistan ve Kosovo misyonlarında sorun yaşanmasına neden olduğu belirtiliyor.
AB, Türkiye'nin ekonomik durumundan da endişe duyuyor. Rehn gerçi Türkiye'nin şimdiye değin mali krizden etkilenmediğini, ancak Türk Lirası'nın baskıya maruz kaldığını belirtti. Raporda ayrıca, Avrupa Sanayi ve Ticaret Odaları Eurochambres'in, Türk şirketlerinin AB üyeliğine iyi hazırlanmadıkları uyarısına yer veriliyor ve "Türk ekonomisi henüz AB üyeliğine hazır değil" ifadesine yer veriyor.
Rehn tüm zorluklara rağmen Türkiye'nin üyelik perspektifine bağlı kalmak istiyor. Türkiye'nin, bırakılamayacak kadar büyük stratejik öneme sahip olduğunu söyleyen Rehn, ayrıca üyeliğin 10-15 yıl içinde planlandığını söyledi.

 

AVUSTURYA BASINI

Ö 1: "BM BÜYÜKELÇİSİ MAYR-HARTİNG: AVUSTURYA AB'Yİ TEMSİL EDİYOR"

VİYANA, 30/10(BYE)--- Avusturya Radyosu Ö 1'in 29 Ekim 2008 tarihinde saat 7.00'deki "Morgenjorunal" programında yayımlanan, Lucien Giordani'nin yakında Avusturya'nın BM nezdindeki daimi temsilcisi görevini üstlenecek olan Büyükelçi Thomas Mayr-Harting ile yaptığı mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

GİORDANİ: Türkiye de Güvenlik Konseyi'ne seçildi. Başbakan Erdoğan'ın bir danışmanı, Türkiye'nin Avusturya ile sıkı bir işbirliği içinde olacağını söyledi. Siz böyle bir işbirliği tahayyül edebiliyor musunuz, yoksa Türkiye böyle ifadeler kullanarak Avrupa Birliği'ne katılımına hız kazandırmak mı istiyor?

MAYR-HARTİNG: Birincisi bunun dürüstçe yapılmış bir işbirliği teklifi olduğuna inanıyorum. Güvenlik Konseyi'nin bütün üyeleri ile aktif bir şekilde işbirliği yapacağız, tabii Türkiye ile de yoğun bir işbirliği içinde olacağız. Türkiye geçtiğimiz aylarda uluslararası kriz menajerliği alanında son derece enteresan ve kanımca önemli girişimlerde bulundu. İsrail ile Suriye arasında önemli bir arabuluculuk rolü üstlendi. Kafkasya'ya enteresan sinyaller verdi. Bütün bunların saygıyı hakettiğine inanıyorum. Türkiye ile aynı çerçevede çalışmanın son derece enteresan bir perspektif olduğu görüşündeyim.

DIE PRESSE: "KAPILAR TÜRKİYE'YE YENİDEN AÇILIYOR"

VİYANA, 04/11(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 4 Kasım 2008 tarihli sayısında, Wolfgang Böhm imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan APA kaynaklı, Brüksel/Viyana çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--AB'ye Katılım... Brüksel Ülkenin Artan Stratejik Önemini ve Sağlıklı Ekonomiyi Övüyor--

Gürcistan, enerji ve mali kriz Türkiye'ye kapıların yeniden açılmasını sağladı. AB Komisyonu yarın Türkiye'nin stratejik önemine ve katılım sürecinde kaydettiği ilerlemelere ilişkin raporlarla açıkça ülkenin Birliğe alınmasından yana çıkacak. Raporların duyulan ilk ayrıntılarına göre, öncelikle Türkiye'nin bölgesel istikrarının ve enerji sağlanmasında sunduğu yeni imkânların Birliğe avantaj sağlayacağına dikkat çekiliyor.
Raporların, Alman Financial Times tarafından yayımlanan bir bölümünde, "Türkiye'nin stratejik öneminin arttığına" değiniliyor. Ankara'nın Gürcistan krizinin atlatılmasında oynadığı yapıcı rolün yanı sıra, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan ile ilişkilerin iyileştirilmesi yolundaki girişimine de dikkat çekiliyor. Ayrıca ülkenin İsrail ile Suriye arasında oynadığı arabuluculuk rolü de takdirle karşılanıyor.
Sonuçta ülkenin sadece siyasi değil, ekonomi stratejisi açısından da Avrupa için önem taşıdığı belirtiliyor. Burada öncelikle de enerji güvencesine dikkat çekiliyor. AB'nin doğalgaz açısından Rusya'ya bağımlılığını azaltmak için Nabucco boru hattı projesini gerçekleştirmek istemesi halinde Türkiye'ye ihtiyacı olacak. AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn'in yetkisinde hazırlanan raporlara göre, Ankara iç politikadaki bazı reformları gerçekleştirmekte gecikmiş olsa bile, ülke AB açısından arzu edilen bir istikrar faktörü. Türkiye'nin "işleyen bir pazar ekonomisi" olarak güncel mali krizin etkilerine "nispeten iyi bir direniş" gösterdiği belirtiliyor.
Tabii bu değerlendirmeyi uzmanların tümü paylaşmıyor. Birçokları öncelikle yurtdışından gelen para akışının azalması yüzünden ülkenin sorunlarla karşılaşacağı görüşünde. 

--Reformlar İçin Motivasyon--

AB'nin geniş çapta olumlu olan raporunun, Ankara'daki hükümetin iç politikadaki reformlara hız kazandırma yönünde motivasyonunu artırması bekleniyor. Çünkü bu alanda yıllardan beri ilerleme kaydedilmiyor. Yalnız ifade ve din özgürlüğü konularında iyileşme olduğunun altı çiziliyor. "Türklüğe hakaret" yüzünden açılan davaların azaldığı, ayrıca yeni Vakıflar Yasası'nın gayrimüslim cemaatlerin mülk edinmesine izin verdiği belirtiliyor. Ancak AB Komisyonu bu konuda geniş çaplı bir reformun hâlâ gerçekleştirilmediğini vurguluyor.
Aile içi şiddet ve töre cinayetleri "ciddi sorunlar" olarak tanımlanıyor. "Güvenlik güçlerince yapılan işkence ve kötü muamelenin de endişe verici olduğu" belirtiliyor. Hükümetin organize suçlar ve yolsuzlukla mücadelede, Avrupa standartlarına ulaşmak için fazla çaba göstermediğine de değiniliyor.
Rapor, Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerdeki zorluklar konusunda da hiçbir ilerleme kaydedilmediğine işaret ediyor. Türkiye, AB üyesi olan bir ülkeyi diplomatik açıdan tanımamakta direniyor ve deniz ve hava limanlarına girişini engelliyor. Üyelik müzakerelerinin birçok başlığı da bu yüzden dondurulmuş durumda.

WIENER ZEITUNG: "ZAGREB, KATILIMA İLİŞKİN YOL HARİTASI KONUSUNDA TEDİRGİN"

VİYANA, 05/11(BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Wolfgang Tucek imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--AB Komisyonu Hırvatistan'a Müzakerelerin 2009 Sonunda Biteceği Yolunda Ümit Veriyor. Son Şiddet Olayları Engel Teşkil Edecek mi? Türkiye'ye Olumlu Değerlendirme--

Aralarında Avusturya da olmak üzere AB ülkelerinin çoğu Hırvatistan'a müzakerelerin 2009'da biteceği ve katılımın 2011'de gerçekleşeceği perspektifinin verilmesi taraftarı. Fransa ve Almanya ise henüz tereddüt ediyor.
Buna karşın AB ile müzakerelere Ekim 2005'te, yani Hırvatistan ile aynı zamanda başlayan Türkiye hâlâ bu aşamaya gelemedi.

--Ankara'nın Diplomasisi Büyük Övgü Görüyor--

Buna rağmen, İlerleme Raporu hiç şimdiki kadar olumlu olmamıştı. Raporda, "Türkiye'nin aktif bir diplomasi ile komşuları konusunda yapıcı bir rol oynadığı ve ülkenin AB açısından stratejik öneminin arttığı" belirtiliyor.
Ayrıca Kafkasya, İsrail ile Suriye ve İran konularındaki arabuluculuk çabaları, Abdullah Gül'ün Ermenistan'ı ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olması ve böylece iki ülke arasındaki buzul çağına son vermesine de olumlu bir şekilde değiniliyor. AB Komisyonu buna rağmen hâlâ reformların yapılması gerektiği görüşünde. Ordu üzerindeki sivil kontrolün güvence altına alınması, Kürtlerin haklarının güçlendirilmesi, kadınların aile içi şiddetten korunması gerektiği vurgulanıyor. Kötü muamele ve işkence vakaları hâlâ "endişe" uyandırmaya devam ediyor. Brüksel Ankara'ya, AB ülkesi Kıbrıs ile ilişkilerin iyileştirilmesi konusunda ise kötü not veriyor.

 

BELÇİKA BASINI

LE SOİR: "ERASMUS PROPAGANDAYA MI HİZMET EDİYOR?"

BRÜKSEL, 27/10(BYE)--- Tirajı günde 140 bin olan Le Soir gazetesinin 25-26 Ekim 2008 tarihli hafta sonu sayısında, Pascal Martin ve İstanbul'dan Fabio Salomoni imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Marmara'da Erasmus'un Beyin Yıkama Amaçlı Kullanılma Girişimi. Olay Türkiye'de Büyük Gürültü Koparıyor. AB, Bunun Münferit Bir Olay Olduğunu Belirtiyor--

Türkiye, Erasmus öğrenci değişimi programını, Ermeni karşıtı propagandaya alet mi ediyor? En azından Van adlı dernek (Ermeni soykırımının inkârı konusunda dikkatli olmaya çağıran dernek) bunu iddia ediyor. Bu Fransız derneği, olayı "Ermeni soykırımını inkâr eden bir Türkiye'nin AB üyeliği öncesinde nelerin olabileceğini ortaya koyuyor" diye nitelendiriyor.
Bu tartışma, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1915 yılında Rusya İmparatorluğu ile savaş halinde olduğu dönemi kapsıyor. Bu durumun en büyük acısını iki güç arasında kalan Ermeniler çekti. O dönemden bu yana iki görüş rekabet halinde. Ankara'ya göre, Ermeniler Ruslarla işbirliği yaptılar ve askeri operasyonların kurbanı oldular. Ermenilere göre, Osmanlılar gerçek bir soykırım gerçekleştirdiler.
Çok hassas bir konu. Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki müzakerelerde sık sık masaya geliyor. Bu nedenle de söz konusu olay büyük önem taşıyor.
Van derneğine göre, Erasmus programına katılan Türk öğrenciler, "Türkiye Cumhuriyeti'ne yıllardır sorun yaratan konular hakkında bilgilendirilmek" üzere zorunlu olarak Marmara Üniversitesinde düzenlenen toplantılara katılıyorlar. Konuşmacılar arasında Profesör Yusuf Halaçoğlu da bulunuyordu. Muhafazakâr tutumlarıyla tanınan bu şahıs, öğrencilere yurt dışında "tezlerini savunmaları" için baskı yapmış. Dinleyicilerden bazıları salonu terk etmiş.
Resmi propaganda mı, yoksa münferit bir sapma mı? Van derneğine göre bu "yönlendirme dersleri" üniversite rektörünün özel talebi üzerine düzenlenmiş. Avrupa Komisyonu, bunun münferit bir olaydan başka bir şey olmadığını teyit ediyor: "Olayın münferit olduğunu düşünüyoruz. Zira, Erasmus programına katılan 139 Türk üniversitesinde böyle bir şey yaşanmadı."
Türkiye'de de bu görüş destekleniyor. Ankara ile AB arasında 2005 yılında üyelik müzakerelerinin başlamasından bu yana 10 bin Türk öğrenci Erasmus programına katıldı. Bu akım büyük olasılıkla Marmara Üniversitesi yetkililerini rahatsız etti ve öğrenciler önünde konuşması için Profesör Halaçoğlu'nu davet etti. Oysa, sadece Ermenilerle sınırlı kalmayıp, Kürt ve Alevileri de hedef alan son konuşmalarından sonra Türk Tarih Kurumu Başkanlığı görevinden uzaklaştırılmıştı.
Marmara Üniversitesinin bu girişimi, bazı Türk basın yayın organlarında ve toplumun bazı kesimlerinde büyük tepkilere neden oldu. "Beyin yıkama" kelimeleri kullanıldı. Üniversitenin bir yetkilisi kimsenin bu toplantılara katılmak zorunda olmadığını ve Profesör Halaçoğlu'nun herkesi fikri konusunda serbest bıraktığını belirtti. Ne olursa olsun, salonu terk edenler çıkışta "Erasmus çerçevesinde yeni gençlerle tanışmaya gidiyoruz, düşmanla savaşmaya değil!" diye bağırdılar. Bu da Türkiye'nin bugün Ermeni konusunda tek sesten oluşmadığının kanıtıdır.

DE STANDAARD: "TÜRKİYE'YE ÖVGÜ"

BRÜKSEL, 30/10(BYE)--- Tirajı günde 76 bin olan De Standaard gazetesinin 30 Ekim 2008 tarihli sayısında, "BB" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

De Standaard'ın ele geçirebildiği AB'nin genişlemesi konusundaki yıllık strateji raporu, Türkiye için dikkate değer övgüler içeriyor. Avrupa Komisyonuna göre, "Türkiye'nin stratejik önemi artmaya devam ediyor". Komisyon, Gürcistan sorununun çözümlenmesi için Kafkasya'da istikrar ve işbirliği platformu öneren Türkiye'nin "aktif diplomasisinin" altını çiziyor.
Komisyon, Cumhurbaşkanı Gül'ün, Ermenistan'ın başkenti Erivan'ı ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olmasına ve Nabucco doğalgaz boru hattının gerçekleştirilebilmesi için Türkiye'nin stratejik katkısına dikkat çekiyor. Siyasal açıdan da, AKP konusunda büyük gerginlikler yaşansa bile ilerlemeler kaydediliyor. Ancak Brüksel, demokrasi ve insan hakları konularının hızlandırılmasını istiyor. Hırvatistan için ise raporda müzakerelerin 2009 yılında bitirilmesi yönünde bir ajanda bulunuyor.

EUOBSERVER: "KOMİSYON TÜRKİYE'NİN BÖLGESEL İSTİKRAR KONUSUNDA ÜSTLENDİĞİ ROLDEN ÖVGÜYLE BAHSEDİYOR"

ANKARA, 03/11(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı EU Observer'ın 31 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında, Elitza Vucheva imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Türkiye ve batı Balkanlar'ın AB'ye üyelik yönünde kaydettiği ilerlemeye dair Brüksel'in taslak raporunda, Ankara'nın; AB kulübüne katılmak için hâlâ pek çok alanda yapacak çok şeyi olmasına karşın, bölgesel istikrarı teşvik edici rolünün geçen yıl daha da arttığı ifade edildi.
EU Observer'ın ele geçirdiği yıllık ilerleme raporunun taslağında "Türkiye, faal diplomasi yoluyla bölgesinde ve Orta Doğu'da yapıcı rol oynamıştır" deniliyor ve şöyle devam ediyor: "Gürcistan'daki krizi takiben Türkiye, bölgedeki ülkeler arasında diyaloğu teşvik etmek amacıyla Kafkaslar İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisinde bulundu. Cumhurbaşkanı Gül, Ermenistan'ın bağımsızlığından bu yana ziyarette bulunan ilk Türk cumhurbaşkanı olarak, Erivan'a bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye, İsrail ve Suriye arasında arabulucu sıfatıyla sorumluluk üstlendi ve ayrıca İran ile nükleer mesele konusunda bir diyalog başlattı."
Bölgesel istikrarın sağlanması konusunda üstlendiği role bizzat vurgu yapan Ankara, ayrıca son dönemde bu doğrultuda, Rusya-Gürcistan çatışmasının ardından Kafkas platformunun kurulmasının da aralarında bulunduğu girişimlerini arttırmıştır.
Türkiye, platform ile bölgesel sorunlara çözüm mekanizması ve Türkiye, Rusya, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan'dan oluşan bölgedeki beş ülke arasında ekonomik işbirliğin geliştirilmesinin amaçlandığını belirtiyor.
AB, komşuluk ilişkilerinin AB'ye dair umutlar konusunda önemli bir ön koşul olduğu yönündeki ısrarını her daim sürdürmektedir.
Komisyon ayrıca, "güney Kafkaslardaki gelişmeler, Türkiye'nin, AB'nin enerji güvenliği açısından -özellikle tedarik rotalarının çeşitlendirilmesi bağlamında- stratejik önemine işaret etmiş ve Türkiye ile AB arasında enerji konusunda yakın bir işbirliğinin ehemmiyetini vurgulamıştır" ifadesini kullanıyor.
Brüksel; Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden geçerek Türkiye'den Avusturya'ya doğalgaz taşınması suretiyle Rusya'ya olan bağımlılığın azaltılmasının amaçlandığı AB destekli doğalgaz boru hattı projesi olan Nabucco'nun bu bağlamda kilit önemine vurgu yapmaktadır.

--Aynı Sorunlar Devam Ediyor--

Türkiye 1999'dan bu yana AB üyeliğine resmi olarak aday ve 2005 yılında Birlik ile katılım müzakerelerine başladı.
Ancak Komisyon, kaydedilen ilerlemenin yanı sıra Türkiye'nin AB üyeliğine hazır olmak adına daha yapacağı çok şey olduğunu belirtiyor. Başta, "Kıbrıs Cumhuriyeti ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde herhangi bir ilerleme sağlanmadı. Türkiye ortaklık anlaşmasının ek protokollerini tam olarak uygulamadı ve Kıbrıs ile -doğrudan ulaşım rotalarına getirdiği kısıtlamaların da dahil olduğu- malların serbest dolaşımına dair engellerin tümünü ortadan kaldırmadı."
Ankara, Gümrük Birliğini AB'ye 2004 yılında katılan 10 ülkeyi kapsayacak şekilde genişletmek yönünde 2005 yılında bir protokol imzaladı, ancak limanlarını Kıbrıs gemilerine açmayı reddetti. Bu yüzden, AB ile yürütülen bazı müzakere başlıkları askıya alındı.
Türkiye, bölünmüş adanın güney kesimindeki Rum hükümetini tanımıyor ve öte yandan, kuzeydeki Türk kesimini tanıyan tek ülke de yine kendisi.
Komisyon Başkanı Barroso bu yılın başında bu meselenin "Türkiye'nin katılım sürecinin önündeki en önemli engel" olduğunu söyledi.
Raporda bunlara ilaveten, ülkenin yolsuzlukla ve organize suçlarla mücadele konusunda daha yapması gereken çok şey olduğu belirtiliyor. Türkiye'nin, azınlık hakları bağlamında "Avrupa standartlarını yakalamak konusunda bir gelişme sağlamadığı" ve idari ve siyasi reformları ilerletmesi gerektiği ifade ediliyor.
Brüksel ayrıca, "savunma harcamalarının sivil denetime ve meclis gözetimine tabi kılınmasının güvenceye alınması gerekmektedir. Silahlı Kuvvetlerin üst düzey mensupları, görev alanlarının dışında kalan meseleler hakkında beyanat vermeye devam etmektedirler" diyor. Ordunun Türk toplumu içerisindeki merkezi rolü, AB Komisyonunu sıklıkla meşgul eden bir mevzu.
Taslağın nihai hali, Komisyon tarafından 5 Kasım'da yayımlanacak.

 

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "AB TÜRKİYE'YE REFORMLAR KONUSUNDAKİ BASKISINI ARTIRACAK"

BRÜKSEL, 24/10(REUTERS)(BYE)--- Ingrid Malender bildiriyor:

AB yetkilileri bugün Avrupa Komisyonunun, AB adayı Türkiye'ye, 27 üyeli bloka katılma yönündeki sorunlu başvurusunda ilerleme kaydetmek için reformlarını önemli ölçüde hızlandırması gerektiğini söyleyeceğini bildirdi.
AB adaylarına dair gizli yıllık ilerleme raporlarının 5 Kasım tarihine kadar kamuoyuna açıklanmayacağını söyleyen bir Avrupa Komisyonu yetkilisi, "Türkiye'ye çok ciddi bir şekilde reformları hızlandırması için güçlü bir çağrıda bulunacağız." dedi.
Adaylarının AB yasalarını benimsemek için geniş kapsamlı siyasi, ekonomik, sosyal ve mevzuata ilişkin reformları gerçekleştirmesi gerekiyor. Yetkili, "Geçen yıldan bu yana ilerleme var." diyerek ifade özgürlüğünü kısıtlayan Ceza Yasası maddesinin reformundan ve dinî vakıflara ilişkin bir yasanın yürürlüğe konulmasından bahsetti.
"Ancak genel olarak bu, Anayasa Mahkemesi ve kararları ile meşgul olan Türkiye'de bir reform yılı olmadı" diyen yetkili bir savcının iktidardaki AK Partinin kapatılması çabasına atıfta bulundu.
Anayasa Mahkemesi temmuz ayında partinin kapatılmasını kıl payı reddetti, ancak bu sadece anayasal reformlara devam edilmesinin önemine işaret etti.
Türkiye katılım müzakerelerine 2005'te başladı, ancak sadece yavaş bir ilerleme kaydetti. Dahası, fakir, laik, ancak nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan 70 milyonluk ülkenin Avrupa Birliği'ne katılma çabası, ülkeyi kulübe almaya son derece isteksiz olan AB Dönem Başkanı Fransa ve Almanya gibi ülkelerle bloku böldü.
AB yetkilileri, Komisyonun 5 Kasım'da Türkiye'ye Ermenistan ile ilişkilerini, Kafkasların istikrara kavuşturulmasına yardımcı olmak yönündeki çabaları geliştirmesi ve ülkenin güneydoğusunun kalkındırılması dahil ekonomik reformlar yapması için tavsiyede bulunacağını söyledi.
AB Komisyonu, onlarca yıldır sürüncemede olan ve Türkiye'nin AB'ye katılma isteğini zora sokan bir tartışmanın sona erdirilmesini amaçlayan Kıbrıs'taki barış görüşmelerinin yeniden başlatılması konusundaki memnuniyetini ifade etmeye hazırlandığını söyledi.
Başka bir AB yetkilisi, "Bu Kıbrıs konusunda kritik bir an, uzun zamandır devam eden bir tartışmanın sona erdirilme potansiyeli var, Türkiye'den yapıcı bir tutum bekliyoruz." dedi.
Yetkili, "Bu, ülkenin katılım görüşmelerinde karşı karşıya kalacağı pek çok sorunu çözer." dedi.

THE ECONOMIST: "TÜRK EKONOMİSİNİN BİR ÇIPAYA İHTİYACI VAR"

LONDRA, 25/10(BYE)--- Haftalık The Economist dergisinin 25 Ekim 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:

--Türk Ekonomisi Göründüğünden Daha Kırılgan Olabilir--

2000'li yılların başlarında tüm dünya ekonomisi sorunlar yaşarken, Türkiye diğer ülkelere göre çok daha derin bir yara almıştı. Devasa bir döviz ve bankacılık krizi, IMF tarihinin en büyük kurtarma operasyonlarından birini tetiklemişti. Şimdi de, henüz Türkiye değil ama Orta ve Doğu Avrupa'daki gelişmekte olan piyasalar kaygı yaratıyor. Gerçekten de, yurtdışından mali yardım aramak bir yana, hükümet mayıs ayında resmi IMF programını sonuçlandırdığında, Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek gururla Türkiye'nin IMF'nin güdümünden kurtulduğunu ilan etmişti. Ancak Şimşek bu kibir gösterisini yaptığı için pişman olabilir.
Kuşkusuz, altı yıl süren güçlü büyüme ekonomiyi hem Avrupa'nın altıncı büyük ekonomisi yaptı, hem de daha sağlıklı hale getirdi. Bankalar da sağlam görünüyor. Şimşek, bankaların yüzde 17,5'i bulan yüksek sermaye yeterlilik oranı ve batık kredilerin düşüklüğüne işaret ediyor. Nüfus artışı talebi sürdürüyor. İhracat gittikçe çeşitleniyor. (Türkiye'nin en büyük beş pazarına, beş yıl önce tüm ihracatın yüzde 50'si giderken, bugün bu rakam yüzde 37'ye geriledi.) Kamu borçları da 2001 yılında Gayri Safi Milli Hasıla'nın yüzde 74'üne tekabül ederken, bugün sadece yüzde 39'una denk. Döviz rezervleri de 80 milyar dolara tırmandı. Ekonomide durgunluk pek muhtemel görünmüyor.
Gene de fazla iyimserlik doğru olmayabilir. Diğer ülkelerde olduğu gibi Gayri Safi Milli Hasıla'daki büyüme hızla yavaşladı. Ülke ihracatının yarısının gittiği yer ekonomik durgunlukla karşı karşıya olan Avrupa Birliği. Eski dert enflasyon da yeniden çift haneli rakamlara çıktı. Cari açık ise GSMH'nin yüzde 6,4'üne yükseldi. Türkiye bu açığı kapatmak için, yılda yaklaşık 20 milyar doları bulan yabancı yatırıma bağımlı. Dolayısıyla, borsa ve Türk lirasının değer kaybetmeleri sürpriz değil.
Türkiye'nin ayrıca yapısal büyük ekonomik sorunları da var. Hükümet mütevazı işgücü piyasası reformları yaptı ve yeni bir sosyal güvenlik yasası çıkarttı, ama verimlilik artışı düşük ve ekonomide rekabet sınırlı. Son yıllarda iyi iş çıkaran otomotiv, tekstil ve beyaz eşya gibi sektörler de, şimdi hem Avrupa'daki durgunluk hem de Çin'in artan rekabetiyle karşı karşıya.
En büyük sorun ise doğru politikaları üretmek değil, parçalanmış siyasi arenada bunlara destek ve izin sağlamak. Bir teknokrat olarak Bakan Şimşek'in iyi bir orta vadeli mali stratejisi var. Ama kendisine verilen siyasi destek konusunda şüpheler mevcut. Tecrübeler Türkiye'nin güçlü bir dış çıpası olunca en iyi şekilde çalıştığını gösteriyor. Bu çıpaları, ekonomide 2001'den bu yana IMF, daha geniş boyutlu siyasette de Avrupa Birliği üyeliği beklentisi oluşturuyordu. Ama maalesef şimdi bu iki çıpa da sağlam değil.
Bakan Şimşek, IMF tarafından bir program sonrası izleme yapılmasının yararına işaret ediyor, ama bu tam teşekküllü bir stand-by anlaşması kadar güçlü değil. Mayıs'ta bir anlaşma yapma şansını kaçıran hükümete, piyasaları ürkütmeden, şimdi yeni bir program talep etmek zor gelebilir. Benzer şekilde, Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın son günlerde Türkiye'nin AB'ye katılması için iddialı bir ulusal plan yayınlamasına karşın, görüşmelerde çok az ilerleme sağlanıyor. Ve Avrupa Komisyonunun gelecek ayki raporu, ülkedeki reformların yavaş yürümesi nedeniyle Türkiye'yi eleştirecek. Türk kamuoyu bazen, ülke için tek başına yol alınması stratejisini tercih ediyor. Ancak sağlam çıpalar olmadan bu strateji ile ekonomik ve siyasi istikrarı geliştirmek pek mümkün değil.

FINANCIAL TIMES: "EBRD TÜRKİYE'YE FON SAĞLAYACAK"

ANKARA, 30/10(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin 29 Ekim 2008 tarihli sayısında, Stefan Wagstyl imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Avrupa Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankasının (EBRD), nakit sıkışıklığı yaşayan ülkelere finansman sağlama programı sunmasıyla, Türkiye yılda yaklaşık bir milyar avroluk ilave dış kaynağı garantiledi.
EBRD Başkanı Thomas Mirow salı günü, eski komünist blok ülkelerini desteklemek üzere kurulan bankanın, faaliyetlerini Türkiye'ye genişletme kararı verdiğini duyurdu.
Mirow, Financial Times gazetesine yaptığı açıklamada, önümüzdeki yıl için toplam 5.95 milyar avroluk yatırım planının 150 milyon avrosunun bilhassa belediyeler, küçük işletmeler ve tarımsal işletmeler için olmak üzere Türkiye'ye ayrıldığını söyledi.
Mirow'un tahminleri tutarsa, Rusya'dan sonra ancak Ukrayna ile Polonya'ya aşağı yukarı eşit olarak Türkiye, EBRD'nin faaliyette bulunduğu en büyük ülkelerden biri olacak.
EBRD'nin, bankada uzun zamandır tartışılan bu hamlesi, Türkiye'nin AB'ye katılım çabalarının ciddi rötarlarla karşılaşması üzerine geldi. Mirow, bankanın kararının AB ile ilgili olaylarla doğrudan bağlantısı olmadığını, ancak "Avrupa ile Türkiye arasında daha geniş çerçevede bir ortaklık" geliştirilmesi ile alakalı olduğunu ifade etti.
Mirow, Balkanlar ve Kafkasların da aralarında bulunduğu ülkelerdeki EBRD faaliyetlerinde Türkiye'nin önemli bir rol oynadığını da sözlerine ekledi.

THE FINANCIAL TIMES: "TÜRKİYE'NİN GÖRÜŞÜ"

ANKARA, 30/10(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan The Financial Times gazetesinin 28 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında, Delphine Strauss imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:

Kıbrıs sorununun çözümü Türkiye için hiç bugünkü kadar risk taşımamıştı. Son müzakerelerden çıkacak sonuç Türkiye'nin Avrupa hayalini ya gerçekleştirecek ya da yıkacak.
Ankara'nın BM destekli barış planına 2004 yılında verdiği destek Brüksel'de sempati yaratmış, AB üyelik müzakerelerinin başlatılması yönündeki engelleri ortadan kaldırmıştı.
Ancak o günden bu yana Kıbrıs sorunu Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerini hem siyasi açıdan hem de katılım için gerekli teknik hazırlıklar açısından zedeledi.
Türkiye'nin limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmaması, AB standartlarını yerine getirmekte gecikmesine neden oldu. Türkiye bu konuda söz vermişti, ancak kapsamlı bir barış anlaşmasına varılmadan bunun gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.
Bu sorun, Brüksel'in 2006 müzakereleri esnasında ticaretle ilgili sekiz başlığı açmamasına yol açtı. Bu başlıklar arasında tarım gibi önemli konular da bulunuyordu.
Gözlemciler, resmi engellerin sorunun sadece bir bölümü olduğunu söylüyorlar. Görüşmeye açılan başlıklar bile sığ tartışmaların kurbanı oldu. Örneğin, enerji başlığı altında katedilen gelişmeler, Akdeniz'de petrol aramayla ilgili bir tartışma nedeniyle felce uğradı.
Kıbrıs'ın geleceğine dair bir anlaşma, bu engellerin hemen ortadan kalkmasını sağlayabilir. Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu üyesi Diego Mellado, "Anlaşma katılım sürecini canlandıracaktır" diyor.
Anlaşma, AB'nin -Kıbrıs'ın üyesi olmadığı- NATO ile ilişkilerini de yoluna koyacaktır. Türkiye'nin baskısı, NATO'nun AB ile yapacağı resmi güvenlik anlaşmalarının önünde bir engel teşkil ediyor.
Kısa sürede bir anlaşmaya varılamaması, Türkiye'nin AB girişiminin başarısızlığa uğramasını isteyen çeşitli siyasetçilerin de işine gelecek.
Müzakerelerin resmi değerlendirmesinin, gelecek yıl yapılması planlanıyor. Türk limanları Kıbrıs Rum kesimine açılmadığı takdirde katılım süreci muallakta kalabilir.
Uluslararası Kriz Grubu analisti Hugh Pope, barış görüşmeleri önümüzdeki yaza kadar bir sonuç vermezse Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanların müzakereleri "sabote edebileceklerini" söylüyor ve "Anlaşmaya varılmak zorunda" diyor.
Bütün bu baskıya maruz kalan Türk diplomatlar, olumlu bir tutum sergileyerek Kıbrıs sorununun çözümüne destek verme konusunda istekli davranıyorlar.
Ancak AB müzakerelerindeki engellerin yol açtığı öfke, Ankara'nın Kıbrıs sorununa dair halk desteği sağlamasını oldukça zorlaştırdı. Sorunun çözümü milliyetçilerin hoşuna gitmeyecek ödünler verilmesini gerektirecek. Sorun, gündemden düşen ancak zaruri olan reformlarda ilerleme sağlanmasını da zorlaştırıyor.
Uluslararası Kriz Grubundan ocak ayında yapılan bir açıklamada şu ifadeler kullanılıyor: "Kıbrıs Rum kesiminin zorluk çıkaran tutumu, Türkiye'nin AB hedefi için hayati önem taşıyan reformları gerçekleştirme yönünde hevesinin kırılmasına yol açan en önemli etkendir. AB ve Kıbrıs Rum kesimi liderleri, Kıbrıs anlaşmasının gerçekleşebilmesi için Türkiye'ye AB üyeliğinin mümkün olduğuna dair garanti vermeleri gerektiğini anlamak zorundalar."

REUTERS: "AB GENİŞLEME TASLAK RAPORUNDA HIRVATİSTAN'A DESTEK VERİLDİ... TÜRKİYE'NİN REFORMLARA HIZ VERMESİ İSTENDİ"

BRÜKSEL, 31/10(REUTERS)(BYE)--- Marcin Grajewski ve Ingrid Melander bildiriyor:

Reuters tarafından ele geçirilen bir taslak rapor, Avrupa Komisyonunun gelecek hafta ilk defa Hırvatistan'ın AB'ye katılım yolunda kazasız belasız ilerlediğini açıklayacağını gösterdi.
Ne var ki AB üyesi olmak isteyen ülkelerle ilgili raporda, Makedonya'nın siyasi kriterleri karşılamadığına ve Türkiye'nin reformlara hız vermesi gerektiği hakkında uzun süredir tekrarlanan görüşlere yer verildi.
Bir Fransız diplomat, şimdilik zaman vermek için erken olduğunu, ancak bu yıl sonunda süresi bitecek olan Fransa'nın AB dönem başkanlığı sırasında katılım müzakerelerinin ileriye götürüleceğini umduğunu söyledi.
Fransa ve Almanya, bütün AB üyeleri zayıf durumdaki kurumların sağlamlaştırılmasına yönelik bir reform anlaşmasını imzalayana kadar 27 ülkeli blokta daha fazla genişleme olamayacağını açıklıyorlar.

--Makedonya, Türkiye--

Taslak raporda Makedonya, bu yıl yaptığı şaibeli seçimler nedeniyle eleştirildi. Raporda, "Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti geçen yıl boyunca bazı ilerlemeler kaydetmiş, ancak henüz siyasi kriteri karşılamamıştır" ifadesi yer aldı.
Raporda ayrıca, Ekim 2005 tarihinde Hırvatistan ile aynı zamanda üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye'nin reformlara hız vermesi gerektiği yinelendi.
Taslak raporda, "Demokrasi ve insan haklarının güçlendirilmesi, ülkenin modernleştirilmesi, geliştirilmesi ve AB'ye yakınlaştırılması için reformlara yeni bir ivme kazandırılması gerekmektedir" denildi.
Avrupa Komisyonu kaynakları, Türkiye'nin bu yıl bir anayasa krizinin üstesinden gelmeye çalışırken AB bağlantılı reformları askıya aldığını söylediler.
Yetkililer, Komisyonun, Türkiye'yi ekonomik reformların yanı sıra Ermenistan ile ilişkileri geliştirdiği ve Kafkas bölgesinin istikrara kavuşturulmasına yardımcı olduğu için takdir edeceğini söylediler.
Bir Komisyon yetkilisi, "Raporda ilk defa, Türkiye'nin işleyen bir pazar ekonomisi olduğu açıklanacak" dedi.

FINANCIAL TIMES: "TÜRKİYE AB GİRİŞİMİNDE SAPLANIP KALDI"

ANKARA, 04/11(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin 3 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, Tony Barber imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonunun Türkiye ile ilgili son yıllık raporu Türk dış politikasına dair kullandığı nazik ifadelerle ve iç politikaya dair daha sert diliyle dikkati çekiyor. Raporda, Avrupa Birliğine katılım kriterlerini yerine getirmek adına bazı alanlarda gelişme sağlandığı, bazılarında ise neredeyse hiç ilerleme kaydedilmediği belirtiliyor.
Kısacası, günün birinde Türkiye'yi AB'de görmeyi isteyenler için de istemeyenler için de bir ümit var. En çok da tüm bu girişimin sürüncemede kalmasını tercih edenler de var.
Komisyon dış politikayla ilgili olarak Türkiye'nin İsrail ve Suriye ilişkilerinde gösterdiği arabuluculuk çabalarını memnuniyetle karşılıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Erivan'ı ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olması ve Ermenistan ile ilişkilerdeki buzları kırması takdirle karşılanıyor. Komisyon, Türkiye'nin Rusya'nın Gürcistan'ı işgalinin ardından bölgedeki gerilimi yatıştırmak için Kafkaslar'da bir istikrar anlaşması teklifinde bulunarak üstlendiği yapıcı rolün de farkında.
Ancak raporda iç politikaya dair kullanılan ifadelerin tarzı farklı: "Hükümet güçlü siyasi yetkilere sahip olmasına rağmen siyasi reformlar adına tutarlı ve kapsamlı bir program ortaya koyamamıştır. Ayrıntılı olarak incelendiğinde kamu yönetimi reformuyla ilgili sınırlı gelişme katedildiği görülmektedir. Parlamentonun askeri bütçe üzerindeki denetimini artırmaya yönelik bir gelişme gösterilmemiştir. Hükümet yolsuzlukla başetmek için kapsamlı bir strateji geliştirememiştir."
Gerçek şu ki Türkiye'nin AB müzakereleri bir sürüncemeye saplanıp kaldı. Müzakereler 2005 Ekim'inde başlamıştı. Ancak aday bir ülkenin Birliğe katılmadan önce yerine getirmesi gereken 35 başlık olmasına rağmen, Türkiye ve AB sadece sekiz başlıkla ilgili görüşme başlattılar. Diğer sekiz başlık Türkiye'nin ticari limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmayı reddetmesi nedeniyle 2006 Aralık'ında donduruldu. Nicolas Sarkozy, Angela Merkel ve diğer liderler, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşı olduklarını pek de gizlemiyorlar.
Tüm bu gelişmeler Türkiye'nin Batı yanlısı siyasetçilerini, işadamlarını ve Türk kamuoyunu olumsuz etkiliyor. Türkiye bir süredir diplomatik ve ticari ilişkilerini çeşitlendirmeye, yakın komşularıyla; Orta Asya ve özellikle Rusya ile daha fazla ilişki kurmaya çalışıyor.
AB liderlerinin çoğu dünya görüşleri 30 yıl öncesinde kalmış izlenimi yaratıyor. Onlara göre Türkiye, Avrupa'nın güneydoğusunda çalkantılı ve geri kalmış bir uzantı. Avrupa'nın bu tenezzülü, Ankara ve İstanbul'da iyi karşılanmıyor.

REUTERS: "AB HIRVATİSTAN'I ÖVERKEN, TÜRKİYE'YE DAHA ÇOK ÇABA SARF ETMESİ GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ"

BRÜKSEL, 05/11(REUTERS)(BYE)--- Marcin Grajewski bildiriyor:

Avrupa Komisyonundan bugün yapılan açıklamada, Hırvatistan'ın, hazırlıklarını hızlandırması halinde gelecek yıl Avrupa Birliği'yle görüşmelerini tamamlayabileceği; öte yandan Türkiye'nin de aralarında bulunduğu diğer adayların ise daha çok çaba sarf etmesi gerektiği söylendi.
AB yönetiminin kilit önemdeki son genişleme raporu, AB'nin, 2004-2007 yılları arasında doğuya doğru tarihi genişlemesinin ardından, bir kez daha, Hırvatistan'ı içine alacak şekilde genişleyebileceğinin işaretini verirken, henüz son karar verilmiş değil.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Hırvatistan için bugün sunduğumuz yönlendirici yol haritasının, bu ülkenin reformlara devam etmesi için bir teşvik olarak görülmesi gerekir. Başarı, Hırvatistan'ın AB'ye katılım için gerekli şartları yerine getirebilmesine dayanmaktadır."
Raporda, katılımına dair bir tarih verilmezken, diplomatlar 4.4 milyon nüfuslu Hırvatistan'ın; gelecek yıl katılım görüşmelerinin tamamlanması ve standart prosedürün zamanında uygulanması halinde 2011'de AB'nin 28. üyesi olabileceğini söylüyorlar.
Ayrıca, Birliğin 2004-2007 yılları arasında çoğunluğu Orta ve Doğu Avrupa'da yer alan eski Komünist 12 ülkeyi içine alarak oldukça genişlemesinin ardından şimdi son sözü söyleyecek AB üyelerinin AB'nin daha da genişlemesine pek isteği yok.
Fransa ve Almanya daha da genişlemesinden önce AB'nin, daha çok üye için, Birliğin kurumlarını hazırlama amacını taşıyan Lizbon Anlaşmasının yeniden gündeme getirilmesi gerektiğini söylüyor.
İrlanda söz konusu anlaşmayı bu yıl yapılan referandumla reddetti; ancak İrlanda Başbakanının aralık ayında, ülkesinin bu anlaşmayı nasıl kabul edebileceğine ilişkin fikirlerini sunması bekleniyor.

--Uzun Bekleyiş--

Komisyon raporunda, diğer AB adaylarının -Türkiye, Sırbistan, Arnavutluk, Makedonya, Bosna, Karadağ ve Kosova- gerekli reformlar açısından sınırlı ilerleme kaydettikleri belirtildi.
Rehn, Batı Balkan ülkeleri hakkında şöyle konuştu: "AB üyeliği yönündeki ilerleyişleri, gerekli şartları karşıladıkları takdirde hızlandırılabilir. Hazır olduklarını gösteren potansiyel aday ülkeler ise adaylık statüsüne erişebilirler."
Komisyon ayrıca gelecek yıl, bu bölgedeki bir veya daha fazla ülke için seyahat vizesi zorunluluğunun kaldırılmasını önerebileceğini söyledi.
Raporda, reformlara hız vermesi ve eski Yugoslavya için savaş suçları mahkemesinde tam bir işbirliğine girmesi halinde Sırbistan'ın 2009'da AB'ye aday ülke statüsünü elde edebileceği söylendi.
Komisyon ilk kez, Türkiye'nin işleyen bir pazar ekonomisi olduğunu bildirdi, ki bu, AB'ye üyelik için hayati bir adım niteliğinde. Ancak Komisyon, çoğunluğu Müslüman bu ülkede siyasi tartışmalar nedeniyle reformların durduğunu söyledi.
Rehn, "Türkiye'nin, reform çabalarını yeniden canlandırmasını ümit ediyorum. Müzakerelerin hızı reformların hızına uymaya devam edecek" dedi.
Rehn, Rusya ile Gürcistan arasında kısa süreli bir savaşın yaşandığı Kafkasya'daki anlaşmazlıkların çözülmesindeki rolünden dolayı Türkiye'yi takdir etti. Rehn Ankara'yı, tarafların müzakerelere başlamasının ardından Kıbrıs'ın bölünmesine bir son verilmesine yardım etmesi için teşvik etti.
Roma'ya gezisi sırasında Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan gazetecilere yaptığı açıklamada, Ankara'nın, AB'den yöneltilen bazı eleştirilerin adil olmadığını düşündüğünü, ancak gelecek hafta ayrıntılı bir yanıt sunmaya hazırlandığını söyledi.
Türkiye, AB'ye katılım müzakerelerine Hırvatistan'la beraber 2005'te başlamıştı. Ancak görüşmeler, kısmen, Türkiye'nin AB üyesi Kıbrıs'la ilişkilerini normalleştirmeyi reddetmesi yüzünden durakladı.
AB ve Hırvatistan'ın katılım görüşmelerini gelecek yıl tamamlamak için büyük çabalar vermeleri gerekecek; zira üzerinde anlaşmaya varılması gereken 35 başlıktan sadece dördünde anlaşmaya varıldı.

REUTERS: "TÜRKİYE: AB ÜYELİĞİ AMACINDA İLERLEMEYE KARARLIYIZ"

ANKARA, 05/11(REUTERS)(BYE)--- Avrupa Komisyonunun bugün bir ilerleme raporunda Ankara'dan reformlarını hızlandırmasını istemesinin ardından AB adayı Türkiye, 27 üyeli bloğa katılım arzusunu sürdürmeye kararlı olduğunu bildirdi.
Türkiye Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, "AB üyeliği ülkemizin stratejik bir amacıdır. Halkımızı tüm alanlarda en üstün standartlara kavuşturacak siyasi ve ekonomik kriterleri yerine getirmeye kararlıyız" denildi.
Büyük ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye, AB üyelik görüşmelerine 2005'te başladı ancak reformlar kısmen, AB üyesi Kıbrıs ile ilişkileri normalleştirmeyi reddetmesi nedeniyle kesintiye uğradı.
AB Komisyonu bugün yayımladığı yıllık ilerleme raporunda, Türkiye'nin; insan hakları, yargısal reform, ordu üzerindeki sivil kontrol ve yeni bir anayasa oluşturulması gibi meselelerde çalışmaları hızlandırması gerektiğini bildirdi.
Roma gezisi sırasında Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Ankara'nın bazı eleştirileri haksız bulduğunu düşündüğünü söyledi.
AB adaylarının AB yasalarını benimsemek ve diğer üyelerle aynı seviyeye gelmek için geniş kapsamlı siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki reformları gerçekleştirmesi gerekiyor.

 

İTALYA BASINI

RAI DUE: "AB'NİN SÖZLÜSÜ TÜRKİYE"

ROMA, 27/10(BYE)--- İtalyan Devlet Televizyonu Rai Due'nin 25 Ekim 2008 tarihli "TG-2 Dossier" adlı haber programında, yapımcı Giovanna Pensabene tarafından hazırlanan, Türkiye ile ilgili magazin programının özet çevirisi şöyledir:

Caroline Koç en zengin Türk ailelerinden birine mensup ve onunla görüşmek üzere evine doğru yol alıyoruz. İstanbul'un Avrupa yakasını arkamızda bırakıyoruz ve Asya'ya yöneliyoruz; bir zamanlar Osmanlı elit tabakasının ikamet ettiği gördüğünüz bu villada ülkenin sanayi alanında en güçlü ailesi oturuyor.
Caroline Koç... Bu hanımın insani yanından ve ölçülü zarafetinden övgüyle bahsetmeyen Türk yoktur. Türkiye'nin en zenginleri arasındaki yolculuğumuza bu hanımdan başlıyoruz.

Givanna Pensabene: Burada yaşamak sizin için ne ifade ediyor?

Caroline Koç: Boğaz benim için gerçekten çok özel bir yer. Bu şehri biricik kılan özellik, İstanbul'un inci gerdanlığı. Bu manzara her an gözlerimin önünde ve bunun büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Koç'un iki kızının fotoğrafı belki de özellikle, modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün resminin yanında duruyor. Hatta Caroline'nin eşi Mustafa Koç; üç nesilden beri sahibi oldukları aile şirketinin başında bulunuyor ve FİAT düzeyindeki uluslararası stratejik ortaklıklar sayesinde de bugün 65 bin kişiye iş veriyor, 116 şirketi kontrolü altında tutuyor. Koç devinin cebindeki paraların hesabını yapmayı bir yana bırakalım; burada solunan atmosfer, daha ziyade, geçen yüzyıl edebiyatçılarının eserlerinde anlattığı Boğaz medeniyetini hatırlara getiriyor.

PENSABENE: Değerler dünyası varlığını hâlâ sürdürüyor mu?

KOÇ: Yazarların anlattığı o büyüleyici Boğaz artık yok. Her şey değişikliğe uğradı. Osmanlı elit tabakasının sadece yaz mevsiminde yaşadığı antik dar sokaklar kış mevsiminde terk ediliyordu, ama olağanüstü güzellikte bir atmosferdi. Oysa şimdi İstanbul çok kalabalık bir şehir oldu. Şehir son yıllarda önemli ölçüde göç aldı ve bunun olumsuz etkileri Boğaz üzerinde de görüldü. Yazarların anlattığı o mistisizmi ebediyen kaybetti.

Bir anlığına bir müzeyi andıran Koçların evinden uzaklaşıp Zaman gazetesinde bu ay yayımlanan bir anketin sonuçlarına bakalım: bu ankete göre 10 Türk'ten yedisi, Türkiye'nin AB'ye girişine olumlu bakıyor.

KOÇ: AB'ye girmesi Türkiye açısından elbet çok önemli, ancak bu, Avrupa açısından da önemli. Çünkü Türkiye stratejik bir coğrafî konuma sahip ve aynı zamanda büyük bir siyasi ve ekonomik enerjimiz var. Ayrıca Türkiye çok genç bir nüfusa sahip, ki bu unsur, artık yaşlanmış Avrupa için bence önem teşkil edebilir. Bunlar bir yana, AB'ye giriş hedefi bizim açımızdan oldukça önemli, çünkü bizi çok sayıda reform gerçekleştirmeye zorluyor.

Koçların adını taşıyan müze, üniversite ve vakıflar var. Çünkü Koç ailesi gibi aileler, sadece ülkenin ekonomik geleceğine değil, kültür projelerine de katkı sağlamayı görev sayıyorlar.

KOÇ: Bu ülkenin bize verdiklerini, aile olarak iade etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de her şeyden önce eğitimle ilgili toplumsal projelere katılmamız gerekli. Çünkü bizimki gibi genç nüfuslu bir ülkede, en önemli konu eğitimdir.

İstanbul'un daha modern ortamlarına yöneliyoruz: Bebek, İstinye, Tarabya tepelerinde bir dairenin zevkini çıkarıyorsanız, o zaman sıkı koruma altındaki banliyö villalarında bulunuyorsunuz demektir. Son zamanlarda sayıları artan bu mahalleler sayesinde Türkiye 2001'de yaşanan ağır ekonomik krizin yıkıcı sonuçlarından kendini kurtarabildi ve son yıllarda yüzde 6-7 seviyelerinde yıllık büyüme oranları kaydetti. İktidarda bulunan İslam yanlısı AKP'nin liberalist çabası, özelleştirmeler, serbestlik ve yabancı sermaye akını.
Zenginler arasında son zamanlarda moda, lüks alışveriş merkezlerinin de bulunduğu gökdelenlerde daire sahibi olmak. Bunu söyleyen Ceyda Çarmıklı.

PENSABENE: Kimler burada oturmayı tercih ediyor?

ÇARMIKLI: Son yıllarda Türkiye'de yerli ve yabancı yatırımcılar bu tür mimari projeler geliştirdi ve böylece oturacak yer konusunda daha fazla seçim yapma olanağımız oldu. Bu tür yerler iş adamlarının tercihleri arasında, çünkü iş yerlerine yakın bulunuyor.

Üniversite öğrenimini Ankara'da tamamlayan ve ardından Los Angeles'ta iktisat konusunda master yapan Çarmıklı, bugün, turizmden inşaat sektörüne kadar pek çok alanda faaliyet gösteren aile holdinginde yerini almış ve yeni yatırımlara dikkatini vermiş durumda. Birkaç ay önce İstanbul'da kıyılan nikahı sırasında ekonomi dünyası bir araya geldi: Burası aşırılıklar ülkesi olduğu için ve çok zengin gelinler aşırıya kaçmayı sevdiği için, işte bekarlığa veda partisi sırasında alınmış görüntüler.

PENSABENE: Genç ve çok zengin bir Türk bayan, boş zamanlarında ne yapar?

ÇARMIKLI: Yolculuk yapmayı, kitap okumayı ve spor yapmayı seviyorum. Her yaz Türk kıyılarında tatil yapıyorum, ayrıca on senedir yoga yapıyorum. Biz Türkler son derece duygusal insanlarız, bu nedenle saldırgan tepkiler verebiliriz. Ama Avrupa'da hakkımızda çok fazla ön yargı var. Bizi çok geri kalmış bir ülke olarak görüyorlar, bizi yargılamadan önce bizi tanımaya gelsinler.

Bu ülkede eksik olmayan milliyetçilikle bezenmiş bir değerlendirmeyle devam ediyor:

ÇARMIKLI: Türkiye'nin geleceğine güven duyuyorum ve laik ve demokratik bir ülkede yaşamaktan gurur duyuyorum. Türkiye'nin AB'ye girişi de önemli bir konu çünkü bizi birtakım reformlar yapmaya zorluyor.

Ulaşacağımız noktadan çok, katetmekte olduğumuz yol büyük önem taşıyor. Bunlar, bir elit tabakanın lüks hayatı. GSMH'nın yedi bin dolar olduğu (İtalya'dakinin yaklaşık üçte biri) ve işsizlik oranının yüzde 9,4 olduğu (üstelik yükselişte olan bir veri) bir Türkiye'de, mesafeleri belirginleştiren unsur, sadece ekonomik şartlar değil başka nedenler de var. 500 binin üzerinde nüfusu olan Fatih semtindeyiz. İstanbul'un en eski semti ve aynı zamanda, İslamî örtünün Türkiye versiyonu türban veya bütün vücudu örten çarşaf takmayan kadına rastlamanın imkânsız olduğu muhafazakâr merkezi. Çarşamba Sokağı'na giriyoruz; ticaretle uğraşan bu şahıs, gitmemizi tavsiye ediyor, kameraların burada hoş karşılanmadığını söylüyor. Nedenini soruyoruz. Kaçamak cevaplar alıyoruz. Gezimize devam ediyoruz; genç kızlar ve yaptıkları seçim ilgimizi çekiyor.

PENSABENE: Neden türban takıyorsun?

GENÇKIZ: Allah'ın emri olduğu için takıyorum.

PENSABENE: Peki sen neden takmıyorsun?

GENÇKIZ: Çünkü okulda türban takmak yasak. Okulun bitmesini bekliyorum.

PENSABENE: Türbanın bu kadar önemli olduğuna nasıl ikna oldun?

GENÇKIZ: Anne-babamdan öğrendim, ayrıca Kur-an'da da yazıyor.

PENSABENE: Türban takmayanlar hakkında ne düşünüyorsun?

GENÇKIZ: Çok da iyi gözle bakmıyorum. Bazıları mini etekle dolaşıyor, günah işliyorlar, yapmamaları gerekir.

Fatih'in gururla taşıdığı bir gelenek de var, ucuz gelinlik mağazaları. Orta Doğu'nun tamamından genç kızlar gelinlik almak üzere buraya geliyor. 500 avroya bir günlük beyaz rüya satın alınıyor. Ama burada siyahlara bürünmüş kadınların rüyaları da var. Yanaşmaya çalışıyoruz, ama çok zor. Bu kadınları korumaya hazır her an her yerde birileri bulunuyor. Ama sonra, kimliğini saklı tutacağımızı garanti edince bir okulda bu hanımlarla görüşme imkânı buluyoruz.

PENSABENE: Neden çarşaf giymeye karar verdiniz?

ÇARŞAFLI HANIM: Dinimiz kapanmamızı istiyor, bu da kapanmanın en iyi yolu.

PENSABENE: Hanımefendi, türbanın çarşaftan farkı nedir?

ÇARŞAFLI HANIM: Çünkü sadece çarşaf sayesinde vücut hatlarımı saklayabiliyorum, ama çarşaf kullanmayan kadınlar hakkında olumsuz düşünüyorum.

"Fatih'te gördüğümüz türden atmosfer sadece İstanbul'un bu semtine özgü değil, ülkenin doğusunda da bu manzaralara rastlamak mümkün." Bu fikri öne süren, "Cose da Turchi" (Türklere Özgü Şeyler) adlı kitabı yayımlanmak üzere olan, Türkiye'nin geçirmekte olduğu evrimlere senelerdir şahitlik eden bir İtalyan gazeteci ve yazar var: Marta Ottaviani.

MARTA OTTAVİANİ: Fatih'in hoşgörüden yoksun olduğunu söyleyemeyiz, ama şu anda dinî niteliğini öne çıkarma ihtiyacını hisseden, dinî kimliğini ifade etme ihtiyacını hisseden bir Türkiye'nin temsilcisi. Bu ülkenin pek çok çehresi olduğu hep söylenir. Fatih semti bu çehrelerin en muhafazakâr olanını temsil ediyor. Ancak buna karşılık, gittikçe daha fazla dışa açılan ve gittikçe daha fazla Avrupa arzusu taşıyan ve ekonomik anlamda gittikçe daha fazla Avrupa'nın parçası hâline gelen bir Türkiye'nin varlığı da hesaba katılmalıdır.

Laiklerle İslam yanlıları arasında ikiye bölünmüş Türkiye. Sonu gelmeyen bu müsabakanın takımlarında yer alan birkaç oyuncuyu tanımaya gidiyoruz.
Aşırıya kaçan bir saygı mı? Belki de öyle. Resimlerine hemen her yerde rastlamak mümkün olduğu düşünülürse, öyle. Şükran hissi mi? Evet, fazlasıyla. Çünkü onun sayesinde bugün Türkiye İslam dünyasının tek laik ülkesi. Kaynağı ne olursa olsun, bu insanları Atatürk'e bağlayan sevgi son derece köklü. 1923'de Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerine demokratik Cumhuriyet'i kurdu ve Ankara'yı başkent yaptı: Dinle politikanın birbirinden kesinlikle ayrılması ve Anayasa'da yer alan laiklik ilkesi, Mustafa Kemal Atatürk'ün bıraktığı mirasın parçalarıdır ve yıllardan beri Türk Silahlı Kuvvetlerinin olduğu kadar adlî ve akademik kurumların da güvencesi altındadır. Yani kısacası, bugün hâlâ bir üniversiteye girdiğinizde, karizmatik Başkumandanın ilkesini tekrar eden, ülkenin laik cephesini oluşturan kurumlar...

ERHAN GÜZEL (İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı): Türkiye Cumhuriyeti'nin her vatandaşının, laikliği koruma iç güdüsü ve görevi vardır. Bu, biz rektörler için de geçerlidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün reformlarının yaşamaya devam etmesini sağlamak bizim görevimizdir.

İstanbul'un özel ve kamu olmak üzere toplam otuz üniversitesinden biri, Türkiye'nin en eski üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi, tam bir mücevher. Türkiye'deki bütün üniversitelerde, kız öğrencilerin türbanla üniversiteye girmesi yasak. Laik Türkiye buna izin vermiyor. Bugün bu çınarların altında sükûnet hâkim, ama birkaç ay önce Erdoğan'ın lideri olduğu ılımlı İslamî hükümet, özgürlük adına kız öğrencilerin türbanla üniversiteye girişini serbest bırakarak, durumu tersine çevirmeyi denediğinde, çatışmalar yaşanmıştı. Anayasa Mahkemesinin müdahalesi sonucu bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak, aynı Mahkeme daha sonra Başbakan Erdoğan'ı laiklik karşıtı faaliyetler suçlamasından kurtardı. Bu karar, seçimlerde Erdoğan'ı tercih eden halkın yüzde 46'sını, dar gelirli sınıfları ve Anadolu'nun küçük ve orta ölçekli işletmelerini memnun etti.

ÖMER CİHAD VARDAR (MÜSİAD Başkanı): 2002'den bu yana Erdoğan, Maastricht kriterleri de dahil olmak üzere AB'nin bütün isteklerini yerine getirdi. Bu bağlamda, ekonomik ve stratejik reformlara imza attı. Örneğin: 7-8 bin km'lik yeni yol yapımı, küçük çaplı işletmelere kredi desteği, inşaat sektöründe yapılan büyük yatırımlar sayesinde ihracatımız 2002 yılındaki 36 bin milyar dolarlık rakamdan bugün 130 bin dolara yükseldi.

Sanayi Konfederasyonu Derneği MÜSİAD'ın dünyasına hoş geldiniz. İslam'ı aynı zamanda bir ekonomik ilerleme faktörü kabul eden yöneticileri dinî ilkeleri örnek almışlar.
Anadolu kaplanları da denilen, ailelerin işlettiği küçük ve orta çaplı şirketlerin Türkiye'nin ekonomik patlamasında ve Erdoğan'ın siyasette elde ettiği başarıda büyük rolü var.

PENSABENE: Burada Kur'an ile ticari faaliyetlerin birlikte yol aldığı doğru mu?

ÖMER CİHAD VARDAR: 1990 yılında kurulmuş bir Konfederasyonuz, gücümüzü Anadolu'dan gelen sermayeden alıyoruz. MÜSİAD dâhilinde bu bölgeden gelen iş adamları var, dolayısıyla İslamî geleneklere sahip bir kültürümüz var. Dürüstlük, adalet, ticarette doğruluk, benimsediğimiz değerlerdir.

Sonu gelmeyen mücadele, ekonomi alanında da sürdürülüyor. Anadolu kaplanlarına karşı, laik görüşlü ve büyük sermaye sahibi bir Konfederasyon var. Ama önce Türk usulü "dolce vita"da biraz kendimizi kaybedelim. 15 milyon nüfuslu İstanbul, ülke içinde ayrı bir ülke gibi. Mücadele etmek zorunda olunan trafik yüzünden kimi zaman sinirler bozuluyor. Ama hiç kimse moralini bozmuyor. Burada alışverişin, bir ihtiyaç olmaktan önce hislere hitap eden bir boyutu var. Son zamanların modası, herkes Kanyon alışveriş merkezinde. Ülkenin ekonomi başkenti İstanbul'daki otuz alışveriş merkezinden biri olan Kanyon'da sadece parası olan alışveriş yapabilir, çünkü yedi yıldızlı bir Hint pazarı. Tüketimin yeni mabedi, son derece şık mağazalar arasında ve yurt dışında master yapan türden gençleri memnun edebilecek derecede konsantre bir lüks. Bu gençler, kayakta kullanacakları kaşkol için bile bu merkeze kendilerini atıyorlar.

"Evet, artık yeni ekonomik imkânlarımız var. Bu alışveriş merkezi de ülkenin yaşadığı büyük gelişimin kanıtı. Ama, mücevherden halıya satın alınan her şey için pazarlık yapılan eski usul çarşımızda alışveriş zevkimizi de terk etmedik, bundan emin olabilirsiniz; bu tür alışverişi özlediğimizde bu pazarlara koşuyoruz, çünkü sadece bu tür yerlerde alışveriş yaparken duygularımızı da işin içine katabiliyoruz."

Tabii ki 1000 avroluk ayakkabıya herkesin bütçesi elvermiyor. Ama burası Nişantaşı, burjuva semti; İtalyan ve Fransız mimarların eseri antik binalarda oturanlar ve bu sokaklarda alışveriş yapan, "80"li yılların İtalya'sını andıran makyajlı hanımlar için. Yaratıcılık dolu bir semt Nişantaşı. Ülkenin tasarım sektöründe yaşadığı yeni dönemi ifade ediyor: Mücevher alanında sık sık Osmanlı figürlerinin izinden gidiyor. Bu, geçmişi inkâr etmeden modernlik olarak özetlenebilecek yeni tip Türk usulü milliyetçilik. Ne kadar hareketli bir gece hayatı! İstanbul'da 35 bin restoran var. Bir masa başında saatlerce oturma zevkini Türklerden esirgemeyin, yemeğin pek fazla önemi yok, konuşmak çok daha önemli.

Boğaz'a bakan son derece özel bir yerde, Sunset'deyiz; Hükümet misafirlerini burada konuk ediyor ve üst düzey müşteriler burada kadehlerini kaldırıyor. TV Kameralarının girmesi kesinlikle yasak, ama İtalya için istisnai bir izin çıkıyor. Burada biz İtalyanlara bayılıyorlar, en önemli yemek mi? Kebap da neymiş, söylenenlere göre restoranın spesiyalitesi kolay kolay unutulmayacak bir sushi!

"Long Table'da tarz, tarzsız olmak." İstanbul gecelerinin kralının sözleri. Altı ayda bir yeni bir yer yaratıyor ve yaptığı işe felsefesini de katıyor, belki de beşinci vitesi geçmiş bir ülkenin felsefesi.

İstanbul'a gelen turistlerin, "Tamam, Ayasofya'yı görelim, ama sonra Reina'ya gidelim." dedikleri söyleniyor. Nitekim, Oslo'dan gelen bu turistler üzerinde etkisini gösteriyor, ama özellikle Türk gençleri etkiliyor. Nüfusun yüzde 70'i 35 yaşın altında olan ve 100 Türk'ten sadece yedisi 60 yaş üzerinde olan bir ülkede, Boğaz'da geçirilen gecelerin kahramanları elbet bu gençler.

Sahne ve atmosferi değiştiriyoruz: İstanbul'un banliyösünde, geleneksel Osmanlı mutfağının sunulduğu, benzerlerine sıklıkla rastlanabilecek türden Arap tarzı bir restorandayız. Kısa süre önce açılan bu restoran, dore yatağı sayesinde hemen meşhur oldu. Bir restoran salonu yanında bu kocaman yatağın ne işi olduğunu soruyoruz. Restoranın sahibi, burada önemli iş görüşmeleri yapıldığını ve müşterilerin ara sıra dinlenmesi gerekeceğini söylüyor.

PENSABENE: Yani isteyen müşteri burada uyuyor, öyle mi?

RESTORAN SAHİBİ: Evet öyle, dinleniyor.

PENSABENE: Sonra da kalkıp orada yemek mi yiyorlar?

RESTORAN SAHİBİ: Evet, burada yemek yiyorlar.

PENSABENE: Çok konforlu.

RESTORAN SAHİBİ: İsteyen burada duş da yapabilir.

PENSABENE: Bu uygulama Türkiye'de ilk kez sizde mi başladı?

RESTORAN SAHİBİ: Evet, Ramazan Bey Lokantası olarak biz başlattık.

(Garip şeyler!) Türklere özgü şeyler! Bir kere olsun bırakın söyleyelim! Gümüş adlı dizi etrafında olup bitenler de bir o kadar garip. Son zamanlarda her gazetede, İstanbul'un her köşesinde bu diziden bahsediliyor. Gümüş, 22 ülkeye ihraç edilen Türk yapımı 18 televizyon dizisinden sadece biri. Son 12 ayda üç milyon dolarlık gelir sağladı. Türkiye'de çevrilen pembe dizilerin Made in Turkey markasının en hızlı gelişen kollarından biri hâline gelmesini sağlayan bir rakam. Dizinin yönetmeni Kemal Uzun anlatıyor: "Türk anneleri, sallantıda başlayan ama sonra güzel gelişen aşk hikâyesinden dolayı çok mutlular." Buraya kadar her şey yolunda. Ama, Boğaz'da bir villada çekilen Gümüş adlı bu dizi Arap ülkelerine ulaştığı zaman sorunlar başladı. Amman'dan, Kahire'ye, Riyad'dan Ramallah'a Gümüş dizisi, çok yüksek izlenme oranları elde ederek, Arap kadınların dünyasında sarsıntı yarattı. Gelen haberlere göre, nüfus müdürlükleri şaşkına dönmüş durumda, çünkü çok sayıda insan dizinin başrol oyuncularının ismini kullanmak istiyor. Ancak, çiftler arasında saygı, çocuk aldırma, kariyer ve kadınların özgürlüğe kavuşması konularını işleyen diziyle kendini özdeşleştirenler nedeniyle boşanmalarda da artış olduğu söyleniyor. Kısacası Türk dizisi, birtakım ihtiyaçları kabul eden, ama bunları henüz ifade edemeyen Arap kadınlarına ileriye doğru kaçış fikrini sundu. Dinî yetkililerin müdahalesini gerekli kılacak derecede bu ülkelerin geleneklerini sarsan bir deprem.
Bazı Arap ülkelerinde din bilimi öğretmenleri, uydu antenlerinin günah olduğunu ve hatta bu diziyi seyredenleri öldürmenin meşru olacağını ileri sürerek, Gümüş dizisinin seyredilmesini yasakladı. Arap ülkelerinde Gümüş'ü ve hoşgörüyü savunmak üzere öğrenci protestoları da oldu. Amerikalılar bu olay hakkında sosyolojik araştırmalar yapıyor, Araplar turistlerin ilgi odağına dönüşen Gümüş'ün İstanbul'daki setine ziyarete geliyor, Türkler de fırsatı değerlendiriyor.

KEMAL UZUN: Biz bu diziyi, kendi standartlarımızı düşünerek ortaya çıkardık. Sorun yaratan unsur, rejim farkı olmasıdır. Biz laik bir cumhuriyetiz, onlar İslamî kanunlarla yönetiliyor. Hemen açıklığa kavuşturalım, bu dizide erotik nitelikte hiçbir şey yok, ailelere uygun bir dizi. Ama görülen o ki, Arap kültürüne fazla geliyor. Kadınların rüyaları ne kadar çok ses getiriyor. Ekonomik ve profesyonel alanlarda özellikle genç nesillerin özgürleşmesini de kapsayan Türk kadınlarının dünyası, hanımların siyasette hâlâ çok fazla yerinin olmadığını gözler önüne seriyor. Meclisin yüzde dokuzunu oluşturuyorlar. AB'ye katılım müzakereleri kapsamında AB, öngörülen yeni Anayasa'da kadın erkek arasındaki eşitliğin tam anlamıyla tesisi ve ülkenin bazı bölgelerinde hâlâ açık hâlde bulunan yaralar, "namus cinayeti" denilen cinayetlerin ve zorla evlendirme uygulamalarının ortadan kaldırılması için Ankara'yı daha fazla çaba göstermeye çağırıyor. Türk kadınları. Onunla değil de kiminle konuşmalıyız? Türk müzik tarihinin büyük seslerinden Ajda Pekkan ile sanat hayatı, şarkıları konularında bir mülakat yapıyoruz.

Amerikan ekonomi dergisi Forbes'in dünyada satılmış en pahalı dördüncü ev olarak gösterdiği ev ve Boğaz'ın kıyısındaki emlak piyasasına ilişkin olarak Mustafa Çelebi adlı emlakçıyla görüşüyoruz.

Türkiye'de bulunan İtalyan iş adamlarına gelince: İtalyan şirket sayısı 700, ihracat-ithâlât yapan şirket sayısı ise 10 binin üzerinde. Türkiye'de İtalyan ürünleri, özellikle marka ürünler büyük beğeniyle karşılanıyor.

PENSABENE: Türk ve İtalyan iş adamları arasındaki bu iyi ilişkiler nereden kaynaklanıyor?

ROBERTO LUONGO (İtalyan Dış Ticaret Enstitüsü İstanbul Şube Müdürü): Her şeyden önce İtalya bu ülkenin dış ticaretinde üçüncü partner durumunda ve yatırım yapan ülkeler arasında beşinci. Dolayısıyla uzun yıllar öncesine dayanan bir ilişki söz konusu. İkinci olarak, Türk sanayi sistemiyle mükemmel derecede kaynaşma konusunda İtalya'nın sahip olduğu olanaklar var. Çünkü küçük ve orta çaplı Türk işletmeleri İtalya'daki sistemle benzerlik gösteriyor. Ayrıca, Türk kültür sisteminin İtalya'yı birkaç sene içinde gerçekleşecek bir örnek olarak görmesinden kaynaklanan bir yakınlaşma var.

PENSABENE: İki ülke arasında başarılı bir ara buluculuk görevi üstlenen Enstitünüze göre Türkiye AB'ye girdiği takdirde Avrupa'nın bundan elde edeceği bir avantaj olup olmadığını, olacaksa bunların neler olacağını soruyoruz. 72 milyonluk bir alıcı kitlesi. Genç bir pazar ve dahası da var.
LUONGO: Türkiye büyük bir sanayi gücüne sahip, alt yapı sistemi konusunda da önemli kapasitesi var. Türkiye üzerinden özellikle petrol ve doğal gaz dağıtımı bakımından son derece önemli enerji koridorları geçiyor. Nabucco buna örnek. Türkiye'nin ihtiyacını karşılayan gaz ve petrol boru hatları, Türk limanlarından Avrupa'ya, dolayısıyla İtalya'ya da ulaşacak. İtalyan iş adamları, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010'daki buluşmada da yer alacaklar. 10 milyon ziyaretçinin ülkeye gelmesi bekleniyor. Yatırımlar 10 milyar doları aşıyor. Bu yatırımlar arasında Boğaz'ın altından geçecek tünelin yapım çalışması da yer alıyor. 2010'daki bu etkinlik kapsamında otel ve turistik sektörlerde hazırlıklar yapılıyor. Türkiye, azınlıklarıyla çelişkili bir ilişki yaşayan bir ülke. İtalyan rahip Don Santoro'nun bir fanatik tarafından öldürülmesinin üzerinden geçen iki yıl sonra Katolik azınlığın Türkiye'deki yaşam koşulları konusunda Anadolu Katolik Kilisesi Piskoposu Monsignor Luigi Padovese ile İskenderun'da yaptığımız mülakata yer veriyoruz:

PENSABENE: Monsignor Padovese, eskort eşliğinde olduğunuzu görüyorum, neden?

PADOVESE: Geçen iki yılda bazı Hristiyanların başına gelenlerden sonra tedbiri olarak alınan bu kararla, bazı kişilerin korunması bu şekilde sağlandı. Sanıyorum bir nevi tedbir, güvence altına alma söz konusu. Bu da muhtemelen hâlâ koruma ihtiyacı, şu anda birilerinin korumak için bulunmasına ihtiyaç olduğunu düşündürüyor.

Padovese'nin bize anlattığına göre, farklı mezheplere ait toplam 30 bin Katolik bulunuyor. Sorunlar, özellikle adli sorunlar yaşanıyor. Katolik Kilisesinin Türkiye'de dinî azınlık olarak varlığını tanımayan Lozan anlaşmasından kaynaklanan bu sorunlar, bir ayrımcılık sonucunu doğuruyor. Örneğin: yerli bir din sınıfı oluşturmak amaçlı rahip yetiştirme semineri açılmasının imkânsız oluşu ve dinî görevlilerin sadece özel kişi olarak tanınması. Ama biz özellikle burada solunan havadan bahsetmek istiyoruz.

PADOVESE: Hristiyanlığa karşı direniş mesajları mevcut, bundan şüphe yok. Bu durum, kanımca, Hristiyanlık karşıtı İslami bir tavırdan ziyade, bu ülkede, özellikle belli sektörlerde, hâlâ oldukça hissedilir hâldeki Türk milliyetçiliğiyle birleşen bir İslamizmden kaynaklanıyor. Ancak vurgulamak isterim, bu sözlerimle halkın genel anlamda Hristiyanlar nezdinde tavrının düşmanca olduğunu söylemiyorum, hayır. Ama, söylediğim gibi, ülkede hâlâ yabancı düşmanlığı tavırları mevcut.

PENSABENE: Hristiyan-fobisi, doğru bir tanımlama mı?

PADOVESE: Türkiye'de oldukları farz edilen bazı milliyetçi gruplara ve bunları destekleyen birtakım basın organlarını tanımlamak için bu ifadeyi kullanacak olursak doğru bir tanım olacağını düşünüyorum. Bazı Türk basın organlarının Hristiyanlar ve dini azınlıklara karşı gösterdikleri tavır, bu görüş açısından hareketle ortaya çıkıyor, yani Hristiyanlar bu ülkenin parçası değil.

PENSABENE: Bunlar, Brüksel'in de paylaştığı endişeler. Özellikle etnik ve dinî azınlıkların içinde bulundukları şartlar ve insan haklarına daha fazla saygı gösterilmesi konuları, Türkiye ile Ankara'yı pek çok kez bu konulardaki reformları gerçekleştirmeye davet eden AB arasında sürdürülen müzakerelerin ana başlıklarını oluşturuyor. Monsinyör Padovese mücadelelerine devam ediyor.

PADOVESE: Örneğin: Tarsus kilisesinin sadece bir seneliğine, kilise olarak bize verilmesini istemiyoruz. Bizim talebimiz süresiz olarak verilmesi, burası zamanında bir ibadet yeriydi ve sadece bir sene için değil, ama buraya sürekli gelen ziyaretçiler için sürekli ibadet yeri olarak geri dönmesini istiyoruz. Piskoposlar grubu olarak Başbakan Erdoğan'a yazdık, ama mektubumuza bir cevap alamadık. Yazdığımız mektup gayet açıktı. Türk yetkililer bizim yönümüzde adımlar elbette attı, ama bunlar iddiasız adımlardı.

Padovese bizi Adana'ya, bu küçük kilisenin içinde bulunduğu zor durumu görmeye davet ediyor, bu kilise, kendisi gibi küçük bir Hristiyan cemaatine hitap ediyor.

PENSABENE: Cemaatinizde kaç kişi, kaç Hristiyan bulunuyor?

RAHİP FRANCİS DONDU: Yaklaşık 100-150 kişilik bir cemaatimiz var, ama bunların hepsi kiliseye gelmiyor.

PENSABENE: Neden gelmiyorlar?

DONDU: Bence, Katolik olduklarını, Hristiyan olduklarını göstermekten biraz korkuyorlar. Muhtemelen bu korkuları nedeniyle gelmiyorlar.

PENSABENE: Bu sizin hissettiğiniz bir şey mi yoksa bu korkunun var olduğunu kanıtlayan birtakım olaylar mı oldu mesela burada Adana'da?

DONDU: Ben buraya beş ay önce geldim, bu süre zarfında bu tür bir olay olmadı. Ama buraya gelenlerle konuşuyorum, her biri başına gelen şahsî olayları anlatıyorlar ve buraya girmekten korkuyorlar. Bazıları geliyor, ayin için kimi zaman kırk kişi oluyor. Eğer kimse gelmemişse ben kendi başıma görevimi yapıyorum. Ayin süresince kilisenin önünde hep polis oluyor. Bir rahip ve yaşadığı sıkıntılar, bir piskopos ve verdiği mücadeleler. Bu şehrin uçsuz bucaksız banliyösünde fanatizm veya hoşgörüsüzlük vakalarına rastlanabiliyor, ama gelenekleri gereği dünyaya açık, cömert ve misafirperver Türk halkının büyük çoğunluğu bu davranışların çok uzağında. Başlıca unsurunun herkes tarafından ılımlılık olarak tanımlandığı bu ülkedeki İslam da halkıyla aynı özellikleri taşıyor; bir dervişten daha ılımlı kim olabilir? Sufizm, İslam'ın mistik yanını oluşturuyor, dini, tamamen içsel bir güzergâh olarak gösteriyor.

FABİO SALOMONİ (Koç Üniversitesi Öğretim Görevlisi): Sufizm İslam dünyasının tamamında görülen bir gerçek, Türkiye'de, Anadolu'da dinin kişisel niteliği üzerindeki ısrarı ve din konusuna daha manevi bir yaklaşımıyla, yazılı İslam, yani kutsal kitapları izleyen İslam'a kıyasla bazı kendine özgü özellikler kazanmış. Bu gelenek bütün ülkeye yayılmak suretiyle Türkiye'de yaşanan İslam'ın "daha ılımlı" olması sonucunu doğurdu.

ADNKRONOS: "İTALYAN TEMSİLCİLER MECLİSİ BAŞKANI FİNİ: ANKARA'YI AB'YE DOĞRU GÖTÜREN YOLU BİRLİKTE KATEDECEĞİZ"

ROMA, 03/11(BYE)--- İtalyan haber ajansı Adnkronos'un 1 Kasım 2008 tarihli bülteninde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Kasım 2004'te, Dışişleri Bakanlığı yaptığı sırada, Türk-İtalyan Diyalog Forumu'nun ilkine ev sahipliği yaptığı ve 2005 yılında Türkiye ile ilk yuvarlak masa toplantısını başlattığı düşünülürse, Türkiye dosyası Gianfranco Fini için bir yenilik oluşturmuyor.
Yaptığı açıklamada Fini, "İki ülke meclisleri ve iki devlet arasındaki ilişkiler, bugün geçmiştekinden daha geniş jeopolitik çerçeve dahilinde yürütülmelidir; Avrupa ile ilişki de bariz şekilde öncelik arz eden bir önem kazanıyor" dedi. İtalyan Devleti'nin üçüncü en yüksek düzeyde görevlisi durumundaki Fini, AB'ye tam üyelik arzulayan ülkelerin meclis gruplarını kapsayan projelerin başlatılmasını, "yalnızca parlamentolar, demokratik temsilciliğin kalbini simgelediği için değil, aynı zamanda aday bir ülkenin Avrupa'ya yaklaşma derecesine bu nedenle tanıklık ettikleri için, Avrupa Komisyonunun son derece ileriyi gören bir davranışı" olarak tanımladı. Fini'ye göre Avrupa, "Coğrafi bir ifade değil, değerler paylaşımı" ve aynı zamanda, "ulusal kimliğin silinmesi değil, birden çok ulusal kimliğin oluşturduğu bir armoni."
Fini şöyle konuştu: "Türk ve İtalyan parlamentolarının, 'birbirlerine söyleyecek çok şeyi var' ve iki ülke arasında zaman içinde 'daha da sağlamlaştırmak istediğimiz' bir ilişki kuruldu. Bu şekilde, 'gerekli reformları' gerçekleştirmekte olan Türkiye'yi Avrupa Birliğine ve 85 yıl önce burada Ankara'da Atatürk'ün Cumhuriyeti kurmasıyla başlayan tarihi tasarının tamamlanmasına doğru götüren yolu birlikte katedeceğiz."

ADNKRONOS: "FİNİ'NİN ATATÜRK'E SAYGI ZİYARETİ"

ROMA, 03/11(BYE)--- İtalyan haber ajansı Adnkronos'un 1 Kasım 2008 tarihli bülteninde, Cristiano Fantauzzi imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Anıtkabir Defterine Yazdığı Mesajda Fini, Atatürk'ün Değerleri Adına Türkiye'nin AB'ye Girmesini Arzu Ettiğini Belirtti--

İki ülke arasındaki parlamentolar arası seminer ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne yaklaşma sürecine eşlik eden meclisler arası eşleşme çerçevesinde, Türkiye'ye resmî bir ziyarette bulunan Temsilciler Meclisi Başkanı Gianfranco Fini için bu sabah Türkiye'nin başkenti Ankara'da görkemli bir merasim düzenlendi. Mustafa Kemal Atatürk'ün anıt mezarını ziyaret eden Fini, mezara bir çelenk bıraktıktan sonra, laik ve modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün huzurunda birkaç dakika saygı duruşunda bulundu.
Temsilciler Meclisi Başkanı Fini, tören bitiminde seçkin konuklara açılan imza defterine bir mesaj yazdı.
"Ülkenin kimlik ve tarihinin bilincinde olarak, Türkiye'yi geleceğe doğru atılım içinde bir ülke yapan insana!" Türkiye'nin kendisini bekleyen zor süreci başarıyla sona erdirerek AB'ye girme arzusuna kapalı bir atıfta bulunan Fini, sözlerine şöyle devam etti: "Kemal Atatürk'ün değerleri adına Avrupa Birliği'ne dahil bir Türkiye dileğiyle, Avrupalı her vatandaşın saygılarını sunuyorum."

 

KIBRIS RUM BASINI

SİMERİNİ: "OLLİ REHN ANKARA'YI CANLI TUTUYOR"

LEFKOŞA, 24/10(BYE)--- Tirajı günde 17 bin olan fanatik sağ eğilimli, EOKA-B çizgisinde Simerini gazetesinin 24 Ekim 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonunun Türkiye'ye ilişkin şu anki değerlendirme raporunun da diğerleriyle aynı olacağı görülüyor. Gerçekte, açıkça görülen problemlere rağmen Komisyon, Türkiye'yi katılım süreci yönünde tutmaya çalışıyor.
Kıbrıs Hükümeti, Türkiye'nin limanlarının ve hava alanlarının Kıbrıs bayrağı taşıyan uçaklara ve gemilere açılmasını da içeren katılım yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda, Avrupa Konseyinin sekiz başlığın dondurulmasına ilişkin kararına ait bildiriyi onaylayarak, Avrupa Komisyonuna yönelik tezlerini sundu.

--Art Niyetler ve Yavaş Ritim--

Elde edilen bilgilere göre, Komisyonun ana metninde konuyla ilgili ifadelerin bulunduğu belirtiliyor. Fakat tamamen ne ifade ettikleri bilinmiyor. Kıbrıs Hükümeti bu durumu izliyor, çünkü Komiser Olli Rehn'in çalışma arkadaşlarının tutumu adil bir şekilde ortaya konulmuyor. Brüksel'de de raporun başlangıç aşaması ve içeriğinin sızmasının, hem Komisyonun kendisi hem de Erdoğan hükümeti için uygun bir hava oluşturulması için Olli Rehn tarafından gerçekleştirildiği düşünülmektedir. Buna rağmen geçen yılki değerlendirmeyle karşılaştırılma yapılırsa, bu seneki değerlendirme ne daha yenilikçidir, ne de etkileyici olumlu bir yanı vardır. Aslında, reformların yavaş bir ritimle ilerlediği tasdik ediliyor.

--Kıbrıs Sorunuyla İlişkisini Kesme--

Elbette, Olli Rehn ve ortakları hem halka açık olarak hem de resmi diplomatik ilişkilerinde Kıbrıs sorununun Kıbrıs'taki iki liderin konusu olduğunu ve şu anda yalnız Türkiye'nin katkıda bulunduğunu dile getirmeleri nedeniyle, görüşmelerin başlamasından sonra Türkiye'nin üyelik sürecinin Kıbrıs sorunundan sessiz ve esaslı bir şekilde ayrılması söz konusudur.
Avrupa Birliği Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in çalışma arkadaşlarının düşüncesi, Kıbrıs sorununun, AB'nin politikası bir engel teşkil etmeden -sadece istenildiğinde teknokratlar düzeyinde bir müdahale olacak- BM zarfında Talat-Hristofyas arasında çözüleceğidir.

--Çözüm ve Tanınma--

Türkiye'nin AB'ye katılması için Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tanınması şart olduğundan, bu mantık temelinde, AB'nin, 21 Eylül 2005 AB Deklarasyonu'nun uygulanmasına ilişkin Türkiye'ye yönelik diplomatik baskıları azalıyor.
Türkiye'nin AB yetkililerine itirazı ise, madem ki bu talep Kıbrıs sorununun çözümüyle sona erecek, Kıbrıs sorununa yönelik görüşmelerde gelişme olduğu sürece, böyle bir zorunluluğu yerine getirmenin bir anlamı yoktur.

FİLELEFTHEROS: "REHN TÜRKİYE İÇİN 'AÇIK ÇEK İMZALIYOR'"

LEFKOŞA, 27/10(BYE)--- Tirajı günde 26 bin olan bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 26 Ekim 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Ankara'yı Kıbrıs Cumhuriyeti karşısında üstlendiği yükümlülüklerden azat ederek, Türkiye için açık Avrupa çeki imzalamaya kalkıştı.
Elde edindiğimiz bilgilere göre, Rehn'in birimleri, Türkiye İlerleme Raporu taslağından Ankara'nın Lefkoşa karşısında yerine getirmediği yükümlülüklerin değerlendirilmesi için dönüm noktası niteliğini taşıyan tarihi yani 2009'u ve yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğinin değerlendirileceği temeli, yani 21 Eylül 2005'teki "karşı-beyan/deklarasyonu" ortadan kaldırdılar.
Aynı bilgiler, Rehn grubunun hareketlerinin, gelişme sürecinde olan Kıbrıs sorununa ilişkin süreç bahanesiyle, Türkiye'nin Rum kesimi karşısındaki yükümlülüklerinin 1-2 yıllığına ertelenmesi "perde arkası çabasının resmi başlangıcına" yön verdi.

--"Türkiye'nin Suçlarından Arındırılması Oyunları"--

Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn'in başında bulunduğu AB Genişleme Müdürlüğünün hazırladığı Türkiye İlerleme Raporu taslağı, Türkiye'nin Kıbrıs sorununa ilişkin suçlarından arındırılması mantığına doğru hareket ediyor.
Taslakta, Türkiye'ye Kıbrıs sorununun çözümüne yapıcı bir şekilde katkıda bulunması çağrısı yapılmadı. Rehn, Ankara'nın tezlerini gözler önüne sererek, Komisyonun Komiteler Koleji masasına da partenojeneze (bakir doğum) ilişkin koşulu taşıma gereğini hissetti.

POLİTİS: "KIBRIS ENGELİNİN KALDIRILMASI GEREK"

LEFKOŞA, 28/10(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Politis gazetesinin 26 Ekim 2008 tarihli sayısında, Anna Andreu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

Ankara'nın, AB'ye girmemesi ihtimaline karşı bir B planı yoktur. Amacı tam üyeliktir ve bunu müzakere etmiyor. Bu yüzden, amacını gerçekleştirmek için büyük Kıbrıs engelini ortadan kaldırmak istiyor.
Türkiye'nin dış politika mimarı Ahmet Davutoğlu, bir kez daha öncelikleri ortaya koyuyor. Türkiye ezici bir çoğunlukla Güvenlik Konseyindeki seçimleri kazandı. Türkiye'nin çok boyutlu dış politikasını tasarlayan Ahmet Davutoğlu, "Kıbrıs sorunuyla ilgili müzakerelerde, Türkiye'nin katılım sürecindeki en büyük engelin olabildiğince hızlı bir şekilde ortadan kaldırılmasını bekliyoruz" dedi.
Türk başbakanının dış politika danışmanı Davutoğlu, tüm cephelerdeki açılımların politikasını ele aldı: Kafkaslar, Irak, İran, İsrail, Filistin, Suriye, Afrika, Kıbrıs...
Ahmet Davutoğlu, AB'nin Türkiye olmadan bir dünya kumarbazı olamayacağını açıkladı. Ahmet Davutoğlu, "AB, Türkiyesiz Kafkaslarda olduğu gibi komşu ülkelerle olan problemlerini çözemez, krizi kontrol altına alamaz, politik bütünlükte başarılı olamaz. B planımız yok. Sadece bir planımız var: Katılımla sonuçlanacak olan görüşmeler. Bugüne kadar tüm ülkelerin görüşmeleri katılımla sonuçlandı" dedi.
Türkiye'nin dış politika mimarına göre, "Türkiye'nin AB'ye katılımı, Türkiye'nin dış politikasının bel kemiğini oluşturmaktadır". Bu yüzden, amaca varmak için Kıbrıs sorununun çözülmesi gerektiğini düşünüyor.

--Güvenlik Konseyindeki Kıbrıs--

Türkiye, Güvenlik Konseyine katıldıktan sonra, Kıbrıs sorunuyla ilgili tezlerini daha kolay ileri süreceğini düşünüyor.
Milliyet gazetesinin köşe yazarı Taha Akyol, "Kıbrıs sorununun ve Irak sorununun kritik bir aşamaya gireceği bu dönemde, Türkiye'nin Güvenlik Konseyine seçilmesi mükemmel bir olaydır" dedi.
Sabah gazetesinin köşe yazarı Erdal Şafak'a göre, Güvenlik Konseyine seçilmenin sevinci içinde olan Türkiye, Kıbrıs sorunuyla ilgili, kendi sorunları olan terörizmle ilgili ve ayrıca Irak, Filistin, İsrail, Suriye, Lübnan, İran, Afganistan ve Kafkaslar gibi diğer konularla ilgili daha iyi açıklama yapma imkânını bulacak.

--Avantajlar Farklı--

Eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'in görüşü farklı. Türkmen'in, "Türkiye'nin Güvenlik Konseyine seçilmesi Kıbrıs meselesine avantajlar sağlar mı" sorusuna karşı cevabı olumsuzdur. İlter Türkmen'e göre, Güvenlik Konseyi, Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak, barışçıl güç vazifesinin yayılması gibi rutin konularla ilgileniyor.
Türk diplomata göre, iki liderin iki yıl içinde anlaşmaya varması oldukça iyimser bir senaryodur.
Türk siyasi analizciler, Türkiye'nin Kıbrıs meselesinden dolayı 1963'den beri Güvenlik Konseyine seçilemediğini belirtiyorlar.
Radikal gazetesi yazarlarından Murat Yetkin'e göre, "Türkiye'nin üye olamayışının sebebi, 1963 kanlı olaylarından sonra Türkiye'ye ve Yunanistan'a uygulanan ambargo ve adaya barış gücünün gönderilmesidir".

POLİTİS: "ANKARA'YI YÜKSELTİYORLAR"

LEFKOŞA, 30/10(BYE)--- Bağımsız, liberal eğilimli Politis gazetesinin 30 Ekim 2008 tarihli sayısında, Teti Sarantopulu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye ile ilgili ilerleme raporunun, Komisyon tarafından kamuoyuna sunulmasına bir haftadan daha az bir zaman kaldı; fakat sahne önündeki ve sahne arkasındaki görüşmeler son ana kadar devam edecek. İlerleme raporunun, Türkiye'nin stratejik öneminin ilerletilmesine odaklandığı netlik kazanmıştır.
Komisyon temel unsur olarak, Türkiye'nin stratejik önemini ve Orta Doğu ve Kafkaslardaki sorunların çözülmesi gibi daha geniş bölgelerdeki rolünü gündeme getirmektedir.
Ankara'nın, -Ermenistan'a karşı yaklaşımı gibi- diplomatik faaliyetlerine ve Avrupalıların büyük ilgi gösterdiği Batı'daki gazın ve petrolün sağlanmasındaki rolüne değiniliyor.
Bu çerçevede metin yazarları, eksiklerin (insan hakları, özgürlükler, azınlıklar, demokratikleşme) tamamlanması için alçak tonları muhafaza etmeyi tercih ediyorlar.
Kıbrıs konusuna ise, -Lefkoşa'yı, temel bir denge ve belirgin değişikliklerin muhafazasını sağlaması yönünde teşvik etmek amacıyla- hâlâ mesafeliler. Kıbrıs'la ilgili açıklamaları; Lefkoşa ile Ankara arasındaki ilişkilerin düzene sokulması, protokolün uygulanması (limanların Kıbrıs gemilerine açılması) ve işgal bölgelerinin "Tazmin Komisyonu" ile ilgili olumsuz ifadelerin çıkarılmasıyla ilgilidir.

--Her Türlü İhtimale Açık--

Raporun değiştirilmesi konusu gündemde; her türlü ihtimal söz konusu olabilir. Bu yüzden, -pazartesi günü Komisyon yöneticilerinin görüşmesi olacağı için- bu konuyla ilgili olarak, gelecek çarşambaya kadar Komite oturumunu bekleyecekler.
Tüm pazarlıklar, Kıbrıs hükümetinin; Kıbrıs'la ilgili konuların Olli Rehn'in elinden değil Komisyon Başkanı Barroso'nun emri altındaki Komitelerden geçmesini öngören isteğine karşı, Olli Rehn'in rahatsızlığının oluşturduğu olumsuz atmosfer içinde gelişmektedir.
Söz konusu müdahalenin belirleyici bir önemi olmamasına rağmen, toplum içi uzlaşıyı ve görüşmeyi zora sokuyor.
Türkiye'nin Kıbrıs Yönetimine karşı sorumluluklarının kaydedilmesi için Komite üyelerine yönelik perde arkasındaki görüşmelere ağırlık verildi.
Müdahalelerin etki derecesi zaman içinde; yani şu an için görüşme aşamasında olan taslakta kaydedilen anlaşmazlıklar çözüldüğü zaman ortaya çıkacak.

HARAVGİ: "ÇÖZÜM ÇERÇEVESİ VE AB'NİN MÜDAHALESİ"

LEFKOŞA, 05/11(BYE)--- Tirajı günde dokuz bin olan, AKEL yayın organı Haravgi gazetesinin 5 Kasım 2008 tarihli sayısında, Neofitos Neofitu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Son haftalarda ülkemizdeki siyasi liderler tarafından geliştirilen tez, AB'den daha fazla müdahale istememiz gerektiğidir. Fakat bu müdahalenin nasıl, hangi aşamada ve derecede olabileceği netleştirilmedi.
Mademki Kıbrıs AB üyesidir ve Türkiye de büyük bir tutkuyla AB'ye katılmak istiyor, Avrupa Birliği Kıbrıs sorunu çözüm çabalarında önemli bir rol oynayabilir ve oynamak zorundadır.
Cumhurbaşkanı, AB'nin, çözümün gelişmesinde en büyük engel olan Ankara'ya gerekli baskıları yapmaya devam etmesini isteyerek, Avrupalı yetkilileri sürekli bilgilendiriyor.
Dimitris Hristofyas, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Barroso ile son görüşmesinde, Kıbrıs sorununa ilişkin Avrupa normları ile uyumlu, insan hak ve özgürlüklerini kuvvetlendiren doğru bir çözümü garantilemek amacıyla AB'nin müdahalesini istedi.
Öte yandan, karşılıklı sorumluluklara bağlı olarak, AB, Kıbrıs Cumhuriyeti gibi tam üyesi olan bir ülkeye destek olmak zorundadır. Bununla birlikte, Kıbrıs sorunu, BM himayesinde iki taraf arasında bir çözümün bulunması zorunlu olan uluslararası bir sorun olmaktan geri durmayacak.
Cumhurbaşkanı, çözümün; hakemler ve yabancı düzenbazlıklar olmadan, Kıbrıslıların kendisi tarafından Kıbrıs için bulunacağını netleştirdi. Ayrıca yüksek düzey anlaşmaları, BM kararları ve Dimitris Hristofyas ile Mehmet Ali Talat'ın anlaştığı taban gibi Kıbrıs çözüm çerçeveleri de vardır.
Bu çerçevelerde, BM'nin beş daimi ülkesinin ve AB'nin yardımı da arzulanan bir şeydir. Amaç, Kıbrıslı Rumlar ve Türklerin anlaştığı ve kabul ettiği bir çözümdür.
Avrupa ve uluslararası faktör, yapıcı ve güçlü bir şekilde uzlaşmacı olan bizim tarafa baskı yapmadan, bunun yerine Türkiye'ye baskı yaparak, fikirlerini ve uzlaşmaz bölücü tezlerini değiştirmeye zorunlu tutarak yardımcı olabilir.
Uluslararası faktör ve özellikle Türkiye'nin katılmak istediği Avrupa Birliği, Ankara'nın yatıştırma siyasetini sona erdirmeli ve Kıbrıs sorunu konusunda işlevsel ve yaşayabilecek bir çözüm için birlikte çalışılması gerektiği yönünde öğüt vermelidirler.

 

YUNANİSTAN BASINI

PONTİKİ: "PATRİKHANE TÜRKİYE'NİN MERHAMETİNE BIRAKILDI"

ATİNA, 23/10(BYE)--- Tirajı haftada 14.714 olan Pontiki mizah gazetesinin 23 Ekim 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Türkiye'nin, Ekümenik Patrikhanenin mal sahibi olma hakkını açıkça ihlal etmeye ısrar etmesine hükümetin kulak asmadığını gören YDP'li AB parlamenteri Antonis Trakatellis, AB Komisyonuna art arda soru önergeleri verdi ve Türkiye Patrikhanenin haklarına saygı gösterme kararı alana kadar, üyeliği için ön müzakerelere ara vermek niyetinde olup olmadığını öğrenmek istedi.
Türkiye'den sorumlu komiser Olli Rehn'in Yunanistan'ın AB parlamenteri Trakatellis'e verdiği cevaptan, AB'nin; Avrupa ailesine dahil olunması için birinci ön şartının insan haklarına saygı gösterilmesi olmasına rağmen, bu konuda Türkiye'yi sıkıştırma niyetinde olmadığı belli oldu. Ancak, hem Babacan ile görüşmesinde Patrikhane konularını gündeme getirdiğini söyleyen Dora, hem de "vakıflarla ilgili yeni Türk yasasının nasıl uygulandığını yakından izleyeceğini" söyleyen Rehn, temel bir noktayı unutuyorlar.
İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Türkiye'yi; Ekümenik Patrikhaneyi mal sahibi olma hakkından mahrum ettiği, servetine el koyduğu, üstelik tazminat bile vermediği için kesin hükümle mahkum ettiğini unutuyorlar.
Bu veriye dayanarak, Trakatellis geçen hafta konuyu tekrar gündeme getirdi ve yazılı olarak sunduğu bir soruyla "konunun ne zaman düzene sokulacağını ve sürekli hatırlatmalara rağmen şimdiye kadar herhangi bir girişimde bulunmamış olan AB Komisyonunun, üyelik müzakerelerine geçici olarak ara verme olanağına ilişkin niyetini" öğrenmek istedi.
TBMM'nin 2008 yılının Şubat ayında yeni vakıflar yasasını oyladığı, bu yasanın gayrimüslim vakıflara; 1936 yılında başka bir ismin üzerine kaydedilen ya da 1936 beyannamelerinden sonra cemaat vakıfları için satın alınan veya vakıflara miras olarak bırakılan ya da hibe edilen ve mal edinmeye ilişkin sınırlamalar nedeniyle hibe edenin veya miras bırakanın adına veya devlet fonu adına kaydedilmiş olan gayrimenkullerini kendi adları üzerine tapu kadastroya kaydetmelerine izin verdiği hatırlatılır.
Ayrıca vakıflara hibe edilen gayrimenkullere el konulamaz, bunlar ipotek edilemez. Son olarak, bir bölümü ya da tümü artık ilk baştaki amacına hizmet için kullanılmayan gayrimenkuller, aynı cemaate ait başka vakıflara devredilebilir ya da kiralanabilirler.

ETHNOS: "UĞRAŞTILAR MI ACABA?"

ATİNA, 29/10(BYE)--- Tirajı günde 46.593 olan Ethnos gazetesinin 29 Ekim 2008 tarihli sayısında, N.M. rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

AB Komisyonunun Türkiye'nin yıllık raporunu yayınlayacağı gün yaklaşıyor. Sorumlu Komiser Olli Rehn'in AB Dışişleri Bakanlarının Karşı Bildirisini ve Türkiye'nin üyeliğinin 2009 yılında kapsamlı bir şekilde inceleneceği ifade edilen kritik belgeyi yok etmeye çalıştığına dair haberlerin asılsız olduğunu ümit ediyoruz. Üstelik dün, TBMM'nin AB Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış, Türk limanlarının Kıbrıs gemilerine sadece "Kuzey Kıbrıs" ile doğrudan ticaret başlayınca açılacağını söyledi. Yunan Dışişleri Bakanlığında bu sözlerle ilgilenen oldu mu acaba? Bunu bilmeyi çok isterdik.

 

ABD BASINI

AMERİKA'NIN SESİ RADYOSU: "TÜRKİYE'DE AB REFORMLARI YAVAŞLADI"

ANKARA, 24/10(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:

Uluslararası Kriz Grubu Türkiye ve Kıbrıs Temsilcisi Hugh Pope, Avrupa ülkelerinin Türkiye'nin üyelik yolundaki motivasyonunu azalttığı eleştirisinde bulundu.
21 yıldır İstanbul'da yaşayan gazeteci yazar Pope, Kıbrıs sorununa 2009'a kadar çözüm bulunması gerektiğini de söyledi.
Hugh Pope ile Hülya Polat konuştu:

POLAT: Türkiye'nin karşısında Avrupa Birliği üyeliği açısından iki önemli konu var: Hak ve özgürlükler konusu birinci önemli konu. İkincisi de Kıbrıs konusu. Türkiye'nin üye olma şansı nedir? Avrupa'nın tutumunu nasıl görüyorsunuz?

POPE: Tabii 2001-2004 yılları arasında Türkiye'de reformlar çok hızlı gitti ve gerçekten bir ilerleme oldu ama 2004'den sonra aşağı yukarı hiçbir şey yapılmıyor. Mesela geçen sene Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece 29 yasa çıkartabildi. Aslında bunun iki katı olması gerekliydi. Maalesef şu anda reform kısmında Türkiye fazla bir ilerleme yapmıyor. Aynı şekilde Türkiye, Avrupa'ya göre biraz fakir bir ülke ve bu açıklığı kapatmak lazım.
Aslında en önemli şey budur. Bana kalırsa bu İslam meselesi çözülebilir. Şu anda Dubai çok zengin bir ülke ama Avrupa'da hiç kimse Dubai'ye karşı hiçbir şey hissetmiyor, yani Müslüman kimliğiyle uğraşmıyor. Türkiye'nin bu ekonomik açık kalan payı kapatması lazım.

POLAT: Yani gelir düzeyinde bir artış sağlanması, ekonomisinin güçlenmesi, işsizliğe çare bulunması durumunda Türkiye, Avrupa Birliği'ne daha hazır duruma gelebilir diyorsunuz.

POPE: Evet, ben öyle görüyorum. O zaman herkes daha eğitimli olacak, refah düzeyi daha da yükselecek, herkes kendisini daha rahat hissedecek, o zaman o Avrupalı denilen reformlar daha global bir şekilde değerlenecek ve kabul görecek.

POLAT: Uluslararası Kriz Grubu olarak Avrupa'nın yeterince teşvik edici davrandığını düşünüyor musunuz?

POPE: Teşvik edici şeyler yok değil ama yeterince yapmıyorlar ve maalesef en büyük iki Avrupa devletinden çok ters mesajlar geldi. Bu 2002'de başladı ve 2007'de Sarkozy ile doruğa çıktı. Tabii bu Türkiye için motivasyon yitirici bir unsur oldu ve şu anda Alman politikası Türkiye'nin önünde engel olmuyor ama biliyoruz ki çok yavaş gitme eğilimi var Almanya'da. Bunu yapmamaları gerekiyor. Çünkü Türkiye'yi teşvik etmek Avrupa'nın hedefi. Avrupa aslında Türkiye'yi daha refah, daha özgür bir ülke olarak görmek istiyor çünkü Türkiye Avrupa'nın komşusudur. Maalesef bazı liderler Avrupa'da Türkiye-Avrupa ilişkilerini hedef alıyorlar ama asıl istedikleri şey, yurt içi sorunlarını dile getirmek. Fransa da Türkiye'ye saldırmak için halkına bir mesaj veriyor. Ben, göç meselesi, ekonomi meselesi konusunda sizin duygularınızı anlıyorum ve bunları paylaşıyorum. Türkiye-Avrupa ilişkileriyle ilgisi yok ama maalesef tam bir karışıklık yaşıyoruz o zeminde.

POLAT: Fransa, Almanya veya başka Avrupa ülkeleri Türkiye'nin üyeliği konusunu iç politika malzemesi olarak kullanıyor. Yani halk arasında üyeliğine karşı bir görüş olduğu için onu besliyorlar, onu kullanıyorlar.
POPE: Evet besliyorlar zaten duygusal bir reaksiyon var. Çünkü Avrupa'da her şey güzel gitmiyor ve onun için sadece Türkiye'ye değil göç edenlere bir reaksiyon var.

POLAT: Uluslararası Kriz Grubunun hem Türkiye, hem Kıbrıs temsilcisiniz. Sizce bu son görüşmeler sonuç verir mi, ilerleme sağlanabilir mi yakın gelecekte?

POPE: Yakın bir gelecekte değil ama 2009 yılının ortasına kadar sağlam bir ilerleme yoksa, Kıbrıs sorunu hepimiz için büyük bir dert olacak, hiç kimse farkında değil. Türkiye'de görüşmelere çok az ilgi var ve hatta Avrupa'da hiç kimse Kıbrıs tehlikesini görmüyor. 2009'da Türkiye Güney Kıbrıslı uçak ve gemilere limanlarını açmazsa Brüksel'de bir toplantı olacak. O zaman Fransa, Almanya veya kim bilir Avusturya gelecek Alman hükümeti kim olacak bilmiyoruz ama o zaman Avrupa'da biri sadece bu Avrupa-Türkiye sürecini açığa almak isterse bu inanılmaz bir fırsat olacak. Yani Türkiye'nin bunu görmesi ve ona göre kendi hazırlıklarını yapması lazım.
Bence, Türk Hükümeti, Türk Dışişleri Bakanlığı, hatta Türk askeri bunun farkında. Şubat ayından bu yana inanılmaz bir ilerleme var. Bir ortak hedef çizdiler ve geri dönüşü olmayan bir yola girdiler, çözüm bulabilirlerse Avrupa yardımcı olacak.

THE WASHINGTON TIMES: "TÜRKİYE KENDİ YOLUNU ÇİZİYOR"

WASHINGTON, 28/10(BYE)--- Tirajı günde yaklaşık 100 bin olan Washington Times gazetesinin 26 Ekim 2008 tarihli sayısında, Georgie Anne Meyer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, İstanbul çıkışlı makalenin çevirisi şöyledir:

Bu büyük şehir yüzyıllardır Avrupa ve Asya'yı birleştirir. Kaç kez "aydınlık" Avrupa'nın Boğaz'ın karşısına cesaretle dikildiğini, Asya'nın büyük ve bilinmeyen bozkırlarının hemen karşı tarafta başladığını duymak zorunda kalmışızdır. Cesaretle durur ve dramatik bir şekilde başlar.
Ancak bu saçları ağarmış eski düşünceler, 70 milyondan fazla bir nüfusu olan Türk, Kürt, Arap, Musevi, İsevi ve diğer birçoklarının yaşadığı bu dikkate değer ülke için artık geçerli değildir. Bugün hayret uyandıran nokta, Avrupa Birliğine başvurusunun Avrupalılar tarafından reddedilmesine büyük bir kızgınlık duyan ve aynı zamanda yeni ticari kişiliğine oldukça güvenen Türkiye'nin, kendi yolunu çizdiği ve birçoklarını yıkmaya çalıştığı, eski sınırların ötesine ulaşmış olduğudur.
Kısa bir süre önce bir mülakatta, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye'nin yeni yönü konusunda oldukça bilgilendiriciydi. Cumhurbaşkanı Gül, bir noktada, "Kafkaslar'da çok sayıda dondurulmuş ihtilaflar var" demişti. "Ermenistan ve Azerbaycan, Gürcistan ve Rusya ile Türkiye ve Ermenistan arasındaki dondurulmuş anlaşmazlıklar. Bu anlaşmazlıklar çözülmelidir ve diyalog yoluyla çözülmelidir, çünkü belli bir zaman diliminde baktığınızda donmuş görünen bu anlaşmazlıklar, aniden eriyebilme eğilimi taşımaktadır."
Takdire şayan bir şekilde, yeni Cumhurbaşkanı daha şimdiden, 1915 yılında Türk yönetimi tarafından Ermenilerin katledilmesinin, sözlü ya da farklı bir yöntemle tazmin edilmesinde kendisini haklı gören Ermenistan ile temas kurmuştur. Cumhurbaşkanı Gül, "Tarihte bu ülkeyi ziyaret eden ilk Cumhurbaşkanı oldum" diyor. "Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Ermenistan'da göreve seçildiğinde gönderdiğim tebrik mektubunda, ona açık bir şekilde, artık sorunlarımızı çözebileceğimiz ve ileriye gidebileceğimiz bir dönemi görmek istediğimi ifade ettim."
"Ermenistan Cumhurbaşkanı, aynı grupta eşleşen futbol takımlarımızın bir maçını fırsat olarak değerlendirdi ve bunu yaparken de çok cesurca davrandı, beni maçı izlemeye davet etti, ben de kabul ettim, yine cesaret göstererek, bu maçı Ermenistan Cumhurbaşkanı ile izlemek üzere Erivan'a gittim. Vurgulamak gerekir ki, bu daveti, benim Erivan'a gitmeme muhalif birçok ses olmasına rağmen kabul ettim."
Cumhurbaşkanı daha sonra Türkiye'nin komşularına yönelik yeni politikalarını da dile getirdi: "İster Afganistan, ister Kosova, isterse Bosna'da olsun, Türkiye çözüm bulunmasına yardımcı olmaya hazırdır."
Türkiye yine bağımsız Gürcistan ile büyük eski hamisi Rusya arasında geçtiğimiz ağustos ayında çıkan küçük ancak nahoş savaş sırasında da aynı ölçüde etkiliydi. Washington'daki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezinin tanınmış uzmanlarından Bülent Alirıza, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hızlı bir şekilde, savaşan iki tarafın yanı sıra Türkiye ve Ermenistan'ı da içerecek Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Paktı önerisinde bulunmasını vurgulayarak, olanların harika bir değerlendirmesini yapıyor. Hatta Başbakan barış önerisine destek sağlamak için Moskova'ya dahi gitmişti.
Henüz önemli bir değişiklik yaşanmamasına karşın, Dr. Alirıza yorumunda şunları söylüyor: "Türk Hükümetinin Kafkas krizine bu öneriyi getirme konusundaki istekliliğini, komşularıyla 'sıfır sorun' çabalarını da kapsayan daha kapsamlı politikalarının yanı sıra, Türkiye'yi çevreleyen bölgedeki sorunların çözümünde arabulucu ya da kolaylaştırıcı rolü oynama kararlılığını gösterdiği şeklinde de yorumlamak gerekir."
Aslında benzeri çabaları tüm cephelerde görüyoruz. Kısa bir süre önce Ankara'da bulunduğum günlerde, Türk diplomatları Iraklı yetkililerin yanı sıra, oldukça sorunlu bir geçmiş yaşadıkları Iraklı Kürt yetkililerle görüşmek üzere Bağdat'ta idiler. Türkler İsrail ve Suriye, İsrail ve Filistinliler arasında gelecek vaat eden görüşmelere de sessizce başlamışlardı. Çok sayıda farklı örnek söz konusu.
Türkiye'nin her zaman bu yolda olmadığını hatırlamak önemlidir. Eski Türkiye arabuluculuk rolüyle değil, askeri gücüyle biliniyordu, Kore Savaşı'nda cansiperane savaşan Türklerle ilgili anlatılanları bir hatırlayın. Ancak, öyle görünüyor ki kademeli ancak samimi bir şekilde gelişen ve hızla olgunlaşan bir devlet görüyoruz. Türkiye'yi takip eden yabancı diplomatlar, mütemadiyen "bu yeni değişimi şaşkınlıkla izlediklerini" ifade ediyorlar.
Avrupa'daki en genç nüfusa sahip olan bu yeni Türkiye'de 62 milyon cep telefonu var, 18 binden fazla yabancı şirketle ticaret yapılıyor, 100'den fazla yerel iş konseyi bulunuyor, Avrupa'nın altıncı büyük ekonomisi ve dünyanın en popüler sekiz turizm merkezinden birisi. Türk inşaat şirketleri Rusya'da egemen durumdalar ve Türk tüccarları Orta Asya genelinde faaliyet gösteriyor.
Bir ipucu: Türkiye'nin, işadamları ve siyasilerinin dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi olma rüyasını gerçekleştirebilmesi için komşularıyla yakın ilişkilerinin olması gerekiyor. Uzun süredir arzu edilen AB üyeliğine ilişkin olarak, Kürtler ve diğerleriyle devam eden etnik sorunları ve sahip olduğu devasa, göçe açık nüfusuyla, Türkiye'nin, şimdilik kaydıyla, yakın bir zamanda "Avrupa'ya" alınması imkânsız görünüyor.
500 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun 1922 yılında resmen çökerek yerine büyük lider Atatürk tarafından laik devletin kurulmasının 100. yılı yaklaşıyor. Aynı şekilde önemli olan başka bir gelişme de ülkelere nefes alacakları bir alan sağlayan bir gerçek olan, Avrupa'nın acılı ve asırlarca süren sömürgecilik maceralarının kötü sonuçlarının nihayet sona erdiğini görüyor olmamızdır.
Türkiye ve komşularıyla ilgili tüm bu gelişmeler, yeni Amerikan yönetiminin en olumlu bir şekilde yararlanmasına açıktır. Türkler mütemadiyen, bu tarihi iyileştirme çabalarının mümkün olan en kısa süre içinde Amerika'nın görüşmelere dahil olması ve kendilerine destek vermesi sağlanmadan devam edemeyeceğini yineliyorlar.
Tüm bu olaylar sanki, yaşanan bu sorunlu dönemde, birilerinin gelecek ABD Başkanı için Orta Doğu ve Orta Asya'da yaratıcı, insani ve üzerinde çalışılabilir bir yol haritası hazırladığını gösteriyor. Bu fırsatı kullanmamak büyük trajedi olur.

AP: "AB: TÜRKİYE MEDYA VE KADIN HAKLARI ALANINDA REFORM YAPMALI"

BRÜKSEL, 04/11(AP)(BYE)--- Robert Wielaard bildiriyor:

Yayımlayacağı yeni bir raporunda Avrupa Komisyonu, AB'ye girmeyi umut ediyorsa Türkiye'nin, kadın haklarını ve basın özgürlüklerini iyileştirmesi gerektiğini bildirecek.
AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Avrupa Parlamentosundaki AB-Türkiye konulu konferansta yaptığı konuşmada, Birliğin, yeni raporda, "acilen ele alınması gereken konuların" değerlendirildiğini söyledi.
Türkiye'nin AB'ye katılması için yapması gereken reformlar konusundaki ilerlemesine ilişkin yıllık rapor yarın yayımlanacak.
Rehn konuşmasında, "Örneğin, basını hedef alan olumsuz hava veya web sitelerinin yasaklanması ciddi endişe kaynağı. Kadın haklarının ve cinsiyet eşitliğinin korunması yönünde çabalara ihtiyaç var" dedi.
Bu yıllık rapor, AB'de Türkiye'nin üyeliğine destek verenlerle karşı çıkanların merakla beklediği bir belge.
Türkiye Dışişleri Bakanlığından bir yetkili, hükümetin söz konusu raporu görmesinden önce yorum yapmaktan kaçındı.
Rehn 2008 Türkiye raporunun tamamıyla olumsuz olmadığını söyledi.
Raporda, Türkiye'den, ekonomik reformlar konusunda iyi gelişme kaydettiğinden ve AB ile ticari ilişkilerini sağlamlaştırdığından övgüyle bahsediyor. AB verilerine göre AB ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi üç katına çıkarak 120 milyar dolara ulaştı ve hâlâ artmaya da devam ediyor.
AB şimdiye dek Türkiye'nin en önemli ticari ortağı ve Türkiye AB'nin yedinci büyük ticari ortağı. AB'nin Türkiye'deki doğrudan yabancı yatırımı, 2003'teki 450 milyon avrodan, 2007'de yaklaşık dokuz milyar avroya yükseldi. Ancak Türkiye oldukça zor bir yıl yaşadı.
Temmuz ayında Türk Hükümeti ile laik muhalifler arasındaki yaşanan gerilim, Anayasa Mahkemesinin, Adalet ve Kalkınma Partisini kapatmama kararı almasıyla hafifledi. Parti, ülkeyi İslami bir yönetime doğru sürüklemekle suçlanıyordu.
Rehn, Türkiye'nin büyük bir siyasi krizi önlemeye çalışırken, ekonomik ve siyasi reformlarda ilerlemeye harcaması gereken zamanı boşa harcadığını söyledi.
Türkiye'nin katılım müzakereleri 35 müzakere başlığını kapsıyor. Bu başlıklar; insanların, malların ve sermayenin serbest dolaşımından tutun da, tarım, adalet, gıda güvenliği, vergi ve ekonomiye kadar AB standartlarına tam uyumu öngören çeşitli konuları kapsıyor.
2005'te başlayan üyelik müzakerelerinde bugüne kadar bu başlıklardan sadece sekizi açıldı ve AB, Türkiye'yi diğer başlıklarda çok yavaş olmakla suçluyor.

AP: "AB, TÜRKİYE'YE ÜYELİK İÇİN REFORMLARI HIZLANDIRMASINI SÖYLEDİ"

BRÜKSEL, 05/11(AP)(BYE)--- Raf Casert bildiriyor:

AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn bugün yaptığı bir açıklamayla, Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinin yavaş seyri için kimseyi suçlamaması gerektiğini belirterek ülkeyi reformları hızlandırmaya çağırdı.
Türkiye'nin AB'ye üyelik girişimine dair yıllık İlerleme Raporu'nu sunan Olli Rehn, "AB üyeliğine giden yol mazeretlerden değil, Türkiye'nin ülke içerisinde gerçekleştireceği somut reformlardan geçiyor. Türkiye'yi temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğünde ilerleme sağlayacak reform girişimlerine yeniden hız vermeye çağırıyorum" dedi.
Bugün yayımlanan İlerleme Raporu'nda, AB'nin Türkiye'deki demokratik standartlara dair gelişmeleri yetersiz bulduğu ve yeterli ilerleme sağlanamayan konular arasında ordunun siyasi liderler üzerindeki etkisi, yolsuzlukla mücadele girişimleri, insan hakları, kadın-erkek eşitliği ve azınlıklara saygının bulunduğu bildirildi.
2008 raporu Türkiye'yi ekonomi alanında gösterdiği gelişmelerden ve ticaret ilişkilerini ilerletmesinden ötürü ise övüyor.
Ancak Türkiye'nin üyelik girişimiyle ilgili endişeleri gittikçe artıyor. Ülke katılım müzakerelerinin tam olarak ne zaman sona ereceğini bilmek istiyor.
Rehn ise bugünkü açıklamalarında gecikmelerden ötürü Türk siyasetçilerini suçladı ve şöyle konuştu: "İlerlemenin yolu siyasetçilerin sürekli kesin bir tarih istediklerini belirtmelerinden geçmiyor. Asıl ilerleme oturup hükümet içerisinde reformlar konusunda bir anlaşmaya varmaktan ve yönetimi bu reformları ciddi bir şekilde uygulamaya sevk etmekten geçmektedir" dedi.
Türkiye'de bu yıl yaşanan ve muhalefet partilerinin iktidar partisi AKP'yi laikliğe karşı tehdit oluşturduğu gerekçesiyle kapatmaya çalışmalarına yol açan anayasal krize de değinen Rehn, "Bütün bunlar için çok fazla enerji harcanmış ve bu durum ilerleme sağlanması için gereken reformların duraklamasına neden olmuştur" dedi.
Ancak AB raporunda Türkiye'nin üyelik girişimini destekleyici bir şekilde, "Avrupa, Orta Doğu ve Kafkaslar arasında bir köprü oluşturan konumu ülkeye AB'nin enerji güvenliği açısından hayati bir önem yüklemektedir" ifadelerine de yer verildi.

 

AZERBAYCAN BASINI

ÜÇ NOKTA: "HİKMET ÇETİN: TÜRKİYE'NİN AB'YE ENTEGRASYONU, TARİHÎ BİR OLAY"

BAKÜ, 01/11(BYE)--- Tirajı günde 2.500 olan tarafsız Üç Nokta gazetesinin 1 Kasım 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Eski TBMM Başkanı ve eski Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Trend Ajansına yaptığı açıklamada, "Azerbaycan, bizim için stratejik ve dost bir ülke. Ülkelerimiz arasında yüzyıllar içinde oluşan derin tarihî bir ilişki var." dedi.
Azerbaycan ile Türkiye'nin uluslararası jeo-ekonomik projeler gerçekleştirdiğini bildiren Çetin, "BTC petrol boru hattı, BTE doğal gaz boru hattı ve BTK demir yolu Hattı projeleri, bölgenin yeni gelişme konularını ifade ediyor." dedi.
Türkiye'nin AB üyeliği perspektifleriyle ilgili bir soruyu yanıtlayan Çetin, Mustafa Kemal Atatürk'ün başlıca amacının, Türkiye'nin, toplumunun Türk millî değerlerine dayanarak, laik, kültürel ve sanayileşmiş bir devlet hâline gelmesi olduğunu vurguladı. Hikmet Çetin'e göre, bunu her lider amaç edinebilir, ancak,Atatürk'ün planı o kadar derin, o kadar kararlı ve sistemliydi ki, hâlihazırda Türkiye'nin deneyimi eşsiz: "Türkiye'nin Avrupa'ya entegrasyonu da Atatürk'ün amacıydı. 85 yılda bizim çok iniş çıkışlarımız oldu. Ancak, bence, Türk toplumu, bu amaçlara doğru kararlı bir şekilde ve taviz vermeden ilerlediğini kanıtladı."
45 yıl önce Türkiye'nin, AB ile iş birliği kurduğunu belirten Çetin, şunları söyledi: "1963 yılında imzalanan anlaşma, Türkiye'nin, bir Avrupa ülkesi olduğunu ve üyelik perspektifinin bulunduğunu hukuki açıdan onayladı. Bu iş birliği, AB yolunda düzenli ilerleyişi, örneğin, Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girişini sağladı. Bütün bunlar, belirli bir süre sonra tam üyeliğimizin gerçekleşmesine dönük adımlardı. Bu nedenle Türkiye'nin, Avrupa veya Asya ülkesi olmasıyla ilgili tartışmalara gerek yok. Bende oluşan izlenim şu: Bazı ülkeler, Türkiye'nin üyelik prosedürünün sona erdirilmesi konusunda çaba gösteriyor. Ancak büyük bir çoğunluk, böylesine önemli bir konunun gecikmesine izin vermeyecek. AB, önümüzdeki 10 yıl içinde güvenlik ve ekonomi konularında Türkiye'ye daha çok ihtiyaç duyacak. Türkiye'nin, AB'ye entegrasyonu tarihî bir olay. Bu perspektif için çok sayıda gerekçe var. Türkiye'nin Avrupa ile dinî ve bazı kültürel görüş ayrılıkları olduğu gibi, birçok kültürel konuda ve manevî açıdan birliği de söz konusu. Jeopolitik önemi ve güvenlik konularında, aynı zamanda diplomatik dünyadaki ağırlığı, Türkiye'nin üyeliğinin, AB'de kaliteli bir büyüme sağlayacağını gösterdi."
Not: Aynı haber Halk Cephesi gazetesinde de yer almıştır.

 

ÖZBEKİSTAN BASINI

TAFAKKUR: "ÇÖZÜMÜ BULUNAMAYAN SORUN"

TAŞKENT, 03/11(BYE)--- Üç ayda bir Özbekçe yayımlanan Tafakkur dergisinin Temmuz-Eylül 2008 sayısında, Doğu Bilimleri Enstitüsü Araştırma Görevlisi Rahmatcan İsmailov imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Bugün, Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında yıllardır devam eden entegrasyon süreci, dünya toplumlarının dikkatini çeken konulardan biridir. Türkiye'nin 1959 yılında o günkü adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) üyelik başvurusunun ardından, tam üyelikle ilgili olarak Ankara Anlaşması'nın imzalandığı 1963'te AET'nin sadece altı üyesi bulunuyordu. Bugün üye sayısı 27'ye ulaştı. Ancak Türkiye ile müzakereler halen devam ediyor. Türk ekonomisinin zayıf olması, GSYİH oranının düşük olması, yolsuzluk oranının da yüksek olması, aşırı askeri harcamalar ve insan hakları gibi konular iki taraf arasındaki ilişkilerde başlıca sorunları oluşturmaktadır. Avrupa standartlarına göre, Türk ekonomisi çok gelişmiş sayılmaz. Türk ekonomisinin desteklenmesi AB kaynaklarının israf olmasına yol açar. Ayrıca Türk ekonomisinin beraberinde getirdiği işsizlik sorunu, AB ekonomisini olumsuz yönde etkilemekle birlikte Avrupa'da ciddi sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Türkiye'de halen ulusal devlet modelinin benimsenmesi de bir sorun niteliği taşıyor. Avrupa entegrasyonu, kavram itibariyle ulusal devlet hegemonyasının supranasyonel idari yapıya geçmesi anlamını taşımaktadır.
Ama Türkiye, AB'nin genişleme sürecinde yer alan uyması gereken kriterleri ulusal birliği bozan talepler olarak kabul etmektedir.
AB, Türkiye ile 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesini öneriyor. Buna göre, Türkiye'deki Ermeni, Rum, Yahudi hatta Kürtlerin de azınlık haklarından yararlanması gerekir. Halbuki Kemalizm, orta çağlardan kalan hanedan, mezhep, din veya buna benzer gruplara dayanan devlet sistemi yerine sivil topluma dayalı devlet kurmuştur. Türkiye'de "Türk" sözcüğü, bir etnik unsur, ırk, mezhep veya din adını değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan tüm insanları ifade eder.
Siyaset bilimcisi D. Tansız'a göre, Lozan Antlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesi, ulusal devleti yani Cumhuriyeti yok etmek anlamına geliyor.
Ayrıca AB, Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımasını istiyor. Türk siyaset uzmanı C. Doğaner, AB'nin bu isteğinin yerine getirilmesinin, bugüne kadar sadece Türkiye tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki haklarından tamamen vaçgeçilmesi anlamına geldiğini ileri sürüyor. Kıbrıs'ın stratejik bakımdan Türkiye için hayati önem taşıması nedeniyle hükümet bu öneriyi kabul edemeyecektir. Kıbrıs konusunda kalıcı bir çözüm bulunmadığı sürece Türkiye'nin AB'ye üye olma ihtimali çok azdır.
Türkiye'nin AB yolunu kapatan en büyük engel, veto hakkına sahip Kıbrıs Cumhuriyeti'dir. Bu yüzden Kıbrıs konusunda adil bir çözüm bulunması ve birleşmiş Kıbrıs'ın vetosunun kaldırılması, Türkiye için büyük önem taşımaktadır. Yunanistan ve Ege Denizi ile ilgili anlaşmazlıklar da Kıbrıs sorunu gibi Türkiye'nin önünde bulunan ciddi engeller arasındadır.
Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olan Avrupalı siyasetçilere göre, Türkiye Avrupa'nın idari yapısı içerisinde çok güçlü konuma sahip olacaktır. Halbuki, Türkiye, devletçilik tarihi, etnik yapısı, kültürel değerleri ve bakış açısıyla Avrupa'dan farklılık taşıyor. Bu yüzden Türkiye'nin Avrupa değerleriyle uyum sağlaması asla mümkün değildir. Türkiye'nin AB üyesi olması durumunda Suriye, Irak ve İran gibi Orta Doğu ülkeleri, bunun dışında birçok siyasi sorunla karşılaşan Kafkas ülkeleri AB'nin komşuları olacaktır. Ayrıca, Türkiye'nin doğu sınırlarının dağlarla çevrilmiş olması sınırların kontrol edilmesini zorlaştırmaktadır. Bu durum yasa dışı göç, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı ve örgütlü suçların artmasına neden olacaktır. Bu kuşkusuz AB'nin dış politikasına, güvenlik ve savunma yapısına büyük zarar getirecektir. Bu nedenle AB, Türkiye'den, komşularla ilişkilerin geliştirilmesi ve sınır sorunlarının barışçıl yollarla çözülmesine hazır olmasını istemektedir.
Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki müzakerelerin nasıl sonuçlanacağı şimdilik bilinmiyor. AB, Türkiye'yi üye olarak kabul etmemesi durumunda da Türkiye'yi kendine sıkı sıkıya bağlı tutmaya, Avrasya'daki diğer siyasi ve ekonomik girişimlere katılmasını engellemeye, coğrafi konumundan yararlanarak enerji kaynaklarına yakınlaşmaya ve kendi güvenliği için askeri gücünü kullanmaya çalışacaktır.
Yukarıda belirtilen sorunların kısa sürede çözüme kavuşturulması zor. Bu ise 1963 yılında AET ile Ankara arasında Türkiye'nin tam üyeliği konusunda imzalanan Ankara Anlaşması'nın ardından başlayan müzakere süreçlerinin daha uzun süreceği anlamına gelmektedir.

 

İRAN BASINI

İSNA: "AB, TÜRKİYE'DE REFORM SÜRECİNİN HIZLANMASINI İSTEDİ"

ANKARA, 25/10(BYE)--- İran öğrenciler haber ajansının (İSNA) 24 Ekim 2008 tarihli internet sayfasında yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

AB yetkilileri, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda ilerleme kaydetmesi için gözle görülür bir şekilde reformlar doğrultusunda faaliyetlerini arttırması gerektiğini belirttiler.
Reuters ajansının haberine göre, Avrupa Komisyonunun resmi bir yetkilisi, AB üyeliğini isteyen ülkelerin reform süreçleriyle ilgili raporunda şunlara yer verdi: "Türkiye'den ciddi şekilde AB üyeliği için reform sürecini hızlandırmasını istiyoruz."
AB üyeliğini isteyen ülkelerin diğer üyelerle uyumu sağlamak ve kriterlere uymak amacıyla geniş çaplı siyasi, ekonomi ve sosyal reformlar yapmaları gerekiyor. Söz konusu raporun 5 Kasım'a kadar yayınlanmayacağı belirtildi.
Söz konusu AB yetkilisi, "Geçen yıldan itibaren Türkiye'de reform sürecinde ilerlemeler oldu ancak Türk yetkililer, ülkedeki reform sürecini hızlandırmalı" dedi.
Haberde aynı zamanda AB yetkililerinin Türkiye'ye, 5 Kasım'da, Ermenistan ile ilişkilerini iyileştirmesi ve bir dizi ekonomik reformlar yapmasını iletecekleri de vurgulandı.
AB, Türkiye ve Kıbrıs arasında barış müzakerelerinin yeniden başlamasını sıcak karşılıyor.

İRNA: "AB, TÜRKİYE'DEKİ REFORM SÜRECİNİN YAVAŞLIĞINI ELEŞTİRDİ"

ANKARA, 05/11(BYE)--- İran Haber Ajansı'nın (İRNA) 5 Kasım 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonu, Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecindeki bir yıllık karnesine yönelik yaptığı incelemesinde ülkedeki reform sürecinin yavaşlığını eleştirdi.
Bugün yayımlanan Avrupa Komisyonu'nun raporunda Ankara Hükümeti, AB ile entegrasyonda yetersiz çalışma yapmakla ve Türk ordusu siyasi işlere müdahale etmekle suçlandı. Raporda Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kamu kurumlarının AB ile daha çok uyum içinde bulunması yönündeki çalışmaları övülerek şu ifadelere yer verildi: "Türk Hükümeti, güçlü siyasi desteğe sahip olmasına rağmen siyasi reformu sürdürmek için tam ve kapsamlı bir program ortaya koymadı."
Avrupa Komisyonu'nun yıllık raporunda şöyle denildi: "Türk ordusu, kendi görevinin dışında Kıbrıs'taki gelişmeler, laiklik, (Kürt yerleşim bölgesi) doğu ve güneydoğu bölgelerindeki gelişmeler ve siyasi partilerle ilgili konulara müdahale etmektedir."
Bu raporda ayrıca şu ifadeler vurgulanmaktadır: "Siyasi partiler arasında anlayışın olmaması, kamu kurumları ve siyasi çevreler arasında müzakere ortamının olmaması reform sürecinin hızını kesmektedir ve Türk Hükümetinin gerekli reformları gerçekleştirmek için demokrasi ve insan haklarını güçlendirme çalışmalarını artırması gerekmektedir."

 

LÜBNAN BASINI

THE DAILY STAR: "TÜRKİYE İLE AVRUPA BİRLİĞİ: YAVAŞ AMA EMİN"

ANKARA, 27/10(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan The Daily Star gazetesinin 24 Ekim 2008 tarihli sayısında, TÜSİAD Washington temsilciliğinden Liam Hardy imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin özet çevirisi şöyledir:

Türkiye'ye 1999'da AB üyeliği için resmi adaylık statüsü verildiğinde, ne AB ne de Türkiye geçişin kolay veya hızlı olacağını düşündü. Ve olmadı da. 35 bölümün sadece altısı açıldı ve sadece biri -bilim ve teknoloji- tamamlandı.
Türkiye'nin katılımı önündeki engeller ve Türkiye'nin adaylığına AB içindeki muhalefet yavaş yavaş da olsa ortadan kalkıyor.
TÜSİAD'ın (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) son raporu, Türkiye'de "daha derin bir demokrasi, daha istikrarlı bir toplumsal yapı ve daha güçlü bir ekonominin" teşvik edilmesi yönünde kaydedilen ilerlemenin kapsamlı bir analizini sunuyor. Rapor, yapılması arzu edilen reformları belirtmesinin yanı sıra katılım hedefine doğru ilerlemenin devam etmesi için de bir yol haritası sunuyor.
Son dönemde Türkiye'nin sosyal güvenlik reformu övgü topluyor. Ülke sağlık ve emeklilik, eğitim, hukuki hizmetler, ulaşım, ticaret ve vergi alanlarında etkili bir e-devlet sistemi oluşturulmasında önemli adımlar attı. Sağlık, kültürel miras yönetimi ve seçim prosedürleriyle ilgili de iyileşmeler var.
Avrupa için endişe kaynağı olan insan hakları meselelerinde de iyileşme gözlemleniyor, ancak raporda, zaman zaman "uygulamanın yasalara uymadığı" ve "adli ve idari örgütlenmede henüz içselleştirilmediği" kaydediliyor.
Türkiye'nin AB sürecinin ilerlemesine engel olan; Türkiye'nin yavaş ilerleyen reformlarının yanı sıra Türkiye-Avrupa arasındaki ilişkilerin zayıflaması.
Avrupa-Türkiye arasındaki ilişkilerin zayıflamasının sebebi ise Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in Türkiye'nin AB üyeliğine muhalif söylemleri. Her iki lider de Türkiye için "imtiyazlı ortaklık" statüsünü savunuyor.
Ayrıca Sarkozy'nin Akdeniz İçin Birlik önerisi de çoğu Türk tarafından AB'nin alternatifi olarak yorumlandı. Türkiye ancak AB'den bunun tam AB üyeliğinin yerine geçmeyeceğine dair güvence aldıktan sonra bu organizasyona katıldı.
Fransa'da AB adayı ülkeler konusunda ulusal bir referandum yapılması önerisinde bulunulması da Türkleri kızdırdı. Böyle bir girişim Türkiye'nin katılımını engelleyebilirdi. Neyse ki bu girişim sonuçsuz kaldı.
Avrupa'nın bu olumsuz söylemi karşısında Türkler Avrupalı liderlerin samimiyetinden kuşku duymaya başladılar ve katılım süreci konusunda hevesleri kaçtı.
Eğer AB katılım sürecini uzatır, "genişleme yorgunluğu" veya hâlâ Doğu Avrupa ülkelerinin katılımının etkileriyle uğraşıldığından Türkiye'nin absorbe edilemeyeceği gibi fazladan bahaneler öne sürmeye devam ederse, kamuoyu sonunda bu sürece yönelik ilgisini kaybedebilir. Bu nedenle eğer AB Türkiye'nin katılımı konusunda gerçekten ciddiyse, destek ve teşvik seslerinin daha yüksek ve net bir şekilde duyulduğundan emin olmalı.

 

RUSYA BASINI

İZVESTİA: "DUMA MİLLETVEKİLİ SERGEY MARKOV: TÜRKİYE, SADECE BİR TATİL BELDESİ VE ALIŞ-VERİŞ ÜLKESİ DEĞİL. TÜRK HALKI,
AMERİKAN ALEYHTARI EĞİLİMLERİ BAKIMINDAN DÜNYADA LİDER"

MOSKOVA, 28/10(BYE)--- Tirajı günde 197 bin olan liberal eğilimli İzvestia gazetesinin 28 Ekim 2008 tarihli sayısında, Duma Milletvekili ve Siyasi Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Sergey Markov imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

15 yıl önce sıradan Rus vatandaşları, yurt dışında kendileri için başlıca tatil beldesi olarak Türkiye'yi keşfettiler. Aradan geçen dönem içinde bu ülkeyi rekor sayılacak sayıda Rus turist ziyaret etti. Oysa daha önce bu ülkeyi Rus "bavulcular" keşfederek, ülkemize bol miktarda Türk malı getiriyorlardı. Bugün ise Türkiye'yi, ülkemizin yeni siyasi ve ekonomik müttefikimiz olarak artık keşfetme zamanı gelmiştir.
Biz, Türkiye'ye, ABD ve NATO'nun ileri karakolu gözüyle bakmaya alıştık. Bu ülke, "soğuk savaşın" sürdüğü dönemde gerçekten de öyleydi. Tarih açısından biz, bu devlete Rus-Türk savaşları gözlüğüyle bakıyoruz. Oysa dünyamız hızla değişiyor. Türkiye, artık bambaşka bir ülke ve yakın gelecekte orada daha da büyük değişiklikler olacaktır. Avrupa Biriliği'ne üyelik ve ABD ile stratejik ortaklık gibi Türkiye'nin dış siyasi öncelikleri giderek ortadan kalktığından, bu ülke dünyada kendisi için yeni bir yer aramak zorunda kalacaktır.
Ankara, AB'ye tam üye olması durumunda, ülke içinde Avrupa'dakine benzer ekonomik ve siyasi kurumlarını güçlendirebilir, AB'den sübvansiyonlar alabilir, Türk toplumunun laik rejimini sağlamlaştırabilir ve ekonomik gelişmeyi hızlandırabilir. Ne var ki, 30 yıl süren sabırlı bekleyişten sonra bu stratejik hedefin erişilemez olduğu artık anlaşılmıştır. Fransa ve Hollanda'da düzenlenen referandumlar ve AB toplumlarında göçmenlere karşı tavrın değişmesi, Türkiye'nin birleşik Avrupa'ya katılmasını engelliyor. Örneğin: Fransa'nın yeni Anayasası'nda, AB'ye herhangi yeni bir devletin kabul edilmesi için Fransa hükûmetinin bu konuda düzenlenecek referandumun sonucuna göre karar verilebileceği belirtiliyor. Müslüman ülkelerden gelen yoksul ve yasalara pek de uymayan göçmenlerin, ülkeye akınından yorulmuş şehirlerinin Arap nüfuslu banliyölerinin yandığını ve Cezayirli Müslüman teröristlerin düzenlediği bombalı saldırıları hatırlayan Fransızların, 70 milyonu aşan nüfusuyla Türkiye'nin AB'ye katılmasına razı olacağına inanmak imkânsız gibi. Şimdiyse, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilere geçelim: yıllarca Washington, Ankara'nın başlıca stratejik ortağı olarak bilindi. Fakat, son yıllarda okyanus ötesindeki ortak Türkiye için yalnızca sorunlar yaratmaya başladı. Örneğin: ABD, Irak'ta bağımsız Kürt devletini fiilen tanıyarak, Türkiye Kürdistan'ındaki stratejik istikrara son derece ağır bir darbe indirmiştir. Bu nedenle Türk ordusu Irak topraklarında Kürtlere karşı askerî operasyonlar düzenlemek zorunda kalmıştır. Amerikalılar, Kafkasya'daki durumu ta Güney Osetya'daki savaşa kadar "kızdırmakla", Türkiye'nin kuzeydoğusundaki durumun istikrarı için açık bir tehdit yarattılar. ABD'nin İran ile savaş planına gelince, bu savaş bütün bölgede istikrarın büsbütün bozulmasına yol açabilir. Üstelik ABD, İslam aleyhtarı bir güç olduğunu ortaya koydu ve bu husus, Müslüman bir ülke olan Türkiye'yi hiç de sevindirmedi. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Türk halkı, Amerika aleyhtarı eğilimler bakımından dünya lideridir. Türk vatandaşları arasında çağdaş Batı toplumunun ahlaksızlığını ve dinî aşırılıcılığı eleştirenlerin sayısı hızla artmaya başladı.
Bununla birlikte Türkiye İslamlaşma yoluna giremez, zira bu tür bir gelişme ülkenin içten patlamasına neden olacaktır. Ayrıca, ülkenin büyük şehirlerinin tamamında yaşayan nüfus Avrupalılaşmış ve laik orta sınıftan oluşuyor. 1990'lı yıllarda Türkiye, Türkçe konuşan ülkeler ittifakını kurma girişiminde bulundu, fakat proje pahalı ve karmaşık olduğu için istenen sonuç alınamadı. Böylece, Türkiye'nin dış politikasının belirsizliğini koruduğunu ve rüzgâr eserken yere düşmekte olan bir yaprağın savrulmasını andırdığını söyleyebiliriz.
Türkiye'nin artık nereye yönelmesi gerekiyor? Bu sorun Türk eliti için giderek daha güncel bir karakter kazanmaya başladı. Belli ki Türkiye, ABD ve AB'den daha bağımsız olmak ve kendine yeni müttefikler aramak zorunda kalacaktır. Hatta Rusya, bu ülkeye ikili stratejik, ekonomik ve siyasi ortaklık kurulması önerisinde bulunmalıdır.
Türkiye, siyasi açıdan yeterince değerlendirilmemiş bir ülkedir. Neredeyse elli yıldır ABD, NATO ve AB'nin gölgesinde yaşıyor. Türkiye, bir yandan jeopolitik bir dev, diğer yandan da siyasi bir cücedir. Jeopolitik bakımdan bu ülke, Avrupa ile Asya arasında bir köprü ve Kuzey ile Güney arasında bir kavşaktır. Yalnızca Hristiyan ve Müslüman dünyaları değil, bir yandan geleneksel dinler, öte yandan da çağdaş dinî bilinç ve yaşantı şekilleri bu ülkede iç içedir. Yani Türkiye bir dinî kültürler ve mozaikler ülkesidir. Türkiye, ayrıca, Avrasya, Orta Doğu ve Avrupa arasında bulunduğu için enerji kaynaklarının taşınması için kilit bir transit ülke konumundadır.
Eminim ki siyasi süreçlerin hızlı gelişimi sayesinde bütün ülkeler, küresel sorunların çözümünde Türkiye'nin önemini takdir edecektir. Rusya'nın da kendine geleneksel olmayan, yeni müttefikler araması gerekiyor. Çünkü Batı ile ittifak kurmak ve eski SSCB coğrafyasının bölünmesine yönelik önceki 17 yıllık dış siyasi rota, artık ciddi engellerle karşılaşıyor. Moskova; Rusya, Beyaz Rusya ve Kazakistan'dan oluşan Tek Ekonomik Alana (TEA) Ukrayna yerine Türkiye'ye katılma önerisinde bulunabilir. Sırası gelmişken şunu da kaydedelim: Türkiye'nin TEA'ya katılması, ardından bu örgüte Azerbaycan'ın katılması demektir ve daha sonra nasıl olsa Ukrayna da katılmak için koşarak gelecektir. Rusya ve Türkiye'nin ekonomik yapıları birbiriyle rekabet içinde değil; aksine birbirini tamamlayan yapıdadır. Türkiye'de bulunmayan arasında Enerji kaynakları, diğer bazı doğal kaynaklar, gelişmiş bilimsel eğitim kurumları (nükleer, havacılık-uzay sanayi, savunma endüstrisi gibi) yüksek teknoloji kolları, gelişmiş eğitim sistemi ve büyük şirketler Rusya'da mevcut. Rus ekonomisinin muhtaç olduğu şeylerse Türkiye'de var: Transit topraklar, genç iş gücü, inşaat, ticaret, hafif sanayi ve turizm alanlarında faaliyet gösteren KOBİ'ler. Rus ve Türk sermayeleri için kendi ülkelerindeki ekonomik alanlar artık dar geldiği için bunların büyük pazarlara ihtiyacı var. AB pazarı ise kendi içinde giderek daha kapalı bir hâle geliyor.
Türkiye'nin NATO üyeliği, bu konuda aşılmaz bir engel oluşturmayacak, çünkü giderek çöken NATO, Türkiye'nin önündeki en önemli sorunları çözmeye yardımcı olamaz. Türkiye'nin TEA'ye katılması, onun, AB ve ABD ile görüşmelerdeki konumunu önemli derecede güçlendirecektir, devletin laiklik temellerini sağlamlaştıracak ve Türk ekonomisi için parlak bir gelecek yaratacaktır.
Bence, şimdilik Türk eliti atalet etkisi altında bulunduğundan henüz buna hazır görünmüyor. Fakat eski rotanın iflasından sonra ülkede, bir yandan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Batı yanlısı diye nitelendirilebilen İslamcılar, diğer taraftan da Batı karşıtı laik askerî çevreler olmak üzere iki grup arasında süren mücadele yüzünden ülkede ciddi kriz yaşanıyor. Ülkesinde Türkiye'nin Putin'i diye adlandırılan Batı yanlısı Erdoğan, Ağustos 2008'de Gürcistan ve ABD'yi değil, Rusya'yı desteklemekle herkesi hayrete düşürdü. O zaman Erdoğan hemen Moskova'ya geldi. Hatta Türkiye eski Montrö Sözleşmesi'ne atıfta bulunarak, ABD'nin istediği sayıda savaş gemisinin İstanbul Boğazı'ndan Karadeniz'e geçmesine izin vermedi. Başbakanın karşıtları olan askerî çevreler de, giderek ABD'ye sırtını çevirmeye ve Moskova'ya bakmaya başladılar. Rusya, yeni dost arayışı içinde bulunan yeni Türkiye'ye TEA ve stratejik ortaklık gibi gerçek bir alternatif teklif etmelidir. Örneğin: böyle ortaklık, Türkiye'nin ortaya attığı "Güney Kafkasya Barış Platformu" ile bağlı olabilir. Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Rusya, Türkiye ve İran bu platformun üyeleri olabilir. Aynı zamanda bu inisiyatif, Kafkasya'daki durumu istikrarsızlaştıran ABD gibi dış güçleri dışlayabilir.
Biz, Türkiye'nin Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyoruz. O gün, yani 29 Ekim'de yeni Türkiye'yi ilk tanıyan ve ona doğrudan askerî ve siyasi destek sağlayan ülkenin Rusya olduğunu hatırlayalım. Bence, 21. Yüzyılın başında Rusya ile Türkiye arasında yeni bir stratejik ekonomik ve siyasi ortaklık için gerekli zemin oluşmuştur. Böyle bir iş birliği platformunu kurmak için iki ülke politikacıları, iş adamları ve aydınların desteği şart. Kısacası, Türkiye'yi yeniden keşfetmemiz gerekiyor.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir