2008-05-15 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

Son Güncelleme: 27 Mayıs 2008

2008-05-15 Haftalık AB - Türkiye Haberleri Bülteni

ALMANYA BASINI

JUNGE WELT: "TÜRKİYE'DEKİ DEVLET TERÖRÜ KINANDI"

ANKARA, 08/05(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Junge Welt gazetesinin 8 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, Nico Sandfuchs imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Ankara çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:

--Brüksel, İstanbul'da Yapılan 1 Mayıs Kutlamalarında Polisin Şiddet Kullanmasını Eleştirdi. Sendikalar, Erdoğan'ın İstifa Etmesini Talep Ediyor--

Polisin, İstanbul'daki 1 Mayıs kutlamaları sırasındaki yoğun müdahalesinden yaklaşık bir hafta sonra, AB, Türk hükümetini uyardı. Slovenya ve Fransa temsilcilerinin yanı sıra AB'nin Genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn'den oluşan AB Troykasının Ankara'yı ziyareti çerçevesinde salı günü, 1 Mayıs kutlamalarının dağıtılabilmesi için "orantısız güç" kullanılmasının kınandığı bildirildi.
Polisin, kalabalık toplanmadan önce, İstanbul'un merkezi noktası olan Taksim Meydanı'na bir protesto yürüyüşü gerçekleştirilmesini engellemek için sendikalılar ve sol görüşlülere saldırısının ardından gelen resmi duyurulara göre 533 kişi tutuklandı ve yüzlerce kişi de yaralandı. Rehn, salı günü Dışişleri Bakanı Ali Babacan'dan "söz konusu bu polis şiddetinin ayrıntılı soruşturulmasını" istedi.
Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan ise, Brüksel'den gelen eleştirilere değinmeden salı günü polisin müdahalesini tekrar savundu. Başbakan yaptığı bir konuşmada, 1 Mayıs tarihinde İstanbul'da toplanan insanların kesinlikle "haysiyetli işçi kardeşleri" olmadığını, bunların daha ziyade, İşçi Bayramını "arbede çıkarmak" için kullanmak isteyen "provokatörler ve illegal örgütlere mensup kişiler olduğunu" iddia etti.
Türk sendikalar ise "barışçıl 1 Mayıs kutlamalarına yönelik devlet terörünün" katılımcıların suçlu olarak gösterilerek, "yasallaştırılmaya" çalışılması girişimine öfkelendi. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından yapılan bir açıklamada, "Güvenlik güçlerinin herhangi bir provokasyon olmaksızın, Taksim Meydanı'ndan kilometrelerce uzaktaki yerlerde gösteriye katılanlara ve hatta olaylarla ilgisi olmayanlara bile ayırt etmeksizin saldırması bir gerçektir" denildi. Açıklamada, ayrıca İstanbul'da "arbede çıkaranların sadece güvenlik güçleri" olduğuna da yer verildi. DİSK ve KESK bu nedenden ötürü, salı günü hükümetin ve İstanbul Valisinin derhal istifa etmesi yönündeki taleplerini bir kez daha dile getirdi. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, ulusal ve uluslararası alandaki mahkemelerde dava açacağını bildirdi. Gelecek haftalar içerisinde hükümete yönelik toplu gösteriler yapılması da gündemde.
Çok sayıda parti ve sivil toplum örgütü, sendikaların bu protestosuna destek veriyor; yerel basın da hükümetin tutumunu büyük ölçüde eleştirdi. Ancak, öyle görünüyor ki, başına buyruk tutum içerisindeki Başbakanı, Türkiye içinden gelen eleştiriler, tıpkı Brüksel'den gelen uyarılar gibi pek de etkilemiyor. Erdoğan, İçişleri Bakanı vasıtasıyla çarşamba günü polis müdahalesi konusundaki eleştirilerin "genel anlamda haksız" olduğunu duyurdu.

ECHO ONLINE: "KOCH: AKP'Yİ YASAKLAMA DAVASI TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ İÇİN BİR ENGELDİR"

BERLİN, 09/05(BYE)--- Darmstaedter Echo yayın grubunun Echo Online adındaki internet sayfasının 8 Mayıs 2008 tarihli sayısında, DPA'ya atfen ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Hessen Eyalet Başbakanı Roland Koch (CDU), Türk Hükümet partisi AKP'ye karşı açılan kapatma davasını, ülkenin AB üyeliği için bir engel olarak görüyor. Koch, Almanya'da yaşayan Türkler ve Türk kökenlilerle 8 Mayıs tarihinde yediği öğlen yemeğinde, "Bu koşullarda tam üyelik daha da zorlaşacaktır. Bu olay Türkiye ile AB devletleri arasındaki farkı belirginleştirmektedir" ifadesini kullandı. Koch, Türkiye için tam üyelik yerine, AB Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi oturumlarında söz alma ve dilekçe verme hakkının da dahil olduğu bir imtiyazlı ortaklıktan yana olduğunu söyledi.

WDR: "TÜRKİYE, AB ÜYELİĞİ ÖNCESİNDE TAM ANLAMIYLA DEMOKRATİK VE SEKÜLER BİR ÜLKE HALİNE GELMELİDİR"

BERLİN, 09/05(BYE)--- WDR kanalının 08 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, "ots" rumuzuyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Köln/Ljubljana çıkışlı haberin ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Slovenya'nın başkenti Ljubljana'da düzenlenen WDR Avrupa Forumu Toplantısında, Sırbistan'daki seçimler, İrlanda'da Lizbon Anlaşması için yapılacak olan referandum ve Rusya ile düşünülen ortaklık anlaşması konularında iyimser olduğunu vurguladı.
Barroso, Türkiye'de iktidarda bulunan İslami-muhafazakar partinin kapatılması konusundaki gelişmelerden endişe duyduğunu belirtti. AB Komisyonu Başkanı, "Türkiye, AB'ye üye olmadan tam anlamıyla demokratik ve seküler bir ülke haline gelmelidir. Ülkenin yakın geçmişindeki bazı olaylar endişe duymama neden oluyor" şeklinde konuştu.
Türkiye'nin Avrupa'ya daha da yakınlaşmasını sağlamanın tarihi bir görev ve meydan okuma olduğundan söz eden Barroso, "AB, 'çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede demokrasi oluşturulabilecek mi' şeklinde ilginç bir soru ile karşı karşıya bulunmaktadır" ifadesini kullandı.

DIE WELT: "İNGİLTERE KRALİÇESİ, TÜRKİYE'Yİ ONURLANDIRIYOR VE AB ÜYELİĞİNİ DESTEKLİYOR"

BERLİN, 14/05(BYE)--- Tirajı günde 264 bin olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 14 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, "TH" rumuzuyla ve AP'ye atfen, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, 37 yıl aradan sonra Türkiye'ye ilk resmi ziyaretini gerçekleştiriyor. Eşi Prens Philip ile Türk başkenti Ankara'ya gelen 82 yaşındaki Kraliçe, onuruna verilen ziyafette Türkiye'yi överken, Cumhurbaşkanı Gül de liberal kıyafetiyle sürpriz yaptı.
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Ankara'daki resmi ziyaretinin başlangıcında Türkiye'nin Batı ile İslam Dünyası arasındaki köprü rolünden övgüyle söz etti. Kraliçe dün akşam onuruna düzenlenen ziyafette, Türkiye'nin bu bağlamda eşsiz bir konumda olduğunu belirtti.
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kraliçenin onuruna smokin giydi. Dindar-muhafazakar hükümet partisi AKP'den gelen Gül, normal olarak bu tür kıyafetleri giymeyi fazlasıyla Batılı bulduğu için reddediyordu.
İngiltere Büyükelçisi Nick Baird, Kraliçenin Türklerin AB üyeliği adaylığına yönelik desteklerini yeniden dile getirmek istediğini söyledi. Avrupa Birliği, Türkiye ile katılım müzakerelerini 2005 yılında başlatmıştı. Ancak görüşmeler bazı üyelerin çekinceleri ve Kıbrıs ihtilafı nedeniyle yavaş ilerliyor.
Kraliçenin ziyareti, laik Türk devletinin kurucusu Atatürk'ün mozolesine çelenk bırakılmasıyla başladı. Kraliçe Anıtkabir Özel Defterine şunları yazdı: "Mustafa Kemal Atatürk'e saygılarımı sunmak benim için bir onurdur. Kendisi, Birleşik Krallığın büyük değer verdiği bir dostu ve modern tarihin en büyük şahsiyetlerinden biriydi."
Kraliçe, son olarak 1971 yılında Türkiye'yi ziyaret etmişti.
Kraliçenin ziyareti çerçevesinde ülkenin batısındaki sanayi kenti Bursa ve Boğaz'daki İstanbul'a da bir ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor.

 

AVUSTURYA BASINI

PROFİL: "ACELEMİZ YOK"

VİYANA, 09/05(BYE)--- Tirajı 100 bin olan haftalık liberal Profil dergisinin 9 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Georg Hoffmann Ostenhof'un Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ile yaptığı yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı mülakatın çevirisi şöyledir:

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile iktidar partisi AKP'nin kapatılma tehlikesi, başörtüsü tartışması ve Avusturya'nın Türkiye'nin AB'ye katılımı konusundaki çekinceleri konularında görüştük.

OSTENHOF: Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye Başsavcısına bakılacak olursa partiniz yakında kapatılacak. İddianame gereğince, devletin laik düzenine karşı faaliyette bulunmaktan dolayı haklarında beş yıl süreyle siyaset yasağı istenenler arasında sizin isminiz de yer alıyor.

GÜL: Umarım sizi yanlış anlamamışımdır, benim partimden mi söz ettiniz? Bir noktayı aydınlatmakta yarar var: Ben artık bütün partilerden uzak bir konumdayım. Cumhurbaşkanı olmak sıfatıyla siyasetten çekildim.

OSTENHOF: Tabii, benim kastettiğim de zaten, uzun yıllar üst düzeyde görev yaptığınız AKP idi. Dışarıdan bakıldığında biraz garip görünüyor: Daha geçen yıl seçimlerde büyük bir zafer kazanan ve ülkeyi mutlak çoğunlukla yöneten parti kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

GÜL: Türkiye demokratik bir ülke. Avrupa Birliği ile müzakerelerde bulunuyor. Bizde birçok siyasi parti var. Sizin bahsettiğiniz yalnız AB ülkelerinde değil, birçok batılı ülkede de olan bir şey. Bu olayın demokratik olgunluk bağlamında ele alınacağına inanıyorum.

OSTENHOF: Batı Avrupa ülkelerinde yalnız şiddete başvuran ya da şiddet çağrısı yapan partiler kapatılıyor, bunlar aşırıya kaçan küçük gruplar. AKP ise çoğunluğun desteklediği siyasi çizgiyi izleyen bir halk partisi.

GÜL: Değindiğiniz bütün bu noktalar Türk kamuoyunda tartışılıyor. Olay şimdi mahkemede. Mahkeme bir karar verecek. Dediğim gibi, iddianın ve onunla bağlantılı olan herşeyin demokratik olgunluk içerisinde ele alınacağını umuyorum. Böylece bu konuda söylenecek herşeyi söyledim. Bu tartışmayı sürdürmek istiyorsanız, politikacılarla konuşmanız gerekir. Türkiye'de çoğulcu bir düzen var. Çok aşırıya kaçan fikirlerden tutun da, çoğunluk tarafından desteklenen ve Türk kamuoyunda politikacılar ve köşe yazarları arasında hararetli tartışmalara yol açan görüşlere kadar herşey mevcut. Cumhurbaşkanı olarak söylenecek herşeyi söyledim.

OSTENHOF: Türkiye'deki birçok tartışma kadınların başörtüsü konusunda. Nitekim AKP hakkındaki dava da, başörtüsü takan kadınların üniversitelerde okumalarına izin veren yeni bir yasanın kararlaştırılmasından sonra açıldı. Sizin cumhurbaşkanı seçilmenize ilişkin kriz de eşinizin başörtüsü takmasıyla ilgiliydi. "Türban"a siyasi ve sembolik açıdan neden bu kadar ağırlık veriliyor?

GÜL: Cumhurbaşkanlığına aday olduğumda, eşimin giysileri konusunda hiç zorluk çekmedim, çünkü nasıl giyindiği onun şahsi seçimi, ben bunu etkileyecek bir konumda değilim. Ama haklısınız, konu toplumda geniş çapta tartışıldı. Bu tabii ki benim cumhurbaşkanlığı görevimi etkilemiyor.

OSTENHOF: Kapatma davası da dahil olmak üzere herşeyde söz konusu olan bazılarının tehlikede gördüğü laik devlet.

GÜL: Şunu söylememe izin verin: Türk Anayasası'nın temel ilkesi, Türk Devleti'nin hukukun üstünlüğü prensibini kabul eden demokratik, laik ve sosyal bir devlet olduğu fikridir. Türk toplumunun büyük bir kısmı bunu kabul ediyor. Ama Türk toplumu gibi büyük toplumlarda her zaman bu prensiplerden ayrılan görüşler de oluyor. Bu her yerde böyle ve çok doğal. Ancak Türk politikacıların çoğu, Türk toplumunun geniş kesimleri, camiye gitsin gitmesin, dindar olsun ateist olsun, herkes dinler karşısında tarafsız kalan laik bir devlet istiyor.

OSTENHOF: Türk Devleti'nin hangi temeller üzerinde durması gerektiği konusunda farklı düşünceler yok mu?

GÜL: Tabii bu prensiplerin nasıl uygulamaya geçirileceği ya da yeteri kadar uygulanıp uygulanmadığı tartışılıyor. Unutulmaması gereken bir şey var: Türkiye bütün bu tartışmaların yapıldığı dönemde AB ile müzakerelerde bulunuyor. Şu anda giderek Avrupa müktesebatına, AB standartlarına uyum dönemindeyiz. Birçok yeni yasa çıkarıyoruz ve birçok reform gerçekleştiriyoruz.

OSTENHOF: Son zamanlarda gerçekleştirilen reformlardan biri de, Ceza Yasası'nın "Türklüğün" aşağılanmasını konu alan 301. maddesinde yapılan değişiklik. Bu madde yumuşatıldı. AB Komisyonu bunu doğru yönde atılmış bir adım olarak görüyor ve bunu diğer adımların izlemesini bekliyor. Bu görüşe katılıyor musunuz?

GÜL: Komisyonun Türkiye'deki değişikliklere "sessiz devrim" adını verdiğini duymuşsunuzdur. Burada söz konusu olan yalnız bahsettiğiniz o madde değil, bu reform sürecinin, "sessiz devrimimizin" yalnız bir parçası. Birçok Avrupalı Türkiye'deki gelişmeleri saygıyla izliyor. 301. maddeye gelince: Yapılan değişiklik hoşumuza gitti. Maddenin yeni formüle ediliş şekli, birçok AB ülkesindeki buna benzer yasal hükümlerinkine benziyor. Tabii yeni düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesi büyük önem taşıyor. Bu konuda zorluklarla karşılaşılmamasını umuyorum.

OSTENHOF: Batıda Türkiye'nin geçtiğimiz yıllardaki modernleşme hızı takdir ediliyordu. Ancak son zamanlarda reform sürecinin iç politikadaki çalkantılar yüzünden tam olarak durmasa bile, azaldığı izlenimi uyandı.

GÜL: Haklısınız, birçokları bu izlenime kapıldı. Ama biz doğru bir yoldayız. 2008 yılının bir reform yılı olacağından eminim.

OSTENHOF: Kabalık etmek istemiyorum ama, buna rağmen, eğer reformlardan sorumlu olan iktidar partisi yazın ya da sonbaharda kapatılacak olursa reformlar ne olacak diye sormak zorundayım.

GÜL: Sözünü ettiğiniz ihtilafın demokratik çerçevede çözüleceği konusunda iyimserim.

OSTENHOF: Sizi böylesine iyimser yapan ne?

GÜL: Toplumumuzun sağduyusu beni iyimser yapıyor. Halkımız sağduyu sahibidir. Demokrasiye, laikliğe ve yasaların üstünlüğüne bağlıdır. Ayrıca Türkiye AB üyesi olma yolunda, bu bizim belli bir çerçeveye uymamızı gerektiriyor. Türkiye'deki demokratikleşme ve modernleşme süreçlerinin, dış ülkeler tarafından algılandığından daha gelişmiş olduğu kanısındayım. Bu yüzden de halkın sağduyusuna güvendiğimi söylüyorum. Ben bu gelişmeyi on, yirmi, otuz yıl gibi daha büyük zaman dilimleri içerisinde gözlemliyorum.

OSTENHOF: Siz eski Dışişleri Bakanı olarak Avrupa politikasındaki etkin politikacıları gayet iyi tanıyorsunuz. Türkiye'yi günün birinde AB'ye tam üye olarak kabul etme eğiliminin giderek azaldığı izlenimine kapılıyor musunuz? Örneğin Fransa, Almanya ve Avusturya'da?

GÜL: Olayın sizin tanımladığınız gibi olmadığı kanısındayım. Türkiye ile müzakerelere başlama kararı bundan iki yıl önce, hem de oy birliğiyle alındı, bunu vurgulamak gerekir. O zamandan beri ne Avrupa'da ne de bizde köklü bir değişiklik oldu, herhangi bir ayaklanma, savaş, ya da bu kararın değiştirilmesine neden olabilecek hiçbir şey olmadı. Bu karar uzun analizlerden ve katılımın herkesin yararına olacağının idrak edilmesinden sonra alındı. Bu konuda değişen bir şey olmadı. Ama bir noktada haklısınız: Avrupa tartışmaların açıkça yapıldığı özgür bir birlik ve Türkiye'nin tam üyeliği bazılarının hoşuna gitmiyor. Ama bu çok normal. Zaman değişiyor, hükümetler değişiyor. Biz bundan bağımsız olarak, katılım için gerekli olan herşeyi yapıyoruz.

OSTENHOF: Sabırsızlık hissetmiyor musunuz?

GÜL: Acelemiz yok. Bahsettiğim bütün değişiklikleri gerçekleştirdikten ve AB Komisyonunun da bizim artık hazır olduğumuzu söylemesinden sonra, herşeyi iyice gözden geçirip AB'ye katılıp katılmayacağımıza karar vereceğiz. Aynı şeyi Avusturya da dahil olmak üzere AB ülkeleri de yapacak. Daha şimdiden büyük tartışmalara girmenin bir anlamı yok. Avusturyalılar, Türkiye'nin katılımı konusunda halk oylaması yapmaya karar vermiş. Asıl önemli olan bütün aktörlerin inanılırlıklarını korumaları. Fransız dostlarımıza da aynı şeyi söylüyoruz. En son kararlar gelecekte alınacak. Ama iki yıl önce atılan imzaların ağırlığını ve önemini de göz ardı etmemeliyiz. İnsan inanılırlığının altını bizzat kazmamalı. Eğer Fransızlar, Avusturyalılar ya da diğerleri gelecekte Türklerin katılımının kendi çıkarları doğrultusunda olmadığı neticesine varırlarsa, tamam. Ama biz bir "win-win" durumunun doğacağına inanıyoruz. Türkiye'nin AB'ye katılımı herkesin yararına olacak.

OSTENHOF: Bildiğiniz gibi Avusturyalılar Türkiye'nin AB'ye katılımına son derece çekinceli bakıyor. Ülkedeki siyasi çalkantılar göz önünde bulundurulacak olursa, Türkiye'nin katılımından yana olmak için ne gibi nedenler var, bunu okuyucularımıza açıklar mısınız?

GÜL: Önce, stratejik açıdan AB Türkiye'nin katılımıyla en büyük evrensel güç haline gelecek. Katılım ekonomik açıdan da avantajlı olacak. Türkiye bugün bile Avrupa'nın altıncı büyüklükteki ekonomisine sahip, büyük bir pazar. Ayrıca ülke dinamik ve genç bir nüfusa sahip. Türkiye AB üyesi olursa, Avusturya ekonomisini de zenginleştirecektir. Türkiye birçok varsayımın aksine, Avrupa ekonomisine yük olmayacak, bilakis ekonominin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Türkiye bugün enerji konusunda da bir geçiş ülkesi, doğal gaz ve petrol için bir koridor konumunda. Örneğin Avusturya'nın da katıldığı Nabucco boru hattı projesinde aktif bir rol oynuyoruz. Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu'daki bütün kaynaklar Türkiye üzerinden Avrupa'ya getirilecek. Buna ek olarak, her yıl turistlere Avrupa ile rahatlıkla boy ölçüşebilecek bir altyapı sunan Türkiye'ye 500 bin Avusturyalı turist geliyor. Bütün bunlar hesaba katıldığında, Türkiye'nin AB'ye katılımının Avrupa'nın geleceğe yönelik yapacağı en iyi yatırım olduğu söylenebilir.

OSTENHOF: Peki Avrupa böylece dünyanın tehlikeli bölgeleriyle hiç güvenli olmayan sınırlara sahip olmayacak mı?

GÜL: Bu garip mantığa göre Avrupa'yı genişletmek yerine yeniden ufaltmak daha yerinde olur. Tekrar altı ülkeden oluşan Avrupa'ya dönüş yapılabilir.

Abdullah Gül (58)

İç Anadolu'daki Kayseri şehrinde dünyaya gelen Gül, İstanbul'da ekonomi öğrenimi gördü. Suudi Arabistan'daki Islamic Development Bank'ın müdürlüğünü yaptıktan sonra 1991'de İslamcı Refah Partisi milletvekili olarak Meclise seçildi. Parti 1999'da kapatıldı, halefi olan Fazilet Partisi de bir süre sonra aynı akıbete uğradı. Gül, 2001'de din ağırlıklı olan ve ortanın sağında yer alan Adalet ve Kalkınma Partisi AKP'nin kurucuları arasında yer aldı. 2002'den beri iktidarda bulunan AKP, hedefi AB'ye katılım olan bir reform çizgisi izliyor. Abdullah Gül 2007'de cumhurbaşkanlığına aday oldu. Bu Gül'ün eşi Hayrünnisa'nın resmi etkinliklerde başörtüsü takmasından rahatsız olan laik ordunun açıkça darbe tehdidinde bulunmasına yol açtı. Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi önce oylamanın boykot edilmesi ile Anayasa Mahkemesi sayesinde engellenebildi. Ancak öne alınarak, geçen yılın temmuz ayında yapılan Meclis seçimlerinde AKP'nin büyük bir zafer kazanmasıyla, Gül cumhurbaşkanlığına seçildi.

DIE PRESSE: "AB KOMİSERİ OLSAYDIM..."

VİYANA, 13/05(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 10 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Clemens Neuhold'un SPÖ'lü Avrupa Parlamenteri Hannes Swoboda ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Büyük koalisyon yeni bir çekişme konusu daha buldu. Konu, bundan sonra kimin AB komiseri olacağı. Avusturya'nın 1995'te Birliğe katılmasından bu yana, bu makama hep ÖVP'li politikacılar getirildi. Tarım Komiseri Franz Fischler'i, 2004'te Dışişleri Komiseri Benita Ferrero Waldner izledi.
Perşembe günü SPÖ Genel Sekreteri Josef Kalina'nın, bu makamın ÖVP'ye miras kalmadığını hatırlatması, koalisyon partileri arasındaki bu yarışı başlatmış oldu.
Kurier, SPÖ'nün önde gelen adaylarından biri olan Avrupa Parlamenteri Hannes Swoboda ile söyleşide bulundu:

KURİER: AB'nin Genişleme Komiseri olmaya ne dersiniz?

SWOBODA: Bu kuşkusuz çok heyecan verici ve duygusal ağırlıklı bir görev olur. Avrupa Parlamentosunun Hırvatistan'dan sorumlu raportörü olmak sıfatıyla Balkan ülkeleri ile yakından ilgileniyorum.

KURİER: Türkiye'nin katılımını destekler miydiniz?

SWOBODA: Partim bundan pek hoşlanmasa da, ben hep Türkiye ile müzakerelerden yana çıktım. Ama aynı zamanda da, özellikle son zamanlarda, katılımın ancak Avrupa ve Avusturya halkı tarafından onaylanması halinde söz konusu olabileceğini de vurguladım. Bu, şu an için söz konusu değil. Eğer AB komiseri olsaydım, teorik olarak katılımın önümüzdeki beş yıl içinde gerçekleşemeyeceğini, çünkü şartların yerine getirilmemiş olduğunu düşünürdüm...

PROFIL: "ENGELLER VE ENGELLEYİCİ TAKTİKLER"

VİYANA, 13/05(BYE)--- Tirajı 100 bin olan haftalık liberal Profil dergisinin 9 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Otmar Lahodynsky imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

--AB Bundan Üç Yıl Önce Türkiye ile Resmen Müzakerelere Başladı. Neden Şimdiye Kadar Bir İlerleme Kaydedilemediği Hakkında..."

AB 2005 yılında Türkiye ile resmen müzakerelere başladı, ama bir yıl sonra müzakereler donduruldu. Bunun nedeni, Ankara'daki hükümetin Ortaklık Anlaşması'nın yeni AB üyelerini de içine alacak şekilde genişletilmesi çerçevesinde, limanlarını ve hava alanlarını Türkiye tarafından tanınmayan Kıbrıs Cumhuriyeti'nden gelecek mallara açmayı reddetmesiydi. Bunun üzerine toplam 35 müzakere başlığından sekizi şimdilik donduruldu.
Kıbrıs sorununun çözüme kavuşmamış olması, bugün AB ile ilişkileri olumsuz etkiliyor. Türkiye bunun karşılığında AB'den yalnız Türkiye tarafından tanınan KKTC'nin izolasyonuna son vermesini istemişti. Ancak adada düşman olan halk topluluklarının birbirine yakınlaşması ile bölünmüş adanın yeniden birleşme umudu arttı.
Geçen nisan ayında ise bir gerileme daha oldu. Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi hakimlerinin laikliği ihlal ettiği gerekçesiyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidardaki AKP'sini kapatma tehditleri, AB'nin Boğaz'daki ülkede demokrasinin sağlam temellere oturmuş olmadığı yolunda uyarmasına yol açtı. Anayasa Mahkemesi tarafından şu sıralar yapılan soruşturmaya, Erdoğan'ın kadınların resmi kurumlarda başörtüsü (türban) takma yasağını yumuşatması neden oldu. Buna bir de ordu ile iyi ilişkiler içinde olan ve cinayet işlemekten bile çekinmeyen bazı örgütlerin bulunduğu haberi eklendi.
Ancak 12 Nisan'da Türkiye'yi ziyaret eden AB Komisyonu Başkanı Barroso, Ankara'ya AB'nin ülkenin katılımı konusundaki müzakerelerden vazgeçmediğini söyledi. Barroso, Türk Meclisinde yaptığı konuşmasında, Türkiye'nin AB'ye entegre olmasının, radikal İslam karşısında "güçlü bir seçenek" olduğunu vurguladı.
Ancak AB politikacılarının devamlı uyarıları, Türk halkı tarafından pek hoş karşılanmıyor. Avrupa yanlısı havanın giderek değiştiği görülüyor. Türkiye'nin Avusturya'daki Büyükelçisi Selim Yenel, "AB üyesi ülkelerin Türkiye'yi Birliğe almak istememeleri, birçok kişiyi düş kırıklığına uğratıyor" diyor.
Katılım karşıtı cephe öncelikle de Fransa, Almanya ve Avusturya'dan oluşuyor. Bu ülkelerin hükümetleri Türkiye'ye tam üyelik dışında bir seçenek sunmak istiyorlar, ancak Ankara bunu kesinlikle reddediyor. Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy gerçi yeni ülkelerin Birliğe katılımında zorunlu olan halk oylamasını kaldırdı, ama bu Türkiye tarafından bir taktik olarak tanımlanıyor, çünkü Fransa Hırvatistan ile diğer Balkan ülkelerinin katılımını referandumla zorlaştırmak istemiyor. Ankara Türkiye söz konusu olduğunda Fransa'nın referandumdan vazgeçmeyeceğini tahmin ediyor.
Son olarak bir de din özgürlüğü konusunda kavga çıktı. AB Komisyonu birçok kez Ankara'dan gayrimüslimlerin durumunu düzeltmesini istemişti. Türk Devleti özellikle de İstanbul'da yaşayan ekümenik Patrik I. Bartholomeos'a yoğun baskı uyguluyordu.
Dünya Ortodokslarının ruhani lideri birçok kez dini azınlıkların hakları konusunda eksikliklere dikkat çekti ve dini özgürlükler konusunda Avrupa standartlarının kabul edilmesinin Türkiye'de Hristiyanların mevcudiyetini sürdürmesi açısından büyük önem taşıdığını söyledi. Ortodoks Patrikliği genç rahipler yetiştiremediği için kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu görüşünde.
Ankara Bartholomeos'a yeniden zorluk çıkarmak ve onu küçümsemek için, Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik gibi, ekümenik Patriği ziyaret etmek isteyen yabancıların devlet memuru statüsündeki İstanbul Müftüsü ile de görüşmesini istiyor. Böylece Ortodoks Hristiyanların en üst düzeydeki ruhani lideri "yerel bir dini lider" düzeyine düşürülmüş oluyor.

 

BELÇİKA BASINI

EU OBSERVER: "FRANSA TÜRKİYE'NİN AB KATILIM SÜRECİNİ ENGELLEMEYECEĞİNİ TAAHHÜT ETTİ"

ANKARA, 08/05(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı EU Observer'ın 7 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında, Elitsa Vucheva imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye'nin AB'ye üyelik girişiminin karşısında en katı muhaliflerden biri olan Fransa, haziran ayında devralacağı 27 ülkeli birliğin dönem başkanlığı sırasında Ankara'nın katılım sürecini engellemeyeceğini belirtti.
Fransa'nın Avrupa işlerinden sorumlu Devlet Sekreteri Jean Pierre Jouyet salı günü Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile Ankara'da bir araya gelmesinin ardından yaptığı açıklamada, "Türkiye'nin müzakere sürecini bozmak gibi bir niyetimiz yok" dedi.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin Avrupa'ya ait olmadığını belirterek pek çok defa bu ülkenin AB'ye katılımına karşı olduğunu dile getirmişti.
Öte yandan Fransız Haber Ajansı AFP'nin aktardığına göre Jouyet, Fransa'nın AB Dönem Başkanlığının "objektif, tarafsız ve dengeli" olacağını söyledi.
Babacan da, Fransa'nın dönem başkanlığının, ülkesinin AB'ye katılım sürecini yavaşlatmasını beklemediklerini ifade etti.
Babacan katıldığı basın toplantısında şöyle konuştu: "Fransız başkanlığı sırasında katılım sürecimizin problemsiz, normal şekilde devam etmesini bekliyoruz. Somut ilerleme bekliyoruz."
Türkiye, AB katılım müzakerelerine 2005 yılında başladı, ancak o zamandan bu yana müzakereler kapsamında yer alan 35 başlıktan ancak altı tanesi tamamlandı.
Türkiye'nin AB'ye katılım ihtimali üye ülkeler arasında bölünmelere yol açıyor; Fransa ve Almanya Türkiye'nin AB'ye üyelik girişimine muhalefet eden ülkelerin başını çekiyor. İki ülke de "imtiyazlı ortaklık" adını verdikleri üyeliğin kısıtlanmış bir şeklini öneriyor.

--"Önemli" Bir Yıl--

Salı günü gerçekleştirilen AB-Türkiye Troyka toplantısını yöneten Slovenya Dışişleri Bakanı Dimitrij Rupel konuşmasında, bu yılın Türkiye'deki reformlar konusunda "önemli" bir yıl olduğunu söyledi ve Ankara'ya bunu tam olarak kullanması çağrısında bulundu.
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn de "müzakerelerin yolunda gittiğini, ancak sürecin hızlandırılması" gerektiğini ve "bunun da tutarlı ve geniş kapsamlı yasal ve demokratik reformlarla daha açık bir toplum yaratarak olabileceğini" belirtti.
Rehn, Türkiye'de son dönemde yapılan reformları özellikle de "Türklüğe" hakaretin üç yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngören tartışmalı 301. maddede yapılan değişikliği memnuniyetle karşıladığını, ancak şimdi bunların uygulamaya geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Rehn ayrıca Türkiye'nin iktidar partisi AKP'ye yönelik kapatma davasının ülkedeki siyasi istikrarı tehdit edebileceği yönündeki endişelerini dile getirdi.
Ülkenin Anayasa Mahkemesi, mart ayında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının AKP'nin laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı haline geldiği suçlamasıyla partinin kapatılması yönündeki başvurusunu görüşmeye karar verdi.
Rehn "AB olarak Türkiye'nin bir an evvel bu krizin üstesinden geldiğini görmek istiyoruz" dedi.
AB ayrıca 1 Mayıs'ta İstanbul'da gösteri yapan işçilere karşı "orantısız güç kullanımı" konusunda soruşturma yapılması gerektiğini vurguladı.

FRANSA BASINI

LIBERATION: "JOUYET, ANKARA'DA ÜYELİK SÜRECİ KONUSUNDA GÜVEN VERDİ

PARİS, 09/05(BYE)--- Tirajı günde 135 bin olan Liberation gazetesinin 09 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Marc Semo imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:

Tam bir cambazlık gösterisini andırdı. Cumhurbaşkanı Sarkozy, 24 Nisan'da canlı yayında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin AB üyeliğine "Avrupa'da değil, Asya'da olduğu için" karşı olduğunu hatırlatırken, Avrupa İşlerinden Sorumlu Yardımcı Bakan Jean-Pierre Jouyet, Paris'in temmuzda altı aylığına devralacağı AB dönem başkanlığı öncesinde Ankara'ya güven vermekle görevliydi.

--Çıkar--

Jouyet, AB'nin 26 üye ülkesine ve adaylarına gerçekleştirdiği turnenin son durağı için salı ve çarşamba günleri bulunduğu Ankara'da, "Fransa'nın Türkiye ile müzakereleri engelleme uğraşı içerisinde olmadığını ve mesajının açık" olduğunu, "Fransa dönem başkanlığı, Türkiye için objektif, tarafsız ve dengeli olacaktır" açıklamasıyla ifade etti. Hedef, Birlik üyeleri arasında ülkelerinin üyeliğine başlıca karşı çıkan ülkenin Paris olduğundan emin olan yetkili çevreleri, Fransız dönem başkanlığının, Fransa'nın çıkarını değil, "yirmi yedi üye devletin çıkarlarını" savunacağına ikna etmekti. Hatta Jouyet, Türkiye için "kriterlerin yerine getirilmesi halinde yeni başlıkların açılabileceği" konusunda güvence bile verdi. Yine de söz konusu olan, fazla önem taşımayan başlıklardır.
Ancak uzun süre sosyalistlerle yakınlığı olan ve hükümete, Avrupa sürecini yeniden canlandırmak için katılmayı kabul eden bu üst düzey memur için, görev sanıldığı kadar kolay değildi. Ayrıca Jouyet, bağlı olduğu Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner gibi, Türkiye konusunda UMP'den çok farklı bir görüşte olduğunu hiçbir zaman gizlemedi. Özetle, verilen mesaj sadece ortak bir görüşü hatırlatıyordu: Türkiye'ye "iki yol bırakılıyordu", biri tam üyelik, diğeri ise imtiyazlı ortaklık. Ankara'daki yetkililer, Türk ekonomisinin elitleri gibi "tam üyeliğin" dışındaki tüm çözümlere karşı çıkmaya devam ediyorlar.
Gelir düzeyi birliğin ortalamasının çok altında olan Türkiye'nin, ezici bir çoğunlukla Müslüman olan 70 milyon nüfusu olduğunun altını çizen Jouyet, "Türkiye'nin Avrupa cephesinde kalması gerektiğini, zira bunun, demokratikleşme süreci ve reformlar için bir garanti olduğunu, ancak Birliğin dengesini de bozmamak gerektiğini" ifade etti. Jouyet, "Birliğin hazmetme kapasitesine dair argümanlar yeteri kadar ciddidir, daha fazlasına gerek yok" diye konuştu. Pek çok Türk, Fransa'daki anayasa reformu tartışmaları çerçevesinde UMP'li milletvekillerinin sadece Türkiye'nin üyeliği konusunda referandumu zorunlu tutmaya yönelik değişiklik önergelerine tepkili.

--Akdeniz Kıyısı--

Jouyet'nin diğer hedefi, Ankara'yı, AB üyesi 27 ülke ile Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler arasındaki işbirliğini artırmaya yönelik "Akdeniz İçin Birlik" projesi konusunda rahatlatmaktı. Jouyet, Türkleri projenin başlatılacağı 13 Temmuz zirvesine katılmaya teşvik etmek için çaba sarfetti, Ankara'dan "ilgilenildiği, ancak henüz karar verilmediği" şeklinde bir yanıt geldi. Türkiye, gerek ekonomik ağırlığı, gerekse bölgesel güç olması özelliğiyle bu projede bir kilit rol oynayabilir. Bu nedenle Ankara'nın ikna edilmesi oldukça önemlidir. Jouyet, zeki bir diplomat. Görüştüğü yetkililere Türkiye'nin tıpkı Avrupalılar gibi, "Akdeniz'in kuzey kıyısında" olduğunu hatırlattı.

AFP: "FİLLON, FRANSA'NIN, TÜRKİYE'NİN AB'YE ÜYELİĞİNE KARŞI OLDUĞUNU TEKRARLADI"

LEFKOŞA, 09/05(AFP)(BYE)--- Fransa Başbakanı François Fillon Kıbrıs'ta bugün, Fransa'nın, özellikle Ankara ordusunun Akdeniz adasını "işgali" sebebiyle Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olduğunu yeniden hatırlattı.
Fransa Başbakanı, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ile yaptığı ortak basın toplantısında, "Ordusu, AB'nin bir ülkesinin topraklarını işgal eden bir ülkenin, aynı zamanda Avrupa Birliği'ne üye olmak istemesini düşünemeyiz bile" dedi.
Hükümet Başkanına göre, "Türkiye'nin Avrupa'ya üyeliği iyi bir seçenek değil."
Fillon, "Günümüzde hâlâ bu üyelik için çok engel var. Avrupa Birliği ve büyük ülke Türkiye arasında ayrıcalıklı ortaklık gerekli bir aşama. Bu bağlamda yalnızca Türkiye ile doğrudan üyeliğe yol açmayacak müzakere başlıklarının açılmasını arzu ettik" dedi.

AFP: "AB... SARKOZY TÜRKİYE İÇİN ZORUNLU REFERANDUMDAN YANA"

PARİS, 09/05(AFP)(BYE)--- UMP Genel Sekreteri (sağ, iktidardaki) Patrick Devedjian'a göre, "Fransa Cumhurbaşkanı Avrupalı olmayan her ülke için Avrupa Birliği'ne her yeni üyelik için zorunlu referandum fikrini destekliyor.
Hükümet nisan ayı sonunda referandum zorunluluğunu ortadan kaldıran Anayasa reform tasarısını kabul etti.
İnternet adresinde Devedjian, "Bu karar, cumhurbaşkanının Fransızlara Türkiye'nin muhtemel üyeliğini referanduma götürme taahhüdüyle çelişiyor gibi gözüküyor" dedi.
Devedjian, "UMP, cumhurbaşkanının prensip onayını verdiği ve Avrupa'da olmayan bir ülkeden gelecek her türlü talep için referandum zorunlu kılacak bir yasa değişikliği önerecek" diye ekledi.

AFP: "TÜRKİYE'NİN ÜYELİK MESELESİ, FİLLON'UN KIBRIS ZİYARETİNDE AĞIRLIĞINI HİSSETTİRİYOR"

LEFKOŞA, 10/05(AFP)(BYE)--- Benjamin Sportouch bildiriyor:

Dün Avrupa gününde, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik meselesi, François Fillon'un Kıbrıs -kuzeyi Ankara'nın işgali altındaki- ziyaretinde ağırlığını hissettirdi. Fransa Başbakanı, ülkesinin "imtiyazlı ortaklık" tercihini yineledi.
Önceki gün Malta'ya yaptığı ziyaretin ardından François Fillon'un bu özel ziyaretinin başlıca amacı şu: Fransa'nın 1 Temmuz'da başlayacak olan AB dönem başkanlığı için önceliklerini dile getirmek. Ancak Türk meselesi müzakere masasına davet edildi.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas, Fransa Başbakanı ile yaptığı ortak basın toplantısında, ülkesi için "iki bölgeli ve iki toplumlu bir çözümden" yana olduğunu söyledi, ancak Türkiye ile yürütülmekte olan müzakerelerin geleceği konusundaki şüphelerini dile getirdi ve şöyle dedi: "Ankara'dan alınan mesajlardan umut yok, iyimser değiliz."
Kıbrıs Cumhurbaşkanı, "Türkiye'yi daha olumlu bir tavır takınmaya" ikna etmek için AB'nin "yardımını istedi".
Fillon, "AB, bir çözüm yönünde ilerleyecek çabaları ve eylemleri desteklemek için burada, ancak Birliğin Kıbrıs meselesini global bir açıdan ele almak gibi bir görevi yoktur" dedi.
Ancak AB dönem başkanlığı vesilesiyle Fransa, "kalıcı, adil ve uluslararası hukuka uygun bir çözüm" yönünde Hristofyas tarafından işletilen süreci desteklemek konusunda "hiçbir çaba sarfetmeyecek."
Fillon'a göre, Kıbrıs'ın katılmak istediği ve 13 Temmuz'da gün ışığına çıkması beklenen Akdeniz İçin Birliğin, savaş sonrası AB'nin yaptığı gibi gelecekteki üyeler arasında gerilimleri yatıştırmaya olanak sağlaması beklenecek.
Fillon ve Hristofyas ayrıca, AB dönem başkanı Fransa'nın öncelikleri konusundaki görüş birliğini de ortaya koydular.

AFP: "KRALİÇE 2.ELİZABETH: LONDRA TÜRKİYE'NİN AB'YE GİRMESİNİ DESTEKLİYOR"

ANKARA, 14/05(AFP)(BYE)--- İngiltere Kraliçesi 2.Elizabeth, Türkiye'ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretinin ilk gününde, İngiltere'nin, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme yönündeki çabalarını desteklediğini vurguladı.
Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onuruna verdiği yemekte konuşan Kraliçe 2.Elizabeth, Ankara ile Londra arasında sıkı bağlardan yana olduğunu belirterek, Türkiye'yi, "güvenilir ve dinamik bir demokrasi" olarak tanımladı.
2.Elizabeth, "Bu ülkede, Avrupa Birliği'ne girme perspektifi, vatandaşlarının hayatını iyileştiren değişikliklerin gerçekleştirilmesine yardım etti" dedi.
Kraliçe, "Dışarıda Türkiye, Avrupa Birliği ve genelde dünya için çok önemli bir zamanda Doğu ile Batı arasında köprü sıfatıyla çok önemli bir konuma sahiptir" eklemesini yaptı.
82 yaşındaki Kraliçe Elizabeth ve Prens Philip, dört günlük resmi bir ziyaret için dün Ankara'ya geldiler. Daha önce de, Prens Charles ve eşi Camilla, kasım ayında Türkiye'ye kültürel bir ziyaret gerçekleştirmişlerdi.
2.Elizabeth ve eşi Edimbourg Dükü dün Ankara'da, modern ve laik Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün mozolesine çelenk koydular.
Ziyaret sırasında Kraliçe'nin, Avrupa Birliği'ne üye olmayı isteyen ve Londra tarafından bu yönde desteklenen ülkenin ekonomik kalbi İstanbul'u da ziyaret etmesi planlanıyor.
İngiliz çiftin ayrıca, önemli tarihi eserlerin bulunduğu eski Osmanlı başkenti Bursa'yı ziyaret etmesi ve cuma günü Türkiye'den ayrılması bekleniyor.

 

İNGİLTERE BASINI

LONDRA BASIN MÜŞAVİRLİĞİ: "AVRUPA'DA BİR YABANCI" ADLI KİTABIN TANITIMI

LONDRA, 09/05(BYE)--- İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli İngiltere'nin eski AB Büyükelçisi ve eski Başbakan Tony Blair'in Resmi Avrupa Başdanışmanı Sir Stephen Wall'un kaleme aldığı "Avrupa'da Bir Yabancı: Thatcher'dan Blair'e İngiltere ve Avrupa Birliği" adlı kitabın tanıtımı dün (8 Mayıs 2008) Londra'daki Yabancı Basın Derneği'nde (FPA) yapıldı.
Tanıtım toplantısına 20'ye yakın gazeteci ve diplomat (Slovenya, Azerbaycan, Romanya büyükelçiliklerinden diplomatlar dahil) katıldı. Daha sonra, kitabını ve kitabına dahil ettiği eski başbakanlardan Thatcher, Major ve Blair ile Avrupa Birliği'ne ilişkin bazı anılarını anlatan Sir Stephen, FPA Başkan Yardımcısı Sophie Mann'in yönetiminde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
"Türkiye Avrupa'nın bir parçası mıdır? Coğrafyası ve dini farklı olan bu ülkenin, AB üyesi olduğu takdirde Birlik ile uyum halinde çalışacağını bekliyor musunuz?" şeklindeki ilk soruya Sir Stephen "Coğrafi açıdan bakıldığında Türkiye'nin büyük bir bölümünün Avrupa dışında olduğu doğru. Ama sadece bu açıdan Türkiye'ye bakmak yanlış. Zaten bundan 40 yıldan da uzun süre önce Türkiye'yi AB'ye davet edenler Avrupa ülkelerinin kendileri. Eninde sonunda Türkiye'nin AB üyeliğini öngören Ankara Antlaşması ile Birlik bir yükümlülük üstlenmiştir.
Diğer yandan, Müslüman nüfusu Türkiye'nin 50 yılı aşkın süredir NATO içinde herhangi bir uyumsuzluğuna neden olmamıştır. Türkiye büyük stratejik öneme sahip bir ülke olarak NATO görevlerini başarıyla yerine getirmiştir. Bugün de bu ülke, büyük stratejik önem taşımaktadır. Örneğin, Türkiye bölge ülkeleri arasında büyük bir enerji terminali haline gelmektedir. AB kriterlerini yerine getirmiş bir Türkiye'nin üyeliği AB'nin de çıkarlarına hizmet edecektir" şeklinde cevap verdi.
"Ukrayna ve Türkiye'ye tam üyelik yerine ayrıcalıklı bir statü tanınması ve hatta bu ülkelere Kuzey Afrika ve magrip, yani Fas, Tunus ve Cezayir'in de dahil edilmesi projesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye'nin üyeliği ile AB Orta Doğu'daki sorunların içinde yer almayacak mı?" sorusunu ise Sir Stephen şöyle cevaplandırdı: "Bence sizin yanlışınız bugünkü haritaya ve Türkiye'nin bugünkü durumuna bakmaktan kaynaklanıyor. Bir de 20 sene sonrası Türkiye'nin durumunu düşünün. Ekonomik olarak Türkiye bugün zaten birçok AB üyesinden daha büyük. Türk ekonomisi yılda ortalama yüzde 4,5 oranında büyüyor ve bu hız hem AB ortalaması hem de birçok AB üyesininkinden yüksek. Ayrıca AB'nin anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerinden de daha önce söz etmiştim. Orta Doğu'daki sorunlar olarak Türkiye'nin doğu komşuları Irak, İran ve Suriye'yi kastediyorsanız, ben demokratik ve laik bir Türkiye'yi Avrupa ile beraber görmek isterim."
Daha sonra bir gazetecinin "Türkiye'nin kaç yıl sonra AB üyesi olmasını bekliyorsunuz?" sorusuna da Sir Stephen "Ben 20 yıl olarak düşünüyorum. On yıllık bir müzakere süreci ve 10 yıllık hazırlık dönemi" şeklinde cevap verdi.

THE FINANCIAL TIMES: "TÜRKİYE'YE GÜVENMEK"

ANKARA, 12/05(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan The Financial Times gazetesinin 12 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yer alan başyazının çevirisi şöyledir:

Avrupa Birliği, Türkiye ile entegrasyon sürecine yardımcı olabilecek her fırsattan faydalanmalı. Ankara'nın AB üyeliği girişiminde hem Türkiye'de ve hem de Birlikte siyasi bozulma yaşanırken Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası bu süreçte tutarlı bir ilerleme sağlayabilir.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, AB'nin güçlü desteğiyle geçen hafta, Türkiye ile ilgili faaliyetlerini inceleme kararı aldı. Nihai karar ekim ayından önce açıklanmayacak, ancak işaretler bu kararın olumlu olacağı yönünde.
Söz konusu bankanın bir üyesi olan, ancak faaliyet gösterdiği ülkeler arasında bulunmayan Ankara, uzun zamandır bankanın para ve yeteneklerinden faydalanabilme imkanı arıyor. Ancak söz konusu gelişme, eski Doğu Bloğu ülkelerine yardım amacıyla kurulan bankanın faaliyet alanından çıkmasını istemeyen ABD tarafından engellendi. ABD, Dünya Bankası dururken, küresel düzeyde aktif olan benzeri bir başka yapıya ihtiyaç bulunmadığı görüşünü ortaya atmıştı. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, amaçları arasında yer alan görevleri yerine getirmeli ve bundan sonra kapanmalı, böylece her yerde bürokratlara da iyi örnek olmalı. Gerçek şu ki, Dünya Bankası Washington'da bulunurken bu özel bürokratlar Londra'dalar ve doğal olarak ABD'nin fikirleri üzerinde etkileri yok.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasındaki oyların yüzde 60'ına sahip olan AB'deki güçlü hissiyat karşısında Washington geri adım atmaya hazır gibi gözüküyor. Böyle yapması doğru olur. Batı, Türkiye'yle ilişkilerini korumayı başlıca öncelikleri arasında tutmalı. Türkiye'de modern bir İslam demokrasisinin kalkınmasını hem ülkenin kendisi, hem Avrupa ve hem de Orta Doğu için teşvik etmeli. AB liderlerinin, kamuoyunda Türkiye'nin Birliğe üyeliğine ilişkin itirazları gidermek için daha çok çalışması gerekiyor. Türk liderler, popüler İslami baskıların kendilerini ülkeyi modernleştirmekten alıkoymasına izin vermemeliler.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Batı ile Türkiye'nin ilişkilerinde belirleyici bir rol oynayamaz. Ama Avrupa Birliği'nin genişlemeden çektiği sıkıntıları düşününce, bankanın bir şekilde katkısı olabilir. Özellikle, her demokrasinin temeli olan küçük ölçekli işletmeleri teşvik edebilir.
ABD, söylendiği gibi Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasının geleceği hakkında zor sorular sormakta haklı. Banka, Çek Cumhuriyeti'nde yeni işler yapmayı durdurdu ve AB'ye 2004 yılında katılan diğer yedi eski Doğu Bloğu ülkesindeki faaliyetlerini de yakında durdurmayı planlıyor. Bankanın hissedarları, bankanın yetkilerine sadık kalmasını ve özel sektör işleri üzerine alınca, bankanın geri çekilmesini garantilemeli. Bu, bankanın temelli kapanacağı anlamına geliyorsa bile böyle olmalı. Ancak, şu an için banka özellikle eski Sovyet Birliği'nin fakir ülkelerinde önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Söz konusu banka Türkiye'ye birkaç yıllığına yardım edebilecek durumdaysa, etmelidir.

BBC: "KRALİÇE'NİN RESMİ ZİYARETİ TÜRKİYE İÇİN BİR MESAJ"

ANKARA, 14/05(BYE)--- BBC'nin 14 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Nicholas Witchell imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

Kraliçe Elizabeth ne siyaset, ne de diplomasi yapıyor. Tabii ki, kendisinin de yaptığı gibi, özellikle de yabancı bir ülkeye resmi bir ziyarette bulunmuyorsa.
Bütün bu ziyaretler İngiltere Dışişleri Bakanlığı tarafından seçiliyor ve kontrol ediliyor. Niyetleri, İngiliz diplomatların İngiltere'nin dışarıdaki menfaatlerini algılamalarını geliştirmek.
Kraliçe Elizabeth, Türkiye ziyaretiyle, Türkiye'nin AB üyeliği isteğine ve dolayısıyla Batı yönelimine verdiği desteğe dair açık bir mesaj göndermiş oldu. Ancak, bu resmi ziyaretin altında yatan şey bundan daha incelikli ve önemli.

--Demokrasiyi Kucaklamak--

Diplomatik önemi aşikar olan ancak bazen gözden kaçırılan 72 milyon nüfuslu Türkiye'nin Avrupa ve Asya arasındaki kavşakta bulunduğu ifadesi diplomatik bir klişe.
Şimdiye kadar Batı'yı ilgilendiren şey Türkiye'nin demokrasiyi kucaklayan Müslüman bir ülke olarak en iyi örnek olmasıdır.
Bir Batılı diplomatın ifade ettiği gibi, Türkiye potansiyel olarak Müslüman dünyasına demokrasinin nasıl işlediğini gösteren bir model.
Askeri açıdan da Türkiye, her iki Körfez savaşının gösterdiği gibi önemli bir stratejik konuma sahip.
Kısacası Türkiye önemli.
Ancak, ülke içindeki meseleler Batı'yı endişelendiriyor.
1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün modern Türkiye'yi kurmasından bu yana, ülke, sahip olduğu laiklikle övünmekte. Siyaset ve din birbirinden tamamen ayrı tutuluyor.
Ancak, demokrasi gittikçe bulanıklaşmaya başladı. Türkiye geçen yıl, siyasi İslamcı bir geçmişe sahip Abdullah Gül'ü yeni cumhurbaşkanı olarak seçti.
Ülkedeki değişiklikler, ziyaretin ilk gününde kısa ama son derece sembolik bir anda kendini belirgin bir şekilde gösterdi.
Cumhurbaşkanı Gül ve eşi, Kraliçe Elizabeth ile Prens Philip'i resmi konutlarında karşılarken Abdullah Gül'ün eşi başörtüsü takmaktaydı.

--Avrupa Değerleri--

İngiltere'ye göre, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma isteğinin desteklenmesine, dolayısıyla Avrupa değerlerini ve özgürlüklerini benimseye teşvik edilmesine ve ekonomik verimlilik ile siyasi istikrar konularında önemli değişiklikleri hızlandırmasına acil bir şekilde ihtiyaç var.
Bunlar arasında tabii ki insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi önemli konular yer alıyor.
Kraliçe Elizabeth'in Türkiye'de bulunması ve İngiltere'nin Türkiye'nin AB adaylığına verdiği güçlü destek, laiklerin ve yüzü Batı'ya dönük Türklerin güçlü müttefikleri olduğu konusunda güvenlerini tazeleyecek.

 

İTALYA BASINI

EQUILIBRI: "TÜRKİYE: AVRUPA DERSİ"

ROMA, 13/05 (BYE) --- İnternet strateji dergisi Equilibri'nin 13 Mayıs 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında ve Caterina Cocco imzasıyla yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:

AB Komisyonu Başkanı Barroso, Ankara ziyareti sırasında, hükümet partisi AKP'nin feshedilme ihtimali karşısında duydukları derin endişeyi dile getirdi.
İfade özgürlüğü alanında vahim kısıtlamalar getirdiği gerekçesiyle senelerdir AB'nin bu maddeyle ilgili reform yapılması konusunda talebi vardı. Dolayısıyla AB'ye giriş aşamasında önemli bir adım olarak görülüyor.
AKP'ye açılan kapatma davasına gelince, AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'e göre, laiklik karşıtı olmak bir partinin kapatılması için yeterli sebep değil. Çünkü, normal şartlarda parti tarafından şiddet veya anayasal demokratik düzeni ayağa kaldırmak adına sert metotlar kullanıldığı kabul edilen hâllerde cezai bir işleme başvuruluyor.
Geçen haftalarda AB Komisyonu Başkanı Manuel Barroso, Türkiye'yi ziyaret etti. Ziyareti sırasında hedef aldığı iki husus vardı: Birkaç ay önce yavaşlama gösteren reformlar konusunda Türkiye'yi teşvik etmek ve Anayasa Mahkemesince alınan kararı eleştirmek. Avrupa'nın özgür, laik ve sertlikle empoze edilen laiklik anlayışından uzak bir Türkiye görmek istediğini vurgulayan Barroso, yüksek Mahkemenin kararının standart Avrupa yasalarıyla ve insan haklarıyla uyum içinde olmasını dilediğini belirtti. Birkaç gün öncesinde Rehn'in de ifade ettiği gibi, Barroso da laikliğin yeni bir din olamayacağını vurgularken, AKP'nin kapatılmasıyla sonuçlanabilecek yargı sürecinin AB'de hiçbir karşılık bulamadığını belirterek, Komisyonun, dava sürecinin Türk iç politikası üzerindeki gelişmeleri dikkatle ve yakından takip edeceğini sözlerine ekledi.
Türkiye'nin AB'ye katılımı konusunda önemli gelişmeler kaydettiğini de hatırlatan Barroso, özellikle, Ceza Kanunu'nun 301. maddesiyle ilgili değişikliğin ve başörtüsü konusundaki kanun değişikliğinin kayda değer gelişmeler olduğunu hatırlattı.
Uluslararası politika bağlamında, Kıbrıs konusundaki son gelişmeler ve terörizm mevzuunda açıklamalar yaptı: Avrupa topraklarında artık kırk senedir süregelen bir anlaşmazlığa son vererek adanın birleşmesinin, herkesin ortak çıkarı olduğunun altını çizdi. PKK veya yasal bir görüntü verilmesi adına değiştirilen yeni adıyla KONGRA-GEL konusunda ise, son derece temkinli konuştu. Ayrıca, Türkiye'nin güneydoğusunun ekonomik ve toplumsal gelişmesi için bir strateji geliştirme konusunda Avrupa'nın çaba göstereceği garantisini verdi. Barroso'nun açıklamasına göre, bu sayede Kürt kökenli Türk vatandaşlarının kültürel ve politik hakları da garanti altına alınacak. Avrupa'ya gerçekten yakınlaşma isteğinde olan bu bölgeyi teşvik için, iki kere geri çevrilen İngiltere'nin AB'ye katılım sürecini hatırlattı.
Ziyaretin ardından, Türkiye'de iki yönlü tepkiler ortaya çıktı: CHP ve MHP tarafından gelen tepkiler kınayan nitelikte ve milliyetçi izler taşırken; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, reformlara kaldıkları yerden tekrar devam sözü verdi.
Barroso'nun Türkiye ziyareti, Türkiye'deki azınlıkların hakları konusunda AB'nin özel gözlemevi durumundaki Ekümenik Patrikhanede son buldu. Patrik Bartolomeos ile yapılan bu görüşme, birtakım süreçlerde belli bir gecikme olduğunu doğruladı ve Avrupa'ya yaklaşmak için gerekli reformları gerçekleştirme hususunda lâzım gelen çabalarla ilgili Hristiyan cemaatince gerekenin yapılacağı garantisini verdi.
Barroso'nun ziyareti, pek çok kişinin düşündüğü gibi, AB'nin sadece bir ticari ortaklık olmadığı, ama aynı zamanda ve özellikle kuralları olan politik bir birlik olduğunun anlaşılması için bir "ders" şeklinde nitelendi. Yüksek Mahkemenin Mecliste çoğunluğa sahip bir partinin Anayasa'ya uygunsuzluğu konusundaki dilekçeyi kabul edip etmeme kararı, Türkiye'nin AB'ye girmeye uygun olup olmadığı konusunda bir sınav teşkil etti. Şimdi de Avrupa, Türkiye'ye reformlar konusunda daha yoğun çaba öneriyor. Çünkü bu olay sayesinde, Türk Anayasa'sında mevcut, köklü bir anayasal değişiklik gerektirebilecek, bazı yapısal hataların varlığı ortaya çıktı. AKP'nin feshedilmesi, reformlar açısından vahim bir engel teşkil edebilir; ayrıca, seçim sandığına dönüş ihtimali de ülkeyi ekonomik ve politik istikrarsızlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilir.

 

KIBRIS RUM BASINI

FİLELEFTHEROS: "BİLİNÇLİ OLARAK YANILTIYORLAR"

LEFKOŞA, 09/05(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 8 Mayıs 2008 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, AB Troykası ile görüştüğü zaman konular önünde dağ gibiydi. Babacan, reformlar sürecini, başörtüsü konusunu, 1 Mayıs İşçi Bayramı dolayısıyla yapılan gösterilerde polisin kullandığı şiddeti izah etmek zorundaydı. Avrupalı muhatapları, AB karşısındaki yükümlülükleri çerçevesinde, Ankara'nın benimsemesi ve uygulaması gereken önlemler konusunda açık ve sertti.
Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere toplantıda, Kıbrıs sorunu da ele alındı. Türkiye Dışişleri Bakanı ayrıntılara girmeden, bilindik genel şeyleri yineledi.
Ankara'nın yeni süreçte Talat'ı ve BM Genel Sekreterinin iyi niyet misyonunu destekleyeceğini ifade etti. Ali Babacan yeni çabayı desteklediğini söyledi, ancak müzakereler çerçevesinde olacak Türk hareketleri ile ilgili hiçbir şey söylemedi. Talat'ı destekliyor, ancak Kıbrıs'ın bir bölümünü işgal eden ordu Türk ordusudur ve bu ordunun adadan ayrılması, Kıbrıslı Türklere değil Ankara'ya bağlıdır. Türkiye, yeni çabayı Talat vasıtasıyla güçlendirecek, ancak yeni yerleşikler taşıyacak.
Gerçekleri görmeyip, çıkmazı sonsuza dek sürdürdüğümüz için, arabulucu rolü üstlenenlerin, yeni sürecin başarısının ilk önce Ankara'nın iradesine bağlı olduğunu açık bir şekilde göstermeleri gerekmektedir. Anahtarı elinde tutan Ankara'dır, çünkü işgal gücü odur.
Türkiye Dışişleri Bakanı, Kıbrıs sorununun çözüm sürecine müdahil olması yönünde AB'yi cesaretlendirdiğini söyledi. Ayrıntılardan bahsetmedi, ancak bize göre müdahil olma, iki tarafın da çözümün Avrupa Mevzuatı ile uyumlu olacağını kabul etmesi anlamına gelmektedir. Temel maddelerin, AB Mevzuatı ile uyumlu olması gerekmektedir. Çünkü Kıbrıs, hali hazırda Birlik içindedir. Biz bu ilkeden hareket ettik ve Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili müzakerelerde bu ilkeyi savunmaya devam edeceğiz. Ankara'nın genel açıklamaları, sadece bilinçli olarak yanıltmak isteyenleri ikna etmektedir.

 

İSVİÇRE BASINI

NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "VATAN İÇİN OYNAMAK"

BERN, 08/05(BYE)--- Tirajı günde 143.800 olan Neue Zürcher Zeitung'un 8 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Susanne Güsten imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:

--Türk Kimliğinin Parçası Olarak Futbol--

Futbol taraftarları her ülkede milli takımlarıyla gurur duymak isterler. Bununla beraber, Türkler için Avrupa Şampiyonası sadece sportif başarı ve diğer milli takımlara karşı gücünü ölçme anlamına gelmeyecek: Burada Boğaz kıyısındaki ülke için söz konusu olan, kendi kimliğini ortaya koyabilmek, kendini güçlü Avrupa ülkelerinin arasında görmek ve onlar tarafından denk olarak kabul edilmek rüyası.
Türk Milli Takımı, Batı Avrupa'da bir maç oynayacak olduğunda, Türk medyasının sıklıkla Osmanlı İmparatorluğu tarihinden kalan kavramlara başvurması rastlantı değil. Avusturya'nın başkentinde bir maç oynanacak olursa "Viyana Kuşatması" ya da Milli Takım Avrupa'da bir maç kazanırsa "Avrupa'yı Fethetme" söz konusudur. Avrupa-Türkiye ilişkilerinin geçmiş yüzyıllardaki kanlı tarihine yönelik anılar, futbolda kesintisiz olarak yaşatılır. Birkaç ay önce Inter Milan Türkiye'de manşetleri hareketlendiren bir kışkırtmaya neden oldu. Oyuncular İstanbul'daki maçta, üzerinde kırmızı haç bulunan beyaz formalar giymişlerdi ve böylece Türk ev sahiplerine, Türkiye'de şu ana kadar batı egemenlik arayışının, kibirliliğin ve vahşiliğin sembolü olarak sayılan Haçlılar hatırlatılıyordu.
Türklerin Avrupa'ya ait olma isteklerinin arkasında aşağılık kompleksi saklı. Avrupa kelimesi Türkiye'de her zaman olduğu gibi üstün bir uygarlığa, sadece Türkiye'den zengin değil, aynı zamanda sakin ve görgülü ülkelere karşılık gelir. Siyaset, Türklere yakında Avrupa'ya dahil olma konusunda fazla umut vadetmiyor. En azından futbolda Avrupa'nın temsilcilerine karşı arayı daraltmak, Avrupa Şampiyonası çerçevesinde Türklerin milli takımlarına üstü kapalı bir biçimde verdikleri bir ödev.
Milli takımlar söz konusu olmasa da Türkler için futbol kimlik kurucu bir rol üstleniyor. Özellikle büyük İstanbul takımları Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'da taraftarlığın ya da kulübe üyeliğin babadan oğula geçmesi alışılmış bir durum. Bir takımı bırakıp başka bir takımın taraftarlığına geçmek hala hoş karşılanmaz. Önemli zaferler ateşli silahlardan çıkan sevinç atışlarıyla kutlanır ki, bu alışkanlık her yıl birkaç Türkün hayatına mal olur.
İstanbul'da üç yıl önce Türklerin İsviçre'ye karşı oynadığı "skandal maçta" görüldüğü gibi, yenilgilere olan tepkiler de aynı derecede ateşlidir. Türk bakış açısından, yenilgiler ve skandallarda hakemler ya da sözüm ona karşı takımın yanlış tutumları sorumludur. Aynı şekilde, Türk medyası beş yıl önce bir Alman takımını, İstanbul'daki bir stadyumda yaşanan taşkınlıklardan sorumlu tutmakta bir sakınca görmemişti. Buna göre Alman oyuncular maçı kazandıktan sonra abartılı bir biçimde sevinmiş ve kargaşaya davetiye çıkarmıştı.
İsviçre'deki Avrupa Şampiyonası grup maçlarında da, Türklerin futbolla olan bu özel ilişkisi hissedilecek. Türk Futbol Federasyonu Avrupa'da yaşayan Türklerin desteklerini beklediklerini vurguladı. Tabiri caizse, milli takımlarının İsviçre stadyumlarındaki grup maçlarını uygun kulisler sonucu iç saha maçlarına çevirmek, Avrupa'da yaşayan Türklerin vatan görevi.

 

SIRBİSTAN BASINI

DANAS: "FRANSA, TÜRKİYE'NİN ÜYELİK MÜZAKERELERİNİ ENGELLEMEYECEK"

ANKARA, 08/05(BYE)--- Sırbistan'da yayımlanan Danas gazetesinin 8 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

Türkiye'nin AB'ye üye olmasına en çok karşı çıkan ülkelerden biri olan Fransa, 1 Haziran'da başlayacak AB Dönem Başkanlığı süresinde Ankara'nın Avrupa Birliği'ne katılması yönündeki çabalarını engellemeyeceğini açıkladı.
Fransa'nın Avrupa işlerinden sorumlu Devlet Sekreteri Jean Pierre Jouyet, Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, Fransa'nın Türkiye-AB müzakerelerini engelleme niyetinde olmadığını açıkladı.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy birçok defa Türkiye'nin Avrupa'ya ait olmadığı düşüncesinden yola çıkarak, Fransa'nın, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu açıklamıştı. Ancak, salı günü Ankara'yı ziyaret eden Jean Pierre Jouyet, Fransa'nın AB'ye başkanlık ederken objektif ve dengeli olacağını açıkladı.
Babacan da, Fransa'nın dönem başkanlığının, ülkesinin AB'ye katılım sürecini yavaşlatmasını beklemediklerini ifade ederek, Ankara'nın bu doğrultuda somut gelişmeler beklediğini açıkladı.
2005 yılında Türkiye'nin AB'ye tam üyelik müzakerelerine başlamasından bu yana, üyelik için gereken 35 başlıktan ancak altı tanesi tamamlandı. Türkiye'nin AB üyesi olması konusu, AB ülkeleri arasında bir bölünmeye yol açtı. Başta Fransa ve Almanya, Ankara'nın bütün çabalarına rağmen bu üyeliğe karşı çıkarak, tam üyelik yerine "imtiyazlı ortaklık" teklif ediyor.
Ankara'daki Türkiye-AB Troykası Toplantısını yöneten AB Dönem Başkanı Slovenya Dışişleri Bakanı Dimitrij Rupel, toplantı çerçevesinde bu yılın Türkiye'deki reform süreci için karar verici bir yıl olacağını açıklayarak Türkiye'nin bu yıldan, "sonuna kadar" istifade etmesi gerektiğini vurguladı.

 

ABD BASINI

AP: "İNGİLTERE KRALİÇESİNDEN TÜRKİYE'NİN BATI VE İSLAM DÜNYASI ARASINDAKİ ROLÜNE ÖVGÜ"

ANKARA, 14/05(AP)(BYE)--- Suzan Fraser bildiriyor:

İngiltere Kraliçesi dün 37 yıl sonra, çoğunluğu Müslüman bir ülke olan Türkiye'ye yaptığı ziyaret sırasında, Türkiye'nin Batı ile İslam dünyası arasındaki rolünden övgüyle bahsetti.
Kraliçe II. Elizabeth kendisinin onuruna verilen resmi yemek sırasında şunları söyledi: "Bizim için Türkiye her zaman olduğu gibi bugün de son derece önemli. Türkiye, gerek AB gerekse bütün dünya için son derece kritik bir zamanda Doğu ile Batı arasında eşsiz bir köprü konumundadır."
Kraliçe Elizabeth ayrıca "Dünyanın en sorunlu bazı bölgelerinde barışın teşviki, siyasi istikrar ve ekonomik kalkınma için kilit bir rol oynamaktasınız" dedi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye'nin AB girişimini desteklediği için İngiltere'ye teşekkür etti ve şunları söyledi: "Birleşik Krallık, Türkiye'nin AB üyeliğine doğru yürüyüşünde en sadık destekçisi oldu. Bu tereddütsüz ve daimi desteğinize müteşekkiriz."
Modern ve laik Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün mozolesini ziyaret eden Kraliçe, Anıtkabir özel defterine "Birleşik Krallığın büyük önem verdiği bir dostu ve modern tarihin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk'e saygılarımı sunmak benim için bir onurdur" dedi.
Anıtkabir ziyareti sırasında İngiltere Kraliçesine, amcası İngiltere Kralı VIII. Edwards'ın 1936'da ve kendisinin 1971'de Türkiye ziyareti sırasında Anıtkabir'de çekilen fotoğraflardan oluşan bir albüm hediye edildi.
Türkiye AB müzakerelerine 2005 yılında başladı, ancak üyelik süreci bölünmüş Kıbrıs ve üyeliğe karşı çıkan bazı Avrupa ülkeleri nedeniyle yavaş ilerliyor.
İngiltere Büyükelçisi Nick Baird, Türkiye'nin AB girişimi hakkında "Bu açıkça zor bir zaman. Ancak verilen mesaj dirençli bir şekilde beklememiz yönünde. Devam etmek zorundayız" dedi.

 

AZERBAYCAN BASINI

ZAMAN: "AB, ADALET VE KALKINMA PARTİSİ'Nİ DESTEKLİYOR"

BAKÜ, 08/05(BYE)--- Tirajı 6.000 olan ve haftada üç kez yayımlanan iktidar eğilimli Zaman gazetesi'nin 8 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevrisi şöyledir:

AB'nin üst düzey yetkilileri, Türkiye'deki olaylara kayıtsız yaklaşamayacaklarını ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılmasının Türkiye'de istenmedik sonuçlara yol açabileceğini vurguladılar.
Adalet ve Kalkınma Partisi'ni desteklediklerini söyleyen AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, Türkiye'yi gelecekte demokratik Avrupa ülkeleri arasında görmek istediklerini ve son dönemlerde gerçekleştirilen reformları, özellikle de 301. maddede yapılan değişikliği takdir ettiklerini vurguladı.
Ana muhalefet partisi CHP ise, AB yetkililerinin bu tür açıklamaları ile ilgili sert suçlamalarda bulundu. AB'nin bu tür açıklamalarla Anayasa Mahkemesi'nin işine müdahale etmek istediğini söyleyen CHP Genel Başkanı, sözkonusu teşkilatı, ülkenin içişlerine karışmakla suçladı.
Avrupa tarafı ise, geri adım atmak istemediğini ve AB üyesi olan bir ülkenin, bu teşkilatın değerleri ile hesaplaşması gerektiğini bildirdi.

HALK CEPHESİ: "ABD-TÜRKİYE STRATEJİK ORTAKLIĞI GÜÇLENİYOR"

BAKÜ, 14/05(BYE)--- Tirajı günde 3.000 olan muhalefet eğilimli Halk Cephesi gazetesinin 14 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Tural Rasimoğlu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

ABD Dışişleri Bakanlığının siyasi işlerden sorumlu Bakan Yardımcısı Nicolas Burns, ülkesinin, Türkiye'yi, modern, laik ve halkın seçtiği bir hükümetin yönetmesini istediğini açıkladı. Türkiye'yi, bölgede istikrarın güvencesi olarak değerlendiren Burns, ABD'nin, Türkiye'nin AB üyeliğine engel olmaya çalışan Almanya ve Fransa'ya baskı yapacağını da vurguladı.
Söz konusu açıklamayı, son dönemlerde Türkiye'nin lehine olan en ideal tutum olarak değerlendiren siyaset bilimci Gabil Hüseyinli, bölgenin güvencesi olarak görülen kardeş ülkenin siyasi hayatında önümüzdeki yıllarda büyük yenilikler olabileceğini bildirerek, "Birçok ülke, Türkiye'nin, Kuzey Irak'ta PKK'lı teröristlere karşı gerçekleştirdiği operasyonları, özellikle son dönemlerde atılan başarılı askeri adımları farklı bir şekilde değerlendirmeye çaba gösteriyordu. Ancak, ABD'nin, Türkiye'nin bu misyonuyla ilgili değerlendirmesi, bence çok önemli ve dünya kamuoyunu etkileyici. Diğer taraftan ise, bu açıklama, gerçekten de Türkiye'nin bölgedeki jeopolitik rolünün arttığının bir göstergesi. Bu tür yaklaşımlar, Türkiye-ABD stratejik işbirliğinin bundan sonra daha da gelişeceğini gösteriyor. Diğer taraftan, laiklik unsurunun da ima edilmesi, ilginç bir husus. Bununla, Recep Tayyip Erdoğan hükümetine belirli mesajlar verilmiş olabilir" dedi.
ABD'nin, Türkiye'nin AB üyeliğine kabulü konusunda büyük bir rolü olabileceğini düşünen Hüseyinli, AB'nin, Türkiye'ye karşı açık bir şekilde kayıtsız yaklaşımını olumsuz bir unsur olarak gördüğünü ifade ederek, "AB'nin son yıllardaki politikasına bir göz atarsak, kendi ekonomik durumu ve diğer özelliklerine göre Türkiye'den çok daha geride kalan ülkelerin AB üyeliğine kabul edildiğini görürüz. Örneğin, Slovenya ve Bulgaristan, ekonomik durumlarına göre Türkiye'den geride. Ancak, Türkiye'nin kapı arkasında bekletilmesi, AB için hoş olmayan sonuçlara yol açabilir. Birincisi, AB'nin çifte standart uyguladığı düşünülebilir. İkincisi ise bu, AB'nin Hristiyan kulübü olarak görülmesine neden olabilir. Bu açıdan Washington'un, Almanya ve Fransa'ya baskı yapması, bence Türkiye'nin AB yolunun mesafesini kısaltabilir. ABD'de yeni Başkan seçildikten sonra da Türkiye ile müttefiklik ilişkileri değişmeyecek. Tam tersine son gelişmeler, özellikle ABD'nin PKK ile ilgili sergilediği tutum, Türkiye ile müttefiklik bağlarının daha da güçlendiğini gösteriyor. Türkiye'nin son adımları da ABD'nin stratejik çıkarlarına uygun. Aynı zamanda tüm İslam dünyasının en demokratik siyasi modelini kurmuş Türkiye ile işbirliği, ABD'nin İslam dünyasındaki faaliyetini kolaylaştırıyor. ABD'nin, Türkiye'ye, İran ve Suriye'ye uygulanan yaptırımlara aktif katılma çağrısında bulunması ve bunun gerçekleşmesi de biraz zor. Türkiye'nin İran ve Suriye ile ilişkileri daha yeni düzelmekte. Washington, Türkiye'nin bu konuda İran ve Suriye'ye karşı diğer devletler gibi davranamayacağını anlamalı. Türkiye'nin dış politikasının prensiplerinden biri, komşu ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmaktır. Bu politika, özellikle İslam ülkeleriyle ilişkilerde kendini daha çok gösteriyor. Son dönemlerde Suriye ile ilişkiler bayağı ılımlı oldu. Golan Tepeleri'ni geri alma konusunda Türkiye'nin, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapması ve buraya Türkmenlerin yerleştirilmesini başarması gözden kaçmamalı. Diğer taraftan ise, Türkiye ile Suriye arasındaki ticaret hacmi arttı. Aynı şeyler İran konusunda da söylenebilir. Belki, BM'nin İran'a karşı yaptırımlarının yerine getirilmesi açısından Türkiye herhangi bir adım atabilir. Fakat bunun Suriye'ye uygulanması pek inandırıcı görünmüyor" dedi.

 

İRAN BASINI

İRAN: "AKDENİZ BİRLİĞİ PLANININ GİZLİ GERÇEKLERİ"

TAHRAN, 12/05(BYE)--- Tirajı günde 300 bin olan muhafazakar eğilimli İran gazetesinin 12 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Thierry Maison imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

Akdeniz Birliği planı, Sarkozy'nin dış politika alanında oynadığı en önemli karttır. Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere ve Fransa çiftinin etrafında Avrupalı bir birlik kurmaya çalışıyor ve söz konusu plan bu doğrultuda atılan bir adımdır.
Sarkozy'nin, Akdeniz Birliğinin kurulması önerisinde bulunmasının gizli nedenlerinden biri, Türkiye'nin AB üyeliği konusuydu. Avrupa ülkeleri her şeyden önce Birliğe üye olabilmek için generaller yönetimine son vermeyi bir ön şart olarak öne sürdüler. Türkiye ise askerlerin gücünü azaltarak AB üyeliği için olumlu koşullar yarattı ve Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı Chirac, Türk halkını savunmak amacıyla bu ülkenin AB üyeliğini kabul etti.
Oysa ki Sarkozy, Türkiye'nin AB üyeliği yolunda bazı engeller çıkardı ve bu çıkmazdan kurtulabilmek için bu ülkenin, AB üyeliği yerine Akdeniz Birliğine üye olmasını önerdi. Sarkozy'nin danışmanlarından biri olan Henry Gueno, AB'nin doğuya doğru genişlemenin yerine güneye doğru genişleyerek gelişmesi gerektiğini söyledi. Bunun gerçekleşmesi ise Fransa'ya eksen bir rol tanıyacak.
Paris, Akdeniz Birliği planı sayesinde dış politika alanındaki temel zaaflarını gidermeyi ümit ediyor. Bu plana göre Fransa eksen bir rol oynayacak ve bu ülke İngiltere karşısında bir deniz gücü haline gelerek Akdeniz'deki deniz üslerini artıracaktır.
İtalya ve İspanya Başbakanları, Sarkozy'nin bu planını desteklediler ve hatta Prodi yaptığı bir konuşmada bu planın, Türkiye'nin AB üyeliği konusunu çözmek için bir bahane ve kaçış yolu olduğunu iddia etti. Ancak gerçek şu ki, bu planın ciddi muhalifleri bulunuyor.

IRIB: "İNGİLTERE KRALİÇESİ TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNİ DESTEKLEDİ"

TAHRAN, 14/05(BYE)--- İran'ın devlet televizyonu IRIB'in internet sitesinde 14 Mayıs 2008 tarihinde yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ülkesinin Türkiye'nin AB üyeliğine tam destek verdiğini vurguladı.
Türkiye'de yayımlanan Zaman gazetesinin internet sitesinden duyurduğuna göre, Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunan ve Ankara'da Cumhurbaşkanlık Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından verilen akşam yemeği ziyafetinde konuşan İngiltere Kraliçesi, Türkiye ve İngiltere arasındaki stratejik ilişkilerin altını çizdi. Kraliçe, "Türkiye, medeniyetler arasında birlikteliğin sağlanması projesinde önemli bir rol üstlenmiştir ve dünyada barışın sağlanması için önemli çabalarda bulunuyor" dedi.
İngiltere Kraliçesi, Türkiye ve İngiltere arasındaki bağların geçmişe göre daha da güçlendiğini vurguladı.
Kraliçe, Türkiye'nin, İslam ve Hristiyanlık dünyaları arasında bir köprü olduğunu söyleyerek bu ülkenin bölge ve NATO'da önemli bir role sahip olduğunu belirtti.
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise yaptığı konuşmada, İngiltere'nin, Türkiye'nin AB üyeliği sürecindeki en büyük destekçilerinden olduğunu ifade etti.
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, dün, eşi ve bazı üst düzey İngiliz makamları eşliğinde dört günlük resmi bir ziyarette bulunmak üzere sıkı güvenlik tedbirleri arasında Türkiye'ye gitti.
MISIR BASINI

EL BADEEL: "TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI: AKP'NİN KAPATILMASI EKONOMİYE VE AB İLE İLİŞKİLERE ZARAR VERİR"

KAHİRE, 11/05(BYE)--- Tirajı günde 50.000 olan, bağımsız-liberal el Badeel gazetesinin 10 Mayıs 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin özet çevirisi şöyledir:

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AKP'nin kapatılması ve ileri gelenlerinin siyasetten men edilmesi için Cumhuriyet Başsavcısının Anayasa Mahkemesinde geçen mart ayında açtığı davayla patlattığı siyasi krizin sonuçları konusunda uyarıda bulunarak, bu krizin Türkiye'de para piyasalarında istikrarsızlığa ve AB ile katılım müzakerelerinin durmasına yol açtığına dikkati çekti.
Türkiye Cumhurbaşkanı, dün Financial Times gazetesinde yayımlanan söyleşisinde, AB'ye yakınlaşmak için yıllar süren çabalara darbe indiren bu siyasi krizin şiddeti nedeniyle ülkesinin imzasının etkilendiğini kaydetti. Cumhurbaşkanı Gül, Başsavcının kendisini de suçlamasının, devletin başı olarak görevini zorlaştırdığına işaret etti.

EL AHRAM:" ANKARA'DAN SİYASİ ÖYKÜLER"

KAHİRE, 11/05(BYE)--- Tirajı günde 1.500.000 olan hükümet yanlısı el Ahram gazetesinin 9 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Dr.Hasan ebu Talib imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Bir süredir Ankara'da mukim olan bir Arap diplomatın bana anlattığına göre, Adalet ve Kalkınma Partisinin varlığına son vermeyi umanların bir kısmı, bir bakıma siyasi şizofreniye tutulmuş durumdadır. Bunlar, bir taraftan bu partinin döneminde ülkenin, 30 yılı aşkın bir süre hükümet olan geleneksel laik partilerin gerçekleştiremediği büyük bir ekonomik kalkınmaya imza attığını görüyor ve kapatılmasının hayli uzun sürebilecek ekonomik istikrarsızlık nedeniyle çok büyük zararlar vermesine yol açacağını fark ediyor. Nitekim bu istikrarsızlığın ilk belirtileri, Anayasa Mahkemesinin kapatma davasına bakmayı kabul ettiğini açıklamasının hemen ardından YTL yüzde yedi ile dokuz oranında değer kaybetti ve borsa hissedilir bir düşüşe geçti. Yine de bunlar, kibri bırakmayıp ekonomik zararların telafi edilebileceğini, ama laik Türkiye'nin kaybının asla onarılmayacağını savunuyor. Dolayısıyla, perde arkasında etkili olan ordunun gücüyle desteklenen bunlar için kapatma davası bir ölüm kalım meselesidir.
İktidar partisini destekleyenler açısından ekonomi başka bir boyuta giriyor. AKP'nin ekonomi programı ve stratejisi uyarınca sıfırdan başlayıp yeni bir iş adamları grubu oluşturanların çoğu, Avrupa'ya ihracat yapan ihtisas KOBİ'ler kurmada hükümet desteğinden yararlanarak şimdi rahat ve refah bir düzeye varmalarından dolayı, bu davanın temelde kendilerine ve geleceklerine yönelik olduğunu düşünüyor. Özellikle bunların geçen yıl AB ülkelerine yaptıkları ihracatın hasılatı 110 milyar dolara vardı. Tabiatıyla bunlar, AKP'nin kapatılmasını engelleyecek her türlü anayasal ve yasal değişiklikten yanadır.
İstanbul Üniversitesinde Arap Dili ve Edebiyatı hocası olan bir Türk profesöründen duyduğum önemli bir değerlendirmeye değinmek isterim. Bu değerlendirme, birçok Arap literatüründe AKP'nin İslami referanslı olarak nitelendirilmesini eleştiriyor. Çünkü bu nitelendirme, Türk devletinin temelini oluşturan ilkeleri tam olarak bilmemekten kaynaklanıyor. Üstelik Arap medyasının bu tür yaklaşımları, içeride AKP'ye karşı olanların, AKP'nin gizli gündemi olduğu yönündeki kuşkularını destekleyen kanıt olurcasına işine yarıyor. Kaldı ki, bu Türk profesörün değerlendirmesine göre AKP, dine nispeten açık olan, ama dini siyasi yaşamın yönlendiricisi olarak benimsemeyen bir tür muhafazakâr laikliği temsil ediyor.
Türk laikliğinin özüne gelince, bazılarının sandığı gibi İslamiyet'e değil bizzat dine karşı olduğunu söyleyenler vardır Ankara'da diplomatik topluluk arasında Vatikan'ın temsilcine matuf bir eleştiri dolaşıp duruyor. O da Türk laikliğinin başkentinde bir kilisenin bile bulunmamasıdır. Katolikler, ayin yapmak istediklerinde sırayla bir büyükelçinin evinde toplanıyorlar. Türkiye'de 1923 yılından bu yana tek bir yeni kilise yapılmamıştır. İstanbul'da büyüklüğüne rağmen sadece yedi Katolik kilisesi vardır.
Ankara'nın siyasi öykülerinde yer tutan en önemli konu, kapatma davasıyla konuşulmaya başlayan yargının Türk politik yaşamında oynadığı rolün giderek artmasıdır. Burada yargının rolü birbirine bağlı iki konu üzerinde dönüyor. Birincisi Anayasa'nın bazı maddelerinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile Anayasa Mahkemesine laiklik karşıtı eylemlere odak olma gerekçesiyle siyasi partilerin kapatılmasında geniş yetkiler vermesidir. İkincisi, neşriyat ve ifade özgürlüğü davalarında cezaların geniş bir alana yayılmasıdır. Bundan dolayı, iktidar partisi, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak anayasal değişiklikler yapmak için şu anda kolları sıvamış durumda. Ancak, iktidar partisinin bu yöndeki girişimlerinin sonuç verebilmesi için, Parlamentoda diğer iki partinin ve özellikle MHP'nin desteğine ihtiyacı vardır.
Bilindiği gibi Avrupalıların uzun süredir Türk yargı sisteminin bazı yönleri üzerinde rezervleri vardır. AB'ye göre, bu köklü bir reform gerektiriyor. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Mayıs 2002'de görev süresinin bitmesinden bir yıl sonra basına yaptığı açıklamada, AB'nin, Türk yargı sisteminde istenilen gerekli değişiklikler hakkında kocaman ciltleri dolduran bir inceleme sunduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde Türkiye'nin siyasi yaşamında tamamıyla kapsamlı bir değişiklik anlamına geleceğini, halbuki ülkenin bunu kaldırmayacağını söylemişti. Belki de bu, Türkiye'nin AB'ye katılım müzakerelerinin aksayarak ve tereddüt içinde geçmesinin ana faktörlerinden biridir.
Aslında, AB, Türkiye'nin hukuk mevzuatında yürürlükte olan birçok maddenin değiştirilmesinde dayatmıyor. Bugün AB'nin en çok üzerinde durduğu Ceza Kanunu'nun 301. maddesidir. Çünkü, AB, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından bu maddenin sorumlu olduğuna inanıyor. Kaldı ki sadece AB değil, Nobel edebiyat ödülünü alan Orhan Pamuk gibi birçok Türk aydınının Türklüğe hakaret suçundan hapis cezasına çarptırılmasına yol açabilen bu maddeye karşı Türk kamuoyu da tepkilidir. Sonunda bu meşhur madde, AKP'nin egemen olduğu Parlamentoda, önümüzdeki aylarda atılması öngörülen ve yargı sisteminin reformu olarak nitelenen adımlardan biri olarak değiştirildi.
Bu yasal değişikliklerin önünü açmak için iktidar partisine yakın medya ve araştırma kaynakları, kapsamlı yargı reformuna destek veren çok sayıda inceleme ve makale yayımladı. Bu inceleme ve makaleler, 301'den aşağı kalmayan birçok maddenin varlığını ortaya koyuyor. Eğer bu maddeler kötüye kullanılırsa birçok kimse hapsi boylar. Örneğin: bir yargı kararının davaya bakan avukat tarafından bile olsa eleştirilmesini suç sayan 228., halkın askerliğe teşvik edilmemesini suç sayan 318., 1925 yılında Türk dilinin korunması için çıkarılan kanunun 222. ve dinin, felsefi ve siyasi inançların propagandasını suç sayan 155. maddeleri sayabiliriz. Bu son madde eğer uygulanırsa Türklerin hepsini cezaevlerine gönderir.

 

RUSYA BASINI

REGNUM: "BRÜKSEL'DE YAPILAN AVRUPA ENERJİ GÜVENLİĞİ TOPLANTISINA TÜRKİYE'DEN TEMSİLCİ KATILDI"

ANKARA, 14/05(BYE)--- Rus haber ajansı Regnum'un 14 Mayıs 2008 tarihli internet sayfasında yer alan haberin Rusça çevirisi şöyledir:

Avrupa Komisyonu tarafından organize edilen Avrupa enerji güvenliğinin sağlanması konsepti çerçevesindeki görüşmeler, Türkiye, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak'tan temsilcilerin katılımıyla Brüksel'de yapıldı. Görüşmelere, AB Komisyonunun enerjiden sorumlu Komiseri Andris Piebalgs ve AB dış ilişkiler Komiseri Benita Ferrero-Valdner katılarak Nabucco boru hattı inşaatı konusunda müzakerede bulundu.
Andris Piebalgs toplantı esnasında, Nabucco için yıllık yedi milyar metreküp sevkiyat konusunda Irak ve Mısır ile anlaşmaya varıldığını kaydetti. Piebalgs, Irak'ın 2011 yılından itibaren yıllık beş milyar metreküp; Mısır'ın ise 2009 yılından sonra iki milyar metreküp doğal gaz sevkiyatı konusunda yükümlü olduğunu söyledi.
Bununla birlikte, Azerbaycan haber ajansı APA'nın New Europa kaynaklı haberinde, "İklim Değişikliği ve Enerji Güvenliği" zirvesinde söz alan ABD'nin Atina Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Thomas Countryman, Azerbaycan'ın Nabucco ve Türkiye-Yunanistan-İtalya doğal gaz projelerini hayata geçirmek için büyük potansiyele sahip olduğunu ifade ederek, "Çıkar hesapları yüzünden Azerbaycan, doğal gaz kaynaklarını, Nabucco ve Türkiye-Yunanistan ve İtalya için tutuyor, proje ortaklarına destek ve işbirliğimizi temin etmek isterim, bugünkü ana sorun Şahdeniz1 doğal gazı yeterli olacak mı?" dedi.
PRC Enerji Şirketi üst düzey temsilcisi Yulia Nanay, Şahdeniz'den Avrupa'ya doğal gaz sevkiyat hacminin ikinci etap çerçevesinde son on yılda Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye'deki iç tüketime bağlı olduğunu söyledi. Temsilci, Azerbaycan, Rus doğal gazını reddediyor, Gürcistan ise Azerbaycan doğal gazı avantajlı olduğu sürece Rus doğal gazını istemiyor. Nanay, Türkiye-Yunanistan-İtalya ve belki de Nabucco boru hattı için doğal gazın yeterli olup olmadığının anlaşılması için serbest doğal gaz hacminin belirlenmesi gerektiğini hatırlattı.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir