2008-06-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

Son Güncelleme: 04 Ağustos 2008

2008-06-26 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "İRLANDALILARI SIKIŞTIRMAMAK LAZIM"

BERLİN, 19/06(BYE)--- Tirajı günde 363 bin olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 19 Haziran 2008 tarihli sayısında, Wulf Schmiese imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Bavyera eyaletinin Avrupa işlerinden sorumlu Bakanı Markus Söder (CSU) Lizbon Anlaşmasının İrlanda tarafından kabul görmemesinin, AB hakkında duyulan genel bir rahatsızlığın göstergesi olduğunu belirtirken, bu rahatsızlığın Almanya'da da hissedildiğini söyleyip Türkiye-AB müzakerelerinin de durdurulması gerektiğini hatırlattı.

ESSLINGER ZEITUNG: "VERHEUGEN: TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ TEHLİKEDE DEĞİL"

ANKARA, 19/06(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Esslinger Zeitung'un 19 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen, İrlanda'nın, Lizbon Anlaşmasına hayır demesinin ardından, Türkiye'nin üyeliğinin tehlikede olmadığı kanısında.
Verheugen, Bild Zeitung'a yaptığı açıklamada, "İrlandalılar geleneksel olarak AB yanlısıdır. Böyle bir sonucun ardından AB'yi kapalı bir toplum ilan etmek hiç de doğru olmaz. Türkiye, AB adayıdır ve İrlandalıların hayır oyunun tutsağı değildir" dedi. Verheugen bu açıklamasıyla, İrlanda'nın hayır oyundan sonra, Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin mümkün olmayacağını savunan, AB'nin tanınmış Hristiyan Demokratlarına karşı çıkmış oldu.
Verheugen, İrlanda'nın hayır oyunda, Brüksel'in AB merkezinin olumsuz itibarının da etkili olduğu kanısında. Verheugen, "Brüksel'in fazla yetkiye sahip olmasının bu güvensizlikte rolü büyük. Oysaki yeni anlaşma tam da bu yetkilerin sınırını somut olarak belirleme gayesi taşıyordu" açıklamasında bulundu.

ALMANYA'NIN SESİ: "PÖTTERİNG: AKP KAPATILIRSA MÜZAKERELER ASKIYA ALINIR"

ANKARA, 20/06(BYE)--- Almanya'nın Sesi Radyosunun 10.30-11.00 Türkçe yayınından:

Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering, AKP'nin kapatılması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a siyasi yasak getirilmesi durumunda, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin askıya alınabileceğini söyledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı ise Türkiye Anayasa Mahkemesinin, AKP hakkındaki kapatma davasında kararını verirken, "halkın iradesini göz önüne almasını" beklediklerini bildirdi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tom Casey ise "Türk demokrasisini güçlü bir şekilde desteklediklerini" vurguladı.

RHEINISCHE POST: "CSU, VERHEUGEN'İN İSTİFA ETMESİNİ TALEP EDİYOR"

ANKARA, 20/06(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Rheinische Post gazetesinin 19 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Türkiye'nin AB Üyeliği Nedeniyle Tartışma--

AB konusuyla ilgili yeni bir tartışma: CSU Partisi, Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki tartışmada, İrlanda'nın Lizbon Anlaşmasına "hayır" demesinin ardından, Türkiye'nin üyeliğinin tehlikede olmadığı görüşünde olan AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen'in istifa etmesini talep etti.
CSU Genel Sekreteri Christine Haderthauer şöyle konuştu: "Verheugen'in görevinin devralınmasının zamanı çoktan geldi. Verheugen hiçbir şekilde Alman çıkarlarını temsil etmiyor. Türkiye'nin olası bir üyeliği AB'yi tamamen zorlardı."
Verheugen, Bild gazetesine, İrlanda'nın Lizbon Anlaşmasına "hayır" demesinin ardından, Türkiye'nin üyeliğinin tehlikede olmadığını ifade ederek "İrlandalılar geleneksel olarak genişleme yanlısıdır. Şimdi de Avrupa'yı kapalı bir toplum ilan etmek hiç de doğru olmaz. Türkiye, AB adayıdır ve İrlandalıların 'hayır'ının esiri değildir" dedi.
Verheugen bu yöndeki açıklamasıyla, İrlandalıların "hayır" cevabının ardından Türkiye'nin üyeliğine uzun vadede ihtimal vermeyen Hristiyan demokrat AB politikacılarının açıklamalarına da tepki göstermiş oldu. Verheugen ayrıca, İrlandalıların "hayır" cevabının arkasında Brüksel'deki AB merkezinin adının kötüye çıkmış olmasının da yattığını ifade ederek, "Brüksel'in fazla yetkisine duyulan güvensizlik de bunda rol oynadı. Halbuki yeni anlaşma bu yetkiyi açıkça sınırlandırıyor" şeklinde konuştu.


BERLINER ZEITUNG: "AB, İRLANDALILARA BİR ŞANS TANIYOR"

BERLİN, 20/06(BYE)--- Tirajı günde 174 bin 592 olan liberal eğilimli Berliner Zeitung'un 20 Haziran 2008 tarihli sayısında, Gerold Büchner/ Jörg Michel imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Berlin/Brüksel çıkışlı yazının geniş özet çevirisi şöyledir:

--Devlet ve Hükümet Başkanları Brüksel'de Kriz Zirvesinde Buluştular. Şansölye Merkel Çekirdek Avrupa Fikrini Reddediyor. Yeşiller Partili Politikacı Cem Özdemir ise İki Vitesli Avrupa'dan Yana--

Avrupa Birliği, İrlandalıların AB Reform Anlaşmasına hayır demelerinin ardından dayanışma sergiliyor. Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ve Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel dün Brüksel'deki AB zirvesinde yaptıkları açıklamada, şimdi birliktelik sergileme zamanı olduğunu söylediler. Berlin'de de önceleri düşünülen iki vitesli bir Avrupa'yı ise Merkel, Federal Parlamentoda yaptığı konuşmada reddetti. Uyuma istekli az sayıda devletin oluşturacağı bir çekirdek Avrupa fikrine de karşı çıkan Merkel, çözümün sadece İrlanda ile birlikte olacağını kaydederek, İrlanda'ya karşı bir çözümün düşünülemeyeceğini vurguladı.
27 üye ülkenin hükümet başkanları dün Brüksel'de geç saatlere kadar AB'nin düştüğü yeni krizden çıkış ve takvimin uygulanmasının yolları aradılar. İrlanda Başbakanı Brian Cowen, Dublin'in çözüm için zamana ihtiyacı olduğunu söylerken, Barroso ve Merkel, Fransa ve Hollanda'nın AB Anayasasına hayır demelerinin ardından yapıldığı gibi üç yıllık bir "düşünme molası" verilmesine karşı çıktılar. Merkel, İrlandalılara fazla taviz verilemeyeceği konusunda uyararak, "Avrupa'nın pazarlığa oturmayı göze alamayacağını" kaydetti. Geleneksel olarak Avrupa'ya kuşkuyla bakan İngiltere'nin 19. devlet olarak Lizbon Anlaşması'nı onaylaması ise, Berlin ve Brüksel tarafından olumlu bir işaret olarak yorumlandı.
Alman halkının çoğunluğu da AB'nin karar almasını kolaylaştıracak ve daha demokratik olmasını sağlayacak olan anlaşmayı destekliyor. Emnid kuruluşunun yaptığı bir kamuoyu araştırması, Almanların yüzde 54'ünün bir halkoylaması yapılması halinde evet oyu kullanacağını ortaya koymuştu.
Avrupa milletvekili ve Yeşiller Partisi Genel Başkan adayı Cem Özdemir ise Merkel'in aksine iki vitesli Avrupa fikrini destekliyor. Özdemir gazetemize verdiği demeçte, "Bu, Türkiye gibi ülkeler için bir fırsat olabilir" diye konuştu. Burada halkın güveninin geri kazanılmasının söz konusu olduğunu ifade eden Özdemir, AB'nin "arka oda diplomasisini" eleştirdi.


DER TAGESSPIEGEL: "SARKOZY GENİŞLEMENİN DURDURULMASI TEHDİDİNDE BULUNUYOR"

BERLİN, 20/06(BYE)--- Tirajı günde 137 bin olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 20 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, "tos/dpa" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:

İrlanda'nın Lizbon Antlaşması'nı kabul etmemesi neticesinde AB'de bir kriz yaşanıyor. Bu bağlamda Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, AB genişlemesinin durdurulmasını talep ediyor. Fransa bu şekilde Balkan devletleri ve Türkiye'nin AB'ye üye olmasını veto uygulamak suretiyle tehlikeye sokabilir. Sarkozy bilindiği üzere uzun zamandan beri Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkıyor. Fransa Cumhurbaşkanı, genişleme karşıtı olmadığını fakat AB'nin kurumsal reformlar yapmak zorunda olduğunu hatırlatıyor.
AB Dönem Başkanlığını yürüten Slovenya Başbakanı Janez Jansa, Lizbon Antlaşması'nın kabulü konusunda İrlanda'ya bir baskı uygulamak istemediklerinden söz ederken, bu durumdan, AB genişleme sürecinin herhangi bir şekilde etkileneceğini düşünmediğini belirtti.


FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "ZORUNLU REFERANDUMA GİDİLMEYECEK Mİ?"

BERLİN, 25/06(BYE)--- Tirajı günde 363 bin 325 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 25 Haziran 2008 tarihli sayısında, Michaela Wiegel imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Fransa Anayasası gelecekte Türkiye'nin olası AB üyeliği konusunda referanduma gidilmesini öngörmeyecek. Fransız Senatosu salı günü oy çokluğuyla bu yönde karar alarak, anayasada ilgili değişikliğin yapılması talebini reddetti. Ancak konunun Ulusal Meclis ve Senatoda bir sonraki oturumda ikinci kez ele alınması öngörülüyor.
Daha önceki Cumhurbaşkanı Chirac, haleflerini her yeni AB üyeliği öncesinde referanduma gitmeye zorlamak için anayasayı değiştirmişti. Cumhurbaşkanı Sarkozy ise bu yükümlülüğü ortadan kaldırmak istemişti. Ancak milletvekilleri, doğrudan Türkiye'yi hedef alan bir madde hazırlamışlardı. Buna göre, AB'nin nüfusunun yüzde 5'inden fazla nüfusa sahip ülkelerin tam üyeliği için referandum şartı devam edecekti. Senato bu "Türkiye maddesinin" yürürlüğe girmesini şimdilik engelledi.


ALMANYA'NIN SESİ: "AKPM, TÜRKİYE'DE PARTİ KAPATMA SÜRECİNDEN ENDİŞELİ"

ANKARA, 25/06(BYE)--- Almanya'nın Sesi Radyosunun 10.30-11.00 Türkçe yayınından:

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisince (AKPM) hazırlanan Türkiye raporu taslağında, Adalet ve Kalkınma Partisine yönelik kapatma davasının endişe verici olduğu belirtildi.
AKPM'nin Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin siyasi sorumluluklarını izlemekle görevli Denetim Komisyonu tarafından hazırlanan taslak karar metninde, parti kapatma süreci konu ediliyor. Metinde, AKP'ye karşı açılan kapatma davasının, Türkiye'nin yeni bir anayasaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğunu gösterdiği vurgulanıyor. Taslakta, Türkiye için izleme süreci mekanizmasının gerekirse yeniden başlatılabileceği de belirtiliyor.
AKPM, raporla buna bağlı karar tasarısını yarın tartışarak oylayacak.

AVUSTURYA BASINI

WIENER ZEITUNG: "AVUSTURYA USÜLÜ HIRVATİSTAN TÜRKİYE... AB DİKKATLERİ KRİZDEN BAŞKA YÖNE ÇEKMEK İSTİYOR"

VİYANA, 22/06(BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung'un 21 Haziran 2008 tarihli hafta sonu sayısında, Martyna Czarnowska imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Genişleme tartışması yine karşımıza çıktı. İrlandalılar, gerçi Avrupa Birliği'ne başka katılımların olup olmaması konusunda oy kullanmadı, ama Fransız Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, AB zirvesinde İrlanda'nın AB Anayasal Antlaşması'na karşı çıkmasını, yeni üyelerin alınmasını sorgulamak için bahane olarak kullandı.
Sarkozy, Lizbon Antlaşması olmadan genişleme de olmaz görüşünü savundu. Hem Hırvatistan'ın hem de Türkiye'nin AB'ye şimdi geçerli olan kurallara göre de üye olabileceklerine ise değinmedi.
Aslında söz konusu olan tabii ki Türkiye. 72 milyon nüfuslu ülke, özellikle de Batı Avrupa'da genişlemeye şüpheli bakanlar ve bu şüpheyi körükleyen politikacıların korkulu rüyası olmaya pek uygun. Türkiye'nin AB'ye uyum sağlayamayacak kadar büyük, yoksul ve farklı olduğu söyleniyor. Bu argüman, Avusturya'da elverişli bir zemin buluyor: Her on Avusturyalıdan sekizi Türkiye'nin üyeliğini reddediyor.
Bu, daha önceki genişlemelerin memnuniyetle karşılandığı anlamına gelmemeli. Yabancıların Avusturya'ya akın ederek, Avusturyalıların işlerini ellerinden alacağı korkusu, 2004'te sekiz Doğu Avrupa ülkesinin Birliğe üye olduğu zamanlarda da vardı. AB'nin yeni vatandaşları, hâlâ Avusturya'da sınırsız çalışma imkanına sahip değil.
Bu yüzden Viyana, Paris'in bu atılımına sevinmeli. Böylece Ekim 2005'te Türkiye ile müzakerelere başlanmasını saatlerce geciktiren Avusturya, engelleyici ülke olma durumundan kurtulmuş oluyor.
Ancak, olaylar farklı bir gelişme gösterdi. Genişleme konusundaki yeni tartışma, Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik'in "huzurunu kaçırdı". Plassnik AB'nin şimdiye kadarki kararları ciddiye alması gerektiğini söyledi. Bu, Avusturya'ya özgü bir paradoks mu, değil mi? Avusturyalılar Türkiye'ye karşı oldukları oranda, Hırvatistan'ı destekliyor. Avusturyalıların yarısından çoğu ülkenin AB üyesi olmasından yana.
Sarkozy, aslında daha farklı bir şey kastetmiş olmasına rağmen, haklı. Avrupalı politikacıların her gün sergilediği isteksizlik göz önünde bulundurulacak olursa, yeni katılımlar gerçekten de düşünülemez. Devlet ve hükümet başkanları AB Antlaşması konusunda yeni bir hareket tarzı belirlemeyi ve AB'nin yapısını yenilemeyi başaramıyor. Keza kendi ülkelerinde Avrupa çıkarlarını ön plana çıkarmayı da.
Bunun yerine bir çekirdek Avrupa, yahut iki ayrı hıza sahip bir Avrupa üzerinde tartışılıyor. Halbuki çoktan beri böyle bir Avrupa yok. AB üyelerinin hepsinde avro uygulamasına geçilmedi, hepsi Schengen veya NATO üyesi değil. Romanya'daki yoksul bölgelerin AB'nin ortalama refah düzeyine erişebilmesi için daha 50 yıl geçmesi gerek. Verimsiz tartışmalarda bunlardan hiçbiri dikkate alınmıyor.


BELÇİKA BASINI

LA LIBRE BELGIQUE: "FRANSA/TÜRKİYE: REFERANDUM İÇİN HER KAFADAN BİR SES ÇIKIYOR"

BRÜKSEL, 25/06(BYE)--- Tirajı günde 59 bin olan La Libre Belgique gazetesinin 25 Haziran 2008 tarihli sayısında, Paris muhabiri Bernard Delattre imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

--Türkiye'nin AB Üyeliği Fransa'da Oya mı Sunulacak? Senato, Pazartesi Günü, Sarkozy'nin Metnini Düzelten Temsilciler Meclisinin Yolunu Kesti. Sarkozy de Chirac'ın Yasasını Değiştirmişti--

Fransa'nın AB Dönem Başkanlığını devralmasına bir haftadan az bir süre kala, Türkiye'nin olası AB üyeliğinin Fransa'da referanduma sunulması konusunda, özellikle Sarkozy'ci sağ ve siyasi kesimde büyük belirsizlik yaşanıyor. Üstelik pazartesi akşamı bu karışıklık tam bir karmaşaya dönüştü.
Şubat 2005'de Avrupa Anayasası referandumunda "evet" çıkması amacıyla Cumhurbaşkanı Chirac, 2010 yılından itibaren AB'ye yeni katılacak ülkeler konusunda referandum yapılması için Anayasa'yı değiştirtti.
Nicolas Sarkozy bu karardan vazgeçti: Parlamentoda tartışılan anayasal reform tasarısı referandum kilidini çözüyor. Sarkozy, selefinin aksine, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkıyor. Ancak ne Ankara'yı kızdırmak istiyor (zaten Fransa'nın Ermeni soykırımını tanımış olmasından dolayı yeterince kızgın), ne de ileride Anayasa gereği şu veya bu konuda referandum ile elinin kolunun bağlı kalmasını istiyor.
Oysa, mayıs ayı sonunda, hükümetle görüş birliği içinde olan milletvekilleri, "nüfusu, AB nüfusunun yüzde 5'ini oluşturacak devletler" konusunda referanduma gidilmesi yönünde Sarkozy'nin reformunda değişiklik yaptılar. Üstelik bu değişikliğin öncüsü partisi UMP idi.
Ancak, pazartesi akşamı son fikir değişikliğine şahit olundu: Senatörler, reform tasarısında referandumla ilgili her konuda milletvekillerinin hatalarını düzelttiler. Yine burada da son değişikliğin kaynağında "müttefik ve dost" bir ülkeyi hedef almayı kaba bulan eski Başbakan Raffarin (2002-2005) gibi UMP'nin ağır topları bulunuyor.
Salı günü ise, eski Cumhurbaşkanı Giscard d'Estaing (1974-1981), yürürlüğe girmesinden üç yıl sonra, referandum kilidinin çözülmüş olmasının "makul olmadığını" söyleyerek "kamuoyunun güveni çökertilmek istendiğinde daha iyisi bulunamazdı" diye konuştu. Hükümet içinde bile tam bir karmaşa yaşanıyor. Başbakan François Fillon bile bunu geçenlerde söyledi: "Türkiye'nin Birlik içinde yeri yok." Ancak, kendi Adalet Bakanı Rachida Dati, kendi takımının tereddütlerini karikatürleştirdi. Mayıs ayında Temsilciler Meclisinde referandum kilidinin yerine konmasını alkışlamıştı. Pazartesi akşamı ise senatörlerin bu kilidi kırdığını görünce bu konuda tutum belirlemekten kaçınarak kendini parlamenterlerin "sağduyusuna" emanet etti.


FRANSA BASINI

LE MONDE: "TÜRKİYE, FRANSA DÖNEM BAŞKANLIĞI İÇİN İÇİNDEN ÇIKILMASI ZOR BİR MESELE"

PARİS, 19/06(BYE)--- Tirajı günde 314 bin olan Le Monde gazetesinin 19 Haziran 2008 tarihli sayısında, Arnaud Leparmentier/Philippe Ricard/Patrick Roger imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:

--Nicolas Sarkozy Bir Yandan İktidar Partisinin Sabırsızlıklarına Karşılık Verirken, Diğer Yandan da Ankara'yı İdare Etmesi Gerekecek--

Türkiye'nin AB adaylığı, iktidar partisi UMP'nin Türkiye karşıtı baskılarıyla Ankara'yı hassas bir dönemde idare etme gerekliliği arasında kalan Nicolas Sarkozy'nin yazını zehir edebilir. Zira Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin referandum zorunluluğu meselesi, temmuz ayında sonuca bağlanması gereken Anayasa reformunun başlıca engeli haline geldi. Fransa'nın AB dönem başkanlığını devralmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin, Türkiye'yi İslamlaştırma çabası içinde olduğu gerekçesiyle hakkında dava açılan AKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması olasılığından doğacak sonuçları göğüslemesi gerekecek.
Senato üyeleri, 17 Haziran Salı günü AB'nin toplam nüfusunun yüzde 5'inden fazla nüfusu olan ülkelerin AB üyeliklerine referandum zorunluluğu getiren ve mecliste kabul edilen değişiklik önergesine oybirliğiyle karşı çıktılar. UMP'li Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Josselin de Rohan, önergenin "Türkiye'nin adı zikredilmeden hakkında özel bir muamele öngördüğü" hususunun altını çizdi. Milletvekillerinin amacı, Jacques Chirac'ın cumhurbaşkanlığı döneminde, 2005 yılında anayasaya eklenen ve AB'ye katılacak her yeni ülke için referandum zorunluluğu getiren maddenin sadece Türkiye'nin üyeliği için korunmasıydı. Söz konusu değişiklik önergesini "ayrımcı" olarak nitelendiren Morbihan bölgesi Senato üyesi "Anayasaya, dost ve müttefik bir ülkeye kaşı gelen bir madde eklemek, bu ülkeyle olan ilişkilere açıkça ağır bir darbe vurmaktır" değerlendirmesinde bulundu. Komisyon halinde toplanan senato grupları oybirliğiyle, Cumhurbaşkanına referandum ile meclis oylaması arasında tercih yapma hakkını tanıyan bir değişiklik önergesi üzerinde anlaştılar.
Josselin de Rohan, Mecliste kabul edilen önergeyi "gereksiz" olarak nitelendirdi: Anayasada zaten parlamenterlerin beşte birinin girişimi ve seçmenlerin yüzde 10'unun başvurularıyla referandumun talep edilmesi ilkesi yer alıyor. Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık, anayasa reformuna desteklerini Türkiye'nin üyeliği hakkında özel bir koşul şartına bağlayan iktidar milletvekillerini bu argümanla ikna etmeyi düşünüyor.
Sarkozy'nin, bizzat teşvik ettiği milletvekillerinin şimdi geri adım atmalarını sağlaması gerekiyor. Zira anayasa reformunun Türk meselesiyle tökezlemesini istemiyor. Başbakan François Fillon, senato üyeleri karşısında Sarkozy'nin "ayağına taş koydu". Mecliste kabul edilen değişiklik önergesinin "derin görüşünü" yansıttığını vurguladığı Cumhurbaşkanından kendisini ayrı tuttu: "Bu maddenin yine de anayasamıza eklenmesi gerekir mi?" diye sorgulayan Başbakan, senato üyelerine "Çoğunuz bu görüşe katılmıyorsunuz. Hissiyatım sizin görüşünüz doğrultusunda" diye konuştu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinde uzun süre AB üyeliğini batırma girişimi olarak algılanan Akdeniz için Birlik projesinin 13 Temmuz'da yapılacak zirve davetine henüz cevap vermemişken, Fransa'daki referandum tartışmaları Ankara ile ilişkileri zora sokuyor. Sarkozy, AB dönem başkanlığı sırasında 27 üye devletin "adil ve tarafsız sözcüsü" olmaya söz verdi.
Avrupa'da ise müzakereler sanki hiçbir şey olmamış gibi sürdürülüyor. 27 üye devletin salı günü iki yeni başlığın açılmasına karar vermesiyle toplam sekiz başlık açılmış oldu. Paris ise ikinci dönemde iki veya üç yeni başlığın daha açılmasını öngörüyor.
Ancak tüm gözler temmuz ayında yapılacak duruşmalarda AKP hakkında kapatma kararı verebilecek Anayasa Mahkemesine çevrili. Gerçekleşebileceği sanılan karar, demokratik yollarla seçilmiş bir hükümetin görevinin sonlandırılması anlamına gelecek ve bir nevi "hukuki darbe" olarak algılanacaktır ki bu da Avrupa'nın demokratik kriterlerine uymamaktadır. AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri bu olasılık karşısında Birliğin tepkisini müzakereleri askıya alarak değilse de geçici olarak "dondurarak" göstermesini önerdi. Zira müzakerelerin askıya alınması Komisyonda Türkiye'deki laik cephede "Avrupa ile yakınlaşmaya karşı gelenlerin eline koz verilmesi" olarak değerlendiriliyor.
Hatta Fransa uyarıda bulunulmasına bile karşı geliyor. Dışişleri Bakanlığı, AKP hakkındaki bir kapatma kararının müzakerelere "etki etmemesi" gerektiği görüşünde. Konunun bir "iç mesele" olarak değerlendirildiği Cumhurbaşkanlığında ise "Erdoğan'ın küçük bir jest yapmalarını istemesi halinde meselenin inceleneceği, Türk demokrasisinin bu zorlu dönemi atlatmasına yardımcı olmaya hazır olunduğu" ifade ediliyor.


AFP: "FRANSIZ SENATOSU TÜRKİYE İÇİN ZORUNLU REFERANDUMU REDDETTİ"

PARİS, 24/06(AFP)(BYE)--- Fransız senatörler dün akşam, milletvekilleri tarafından Fransa'daki kurumlar reformuna konulan Türkiye'nin muhtemel AB üyeliği için referandumu zorunlu kılan değişikliği reddetti.
Çoğunluğu UMP'den onlarca milletvekilinin baskısıyla Ulusal Meclis 27 Mayıs'ta özellikle Türkiye'yi ilgilendiren AB'nin toplam nüfusunun yüzde 5'inden fazlasına sahip olan ülkelerin AB'ye katılımı için referandumu zorunlu kılan değişikliği ilk okumada kabul etmişti.
Senatörler, "dost ve müttefik" olan Türkiye için "küçük düşürücü" ve "ayrımcılık" içeren değişikliği kınadılar ve 7'ye karşı 297 oyla reddettiler.
Bu oylama, Ulusal Mecliste ikinci okumada seslerini duyuracak olan UMP milletvekilleri arasında ayaklanmaya neden olacak.
Haziran başında Türk Hükümeti, Meclisteki değişiklik hakkında "öfkesini" dile getirmişti.


AFP: "TÜRKİYE, AİHM TARAFINDAN MAHKUM EDİLDİ"

STRASBOURG (AVRUPA KONSEYİ), 24/06(AFP)(BYE)--- Lefkoşa'da karşıt göstericiler ve Kıbrıs Türk polisi tarafından öldürülen iki Kıbrıslı Rum göstericinin ölümünden sorumlu bulunan Türkiye, bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkum edildi.
Mahkeme, 1996 yılı Ağustos ayında ölen bu iki göstericinin 12 yakın akrabasına toplam 315 bin avro manevi tazminat ödenmesini kararlaştırdı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, fotoğraflanmış ve kaydedilmiş kanıtlar mevcut olduğu için Türk yetkilileri suçlayan kaynakların "bağımsızlığı ve güvenilirliğinden kuşkulanmak için hiçbir neden bulunmadığı" değerlendirmesinde bulundu.
Hakimler, bu iki kişinin ölümünün, her ikisinin de silahlı olmaması, kimseye saldırmamış olmaları ve kaçma risklerinin bulunmaması gerekçesiyle hiçbir şekilde haklı gösterilemeyeceğinin altını çizdiler.
Aynı kararda Türkiye, suçluları cezalandırmak amacıyla etkili bir soruşturma yürütmediği için suçlu bulundu. Strasbourglu hakimler, "olaylardan 11 yıl sonra, yetkililerin ölümlerin sorumlularını belirleyip yargıladıklarını bildirmemelerini" kınadı.


LE MONDE: "TÜRKİYE, YENİ ENERJİ STRATEJİLERİ KAVŞAĞI"

PARİS, 24/06(BYE)--- Tirajı günde 314 bin olan Le Monde gazetesinin 24 Haziran 2008 tarihli sayısında, Guillaume Perrier imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Bu Akdeniz Ülkesi, BTC ile Rusya'nın, Blue Stream İle De Washington'un Tepkilerini Çeken Doğal Gaz Boru Hatlarına Ev Sahipliği Yapıyor. Avrupa Projesi Nabucco'nun Türk Topraklarından Geçmesi Beklenirken, Rus South Stream Projesi Bu Yolu Seçmiyor. Ancak Ankara, Rus Gazına da Muhtaç--

Orta Asya, Rusya ve Avrupa kavşağındaki Türkiye, coğrafi konumu sayesinde bölgedeki akaryakıt üreticileriyle (Rusya, İran, Irak, Azerbaycan, Kazakistan...) Avrupa ve batıdaki tüketici ülkeler arasında bir enerji köprüsü hâline gelmeyi hedefliyor. Zira dünyanın doğal gaz rezervlerinin yarısı, Orta Doğu ve Hazar Denizi ülkelerinin komşusu Türkiye'nin kapılarında. Ancak Türkiye'deki bir Fransız yetkilinin de değerlendirdiği üzere, bölgedeki çıkarlar Ankara'yı "stratejik anlamda çeşitli ülkelere uzanmaya" zorluyor.

--BTC Boru Hattına Bağlı Hedefler--

Günde bir milyon varil taşıma kapasitesine sahip olan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının 2006 yılında hizmete açılması, Türkiye'yi bir transit ülke hâline getirdi. Irak'ın Kerkük bölgesindeki boru hattının da ulaştığı Türkiye'nin güney kıyısındaki dev Ceyhan terminali bir platform olma yolunda. Ancak BTC karşıtları, projenin "Amerika'nın oyunu" olduğunu savunuyor. Zira İngiliz petrol şirketi BP'nin en büyük pay sahibi olduğu konsorsiyumca finanse edilen boru hattının inşası, yeni ve güvenilir kaynak arayışına giren ABD'nin de desteğini almıştı.
1990'lı yıllarda BTC için danışmanlık yapan emekli Büyükelçi Temel İskit, boru hattının amacını Rusya'nın devre dışı bırakılması ve "petrolü başka yollardan taşıyarak tekelinin kırılması" şeklinde değerlendiriyor. Washington'un müttefiki Türkiye, Hazar petrolünün ideal geçiş boğazı. Azerbaycan ve Gürcistan, aralarında bir enerji iş birliği kurarak Moskova'dan kurtulmuş, Türkiye ise stratejik önemini artırmıştır. Hatta Ruslar engel olmasa, Samsun-Ceyhan arasında bir boru hattıyla Kazakistan petrolü bile sevk edilebilir...

--Blue Stream Doğal Gaz Hattı--

Buna rağmen Ankara, doğal gazı için Rusya'ya muhtaç olması nedeniyle Moskova ile bağlarını sıkı tutuyor. 2006 yılının sonunda Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Karadeniz'in altından geçen Blue Stream doğal gaz boru hattının açılışını birlikte yapmışlardı. İki ülkenin "stratejik" olarak değerlendirdiği bu iş birliği, Washington'un tepkisini çekmişti. Boru hattının kuzeyde Samsun'dan, güneyde Ceyhan'a uzatılması projesi sürüyor. Moskova, Blue Stream'i AB'nin Nabucco projesini "öncelikli" hâle getirerek Rus doğal gazına bağımlılığını azaltma denemelerine karşı fazladan bir silah olarak kabul ediyor.

--Nabucco Projesi--

Rusya-İtalya ortaklığındaki South Stream projesinin başlıca rakibi Nabucco sonunda hayata geçerse, Hazar Denizi doğal gazı Avrupa'ya Türkiye üzerinden nakledilecektir. Projeyi finanse edecek Avrupa konsorsiyumuna Türk BOTAŞ şirketi de dahil. İstanbul Bilgi Üniversitesi strateji uzmanı Gareth Winrow, "bu doğal gaz hattıyla amacın Rus gazı nakletmemek" olduğu görüşünde.


--Irak, Mısır: Kesinleşmeyen Projeler--

Türkiye, Nabucco'nun yılda 31 milyar metreküp taşımasını sağlayacağını vadetti. Ancak uzmanlara göre bu rakama ulaşmak imkansız: AB, Azerbaycan doğal gazının tıpkı 2009 yılından itibaren projeye eklenecek olan Türkmen gazı gibi yılda en fazla 10 milyar metreküp garantisi vereceğini duyurdu. Sadece beş milyar metreküp alınan Irak'taki istikrarsızlık nedeniyle ise yeni yatırımlar gecikiyor. Son olarak Mısır ile bir proje (Arab Gaz Pipe) söz konusu, ancak rezervlerinin kapasitesi belli değil.

--İran'ın Devre Dışı Bırakılması İmkansız--

Bu durumda dünyanın ikinci doğal gaz rezervlerine sahip olan İran, Türkiye ve Avrupa'nın kaçınılmaz partneri konumunda. Winrow, "Ankara'nın, İran gazının fiyatından ve kalitesinden şikayetçi olduğunu, ancak başka alternatifin de olmadığının" altını çiziyor. İran'da yerleşik pek çok şirketi olan Türkiye'nin, Tahran'ın soyutlanması için baskıları süren Washington ile çoğu zaman çelişkili olan jeostratejik çıkarlarla arayı bulması gerekecek.

--AB Üyeliği İçin Bir Argüman--

Türkiye, AB üyeliği için Avrupa'ya akaryakıtın giriş kapısı olma özelliğini öne sürüyor. Gareth Winrow yine de "sadece enerji ithalatçısı olmanın Türkiye'nin AB'ye girmesini sağlamayacağına, ancak adaylığının önemini de düşürmeyeceğine" inanıyor. Brüksel'in Gazprom'a bağımlılığını azaltmak için özellikle doğal gaz kaynaklarını çeşitlendirmeyi düşündüğü şu sıralarda Türkiye bir alternatif olarak ortaya çıkıyor. Ankara'daki bir Avrupalı yetkili, "Enerji kavşağı" Türkiye'nin coğrafi konumundan yararlanarak "Batıya en yüksek fiyatla doğal gaz pazarlamayı" istediğini ifade ediyor. Türk hükümetinin her hâlükârda topraklarından transit geçen doğal gaz konusundaki tutumuna açıklık getirmesi gerekecek. Avrupalılar, Türkiye'nin kısa vadeli bir pazarda doğal gazın değerini artıracak bir ağ kurmasından endişelenmiyor. Ancak Uluslararası Enerji Ajansının eski İcra Müdürü Claude Mandil, Fransa Başbakanı François Fillon'a sunduğu bir raporda, "böylesi bir alım-satım faaliyetinin uzun vadeli kontratlar için söz konusu bile olamayacağını" belirtiyor. Aynı raporda, "Türkiye'nin önemli bir rolü olduğu, ancak vazgeçilmez olmadığının" altı çiziliyor.

LIBERATION: "FRANSIZLARIN YÜZDE 30'U TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNİ ONAYLIYOR"

PARİS, 25/06(BYE)--- Tirajı günde 135 bin olan Liberation gazetesinin 25 Haziran 2008 tarihli sayısında, Alain Auffray imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Yapılan bir kamuoyu anketi, Fransızların -2005 yılında Avrupa Anlaşması için yapılan referanduma "hayır" demelerine ve İrlanda'nın Lizbon Anlaşmasını reddetmesine rağmen-, Avrupa Birliği'ne bağlı kaldıklarını ortaya koydu. Anket sonuçlarında, Fransızların, yüzde 93 oranında çevre politikasının, yüzde 72 oranında Avrupa sosyal ve maliye politikasının ve yüzde 62 oranında ise göç politikasının geliştirilmesini istedikleri görülürken, Türkiye'nin üyeliğini destekleyenlerin oranı yüzde 30 olarak verildi.
Fransızlar kararlı; AB'de Türkiye'ye yer yok. Bu konu aynı zamanda Nicolas Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasındaki sloganlarından biriydi. Ancak yine de bu karşıtlığı anayasaya yazdıracak kadar ileri gitmek gerekir mi? UMP'li milletvekilleri, 29 Mayıs'ta, AB nüfusunun yüzde 5'inden fazla nüfusu olan ülkelerin üyeliklerini referandum şartına bağlayan bir değişiklik önergesini kabul ederek, bu soruya "evet" yanıtını verdiler. UMP'li milletvekilleri bu şekilde, diplomatik kriz yaratmadan Türkiye'yi hedef almanın şık bir yolunu bulduklarını sandılar. Ancak Senato üyeleri pazartesi akşamı ezici bir farkla (7'ye karşı 297 oy), merkezci Pierre Fauchon'un "iki yüzlü ve üzücü" olarak nitelendirdiği değişiklik önergesini iptal ettiler. Senato üyeleri, milletvekillerinin değişiklik önergesinin yarattığı diplomatik ve ekonomik zararın altını çizdiler. UMP'li Jacques Blanc, "Bir dost hedef alınmaz" derken, Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Josselin de Rohan, meslektaşlarını "bu büyük ülkeye bir dostluk gösterisinde" bulunmaya davet etti. Hükümetin zor durumda kaldığının bir işareti de, milletvekillerinin referandum çözümünü "dengeli" nitelendiren Adalet Bakanı Rachida Dati'nin pazartesi günü Senato üyelerinin kararının "makul" olduğunu ifade etmesi. Türkiye meselesi, mecliste gelecek hafta yapılacak ikinci oturumda gündeme gelecek. UMP sıralarında Türkiye'ye karşı en sert tutum içerisinde olan milletvekilleri, değişiklik önergesinin kabul edilmemesi halinde oylarını anayasa reformu yönünde kullanmamakla tehdit ediyor.


AFP: "AB VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ TÜRKİYE'DE İŞKENCEDE ARTIŞ SİNYALİ VERİYOR"

ANKARA, 25/06(AFP)(BYE)--- Avrupa Birliği ve birçok insan haklarını koruma derneği bugün, Türkiye'de işkence ve kötü muamelede artış tespit etti.
Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Müsteşarı Ulrike Hauer, Ankara'ya yakın bir cezaevinde yaptığı basın toplantısında, AB üyelik müzakereleri başlatılmadan önce Türkiye'nin 2003 yılında yaptığı bir dizi reformun "çok olumlu etkisi" olduğunu belirtti.
Hauer, "Bununla birlikte, özellikle cezaevi dışındaki ve gösteriler bağlamındaki yakalamalar ve gözaltılar sırasında işkence ve kötü muameleler hâlâ bildiriliyor" açıklamasında bulundu.
Avrupalı yetkili, "Bu hareket, Haziran 2007'de polisin tutuklama ve arama yetkisini genişleten yasanın oylanmasıyla daha da şiddetlendi" diye ekledi.
Aynı basın toplantısında Türkiye'deki başlıca insan haklarını koruma örgütleri militanları da, hükümetin verdiği "işkenceye sıfır tolerans" sözlerinin başarısızlığa uğradığını belirterek, aynı tespitte bulundular.
Bir insan haklarını koruma sivil toplum kuruluşu olan Helsinki Citizens Assembly'den Emel Kurma, "Bu alanda ciddi bir niyet yok. Ülkenin imajını korumaya yönelik devletçi bir zihniyet ve gerçeğe karşı cesaret eksikliği var" dedi.
İnsan Hakları Vakfının istatistiklerine göre, işkence ve kötü muamele şikayetinde bulunanların sayısı 2006 yılında 222 iken bu rakam 2007'de 310'a yükseldi.


İNGİLTERE BASINI

BBC: "FRANSA'DA SENATO REFERANDUM ŞARTINI ONAYLAMADI"

ANKARA, 24/06(BYE)--- BBC'nin 07.00-07.30 Türkçe yayınından:

Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı Chirac, Fransızların çoğunun karşı çıkmasına karşın Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini desteklemişti. Ancak Chirac, 2005'de tepkilerin azalması ve dönemin Avrupa anayasasının onaylanması için Fransa Anayasası'nda değişiklik yapmıştı. Türkiye'nin üyeliği konusunda son kararı Fransız halkının vereceği belirtiliyor, referandum koşulu getiriliyordu. Fransa da şimdi ise yeni bir anayasa değişikliği paketi gündemde ve hükümet referandum koşulunun kaldırılmasından yana.
Fransa senatosu genel kurulu dün akşam 7'ye karşı 297 oyla Türkiye referandumu koşulunu anayasada tutan önergeyi reddetti. Önerge nüfusu Avrupa Birliği üyesi ülkelerin toplam nüfusunun yüzde 5'ini aşmayan ülkeler için referandumun yürürlükten kalkmasını öngörüyordu. Ancak bu Türkiye için koşulun sürmesi demekti.
Peki, Fransa senatosunun son kararı ne anlama geliyor? Paris'ten gazeteci Sabetay Varol'a sorduk:

VAROL: Fransız senatosu esasında geçen haftalar da parlamentoya sunulan 33 maddelik anayasa değişikliği paketi sırasında hükümetin getirdiği referandumun anayasadan çıkarılma hükmünün onaylanması, yani daha doğrusu ulusal meclis tarafından ters yönde getirilmiş olan ve Türkiye'ye referandum şartını diğer ülkelerden kaldırmasına rağmen otomatik olarak devam ettiren hükmün kaldırılması ve hükümet tarafından getirilen önergeye dönüş anlamına geliyor. Ancak bunun kabul edilmesi için ulusal meclis ve senatonun özdeş ifadelerle kabul edeceği metinlerin aynı zamanda iki meclisin birleşik oturumunda beşte üç çoğunlukla kabul edilmesi zorunluluğu da var, dolayısıyla henüz tamamlanmamış bir süreç. Onun için biraz daha beklemek gerekecek.

SORU: Peki bu beşte üç çoğunluğun elde edilme şansı nedir?

VAROL: Şimdi sosyalistlerin desteğine ihtiyacı var hükümetin. Zira hükümet yanlısı partiler, tek başlarına mecliste ve senatoda beşte üç çoğunluğa sahip değiller. Sosyalistler ise Türkiye meselesiyle ilgili değil, başka konulardaki birtakım uyuşmazlıklar nedeniyle paketin tümüne eğer bu meclis ve senato arasında git-geller sırasında önemli değişiklikler yapılmazsa karşı oy vereceklerini söylüyorlar. Ancak şöyle bir durum var, birleşik oturumda toplam parlamenterlerin beşte üçü değil de oylamaya katılan parlamenterlerin beşte üçünün onayı gerekiyor. Bu nedenle 20 civarında sosyalist parlamenterin katılmaması durumunda anayasa değişikliği paketi kabul edilecek ve halen Fransız Anayasası'nda mevcut olan Türkiye'ye otomatik referandum ve bundan sonra katılacak olan ülkelere otomatik referandum şartı kalkmış olacak. Eğer paketin tümü reddedilirse bu gerçekleşmeyecek. Yalnız o noktaya gelmeden önce senatoda benimsenen şekliyle metnin ulusal meclis tarafından da benimsenmesi gerekiyor ki, bu konuda henüz kesin bir şey söylemek mümkün değil.

SORU: Peki iktidardaki Halk Hareketi Birliği Partisi içinde bu konuda bir görüş birliği var mı?

VAROL: Hayır yok, zaten ulusal mecliste de Halk Hareketi için Birlik Partisi hükümetten gelen metni değiştirerek, Türkiye'ye yüzde 5 formülünü ortaya atmıştı. Senatoda da yine aynı partinin senatörler kanadı buna karşı çıktı. Dolayısıyla senato grubuyla, meclis grubu arasında görüş birliği olmadığını söyleyebiliriz. Belki de meclis grubu, senatonun teklifini kabul eder, çünkü gerçekten Fransız Anayasası'nın tarihinde ilk kez isim vermeksizin de olsa, özel olarak bir ülkeyi hedef alan bir madde kabul etmiş olacaktı ki, bu da kolay kolay hukuki açıdan olsun, siyasi açıdan olsun kabul edilir bir şey değil.

Bu arada Fransa'da ulusal meclis ve senatonun ortak oturumu 21 Temmuz'da yapılacak. Ancak anayasa paketinin oturuma gelebilmesi için önce ulusal meclis ve senatonun aynı metin üzerinde anlaşması gerekiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy daha önce Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişini reddetmek için "referandumun arkasına sığınamam" demişti. Fransa Başbakanı da Türkiye ile ilgili özel bir düzenlemenin anayasada olmasına karşı çıkmıştı.

İSPANYA BASINI

EL PAIS: "İRLANDA, SİYASİ AVRUPA'YA SON VERECEK"

ANKARA, 25/06(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 24 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, Joschka Fischer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:

Olan oldu. Fransa ve Hollanda'nın Avrupa Anayasa Sözleşmesini reddetmesinin ardından İrlanda'nın "hayır"ı da güçlü ve birleşik bir Avrupa'ya karşı kesin bir ikinci darbe oldu.
12 Haziran 2008 tarihi, Avrupa'da tarih yaratan bir gün olarak hatırlanmak zorunda kalacak. Yapılan kurtarma çalışmalarından ayrı olarak, Avrupa Birliğinin en azından 10 yıl zarfında dünya sahnesinde dış politikada ciddi bir aktör olmaktan vazgeçmesi örtbas edilemeyecek.
Bu, Balkanlardaki sorunların çözüme kavuşturulmaksızın devam ettiği, ABD'nin nispi bir gerileme gösterdiği, Rusya'nın yeniden güç kazandığı, Türkiye'nin iç politikasının kötüleştiği, -AB'nin doğrudan komşusu- Orta Doğu'nun patlama tehdidi altında olduğu ve iki yeni güç olarak Çin ile Hindistan'ın hızlı yükselişinin gelecekte dünya ekonomi ve siyasetini belirleyecek olduğu bir anda meydana geliyor.
İrlanda referandumunun sonuçlarından biri de AB'nin tıkanacak olması. Genişleme süreci ertelenecek veya tamamen duracak çünkü AB, Nice Anayasası'nı temel alarak yeni üye kabul edemez. Bunun bedelini ilk ödeyenler de Balkanlar ve sonrasında Türkiye olacak.
Birliğin küçük ve orta ölçekli üyeleri, dış politikayı tekrar millileştirdikleri zaman İrlanda kararının bedelini en fazla ödeyecek olanlar olacak. Nüfuz kaybedecekler. Büyük ve güçlü bir Avrupa Birliğine alternatif olarak Fransız-Alman ilişkisi yeniden öne çıkacak. Gelecekte bu iki ülke arasındaki sıkı işbirliği, hiç olmadığı kadar, blokeli AB'nin yer çekimi merkezi olacak.

İTALYA BASINI


CORRIERE DELLA SERA: "DIŞİŞLERİ BAKANI FRATTİNİ: TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRİŞİNE EVET"

ROMA, 25/06(BYE)--- Tirajı günde 900 bin olan Corriere della Sera gazetesinin 25 Haziran 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Dışişleri Bakanı Franco Frattini ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında dün gerçekleşen görüşme sırasında konuşulan konulardan biri de Türkiye'nin AB'ye katılım sürecine İtalya'nın desteği konusu oldu.
Açıklamasında, "İtalya, Türkiye'nin AB'ye katılım sürecine başlangıçtan itibaren büyük önem verdi" diyen Dışişleri Bakanı Frattini, İtalya'nın desteğinin devam edeceği garantisini de verdi.
Türk Havacılık ve Uzay Sanayi Şirketi ile Finmeccanica grubu arasında, Türk ordusuna sağlanacak 51 adet helikopterle ilgili bir ortaklık anlaşmasına imza atıldı.

MAKEDONYA BASINI

NOVA MAKEDONIJA: "AB, HIRVATİSTAN VE TÜRKİYE İLE YENİ BAŞLIKLARI AÇTI"

ANKARA, 19/06(BYE)--- Makedonya'da yayımlanan Nova Makedonija gazetesinin 19 Haziran 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Dün AB, Hırvatistan ve Türkiye ile iki yeni başlık daha açtı. Hırvatistan ile, sosyal politika ve işçilerin serbest dolaşımı fasıllarını, Türkiye ile ise fikri mülkiyet hukuku ve şirketler hukuku fasıllarında üyelik görüşmelerini başlattı.
Zagreb şu ana kadar 18 fasıl açtı, iki fasılla ilgili görüşmeler ise geçici bir süre için durdurulmuş durumda.
Ankara, 2005 yılında başlayan müzakere sürecinde şu ana kadar sekiz fasıl açmış oldu. Bu sefer karar, 27 AB ülkesi tarafından alındı. Avusturya, Kıbrıs ve -Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı olan- Fransa fasılların açılmasına bu kez karşı çıkmadı.
Yeni fasılların açılmasının ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, AB'nin gelecek dönem başkanlığını devraldıktan sonra Fransa'nın, AB ile müzakerelerin normal seyrinde devam edeceği konusunda Türkiye'ye verdiği taahhütlere bağlı kalmasını beklediklerini belirtti.

SIRBİSTAN BASINI

DANAS: "TÜRKİYE İÇİN AYRIMCI BİR ANAYASA MADDESİ..."

ANKARA, 25/06(BYE)--- Sırbistan'da yayımlanan Danas gazetesinin 25 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Fransa Senatosu üyeleri pazartesi günü, halk meclisindeki milletvekillerinin mayıs ayında onayladığı, Türkiye gibi büyük ülkelerin AB'ye kabul edilmeleri için Fransa'da bir referandum düzenlenmesini öngören maddeyi reddettiler. Senatörlerin büyük çoğunluğunun, -297 "evet", 9 "hayır"- oyuyla bu madde kaldırılmış oldu. Komünist Partisi dışında tüm diğer siyasi parti üyeleri, bu maddenin Türkiye için ayrımcı bir madde olduğunu düşündü.
Yeşiller Partisinden Alima Boumediene-Thiery, söz konusu madde içindeki metnin Türkiye ve buna benzer bir ülke için utanç verici ve kırıcı olduğunu ifade ederek, Türkiye'nin AB'ye üye olabilmesi için bir referandum düzenlenmesi şartının ayrımcı bir tavır olarak değerlendirilebileceğini açıkladı.
Söz konusu madde, anayasa reformlarının geniş bir paketinin bir parçası olarak, vatandaş sayısı AB vatandaşlarının (500 milyon) yüzde beşini geçen herhangi bir ülkenin AB'ye üye olması durumunda bir referandumun düzenlenmesi gerektiğini içeriyor. Bu maddeyi Fransız Milli Meclisi 29 Mayıs'ta 48 "evet" ve 21 "hayır" oyuyla onaylamışken, çoğunluk toplantıya katılmamıştı.
Sağ merkez senatörü Josselin de Rohan, bu anayasa maddesinin Fransa'nın dostu ve müttefiki olan Türkiye için utanç verici olduğunu ifade ederek, son dönemde çok zedelenen Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin çok büyük önem taşıdığını düşündüğünü açıkladı.


ABD BASINI

VOICE OF AMERICA: "TÜRK DIŞİŞLERİ BAKANI, AB MÜZAKERELERİNDE FRANSA'DAN ADİL OLMASINI BEKLİYOR"

WASHINGTON, 19/06(BYE)--- Voice of America'nın 17 Haziran 2008 tarihli haber bültenlerinde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye, Avrupa Birliği'ne girme çabasına açık sözlülükle karşı çıkan Fransa'nın, gelecek ay dönem başkanlığını üstlendiğinde AB'ye giriş müzakerelerini adil bir şekilde yürütmesini beklediğini açıkladı.
Fransa 1 Temmuz'da üstleneceği dönem başkanlığında Ankara hükümeti ile müzakereleri sürdürecek.
Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan salı günü, hükümetinin, AB'ye giriş sürecinin Fransa'nın altı aylık başkanlık döneminde de ilerleme sağlayacağı ve AB'nin tarafsız görüşmeler yürüteceğine inandığını açıkladı.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin 27 ülkeli Birliğe girişine karşı olduğunu açıklamış ve Fransız diplomatlar da beş müzakere alanında ikili görüşmeleri engellemekle suçlanmıştı.
Sarkozy, Müslüman Türkiye'nin, AB üyeliğinin gerektirdiği siyasi reformları gerçekleştirmekte yavaş kaldığı algılamasına atıfta bulunarak, Ankara hükümetine tam üyelik yerine özel bir AB ortaklığı verilmesini önermişti.


THE NEW YORK TIMES: "İRLANDA KAZIĞI"

ANKARA, 19/06(BYE)--- ABD'de yayımlanan The New York Times'ın 19 Haziran 2008 tarihli sayısında, Roger Cohen imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

Avrupalılar son yılları, Amerikalıların George W. Bush'u nasıl ikinci kez başkan seçecek kadar akılsız olabildiklerine kafa yorarak geçirdiler. Ancak konu seçimlerde akılsızca davranmaya geldiğinde, İrlandalıları kimse alt edemez.
Avrupa Birliği üyeliğinden İrlanda'dan daha fazla faydalanan başka bir ülke düşünemiyorum. Ülke, son 10-20 yılda büyük bir sıçrama göstererek büyüme oranı, yabancı yatırımları ve sıfırdan zengin oluşunun ilerleme katetmek isteyen her küçük ulusu kıskandırdığı bir Kelt Kaplanı'na dönüştü.
Ancak İrlanda bugün 27 üyeye sahip AB'nin işleyişi için son derece önemli olan Lizbon Antlaşmasını reddediyor. "Besle kargayı, oysun gözünü" deyimi, bu dikkafalılığı tarif etmeye yetmez.
Lizbon Antlaşması son derece önemli. Antlaşmayla 27 üyelik Birlik için kolay işleyecek bir karar mekanizması oluşturulabilir. Antlaşma, AB'nin siyasi nüfuzunu ekonomik ağırlığıyla eşdeğerde artıracak, başkanlık sistemi ve dış politikayla ilgili bir takım değişiklikler meydana gelmesini sağlayabilir. Küresel güçlerin sürekli değişim gösterdiği günümüzde Avrupa'nın tutarlılığa ihtiyacı var.
Bu Avrupa dramını Türkiye'den izlemek oldukça ilginç. Yaklaşık 50 yıldır Avrupa Birliği bekleme listesinde olan Türkiye, tüm bu süreç nedeniyle hayal kırıklığına uğramış durumda. Üyelik için duyulan istek yerini Avrupa'nın amaçlarına karşı duyulan evrensel bir güvensizliğe bırakmış.
Fransa Tarım Bakanı Michel Barnier, İrlanda'daki referandumun Avrupalıların "sınırları ve limitleri olmayan" bir AB'den korktuklarını gösterdiğini söyledi. Fransa'da Türkiye'nin üyeliğine dair yapılması planlanan referandumun ne anlama geldiği oldukça açık.
AB'de genişleme sürecine makul açıklamalar getiren AB yetkilileri de var. Ancak Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering gayet dürüst davranarak İrlandalıların red kararının daha fazla genişlemeyi -muhtemel Hırvatistan üyeliği hariç- imkansız hale getirdiğini söyledi.
Tüm bu fikirler yanlış. Türkiye'nin AB üyeliği tarihi nedenlerden ötürü önemli. Bugün Hristiyan ve Müslüman ülkeler arasında daha önemli bir köprü oluşturulamaz. 1960'larda bir söz verildi ve bu söz tutulmalı.
Avrupa takıntılarından kurtulmalı. Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için tüm üye ülkelerin onayını alması gerekiyor. Önümüzdeki aylarda nankör İrlandalılarla bir anlaşma yolu bulmaya çalışılmalıdır.
AB'nin bu başarısızlığı gösteriyor ki Türkler, kurumları felce uğrayan ve dar görüşlü bir tarih anlayışına sahip olan Avrupa'ya sırt çevirmekte pek de haksız değiller. Diğer ülkelerin de böyle davranabileceğini düşünüyorum, çünkü görünen o ki siyasi Avrupa fikri ölmüş ve yerine İrlandalıların son günlerde örneğini gösterdiği gibi dar görüşlülük geçmiş.


AP: "AB ÜYELİĞİ PEŞİNDEKİ TÜRKLERİN AVRUPA'DAKİ FUTBOL ZAFERLERİ BATI İLE İLİŞKİLERİNİN ACISINI HAFİFLETTİ"

İSTANBUL, 24/06(AP)(BYE)--- Christopher Torchia bildiriyor:

Osmanlı orduları Viyana'yı fethedemedi, ama 11 Türk futbolcu bunu yapabileceklerini düşünüyor.
Milyonlarca Türk'e göre de benzer şekilde, takımlarının Avrupa Şampiyonası yarı finaline çıkması sadece gol atmakla ilgili bir şey değil. Pek çokları bunu, kimlik ve güvensizliğe, yüzyıllardır devam eden ihtilaf ve bir arada olmaya -bir de ülkenin Avrupa kulübüne katılma arzusuna- bağlıyor.
Akademisyen Hüseyin Bağcı bu durumu "dünyaya Türklerin yapabileceklerini gösterme arzusu" olarak niteliyor, ancak bu, bize karşı onlar meselesinden ibaret değil.
Türkiye'nin bir sonraki rakibi yaklaşık üç milyon Türk'e ev sahipliği yapan Almanya. Türkiye'nin iki önemli oyuncusu, Hamit Altıntop ve Hakan Balta Almanya'da büyümüş, o ülkenin futbol sisteminde yetişmiş ve önde gelen Alman takımlarında oynamışlar.
Dolayısıyla Türkler ve Almanlar, zaman zaman şiddete varan asimilasyon ve ırk temelli gerilimlere rağmen iç içe geçmiş durumdalar.
Futboluyla Avrupa'yı fethederek Türkiye aynı zamanda Avrupa Birliği'ne katılma yolunda yaşadığı pek çok hayal kırıklığını da hafifletiyor. Bir yıldan uzun süredir süreç kötüye gidiyor, Avrupalıların huzursuzluğu ve Türklerin öfkesiyle sıkıntılı bir dönemden geçiliyor.
Bugün Türk Parlamentosunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, millî takımın "zorlu koşullar, imkansızlıklar ve dezavantajlara rağmen başarılı olmak zorunda olanlara ilham verdiğini" söyledi.
Tecrübeli ve amansız Almanlar karşısında, önemli futbolcularının sakatlıklarından ve cezalardan mustarip Türkiye'nin şansı az görünüyor. Yine de Türkler millî takımın teknik direktörü Fatih Terim'den umutlu.
Terim, egemenliği; Batılı güçler, Kürt asiler, Türklerin Ermenilere karşı soykırım yaptığı suçlamaları Hristiyanlar ve diğer azınlıkların tehdidi altında gören bir kesimin bulunduğu Türkiye'deki şiddetli milliyetçiliği temsil ediyor.
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk bir keresinde Terim'i, "aşırı milliyetçi" olarak nitelemiş, Terim de Türk kimliğini aşağıladığı iddiasıyla yargılanan Pamuk'u "yetersiz milliyetçi" olarak tanımlamıştı.
Türkiye'nin futbol başarısı, tutkunun ve kendine inancın, soğukkanlı mantık ve deneyimden daha etkili olduğunun bir kanıtı gibi görünüyor.


THE WALL STREET JOURNAL EUROPE: "BEKLENMEDİK BARIŞ"

WASHINGTON, 25/06(BYE)--- ABD'de yayımlanan The Wall Street Journal gazetesinin 24 Haziran 2008 tarihli Avrupa baskısında, Uluslararası Kriz Gurubu kıdemli analizcisi, "Fatihlerin Evlatları, Türk Dünyasının Yükselişi" adlı kitabın yazarı Hugh Pope imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Lefkoşa çıkışlı makalenin çevirisi şöyledir:

Şimdiye kadar hiç kimse, Kıbrıs barış sürecinin başarısız olacağına dair bahse girip para kaybetmemiştir. Ancak yıllardan sonra bu yıl, söz konusu anlaşmazlığı sona erdirecek en iyi şans sessizce yerel ve uluslararası karar vericilere yaklaştı ve şimdi Avrupa Birliğinin geçmişteki hatalarını affettirmek için son bir fırsatı var.
Her ikisi de AB'ye yakınlaşmaya istekli olan Kıbrıslı Türkler ve Türkiye, yönlerini ilk değiştirenler olmuşlardı. 250 bin Kıbrıslı Türk 2004 yılında katı tutumlu liderleri Rauf Denktaş'ı oylarıyla görevden uzaklaştırdı, Birleşmiş Milletler'in aracı olduğu, AB'nin onayladığı ve yeni bir Kıbrıs federasyonunun kurulmasını ve Türk askerlerinin çekilmesini öngören, Annan Planı olarak bilinen planı kabul etti. Askerler, Türk ordusunun adanın Yunanistan ile birleşmesini amaçlayan bir Kıbrıs Rum darbesini önlemek için adanın kuzey bölümünü istila ettiği 1974 yılından bu yana Kıbrıs'ta bulunuyorlar.
Buna karşın, 750 bin Kıbrıslı Rum büyük oy çoğunluğuyla Annan Planını reddetti. Ancak anlaşılmaz bir şekilde bu uzlaşmaz tavırları için oylamanın hemen arkasından AB tam üyeliğiyle ödüllendirildiler. Ondan sonra da istenmeyen sonuçlar kuralı devreye girdi. AB üyeliği Kıbrıslı Rumlara öylesine bir güven duygusu aşıladı ki, artık orduları için yedek parçayı bile zor alıyorlar. Üyelik Rumların ayrıca sonunda Türkiye'nin askeri gücü tarafından desteklenen Kıbrıslı Türklerle adil bir anlaşma yapabileceklerine inanmalarını sağladı. Kıbrıslı Rumlar, aynı zamanda katı tutumlu liderleri Tasos Papadopulos'un uyuşmaz politikalarının, kendi bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin uluslararası tanınmasını artırdığının farkına vardılar. Kapılarında ikinci bir Kosova'nın oluşmasından korktular. Ve böylece Kıbrıslı Rum seçmenler şubat ayında kampanyasını Annan Planının reddedilmesine dayandıran ve herhangi bir uzlaşma anlaşmasına engel olacağını duyuran Papadopulos'u görevden uzaklaştırdılar.
Daha önce görev başındaki hiçbir Kıbrıslı Rum lider seçimlerin ilk turunda kaybetmemişti.
Seçimin galibi pragmatik komünist lider Dimitris Hristofyas ise aksine Kıbrıslı Türklere verilecek tavizler konusunda kampanya yaptı. İktidara gelmesinden bu yana bir çok tabuyu yıkan Hristofyas, Kıbrıslı Rumların uzlaşmazlığın sorumluluğunu paylaşması gerektiğini kabul etti. Hristofyas, 1960'ların toplumsal şiddet olaylarında öldürülen bir Kıbrıslı Türkün yeniden yapılan cenaze törenine çelenk ve temsilci yolladı ve Kıbrıs'a Türkiye'den doğrudan giriş yapan Türk ziyaretçilerle görüştü. Her iki taraf da 3 Nisan'da Lefkoşa'nın eski şehir merkezindeki yeni bir geçidi açtı.
Hristofyas'ın girişimleri güven yaratma önlemlerinin de ötesine gitti. Uzlaşmanın ardından bir Kıbrıs Türk yönetiminin olacağını kabul eden Hristofyas, kendi halkına da varılacak bir anlaşmanın, Türkiye'nin 1974 işgali sırasında yerlerinden ayrılan bütün Kıbrıslı Rum mültecilerin geri gelmesini sağlamayacağını anlattı ve sonrasında da kuzeye yerleşen 50 bin Türk göçmenin benimsedikleri yeni anavatanlarında kalmalarını kabul etmeye hazır olduğunu söyledi. Bu konu, göçmenleri Ankara'nın adanın demografik yapısını değiştirmek için yolladığı kaçak yerleşimciler olarak kabul eden Kıbrıslı Rumlar için rahatsızlık veren bir durumdur.
Buna karşın Hristofyas, cesur yaklaşımları için geniş kapsamlı siyasi bir desteğe sahip. Örnek vermek gerekirse, Nicos Anastasiades'in lideri olduğu merkez sağ anamuhalefet Demokratik Birlik Partisi, uzlaşma sağlanması için daha fazla çaba gösterilmesini istemektedir. Uzlaşma için bu yeni keşfedilmiş tat, ekonomik gereksinimden olduğu kadar siyasi pragmatizmden de kaynaklanmaktadır. Liberal medya gibi, Kıbrıs Rum iş dünyası da Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesiyle, adanın çökmekte olan turizm sektörünün yeniden canlandırılabilmesinin yanı sıra, giderek artan bir biçimde Türkiye'nin güçlü ekonomisine yanaşan bir bölgede mali ve diğer hizmetlerin merkezi olarak daha iyi kazanç elde edilebileceğinin farkına varıyor. Ve artık birçok Kıbrıslı Rum, uzlaşmanın, kaybedilen mallar için tazminat alınmasının ve 25 ila 43 bin arasındaki Türk askerinin adadan çekilmesini sağlamanın tek yolu olduğunu kabul ediyor.
Bu, akıllara iki tarafın gelecek 12 ay içinde bir anlaşmaya şekil verebileceğini getiren dikkate değer bir gelişmedir. 21 Mart'ta anlaşmanın temellerini görüşmek için 13 çalışma grubu ve teknik komite oluşturuldu. Bir diplomat, iki liderin de "şimdiden her şeyi ayarlamış gibi göründüklerini" düşünüyor.
Hristofyas ve Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat, 23 Mayıs'ta gelecekteki bir anlaşmanın ana hatlarını belirlediler. Kıbrıslı Rumların birleşme istekleriyle Kıbrıslı Türklerin özerklik istekleri arasındaki uçurumu, en azından lafzi olarak kapatmayı başardılar. Yapılması düşünülen anlaşma uyarınca, Kıbrıs, "tek bir uluslararası kimliğe sahip" ancak "eşit statülü" iki kurucu devletten oluşan tek bir "federal hükümetten" oluşacak. Daha da önemlisi, bu formülün Türkiye Milli Güvenlik Kurulunun nisan ayında önerdiği formülle benzeşiyor olması, Ankara'nın bu tür bir anlaşmayı kabul edebileceğini düşündürmektedir.
Görüşmelere buraya kadar uzmanca yön veren Genel Sekreter Yardımcısı ve BM'nin Kıbrıs politikası sorumlusu Lynn Pascoe geçtiğimiz hafta, sürecin beklenenden daha iyi olduğu değerlendirmesi yaptı. Pascoe bir basın toplantısında "Bu sefer gerçekten, iyi bir sonuç verecek bir yolda olduğumuzu düşünüyorum" dedi.
Lefkoşa'nın huzur veren sokaklarında yürürken Kıbrıs anlaşmazlığını hissetmek güçtür. İngiliz koloniciliğinin bal taşlı villaları ve göz alıcı spor araçlarla dolu palmiye ağaçlarının sıralandığı yollarıyla ada, dondurulmuş bir ihtilaftan çok müreffeh bir Doğu Akdeniz emirliği gibi görünüyor. Yine de mevcut durum her zamanki gibi aldatıcı.
Adanın Rum kesiminin artık AB'de olması nedeniyle görüşmelerde başarısız olunmasının bedeli Avrupa'nın geri kalanına da yansıyacaktır. Kıbrıslı Rumlar halihazırda, Türkiye'nin AB katılım müzakereleri çerçevesinde Brüksel ve Ankara arasındaki enerji eşgüdümü görüşmelerini engelleyerek sıkıntıya neden oluyorlar. Eğer her şey ters giderse, aynı Yunanistan'ın 1980 ve 1990'lı yıllarda Türkiye'ye AB mali yardımını engelleyerek zarar vermesi gibi, Kıbrıslı Rumlar da AB üyeliklerini, Birliğin Türkiye ile ilişkilerini bozmak için kullanacaktır.
Buna karşılık ise Türkiye zaten halihazırda NATO üyeliğini, AB'yi cezalandırmak için kullanmaktadır. Ankara barış sağlama görevlerine katılım sağlamamakta ve AB-NATO resmi işbirliğine engel olmaktadır. Mevcut görüşmelerin başarısız olması durumunda Türkiye'nin daha da ileri gideceği şüphesizdir.
Kısaca, Avrupalı liderlerin Kıbrıs'a öncelik vermelerinin zamanı artık gelmiştir. İrlanda'nın Lizbon Antlaşmasını reddetmesinden sonra, AB'ye ilgi çekmek için Kıbrıs'a barış getirmekten daha iyi ne olabilir? Demokrasi ve refah yaymak, AB'nin en asli amacı ve en büyük başarısı olmuştur. AB bunu, 2004 yılında herkes tarafından çok yanlış bir şekilde anlaşılanı, 2008 yılında Hristofyas ve Talat beyefendilerin doğru yapmalarına yardımcı olarak yeniden başarabilir.


RAND: "TÜRKİYE'DE SİYASİ İSLAM'IN YÜKSELİŞİ"

ANKARA, 25/06(BYE)--- ABD Savunma Bakanlığına bağlı düşünce kuruluşu RAND Corporation bünyesinde Angel Rabasa ve F. Stephen Larrabee tarafından yukarıdaki başlık altında hazırlanan raporun özet çevirisi şöyledir:

Müslümanların çoğunlukta olduğu, laik ve demokratik Türkiye, bir NATO üyesi ve ABD'nin çok eskiden beri müttefikidir. Bütün bunlar, Türkiye'yi, ABD'nin Orta Doğu'da güvenli bir ortam oluşturma stratejisi açısından kilit bir konuma oturtuyor. Türkiye'de İslami partiler son yıllara dek marjinal bir hareketten ibaretti. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) son iki genel seçimde elde ettiği başarı, İslami kökenli siyasi hareketin güçlendiğini göstermektedir.
AKP'nin İslami kökenleri olsa da kendinden önceki partilerden -Millî Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi- ideolojisi, siyasi emelleri, piyasa odaklı ekonomi programı ve hitap ettiği geniş seçmen kitlesinden dolayı büyük farklılıklar arz ediyor. AKP bütün geçmişine rağmen açıkça İslami bir gündem takip etmedi. AKP hükümeti, Türkiye'nin AB'ye katılım girişimine, ekonomide istikrara ve başörtüsü yasağı gibi sembolik konularla ilgili yasalarda reforma öncelik verdi. Ancak laikler "sinsi bir İslamlaşma"dan endişe ediyor.

--Türkiye'nin Siyasi Geleceğiyle İlgili Senaryolar--

Türkiye'nin (ve AKP'nin) değişiminin ne kadar köklü olduğu ve Türkiye'nin gelecekteki siyasi gelişimini ve dış politikasını nasıl etkileyeceği hâlâ yanıt bekleyen sorular.
Önümüzdeki on yıl içinde Türkiye birkaç farklı yönde ilerleyebilir. Aşağıda bahsedilen dört alternatif gelecek senaryosundan bazıları diğerlerine göre daha olası. Ancak dördü de mantıklı ve her biri, üzerinde ciddi şekilde düşünülüp incelenmeye değer senaryolar.

--Birinci Senaryo: AKP, Ilımlı ve AB Odaklı Bir Yolda İlerleyecektir--

Bu senaryoya göre, AKP iktidardaki konumunu güçlendirip dış siyasetini, partiyi AB odaklı politikasından uzaklaştıracak herhangi bir İslami etkiye izin vermeyecek.
2008 yılının ilk aylarına dek bu, en muhtemel senaryo gibi görünüyordu. Ancak Cumhuriyet Başsavcısının Anayasa Mahkemesine sunduğu iddianame bu ihtimali şüpheli hâle getirdi.
Bürokrasinin askeri ve laik kanatları ile yargı ve yüksek öğrenim kurumlarının AKP'nin önüne koyduğu bütün siyasi kısıtlamalara ek olarak hükümeti ılımlı bir politika izlemeye itecek iki etken daha var.
Bunlardan biri, halkın Türkiye'de bir İslam devleti kurulmasını istememesi. Türklerin, dindar olanları da dahil, büyük bir çoğunluğu laik devletten yana. Bir diğer etken ise, Türkiye'nin kurumlarıyla, ekonomisiyle, takip ettiği stratejilerle ve büyük ölçüde kültürüyle Avrupa'ya daha yakın oluşu.

--İkinci Senaryo: Sinsi İslamlaşma--

Bu senaryoya göre ikinci kez başa gelen AKP hükümeti daha sert bir İslami gündemi takip edecektir. Yürütme ve yargı yetkilerinin tam kontrolünü ele geçiren AKP, artık yöneticileri, hâkimleri ve üniversite rektörlerini atama yetkisine sahip olacak, ordu yetkililerinin kararlarını dahi etkileyebilecektir. Avrupa, partinin yürüttüğü AB üyeliği girişimine gittikçe artan bir tepki gösterecek, AKP de bunun üzerine rekabetçi bir İslam birliği oluşturma çabasına girişecektir.
"Sinsi İslamlaşma" laikleri en çok üzen senaryo, ancak gerçekleşmesi pek çok açıdan olası görünmüyor. Bu politika öncelikle siyasi kutuplaşmanın artmasına yol açıp büyük ihtimalle ordunun müdahalesiyle karşılaşır. Bir diğer neden ise, Türklerin çoğunun laik bir devlet istemesi ve şeriatla yönetilen bir ülke istememesi.

--Üçüncü Senaryo: AKP'nin Yargı Tarafından Kapatılması--

Anayasa Mahkemesi, AKP'yi kapatır. Ancak partinin kapatılması sorunları çözmeye yaramadığı gibi krizin daha da büyümesine yol açar. Arkasında büyük bir seçmen desteğine sahip olan AKP kapatıldığı takdirde farklı bir isimle tekrar kurulacaktır. AKP kapatıldığında AB ile ilişkiler de gerilecek, Türkiye'nin Birliğe katılımı daha da zorlaşacaktır.

--Dördüncü Senaryo: Ordunun Müdahalesi--

Dördüncü olasılık, toplumdaki gerilimin artması sonucu ordunun müdahalesi. Bu müdahale iki şekilde olabilir:
- Ordunun AKP'ye toplumsal baskı uyguladığı "yumuşak darbe" ve sonucunda partinin siyasetten çekilmeye zorlanması.
- Doğrudan bir askeri müdahaleyle AKP hükümetinin zorla görevden alması ve partinin dağıtılması. Askeri darbe ihtimali göz ardı edilemez; hele ki AKP İslami gündeminde daha sert bir şekilde diretirse, ordu son çare olarak darbeye başvurabilir.

--ABD Politikası Açısından Bakınca--

İslam'ın Türkiye'deki rolünün sınanacağı bu süreç ABD politikası açısından da çeşitli sonuçlar ve etkiler yaratacaktır.
İlk planda söz konusu olan, Türkiye'deki İslam'ın doğası ve Türk siyaset hayatındaki rolüdür. Türkiye'nin, Osmanlı döneminden bugüne İslamiyet ile Batılılaşmayı birleştirme peşinde geçen uzunca bir tarihi var. Bu sayede Orta Doğu'daki diğer Müslüman ülkelerden ayrılan Türkiye'nin bölgede siyasi modernleşme sürecine özgü bölünme, parçalanma ve şiddetten uzak kalabilme şansı artıyor.
Bu önemli, zira İslam'ın demokrasiyle uyumu meselesinin esasını oluşturuyor. İslami kökenli bir partinin, dinle devlet arasındaki sınırları gözetirken laik bir demokratik sistem içinde işleyebilmesi İslam'ın modern laik demokrasiyle uzlaşamayacağı
argümanını çürütülebilir. Diğer yandan deney başarısız olursa, radikal İslam'ın yayılmasını engellemek için gerekli ılımlı İslam siperini zayıflatarak "laik-İslamcı" kutuplaşmasını derinleştirebilir.
Türkiye'nin ötesinde, İslam'ın, demokrasi ve laiklikle burada yakaladığı uyum, radikal ve genel geçer İslam yorumları arasındaki mevcut ideolojik ihtilafta değerli bir kaynaktır. Bu yüzden Türkiye'deki hâkim teşekküller, İslam'ın ılımlı ve çoğulcu yorumlarını yaymak için Müslüman dünyanın diğer köşelerindeki kurum ve gruplarla ortaklıklar kurmaya teşvik edilmelidir.
Bununla birlikte ABD'li karar mercileri, Türkiye'yi Orta Doğu için bir model olarak gösterirken de ihtiyatı elden bırakmamalıdırlar. Bu fikir özellikle laikler ve ordu için rahatsız edici, zira Türkiye'yi ziyasi olarak Orta Doğu'ya daha da yakınlaştırıyor ve Türkiye'nin Batılı kimliğini zayıflatıyor. Ayrıca Türkiye'deki siyasi İslam'ı güçlendirmesinden ve uzun vadede laiklik ilkesini aşındırmasından da korkuyorlar.
İkinci nokta da Türkiye'yi dönüştüren kaynaklarla ilgili. Türkiye'de siyasi İslam'ın güç kazanması daha çok iç faktörlere, özellikle de demokratikleşmeye ve Türk toplumunun son yıllardaki sosyoekonomik dönüşümüne karşı bir tepkidir. Önemlidir ki bunun doğal sonucu olarak ABD bu alanda pek etkili olamayabilir. Ayrıca yeni ve farklı bir elit yetiştirmenin önemini de ortaya koymaktadır.
Üçüncüsü şu, ki Türkiye'deki mevcut siyasi gerginliği, "İslamcılar" ile "laikler" arasındaki bir mücadele olarak görmek, durumu fazlasıyla basitleştirmek olur. Bu gerginlik daha çok yeni ortaya çıkmakta olan toplumsal kesimle laik elit arasındaki -periferiyle merkez arasındaki- güç mücadelesidir. 1980'lerin ortalarında başlayan demokratikleşme süreci siyasetten büyük ölçüde dışlanan güçlere örgütlenip görüşlerini yayabilecekleri bir siyasi alan açmış bulunuyor.
Dördüncü olarak, AKP İslamcı kökenine rağmen dini, sınıfsal ve bölgesel farklılıklara üstün gelen geniş çaplı bir siyasi desteğe sahip. Liberal, serbest-piyasa yanlısı ekonomi politikaları da, sosyal muhafazakâr, ama küresel ekonomiye dahil olmuş taşralı girişimci sınıfları cezbediyor. AKP, demokratik reformlara verdiği destek ve izlediği hoşgörü politikasıyla azınlıklardan destek görmüştür.
Beşincisine gelince; son on yılda AKP, İslamcı seleflerine özgü Batı karşıtı söylemleri bırakıp Batılı toplumlarınkine uygun değerleri vurgulayan bir söylem benimsediği, bir ideolojik dönüşümden geçti. En çok AKP'nin AB üyeliğindeki konumunda görünür olan bu kayma Türk siyasetinde önemli bir düzenlemeyle sonuçlandı. Geçmişte Batı ile yakın bağları olanlar Kemalistlerdi, son yıllarda ise bu rolü AKP üstlendi. İronik olarak, AKP, Türkiye'yi AB normları ve yasalarına uygun hâle getirecek reformları zorlarken, Kemalist müessesedeki bazı kesimler ve ordu, AB üyeliğinin demokratikleşmeyi ve laikliği baltalayabileceğinden endişelenmeye başladılar.
Türkiye'nin AB üyeliğini elde etme ihtimali belirsiz. AB Komisyonu müzakereleri desteklese de Avrupa'da, Türkiye'nin üyeliğine muhalefet artıyor. ABD, AB üyesi olmadığı hâlde üyelik meselesinin ele alınış şeklinde pay sahibi. Türkiye'nin AB'ye entegrasyonu, Türkiye'nin Batı'ya yöneliminin yanı sıra AB'yi de güçlendirip, Batı'nın Müslümanlara düşman olduğu görüşünü de çürütecektir. Diğer yandan Türkiye'nin adaylığının reddedilmesi, Türkiye'deki Batı ile bağları zayıflatmak isteyen güçleri destekleyerek Batı karşıtı bir tepkiyi kışkırtabilir.
Altıncı nokta da, Türkiye'nin Orta Doğu politikasının ikili ABD-Türk ilişkilerinde hassas bir mesele olarak kalma ihtimalidir. Orta Doğu'daki çıkarlarının artması Ankara'yı, ABD'nin üslerini Türkiye'nin çıkarına olmadıkça kullanmasına karşı ihtiyatlı kılacaktır.
ABD Kongresinde sürekli gündemde tutulan Ermeni soykırımı yasa tasarıları da Ankara ile gelecekte ilişkilerin gerilmesine neden olabilir. Gelecekteki yönetimlerin, Ermeni meselesiyle Türkiye ile ilişkilerin daha fazla bozulmaması için Kongre liderleriyle yakından çalışmaları gerekecek.
ABD'nin ayrıca, PKK'nın Türkiye'deki terör saldırılarıyla daha fazla ilgilenmesi gerekiyor. Türklerin gözünde PKK meselesi, güvenlik alanında ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin değerini ortaya koyacak bir turnusal testi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kasım 2007'deki Washington ziyaretinden sonra Ankara ile PKK'ya karşı daha yakın askerî ve istihbarî işbirliği, güvensizliğin ve gerginliğin biraz olsun giderilmesini sağladı. Ama bunu başka somut adımların da izlemesi gerekiyor. Özellikle ABD, Kürdistan bölge hükümetine PKK'ya karşı önlemler alması ve gruba lojistik ve siyasi desteğini azaltması için daha çok baskı yapmalıdır. Aynı zamanda sıkı bir terörle mücadele programı, PKK'yı yenme stratejisinin önemli bir bileşeni olsa da, Kürtlerin rahatsızlıklarının ana nedenlerine yönelik toplumsal ve ekonomik reformlarla desteklenmelidir.


AZERBAYCAN BASINI


ZAMAN: "TÜRKİYE'YE AVRUPA PARLAMENTOSU'NDAN SERT UYARILAR GELİYOR"

BAKÜ, 21/06(BYE)--- Tirajı 6 bin olan ve haftada üç kez yayımlanan iktidar eğilimli Zaman gazetesinin 21 Haziran 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Avrupa Parlamentosu'nun, "Adalet ve Kalkınma Partisi kapanırsa Türkiye ile müzakereler durdurulur" şeklindeki açıklamasından sonra bir uyarı da ABD'den geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin, karar alırken halkın iradesini göz önünde bulundurması gerektiğini bildirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Tom Casey, "Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin konuyu işin sorumluluğunu göz önünde bulundurarak bir karara bağlayacağına inanıyoruz. Türkiye demokrasisini destekliyor ve Anayasa Mahkemesi'nin, demokrasinin önünü kesmeyeceğine inanıyoruz" dedi.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Terry Davis de, son dönemlerde Türkiye'de ifade özgürlüğüyle ilgili ciddi sorunlar yaşandığını vurgulayarak, son yıllarda çok gelişen Türkiye demokrasisinin mahkeme tarafından ciddi bir tehlikeye atılması halinde bu kararın Türkiye için ağır sonuçlar doğurabileceğini sözlerine ekledi.


ZAMAN: "AKPM: MAHKEMENİN ALACAĞI KARARDAN DOLAYI ENDİŞELİYİZ"

BAKÜ, 24/06(BYE)--- Tirajı haftada altı bin olan iktidar eğilimli Zaman gazetesinin 24 Haziran 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevrisi şöyledir:

AKPM'nin yaz dönemine girmesiyle ilgili düzenlediği basın toplantısında açıklama yapan AKPM Başkanı Luiz Maria De Puig, Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin, Adalet ve Kalkınma Partisi ile ilgili karar alırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Venedik Kriterlerini göz önünde bulunduracağını ümit ettiklerini söyledi.
Avrupa Parlamentosunun Türkiye'deki demokrasinin durumunu ciddi bir şekilde takip ettiğini ve mahkemenin alacağı kararın Ankara ile Avrupa arasındaki ilişkilerin devamında önemli bir etken olacağını bildiren De Puig şöyle konuştu:
"Amacımız Türkiye'nin iç işlerine karışmak değil, yardımcı olmak. Biz sadece mesaj vermek ve AKPM'nin konuyla ilgili endişesini ifade etmek istiyoruz. Türkiye'de halkın ve hukukun iradesinin korunmasından yanayız. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ve AB'ye katılmak isteyen bir ülke. Bu nedenle söz konusu ülkedeki olaylara kayıtsız yaklaşmak istemiyoruz. Türkiye'de kriz yaşanmasını değil, demokrasinin gelişmesini istiyoruz."
26 Haziran'da AKPM'de Türkiye ile ilgili müzakerelerin yapılacağı bildiriliyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Babacan'ın da davet edildiği müzakerelerde, Anayasa Mahkemesi'nin üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasını öngören kararı iptal etmesi konusu gündeme getirilecek.


İRAN BASINI

CUMHURİ İSLAMİ: "TÜRK HALKININ LAİKLERE KARŞI GÖSTERİSİ"

ANKARA, 23/06(BYE)--- İran'da yayımlanan Cumhuri İslami gazetesinin 23 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:

İstanbul'da binlerce kişi, laiklerin AKP'ye yönelik girişimlerine tepki olarak gösteri düzenledi ve iktidar partisine karşı darbe girişimi konusunda uyarıda bulundu.
AFP'nin haberine göre, Türkiye'nin en büyük kentinde binlerce kişi, AKP'nin kapatılmasına karşı yapılan çabaları protesto etti.
Türkiye Anayasa Mahkemesi, gelecek ay AKP'nin İslami bir hükümet kurma çabasında olduğunu iddia eden savcının iddianamesini inceleyecek.
AKP yandaşları, yargı sisteminin İslamcılara yönelik çabalarının aslında AKP'ye yönelik askeri bir darbe olduğuna inanıyor. Söz konusu gösteriler İslamcı grupların çağrısıyla gerçekleşti.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın sözlü açıklamalarını 1 Temmuz'da dinleyecek. AKP'nin sözlü savunmasını ise 3 Temmuz'da alacak.
Türkiye'de kurulduğu tarihten bu yana üç askeri darbe gerçekleşti ayrıca bazı İslami partiler de kapatıldı.

--ABD ve Avrupa'nın Türkiye'nin İç İşlerine Müdahalesi--

Türkiye'deki bir haber sitesi, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ile Avrupa Parlamentosu Başkanının Türkiye'deki siyasi gelişmelerle ilgili son açıklamalarına işaret ederek, ABD ve Avrupa'nın Türkiye'nin iç işlerine müdahalesini kınadı. "Haberciler" sitesinde yayımlanan habere göre, Anayasa Mahkemesi, AKP'nin kapatılma istemiyle ilgili bir karar alacak, ancak ABD ve AB mahkemeye o denli baskı uyguluyor ki, karar ne olursa olsun adil olmayacak.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tom Casey, AKP'nin kapatılması davasıyla ilgili bir soruya şu yanıtı verdi: "Biz güçlü bir şekilde Türkiye'deki demokrasiyi destekliyoruz. Doğal olarak konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesinden oylama sırasında halkın iradesini dikkate almasını bekliyoruz."
Brüksel'de AB liderleri toplantısında AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile ortaklaşa düzenlediği basın toplantısında konuşan Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering, kimsenin Türkiye ile müzakerelerin durmasını düşünmediğini, ancak AKP'nin kapatılması ve Erdoğan'ın siyasi faaliyetlerinin yasaklanması durumunda bunu Türkiye'nin yapmış olacağını belirtti.
Pöttering şöyle konuştu: "Türkiye'nin kendisi şartları değiştirmediği sürece müzakereler sürecek."
AB Komisyonu Başkanı Barroso da konuyu değerlendirmesinde, iktidar partisinin kapatılmasının önemli sonuçları olacağını vurguladı.
TBMM eski Başkanı Bülent Arınç, AKP'nin kapatılması için en ufak bir ihtimalin bile mümkün olmadığını belirtti. Şu anda TBMM'de AKP milletvekili olarak bulunan Arınç, AKP'nin kapatılmasıyla ilgili bir soruya şu yanıtı verdi: "AKP'nin kapatılması için en ufak bir ihtimal bile yok. Anayasa Mahkemesi, oyunu, demokratik haklar ve özgürlükten yana verecektir."
Mahkemenin kapatma davasına karşılık partinin çok mükemmel bir savunma sunduğuna işaret eden Arınç, "AKP iddianameye çok mükemmel ve hukuki bir cevap verdi. AKP'nin kapatma davasından başarıyla çıkacağına ve davanın reddedileceğine yürekten inanıyoruz" dedi.
İktidar partisi kapatıldığı takdirde erken seçime gidilip gidilmeyeceği yönündeki bir soruya Arınç, "Siz devamlı kapatmadan bahsediyorsunuz" dedi.


JAPONYA BASINI

NHK BS1: "BUGÜNKÜ DÜNYA"

TOKYO, 24/06(BYE)--- NHK BS1 kanalında 06 Haziran 2008 tarihinde, yukarıdaki başlık altında saat 23.00'de yayınlanan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yapılan mülakatın yer aldığı haber programının çevirisi şöyledir:

BAYAN SPİKER: Japonya'ya resmi ziyarette bulunan Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yaptığımız özel röportaja yer veriyoruz.

Halkının yüzde 99'u Müslüman olan Türkiye, ülke olarak kuruluşundan bu yana siyasetle dini ayırarak, kamusal alanda dini sembol ve araçların uzak tutulmasına dayanan laiklik prensibini ülke temeli olarak kabul etti. Geçen yıl ilk defa İslam yanlısı iktidardaki siyasi parti kökenli Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı görevine geldi. Ardından, iktidar partisi içinde bulunduğumuz yılın şubat ayında ilgili anayasada değişikliğe giderek, bugüne kadar yasaklanmış olan, kadınların İslam inancında olduğunun göstergesi türbanla üniversitelere girmelerine onay verdi.

LAİKLİK TARAFTARLARI: Türkiye laiktir, laik kalacak...

SPİKER: Ancak bu anayasa değişikliği, halkı ikiye bölecek bir duruma geldi.

Türkiye'den Sokak Röportajları:

TÜRBANLI BAYAN: Sonuçta Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye'ye Müslüman bir ülke diyoruz. O yüzden bence (laiklik taraftarlarının türbanı) istememeleri hiç normal değil.

BAŞI AÇIK BAYAN: (Türbanın serbest bırakılmasını) kabul etmiyoruz biz. Başörtüsüne karşıyız. Çünkü bu durum ilkokullara da sıçrayacak. Başı kapalı olanlar, açık olanları hor görecek.

SPİKER: Anayasa Mahkemesi 5 Haziran'da, hükümetin yaptığı anayasa maddesi değişikliğini laiklik ilkelerine karşı olduğunu belirterek yürütmeyi durdurma kararı aldı. İslamiyet ile laiklik arasında sarsılan Türk siyaseti...

GÜL: Türkiye'de din ve devlet işleri birbirinden ayrıdır. İslam diniyle demokrasinin herhangi bir çatışması söz konusu değildir.

SPİKER: Japonya'yı ziyaret etmekte olan Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile gerçekleştirdiğimiz röportaj ışığında Türkiye'nin ne yöne gittiğini değerlendireceğiz.

İCHİNOSE: Politika ve din kıskacında çalkalanan ülke Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ilk Japonya ziyaretini sürdürüyor. Ülke kurulduğundan bu yana dini geri planda tutup, laiklik ilkesine bağlı kalan Türkiye'de, İslami yanı baskın siyasi parti tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olarak, ülkeyi ne tarafa doğru yönetmek istiyor... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yaptığımız röportajda, ayrıca ilk kez Müslüman bir ülke olarak, Avrupa Birliği üyeliğini hedefleyen Türkiye'nin gittiği yönü irdeleyeceğiz.

SPİKER: Neredeyse nüfusunun tamamı Müslüman olan Türkiye, modernleşme yolunda, ülke kurulduğundan bu yana dini rengi bertaraf ederek laiklik ilkelerini savunmuştu. Bu kural çerçevesinde dinin sembol ve araçları kamusal alanda tamamen yasaklanmış, kadınların dini inançlarının sembolü olan türban ile okul, resmi işyerleri ve kamu kurumlarına girmelerine yasak getirilmişti. Bu şartlar altında, İslami yanı baskın iktidar partisinin, bu yılın şubat ayında, üniversitelerde türban takılmasını kabul eden anayasa maddesi değişikliği tasarısını Mecliste kabul edilmesini sağlamasının ardından söz konusu tasarı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Ancak, Savcılık, bu anayasa değişikliğinin laiklik ilkesini korumak üzere oluşturulmuş yasaya aykırı olduğunu belirterek, iktidar partisinin kapatılması ve Abdullah Gül'ü de içeren, AKP milletvekillerinin siyasi faaliyetlerinin yasaklanmasına ilişkin dava açtı. Ardından Anayasa Mahkemesinin 5 Haziran'da verdiği, kız öğrencilerin üniversitelerde türban takmasının kabul edilemeyeceği kararı, iktidar partisinin kapatılması sorununu etkileyecek gibi görünürken, Türkiye siyasetinde yarattığı şok genişliyor. Öncelikle hükümet için önemli darbe olan Anayasa Mahkemesi kararı ve hükümet yönetimine etkisine ilişkin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün düşüncelerini aldık.

GÜL: Bildiğiniz gibi anayasa değişikliği sorunuyla Türkiye çok hararetli tartışmalara sahne oluyor. Bunun sadece politik tartışma olduğunu söylemek doğru olur. Ancak ne olursa olsun, Türkiye'nin izlediği yol çok açıktır. Türkiye, demokratik, laik anayasal düzene bağlı bir ülkedir. Bu Türkiye Anayasasının temelini oluşturmaktadır. Kimse bunun aksini iddia etmiyor. Türk halkının büyük bir kesimi Müslüman'dır. Japonya ile aynı biçimde bizler de kendi geleneklerimize ve kimliğimize çok önem veriyoruz ve onlarla gurur duyuyoruz. Diğer yandan, modernleşmeyi takip ederek bu günlere geldik.

İCHİNOSE: Türkiye'nin savunduğu laiklik denilen ulusal politikayla bahsettiğiniz kendine has kültür, bunun İslam kültürü olduğunu düşünüyorum, birbirleriyle çok iyi örtüşmediği gözleniyor. Anayasa Mahkemesinin aldığı kararı da bu bağlamda değerlendirerek baktığımızda ülkedeki toplumsal çatlağın derinleştiği kesin.

GÜL: Burada bir konunun altını çizerek belirtmek istiyorum. Türkiye'de siyaset işleri ve din işleri birbirinden ayrıdır. Hem de laik bir ülkedir. Belirtmeye gerek olmaksızın, Türkiye'de halk dilediği dine inanmakta özgürdür. Türk halkının çoğunluğu Müslüman olarak tarihte büyük medeniyetlere vesile olan kültürü yaratarak gelmiştir. Bizler bu şekilde kültürümüze saygı duyup korumakla beraber, modernleşmeyi de sürdüre geldik. O açıdan bakınca, İslam dini ve laiklik arasında herhangi bir tezatlık olamaz.

İCHİNOSE: Anayasa Mahkemesinin bu sefer aldığı kararın, devam eden bir diğer mahkemede Cumhurbaşkanı'nın geldiği iktidar partisi ve onun faaliyetlerinin yasadışı olduğunu iddia eden savcı tarafından açılan davaya da etkisi olacak diye yorumlanıyor...

GÜL: Şüphesiz ki anayasa maddesi değişikliği sorunu Türkiye siyasetinde büyük bir meseledir. Bununla birlikte biz, herkesin Türkiye'ye güven duymasını istiyoruz. Geçen beş yılda partimizin siyasi iktidara gelişiyle ülkeyi yükselen bir çıtada idare ettik. Demokratik ve ayrıca ekonomik açıdan bakıldığında köklü reformlar gerçekleştirdik. Ben, Türkiye'nin geleceğine ilişkin hiçbir endişe duymuyorum.

İCHİNOSE: Bundan sonraki bölümü, görüşmeyi birlikte gerçekleştirdiğimiz Nobuhisa Degawa ile beraber aktaracağız. Degawa Bey, yaptığımız görüşmede, Sayın Cumhurbaşkanı, türban sorununda verilen kararı nasıl değerlendirdiğine ilişkin soruya verdiği cevapta, kararın politik olarak çok fazla etkisi olmadığını ısrarla belirtmiş olsa da, gerçekte ne düzeyde etkileyeceği tahmin ediliyor?

DEGAWA: Cumhurbaşkanı Gül'ün kendisi onaylamıştı. Bu anayasa değişikliği, Meclis tarafından kabul görmesinin ardından Cumhurbaşkanı Gül'ün bizzat kendisi tarafından onaylanmıştı. Bunlar, demokrasi sürecine bağlı olarak gerçekleştirilse de, Anayasa Mahkemesi bu durumu bozdu. Bu durum karşısında iktidardaki AKP, halkın isteği görmezden gelindi, ya da hukuki darbe yapıldı diyerek durumu sert bir şekilde eleştiriyor. Japonya saatiyle bu akşam saat 21.00'de Başbakan Tayyip Erdoğan parti kurmaylarını acilen toplantıya çağırarak, durum değerlendirmesi yapıyor. Diğer yandan laikliğin her şekilde korunması taraftarı olan muhalefet partisi tarafı ise Anayasa Mahkemesinin kararını olumlu değerlendiriyor. Görüldüğü gibi ülke içinde tavırlar çok belirgin bir biçimde ayrılmış durumda. Bu nedenle, toplumsal sorunun derinleşerek, ikiye ayrılma yönünde devam edeceği gözlemleniyor. Halen iktidar partisi AKP'nin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesinde süren davada da kapatma kararının çıkacağı yönündeki görüş güçleniyor. Bu kararın çıkması ihtimalini dikkate alarak, AKP'nin yerini alacak yeni bir siyasi partinin oluşturulması ve erken dönemde genel seçime gidilmesine yönelik girişimlerin hız kazanacağı tahmin ediliyor.

İCHİNOSE: Bu soruna ilişkin Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin geleneksel kültürünü korumak adına anayasa değişikliğinin yapıldığını belirtirken, bu türban sorununun temelinde yatan aslında laiklik ve İslam devleti arasındaki ikilem değil mi?

DEGAWA: Türkiye'nin ulusal prensibi olan laiklik ve demokrasi arasındaki çatışma olduğu söyleniyor. İktidardaki AKP'nin ılımlı olduğu söylense de, İslami yönü de güçlü bir parti. Hem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hem de Başbakan Tayyip Erdoğan, "Demokrasi kurallarını gözeterek adım adım laiklik prensibini zayıflatalım, yavaş yavaş İslami değişimi sağlayalım" diyerek bugüne geldiler. Ayrıca, Türkiye İslam ülkeleri arasında, dini katı bir şekilde siyasetten ayrı tutan tek ülke oldu. Ülkenin kuruluşundan buna yana 80 yılın üzerinde geçen sürede, ekonomik kalkınma ile birlikte zengin ve fakir arasındaki fark genişledi. Bununla, zayıflara yardım etmeyi emreden İslam dini emirlerini temel alan siyasi parti ortaya çıkıp, geniş halk desteği gördü. Türkiye gibi ülkelerde çok partili sistemle gelen demokratik sistemlerde İslam yanlısı partinin ortaya çıkması önlenemez bir durumdur. Ülkenin önemli doktrini olan laiklik ve İslam yanlısı partiyi destekleyen halkın duyguları arasında ortaya çıkan, önüne geçilmez bir sorun da denebilir.

SPİKER: Öte yandan, Türkiye'nin uzun yıllardır dış politika hedeflerinden biri de Avrupa Birliği üyeliği. 1987 yılında Avrupa Topluluğuna başvurmasının ardından geçen 20 yıla rağmen, üyelik müzakereleri hala devam ediyor. Avrupa Birliği, Türkiye'nin, Kürtler gibi azınlıkların haklarının artırılması, insan haklarının tanınması gibi kapsamlı reforma gitmesi gereken sorunları olduğuna işaret ediyor. İslami yanı baskın Türkiye, AB üyeliği sorununu nasıl ele alarak çözmeyi düşünüyor, tekrar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yapılan röportaja kulak verelim.

GÜL: Öncelikle AB üyeliği konusunda altını çizmek istediğim bir hususu dile getireyim. Türkiye'nin Avrupa'nın içinde yer alması demek, altıncı sıraya girmesi anlamına geliyor. Nüfus bakımından da 70 milyon olması nedeniyle büyük bir ülkedir. Geçmişteki örnekleri hatırlayın... AB üyeliğine girmek isteyen büyük ülkeler arasında da, üyelik müzakereleri sürecini kolaylıkla gerçekleştirememiş ülkeler olmuştu. Örneğin İngiltere, İspanya.... Onların üyelik müzakere sürecini hatırlayın lütfen... Onlar da birçok ciddi sorunla uğraşmışlardı. Bu durum kesinlikle normaldir. Büyük ülkelerin AB'ye girmeleri demek, aynı ölçüde büyük bir sorundur. Küçük ülkelerin AB üyeliğine girmesiyle de karşılaştırılamaz. Ülkenin büyüklüğüyle ilgisi yoktur. Türkiye kendine has kimliği, din ve geleneklerini üye ülkelerle karşılaştırmaksızın AB üyeliğini hedeflemektedir. Japonya da kendi kültürünü koruyarak demokrasinin gereklerini sürdüregelmiş değil midir? Bu anlamda Japonya ve Türkiye'nin kesinlikle çok benzediği düşüncesindeyim.

İCHİNOSE: AB üyeliğine kabul süreci konusu size göre ne zaman sonuçlanacaktır?

GÜL: İngiltere'nin AB üyeliğine kabul edilmesi 10 yıl, İspanya'nın ise 11 yıl almıştır. Bizim bu konuda bir acelemiz yok. Şimdi elimizden gelen, tek tek bizden istenenleri gerçekleştirmektir. Reformlar tamamlanana kadar üyeliğe kabulümüz zaman alacaktır diye düşünüyorum.

İCHİNOSE: Degawa bey, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AB üyeliğine girme nedeni olarak, İslam kültürünü temel alan özgün görüntüsüyle üyeliğe kabulün hedeflendiğini belirtti. Bu özellikle ne anlama geliyor?

DEGAWA: Cumhurbaşkanı'nın görüşme sırasında, Türkiye'nin İslam dini ve demokrasiyi bir arada bulunduran tek ülke olduğu konusunu tekrar tekrar dile getirmesi dikkat çekiciydi. Burada geçen demokrasi kelimesinin, inanç özgürlüğünün korunması konusunu da kapsadığını hissettim. Bununla beraber Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olarak, AB müzakerelerinde esas adam olarak görev almıştı. Neden AB üyeliği konusunda bu kadar ısrarcı olmuştu derseniz, bu kesinlikle hem ekonomik bağlamda, hem de uluslararası toplum içerisinde güç sahibi olmak anlamında, AB üyeliğinin çok büyük bir artı olduğunu düşünmek de olabilir. Bununla beraber aynı zamanda, AB üyesi olmakla laiklik prensiplerinin zayıflatılması mümkün olabilir, İslam dininin öğelerine kamusal alanda daha çok yer verilebilir düşüncesinin yattığı akıllara geliyor. Türkiye'de laikliği korumak adına gözünü dört açan ordu olmuştur. AB ise, ordunun siyasete karışmasını hoş karşılamamaktadır. O yüzden Cumhurbaşkanı Gül, AB üyeliğinin elde edilmesiyle, Türkiye'de ordunun siyasete karışması engellenmiş olacak düşüncesindedir.

İCHİNOSE: Diğer yandan, bazı AB üyesi ülkelerin, İslam ülkesi olan Türkiye'nin üyeliğine ihtiyatla yaklaşmak yönündeki tavırlarının güçlü olduğu görülmektedir.

DEGAWA: AB, Türkiye'ye birlik üyeliğine kabul koşulu olarak, yasama ve yürütmeye dair reformların birlikte yapılmasını öne sürmektedir. Türkiye tarafı ise, ölüm cezasının kaldırılması gibi çeşitli alanlarda uğraş verdiyse de, ifade özgürlüğünün serbest bırakılması, kadınlara tanınan özgürlüğün genişletilmesi ya da ordunun siyasete müdahalesinin engellenmesine yönelik AB tarafından sürekli yeni yeni istekler gelmektedir. Ayrıca, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy gibi, AB içinde Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkan güçlü bir grup da bulunmaktadır. Üyelik müzakereleri bir türlü devam edemezken, Türkiye içinde AB üyeliğine ilgi de azalmıştır. Haysiyeti bırakacak derece üyelik konusunda ısrar etmeye lüzum olmadığı düşüncesi de hakim. Bu şartlar altında anayasa maddesi değişikliği sorunu ortaya çıktı. ABD ve AB, Anayasa Mahkemesinin, demokratik süreçte seçilmiş iktidar partisinin kapatılması ya da anayasa değişikliğinin durdurulmasına karar vermesinin demokrasiye aykırı olduğunu belirterek eleştirmektedirler. Bu kez karşılaşılan sorunun, Türkiye'nin AB üyeliği sürecini negatif yönde etkileyeceği tahmin edilmektedir.

İCHİNOSE: Sırada, ekonomik gelişme bakımdan etkileyici değerler kaydeden Türkiye ekonomisi... ayrıca Japonya ile bundan sonraki ilişkiler açısından Cumhurbaşkanı Gül'ün görüşlerini aldık.

GÜL: Türkiye ve Japonya arasındaki siyasi ilişkiler, kesinlikle çok iyi bir biçimde sürmektedir. Harika demek yanlış olmayacaktır. Geçen altı yıl içerisinde Türkiye önemli ekonomik reformlar gerçekleştirmiştir. Bunun sonucunda, yılda yüzde 7 büyüme oranı gibi oldukça önemli bir rakama ulaşmıştır. Türkiye'de geçen yıl nükleer enerji tesisi kurulmasına imkan veren yasal düzenleme gerçekleştirilmiştir. Nedeni, ekonomik gelişmelerin sürdüğü Türkiye'de enerji ihtiyacının artmakta olmasıdır. Önlem olarak nükleer enerjiye yönelmenin gerekli olduğuna karar verilmiştir. Bu noktada, Japon firmalarla işbirliği önem kazanmaktadır. Türkiye, Japon yatırımcılar için kazancı yüksek bir ortam sunmaktadır. Ben bunun böyle olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.
İCHİNOSE: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün belirttiği gibi, Türkiye, Avrupa ile Asya'nın tam ortasında bulunuyor. Türkiye'nin gelişiminin çevre ülkelere de ciddi etkisi olacağına kesin gözüyle bakılabilir değil mi?

DEGAWA: Türkiye, şimdi İsrail ile Suriye arasındaki barış görüşmelerine arabuluculuk görevini üstlenmiş, her iki ülke ile de iyi ilişkiler kurabilmiştir. Ayrıca, iç savaş ortamındaki Irak'ta güven ortamının sağlanmasına yönelik uluslararası konferansa ev sahipliği yapmak, Afganistan'daki çok uluslu güvenlik gücüne destek vermek, Lübnan'da barış gücüne bizzat asker göndererek katılmak gibi girişimler de bulunmaktadır. Türkiye bunun gibi Asya ve Avrupa, ayrıca, batı ve İslam dünyası arasında özgün bir ülke olarak yer almaktadır. Türk halkı, kesinlikle misafirperver insanlar olarak da bilinmektedir. İlk kez gerçekleşen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Japonya'yı resmi ziyaretinin, iki ülke ilişkilerinin derinleşmesine vesile olmasını ümit ediyoruz.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir