2008-05-06 AB Bülteni

Son Güncelleme: 20 Mayıs 2008

2008-05-06 AB Bülteni

Bülten No : 44                                                                                                                                                                      6 Mayıs 2008


DIŞ BASINDA

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

ABD BASINI : 

Washington Institute: "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ndeki İmaj Sorununu Çözmek": "Şubat 2007 tarihinde Avusturya hükümeti, Türkiye ve AB'nin ‘değer ve standartlarındaki farklılıklardan' söz ederek, Türkiye'nin katılımı için referandum önerisinde bulunan son Avrupa Birliği üyesi oldu. Öte yandan son veriler bu kültürel farklılıkların kendini çok da göstermediğini ortaya koydu. Bunun yanında Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinde zorlukların yaşandığı bir dönemde, ortak Türkiye ve Avrupa değerlerinin öne çıkarılması pekala Türkiye'nin üyelik ihtimalini güçlendirebilir. AB'de kamuoyu yeni devletlerin Birliğe katılım ihtimali konusunda farklı görüşlere sahip, ancak konu Türkiye'ye geldiğinde çok güçlü bir muhalefet var. Avrupa Komisyonu'nun ‘Eurobarometer' kuruluşu tarafından derlenen araştırmalar, Türkiye'nin AB üyeliğine verilen desteğin, müzakerelerin başladığı 2005 yılından bu yana yüzde 18'e düştüğünü gösterdi. Bunun yanında 1996 yılında Türkiye'nin üyeliğine muhalif olanlar destek olanları yüzde 8 oranında geçerek azınlıkta bırakmışlardı. 2006 yılında ise aradaki fark yüzde 35'e ulaştı. Bu bağlamda uzun vadede, bazı AB üyesi ülkeler tarafından önerilen (diğerlerinin yanı sıra Fransa ve Avusturya) katılım referandumları, -diğer tüm gerekli koşulları yerine getirmiş olsa da- Türkiye'nin AB'ye katılım girişimini engelleyerek Ankara aleyhine olacaktır. Görülen kültürel farklılıklar, AB içerisinde Türkiye'nin üyeliğine destek verilmemesinin başlıca nedeni. Eurobarometer'in 2006 tarihli araştırması AB vatandaşlarının yüzde 61'inin bu farklılıkların ‘çok önemli' olduğunu ve özellikle de Türkiye'ye verilen desteğin en az olduğu ülkelerde bu düşüncenin oldukça yüksek olduğunu -Almanya'da yüzde 74 ve Yunanistan'da yüzde 79- göstermiştir. Muhalefete rağmen Türkler Avrupalılar pek çok değeri paylaşmaktadır. 2006 yılında yapılan aynı araştırmada Eurobarometer, AB üyesi ülkelerin ve aday ülkelerin vatandaşlarına aşağıdaki listeden en önemli sosyal değerleri seçmelerini istedi. Bu liste şu şekildeydi: hukukun üstünlüğü, insan hayatına saygı, insan haklarına saygı, bireysel özgürlük, demokrasi, barış, eşitlik, kardeşlik, hoşgörü, din, kendini gerçekleştirme ve diğer kültürlere saygı. Verilen cevapların karşılaştırılması Türkiye'nin AB'den çok da farklı olmadığını gösterdi. Araştırmaya göre 15 AB ülkesini, ‘AB'nin merkezi' olarak kabul edersek Türkiye bu merkeze, 2004 veya 2007 yılında Birliğe katılan Macaristan, Litvanya ve Romanya gibi bazı üye devletlerden daha uzak değildir. Yine de Türkiye dışında, bu ülkelerden hiç biri ne katılım süreçlerinin bir parçası olarak referandumla karşı karşıya kaldılar ne de kamuoyu adaylıklarına bu kadar olumsuz bakıyordu. Bu ortak değerler göz önüne alındığında Avrupalıların ‘kültürel farklılıklara' ilişkin düşüncelerinin, ülkelerine Müslüman göçmen korkusundan kaynaklandığı görülmektedir. Aslında Türkiye ile AB arasındaki kültürel farklılığın ‘çok önemli' olduğuna inanan Avrupalıların yüzde 85'i Türkiye'nin Birliğe katılımının daha fazla Müslüman göçmeni getireceğinden endişe ediyor. Onlar için nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan 70 milyonluk Türk halkının AB'nin parçası haline gelmesi kültürel bir tehdit teşkil ediyor. Türkiye'de vatandaşların dine atfettiği kişisel değer Avrupa'dakinin çok üstünde. Türkiye'de halkın yüzde 29'u dini en önemsediği üç değer arasında gösterirken Avrupa'da bu oran yüzde yedi. AB'deki hem laik hem de dindar Hristiyanlar Türkiye'nin katılımına belirli nedenlerle karşı çıkıyor: Laikler daha fazla dindarlığın akın etmesinden korkuyor, dindarlar ise daha fazla sayıda Müslüman'ı inançlarına yönelik bir tehdit olarak algılıyor." (Antonia Ruiz Jimenez, 01/05)

CSIS: "Türkiye'nin Kesilen AB Yolculuğunu Canlandırmak": "Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti 10-12 Nisan 2008 tarihleri arasında Türkiye'ye ilk resmi ziyaretini yapan AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'yu ağırladı. Barroso'nun AB Komisyonu Genişleme Komiseri Olli Rehn eşliğinde yaptığı Ankara ve İstanbul ziyaretleri genel olarak, Türkiye'nin fiilen kesilmiş bulunan katılım müzakerelerine ivme kazandıracak bir fırsat olarak yorumlandı. Bir diğer önemli nokta da şu ki, bu ziyaret, Anayasa Mahkemesinin kapatma tehdidiyle karşı karşıya olan AKP tarafından da bir destek gösterisi olarak yorumlandı. Ziyaretin, Türkiye'nin AB girişimini canlandırırıp canlandırmayacağı kesin değilse de kendi içinde bulunduğu nahoş durumun AKP hükümetinin AB'ye ilgisini canlandırdığı aşikar. AKP Kasım 2002'de iktidara geldiğinde en önemli hedef olarak belirlediği AB üyeliğine odaklandı. AB Kopenhag Kriterlerini karşılamak için gerekli reform paketlerindeki zamanlaması sayesinde Ekim 2005'te üyelik görüşmelerini başlatma hedefine ulaştı. Ne var ki daha sonra, tepkiyle karşılanılan bir yavaşlama sürecine girdi. Parti karşıtları AKP'nin gözle görülür bu isteksizliğini AKP'nin AB üyeliği girişimlerini Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştıracak ‘gizli bir İslami gündem'i olduğuna dair suçlamaları çürütme çabasının bir kanıtı olarak gördüler. Aslında sürecin duraksaması, Türkiye'nin iç meselelerine dönmesi ve Avrupa'da da bu üyeliğe muhalefetin artmasının bir sonucuydu. AB'nin AKP hükümetinin öncelikler listesinden çıkmasının en belirgin işareti, AB Başmüzakerecisi Ali Babacan'ın bu önemli rolüne ek olarak ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığına, daha sonra da Dışişleri Bakanlığına getirilmesi ve bu görevleri bir arada yürütmek zorunda kalmasıydı. Brüksel'de girişimlerde bulunmaya zamanı kalmayan Babacan, AB yetkililerinin bütün hatırlatma ve uyarılarına rağmen hükümetin ek reform paketinin gereğini yapmada ağır davranması nedeniyle ülke içindeki ve dışındaki AB yanlılarının eleştirilerine maruz kaldı. Reform paketi, Türklüğü tenkidi suç sayan 301 sayılı Ceza Kanunu maddesinin yeniden düzenlenmesinin yanında ifade özgürlüğü, kadınlar, sendikalar, dini-etnik azınlıklar ve Kürtlerle ilgili bazı değişiklikleri içeriyordu. Ankara-Brüksel görüşmeleri, AB'nin, Türkiye'nin 2005'te imzaladığı Gümrük Birliği anlaşmasının gereklerini yerine getirmesi için gösterdiği ısrar nedeniyle de olumsuz etkilendi. Bu anlaşma, Türkiye'nin deniz ve hava limanlarını Kıbrıs Rum kesimi gemi ve uçaklarına açmasını da öngörüyordu. Türkiye'nin bunu reddetmesi üzerine AB müzakerelerinin 35 başlığından sekizi, Aralık 2006'da askıya alınıp sorun çözülmeden başlıklardan hiçbirinin kapatılmayacağı açıklandı. AB'nin, Türkiye'den Kıbrıs konusunda tek taraflı geri adım atması talebi, Türk halkının Avrupa hayalinden soğumasına ve 2004'te AB üyeliğine verilen destek yüzde 73 iken 2007'de yüzde 40'a kadar geriledi. Dolayısıyla da Avrupa'nın Türkiye aleyhindeki görüşleri giderek güçlenirken AB ülkeleri arasında Türkiye'nin üyeliğine destek verenler azınlıkta kalmaya devam etti." (Seda Çiftçi, 01/05)
Bloomberg: "Türkiye, AB Yolunda İlerlemek İçin İfade Özgürlüğündeki Kısıtlamaları Yumuşattı": "Türk Meclisi, ülkenin AB yolculuğunda ilerlemeyi amaçlayan bir adım olarak ifade özgürlüğündeki kısıtlamaları yumuşatacak bir yasa değişikliği yaptı. AB, Türkiye'nin, Birliğin demokrasi standartlarını karşılamada yetersiz olması durumunda üyelik görüşmelerini durdurma hakkını saklı tuttuğunu ileri sürmektedir. 2002'de Türk dış politikası tarihi üzerine bir kitap yazmış olan Profesör William Hale İstanbul'dan telefonla yaptığımız bir mülakatta, ‘Bu kesinlikle doğru yönde atılmış bir adım, ancak AB'de birçok kişinin, yasanın tümüyle geri çekilmesini istediklerini düşünüyorum. Her şey yasanın nasıl uygulanacağına bağlı. Avrupa'daki diğer ülkelerin kanunlarında da benzeri garip yasalar bulunuyor ancak bunlar neredeyse hiç uygulanmıyorlar' dedi AB üyeliği konusunda yavaş ilerleme kaydeden Türkiye, 35 siyasi kriterin altısında başlattığı görüşmelerin birini tamamlamıştı. AB, Türkiye'nin, üyesi olan ve Yunanca konuşulan Kıbrıs Cumhuriyeti'ne yönelik ticari ambargosunu protesto amacıyla sekiz başlıktaki görüşmeleri bloke etmişti. Komisyon Sözcüsü Amadeu Altafaj Tardio, AB'nin idari kolu olan Avrupa Komisyonunun, değişikliği "ileriye dönük olumlu bir adım" olarak kabul ettiğini ve ‘Ceza Yasası'ndaki değişikliklerin benzeri yasalarda da yapılması için girişimde bulunulmasını beklediğini' söyledi." (Mark Bentley, 01/05)

 

ALMANYA BASINI : 

Handelsblatt: "Türkiye'nin Açık Bir AB Perspektifine İhtiyacı Var": "Kıbrıs müzakereleri ile Türkiye-AB katılım müzakereleri arasında açık şekilde bağlantı kuran Kipriyanu, ‘Türkiye'nin müzakereye hazır olmasının bir nedeni, Avrupa perspektifidir. Bu perspektif ne kadar muğlak olursa, Kıbrıs meselesinde tavizler verilmesi ihtimali de o kadar az olacaktır. Hükümetimiz bu nedenle, AB katılım müzakerelerinin sürdürülmesini destekleyen hükümetler arasında yer almaktadır. Almanya ayrıca, Türk Hükümetini müzakerelere devam etmesinin kendi yararına olacağı konusunda ikna edebilir' dedi. Kıbrıs'ta hem Rum hem de Türk tarafında ilk kez uzlaşma iradesine sahip olan siyasi yönetimlerin bulunduğu, Berlin tarafından da kabul edilmektedir. AB ortakları, Kıbrıs'ta uzlaşma sağlanmasına büyük ilgi duymaktadırlar, zira bu anlaşmazlık NATO ile AB arasındaki işbirliğini engellemektedir. NATO üyesi Türkiye, AB üyesi Kıbrıs ile her türlü doğrudan teması reddetmektedir. Bu nedenle AB ile NATO arasında askeri görev paylaşımı konusunda herhangi bir anlaşma imzalanamamaktadır. Türkiye, ‘Ankara Protokolü'nde yer alan Kıbrıs ile doğrudan ulaşım ve ticaret bağlantısı kurulması sözünü yerine getirmemektedir." (Gerd Höhler, 02/05)

Zeit Online: "Avrupa İçin Hazırlık": "Yaşam mücadelesi veren siyasetçiler, başarılı dönemlerinde olduğundan daha fazla gayret gösteriyorlar. Türkiye Başbakanı da bunlardan biridir. Zafer elde ettiğinde gevşiyor, yok edilmeye çalışıldığında ise şahlanıyor sanki. Örnek mi? Erdoğan'ın, ülkesinin AB ile üyelik müzakerelerine başlamasını sağladığı 2004 yılı. Bundan sonra, AB'nin Türkiye'nin üyeliğine itirazı artarken Başbakanın reform gayreti felce uğramıştı. Bir başka örnek ise, Erdoğan'ın geçen yaz elde ettiği seçim zaferi. Bu zaferden sonra, Anayasa reformundan baskıcı Ceza Kanunu maddelerine kadar yapacağını söylediği tüm yenilikleri unuttu. AB içinde de Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Türk karşıtlığını güçlendirdi. Bu ise şimdi yine değişti. AB, gündemdeki yerini tekrar aldı. Erdoğan'ı her tarafta bulmak mümkün. Hamarat bir şekilde Avrupalı siyasetçilerle telefon görüşmelerinde bulunuyor, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapıyor. Türkiye sınırlarındaki yeni AB ülkelerini ziyaret ediyor ve Türkiye'nin yine Avrupa'ya doğru küçük bir adım atmasını sağlıyor. Gelelim Erdoğan'ın neden durgunluk içinde geçirdiği bir kıştan sonra tekrar reformlar gerçekleştirmeye başladığına. Yanıt: Partisi yasaklanmak isteniyor. Bununla ilgili dava birkaç aydır devam ediyor ve Erdoğan karşı taarruza geçiyor. Erdoğan birliklerini bir araya toplayıp müttefiklerini harekete geçirmek zorunda. Bu nedenle, ülke içerisindeki liberalleri, Avrupa Birliğini, özgür düşünenleri, işadamlarını, biraz da Kürtleri, kısacası devletin otoriter bürokrasisinden nefret eden ve korkanları yanına almak istiyor. Ancak bu kendisine fayda sağlayacak mı? Muhtemelen fazla değil. Fakat Erdoğan daha ileriye bakıyor. AKP yasaklanacak olursa, Türkiye yakında yine seçime gidecektir. Bu nedenle de seçim kampanyası şimdiden başlıyor. Avrupa'nın bugünlerde Türkiye'ye hitap ederken doğru sözleri bulması zordur. AB katılım müzakerelerinde acilen yeni fasılların açılması gerekir. 301. maddenin değiştirilmesi kendi başına pek önemli değil, daha ziyade siyasi bir sembol taşıyor. Söz konusu madde, Türkiye'deki modernleşme ve demokratikleşme karşıtlığının ancak AB'nin ülkeye açık bir Avrupa perspektifi sunması halinde aşılmasının mümkün olduğunu gösteriyor. Bunun sonunda ise üyelik olup olmayacağı belirleyici bir unsur değil. Muhtemelen AB üyeliği sonunda referandumlarla tartışmaya açılacaktır. Bugün önemli olan, Türkiye'nin Avrupa ile bu yüzyıl içindeki ilişkilerinin önümüzdeki senelerde belirlenecek olmasıdır. Düşmanlık veya dostluk mu, yoksa ihtilaf veya müttefiklik mi? AB'nin Türkiye'deki reformcu güçlerle müttefiklik sağlaması, uzun vadeli dostluğun devamını sağlayacak güce sahiptir. Ancak bunun için üyelik müzakerelerinin adil bir şekilde yürütülmesi gerekir." (Michael Thumann, 02/05)

Berliner Zeitung: "Avrupa Türkiye'ye Reform Baskısında Bulunmaya Devam Etmelidir": Yazar Sabine Rennefanz'ın Daimler-Benz eski yöneticisi Edzard Reuter ile yaptığı mülakat şu şekildedir:

Rennefanz: Türklük maddesinin reforme edilmesiyle Türkiye'deki sorunlar çözülmüş olmayacak. Şu sıralarda iktidar partisini yasaklamaya yönelik sıradışı bir dava açılmış bulunuyor. Buna rağmen siz sayın Reuter, Türkiye'nin AB'ye alınmasından yanasınız. Bu nasıl oluyor?
Reuter: Söz konusu dava, AKP'ye yönelik suçlamaları inceleyecek nitelikte işleyen bir hukuk sisteminin var olduğunu gösteriyor. Bu da gayet normaldir.
Rennefanz: AB üyeliği konusundaki istek ve şevk karşılıklı olarak azalmış gözüküyor?
Reuter: Bu Türkiye'nin içinde bulunduğu durumla ilgilidir. Türk hükümetinin dikkati AKP'nin kapatılması davasına yönelmiştir. Türkiye'de uygulanan reform hareketlerinde yavaşlama kaydediliyor. Avrupa'nın Türkiye'ye bu konuda baskı uygulamaya devam etmesi gerekiyor.
Rennefanz: İki taraf arasında ekonomik bir işbirliğinin bulunması Türkiye'nin otomatikman Avrupa'da yeri olduğu anlamına gelmez.
Reuter: Avrupa ciddi bir şekilde müzakereleri yürütme yükümlülüğünü üstlenmiştir. Bu konuda uluslararası hukuk kurallarına uygun ve adil bir şekilde davranmak durumundadır.
Rennefanz: Fakat müzakerelerin ucu açık yürütülmesi öngörülüyor.
Reuter: İlk başta ciddi olarak müzakereleri yürütüyoruz, daha sonra ise aslında böyle demek istemedik ifadesi tuhaf olur. Türkiye 80'li yıllarda üyelik başvurusunda bulunduğu zaman ekonomik olarak hazır olmadığı söylenmişti. Şimdilerde ise Bulgaristan ve Romanya AB'ye üye oldu. Bu ülkeler Türkiye'nin ekonomik büyüme hızına ve siyasi istikrarına sahip olmak için can atarlar. Türkiye'nin üyeliği için öne sürülebilecek tek argüman 70 milyonluk ülkenin günün birinde AB'nin en kalabalık ülkesi olması ihtimalidir. Fakat bu durumun da açıkça ifade edilmesi gerekir. Bunun dışında bir yaklaşım dürüst olmaz."
(Sabine Rennefanz, 02/05)

 

AVUSTURYA BASINI : 

Die Presse: "Bu Reform AB İçin Makyajdan Başka Bir Şey Değil": "Türk hükümetinin "ülkenin kimliğine" ihanet ettiği ve AB'ye boyun eğdiği söyleniyor. Muhalefeti böylesine kızdıran şey, Parlamentonun Türk Ceza Kanunu'nun (Türklüğü aşağılamayı konu alan) 301. maddesini yumuşatması. AB Komisyonu bu reformu memnuniyetle karşıladı. Uluslararası PEN Kulübü ise yetersiz buldu. 301. madde öncelikle Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere soykırım uyguladığı tezini savunan ya da orduyu eleştiren yazar ve gazetecilere karşı kullanılıyor. AB yıllardan beri Erdoğan hükümeti tarafından diğer tartışma konusu hükümlerin yerine yürürlüğe konulan bu maddenin değiştirilmesini istiyor." (Jan Keetman, 02/05)

 

BULGARİSTAN BASINI : 

Monitor: "Türkiye, Brüksel'in Baskısıyla Yasada Değişiklik Yaptı": "AB'nin eleştirilerine maruz kalan yasada yapılan değişiklik, Türk Meclisinde oylama ile kabul edildi. İfade Özgürlüğünü kısıtlayan yasa Nobel ödüllü Orhan Pamuk ve diğer entelektüellerin yargılanabilmesi için kullanılıyordu. Türklüğe hakaretten dolayı 2003 yılından bu yana yüzlerce kişi, eleştirilen bu yasadan yargılandı. Yasaya karşı olanlar, yapılan değişikliğin yetersiz olduğunu iddia ediyorlar. ‘Türk Milletine' hakaret suç sayılacak ve iki yıl hapis ile cezalandırılacak. AB uzun zamandır 301. maddenin değiştirilmesiyle ilgili çağrıda bulunuyordu. Hatta bu, AB ile Türkiye müzakerelerinin devamı için bir problem ve tehdit olmaya başlamıştı." (01/05)

 

İNGİLTERE BASINI : 

Financial Times: "Ankara, Avrupa Birliğini Yatıştırmak İçin İfade Özgürlüğü Yasasını Gevşetti": "Türk Parlamentosu dün Avrupa Birliğini yatıştırmak için ifade özgürlüğü yasasıyla ilgili değişiklikleri onayladı. Avrupa Komisyonu dün Türkiye'nin AB üyeliği önünde uzun zamandır bir engel teşkil eden söz konusu maddenin değişikliğine olumlu tepki verdi. Avrupa Komisyonundan bir sözcü, ‘Değişiklik şüphesiz ileriye doğru atılmış bir adımdır. Şimdi Komisyon, diğer benzer ceza kanunu maddelerinde de aynı değişikliğin yapılmasını bekliyor. Çünkü değişikliği amaçlanan tek yasa maddesi bu değildi' şeklinde konuştu. Sosyal ve dini anlamda muhafazakâr hükümet, Avrupa Birliğinin sosyal ve siyasi reformlarını yapmış olsa da Türk devletinin otoriter doğasını kabul ediyor ve devleti hukuki olarak korumaya hazır." (Vincent Boland, 01/05)

 

İSVİÇRE BASINI : 

Le Temps: "AB, Enerji Stratejisi Konusunda İsviçre'den Açıklama Bekliyor": "Avrupa Komisyonu Enerji ve Ulaştırma Genel Müdürlüğü ‘bizi pek ilgilendirmez' açıklamasında bulundu. AB'nin enerji politikasının, Tahran'da İsviçre-İtalyan grubu EGL ile İranlı Nigec (National İranian Gaz Export Company) arasında 17 Mart'ta imzalanan doğalgaz anlaşmasından etkilendiğini düşünmek, resmi olarak söz konusu olamaz. Ayrıca İsviçre ve Türkiye arasında enerji konusunda işbirliği hakkında 22 Mart'ta Roma'da başlatılmış olan müzakerelerin de AB'nin Ankara ile ilişkilerini zorlaştıracağını da ima etmek söz konusu olamaz. Genel Müdürlükten Brendan Devlin, ‘İsviçre AB üyesi değil, dolayısıyla tek başına hareket edebilir. Bunun farkındayız. Ancak sorun, gerçek çıkarlarının nerede olduğu. Şayet Konfederasyon ve EGL, Avrupa'nın enerji sağlama mekanizmasında yer almak ve eşit şekilde muamele görmek istiyorsa karşılıklı bir bilgilendirme şart' açıklamasında bulunuyor. Türkiye, sürekli ‘geçiş ülkesi' pozisyonunu istismar etmekle ve AB ile imzalamış olduğu Enerji Sözleşmesine riayet etmemekle suçlanıyor. Kısacası, Türk hükümeti, AB üyeliğinden ne kadar uzaklaşırsa o kadar doğalgaz silahını kullanıyor. Elbette, Türk topraklarından geçen Avrupa'nın Nabucco doğalgaz projesinin geleceği söz konusu. Konunun uzmanlarından Suzanne Nies, ‘Konu rahatsızlık verecek bir hale geldi. Türkiye'nin zarar verme kapasitesi her yerde sıkıntı yaratıyor. İsviçre bunu görmezden gelemez' açıklamasında bulunuyor." (Richard Werly , 02/05)

 

İTALYA BASINI : 

La Repubblica: "Türkiye... Düşünce Suçları Konusunda Dönüm Noktası... AB: İleri Bir Adım Ancak Yeterli Değil" : Dün Avrupa zirvelerinde sorulan soru ‘Hepsi bu mu?' oldu: Recep Tayyip Erdoğan'ın ılımlı İslam hükümetinin, Türkiye'de pek çok kere sınırlanan ifade özgürlüğüne katkıda bulunmak adına üzerinde çalıştığı büyük reform bu muydu? Şu anda daha ziyade ‘makyaj' nitelikli olduğu şeklinde yargılanan değişiklik, Ankara'yı yasal alandaki çabalarını artırmaya davet eden Avrupa liderlerini tatmin etmedi. Avrupa Komisyonu sözcüsü Altafaj Tardio yaptığı açıklamada şöyle konuştu: ‘Bu yasa değişikliği elbette ki hoş karşıladığımız bir ileri adım, Avrupa Komisyonu şimdi de Ceza Kanunu'nun benzer maddeleri üzerinde yapılacak başka değişiklik adımlarını da sabırsızlıkla bekliyor. Türk merciler şimdi tüm vatandaşlara ifade özgürlüğü sağlayacak reformların onayına geçmelidir.'" (Marco Ansaldo, 02/05)

Il Sole 24 Ore: "Daha Çok Düşünce Özgürlüğü... Ankara Reformu Onayladı": 301. maddede yapılan değişiklikler ‘görünüşte' etkili, ancak özde bir değişiklik söz konusu değil. AB çevrelerinde de bu değişiklik, fikir özgürlüğünü tamamıyla garanti altına almak için yeterli kabul edilmedi ve ‘doğru yolda atılan ilk adım' olarak değerlendirildi. Ancak Avrupalıların Türkiye üzerinde baskıya devam etmesi gerekiyor, öte yandan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Ali Babacan, bu gelişmeyi bir ‘zafer' olarak takdim ettiler. " (Vittorio Da Rold, 01/05)

 

NOT: Bu bülten, 1-5 Mayıs 2008 tarihleri arasında Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir