Son Güncelleme: 09 Temmuz 2008
ALMANYA BASINI
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "TÜRKİYE MÜZAKERELERİ GENİŞLETİLDİ"
BERLİN, 13/06(BYE)--- Tirajı günde 363 bin olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 13 Haziran 2008 tarihli sayısında, Nikolas Busse imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Brüksel'deki AB Büyükelçileri, AB-Türkiye üyelik müzakerelerinde iki başlığın daha görüşmelere açılması kararını aldılar. Görüşmeye açılacak olan başlıklar arasında "Şirketler Hukuku" ile "Fikri Mülkiyet Hukuku" bulunuyor. Söz konusu başlıkların görüşmeye açılması müzakerelerin devam ettirilmesi bakımından Ankara'ya karşı yapılan bir jest olarak değerlendiriliyor. Görüşmeye açılan fasılların içerikleri siyasi konular değil. Bu zamana kadar 35 ana başlıktan sekizi görüşmeye açıldı. Görüşme başlıklarının büyük çoğunluğu Türkiye-Kıbrıs sorunundan ötürü açılamıyor.
AB Dönem Başkanlığını devralacak Fransa, dönem başkanlığını tarafsız bir şekilde yürütmek istedikleri için yılın ikinci yarısında da siyasi içerikli olmayan başlıkları açma niyetinde olduklarını dün Brüksel'de açıkladı. Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkıyor.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "İRLANDA'NIN 'HAYIR' DEMESİ AVRUPA'YI KRİZE SOKTU"
BERLİN, 16/06(BYE)--- Tirajı günde 429 bin 562 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 13 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, AP/Reuters/DPA'ya atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
--İrlanda, AB Reform Anlaşmasını Yapılan Referandumda Yüzde 53.4 ile Reddetti. Çözüm Arayışları Sürüyor. AB Komisyon Başkanı Barroso, Şansölye Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Anlaşmanın Onaylanma Sürecinin Devam Etmesinden Yanalar--
Alman Hristiyan Birlik Partisi CSU, İrlanda'daki referanduma tepki olarak AB'nin Türkiye müzakerelerini durdurmasını talep etti.
Berlin'deki CSU eyalet grubu lideri Peter Ramsauer, Hırvatistan'ın dışında yürütülen AB üyelik müzakerelerinin durdurulması gerektiğini belirtti. Ramsauer, bu aşamada Türkiye ile başka müzakere başlıklarının açılmasının anlamsız olacağını vurguladı. CSU'lu siyasetçi, Lizbon Reform Anlaşmasının İrlanda tarafından reddedilmesi neticesinde başarısızlıkla sonuçlandığını ifade ederken, Avrupa için artık düşünce değiştirme zamanının geldiğini hatırlattı.
FINANCIAL TIMES DEUTSCHLAND: "KİMYA HOLDİNGLERİ DOĞUYA SIÇRAMAK ÜZERE"
BERLİN, 16/06(BYE)--- Tirajı günde 104 bin 518 olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 16 Haziran 2008 tarihli sayısında, Gerd Mischer imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:
--AB'li Yatırımcılar, Doğu ve Orta Asya Pazarlarını Fethetmek İçin Türkiye'yi Kullanıyor. AB Yasaları, Türkiye'deki Küçük Kimya Şirketlerinin Batıya Yönelmesinin Önünde Engel Oluşturuyor--
38 üyeli TOBB, Türk kimya endüstrisinin, ürünlerini AB'ye ihraç etmek istediği takdirde, kimyasal maddelerle ilgili işlemlerde AB müktesebatının uygulamak zorunda olduğunun bilincinde. AB'de kullanılan kimyasal maddeleri üreten veya bunları AB ülkelerine ihraç eden işletmelerin 2011 yılına kadar yaklaşık 30 bin maddenin insan sağlığına ve çevreye zararı olmadığını kanıtlaması gerekecek. Ratingen'deki Faize Berger Management Consulting şirketinin kurucusu olan kimya mühendisi Faize Berger, "Türkiye'de gerekli analizleri yapabilecek ve belge verebilecek laboratuvarlar yok." diyor. Türkiye'de gelişmekte olan kimya ve sağlık sektörüne danışmanlık hizmeti veren Berger, "bir milyon avroyu bulan sertifika masrafı da Türk kimya sektörünün büyük bir kesiminin sonunu getirecek." diye sözlerini sürdürüyor.
Türk İstatistik Kurumu TUİK'in verileri de bu endişeleri doğrular nitelikte. Türkiye'deki 13500 kimya şirketinin yüzde 96'sı 50'nin altında eleman çalıştırıyor. "Bu şirketlerin çoğu küçük ithal ve ihraç firmaları olup, kazançlarının önemli bir kısmını AB ile Türkiye arasındaki kimya ticaretinden elde ediyor." diyen Berger, "eğer öne sürülen koşulları yerine getirmezlerse, Avrupa ile iş yapamaz hâle gelecekler ve mallarını AB ülkeleri yerine Asya ve Orta ve Yakın Doğu'ya ihraç edecekler." diyor. Bu, zaten daha şimdiden gerçekleşiyor. 2007 yılında AB'ye ihraç edilen kimyasal maddelerde yüzde 12 artış kaydedilirken, Orta Doğu'ya ihracatta yüzde 24.3, Asya'ya ise yüzde 54.1 oranında artış kaydedildi.
Özellikle Asya'da kimya endüstrisine ilgi artıyor. Dünya genelinde üretilen her dört otomobilden biri Asya'daki bir fabrikadan çıkıyor. Üreticiler zorunlu olarak bu bölgelerde daha çok boya, yağ veya lastik malzemesi satın alıyor. Ve bu fabrikalar sadece Çin, Malezya ve Hindistan'da değil. Türkiye'ye komşu olan sanayisi yüksek düzeydeki ülkelerde giderek daha çok kimya ürünü alıyorlar. Bu pazarların ihtiyacını karşılamak isteyen Avrupalı kimya şirketleri için Türkiye giderek ilginç bir hâle geliyor. Kimya sanayi uzmanı Bernd Schneider, "Orta Doğu ve Orta Asya'daki ülkelerle geleneksel yakın ilişkileri nedeniyle Boğaz'daki ülkenin bu bölgeye ihracatta köprü başı işlevi gördüğünü söylüyor. Türkiye'deki şubesinden bu bağlamda faydalanan şirketlerin arasında Bayer de bulunuyor. Boğaz'daki Cumhuriyet Bayer için sadece bölgedeki diğer pazarlara bir sıçrama tahtası olarak ilginç değil. Bizzat Türkiye'de artan kimya tüketiminden de avantaj sağlanıyor. Bu ise, Türk ekonomisinin güçlü bir şekilde büyüdüğüne işaret ediyor. Bu durum, özellikle yıllık cirosu yüzde 10 oranında artan boya, cila ve plastik sanayisinde fark ediliyor.
Boğaz'da güçlü büyümenin bir sonucu olarak sadece kimyasal ham maddelere rağbet edilmiyor. Ekonomik dinamizm sonucunda refah seviyesi de artıyor ve dolayısıyla da deterjan ve kozmetik ihtiyacı da artıyor.
FINANCIAL TIMES DEUTSCHLAND: "AB ÜYELİĞİ İÇİN ZOR SINAV"
BERLİN, 16/06 (BYE)--- Tirajı günde 104 bin 518 olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 16 Haziran 2008 tarihli sayısında, Dilek Zaptçıoğlu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:
--İşsizlikle Mücadele ve Yeni Bir Eğitim Sisteminin Oluşturulması Türkiye'nin Gelecekteki Görevleri Arasında--
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ geçen mayıs ayında Müslüman-muhafazakâr hükümeti, işsizliği önlemek için yapısal reformlar uygulamaya koyması konusunda uyarmıştı. AB'nin son olarak yayımladığı ilerleme raporunda da Türkiye'deki iş piyasasının Ankara için "üstesinden gelinmesi gerektiği önemli bir alan" olduğu belirtiliyor. İstatistik Kurumunun verilerine göre, şubat ayında Türkiye'de işsizlik yüzde 11,6 civarındaydı. Bu oran şüphesiz daha yüksektir, zira işsizlerin büyük bir kesimi resmi kayıtlarda yer almıyor. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Türkiye'de 10,7 milyon insanın kaçak çalıştığını belirtiyor. AB raporunda ise özellikle genç nüfusun işsizlikten büyük ölçüde etkilendiğine yer veriliyor. Bakan Çelik, ülkede az sayıda kadının çalışmasını erkeklerin gelir durumlarının iyi olmasına bağlıyor ve bu durumdan memnuniyet duyuyor.
Avrupa Birliği, ayrıca Türkiye'deki eğitim sisteminin reforme edilmesini talep ediyor. Türk eğitim sisteminde üniversitelere büyük ağırlık verilirken, meslek eğitimi arka planda kalıyor. Türkiye'de üniversite sınavına giren 900 bin öğrenciden sadece yarısı lise ve meslek okullarına girme hakkı elde ediyor, geri kalanı işsiz bir şekilde sokaklara terk ediliyor. Üniversite sınavlarına ise bir milyon 700 bin öğrenci giriyor ve sadece 200 bini yüksek öğrenim diploması alabilecek bir eğitim hakkı elde ediyor.
Dünya Bankasının yaptığı bir araştırmada, Türk ailelerinin dersanelere yıllık bir milyar dolar harcadığı ortaya çıktı. Öğretmenler Sendikası, Erdoğan hükümetini İmam-Hatip Liselerine fazla bütçe ayırmakla suçluyor. 2003-2008 yılları arasında bu okullara giden öğrencilerin sayısında iki kat artış gözlemlendi. Bu okulların muhafazakâr bir eğitim verdikleri biliniyor. Türkiye'deki eğitim sistemi ve devlet okulları kapsamlı bir şekilde reforme edilmediği sürece ülkenin ilerlemesi mümkün değildir.
FINANCIAL TIMES DEUTSCHLAND: "YARI GÜÇLE AVRUPA'YA"
BERLİN, 16/06(BYE)--- Tirajı günde 104 bin olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 16 Mayıs 2008 tarihli sayısıyla birlikte verilen Türkiye ekinde, Marina Zapf imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--Dış Ticaret Artıyor, Büyüme Oranları Yüksek. Ancak Türkiye'deki İstikrarsız Siyasi Ortam Yabancı Yatırımcıları Tedirgin Ediyor--
Eğer uluslararası yatırımcılar ülkenin siyasi olarak nereye doğru yol aldığını öngörebilselerdi, Türkiye ekonomisinin şimdiye dek olduğundan çok daha güçlü bir şekilde büyümesi mümkün olabilirdi. Yaklaşık bir yıl önce bugünün Dışişleri Bakanı Ali Babacan da, İslamcı-muhafazakar partisi AKP'nin yeniden zaferle çıktığı genel seçimlerden kısa bir süre önce bu izlenimi vermişti.
Yeni seçimlerle ülkede geçici olarak siyasi devamlılık sağlanmış ve güncel anayasa krizi bertaraf edilmiş olsa da, ordunun da dahil olduğu devletin dünyevi tabakası ile dinin etkisindeki hükümet partisi arasındaki gerginlik mevcudiyetini korumuştu. AKP'ye karşı açılan yasaklama davası yeni siyasi riskler içeriyor.
Türkiye'nin ekonomik durumu ise, siyasi güç mücadelesinin yaşandığı bu türbülanslar arasında istikrarlı kalmayı başarmıştı. Zira, uluslararası ekonomi aktörleri, AKP Hükümetinin şimdiye kadarki ekonomik bilançosuna itibar ediyorlar. Dindar gelenekçiler onlara göre ekonomi siyasetinin reformcuları. Bu yüzden, dünya genelindeki krize rağmen finans piyasasından aşırı kaçışlar yaşanmadı.
Gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye, uluslararası yatırımcılar nezdinde büyük öneme haiz. İstanbul'daki hisse senedi pazarının yüzde 70'i yabancı yatırımcıların elinde. Bu durum, piyasayı, inandırıcılığı sorgulandığı takdirde hassas bir hale getiriyor ve dolayısıyla da analistlerin gergin hali sürüyor.
Halbuki Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu arasında yer alan ülke, 2007 yılında pekala olumlu gelişmeler kaydetti. Yabancı yatırımların yükselişi kesilmeksizin sürerken, dış ticarette bir çeyreklik artış kaydedildi. 2007 yılında karşılıklı ticaret bir yıl öncesine kıyasla azalsa da Almanya hala en önemli ticaret partneri. Önceki yıllarda yüzde altının üzerinde olan ekonomik büyüme de geçen yıl yüzde 4.5 ile belirgin bir şekilde zayıfladı. Gayrimenkul ekonomisi, finans hizmet sektörü ve madencilik en fazla büyüme kaydedilen sektörler oldu. 2008 yılı için yine yüzde 5'lik bir büyüme hesaba katılıyor.
Geçen yıl GSYİH 428.1 milyar dolardı. 2006 yılında kişi başına düşen gelir yaklaşık 4900 avroyu buldu, ki bu da hükümeti, 2013'e kadar kişi başına düşen geliri 6500 avroya çıkarma hedefine yakınlaştırıyor. Bu veriler ülkenin borç oranı ve kredibilitesini iyileştirdiği için ekonomistler, Türkiye'nin yabancı yatırımcılar için daha cazip bir hale gelmesini umut ediyorlar.
Ancak, tek başına bu durum yetmiyor. Geçen yıldan bu yana Türkiye'nin bir reform devleti olarak itibarının azaldığı kuşku götürmüyor. Modernizasyonu sürdürmek yerine siyaset, laiklerle İslam yanlısı kesim arasındaki tartışmanın tutsağı olmuş durumda. Bir yanda yargı ve ordu içinde güçlü laikler, diğer yanda ise Başbakan Erdoğan'ın AKP'si. Devletin katı laik sisteminde ısrar eden elit tabaka, ekonomik ve siyasi bakımdan özgüven kazanan koyu dindar toplum tabakası tarafından tehdit edildiği hissine kapılıyor.
Her siyasi yenileşme ideolojik mücadeleyi alevlendirdiği için reform şevki felce uğruyor. Bugünkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gazetemize verdiği bir mülakatta, "Türkiye, gazetelerinin manşetleri reform ve ilerleme haberlerini duyuran bir ülkeydi. Bugün yurt dışından bu kadar iyi görülmüyor. Bunu net bir şekilde görüyorum" diye konuşmuştu.
Gül, Türkiye'nin AB üyeliğinin en ateşli savunucularından biri. Devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün katı laik mirasını savunan Cumhuriyet'in Kemalist akımı ile muhalefetteki aşırı milliyetçi çevreler AB'ye yakınlaşmaya pek ilgi duymuyorlar.
Akdeniz'deki bölünmüş Kıbrıs adasıyla ilgili kavga da, AB müzakerelerinin bir kısmını, en azından 2009 yılına kadar bloke etmiş bulunuyor. Brüksel'deki AB Komisyonu ve AB yanlısı Türk Sanayiciler Birliği bir koro halinde, çoktan yapılmış olması gereken toplumsal ve demokratik reformlardan şikayetçiler.
AB Komisyonu, bir aday ülkenin hukuk devleti düzenine sahip olması gerektiği görüşünde. AKP'nin sözüm ona "laikliğin altını oymaya yönelik entrikaları" nedeniyle Yargıtay Başsavcısının talep ettiği gibi bir partinin yasaklanması, AB'ye göre demokratik oyun kurallarına aykırı. Beş yıldan beri iktidardaki AKP'ye karşı kapatma davası açıldığı gün borsa yüzde 3 puan kaybetti. Başbakan Erdoğan'ın partisi kapatılacağından yola çıkıyor. Bir anayasa değişikliği ile yasaklama davasını engelleme düşüncelerinin yerini şimdi yeni seçim planları almış bulunuyor. Hükümet partisinin başka bir isim altında seçime katılması, Erdoğan ve yönetim kadrosunun siyasi yasak alması halinde bağımsız aday olmaları öngörülüyor.
Türkiye yeni bir demokrasi sınavı ile karşı karşıya bulunuyor.
SÜDWEST PRESSE: "ANAYASA MAHKEMESİ DARBESİ"
ANKARA, 17/06(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Südwest Presse gazetesinin 17 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, Detlev Ahlers imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa'nın en tartışmalı adayı olan Türkiye, bugünlerde kendini parçalara ayırıyor. Anayasa Mahkemesi, sadece Parlamentonun iradesine karşı çıkarak, üniversitelere başörtüsü serbestisini getiren düzenlemesini yeniden uygulamaya koymakla kalmadı, aynı zamanda AKP'yi kapatmayı da kendine hedef edindi.
Yakından bakıldığında bunun pratik bir faydasının -Türkiye'de kapatılan partinin ardından yerine geçen yeni parti nedeniyle- olmadığı anlaşılıyor. Anayasa Mahkemesinin, Türk halkının yarısından çoğunun seçtiği bir partiyi, Anayasa'ya aykırı bularak kapatmak istemesi, örneği az rastlanır türdendir. Bunun sonucunda, aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da bulunduğu çok sayıda siyasetçi yıllarca siyasetten men edilmek isteniyor, ki bu durum, Türkiye'yi önemli ölçüde değiştirir. İnsan, Anayasa Mahkemesinin, darbe girişimi içerisinde olduğu izlenimine kapılıyor.
Böyle bir davranış, kısa süre öncesine kadar bunu kendine hak gören ordu tarafından yerine getiriliyordu. En son 1980 yılında olmak üzere, ordu üç defa iktidara el koydu, ancak her seferinde yeniden devretti. Sonuncusunda ise Anayasa Mahkemesine, bugünlerde dilediğince kullandığı nüfuzu bıraktı. Mahkeme, Türkiye'nin laik bir devlet olduğunu iddia ediyor, ancak bu tam olarak doğru değil, çünkü mollaların cuma günleri ne vaaz vereceklerini belirleyen din işlerinden sorumlu resmi bir dairesi var. Bunun dışında, bu daire, adeta kanun niteliğinde sayılabilecek, Kur'an tefsiri hazırlığı içinde. Bu durum kimseyi rahatsız etmiyor, ancak buna karşın büyük şehirlerin, Türkiye'yi, uzun yıllar etkisi altına alan yapısı AKP'yi rahatsız ediyor.
Gottfried Benn'in örneğinde özetlediği gibi; "yukarıdakiler aşağıya inmek, aşağıdakiler de yukarıya çıkmak istiyor". Çünkü AKP, Anadolu'dan gelen, inançlı, çalışkan ve buradan aldığı öz güvenle ve pazarın da etkisiyle AB'ye girmekte ısrar eden bir kesimi temsil ediyor. Kadınların dini nedenlerle başörtü örtmesi bu kesim tarafından normal karşılanıyor. AB'nin cinsiyet ayırımına yönelik beklentileri bu çevrelere ulaşacağa benzemiyor. Bu dini bir merci tarafından giderilecek gibi de gözükmüyor.
AKP, yeni orta sınıf için kanun düzenliyor ve onları AB'ye yaklaştırmaya çalışıyor. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün getirdiği ulusalcı yönü ağır basan ve hürmet gören eski yapı, inançlı, Anadolulu küçük şehirli yeni kesim için yabancı. Bu, ordu ve ulusalcı güçler tarafından adeta küfür addediliyor. AB'nin, yasama üzerindeki etkisinin artmasından korkan bu kesim, AB'ye girilmesi ve pazarların açılması durumunda, ulusal egemenlikten vazgeçileceğinden korkuyor. Ne var ki, AB'nin katılımla ilgili kuşkuları karşısında rencide olduğunu haykıran yine bu kesim.
Başörtüsü serbestisinin iptali konusunda, dokuza karşı iki oyla alınan karar, aynı zamanda parti kapatılmasına da işaret ediyor. Çünkü iddianamede bu konuya geniş yer veriliyor. Hâkimlerin, parti kapatma davasını oy birliğiyle kabul etmeleri de buna bir başka örnek. Oysa, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesinde, AKP'nin yeniden şeriatı getireceği gibi tüyler ürpertici iddialara yer veriliyor. Şeriat, Atatürk tarafından 1924'de kaldırıldı. Bu, neden AKP'nin programında yer almıyor ki? Yoksa AKP, gizliden gizliye böyle mi düşünüyor? Hukukla böyle dalga geçmek, AB'ye üye olmak isteyen, Türkiye hakkında çok şey ifade ediyor.
SÜDDEUTSCHE: "TÜRKİYE AB'YE ALINMASIN"
BERLİN, 17/06(BYE)--- Tirajı günde 429 bin 562 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un internetteki 17 Haziran 2008 tarihli sayısında, "bay/gdo/woja" rumuzlarıyla ve yukarıdaki başlık altında DDP'ye atfen, yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--İrlandalıların AB Reform Anlaşması'na Hayır Demelerinin Ardından Herkes, Avrupa'nın Geleceğine Dair Muammayı Çözmeye Çalışıyor. Bavyera'daki CSU Derde Derman Olacak İlacı Biliyor--
CSU Genel Sekreteri Christine Haderthauer, İrlandalıların AB Reform Anlaşması'nı reddetmesinin sonucu olarak, Türkiye ile AB'ye katılım müzakerelerinin durdurulmasını talep ediyor.
Haderthauer, DDP haber ajansına verdiği demeçte, Lizbon Anlaşması olmadan da Avrupa Birliği'nin şu anki hâliyle sınırlarına dayandığını, bu nedenle de Türkiye ile AB üyeliği müzakerelerini devam ettirmenin "tamamen yanlış" olduğunu söyledi.
Haderthauer sözlerine, "Yeni fasılların açılması ağır bir hatadır ve Türk tarafında yanlış beklentiler uyandırmaktadır" diye devam etti.
Eş zamanlı olarak Türkiye'nin "merkezi konularda AB standartlarından hâlâ çok uzak olduğunu" kaydeden Haderthauer, örneğin: kadın-erkek eşitliğinin Türkiye'de sadece "kağıt üzerinde" olduğunu ifade etti.
Ayrıca "ordunun siyaset üzerinde hâlâ büyük etkisi var" diyen CSU Genel Sekreteri, ayrıcalıklı ortaklığın "Avrupa ve Türkiye için en iyi çözüm" olduğunu vurguladı.
Türkiye'nin bir serbest ticaret bölgesinin parçası olarak dış politika ve güvenlik politikası alanlarında AB ile daha güçlü bir şekilde iş birliğine gidebileceğini kaydeden Haderthauer, ülkenin böylece aynı zamanda "acilen ihtiyaç duyulan içerideki reformlar için zaman kazanacağını" ifade etti.
DER TAGESSPIEGEL: "AB TÜRKİYE VE HIRVATİSTAN İLE ÜYELİK MÜZAKERELERİNİ SÜRDÜRMEYE DEVAM EDİYOR"
BERLİN, 18/06(BYE)--- Tirajı günde 137 bin olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 17 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, "peg" rumuzuyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan Lüksemburg çıkışlı haberin Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
İrlanda'da yapılan ve olumsuz sonuçlanan Lizbon Antlaşması ile ilgili referandum sonrasında AB, iki aday ülke Türkiye ve Hırvatistan ile müzakerelere devam ediyor. Her iki ülkeyle iki müzakere başlığı dün görüşülmeye açıldı.
AB üyesi Kıbrıs, müzakerelerin akışını Ankara'nın kendisini hukuksal olarak tanımaması nedeniyle engelliyor. Yeni açılan müzakere başlıkları arasında "Şirketler Hukuku" ve "Fikri Mülkiyet Hukuku" bulunuyor. Böylece 35 ana müzakere başlığından sekizi açılmış oldu. Fransa'nın AB dönem başkanlığında başka müzakere başlıklarının da açılarak sürecin hızlandırılması düşünülüyor.
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG: "AB MAHKEMESİ TÜRKİYE'Yİ MAHKUM EDİYOR"
BERLİN, 18/06(BYE)--- Tirajı günde 429 bin olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung'un 18 Haziran 2008 tarihli sayısında, KNA'ya atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Strasbourg çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi çok sayıda ağır insan hakları ihlali nedeniyle mahkum etti. Strasbourg'daki hakimler, 1999 yılında askerlik yaparken amirinin eziyetleri sonucunda kendisini öldüren bir gencin babasına 15 bin avro tazminat ödenmesine hükmettiler. Hakimler, amir hakkında açılan davanın durdurulmasını da eleştirdiler. 2000 yılının başında ölü olarak bulunan bir adamın yedi yakınına 12000'er avro tazminat ödenmesine karar veren hakimler, Türk yargısının ölüm vakasını yeterince incelemediği kanaatine vardılar.
KÖLNER STADT-ANZEIGER: "TÜRKİYE UZMANI AKP'NİN KAPATILMASINA KARŞI UYARIYOR"
ANKARA, 18/06(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinin 18 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, Doğan Michael Ulusoy imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan mülakatın çevirisi şöyledir:
--Türkiye İç Politikada Ağır Bir Siyasi Krize Doğru Yol Alıyor. Frankfurt'ta Yaşamını Sürdüren Hessen Barış ve Çatışma Araştırmaları Enstitüsünden Siyaset Bilimci Cemal Karakaş, İktidardaki AKP'ye Kapatma Kararı Çıkması Hâlinde Reform Sürecinde Geçici Bir Duraklamanın Yaşanmasından Endişe Ediyor--
ULUSOY: Sayın Karakaş, AKP'ye kapatma kararı çıkması, Türkiye'nin iç politikasında nasıl sonuçlar doğurur?
KARAKAŞ: Parti kapatmaları Türkiye'de alışılagelmiş uygulamalardır. Birçok parti başka isimler altında ve parti programlarını değiştirerek yeniden kuruldu. AKP de böyle bir süreçten doğdu. Fakat uzun süredir hiçbir parti bilhassa ekonomi ve finans politikalarında bu denli başarı kaydetmemiştir. Ekonomideki büyüme rakamları son altı yılda istikrarlı seyretmiş, genel bütçeler konsolide edilmiş ve enflasyon yüzde onun altına çekilmiştir. AKP'nin kapatılması ekonomiyi önemli oranda etkileyecektir.
ULUSOY: AKP'nin kapatılması bütün reform çabalarının sonunu getirir mi?
KARAKAŞ: Bir süreliğine sonunu getirirdi, çünkü AKP, AB'ye katılımının en büyük destekçisi. Muhalefetteki CHP ve MHP katılım konusunda belirgin derecede muhalifler. Fakat AKP'de son iki yılda AB reform hızını maalesef kesti. Bunda kendisini çok fazla haksızlığa uğradığını düşünen Türkiye'nin AB ile Kıbrıs sorununda yaşadığı ihtilaflar çok büyük rol oynamıştır.
ULUSOY: AB, AKP'ye kapatma kararına nasıl tepki verir?
KARAKAŞ: Kapatma kararının nasıl gerekçelendirileceğine bağlı. AKP'nin demokrasi karşıtı hedefler güttüğü hukuki bakımdan sorunsuz bir şekilde kanıtlanması hâlinde AB'nin tepkisi nötr olur. Bu durumda müzakerelere kaldığı yerden devam edilir. Fakat kapatma kararının hukuki yönden tartışmasız olmaması veya AB standartlarına uygunluk teşkil etmemesi hâlindeyse üyelik müzakerelerinin bir süreliğine askıya alınması gündeme gelebilir. Etki eden hukuki ihlaller konusunda AB Komisyonunun böyle bir yetkisi var.
ULUSOY: AKP demokrasi düşmanı eğilimlerle suçlanabilir mi?
KARAKAŞ: Tıpkı diğer iktidar partileri gibi AKP de yandaş politikaları güdüyor ve partiye yakın isimleri devlet görevlerinde istihdam ettiriyor. Fakat bunun ötesinde AKP'ye, "tepeden tırnağa" toptan bir İslamlaştırma yolu izlediğini veya demokrasi düşmanı tavırlar ortaya koyduğunu söylemek benim için havada kalıyor. Ben, AKP'nin kapatılmasını Türk demokrasisi açısından bir geri adım olarak görüyorum. Evet, AKP'nin dini istismar ettiği oluyor, fakat onun Türkiye'yi bir "İslam cumhuriyetine" dönüştüreceği İslamcı bir programı olduğunu da hiç düşünmüyorum.
ULUSOY: Bundan nasıl bu kadar emin olabilirsiniz?
KARAKAŞ: Böyle olsaydı kaybedebilecekleri, çok daha fazla olurdu, zira, siyasi bedeli çok ağır olur. Birincisi, Türkiye'de halk arasında böyle bir değişimi isteyen bir çoğunluk söz konusu değil, ki bu hâlde AKP meşruiyetini kaybederdi. İkincisi, Türk ordusu buna müdahale eder ve AKP'yi iktidardan indirirdi. Üçüncüsü, hükümet, iç ve dış sermayeyi büyük oranlarda ülkeden kaçıracağından ona destek verenlerin başındaki Türk ekonomisini küstürürdü. Dördüncüsü de, Türkiye'nin en büyük iki destekçisi AB ve ABD, böyle bir değişime çok şüpheyle bakarlardı.
ULUSOY: Bazı Türk yorumcuları, halk-din ilişkisinde bir normalleşmeden bahsediyor. Bununla kastedilen nedir?
KARAKAŞ: Türkiye, nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkedir. Bu ülke, ne kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ne de ondan sonra gelenler tarafından İslamdan uzaklaştırılmış, ama örneğin: İslami semboller kamusal alandan çıkarılıp özel alana itilerek laikleştirilmiştir. Normalleşmeden kasıt ise, dinin son 25 yılda kamusal alana yeniden hem de daha güçlü bir şekilde geri dönmesidir.
ULUSOY: Türkiye'ye yön veren birçok kanaat önderi, ülkede milliyetçiliğin, sözde İslamlaşmadan daha tehlikeli olduğunu dile getiriyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
KARAKAŞ: Buna kesinlikle katılıyorum. Milliyetçilik, Türkiye'nin en güçlü eğilimini oluşturuyor. Bu yüzden 301 gibi Türklüğe hakareti suç sayan bir yasa maddesini toptan kaldırmakta güçlük çekiliyor. Söz konusu maddede yapılacak her düzenlemede, Türkiye'de resmen bir tek vatandaşlık bağı -Türk- olduğu dikkate alınmak zorunda.
ULUSOY: Bu ideolojik milliyetçilik anlayışı nereden geliyor?
KARAKAŞ: Bunun kökleri ülkenin kuruluş mitinde yatıyor. Fransa veya Polonya gibi ülkelerin de milliyetçilikleri aşikâr. Fakat Türkiye'deki milliyetçilik daha ziyade homojenleştirmeye hizmet ediyor. Öyle bir milliyetçilik ki bu, Türklüğüyle Türk kimliği ve dilini, çok etnikliliği ve Osmanlı dönemindeki dini gelenekleri inkar eder tarzda toplum nezdinde yansımasını buluyor.
ULUSOY: Sonuçta bu milliyetçilik anlayışı, Türkiye'nin AB yolunda en büyük engeli teşkil edebilir mi?
KARAKAŞ: Kemalist devlet seçkinlerinin, üyelik müzakerelerinin belli bir aşamasında çıkıp da, artık "ulusal çıkarların peşkeş çekilmesine dur" demesi ve el frenini çekmesi işten bile değil.
ULUSOY: Türkiye on yıl içerisinde AB'ye dahil olacak mı?
KARAKAŞ: Türkiye'nin tam üyeliği şu an olup bitenlerin seyrine bakarsanız hayal. Zaten AB ile müzakerelerin çerçevesi, üyeliğe olası başka alternatifleri de öngörüyor. Türkiye, Müzakere Çerçeve Belgesi'ne attığı imzasıyla bu seçeneği kabul etmiş oluyor. Ancak Türkiye günün birinde AB'ye gerçekten katılabilmeyi başarsa dahi, AB, elinde bir dizi kalıcı koruyucu hüküm öne sürme hakkını saklı tutuyor- ki bunlar uygulandığı takdirde Türkiye'ye ancak "ikinci sınıf" bir üyelik kalır.
ULUSOY: Sözünü ettiğiniz bu koruyucu hükümler neler olabilir?
KARAKAŞ: Bu tedbirler, Türkiye'nin AB Destek Fonlarından daha az para alması veya her AB üyesi ülkenin Türk vatandaşlarına dolaşım hakkını kısıtlaması türünden önlemler içerebilir. Gerçi bugünden de koruyucu koşullar getirilmiş durumda, ancak bunlar uygulaması yedi yıldan fazla bir süreyi aşamıyor. Söz konusu Türkiye ise bunlar daimi kılınabilir; böyle bir durum, AB'nin genişleme hikayesinde benzersiz ve Türkiye'ye karşı apaçık bir ayrımcılık anlamına gelirdi. Bu yüzden ben, Türkiye'nin uluslar üstü AB yapısına adım adım -AB'yi zorlamadan- uyumunu öngören kademelendirilmiş bir entegrasyon modelinden yanayım. Bu durumda Türkiye'ye AB Bakanlar Kurulunda -veto olanağı olmaksızın- karar alma aşamasına katılma hakkı doğardı. Ayrıca tam üyelik perspektifi de devam ederdi. Toplamına bakarsanız bu model, sadece mevcut AB-Türkiye ilişkilerini ana hatlarıyla ekonomi ve güvenlik alanlarında -Türkiye'ye karar alma aşamasında oy hakkı tanımadan- derinleştirmeyi içeren "ayrıcalıklı ortaklık" fikrinden çok daha çekici.
AVUSTURYA BASINI
WIENER ZEITUNG: "HEM OTTAKRİNG'TE HEM DE AB YOLUNDA BİRLİKTE"
VİYANA, 18/06(BYE)--- Tirajı günde 27.500 olan ve devlet tarafından çıkarılan Wiener Zeitung gazetesinin 18 Haziran 2008 tarihli sayısında, Martyna Czarnowska imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Türkler Hırvatlardan daha fazla korna çalıyorlar. Viyana'da da Türklerin Çekler'e karşı maçı kazanması, tıpkı İstanbul'da Galatasaray'ın süper ligi kazanması gibi kutlandı. Türkler sanki Avrupa Şampiyonasını kazanmış gibi, pazar akşamı dalgalanan kırmızı bayraklarla arabalardan yarı beline kadar sarkarak, Gürtel boyunca dolaştılar.
Cuma günü de, maçı kim kazanırsa kazansın Ottakring'te yine kutlamalar yapılacak, çünkü Hırvatistan Türkiye'ye karşı oynayacak. Ottakring'te her iki ulusun da bol bol temsilcisi var. Gençler burada yetişti, anne babaları kısmen otobüslerle Avusturya'ya getirilmişti. Avusturyalı işletmeler 60'lı 70'li yıllarda Türkiye'den işçi getirmek üzere ajanslara bile başvuruyorlardı.
Zagrep ve Ankara'daki hükümetlere kalsa bütün Hırvatların ve Türklerin AB üyesi olması gerekirdi. Birçok Avusturyalı ise, bu iki ulustan yalnızca birini Avrupa Birliği'nde görmek istiyor. Türkiye'nin AB'ye katılma ihtimaline karşı olanlar şimdi, İrlanda'nın AB reform antlaşmasını reddetmesi üzerine pozisyonlarının güçlendiği kanısına kapılabilir. Yeni bir yapı olmadan AB'nin genişlemeye devam edemeyeceğini öne sürüyorlar. İrlanda'nın hayır cevabının genişlemeyi pek etkilemeyeceği dikkate alınmıyor. Çünkü Hırvatistan'ın AB üyeliği şimdiki AB antlaşmaları bazında da mümkün. Hatta Zagrep ile yapılacak üyelik antlaşmasında katılımların devam etmesi olasılığı bile yer alabilir. Bu Sırbistan ve Makedonya'nın yanı sıra Türkiye için de geçerli olabilir. Ancak Türkiye'nin önünde uzun bir yol var, on yıldan önce üye olması zaten düşünülemez. O zamana kadar hem Türkiye hem Avrupa çok değişmiş olabilir.
Ancak Türkiye'deki iktidar partisi AKP'nin şu anda başka sorunları var. AKP, İslamcı parti hakkında kapatma davası başlatmış olan Anayasa Mahkemesi'ne savunma yazısını verdi. Başsavcılık AKP'yi "laiklik karşıtı faaliyetlerin merkezi" olmakla suçluyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın grubu bunun yasal dayanağı olmadığını, siyasi nedenlere dayandığını ve bir "paranoya" göstergesi olduğunu söylüyor. Birçok delilin Savcılığın internetten sağladığı medya haberlerine dayandığı ileri sürülüyor. AKP bu yüzden buna "google davası" adını veriyor.
Erdoğan iç politikadaki çalkantılar yüzünden Türkiye'nin Avrupa Şampiyonası'ndaki açılış maçına gelmekten vazgeçmişti. Futbol meraklısı olan Başbakan buna rağmen cuma günü Viyana'ya gelmek istiyor. Ne de olsa gençliğinde kendisi de neredeyse profesyonel futbolcu olacaktı.
BELÇİKA BASINI
EUOBSERVER: "FRANSIZ SENATÖRLER TÜRKİYE İLE İLGİLİ REFERANDUM KARARINI FESHEDEBİLİR"
ANKARA, 13/06(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı Euobserver'ın 12 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Fransız Senatosunun Dış İşler ve Savunma Komitesi dün, parlamenterlerin geçen mayıs ayında teklif ettiği ve özellikle Türkiye gibi büyük ülkelerin AB'ye üye olmaları konusunda bir referandum yapılmasını zorunlu kılan hükmü feshetme yolunda bir adım attı.
Komite, Ulusal Meclis tarafından anayasal reform paketine bir değişiklik olarak sunulan hükmün, "dost bir ülke ve Fransa'nın müttefiki olan Türkiye aleyhine düzenlenmiş olarak görülebileceği ve Fransa ile bu ülke arasındaki diplomatik ilişkileri çok ciddi biçimde zedeleyebileceği" açıklamasını yaptı.
Kapsamlı reform taslağı bütün Senato tarafından 17 Haziran'da görüşülmeye başlanacak.
Fransız basınında çıkan haberlere göre, çoğunluğunu en büyük siyasi partinin -merkez sağ UMP- oluşturduğu Senato, söz konusu referandum hükmünü reddedebilir.
Nihai karar temmuz ayında Parlamentonun alt ve üst kanatlarının bir kongre toplantısı için bir araya geldiklerinde alınacak. Tasarının kabul edilmesi için beşte üç oy gerekli.
AB nüfusunun yüzde beşinden fazla bir nüfusa sahip bir ülkenin AB'ye katılımının onaylanması için referandum yapılmasını zorunlu kılan hüküm, Fransız parlamenterler tarafından 29 Mayıs'ta onaylanmıştı.
Bu hükmün kabul edilmesi, -Fransa'nın, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı en sert tutum takınan ülke olması nedeniyle- özellikle Türkiye'yi hedef aldığı şeklinde yorumlandı ve Ankara'da bu karar "ayrımcı" olduğu gerekçesiyle eleştirildi.
Geçen hafta Fransa'nın AB işlerinden sorumlu Bakanı Jean Pierre Jouyet, anayasaya bu türde bir tasarı eklemeyi teklif etmenin Türkiye'yi "aşağılayıcı" nitelikte olduğunu söyledi.
Jouyet AFP'ye yaptığı açıklamada, "Parlamento bağımsızdır ve ne isterse onu yapar, ancak bu değişiklikle birlikte Türkiye ile düşündüğümüzden daha ciddi bir anlaşmazlık riski almaktayız" dedi.
Hükümet son günlerde -Hırvatistan'ın ardından her yeni AB üyeliği için yapılması öngörülen- zorunlu referandumlara ilişkin hükmün feshedilmesini onaylayarak, bir ülkenin AB üyeliğinin onaylanması yöntemine ilişkin kararı Fransa cumhurbaşkanına bırakmış oldu.
FRANSA BASINI
AFP: "AB, TÜRKİYE İLE MÜZAKERELERDE İKİ YENİ BAŞLIĞIN AÇILMASINI ONAYLADI"
BRÜKSEL, 12/06(AFP)(BYE)--- Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre, AB, Türkiye ile müzakereler çerçevesinde iki yeni konu başlığının açılmasına yeşil ışık yaktı.
AB üyesi 27 ülke büyükelçisi fikri mülkiyet hukuku ve şirketler hukuku konularını kapsayan iki başlığın açılması kararı aldı. Böylelikle, 2005 yılının Ekim ayından bu yana AB ile sürdürülen müzakereler çerçevesinde 8 konu başlığı açılmış olacak. 27'lerin ilk defa Türkiye ile ilgili bir kararı fikir ayrılığı yaşamadan alabildikleri gözlendi.
LE FIGARO: "TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ BRÜKSEL'İN GÜNDEMİNDE"
PARİS, 13/06(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 13 Haziran 2008 tarihli sayısında, Pierre Avril imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
--Avrupa Komisyonu, İktidardaki AKP'nin Kapatılması Halinde Müzakereleri Askıya Alma Kararı Alabilir--
Türkiye'deki başlıca İslamcı parti olan AKP'nin siyasi hayattan men edilmesi olasılığı birçok Avrupalı yetkiliyi telaşa soktu. Öyle ki Avrupa Komisyonu karara karşılık Ankara ile üyelik müzakerelerini askıya almayı düşünüyor. Brüksel'in muhtemel senaryoları arasında Birliğin bu karşılığı, Anayasa Mahkemesinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın partisi hakkında kapatma kararı almasının ardından geleceği sanılıyor. Zira bir siyasi partinin, üstelik Avrupa yanlısı ve etkin bir partinin kapatılması, AB yetkililerince bir çeşit yumuşak darbe olarak algılanacaktır. Bu durum Brüksel için kabul edilemez.
Avrupa Birliği yasalarına göre, hukuki anlamda üyelik müzakerelerinin askıya alınması mümkün. Bunun için 27 üye devletin üçte ikisinin onayını almak yeterli. Buna karşılık böylesi bir karar siyasi anlamda bomba etkisi yapacaktır. Bir AB yetkilisi böylece "Türkiye'deki AB karşıtlarının eline koz verme riskine girmiş olacaklarını" ifade ediyor. Bu aynı zamanda Türkiye'de ülkelerini reform yolunda ilerlemeye itenlerin yılmasına neden olabilir. Bu nedenle bazı Avrupalı bürokratlar müzakerelerin kısa bir süre için, "yumuşak" bir şekilde askıya alınmasını savunuyor. Brüksel böylece Avrupa yanlısı kesimin ilgisini kaybetmeden, Ankara'ya hukuki sapmaları karşısındaki tutumunu belirtmiş olacaktır.
Bu Bizansvari diplomatik çözüme Fransa'nın AB Dönem Başkanlığı sırasında başvurulması bekleniyor. Ancak Paris'in bu yöntemi olumsuz karşılaması sorun yaratıyor. Bir diplomat, Fransa'nın görüşünü "hazırlandığı şekliyle müzakere sürecinin bazı başlıkların açılmasının engellenmesini sağladığı, bunun müzakereleri askıya almayla eşit olduğu, bu nedenle de üzerine açıkça bir engel eklemenin lüzumu olmadığı" şeklindeki açıklamasıyla özetliyor.
--Hassas Başlıklar--
Nitekim Fransa, Ankara'nın sadece tam üyeliğini öngördüğü gerekçesiyle avro ve bütçe gibi hassas başlıkların açılmasına bir yıldır engel oluyor. Ayrıca sekiz başlık da Kuzey Kıbrıs yetkililerinin Kıbrıs'ın güneyi üzerinde neredeyse tam abluka uygulamasından ötürü dondurulmuş vaziyette. Bir başka diplomat, "Ankara ile ilişkileri daha da zorlaştıran ülke olmak istemediklerini" ekliyor. Paris'in, uyumlu bir havada geçmesini dilediği dönem başkanlığı boyunca sermaye dolaşımı gibi iki veya üç ufak başlığın açılmasıyla yetineceği sanılıyor. Bir başka deyişle Paris, dönem başkanlığı boyunca asgari hizmetle yetinmeyi düşünüyor.
AFP: "TÜRKİYE, AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİNE DOĞRU KÜÇÜK BİR ADIM DAHA ATTI"
LÜKSEMBURG, 17/06(AFP)(BYE)--- Avrupalı kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Türkiye bugün, 35 başlıktan ikisini daha açarak AB üyeliğine doğru küçük bir adım daha attı.
AB'nin 27 üye devletiyle Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan bugün Lüksemburg'da, "şirketler hukuku" ve "fikri mülkiyet hukuku" başlıklarını açtılar.
En az 10 veya 15 yıl sürebilecek olan müzakerelerin, Ekim 2005'te başlamasından bu yana başlık sayısı sekize ulaşmış oluyor.
27'ler geçen hafta bu başlıkları açma konusunda prensip kararı almıştı ve ilk defa polemik olmaksızın Fransa, -Kıbrıs ile Türkiye'nin üyeliğine başlıca karşı olan- zorluk çıkarmadı.
Genellikle tartışmalar, Avrupa ve Asya arasında köprü konumunda bulunan, kuşkusuz "stratejik" olan, ancak AB'ye katılacak bu ilk büyük Müslüman ülkenin Avrupa geleceği konusunda ihtilaflı geçiyor.
LE FIGARO: "AVRUPALI TÜRKLER"
PARİS, 17/06(BYE)--- Tirajı günde 322 bin olan Le Figaro gazetesinin 16 Haziran 2008 tarihli sayısında, Eric Zimmour imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında "serbest vuruş" köşesinde yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkler, Euro'da dün belirleyici bir rol oynadılar. Hayır, Türkiye ne gizlice Avrupa ortak parasının finans mekanizmalarına girdi, ne de Avrupa Birliğine katıldı. Fakat milli takımı, Avrupa Futbol Şampiyonasında mücadelesini sürdürüyordu. Üstelik Avrupalı olup da AB üyesi olmayan İsviçre'nin bile hayallerini yıktı. Oysa ki Cumhurbaşkanımızın deyimiyle "küçük Asya'daydı". Tıpkı, kendini Avrupa'nın coğrafi grubunda bulan İsrail gibi. Ancak İsrail, kendisiyle müsabaka yapmak istemeyen Asya ve Afrika'daki Arap ülkeleri tarafından dışlanırken, kimse Türkiye'ye bu şekilde davranmadı. Üstelik Soğuk Savaş döneminde Avrupa'nın Sovyetler Birliğine ve Orta Avrupa ülkelerine karşı müttefiki olarak Avrupa Konseyi üyesi olmuştu... Coğrafyaya karşı tarih... Bizlere Osmanlı döneminden kalma meşhur "Avrupa'nın hasta adamı" cümlesini bırakan tarih... Bu da, AB üyeliğini destekleyenlere göre, Türkiye'nin bir Avrupa ülkesi olduğunun veya en azından geçmişte Avrupa'da sömürgeleri olan bir imparatorluk olduğunun kanıtı olarak gösteriliyor. Bu koşullarda Fransa'nın Afrika Kupasına, İspanya'nın da Güney Amerika Kupasına katılması gerekebilir...
Başkan Bush'un birkaç gün önce Avrupalı yetkililere, büyük Türk müttefiklerini üyeliğe alma talimatı vermesine de şaşırmamalı. Kim demiş Amerikalılar futboldan anlamaz diye?
AFP: "AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ"
STRASBOURG (AVRUPA KONSEYİ), 17/06(AFP)(BYE)--- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bugün Türkiye'yi, kayıp, işkence, cinayet ve orduda intihar konularını içeren üç ayrı davada mahkum etti.
Mahkeme Türkiye'nin, öldürülmeden önce işkence gördüğü düşünülen bir kültür vakfı Başkanı İzzetin Yıldırım'ın kaybolmasının ardından yeterli soruşturma yapmadığına oy birliği ile hükmetti.
AİHM, kurbanın annesi kardeşlerinden oluşan yedi davacının her birine 12 bin avro manevi tazminat ödenmesine ve mahkeme masraflarının karşılanmasına karar verdi.
İkinci bir davada Mahkeme, askerliğini yapan 20 yaşındaki Maşallah Yılmaz'ın kendisini aşağılayan üssünün gözünün önünde intihar etmesinden dolayı yaşama hakkı ihlali bulunduğuna oy birliği ile hükmetti.
Mahkeme Yılmaz'ın babasına 3 bin avro maddi, 12 avro manevi tazminat ve mahkeme masrafları için de 408 avro ödenmesine karar verdi.
AİHM ayrıca, siyasi bir partinin düzenlediği bir toplantıya giderken polis tarafından gözaltına alınan Umar Karatepe ve Sevil Ulaş'a insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yapılmış olmasından dolayı Türkiye'yi oy birliği ile mahkum etti.
Mahkeme davacıların her birine 5 bin avro manevi tazminat ödenmesine karar verdi.
İNGİLTERE BASINI
BBC: "FRANSA'DA TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİYLE İLGİLİ BİR KARAR ALINDI"
ANKARA, 12/06(BYE)--- BBC'nin 07.00-07.30 Türkçe yayınından:
Fransa'da Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliğini ilgilendiren bir karar alındı. Senatonun yasal işler komisyonu, aday ülkelerin üyeliklerinin doğrudan referanduma götürülmesini öngören Anayasa değişikliğinin senatoda reddedilmesini istedi. Komisyonun tavsiyesi, Türkiye'nin üyeliğine muhalif milletvekillerinin tepkisiyle karşılaştı. Ayrıntıları Paris'ten Sabetay Varol bildiriyor:
Türkiye'nin olası Avrupa Birliği üyeliğinin zorunlu referanduma götürülmesi konusunda Fransız senatosunun yasal işler komisyonunda yapılan bir oylama, Fransa politik yaşamında yeni dalgalanmalara yol açmaya aday görünüyor. Oylama, söz konusu komisyon başkanı iktidara mensup Senatör Jean Jacques Hyest'in sunduğu raporla ilgiliydi ve komisyon üyesi senatörlerin hemen tümü ulusal mecliste bir hafta önce oylanan bir Anayasa değişikliğinin iptal edilmesi yönünde oy kullanıyordu. İptali kararlaştırılan madde, nüfusu Avrupa Birliği üyelerinin toplam nüfusunun yüzde 5'inden çok ülkeler için referandumu zorunlu kılarken yüzde 5'ten az ülkeler için Fransız Anayasası'ndan referandumu çıkarmayı amaçlıyor. Oysa senato komisyonunun raporu, büyük ülke, küçük ülke farkını sildiği gibi tümü için günü geldiğinde o tarihteki cumhurbaşkanına inisiyatif tanıyor. Yani cumhurbaşkanı uygun görürse referanduma gidecek, görmezse parlamento onayıyla yetinecek.
Türkiye'yi hedef alan 40 kadar iktidar mensubu milletvekili, senato komisyonunun kararına şimdiden şiddetle tepki verdi. Kimi, 33 maddeden oluşan Anayasa reformu senatoda oylandıktan sonra iki meclisin birleşik oturumunda Anayasa reform paketine sırf bu yüzden oy vermeyeceklerini söylüyor ve iktidar oylamada böylesi bir fire verdiği takdirde paketin tümü suya düşecek ki Sarkozy yönetimi böylesi bir fiyaskoyu göze alabilir mi kuşkulu.
THE ECONOMIST: "TÜRKİYE... ÖRTÜDEN DE ÖTE"
LONDRA, 13/06(BYE)--- The Economist dergisinin 14 Haziran 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı makalenin çevirisi şöyledir:
--Laik ve Dindar Kesim, Demokrasi ve Türkiye'nin Avrupa Umutları Açısından Öngörülemez Sonuçları Olan Yeni Bir Çatışmaya Doğru Yol Alıyor--
Dindar Anadolululara hitap eden sağ görüşlü siyasetçi Adnan Menderes, Türkiye'de 58 yıl önce yapılan ilk özgür parlamento seçimlerinin ardından iktidara geldikten birkaç hafta sonra bir grup subay askerî darbe planları yapmaya başlamıştı bile. On yıl sonra, laik aydınların ve siyasetçilerin de desteğiyle o sırada üçüncü dönem iktidarını sürdürmekte olan hükümeti devirdiler. Bundan bir yıl sonra da, Eylül 1961'de, Adnan Menderes asıldı.
Genç bir eylemci olan Yıldıray Oğur, 1960 yılındaki darbe ile bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) devrilmesi için Türkiye'nin generalleri ve hâkimlerinin başını çektiği kampanya arasında endişe verici paralellikler görüyor. Türkiye, Anayasa Mahkemesinin, AKP'nin kapatılmasıyla aralarında Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül'ün de bulunduğu 71 partilinin siyasetten men edilmesi istemiyle Başsavcının, şeriat yasasını getirmeye çalıştıkları yönünde pek de sağlam temelleri olmayan gerekçelerle açtığı davayı esastan görmeye başladığından bu yana karışıklık içinde.
Parlamentonun büyük çoğunluğu tarafından kabul edilen ve genç kadınların üniversitelerde İslami tarzda başörtüsü takmalarına izin veren yasayı Mahkemenin iptal ettiği 5 Haziran gününden sonra durum daha da ciddileşti. Mahkeme, bu yasayı 9'a karşı 2 oyla iptal ederek, AKP'yi kapatma kararı alacağı yönünde de açık bir sinyal vermiş oldu. Kapatma davası ile ilgili hükmün sonbaharda verilmesi bekleniyor.
Çoğu kişi açısından karar, yargısal bir darbe: Zenginliği ve sosyal alanı, AKP'nin simgelediği dindar Türklerden oluşan bir yükselen sınıfla paylaşmayı reddeden elit kesimin, iktidarı ele geçirmek için son girişimi. Bu, ayrıca Anayasa Mahkemesinin saygınlığını daha da düşürebilir. Yıldıray Oğur, davanın bütün bunların dışında, "son sözün seçilmiş siyasetçilere değil kendilerine ait olduğuna inanan bir orduyu" açığa çıkardığını söylüyor.
Meydan okuyan Erdoğan ise savaşacağını söylüyor. Bu hafta, Mecliste öfkesi burnunda, yaptığı konuşmasında Mahkemenin yetki alanını aştığını belirterek "halka bunu açıklamalı" dedi. Bir tarafta, hâkimlerin atanmaları ve siyasi partileri kapatma yetkilerinin sınırlanması için yasaların değiştirileceği söylentileri var; diğer tarafta AKP'li bazı yetkililer, milyonlarca taraftarı sokaklara dökmeyi hayal ediyor. Ancak, bu şekilde, açık bir askerî darbeye davetiye çıkarabileceklerini de biliyorlar. Bir AKP milletvekili, "Kurbanlık koyun gibiyiz. Bu kaderimizden artık bıktık" diye iç geçiriyor.
Bazıları da umutlarını Batı'nın desteğine bağlamış durumda. Avrupa Birliği, AKP'nin kapatılması hâlinde üyelik müzakerelerini askıya alacağını ima etti. Ancak, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerdeki Türkiye'nin üyeliğine karşı tırmanan muhalefet sayesinde zaten çok az sayıda Türk, AB'ye gireceklerine inanıyor. AB ile ilişkileri gözlemleyen Cengiz Aktar, "Havucu kalmayan AB, artık sopa da gösteremez" görüşünde.
AKP'nin devrilmesine karşı en büyük caydırıcı ise Türkiye'nin sallanan ekonomisi. Altı yıl süren istikrarlı büyümenin ardından ekonomi yavaşlamaya başladı, enflasyon çift haneli rakamlara geri döndü ve bu yılın cari işlemler açığının, GSYİH'nin yüzde 7'sine çıkması bekleniyor. Eski Hazine Müsteşarı ve muhalefet Milletvekili Faik Öztrak, Türkiye'nin bu açığı kapatabilmek için en az 135 milyar dolar döviz akışına ihtiyacı olduğunu tahmin ediyor. Öztrak'ın da dokunaklı bir şekilde sorduğu gibi "Bu para nereden gelecek?"
Yatırımcıların güveni, hükümetin IMF ile mayıs ayında vadesi dolan stand-by anlaşmasının uzatılması konusundaki kararsızlığı nedeniyle sarsıldı. IMF'nin Türkiye Masası Şefi Lorenzo Giorgianni, "Mali piyasalarda belirsizlik sürerken Türkiye, politik hataları muhtemelen daha da pahalıya oturtacak gergin bir ipte yürüyor. Özellikle belediye bütçelerinde reform gibi belirlenmiş mali hedeflere ulaşılmasını engelleyecek bazı yeni girişimler, politikalar arasındaki dengeyi bozabilir ve bunlardan kaçınılması gerekir" diyerek hükümetin yerel yönetim harcamalarının artırılması planına atıfta bulunuyor.
Oysa İstanbul'daki birçok finansçı, pek de telaşa düşmüş görünmüyor. AKP kapatılsa dahi paniğe kapılmak için bir neden görmüyorlar. Savları, dersini aldıktan sonra aklını başına toplamış bir AKP'nin yeni bir isim altında tekrar örgütleneceği ve yola aynen devam edeceği şeklinde. Kuşkusuz, bir parti kapatıldığında (bu genellikle ya Kürt yanlısı ya da İslamcı bir parti oluyor) üyeleri genellikle yeni bir bayrak altında tekrar bir araya geliyor. Ancak, İslamcı partiler çoğu zaman daha güçlü bir şekilde dönüyor. AKP, bizzat 2001'de kapatılan Fazilet Partisinin içinden çıkmıştı. Parti 2002'de iktidara gelmiş ve geçen yılki seçimlerde oylarını daha da artırarak ikinci bir dönem için iktidarı almıştı.
Parti kapatılsa dahi, AKP'nin Mecliste kalacak milletvekillerinin sayısı bir erken seçim kararı çıkarmak için yeterli olacak. Ancak, Batılı bir diplomatın ortaya koyduğu gibi "AKP'liler, bir yanda darbe olmak üzere sıkışmış durumda" ve asıl soru şu: "AKP'ye karşı bu stratejiyi izleyenler, onların daha güçlü bir şekilde dönmesine izin verecek mi?"
AKP'nin bu süreçten yara almadan çıkacağı konusunda herkes hemfikir değil. Kendi yandaşları dahi Erdoğan'ın, türban yasasını daha geniş kapsamlı bir anayasal reform paketine dahil ederek geçirmemekle stratejik bir hata yaptığını düşünüyor. Bunun yanında, laiklik yanlılarının endişelerini yatıştırmak yerine bazı AKP mensupları başörtüsünün yakında devlet dairelerinde de serbest bırakılacağını ifade ettiler. Birçoklarının düşüncesine göre, geçen Ağustos'ta Dışişleri Bakanlığından Cumhurbaşkanlığına çıkan Abdullah Gül'ün yarattığı boşlukta da gene Erdoğan ve hatalarının rolü var. Zira, parti içinde ikinci isim olan Gül, Erdoğan'ın birçok katı yönlerini törpüleyebiliyordu.
Diğer yandan, geçen yıl Güneydoğu Anadolu'da Kürtlerden sağlanan destek, Başbakan Erdoğan'ın ordunun baskılarına boyun eğerek, PKK teröristlere karşı Kuzey Irak'ta sınır ötesi operasyon yetkisi verdiğinden beri zayıflıyor. Erdoğan, ayrıca Meclisteki Kürt kökenli DTP milletvekillerini muhatap olarak kabul etmiyor. Bunlara ilaveten, 1 Mayıs gösterilerinde İstanbul'da sergilenen polis şiddeti ve toplu gözaltılar da Erdoğan'ın imajını olumsuz bir biçimde etkiledi.
Gene de, gerek kendisinin gerek partisinin yaptığı yanlışlara rağmen kamuoyu yoklamalarına göre AKP hâlâ rakiplerinin açık ara önünde gidiyor. AKP'nin Diyarbakırlı üyesi Abdurrahman Kurt "Bizi reformlar hakkında yavaş davranmak konusunda tenkit edebilirsiniz, ama gerçekte biz Türkiye'nin sindirebileceğinden çok daha fazla değişiklikler yaptık" diyor. AKP, dindar insanlara siyasi arenada söz hakkı vererek onların demokrasiye olan inancını da sağlamlaştırıyor.
Diyarbakır'daki Dicle Üniversitesinde sosyolog olarak görev yapan Mahzar Bağlı, "Anayasa Mahkemesi başörtüsü yasasını iptal ederek, radikal grupların illegal yollarla haklarını aramaları riskini yarattı" diyor. Başka bir deyişle, laiklik yanlılarının AKP'ye saldırısı, radikal İslam tehdidini artırmış olabilir.
REUTERS: "REHN: AB'NİN GENİŞLEMESİ İRLANDA'NIN 'HAYIR' OYUYLA TEHLİKEYE GİRMEDİ"
LÜKSEMBURG, 16/06(REUTERS)(BYE)--- Paul Taylor bildiriyor:
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Yüksek Komiseri Olli Rehn, İrlanda'nın Avrupa Birliği'nin reform anlaşmasını reddetmesinin Birliğin Balkanlardan bazı ülkeleri ve Türkiye'yi yeni üye olarak kabul etmesi vaadini ortadan kaldırmadığını söyledi.
Rehn bu sözleriyle İrlanda referandumundan "hayır" oyu çıkmasının, 27 ülkeli Birliğe yeni üye kabul edilmesini şimdilik imkansız kıldığını söyleyen Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Poettering ile ters düştü.
Rehn Reuters'a verdiği mülakatta, "Lizbon Anlaşmasıyla ilgili mevcut zorluklara rağmen Avrupa Birliği, Batı Balkanlar ve Türkiye'yi kapsayan güneydoğu Avrupa için AB perspektifiyle ilgili vaatlerine sadıktır. Yarın Hırvatistan ve Türkiye ile katılım konferansında bazı başlıkları açacak olmamız nedeniyle AB katılım sürecinin ilerlediği konusunda somut bir kanıtımız olacak" dedi.
Aday ülkelerin kabul etmek zorunda oldukları AB'nin 80 bin sayfalık mevzuatı başlıklar olarak bilinen 35 siyasi alana bölünmüştür.
--İhtilaflı Türkiye--
Lizbon Anlaşması, AB liderlerinin Avrupa Konseyi'ne daha uzun vadeli bir başkan, geliştirilmiş bir dış politika, sadeleştirilmiş karar alma mekanizması ve Avrupa Parlamentosuna daha fazla söz hakkıyla birlikte Birliğe daha güçlü bir liderlik vermeyi amaçlıyordu.
Yürürlüğe girmesi için tüm üye ülkelerin onayı gereken anlaşma olmazsa, AB'nin her bir yeni katılan ülke için parlamentodaki sandalye sayısı ve bakanlar konseyindeki oy ağırlıkları konusunda ayrı ayrı anlaşmalar yapması gerekiyor.
Avrupa Parlamentosu bağlayıcı olmayan bir kararında Lizbon Anlaşmasının yürürlüğe girmediği sürece yeni katılım olmaması gerektiğine hükmetmişti.
İrlanda'da yapılan oylama genişleme konusunda başlıca etkisini belki de Türkiye'nin fazla büyük, fakir ve kültürel olarak birlikten farklı olduğunu ileri sürenlerin argümanlarını desteklemek suretiyle gösterdi.
Fransa Tarım Bakanı Michel Barnier dün, referandumun vatandaşların "sınırsız ve limitsiz" bir AB'den korktuklarını gösterdiğini söyleyerek aynı yönde tavır gösterdi.
AB yetkilileri Türkiye'nin beklendiği gibi Anayasa Mahkemesi'nin iktidardaki AK Partiyi kapatması ve önde gelen üyelerini siyasetten men etmesi halinde önümüzdeki aylarda üyelik olasılığını ciddi şekilde zedeleyeceğinden endişe duyuyor.
Rehn bu durumda AB'nin katılım görüşmelerini resmi veya gayriresmi olarak askıya alıp almayacağı konusunda spekülasyonda bulunmayı reddetti.
Rehn, "Siyasi partileri kapatmak Avrupa'da normal bir demokraside olağan bir şey değildir ve anayasa mahkemesinin kararlarında Avrupa'nın demokratik ilkelerine ve yasaların üstünlüğüne saygı gösterilmesi zaruridir" dedi.
THE TIMES: "TÜRK DEVİ OYAK GRUBU BRÜKSEL'DE RAHATSIZLIK YARATTI"
ANKARA, 18/06(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan The Times gazetesinin 18 Haziran 2008 tarihli sayısında, Carl Mortished imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin özet çevirisi şöyledir:
İrlanda'nın Lizbon Antlaşmasına "hayır" demesi, Türkiye'nin dün başlayan AB'ye katılım müzakerelerine gölge düşürdü. Türk müzakereciler, Türklere antipati duyan Fransızların dönem başkanlığı esnasında AB'nin, katılım sürecini bir kenara atmasından endişe duyuyor. Bireysel özgürlük tartışmaları da bu durumu tehlikeye atabilir.
Türkler, AB yasalarına teknik açıdan riayet etmeye odaklanmış durumdalar. Müzakereler iki yeni başlıkla sürüyor: şirketler hukuku ve fikri mülkiyet hukuku. Türkler ülkelerinde başörtü yasağıyla ilgili şiddetli tartışmalardan ve İslamcı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile laik kurumlar arasında artmakta olan ihtilaftan kurtulmak istiyorlar. Türkiye Anayasa Mahkemesinin iktidardaki AK Partiyi kapatma tehdidi, Türkiye'nin Avrupa'yla kültürel açıdan uyuşması konusunda yeni sorular gündeme getiriyor.
Brüksel'de Türkiye'nin siyaset ve kültür haritasında nerede konumlandırılabileceğine dair bir anlaşmaya varılamıyor olabilir ama yatırımcıların, ülkenin büyüyen ekonomik gücüne dair pek de kuşkuları yok. Demir-çelik grubu ArcelorMittal bu hafta ülkenin en büyük çelik üreticisi Erdemir'deki hissesini ikiye katlayarak Türkiye'nin altyapısında pay sahibi olma kararlılığını kanıtladı.
Erdemir, Türkiye'nin başarılı otomotiv sanayisine ve inşaat sektörüne çelik sağlayan büyük bir firma. Şirket geçen iki yıl boyunca üretimini yedi milyon tondan dokuz milyon tona çıkarabilmek için 3 milyar dolarlık yatırım yaptı. ArcelorMittal ise şirketin peşindeydi. Mittal ve Arcelor birleşmeden önce Erdemir için rekabet eden iki firmaydı. Ancak peşlerinde bir Türk emeklilik fonu olan OYAK Grubu vardı ve OYAK, Erdemir'in yüzde 53'ünü 3 milyar dolara satın aldı. OYAK bir başarıya imza attı ve bu bir ilk değildi. Şirket, Türkiye'nin 2001 yılında içinde bulunduğu mali krizin ortasında batık bir bankayı, OYAK CEO'su Coşkun Ulusoy'ın şaka yollu 'jipimin fiyatı' dediği bir fiyata, 36 bin dolara satın aldı. Yapılan 750 milyon dolarlık yatırımın ardından OYAK Bank geçen yıl ING'ye 2.7 milyar dolara satıldı. Elinde yaklaşık 3 milyar dolarlık nakit bulunan OYAK, hem portföyünü genişletmek hem de altyapı şirketlerinden büyük hisseler almak amacıyla Avrupa'ya açılmak istiyor.
Bu durum Brüksel'de endişelere yol açıyor, çünkü OYAK sıradan bir emeklilik fonu değil. Şirket, Türk ordusunun çıkarlarına hizmet için kurulmuş. OYAK Grubu Türkiye'de dikkate alınması gereken bir finansal güç, ancak bazı AB parlamenterleri, grubu, Türk ordusunun kabul edilemez bir uzantısı olarak görüyorlar. Ordu, Türk toplumundaki en etkili ve daimi güç olmakla birlikte dört hükümet devirmiş, istikrarsızlık yaratan bir güç aynı zamanda. OYAK'ın CEO'su Coşkun Ulusoy ısrarla grubun, sadece ticari bir kuruluş olup üyelerinin kazancını düşündüğünü savunuyor. Bu üyeler orduda subay olarak görev yapıyor. Ancak ordu bağlantısı hassas bir nokta. Yurtdışına açılma hevesiyle OYAK, bağımsız bir fon olduğuna ilişkin şüpheleri gidermeye çalışıyor.
OYAK'ın planı, Türkiye'nin sınırları dışına taşmak. OYAK büyük bir şirket ve riskleri azaltıp fırsatları çoğaltmak için iç pazarı aşıp çeşitlilik sağlama ihtiyacında. Şirket, Erdemir'e kaynak sağlamak amacıyla mineral, demir cevheri ve kömürle ilgili yatırımlar planlıyor. Ulusoy bu amaç uğruna 2 milyar dolar harcamayı düşünüyor, ancak bu rakam daha da artabilir, çünkü şirketin 3 milyar dolardan fazla nakdi bulunuyor.
Şirketin dış ülkelere açılmak istemesinin bir diğer nedeni ise Türk ekonomisinin geleceğindeki belirsizlik. Ekonomi, son zamanlarda yeniden iki haneli rakamlara ulaşan enflasyonun tehdidi altında.
Bu arada AB, kendi anayasasının derdinde. Belki de İrlandalılar, Türklere, AB karşısında nasıl bir tutum izlemeleri gerektiğine dair bir sinyal vermiştir. Bu yeni bir fırsat, ama sakın sizi kendi yolunuzda ilerlemekten alıkoymasın.
KIBRIS RUM BASINI
KIBRIS HABER AJANSI: "YUNANİSTAN DIŞİŞLERİ BAKANI DORA BAKOYANNİ İLE MÜLAKAT"
LEFKOŞA, 12/06(BYE)--- Kıbrıs Haber Ajansında (KİPE) yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Kıbrıs Haber Ajansına (KİPE) 11 Haziran 2008 tarihinde verdiği mülakatta, Yunanistan'ın, Türk işgalinin sonlandırılması ile Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi çözümünün bulunması amacını taşıyan çabaları desteklemeye devam edeceği konusunda güvence verdi.
Yunanistan Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanlığı görevini Dimitris Hristofyas'ın üstlenmesinden sonra Kıbrıs'a gerçekleştirdiği çalışma ziyareti öncesinde Kıbrıs Haber Ajansına verdiği mülakatta, Kıbrıs sorunundaki yeni hareketliliğin, Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın girişimlerinin bir sonucu olduğunu ifade ederek, iki toplumun ortak zemin arama çabalarında özgür bırakılmaları gerektiğinin altını çizdi.
Bakoyanni, önemli engellerin var olmaya devam ettiğini vurgulayarak, Cumhurbaşkanı Hristofyas ile Sayın Talat'ın, 21 Mart Anlaşmasıyla; üzerinde anlaşmaya varılmış iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü amacına bağlılıklarını teyit ettiklerini ifade etti. Bakoyanni, "Yeni bir fırsat penceresi açıldı, bu pencereyi açık tutmak hepimizin görevidir" dedi.
Yunanistan Dışişleri Bakanı aynı zamanda, Türk liderliğinin Talat'ı özlü konularda, yapıcı tutum ve iyi niyet göstermesi konusunda cesaretlendirmesi gerektiğini söyleyerek, Türkiye'deki iç gelişmelerin Avrupa ilkelerine uyum perspektifinde fren olmaması ve Kıbrıs sorununda ilerleme kaydetmeme konusunda gerekçe olmaması umudunu ifade etti.
Türk meslektaşı Ali Babacan'ın, Kıbrıs sorununun çözüm çabalarında daha aktif rol oynaması yönünde AB'ye yapmış olduğu çağrıyı yorumlayan Bakoyanni, AB'nin birleşik bir Kıbrıs'ın Avrupa sürecine etkili katılımının sağlanmasında kendi rolünü oynayacağını vurgulayarak, AB'ye üye bir devlet için daimi derogasyonların doğru olmadığını söyledi.
Bakoyanni, Türkiye'nin AB ve Kıbrıs Cumhuriyeti karşısında açık yükümlülükleri olduğunu da belirtti.
AB dönem başkanlığını devralacak olan Fransa'nın oynayabileceği rol ile ilgili olarak Bakoyanni, AB'nin Ankara'dan Ek Protokolü uygulamasını açık bir şekilde istediğini söyleyerek, dönem başkanlığının bütün üye devletlerin ortak sesi olduğunu vurguladı.
Kıbrıs ile İngiltere arasında imzalanan Karşılıklı Anlayış Memorandumunu yorumlayan Yunanistan Dışişleri Bakanı, "Bu, iki tarafın siyasi sorununun çözümüyle ilgili temel ilkeleri netleştirme anlamında, doğru yönde atılmış bir adımdır" dedi.
SORU: Hristofyas'ın seçilmesinin ardından, Kıbrıs'ı ilk kez ziyaret ediyorsunuz. Bugün, Kıbrıs sorununa yaşayabilir ve işlevsel bir çözüm bulunmasıyla ilgili şartların elverişli olduğuna inanıyor musunuz?
BAKOYANNİ: 21 Mart Anlaşması ile başlayan iki toplumlu görüşmeler gelişim aşamasındadır. Elbette ki hala önemli zorluklar var olmaya devam etmektedir. Ancak öte yandan Cumhurbaşkanı Hristofyas ve Sayın Talat, 21 Mart Anlaşması ile üzerinde anlaşmaya varılmış iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü amacına bağlılıklarını teyit ettiler. Yeni bir fırsat penceresi açıldı. Bu pencereyi açık tutmak hepimizin görevidir.
SORU: Cumhurbaşkanının Kıbrıs sorunundaki uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
BAKOYANNİ: Kıbrıs sorunundaki yeni hareketlilik, Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın girişimlerinin bir sonucudur. Yunanistan, Türk işgalinin sonlandırılması ve Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi çözümünün bulunması amacını taşıyan çabaları desteklemeye devam edecektir.
SORU: Cumhurbaşkanı Hristofyas, Çalışma Grupları ve Teknik Komitelerde bugüne kadar sağlanan ilerlemenin tatmin edici olmadığını söyledi. Yunanistan, Türk tarafına baskı yapma konusunda ne yapıyor?
BAKOYANNİ: Bu konu baskı konusu değildir. Tam aksine, iki toplumun ortak zemin arama çabalarında özgür bırakılmaları gerekmektedir. Ben Sayın Babacan'a, şu anki çabanın başarılı olması gerektiğini söyledim. Onun, sürecin desteklenmesine yönelik açıklama yaptığı bir gerçektir.
SORU: Türkiye'nin Kıbrıs tarafının girişimleri karşısındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
BAKOYANNİ: Parmağımızın ardına gizlenmiyoruz. Kıbrıs sorunu, uluslararası işgal ve istila sorunu olmaya devam etmektedir. Çözümün anahtarı Ankara'dadır. Türk hükümeti görüşmeleri desteklediğini açıklıyor. Türk liderliğinin Talat'ı, yapıcı tutum ve iyi niyet göstermesi konusunda cesaretlendirmesi gerekmektedir; özellikle de özlü konularda...
SORU: Türkiye'deki iç gelişmeler Kıbrıs sorununu nasıl etkilemektedir?
BAKOYANNİ: Türkiye'deki iç gelişmeleri büyük bir dikkatle inceliyor ve değerlendiriyoruz. Bu gelişmelerin, Avrupa ilke ve değerlerine uyum perspektifinde fren olmamasını umut ediyoruz. Aynı zamanda, bu gelişmelerin Kıbrıs sorununda ilerleme kaydetmeme konusunda gerekçe olamayacağını vurgulamak isterim. Üstelik Kıbrıs sorununda özlü bir ilerleme, Ankara'nın da faydasına olacaktır.
SORU: Türkiyeli meslektaşınız, AB'ye Kıbrıs sorununun çözüm çabalarında daha aktif rol oynaması yönünde çağrı yaptı. Ankara'nın, AB'nin Kıbrıs sorununa daha aktif katılımı konusunda bugüne kadar takındığı retçi tutumu göz önünde bulunduracak olursak, Türkiye'nin Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak AB karşısında herhangi bir tutum değişikliği söz konusu mudur?
BAKOYANNİ: Kıbrıs sorununun çözümünün Avrupa ilke ve değerlerinin çerçevesi dışında olmayacağı açıktır; Avrupa mevzuatının dışında... AB, birleşik bir Kıbrıs'ın Avrupa sürecine etkili katılımını sağlama alma konusunda kendi rolünü oynayacaktır. AB'ye üye bir devlet için daimi derogasyonlar akılcı değildir. Bu açıdan Türkiye'nin AB karşısında böyle bir tutum değişikliği memnuniyetle karşılanacaktır. Öte yandan şunu hatırlatmam gerekir ki, Türkiye'nin hala AB ve Kıbrıs Cumhuriyeti karşında açık yükümlülükleri vardır. Özellikle Ek Protokolün onaylanması ve uygulanması, aynı zamanda Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerin normalleştirilmesi yükümlülüğünden bahsediyorum.
SORU: AB'nin Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye'ye gerektiği kadar baskı yapmadığı yönünde bir görüş hakim. Siz bu görüşe katılıyor musunuz ve Fransa, Dönem Başkanı olarak bu konuda nasıl bir rol oynayabilir?
BAKOYANNİ: Birlik, açık bir şekilde Ankara'dan Ek Protokolün uygulanmasını istedi. Türkiye'nin üyelik sürecine yanıt vermemesinin sonuçlarının ne olacağı herkes tarafından bilinmektedir.
Üstelik Birlik, önümüzdeki yıl, kaydedilen ilerlemeyi yeniden değerlendirecek. İlerlemenin hızı konusunda tek sorumlu, bizzat Türkiye'dir. Avrupa tez ve ilkelerine gelince; bunlar, "27'ler" tarafından oy birliğiyle belirlenmektedir. Her AB dönem başkanı, üye devletlerin tümünün ortak sesi olmaktadır.
SORU: Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın, İngiltere Başbakanı Gordon Brown ile imzaladığı Kıbrıs ve İngiltere arasındaki Karşılıklı Anlayış Memorandumunu nasıl yorumluyorsunuz? İki ülkenin ilişkilerinde yeni bir aşamaya girildiğine inanıyor musunuz?
BAKOYANNİ: Geçtiğimiz yıl, Birleşik Krallık ile Türkiye arasında, bir bacağı Kıbrıs sorunu ile ilgili olan bir memorandum imzalanmasından dolayı, bazı haklı kaygılar oluşmuştu. Bu memorandumun imzalanmasının, iki tarafın siyasi sorununun çözümüyle ilgili temel ilkeleri netleştirme anlamında doğru yönde atılmış bir adım olduğunu düşünüyoruz.
HARAVGİ: "TÜRKİYE 'DENETİM' ALTINDA"
LEFKOŞA, 16/06(BYE)--- AKEL yayın organı Haravgi gazetesinin 14 Haziran 2008 tarihli sayısında Neofitos Neofitu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Yunanistan Dışişleri Bakanı, Türkiye'yi, Kıbrıs Türk liderliğini ve Talat'ı yapıcı ruh göstermeleri ve teknik komiteler ve çalışma gruplarıyla başlayan yeni çabaya yapıcı bir şekilde katkı sağlamaları konusunda cesaretlendirmeye çağırdı ve "Türkiye'deki iç gelişmelerin ve şiddetli rekabetin, uzlaşmazlığın, kuşkunun ve bölünmenin korunmasına bahane teşkil etmemesi gerektiğini" belirtti. Yunanistan Dışişleri Bakanı, açık bir şekilde ilerleme kaydedilmesine ve Kıbrıs sorununda çözüme ulaşmamıza yönelik "anahtarın" Ankara'da olduğu mesajını gönderdi.
Maalesef bugüne kadar, Türk Hükümeti tarafından gönderilen cesaret verici mesajlar olduğu görünmüyor. Türkiye, Avrupa üyelik sürecinde bulunmasına rağmen, bir Avrupalı gibi davranmıyor.
Sadece Kıbrıs sorununda uzlaşmaz tutumunu sergilemekle kalmayıp, aynı zamanda AB'ye üyelik konusunda da kışkırtıcı ve "hükümdar gibi" davranıyor. Siyasi oyunun Avrupa kurallarını benimsemeyi reddediyor. Kâğıt üzerindeki yükümlülüklerine uymak yerine, oyunu kendi doğu şartlarıyla "oynamamızı" istiyor. Türkiye'nin bu davranışları, 23 ve 27 Haziran tarihleri arasındaki Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi toplantısında, -askerî kurulu/düzenin AKP'ye karşı başlattığı siyasi ve yasal süreçten sonra- Türkiye'deki siyasi durumun görüşülmesine mecbur etti ve ülkenin denetim altına alınması (monitoring) ihtimali var.
Türkiye'nin "kışkırtıcı hükümdar gibi" davranışı ve Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın -Paris'te 13 Temmuzda özel zirve düzenleyerek kurulmasını Fransa'nın ortaya attığı- "Akdeniz İçin Birlik" projesine ülkesinin girmemesi olasılığının olduğu şeklindeki uyarısı belirleyicidir. Türkiye'nin dış politikası uzlaşmaz olmaya ve Kıbrıs Cumhuriyeti de dahil, komşu ülkeler arasındaki ilişkilerin normalleşmesini, işbirliğini ve diyaloğu reddetmeye devam ediyor.
Türkiye'nin tutumunu değiştirmesi ve Avrupa ailesinin üyesi olacak gerçek bir ülke gibi davranması için, baskıların katı bir şekilde Türkiye'ye çevrilmesi gerekiyor.
Avrupa ve uluslararası topluluk, Türkiye'deki gelişmeleri takip etmeye ve ülkedeki -köklü olması ve dış politikaya da yansıması için- demokratikleşmeye yönelik uygun mesajlar göndermeye çağrılıyor.
YUNANİSTAN BASINI
SKY TV: "TÜRKİYE GÖZLEM ALTINDA"
ANKARA, 12/06(BYE)--- Yunanistan'ın özel Sky televizyonunun 12 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Konseyi, Türkiye'yi demokrasi problemi gösteren ülkeler arasına tekrar katma olasılığını inceliyor. Avrupa Konseyi parlamenterler toplantısında, iktidar partisi AKP'nin faaliyetlerini yasaklama davasının görülmesinden sonra, konuyu olağanüstü olarak ele alacak.
26 Haziran'da parlamenterler toplantısında görüşülecek olan gözlemleme süreci, Avrupa Konseyine yeni üye olan ülkelere ya da "demokrasiye henüz geçen" ülkelere uygulanıyor.
Bu sürecin Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecini etkilemesi bekleniyor. Avrupa Konseyi parlamenterler toplantısındaki Türk heyetinin başkanına göre, sözü edilen bu olasılığın önlenmesi için diplomatik girişimler başlatıldı.
Türkiye'nin demokrasiye henüz geçen gözlem altındaki ülkeler listesinden 2004 yılında çıkarıldığı bildiriliyor.
SKY TV: "BAKOYANNİ'NİN ANKARA'DAN İSTEĞİ"
ANKARA, 12/06(BYE)--- Yunanistan'ın özel Sky televizyonunun 12 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Atina'da Kıbrıs Radyo-TV Kurumu (RİK) muhabiriyle yaptığı röportajda, Ankara'dan Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili somut adım atmasını istedi.
Kıbrıs'a bugün bir çalışma ziyareti gerçekleştirecek olan Bakoyanni, "Kıbrıs konusunda çözümsüzlüğün, Avrupa'ya yakınlaşamayacağının nedeni olduğunu bizzat Türkiye'nin kendisinin de bildiğini" vurguladı.
Bakan, "Avrupa Birliği'ne aday ülkenin, başka bir Avrupa ülkesinin bir kısmını işgal etmesinin evrensel bir paradoks olduğunu" belirtti.
Bakoyanni, Kıbrıs'ta işgal kuvveti bulunmamasını hedef olarak belirleyerek, "Garantiler ve müdahale olasılıkları mantığı geçmişte kaldı" dedi.
Bakoyanni, "Çağdaş bir Avrupa ülkesi, AB denen büyük bir kalkana ve güvenceye sahiptir. Kıbrıs Rumlarının ve Kıbrıs Türklerinin en büyük güvencesi, gelecekte AB'nin sağladığı güvence olacaktır" dedi.
Kıbrıs sorununa çözümün Kıbrıslılar tarafından bulunacağını belirten Bakoyanni, Atina'nın da Kıbrıs'taki her hükümetle ve şimdi de Cumhurbaşkanı Hristofyas ile yakın işbirliği yaptığını vurguladı.
KATHİMERİNİ: "ATİNA BOZBABA TATBİKATINI YENİDEN ÖN PLANA ÇIKARIYOR"
ATİNA, 13/06(BYE)--- Tirajı günde 56.978 olan Kathimerini gazetesinin 13 Haziran 2008 tarihli sayısında, Y. Gulielmos/Kostas Kallergis imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haber-yorumun çevirisi şöyledir:
Genelkurmay Başkanı Dimitris Grapsas gazetecilerin Bozbaba Adası'nı da içeren "Noble Archer" tatbikatının iptal edilmesi konusuna ilişkin sorularını cevabında, NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer'in tamamen operasyonel olan bir konu için siyasi bir karar aldığı değerlendirmesinde bulundu. Genelkurmay Başkanlığı yetkilileri, NATO'nun tutumu için kaygılarını dile getiriyor ve Bükreş'teki zirvenin ertesi günü tatbikatın iptal edilmesi kararının Kuzey Atlantik İttifakının başının şahsi seçeneği olduğunu öne sürüyorlar. Çoğu yetkililere soru işaretleri yaratan diğer bir husus da "tatbikatın gerçekleşmesi için gerekli araçları sağlamak durumunda olmadığını" açıklamasından kısa bir süre önce İttifakın merkezi Mons'u Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ziyaret etmiş olması. Grapsas, Yunanistan'ın sabit tezleri olduğuna dair güvenceler verdi, tatbikatlar planladığını ve görevi olduğu üzere NATO'ya bilgi verdiğini, öngörülmekte olan işlemlere daima uyum sağladığını belirtti.
Atina söz konusu tatbikatın yapılması için tekrar başvuruda bulunacak. Ancak, tatbikatın üçüncü kez iptal edilmesi durumunda yoğun gerginliklere neden olacağı kesin sayılıyor. Çoğu çevreler bu tür bir gelişmenin bölgede "tatbikatın yapılamadığı" yönünde bir statünün sabitleşmesine yol açacağını, bunun da Atina üzerinde olumsuz etkileri olacağını öne sürüyorlar.
--Türkiye ve AB--
Diplomatik düzeyde elde ettiği onay sayesinde Türkiye, AB üyeliği yönünde küçük de olsa yeni bir adım atıyor. Zaten beklenilen onay AB Daimi Temsilcileri tarafından itirazsız verildi ve üyelik müzakerelerine ilişkin 35 başlıktan iki başlığın daha açılması için karar gelecek salı günü Lüksemburg'da dışişleri bakanları tarafından da kabul edilecek. 2005 yılından bu yana açılan müzakere başlıklarının 7'inci ve 8'incisi olacak ve daha önceki başlıklar gibi bu ikisi de tamamen teknik nitelikli: Birincisi "ortaklık hukuku", ikincisi ise "telif haklarıyla" ilgilidir.
Müzakere başlıklarından sekizinin Türkiye'nin liman ve havaalanlarını Kıbrıs ticaretine açmasına kadar "dondurulmuş" halde tutulduğu, yaklaşık bir o kadar daha başlığın Fransa, Kıbrıs hatta AB Komisyonunun itirazları nedeniyle açılmalarının siyasi açıdan imkansız olduğu hatırlatılır. Her halükarda diplomatik kaynaklara göre Paris önümüzdeki altı ayda hepsi teknik nitelikli olan üç yeni başlığın açılmasını amaçlayacak.
HIRVATİSTAN BASINI
VJESNIK: "TÜRKİYE İLE HIRVATİSTAN ARASINDAKİ İŞBİRLİĞİ GÜÇLENİYOR"
ANKARA, 12/06(BYE)--- Hırvatistan'da yayımlanan Vjesnik gazetesinin 12 Haziran 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında bir haber yer almıştır. İnternetten sağlanan haberin çevirisi şöyledir:
Hırvatistan Cumhurbaşkanı Stjepan Mesic dün, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le gerçekleşen görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, Hırvatistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerin iyi olduğunu, Hırvatistan'ın, bağımsızlık sürecinde ve NATO yolunda Türkiye'nin desteğini çok önemsediğini belirterek, ekonomi, suçla mücadele, uyuşturucu, silah ve insan ticareti alanlarında da daha sıkı bir işbirliği beklentisi içinde olduklarını açıkladı.
Ekonomi alanındaki ilişkilerin diğer alanlardaki işbirliğinden çok daha düşük oranda olduğunu vurgulayan Mesic, bu ilişkileri de daha çok geliştirmek için herkesin elinden geleni yapması gerektiğini açıkladı.
Hırvatistan'ın Türkiye piyasalarını gerektiği kadar keşfetmediğini düşünen Mesic, ekonomik gücüyle dünya genelinde 15. sırada olan Türkiye'nin büyük bir piyasası olduğunu ve bu piyasa üzerinden üçüncü piyasaların da keşfedilebileceğini ifade ederek, Hırvatistan ve Türkiye'nin askeri kompleksler, gemi inşaatı gibi müşterek projelerde yer alabileceğini belirtti.
Bunun yanı sıra Mesic, Hırvatistan ve Türkiye arasındaki işbirliğinin bölgesel nitelikte olduğunu da ifade ederek, bu ilişkilerin, Güneydoğu Avrupa'daki istikrarın sağlanmasında büyük rolü olduğu konusunda Türkiye Cumhurbaşkanıyla aynı fikirde olduklarını açıkladı.
AB süreci konusunda iki Cumhurbaşkanı, Türkiye ve Hırvatistan'ın AB müzakerelerine aynı dönemde başladıklarını, ancak bugün farklı konumlarda olduklarını ifade ettiler. Mesic, Türkiye'nin biraz yavaşladığını, ancak Avrupa faktörünün kaçınılmaz bir unsur olduğunu belirtti.
Türkiye Cumhurbaşkanı Gül, AB üyelik sürecinin her ülke için eşit bir dinamizm içermediğini ifade ederek, Türkiye gibi büyük ve nüfusu çok bir ülke için AB yolunun daha zor olduğunu, ancak ülkesinin elinden geleni yaptığını ve yapmaya devam edeceklerini belirtti.
Gül, Hırvatistan ve Türkiye arasında bir serbest ticaret anlaşmasının geçerli olduğunu, ancak ekonomi alanındaki işbirliğinin dada da geliştirmesi gerektiğini vurguladı.
İki Cumhurbaşkanı ayrıca, dünya genelinde yaşanan enerji kriziyle ilgili endişelerini de dile getirerek, beraber hareket edildiği takdirde bu sorunlara bir çözüm üretmenin mümkün olabileceğini açıkladılar.
Görüşmeden sonra Hırvatistan ve Türkiye ihracat ve yatırım teşvik anlaşması imzalandı.
Türkiye Cumhurbaşkanı daha sonra Hırvatistan Başbakanı Ivo Senader ile görüştü. Gül ve Senader, Hırvatistan ve Türkiye arasında ekonomik işbirliği ve iki ülkenin AB'ye yaklaşması gibi konuları ele aldı. Gül, Türk firmalarının Hırvatistan gemi inşaatıyla çok ilgilendiklerini vurgulayarak, Türkiye sahillerinde küçük gemilerin her geçen gün daha çok kullanıldığını, bu tür gemilerin inşaatının artırılabileceğini açıkladı.
Hırvatistan ve Türkiye arasındaki ekonomi hacmi 2007 yılında 517 milyon dolar olarak gerçekleşti.
ABD BASINI
UNITED PRESS INTERNATIONAL: "FRANSA TÜRKİYE'Yİ VETO EDEBİLİR Mİ?"
WASHINGTON, 13/06(BYE)--- United Press International haber ajansının 12 Haziran 2008 tarihli bülteninde ajansın onursal editörü Martin Walker'ın "Martin'in Dünyası" adlı köşesinde, yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:
Kim demiş Başkan Bush'un Avrupa'da hiç etkisi yok diye? Başkanın Paris'e gidişinin arifesinde ve Avrupa Birliğinden Türkiye'yi üyeleri arasına katmasını isterken, Fransa Parlamentosu, Başkan'ın isteği doğrultusunda harekete geçti.
Fransız Senatosunun Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi, nüfusu AB toplamının yüzde 5'inden fazla olan bir ülkenin yeni AB üyesi olarak kabul edilebilmesi için Fransa'da referandum yapılması konusunda anayasada değişiklik yapılması önerisini reddetti. Bu girişimin (Ukrayna'yı da etkileyecek olsa dahi) doğrudan Türkiye'yi amaçladığı görülüyor.
Fransız Komitesinin yazılı açıklamasında, değişikliğin, "dost ve müttefik ülke Türkiye'ye karşı gibi algılanabileceği ve bunun da Türkiye ve Fransa arasındaki diplomatik ilişkilerin ciddi zarar görmesine neden olabileceği" ifade edildi. Bu açıklama oldukça hafifti ve bu konuda Türkiye'nin Dışişleri Bakanlığı daha açık olamazdı. Türk Dışişleri Bakanlığı'nın yazılı açıklamasında, "Bu tür ayrımcı yaklaşımların ikili ilişkilerimize zarar vermesinin yanı sıra, her iki ülkede Türkiye ve Fransa'nın imajlarında ve iki ülkenin halkları arasındaki tarihi dostluk üzerinde olumsuz etki yaratması kaçınılmazdır" denildi.
Tartışmalı madde geçtiğimiz ay, Fransız parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis'in anayasa değişiklikleri paketi çerçevesinde kabul edilmişti. Senato'nun oylaması konunun kapanmasını sağlamayabilir ve Senato Genel Kurulu'na getirilerek kurulun oyuna sunulabilir ancak yeterli çoğunluğu sağlayabilmek için Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin ciddi bir çaba göstermesi gerekecek. Bu ise Sarkozy'ye zor bir seçim sunuyor. Fransız kamuoyu yoklamaları, çoğunluğu Müslüman 73 milyon Türkün 495 milyonluk AB'ye alınmasına karşı olunduğunu gösteriyor. Ancak artık Fransa nüfusunun yüzde 10'unun göçmenler ve onların geleneksel Müslüman ülkelerden gelen çocuklarından oluşması nedeniyle, Avrupa'nın Akdeniz genelindeki Müslüman komşuları ile ilişkileri konusu görmezden gelinemez.
Başkan Bush ve İngilizler, Türkiye'yi kabul etmek için üç temel neden olduğunu ileri sürüyorlar. Birinci neden stratejik. NATO'nun uzun süreden bu yana sadık bir üyesi olan Türkiye, Avrupa ve Batı'nın güvenliği için bölgede anahtar konumundadır.
İkincisi ise ekonomik. Avrupa'da doğum oranları düşerken, AB'nin, Türkiye'nin büyük genç işgücüne ve ekonomik büyüme potansiyeline ihtiyacı var. Türkiye'nin kişi başına geliri 5 bin doların biraz üzerinde ve AB ortalamasının dörtte biri düzeyinde bulunuyor. Türklerin kişi başına gelirinin iki katına çıkarılması 400 milyar dolarlık, AB ortalamasına ulaşması ise 800 milyar dolarlık ek bir pazar anlamına geliyor. Bu ise daha fazla Alman Mercedes'inin, İsveç buzdolabının, Fransız parfümünün ve Fin mobilyasının satılması demektir.
Üçüncü neden ise kültürel; Avrupa'nın demokrasi ve refahın geleneksel mutlu karışımının, AB'nin insan hakları ve siyasi özgürlükler, serbest piyasa ve kurumlarıyla ilgili kurallarına uyan Müslüman ülkelere de açık olduğunu göstermesi gerekiyor. İslam'ın demokrasi ve çağdaşlık için engel olmadığını kanıtlayabilecek tek büyük Müslüman ülke, Türkiye.
Bu son ifade, AB-Türkiye ilişkilerinin çok ötesinde önem taşıyor ve Doğu'daki Arap dünyası ve Asya'daki Müslümanların yanı sıra AB'nin Kuzey Afrika'daki 150 milyon Müslüman ile ilişkilerinde doğrudan etkili. Tony Blair'in son zirvede mevkidaşlarına dediği gibi, Batı'nın uzun vadede, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede başarılı ve müreffeh bir demokrasi oluşturulmasına yardımcı olmaktan "daha önemli çok az hedefi vardır."
Ancak alt düzeyde konuya Fransa'nın iç siyasi meseleleri müdahil oluyor. Türkiye'yi dışlayan ilk anayasa değişikliği (hükümetteki Müslüman kökenli göçmenlerin sembolik temsilcisi olan) Adalet Bakanı Rachida Dati tarafından desteklemiş ancak Başbakan Francois Fillon'un karşı çıktığı söylenmişti. İktidardaki UMP partisi için bir diğer unsur ise, 1915 yılında vatandaşlarına karşı işlendiğini ileri sürdükleri "soykırımın" sorumluluğunu kabul edinceye kadar Türkiye ile anlaşma yapılmamasında ısrar eden Fransa'daki Ermeni toplumunun gücü ve lobi faaliyetleri.
Sarkozy Türkiye konusundaki bu ihtilafı, AB ve Akdeniz genelindeki Müslüman ülkeler arasında daha geniş ve yakın ilişkiler için, dış yardımda daha cömert yeni bir bütçe ve daha yakın ticari bağlar öngören 'Akdeniz Birliği' olarak nitelendirdiği oluşumu ileri sürerek aşmaya çalışmaktadır.
Bu kulağa iyi geliyor ancak bu girişim 10 yıldan fazla bir süre önce başlatılan ve oldukça sınırlı başarı sağlanan özel bir ticaret ve yardım anlaşması olan "Barcelona Süreci" ile denendi. Bunun ötesinde, Türkiye uzun zamandan bu yana kendisine AB ile serbest ticaret imkanı sağlayan bir gümrük anlaşmasına sahiptir. Bu anlaşma Türkiye'nin NATO üyeliğinin yanısıra Sarkozy'nin uzun süredir genişletmek istediği "imtiyazlı ortaklığa" sahip olduğu anlamına gelmektedir. Ve artık Türkiye'nin halihazırdaki ikinci sınıf statüsünün tam üyeliğinin yerini alamayacağını dile getirmesi nedeniyle, diğer Arap ülkelerinin de aynısını söylemeleri kuvvetle muhtemeldir.
Sarkozy'nin planı 15 Temmuz'da başlatılacak ancak geçen hafta 5 Kuzey Afrika ülkesi ve Suriye, Trablus'taki bir zirvede bir araya gelmişler oldukça önemli eleştirilerde bulunmuşlardır.
Cezayir bu fikri, İsrail-Arap ilişkilerini normalleştirmenin bir arka yolu olarak Akdeniz Birliği'ne İsrail'in de dahil edilebileceği gerekçesiyle reddetmişti. Libya lideri Muammer Kaddafi ise Sarkozy planını tümüyle "hakaret" olarak nitelendirdi.
Kaddafi, "bu bizi aptal yerine koymaktır" dedi ve ekledi: "Biz Brüksel'e bağlı değiliz. Arap Birliğimiz Kahire'de, Afrika Birliği ise Adis Ababa'dadır. Şayet işbirliği istiyorlar ise, Kahire ve Adis Ababa üzerinden gelmeleri gerekir."
Fransız anayasasındaki değişiklikler için nihai söz, üst ve alt meclislerin bir ön oturumda bir araya gelecekleri temmuz ayında söylenecek. Metnin beşte üç çoğunluk tarafından kabul edilmesi gerekiyor. O tarihe kadar Sarkozy, Akdeniz Birliği'ni başlatmış, Başkan Bush Washington'a geri dönmüş ve Türkiye hala Müslüman bir Batı demokrasisi mi yoksa Batı'nın kabul etmediği Müslüman bir ülke mi olduğuna karar vermeye çalışıyor olacak.
THE WASHINGTON TIMES: "TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ ÜZERİNE MÜZAKERELER YENİDEN BAŞLIYOR"
ANKARA, 16/06(BYE)--- The Washington Times'ın 16 Haziran 2008 tarihli sayısında Andrew Borowiec imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye ve Avrupa Birliği, İrlanda'nın 27 üyeli bloğu daha da birleştirmeyi amaçlayan bir anlaşmayı referandumda reddetmesi üzerine yaşanan kargaşaya rağmen bu hafta yeni bir müzakere turuna başlıyor.
Türkiye-AB müzakereleri, Avrupa'nın bazı bölümlerinde Türkiye'nin adaylığına hatırı sayılır muhalefet ve Türklerin, üyelik başvurularına "ikinci sınıf muamele" yapıldığına dair artan içerlemeleri arasında 2005'te başlayan bir süreci canlandıracak.
İrlanda geçen hafta bir referandumda, AB bürokrasisini daha etkin hale getirme ve liderlerine daha fazla güç verme amaçlı Lizbon Anlaşmasını reddetti.
27 üyenin tamamının anlaşmayı kabul etmesi gerekiyordu ama sadece İrlanda referanduma gitti. Türk analizciler İrlanda'nın anlaşmayı reddetmesini sıradan Avrupalıların birçoğunun daha AB'ye yabancılaştığının işareti olarak yorumladılar. 2005'te Fransız ve Hollandalı seçmenlerin anayasa anlaşmasını reddederek bu çabayı felce uğratmalarına dikkat çektiler.
İngiltere'nin Avrupa'dan sorumlu eski bakanı Denis MacShane, "Avrupa bir fikir olarak sıradan vatandaşlar arasında tutkulu bir desteği teşvik etmiyor" dedi.
AB parlamenterlerinin çoğu Lizbon Anlaşmasını onayladı ama İrlanda'nın oylaması projeye kesin bir darbe oldu. Bu hafta yapılacak bir zirvede AB liderlerinin bu felç karşısında bir eylem planı yapmaları gerekecek. Ne var ki, Türkiye ile müzakereler hala gündemde ve bu müzakereler, bekleyen toplam 35 bölümden ikisiyle -"şirketler hukuku" ve "fikri haklar yasası"- ile ilgili. Diğer sekiz bölüm üzerine görüşmeler Türkiye, Kıbrıs Rum hükümetini tanımayı reddedince dondurulmuştu.
AB'deki kamuoyu araştırmaları Avrupalıların yüzde 59'unun Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğunu gösteriyor. Bu rakamlar Almanya ve Yunanistan'da sırasıyla yüzde 74 ve 79'u buluyor.
Türkiye yeni müzakerelere bir kriz ortamında yaklaşıyor. Anayasa Mahkemesi iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisini İslamcı faaliyetleri dolayısıyla kapatmakla tehdit ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan suçlamaları reddediyor.
Bu ayın başında mahkeme bayan öğrencilerin üniversitelerde başörtüsü takmasına izin verecek anayasa değişikliğini geri çevirdi. Laik Türkiye'de pek çokları için başörtüsü siyasi İslamın bir sembolü. Erdoğan mahkemenin anayasal değişiklikleri inceleme yetkisi olmadığını söyleyerek sert bir karşılık verdi.
AP: "TÜRKİYE AB MÜZAKERELERİNDE FRANSA'NIN ADİL DAVRANMASINI İSTİYOR"
LÜKSEMBURG, 17/06(AP)(BYE)--- Constant Brand bildiriyor:
Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan bugün yaptığı bir açıklamayla Fransa'nın Türkiye ile düzenlenen AB katılım müzakerelerini Paris'in gösterdiği tüm muhalefete rağmen adil ve tarafsız bir şekilde yürütmesi gerektiğini söyledi.
Fransa altı ay süreli AB dönem başkanlığı görevini temmuz ayında devralacak ve bu süreç boyunca Türkiye ile müzakereler gerçekleştirilecek.
AB yetkilileriyle görüşmesinin ardından gazetecilere konuşan Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, "Fransa'nın başkanlığı döneminde AB katılım sürecimizde ilerleme kaydedileceğine inanıyoruz" dedi.
Babacan, Türkiye'nin yapılan reformlarla birlikte katılım için son derece önem taşıyan ekonomi politikası konularında müzakereleri artırmak için hazır olduğunu belirterek şöyle konuştu: "AB'den beklentimiz Türkiye'ye olan vaatlerini yerine getirmesidir. Fransa dönem başkanlığının adil, tarafsız ve şeffaf bir başkanlık süreci olmasını umuyoruz. Türkiye, Birliğe tüm hakları ve yükümlülükleriyle ortak bir üye olarak katılmayı bekliyor."
AB Dönem Başkanlığını yürüten Slovenya'nın Dışişleri Bakanı Dimitri Rupel, iki tarafın "fikri mülkiyet hukuku" ve "şirketler hukuku" ile ilgili müzakerelere bugün başladıklarını söyledi.
AB yetkilileri bu iki başlığın sahte mallara karşı önlem alınmasına ve Türk yasalarını iş hukuku konusunda AB standartlarına getirmeye yardımcı olacağını belirtti.
Rupel "Bu uzun bir süreç olacak, ancak çok da uzun sürmeyeceğini umuyoruz" dedi. Rupel ayrıca Babacan'dan Türkiye'nin katılım müzakerelerinde bir sorun teşkil etmeyi sürdüren demokrasi ve insan hakları konusunda siyasi reformlara devam etmesini talep etti.
AB yetkilileri, Türkiye'nin asgari reform standartlarını yerine getirmesi halinde yedi başlığın daha açılmayı beklediğini belirttiler. Bu yeni başlıklar arasında gıda güvenliği, vergilendirme, istihdam, kamu ihaleleri ve çevre konusu bulunuyor.
AMERİKA'NIN SESİ: "İKİ BAŞLIK DAHA AÇILDI"
ANKARA, 18/06(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Avrupa Birliğinin dönem başkanlığını üstlenecek Fransa'nın üyelik görüşmelerinde Türkiye'ye adil davranmasını beklediğini açıkladı. Babacan, Lüksemburg'da yaptığı açıklamada, Fransa'nın altı aylık başkanlık döneminde üyelik sürecinin ilerleme göstereceğine inandığını da vurguladı.
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında düzenlenen görüşmede iki müzakere başlığı daha açıldı. Brüksel muhabirimiz Güven Özalp bildiriyor:
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakerelerindeki ilerleme çok düşük bir tempoda da olsa sürüyor. Lüksemburg'da düzenlenen hükümetler arası konferansta Türkiye iki başlığı daha müzakereye açtı. Bu başlıklar "Şirketler Hukuku" ve "Fikri Mülkiyet Hukuku". Bu iki başlıkta da müzakereye geçilmesiyle birlikte Türkiye'nin 3 Ekim 2005'ten bu yana açtığı başlık sayısı sekize yükseldi. "Şirketler Hukuku" ve "Fikri Mülkiyet Hukuku" başlıklarının en önemli özelliğini ise açılış kriterlerinin gereği yerine getirilerek açılan ilk başlıklar olması oluşturuyor.
Türkiye'nin müzakerelerde yavaş ilerlemesinin en önemli nedenini bazı Avrupa Birliği ülkelerinin teknik nitelikteki süreçte siyasi değerlendirmeleri yerli yersiz ön plana çıkarması oluşturuyor. Hükümetler arası konferansta Türkiye'yi temsil eden Dışişleri Bakanı Ali Babacan da sürecin yavaşlığından yakındı.
Babacan, "Önümüzdeki dönemde öncelikli beklentimiz teknik nitelikte olmayan sebeplerle sürüncemede kalmış fasılların en yakın zamanda müzakerelere açılmasıdır. Ayrıca halen şu anda Konseyde görüşülmekte olan 10 fasılla ilişkin görüşmelerin de yakın zamanda tamamlanmasını bekliyoruz. Müzakere sürecimizin, müzakere çerçevesinde belirlenen esaslara uygun şekilde ortak hedefimiz olan katılıma doğru ilerlemesi, hem Avrupa Birliği tarafından hem de Türkiye'nin üzerine düşenleri yerine getirmesiyle mümkün olacaktır. Avrupa Birliği tarafından beklentimiz de ülkemize yönelik taahhütlere sadık kalınması suretiyle katılım sürecimizin adil ve sürdürülebilir bir şekilde ilerlemesidir" dedi.
Babacan'ın bu yakınmasına Avrupa Birliği Dönem Başkanı Slovenya'nın Dışişleri Bakanı Dimitri Rupel'in yanıtı ise "Bize kalsa 10 başlık açmak isterdik, ama Avrupa Birliği karmaşık bir yapıya sahip ve kurallara uyulması gerekiyor" oldu.
Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürü Michael Lee ise Türkiye'nin açılış kriterlerini karşılama yönünde adım atması halinde yedi başlıkta ilerleme sağlanabileceğini kaydetti. Babacan'ın müzakerelerin yavaşlığından yakınırken isim vermeden adres gösterdiği ülke ise Fransa'ydı.
Babacan, 1 Temmuz'da dönem başkanlığını Slovenya'dan devralacak Fransa'dan beklentilerini şu şekilde dile getirdi: "Fransız dönem başkanlığının bize çeşitli vesile ve düzeylerde belirtildiği üzere adil, tarafsız ve şeffaf bir başkanlık süreci gerçekleştirmesini bekliyoruz. Avrupa Birliği üyelik sürecimizin Fransız dönem başkanlığı sırasında da ileri götürüleceğine inanıyoruz."
Gelinen aşamada Türkiye'nin en az beş başlığı açmaya hazır olduğunu söyleyen Babacan, Avrupa Birliğinin süreci teknik hazırlıklar ışığında değerlendirmesini beklediklerini ifade ederek şöyle konuştu: "Biz ümit ederdik ki bu müzakereler, Türkiye'nin fasıllar bazındaki teknik hazırlığıyla değerlendirilsin. Yani Türkiye, herhangi bir fasılda teknik olarak bu faslı açmaya hazır mı, değil mi? Değerlendirme bazı, bu olsun arzu ederdik. Ancak süreç içinde bunun böyle olmadığını maalesef görüyoruz. Tabii bu da bizi üzüyor."
Lüksemburg'da Türkiye'nin yanı sıra Hırvatistan için de hükümetler arası konferans düzenlendi. Müzakerelere Türkiye ile aynı anda başlayan Hırvatistan dün iki başlıkta daha müzakereye geçerek açtığı başlık sayısını 18'den 20'ye yükseltti.
OPEN DEMOCRACY: "TÜRKİYE'NİN ADLİ-SİYASİ KRİZİ"
ANKARA, 18/06(BYE)--- Open Democracy adlı internet forum sitesinin 17 Haziran 2008 tarihli sayfasında, Kirsty Hughes imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin siyasi ve demokratik sorunları gittikçe derinleşiyor. Ülkenin iç sorunları yeterince ciddi, ancak zorlaştırıcı bir diğer faktör de -Türkiye'nin - dışarıda dostu ve ortağı olduğu farz edilen ülkelerin bazılarının olayların gidişatında olumlu bir etkide bulunamıyor yahut bunu istemiyor olması.
2000'lerin ortalarına kadar hassasiyetle dikkate alınan Avrupa Birliği, Türkiye ile üyelik görüşmelerinin duraksamasının ardından desteğini büyük oranda azalttı. Son yıllarda Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da birçok kişi, Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar başarısının İslami inançların demokrasiyle yeni ve etkili bir birlikteliği açısından bir model sunup sunamayacağını görmek için Türkiye'yi yakından izliyor. Onların umutları da beklemede. Hâlihazırdaki endişe kaynağı, görünürde siyasallaşmış bir yargı heyetinin Anayasa Mahkemesinde iktidar partisinin kapatılması ve 71 parti üyesine beşer yıllığına siyaset yasağı getirilmesi talebiyle açılan davayı karara bağlamaya hazırlanıyor olması. AKP kapatma davasına karşı hazırladığı 98 sayfalık savunma metnini 16 Haziran 2008'de teslim etti.
Bu kargaşa içinde Türkiye'nin doğu ve güney komşuları oldukça endişeli olsalar da etkisizler. ABD'nin potansiyel rolü büyük; ancak son zamanlarda, George Bush'un başkanlığının son günlerinde -bu rol- icra edilmedi. AB, 12 Haziran 2008'de Lizbon Anlaşması'nın İrlandalı seçmenlerce reddini takiben kendi krizine gömüldü ve dolayısıyla şu anda sorunların çözümüne yardım konusunda bağlayıcı bir rol oynayabilme kabiliyetinden yoksun.
--Bir "Yargı Darbesi"--
Türkiye'nin yüksek mahkemesi AKP'nin laikliğe zarar verdiği ve bu yüzden kapatılmayı hak ettiği gerekçesiyle önümüzdeki altı ay içerisinde herhangi bir zamanda karar verebilir ki eylül veya ekim 2008 daha muhtemel görünüyor. Bazı Türk liberal yorumcuların adlandırdığı üzere böyle bir "yargı darbesi" olasılığı, mahkemenin 5 Haziran'da Meclisin geçen şubat ayında kabul ettiği, bayan öğrencilerin üniversitelerde başörtüsü takmalarına izin veren düzenlemeyi iptaliyle artmış oldu. Yargıçlar, söz konusu düzenlemenin, -1980'deki askerî darbeyi takiben hazırlanan- Türkiye'nin Anayasası'nın laiklikle ilgili değiştirilemez maddeleriyle çelişki içinde olduğu kanısında.
Alınan son karar, "en az kötü" uzlaşma çözümünün AKP'nin sadece para cezasına çarptırılması veya uyarılmasıyla elde edilmesini bekleyen bazı liberallerin umutlarını yıktı. Birçok kişinin düşündüğü gibi davanın ana hedefi, bizzat karizmatik Erdoğan ise, bu durumda Türkiye'nin kuralları gereği kendisinin yasaklanabilmesi için partinin kapatılması gerekir. Kapatılması hâlinde ne olacağından kimse pek emin değil. Anayasa Mahkemesi 1963'te kuruluşundan bu yana 24 partinin kapatılması yönünde karar aldı, ama bu sefer hedefte ilk kez bir iktidar partisi var. Bazıları AKP'nin takip eden günlerde kendisini yeni bir isim altında yeniden oluşturacağını ve Mecliste geriye kalan 300 milletvekiliyle yeni bir başbakanın liderliğinde iktidar partisi olacağını ileri sürüyor. Erdoğan'a, yeniden bağımsız olarak aday olmasına ve Meclise yeniden girmesine izin verilebilir.
Bazı gözlemciler Erdoğan ve partisinden rahatsız olan otoriter laiklerden oluşan derin devletin böyle bir sonucu tasvip etmeyeceğini ve Erdoğan'ı durdurmanın ve siyasi desteğini zayıflatmanın yollarını arayacağını ileri sürüyor. Bazıları ise bütün yolların kapanması durumunda Erdoğan'ın ülke çapında kitlesel gösterileri teşvik edebileceği kanısında. En karamsar kişiler de, olası bir şiddet, iç savaş veya yeni bir askerî darbeden endişeli.
--Reformlara Son--
Şu anda bu krizden çıkış için olumlu hiçbir yol görünmüyor. 2002 kasım ayında seçilen Erdoğan'ın reformcu hükümeti 2004 itibarıyla her yönden takdir topluyordu. O dönemde Erdoğan idam cezasının kaldırılması, hatta Kürtlerin haklarının iyileştirilmesi ve nüfuzlu ordu üzerinde sivil kontrolün artırılması yolunda atılan adımların da aralarında olduğu demokratik ve insan haklarına ilişkin bir dizi reform yaptı ve Türkiye'nin şiddeti mazur görmedeki ününü ciddi anlamda düzeltti ve -daha sonra Kıbrıs Rum tarafının reddettiği- bir Kıbrıs barış anlaşmasına destek verdi. Bir keresinde bir AB diplomatı AKP'yi şöyle nitelendirdi: "Son elli yılda Türkiye'nin en iyi hükümeti."
Ve ayrıca AB, 2004'ün sonlarında Türkiye ile üyelik görüşmelerine yeniden başlama konusunda uzlaşarak bu demokratik yarı devrimi olumlu karşıladı. Ancak daha sonra her şey tersine döndü. 2005 itibarıyla Ankara'nın, Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımayı reddetmesi üzerine AB ve Türkiye anlaşmazlığa sürüklendi. 2006'nın sonunda ceza olarak AB Türkiye ile görüşmelerinde sekiz başlığı askıya aldı.
Nikolas Sarkozy'nin de dahil olduğu bazı AB politikacılarının Türkiye karşıtı tehlikeli söylemleri Türkiye içinde AB üyeliğine halkın ve siyasetin güveninin azalmasını hızlandırdı. Türkiye'nin farklı siyasi güçlerini birleştiren AB üzerindeki fikir birliği yok oldu.
Aynı zamanda, Erdoğan'ın ekonomik ve siyasi reform isteği engellendi. 2007 yılında Ahmet Necdet Sezer'in halefi olan Gül'ün parlamento oylamasında cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden sonra bazılarının İslami demokratlar olarak adlandırdığı kişilerle milliyetçi laikler arasındaki ayrılık daha da arttı. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve laik müessese, cumhurbaşkanı eşinin -muhaliflerin siyasi İslam'ın sembolü olarak gördüğü- başörtüsü takmasından büyük endişe duydular.
Ordu da internet sitelerinde yayımladıkları "e-ültimatom" ve "e-darbe" olarak adlandırılan önemli ifadelerle bu olaya dahil oldu. Türkiye 2007 yılında Erdoğan ve AKP'nin oyların yüzde 47'sini alarak kazandığı bir erken seçime sürüklendi. Yeni hükümet eylül ayında kuruldu ve Abdullah Gül usulen cumhurbaşkanı olarak seçildi. Demokrasi kazanmış gibi gözüktü. Brüksel'de Türkiye'nin geciken üyelik görüşmelerine yeni bir hız kazandırmanın zamanı olduğunu ileri süren olumlu sesler arttı. Ancak, yeni hükümet, Türkiye'nin küçük ama ses getiren liberal eleştirmenlerini şaşırtarak ve kaygılandırarak tekrar sendeledi. Erdoğan'ın, sağ kanat Milliyetçi Hareket Partisinin Anayasa'nın üniversitelerde başörtüsünü yasaklayan kısmının değiştirilmesi yönündeki tartışmalı teklifini kabul etmesiyle Temmuz 2007'den beri siyasette yaşanan hızlanmanın Şubat 2008'de azaldığına dikkatler çekildi. Bu olay, (CHP tarafından açılan) yeni başörtüsü yasasını iptal eden davayı ve (savcının açtığı) AKP'nin kapatılması davasını harekete geçirdi.
Birçok liberal eleştirmen, Erdoğan'ın yanlış hükümlerine ve inisiyatiften yoksun olmasına üzülürken yargıçların bu siyasi tavrını kınadı. Örneğin: AKP hükümeti, ordudan esinlenen mevcut anayasayı yeni bir demokratik anayasayla değiştireceğini ve bu değişimler hakkında kamuoyunda tartışmalar yapılacağını söylemişti. Bu gerçekleşmedi. Hükümet, yazarlara ve gazetecilere "Türklüğü aşağılama" suçu nedeniyle dava açılmasına neden olan Ceza Yasası'nın adı kötüye çıkan 301. maddesini değiştireceğine söz vermişti- aylar sonra Nisan 2008'de söz konusu suç "Türk milletini aşağılama" şeklinde yeniden tanımlandı. Hükümet, ayrıca -her zaman Türkiye'nin siyasi takviminde önemli bir tarih olan- 1 Mayıs gösterilerini de yasakladı ve bazı protestoları engelleyen polisin gösterdiği şiddete göz yumdu. Ayrıca hükümet, AB entegrasyonuna yönelik yeni yollar öneremedi.
Gittikçe artan bu ayrımı tanımlamak için birçok farklı bakış açısı var. Bazıları, Anadolu'nun iş dünyasının ve muhafazakâr orta sınıfının -Erdoğan'ın destek bölgesi- laik, Batılılaşmış iş dünyası ve siyaset elitlerinin uzun süredir devam eden hâkimiyetine meydan okumasıyla, bunun laiklik ve siyasi İslam arasındaki bir çekişmeden çok; eski ve yeni elitler arasındaki bir savaş olarak görüyorlar. Diğerleri, bunu otoriter laikliğin demokrasinin önünü kesmesi olarak görüyor, ancak gerçek demokratların (gerek AKP içinden gerek dışından) sayısı az. Birçokları, mahkemeleri siyasallaştırmak yerine AKP ile laiklik tartışmasını ele alacak güçlü bir siyasi muhalefetin olmadığından yakınıyor.
--Avrupa'nın Rolü--
Türkiye'nin siyasi geleceği belirsiz. Demokrasi tahrip oluyor, ekonomi gergin ve masada hiç de güzel sonuçlar yok.
AB'den yükselen bazı sesler -onların AKP'yi desteklediğini savunan laik muhalefetin öfkesini kazanarak- demokrasi adına konuşurken, Avrupa'nın siyasi cevabının eksikliği göze çarpıyor. Türkiye'de birçok kişi, AB'nin Türkiye'nin üyelik görüşmelerine ters yaklaşımını artık hiç kimsenin dinlemediği anlamına geldiğini söylüyor.
Ancak, iktidar partisi kapanırsa o zaman AB kendini bu iç savaşta istenmeyen bir rolü üstlenmiş olarak bulacak. Türkiye ile üyelik müzakerelerini yöneten kendi kuralları, açıkça demokratik ilkelerde "ciddi ve kalıcı bir ihlal" olması hâlinde görüşmelerin askıya alınacağını belirtiyor. Bazı Avrupa Komisyonu yetkilileri AB'den böylesine net bir cevap gelmesini bastırmaya çalışıyor. Buna karşılık, AB karar verirken başkan koltuğunda Fransa'nın olacak -AB Temmuz-Aralık 2008 Dönem Başkanı- olması da bununla ilgili. Nicholas Sarkozy ve Angela Merkel Türkiye ile -her iki tarafın da açıkça karşı çıktığı- görüşmelere son verme fırsatını yakalayacaklar mı? Eğer bu fırsatı yakalarlarsa AB üye ülkelerinin birçoğu onları destekleyecek mi? AB'nin kendi iç sorunu olan İrlanda'nın Lizbon Anlaşması'na "hayır" oyu vermesi 2008'in ikinci yarısındaki dinamiklere yardımcı olmayacak.
AB'nin kolay bir seçeneği yok. Görüşmeleri durdurmak her iki taraftaki milliyetçiler için bir nimet, ancak "askerî darbeye" karşı zayıf bir cevap, demokrasinin kısıtlanmasına dair AB'nin endişelerini akla getirecek. AB'deki Türkiye destekçileri -görüşmelerin daha sonra yeniden başlaması konusunda Fransız ve Alman vetolarından kaçınmış olarak- kendilerini görüşmelerin resmi olamayan bir şekilde durdurulması konusunda tartışırken bulabilirler.
Görüşmelerin resmi veya gayriresmi olarak askıya alınmasının başka bir olumsuz yan ürünü de Kıbrıs'ta önerilen yeni barış görüşmelerinin bozulmasıdır. Prensipte, çok iyimser görünse de böyle bir olasılık hâlâ var: Kıbrıs, AB ile Türkiye arasındaki iyi ilişkilere, Türkiye'nin adadaki bir barış anlaşmasını veto etmemesine karşılık AB'nin Türkiye'nin üyelik görüşmelerine yönelik sınırlı yaptırımlarını teşvik ederek katkıda bulunabilir.
AB, genişleme sürecinin, Yunanistan'dan Portekiz'e kadar yeni üye ülkelerde demokrasiyi desteklemiş olmasından her zaman gurur duymuştur. Ancak, son yıllarda AB'nin Türkiye'nin adaylığı hakkındaki iç tartışmaları Türkiye'nin siyasi sıkıntılarını artırıyor. Eğer, AB Türkiye'nin siyasi krizinde olumlu bir rol oynamak istiyorsa, bütün siyasi fikirlerini ve demokratik inançlarını harekete geçirmelidir.
AZERBAYCAN BASINI
HALK CEPHESİ: "BUSH: TÜRKİYE, AB ÜYESİ OLMALI"
BAKÜ, 12/06(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 12 Haziran 2008 tarihli sayısında, Göktürk imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
ABD'de yapılacak başkanlık seçiminin sonuçlarıyla ilgili görüşlerini açıklayan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı Sedat Laçiner, Demokrat Parti adayı Barack Obama'nın başkan seçilmesi halinde, kendisinin, 1915 yılı olaylarını "Ermeni soykırımı" olarak nitelendiren ilk ABD Başkanı olacağını bildirdi.
Başkanlık seçiminin, Türkiye-ABD ilişkilerine etkisini yorumlayan Laçiner, ülkede Ermenileri destekleyenlerin, Ermeni diasporası temsilcilerinin çoğunun Demokrat Partide olduğunu ifade ederek, "Türkiye-ABD ilişkileri yolunda giderse, 'Ermeni konusu' bir köpük. Kolayca durdurulabilir. Fakat ilişkilerde küçük bir sorun çıkarsa, 'Ermeni sorunu' ateşin üzerine dökülen benzin etkisi yaratabilir. Türkiye, Orta Doğu'daki süreçleri ABD'nin 'insafına bırakmamalı'. Barack Obama ve John McCain, 'sorunları çözebilecek kişiler' gibi görünmüyorlar. Fakat iki aday da, Orta Doğu'da tüm tarafların güvendiği Türkiye yerine, 'başka bir ülke ile işbirliği yapma' lüksüne sahip değil. Hangisi başkan olursa olsun, Türkiye'nin önemi artacak. Gelecekte Orta Doğu'da daha aktif Türkiye görecekler. Fakat yeni bir ABD politikası ortaya çıkacak. Bu, riskleri artıracak. Böyle bir değişiklik, ABD'nin Orta Doğu politikasında belirsizlikleri artırabilir, fakat yerel güçlere daha fazla manevra imkanı sağlayabilir" dedi.
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) uzmanı Şanlı Bahadır Koç ise, Cumhuriyetçi Parti adayı John McCain'in, başkan seçilmesi halinde yapacağı ilk işin İran'a müdahale olabileceğini vurguladı. Obama'nın başkan seçilme şansının, McCain'in şansından daha fazla olduğunu belirten Koç, sekiz yıldır iktidarda olan Cumhuriyetçilere ve Bush yönetimine karşı toplumda ciddi bir tepki olduğunu kaydetti ve şunları söyledi:
"Cumhuriyetçiler, son on seçimin yedisini kazanarak 40 yıldır ABD politikasının lokomotifi oldular. Bu iktidar şimdi sona eriyor. Belki de Demokratların, 2006 yılında Kongre seçimlerinde büyük başarı elde etmeleriyle sona erdi. Bu başkanlık seçimi de, Demokratların zaferinin tacı olacak. McCain, başkan seçilmesi halinde, iktidarın ilk yılında İran'ı vurursa hiç şaşırmam. Bu, McCain için bir namus meselesi. Barack Obama da İran'ı vurabilir. Fakat ilk aşamada diyalog yapmayı tercih edecek. Obama döneminde ABD ile İran arasında 'büyük anlaşma' veya savaşı engelleyebilecek 'soğuk barış' olabilir. Irak savaşını ilk günden beri destekleyen McCain, durum kötüleşse bile Irak'tan ordunun çıkarılmasına karşı çıkacak. Cumhuriyetçi Parti için Irak konusu da 'namus meselesi'. Irak'tan kolayca çekilmeyi kendilerine inandırmaları çok zor. McCain, 'Irak konusunda herkes, bu işin bittiği ve geri çekilmemiz gerektiğini söylüyordu. Fakat ben, daha fazla asker gönderilmesini destekliyordum. Irak'a daha fazla asker gönderilerek, benim söylediğime yakın bir şey yapıldı. Artık Irak'ta başarı sağlamaya başladık' diyecek."
Koç'un açıklamasına göre, Obama, Başkan seçilmesi halinde, "Sonradan yanlış çıkan her şeyi gördüm" tezi üzerine politika yürütecek, deneyimsiz olduğu iddialarına "Önemli olan deneyim değil, yargıdır" cevabını verecek.
Bu arada birkaç gün önce Slovenya'da düzenlenen ABD-AB Zirvesine katılan Başkan George Bush, Türkiye hakkında güzel açıklamalarda bulundu: "Türkiye'nin AB üyesi olması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye'nin demokrasi ve pazar ekonomisi alanlarındaki reformlarını ve AB üyeliğini gerçekleştirmek için çaba göstermesini takdir ediyoruz."
LÜBNAN BASINI
AL AKHBAR: "PENTAGONUN RAPORUNDA TÜRKİYE"
BEYRUT, 18/06(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan el Akhbar gazetesinin 18 Haziran 2008 tarihli sayısında, Ernest Huri imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin çevirisi şöyledir:
ABD Savunma Bakanlığına bağlı bir düşünce kuruluşu olan "Milletlerarası Savunma ve Güvenlik Siyasetleri Enstitüsü"nün Türkiye hakkında hazırladığı rapor, etütten daha az; ama değerlendirmeden daha fazla bir mahiyette. Bu rapor iki gün önce, Anayasa Mahkemesi, AKP'nin kapatılma davası yüzünden meydana gelen istikrarsızlık sebebiyle yayımlandı. Muhtevası, AKP'nin kapatılması hâlinde yaşanması muhtemel gelişmelerle başlıyor. Sonra bu raporu hazırlayan iki kişi Angel Rabassa ve Steven Laraby, ABD'nin gelecek yönetimine Türkiye hakkında bazı "tavsiyelerde" bulunuyor.
Bu raporda Türkiye'de mevcut durum hakkında genel bir değerlendirme sunuluyor. Ama ikaz atmosferi ve olumsuzluğa yakın bir hava hâkim. Çünkü, Amerika'nın tehditleri neticesinde, özellikle İran'ın yakın bir zamanda bir ihtilafa konu olması hâlinde, ABD'nin bölgede yapacağı herhangi bir askeri operasyona müttefik Türkiye'nin katılmayacağı ve hatta problem çıkaracağı düşünülüyor.
Raporun giriş bölümünde, AKP'nin kapatılması yönünde bir karar çıkmazsa, askerî bir darbe tehlikesinden sakınmak için söz konusu partinin daha "mutedil" olacağı ifade ediliyor. Raporun giriş kısmı, olumsuz bir gelişme olmaması hâlinde güzel şeyler olacağını telkin ediyor. Ama AKP'nin kapatılması hâlinde çok farklı gelişmeler olacağı dile getiriliyor. En önemlileri:
- Bazı Müslüman Türklerin barışçı siyasi faaliyetlerden ümitlerini kaybedeceklerinden asker tarafından desteklenen Türk laiklerle dindar Müslümanlar arasındaki bölünme derinleşecek. Ama kemikleşmiş AKP'lilere karşı bu çok fazla etkili olmayacak. Çünkü AKP'nin kapatılmasından sonra onun enkazı üzerinde derhal yeni parti kurulacaktır.
- Türkiye'nin Avrupa Birliğine (AB) üye olma şansı azalacaktır. Bu, rapora göre olmaması gereken bir şeydir. Avrupa'nın Müslümanlara karşı olduğu fikrini silmek için Washington'daki yöneticiler Türkiye'nin AB'ye girmesini destekliyorlar.
Raporda, Atatürkçü kurumlar, yani ordu ve ana muhalefet partisi CHP'nin nüfuz ve gücü hakkında bazı değerlendirmeler yapılırken, Hükümetin son dönemde yaptığı reformlardan hiç bahsedilmedi. Nüfuzlu ordu, kendisine göre kırmızı hatların aşıldığını hissettiği anda, bütün meşru yollar tükendikten sonra, ihtimali eskiye göre zayıf olsa da darbe yapabilecektir.
Bu raporu okuyanlar, Erdoğan ve onun "hocası" Necmettin Erbakan sistemi arasındaki fark dikkate alınarak raporun orduyu teskin etmek için hazırlandığını anlar. Erdoğan'ın, halkın Şeriatçı bir sistemi istemediğini ve AKP tabanının Avrupalı rüyasına dinci slogan karıştırmak istemediğini bildiğinden fanatik İslamcı bir sistem düşünmediğine hükmedilebilir.
Bu noktada iki araştırmacı, ABD'nin siyasi kesimine şöyle tavsiyede bulunuyor: Türkiye'yi, mutedil İslam ve demokrasiyi bağdaştırabilen örnek ülke olarak göstermekten vazgeçin. Bu nokta çok önemlidir, çünkü Arap ve Müslüman ülkelere lider olması için Türkiye'yi Orta Doğu çemberinde bırakmak olarak algılayan laikler ve askerler tahrik olacaktır. Çünkü onlar ülkeyi bu coğrafi ve kültürel pozisyondan kurtarmaya çalışıyorlar. Raporda, aynı zamanda Türkiye'de AKP'nin kapatılması konusunda ABD'nin fanatik İslam takıntısından bahsediliyor. Zira Türkiye'nin Müslümanları modernleştirmesi ve demokratikleştirmesi hususunda girilen bahis kaybedilecektir.
Raporda, tartışma içindeki iki taraf arasındaki derin çekişmelerden bahsediliyor olması dikkat çekici: Bu çekişme, görüldüğü gibi İslamcılarla laikler arasında değil, çok uzun zamandan beri laikliğin kurucuları sosyal ve çağdaş merkezler ile bu odaklara karşı olanlar arasında yaşanıyor.
"ABD'ye Ders Olarak" başlığı altında raporu hazırlayan iki kişi, Türkiye'nin, ABD'nin Orta Doğu'da yapabileceği herhangi bir operasyona yeşil ışık yakmayacağını dile getiriyor. Rapora göre Türkiye'nin komşularına karşı siyaseti, Ankara ile Washington arasında problem olacaktır. "Türkiye, Orta Doğu'daki menfaatleri zarar görmemesi için ABD'ye yeşil ışık yakmayacaktır, ama yeşil ışık verirse, ABD'nin operasyonu kendi menfaatlerine uygundur demek olur."
Raporda diğer birçok önemli nokta ise şudur: ABD'li yöneticiler, 2003 yılında Irak işgali başladığında İncirlik Üssünden kaynaklanan problem yüzünden, onun yerini tutacak başka bir üs bulmaları gerekecektir. Bu konuyla ilgili olarak Amerikalı iki araştırmacı, "ABD'nin İran'a tehditlerini uygulamaya koyacak olursa, bölgede Türkiye ile ABD arasında çıkacak problem, İran konusunda çıkacaktır" teminatı verdi.
Rapor, Kongredeki mevcut ve gelecekteki liderleri muhatap alarak bitiyor. Ve onlardan, Washington ile Ankara arasında diplomatik bir krize sebep olacak Ermeni soykırımını unutmaları gerektiği dile getiriliyor. Ayrıca ABD'nin, Irak'ın kuzeyinde PKK'ya karşı verdiği mücadelede Türkiye'ye sıkı bir askerî destek vermeye devam etmesi gerektiği ifade ediliyor.
ULUSLARARASI ARAP BASINI
EL ŞARK'ÜL EWSAT: "AB, TÜRKİYE İLE MÜZAKERELERDE İKİ YENİ FASIL DAHA AÇMAYI KABUL ETTİ"
ANKARA, 13/06(BYE)--- Londra'da Arapça yayımlanan el Şark'ül Ewsat gazetesinin 13 Haziran 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:
Diplomatik kaynaklardan yapılan açıklamaya göre, AB dün aldığı bir kararla Türkiye'nin tam üyeliği sürecinde iki yeni fasıl daha açmayı kabul etti. 27 Avrupa ülkesi, "Şirketler Hukuku" ve "Fikri Mülkiyet Hukuku" fasıllarında müzakerelere başlama kararı aldı. Kararın, Lüksemburg tarafından da resmen onaylanması gerekiyor. Böylece tam üyelik müzakere sürecinde açılan fasılların sayısı sekizi bulacak. Açılması beklenen toplam fasıl sayısı ise 35. AB üyesi ülkeler, bu kararı ilk kez tartışma yaratmadan aldılar. Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olan Fransa, Güney Kıbrıs ve Avusturya hiçbir muhalefet göstermedi.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya olan DTP, ülkeyi bölmek istediğine dair suçlamaları reddetti. AP ajansından verilen bilgiye göre, DTP avukatı Bayram Bahri Belen, mahkemeye verdiği savunmanın ardından gazetecilere şu açıklamalarda bulundu: "Parti, Türkiye'deki kan şelalesini durduracak barışçı bir çözüm yolu bulmak için mücadele ediyor."
Bu arada, ülkenin güneydoğusunda Kürt ayrılıkçıların döşediği bir mayına basan bir Türk askeri hayatını kaybetti.
Türkiye'de ayrıca, Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezinde dün akşam saatlerinde çıkan olaylarda ise Somalili bir göçmen yaşamını yitirdi, dört kişi de yaralandı.