2008-07-30 AB Bülteni

Son Güncelleme: 12 Eylül 2008

2008-07-30 AB Bülteni

Bülten No : 92 30 Temmuz 2008

DIŞ BASINDA

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

 

ALMANYA BASINI:
Die Welt:
"Türkiye Yoldan Çıkıyor": "Türkiye yine bir yol ayrımında bulunuyor. Parti yasaklamaları, saldırılar, ülke yönetimine hakim olmak isteyen Kemalist elit tabaka ile İslami muhafazakar kesim arasındaki güç mücadelesi daha önce de yaşanmıştı. Ülke kendi içinde bölünmüş durumda. Birbirlerine karşı taviz vermeksizin mücadele eden güç odakları ülkeyi parçalamak üzereler. Bir dayanak ve yön belirleyici olan AB de artık ülke için garantör değil. Bu durumdan hem Türkiye'ye yönelik sürekli oyalama taktiği uygulayan AB hem de Brüksel tarafından belirlenmiş olan şartları gerektiği ölçüde yerine getirmeyen Türkiye sorumludur. Avrupa, sorunlu Kuzey Irak ve huzursuz Kafkas Cumhuriyetleri arasında sıkışmış bir durumdaki Türkiye ile artık dış politik pusulasını yitirmiştir. Buna bir de Kürt PKK'nın son savaşı ekleniyor. Bu krizin oluşmasında, Kemalist tabaka ile oldukça duygusal ve sembol yüklü başörtüsü kavgasını başlatan Başbakan Erdoğan da suçludur. AKP'nin İslamcı kanadını tatmin etmeye yarayan ve laik güçlerin öfkesini tetikleyerek harekete geçirmeye zorlayan, tamamen anlamsız bir girişim. Erdoğan'ın, AB standartlarına götüren reformlara devam etmesi gerekirdi. Güç mücadelesini erken başlattı, tahrik ediciydi ve sonucu belliydi. Peki ya şimdi? Yeni seçimler kaçınılmaz gözüküyor. AKP kadrosundan yeni bir muhafazakar-İslamcı parti oluşacak. Siyasi yasak alacak olan bağımsızların desteğinden de emin olabilirler, tabii ki bir sonraki parti kapatmaya kadar." (Dietrich Alexander , 29/07)

Die Welt: "Çok Sayıda Meçhul": "Brüksel yaz tatilinde, Avrupa semti boş, yasama makinesi durmuş durumda ve siyasi sınıf kentten ayrılmış bulunuyor. Ancak Brüksel'deki bu cennet tablo yakında sona erebilir. Zira, Türk Anayasa Mahkemesi, hükümet partisi AKP hakkında açılan kapatma davasını görüşmeye başladı ve AB, mahkemeden çıkacak kararı büyük bir gerilim içersinde bekliyor. Çünkü, hakimlerin kararının, 2005 ekiminde başlayan ve yavaş ilerleyen Türkiye ile katılım müzakerelerini etkilemesi bekleniyor. Brüksel'in, hakimlerin kararı karşısında hemen bir karar almaları beklenmiyor, zira Brüksel'in bir ‘B planı' yok. AB Dönem Başkanı Fransa'nın bir sözcüsü ‘Oyunda çok sayıda bilinmeyen var. Bu yüzden şimdiden somut planlar yapmanın anlamı yok'diye konuşuyor. Burada öncelikle, partinin yasaklanmasının yanı sıra Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül gibi partinin önde gelen politikacılarına siyaset yasağı verilip verilmeyeceği sorusu söz konusu. AB'nin yaptırım uygulaması için tek başına partinin kapatılması da yeterli neden olurdu. Gazetemizin edindiği bilgilere göre, AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn böyle bir durumda, Türkiye ile müzakereleri geçici olarak durdurmak istiyor. Ancak Brüksel'in müzakerelerin sona erdirilmesi yönünde bir karar alması beklenmiyor. Bu durumda 27 üye ülkenin Rehn'in kararını nitelikli çoğunlukla onaylaması gerekirdi. Hatta müzakerelerin yeniden başlatılması için oybirliği gerekiyor. Bu ise Kıbrıs ya da Fransa gibi çok sayıda AB devletinin eleştirel tutumu nedeniyle fiilen müzakerelerin kesilmesine neden olurdu, ki Rehn bunu kesinlikle engellemek istiyor. AB'nin kararlarına, Avrupa Konseyi (Venedig Komisyonu) kararlarının yanı sıra 1993 tarihli Kopenhag kriterleri de dayanak oluşturuyor. Kararlarda, AB üye adaylarıyla müzakereler başlamadan önce demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları kriterlerinin yerine getirilmiş olması gerektiği yazıyor.Müzakerelerin Ankara ile geçici olarak durdurulması planları, katılım sürecini ilaveten zorlaştırır, en azından Türkiye'nin Birliğe üyeliğini büyük ölçüde geciktirirdi. Zaten 35 fasıldan 12'si bloke edilmiş durumda. Bunun nedeni ise, bazı üye ülkelerin belirli konulardaki çekinceleri ve Türkiye'nin limanlarını Kıbrıs'ın Rum kesimine açmamamakta direnmesi. AKP'yi kapatma davası istişareleri bu arada İstanbul'da yaşanan, 17 kişinin öldüğü şiddetli bombalı saldırılarıyla gölgelendi. AB Başdiplomatı Javier Solana, ‘Bu zor anda Türkiye AB'nin desteğine güvenebilir' açıklamasını yaptı." (Christoph B. Schiltz, 29/07)

Berliner Zeitung: "Ülke Yeni Bir Cumhuriyetin Doğuşunu Yaşıyor":

Avrupa Parlamentosu Milletvekili Cem Özdemir ile yapılan mülakatın çevirisi şöyledir:

RENNEFANZ: Brüksel'in verebileceği mesaj, AB müzakerelerini askıya almak olabilir mi?

ÖZDEMİR: Şayet AKP yasaklanırsa bu sonuçsuz kalmayacaktır. Müzakerelerin
bir ana başlık kapsamında genişletilmesi söz konusu olabilir. Türkiye'den parti yasaklanması konusunda Avrupa seviyesine ulaşması için anayasa değişikliğine gitmesi talep edilmelidir.

RENNEFANZ: Bu zamana kadar Türkiye'de 24 parti yasaklandı.

ÖZDEMİR: Türkiye'deki siyasi partilerden demokratikleşme talep edilmelidir. Ülkedeki siyasi partilerin demokratik olduklarını söylemek mümkün değildir. AB, partilerin yapısal olarak demokratikleşmelerini talep ederse büyük ölçüde bir sempati kazanmış olur. Türkiye'de sorun iktidar partisinin güçsüz olması değil, muhalefetin zayıf olmasıdır. Ülkede ortanın solunda yer alan bir parti eksikliği mevcuttur." (Sabine Rennefanz, 29/07)

 

İNGİLTERE BASINI:
The Financial Times:
"AB Türk Laikliğini Güçlendirebilir": "Avrupa Birliği bürokrasisi Türkiye'de ‘Laikler' ile ‘İslamcılar' arasındaki çatışmada taraf tuttu mu? Laik taraftakilerin çoğu buna inanmış görünüyor. Bu kişiler Avrupa'nın giderek Türkiye'deki laikliğe karşı büyük suç ortağı hâline geldiğini ileri sürüyorlar. Aslında AB, laikliğe olağanüstü değer yükleyen bu Türklerle irtibat kurarken yaratıcı bir vücut dili bulamadı. Şimdi Türkiye'de bir zamanların Batılı elitleri ile Avrupa projesi arasında boşanma riskiyle karşı karşıyayız. Bu bir talihsizliktir zira laiklikten derin endişe duyan bu Türkler önemli yerlerde bulunuyorlar ve AB uyum sürecine dahil edilmemeleri hâlinde bazı şeyler eksik kalacaktır. Bu sadece AB'nin suçu değil. Türk laikler daha da münzevi bir hâl aldılar. Avrupa forumlarından uzak durdular. Kıdemli Avrupalılarla kurdukları nadir irtibatlarda dünyadaki çeşitli huzursuzluklardan mevkidaşlarını sorumlu tutma eğilimine girdiler ve bu yetkililerle ortak sorumluluklar üstlenmek yerine onlara ders vermeyi tercih ettiler. Eylemlerinden bazıları da beklenenin çok uzağındaydı: laikler; ordunun, dönemin Dışişleri Bakanı ve cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül'e karşı, internet sitesinde geçen nisan ayında yayımladığı ‘e-ültimatom'unu kınamadılar. Buna karşın Avrupalıların laiklerin taktiklerine gösterdikleri alerjik reaksiyon, endişelerinin yerini tutacak verimli bir değişim yoluna girmiştir. AB'nin bazı Türk laiklerin hâlihazırda kullandıkları aşağılık taktikleri çoğu haklı endişelerinden ayırması için bir yol bulması gerekiyor. Her iki tarafın da geçmişteki siyasi söylemleri görebilmesi ve öze dönmesi halinde AB'nin en sonunda Türkiye'de laikliği güçlendireceği çok önemli yollar ortaya çıkacaktır:

1. Çok az kişi modernleşmenin, laikliğin devamına yardımcı olacağından şüphe duyuyor. Türkiye'nin AB'ye adım adım dahil olması Türk modernleşmesinde de derinleşme olacağı anlamına geliyor. Türk ekonomisi kaçınılmaz olarak daha da rasyonel hâle gelecek ve artan refahı dağıtacaktır.
2. AB, sayısız hükümet, idari ve iş birliği ağları yoluyla ülkeler ve toplumlar arasında sosyal ilişkiler yaratmaktadır. Birden çok kimliğe bağlı olma hissiyatıyla artan ‘yaşam şansları' insanları geleneksel kalıplardan çıkarak özgürleşmeye yöneltmektedir. Türkiye'nin Avrupa sosyo politik sürecine yavaş yavaş dahil olması, kaçınılmaz olarak ülkenin siyasi kültürünün herhangi bir İslamcı içgüdünün uzağında değişmesine neden olacaktır.
3. Kadının statüsünün laik bakış açısının merkezinde yer aldığı açıktır. Çalışma alanlarına erişimde eşitlik hâlâ kritik bir mesele. AB'nin Lizbon stratejisi çalışma yaşındaki kadın nüfusunun yüzde 60'nının çalışıyor olmasını amaçlamaktadır. Bu fırsatların sağlanması hâlinde kadınlar seçimleri üzerinde herhangi bir zorla kontrolü kabul etmeyeceklerdir.
4. Laikler İslamcılığın devletin bizzat koruması altında yavaş yavaş sızmasından endişe duymaktadır. Buna karşı koymak için AB'nin ayrımcılık karşıtı pek çok standardı bulunmaktadır bunlardan bazıları ise ayrımcılık karşıtlığının gerçekleşmesinin sorumluluğunu yerel, ulusal ve Avrupa düzeyinde yetkililere yüklemektedir. Türk siyaset bilimcileri ve AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn tarafından teklif edilen laiklik ombudsmanlığı gibi bir şey önemli bir başvuru merkezi yaratabilir.
5. Laikler benzer şekilde ihaleler ve ruhsatlar verilmesi suretiyle hükümet yanlısı iş çevreleri oluşturulmasından da endişe duyduklarını ifade ettiler. AB'nin kamu ihaleleri ve devlet yardımları konusundaki kuralları etkin koruma koşulları sağlayabilir.
6. İç politikanın yerini alamayacak olmasına rağmen AB, üye ülkelerin kamusal alanlarını birbirine bağlayarak yeni bir tür Avrupa ötesi siyasetine yol açmaktadır. Ulusal siyasi partiler uluslararası ittifaklar yaratmakta ve Avrupa Parlamentosu için birlikte kampanyalar düzenlemekte, ortak platform düşüncelerini müzakere etmekte ve fikirlerini paylaşmaktadırlar. Bu Türkiye için diğer şeylerin yanı sıra Adalet ve Kalkınma Partisi ve diğer merkez sağ partilerin, laikliğin temel ilkelerini içselleştirmiş olan muhafazakâr Hristiyan demokratik kültürüne dahil edilmesi anlamına gelecektir.
7. Avrupa anlaşmaları, üye ülkeler içerisinde otoriter eğilimleri engellemek için çok taraflı demokratik bir izleme mekanizmasını da içeriyor. Bu yaklaşım, aralarında Jörg Haider'in özgürlük partisinin de olduğu Avusturya'da bir koalisyon hükümeti kurulduğunda gayri resmi olarak ortaya koyulmuştu. Dolayısıyla Türkiye'de İslamcı bir hükümetin iktidara gelmesi halinde Haider'e reva görülenden daha kötü bir muameleye maruz kalacaktır. Türkiye'nin her zamankinden daha çok Avrupa'ya entegre olduğu varsayılırsa bunun bedeli yüksek olacaktır.

AB'ye uyum ve entegrasyon Türkiye'de laikliğin geleceği için bir artı değerdir. Ne var ki bu konuda iki uyarı bulunmaktadır: İlki, laikler arasındaki şüphecilerin, Türkiye'nin AB'ye üyelik ihtimali her geçen gün azalırken, AB'ye uyumda gidilen yolun Türkiye'de laikliği güçlendireceğinin tartışmalı bir mesele olduğu yönünde inanışlarının olmasıdır. Aslında bu laikler, Türk laiklerin, kapıları açarak uyumun bedelini ödemek suretiyle, meseleyi en kötü şekilde sonlandırdıklarını söylemektedirler. Türkiye'nin üyeliği konusunda kem küm edilmesi insanları pacta sunt servanda (sözler tutulmalı) sözünün çağdaş Avrupa'da herhangi bir anlama gelip gelmediği konusunda şüpheye düşürecektir. AB her zaman büyük vizyon ile önemsiz seçim mücadelesi teknikleri arasında hassas bir denge sağlamış görünüyor ve ilki şimdi eksik görünüyor: ancak değişim zorunlu. Aynı zamanda Türkiye ve Türk laiklerin Avrupa'da dostları ve pek çok potansiyel dostları bulunmaktadır. Eğer gerçekten AB üyeliğini istiyorlarsa, arkadaşlarını angaje etmeleri ve bu amaç uğruna çalışmaları gerekmektedir. Gerekli bütün korunma koşullarının, büyüyen bir ekonomi ile birlikte, Avrupa sınıfı üniversitelerin olduğu ve kadının kamusal hayata katıldığı bir toplumda Türkiye'nin herhangi bir otoriter seçenekten daha fazla laikliği pekiştireceği kesindir. Bu ‘AB eşittir daha güçlü laiklik' denklemine ikinci ve daha güçlü bir uyarı bulunmaktadır. Bugün Avrupa laikliği ile uyum, özünde siyasi liberalizm olan modernliğin yeni bir aşamasında bulunmayı gerektirmektedir. Aslında laiklik sadece Türkiye'de çekişmeli ve belirsiz bir kavram değildir: daha bir hafta önce İngiliz basını ‘laiklik tehlike altında' başlıklarıyla doluydu. Bütün Avrupalılar acı bir şekilde sosyal entegrasyonla toplumun çoğulculuğunu bağdaştırmanın çeşitli yollarını araştırıyor. Bunu yapmanın en verimli yolu Türk laiklerin bu tartışmaya katılmasıdır. Avrupa siyasi projesi ile Türkiye'de reformların geliştirilmesi birbiriyle yakından bağlantılıdır. Türkleri ve diğer Avrupalıları, bir diğerinin şahsi endişeleri, arzuları ve tarihi perspektiflerine üzerinde samimiyetle durmaya davet ediyoruz." (29/07)

 

NOT: Bu bülten, 29 Temmuz 2008 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir