Son Güncelleme: 17 Nisan 2008
ALMANYA BASINI
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "BİLİMSELLİK YA DA SİYASİ DİN?"
BERLİN, 27/03(BYE)--- Tirajı günde 363 bin 325 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 27 Mart 2008 tarihli sayısında, Profesör A.M. Celal Şengör imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
--Türkiye'de Okullar ve Üniversiteler Konusunda Bir Kültür Çatışması Yaşanıyor. Bu Çatışmanın Sonucunda Ülkenin "Açık Bir Toplum" Olarak Kalıp Kalmayacağı Ortaya Çıkacak--
Bir AB komiserinin son olarak söylediği, Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılması istemi hakkındaki sözleri, kibarca ifade etmek gerekirse, saçmalıktan ibarettir. Bu AB komiseri, meclisteki milletvekillerinin yüzde 60'ını oluşturan bir partinin kapatılamayacağını belirtiyor. Bu yüzde 60'ın yüzde 47 oy oranına sahip olduğu gerçeğini bir yana bırakalım. Bir ülkede kanunlar hırsızlığa ceza öngörüyor ise, bu ülkenin nüfusunun yüzde 90 ya da yüzde 100'ü hırsızlardan oluşsa bile, savcılar hırsızlar hakkında soruşturma açmak zorundadır. Türkiye'de buna benzer bir durumla karşı karşıyayız.
İktidardaki AKP, mecliste mutlak çoğunluğa sahip olmasına rağmen ülkenin kanunlarına aykırı davranıyor. AKP istese çiğnediği kanunları değiştirebilir fakat buna cesaret edemiyor, zira bu duruma halkın karşı çıkacağının farkında. Bu nedenle hükümet sinsice davranıyor. Hükümet çeşitli yollardan yürürlükteki kanunları hiçe saymasını biliyor ve nihayetinde kendi izinden koşulsuz gidecek bir halk topluluğu meydana getirmek niyetini güdüyor. Hükümet bu uğurda kanunlara aykırı davranıyor ve suç işlemekten kaçınmıyor. AKP'nin yaptığı cürüm işlemektir.
Ben kendi alanımdan bir örnek vermek isterim. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tam dokuz defa Erzurum Milli Eğitim Müdürünü hükümetin laiklik karşıtı (ve dolaysıyla anayasa karşıtı) siyasetini eleştirmesi nedeniyle görevden aldı. Milli Eğitim Bakanının sergilediği bu tutum kanunlara aykırı olduğu için mahkemeler dokuz defa Bakan Çelik'in aleyhinde karar aldılar ve Erzurum Milli Eğitim Müdürüne görevini iade ettiler. Özellikle Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Darwin teorisini savunan öğretmen, okul müdürü ve müfettişlerin keyfi bir şekilde görev yerlerini değiştiriyor ya da terfi ettirmiyor. Sayın Çelik defalarca Darwinizmi materyalistlerin ve Allahsızların bir silahı olarak nitelendirmek suretiyle dalga geçti.
Son olarak yeni YÖK Başkanı rektörlere kız öğrencilerin üniversitelere İslami başörtüsüyle girebilmeleri yönünde -yürürlükteki kanunlara aykırı olmasına rağmen- talimat vermeye çalıştı. Bu konuda her ne kadar bir anayasa değişikliği yapılmış olsa da hükümet YÖK kanununu değiştirmek zorundadır. Bu konuda hükümetin meclis nezdinde bir girişimi olmamıştır. Bu nedenle üniversite rektörleri YÖK Başkanından şikayetçiler. Bunlar beni öğretim görevlisi olarak doğrudan ilgilendiren örneklerden sadece bazılarıdır. Bunlara benzer yüzlerce örnek mevcuttur.
Bu koşullar altında bir savcı ne yapabilir? Benim için demokratik bir toplum, halkın kabul gördüğü kanunlar tarafından yönetilen, rasyonel ve anayasayla uyumlu bir toplumdur. AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Finlandiyalı Olli Rehn, CDU partisinde AKP'deki katı muhafazakar Müslümanlardan daha çok sayıda katı muhafazakar Hristiyanın bulunduğunu fark etmiştir. Ben kendisinin bu kanaate nasıl vardığını bilmiyorum. Olli Rehn, CDU partisindeki bu katı muhafazakar milletvekillerinin Almanya'nın düzenini kanunlara karşı gelerek sinsice bozmak niyetinde olduklarını söyleyemez. Şayet bu milletvekilleri böyle bir niyette olsalar AB'nin genişlemesinden sorumlu sayın Komiseri lütfen bize söyler mi nelerin olacağını? Ben kendisine Avrupa'nın yakın ve trajik tarihinden bir örnek vereyim. Adolf Hitler, buna benzer bir tinsel tahrifatla Vaymar Cumhuriyeti'nden kendi Üçüncü Reich'ini oluşturdu. O zamanlar Almanya'da cesur bir savcı ve kanunlar olsaydı, İkinci Dünya Savaşı felaketi yaşanmazdı.
Hem Olli Rehn hem de Yeşiller milletvekili Josst Lagendijk özgürlüğün kendini savunma hakkı olduğunu bilmelidirler. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa'daki birçok demokrasiden daha eski bir geçmişe sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti, Vaymar Cumhuriyeti'nin kendisini savunamadığı için yıkılışını görmüştür. Vaymar Cumhuriyeti'ne karşı işlenen cinayet 50 milyon insanın öldürülmesinin bir başlangıcıydı. Türkiye Cumhuriyeti, Doğu Avrupa'daki halk demokrasisi olarak anılan sistemlerin çöküşünü yaşamış ve halkın körü körüne tek bir inanç doğrultusunda yönetilemeyeceğini görmüştür. Türkiye Cumhuriyeti, modern din olan Marksizmin milyonlarca insanı özgürlük ve eşitlik adına nasıl mahvettiğini izlemiştir.
Bunun ötesinde Türkiye Cumhuriyeti sadece eleştirel bir rasyonalizmin akılcı bir sistemin temelini oluşturabileceğini öğrenmiştir. Başbakan Menderes'in 50'li yıllardaki trajik sonundan bu yana defalarca hükümet kurmuş bazı siyasetçiler maalesef bu gerçeğin farkına varamamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti dogma ve tek bir inanç doğrultusunda yönetilemez. Türkiye Cumhuriyeti özellikle toplumun kabul görmediği ve başarısız olmuş toplum modellerini yeniden denemek istemiyor. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti dini bir temele dayanan sisteme ve sinsice ve kanunlara aykırı davranarak oluşturulacak bir toplumsal düzene tahammül edemez. Eğer bir savcının bu tür bir endişesi varsa, buna müdahale eder. Bu hakkı ona hem ülkenin kanunları verir hem de bu davranış akılcılığın bir gereğidir. Bu bağlamda modern demokrasinin fikir babası Thomas Jefferson'un bir sözünü hatırlayalım: "Anayasalara halkları iktidarlardan korumak için gerek vardır".
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "REHN, TÜRK SİSTEMİNDE HATA OLDUĞUNU SÖYLÜYOR"
BERLİN, 31/03(BYE)--- Tirajı günde 363 bin 325 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 31 Mart 2008 tarihli sayısında, Nikolas Busse imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Bordo çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonu, Türkiye'yi, hükümet partisi AKP'nin kapatılması istemiyle açılan davanın ülkenin AB'ye üyelik süreci üzerinde sonuçları olabileceği konusunda uyardı. Rehn hafta sonu Slovenya'nın Bordo kentinde yaptığı açıklamada, Türk Anayasa Mahkemesinin bu gün davanın kabul edilmesi yönünde karar vermesi halinde, bunun olumsuz etkilerinin olabileceğini kaydetti. Rehn, davanın açılmasının Türkiye'nin müzakere süreci üzerinde ne gibi etkileri olabileceğini gözden geçirmekle yükümlü olduğunu belirtti. Türkiye Yargıtay Başsavcısı, AKP hakkında laikliği ihlal ettiği gerekçesiyle dava açılması isteminde bulunmuştu. Başsavcı AKP'nin yasaklanmasını ve partinin, aralarında Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın da bulunduğu 71 politikacısına beşer yıl siyaset yasağı getirilmesini talep ediyor. Rehn, giderek artan bir "endişe ve anlayışsızlıkla" izlediği olayın, Türk Anayasası'nda, Anayasal bir değişiklikle giderilmesi gereken bir "sistem hatası" olduğunu ortaya koyduğunu ifade ederek, normal bir Avrupa demokrasisinde bu tür anlaşmazlıkların mahkemelerde değil seçim sandıklarında çözüldüğünü kaydetti. Rehn, parti yasaklamanın sadece bir partinin şiddete başvurması halinde söz konusu olabileceğini ifade etti.
FRANKFURTER RUNDSCHAU: "TÜRKİYE'DEKİ GÜÇ MÜCADELESİ"
BERLİN, 01/04(BYE)--- Tirajı günde 148 bin 161 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 1 Nisan 2008 tarihli sayısında, Gerd Höhler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Bir iktidar partisinin yasaklanması, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve düzinelerce politikacıya siyasi faaliyet yasağı getirilmesi öngörülüyor. AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn bu durumda gördüklerine inanamıyor. Avrupa'daki demokratik bir ülkede böyle bir şey imkansızdır. AKP'nin yasaklanması henüz kararlaştırılmadı. Açılan davanın belki de yalnızca bir uyarı niteliğinde olması öngörülmektedir. Yine de bu zayıf bir tesellidir. Zira buna rağmen ülke, aylarca devam edecek bir siyasi belirsizliğe düşecektir. Bu durumdan özellikle, Türkiye'nin yakın geçmişinde hiç yaşamadığı, son beş yıldan beri Başbakan Erdoğan yönetimi sırasında canlanmış olan ekonomi zarar görecektir.
Türkiye'de İslami muhafazakâr güçlerle laik elit kesim arasında yaşanan güç mücadelesi, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri vardır. Kimileri Erdoğan'ın AKP'sini dünyevi anayasal düzen için bir tehdit olarak görürken, diğerlerine göre partinin iktidara yükselişi, dinle ilgili olan her şeyin onlarca yıldan beri abartılı bir şekilde kamudan uzak tutulmasına direnen bir karşı hareketin ortaya çıkışı, yani sadece normale dönüştür. Her iki görüşü savunan argümanlar mevcuttur.
Ancak, AKP'nin yasaklanmasıyla bu anlaşmazlık çözülmüş olmayacaktır. Üstü örtülecek olan anlaşmazlık, daha sonra yeniden ve muhtemelen çok daha sert bir şekilde ortaya çıkacaktır. Türkiye, dinci güçlere karşı siyasi mücadele verme ve onları entegre etme iradesine ve gücüne sahip olamazsa, laik anayasal düzeni hâkimlerin kararı da kurtaramayacaktır.
DEUTSCHLANDRADIO: "AKP'YE KAPATMA DAVASI BAŞLADI"
ANKARA, 01/04(BYE)--- Almanya'da yayın yapan Deutschlandradio ulusal radyonun 1 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Gunnar Köhne imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan yazının çevirisi şöyledir:
--Siyasi Kavga Türkiye'deki Gerilimi Artırıyor--
Türkiye Anayasa Mahkemesi AKP iktidarına karşı kapatma davasını resmen onayladı. Cumhuriyet Başsavcılığına göre AKP laiklik karşıtı eylemlerin "odağı". Başbakan Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki hükümet ise yargının bu girişimini antidemokratik olarak eleştirdi. AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn de başvuruyu haksız olarak nitelendirdi.
Üslup bile belli etti: Burada hukuki bir dava sürecinin başlangıcından ziyade bir iktidar mücadelesi duyuruluyor. Dün neredeyse haykırırcasına Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt Yargıtay Cumhuriyet Başsavcının AKP'yi kapatma istemli iddianamenin en üst hâkim heyeti tarafından kabul edildiğini duyurdu. Paksüt ve arkadaşları, Başbakan Erdoğan'ın ülkeyi İslami bir düzene doğru götürdüğüne dair Cumhuriyet Başsavcılığının iddiasını yerinde buldu. Böylelikle ülkenin en büyük partisi hakkındaki dava süreci resmen başlamış oldu. Bu durumda ülkenin ağır bir siyasi bunalıma da sürükleneceğini öngörenler arasında İstanbullu siyaset bilimcisi Cengiz Aktar tek başına değil. Aktar iktidar partisine itidal çağrısında bulundu:
"Hükümet, niyetini hayata geçirmeye çalıştığı takdirde ve parti kapatmaya ilişkin Anayasa'da zorlaştırıcı hükümler getirilmesini referanduma sunmayı gerçekten de yapması hâlindeyse gelişmeler o denli çalkantılı bir hâl alabilir ki sonunda ordu da duruma dahil olsun. Hükümet bu türden oyunlara başvurmayıp aslında soğukkanlı bir biçimde dava sürecinin gidişatını izlemelidir; sonuçta esas itibarıyla iddianamede fazla elle tutulur iddialar yer almıyor".
162 sayfalık iddianamede yer bulan yasaklama gerekçeleri ağırlıklı olarak Erdoğan'ın açıklamalarına ve başka önde gelen partililerin başörtüsü, cumhuriyet kurucusu Atatürk ve laiklik düzenine dair görüşlerine dayandırılıyor. Çoğu açıklamalar yıllarca geriye dayanıyor. En kayda değer suçlama ise kısa bir süre önce Meclis tarafından onaylanan başörtü yasağına ilişkin serbesti kararına dayandırılabilir. Hükümet liderinin kapatma başvurusuna ne denli hiddetlendiğini ise Erdoğan'ın hafta sonundaki parti toplantısındaki çıkışı gösterdi:
"Günlerdir bu adamlar TV tartışma programlarına çıkıp AKP'yi sadece bir tek hususla bağdaştırıyor: Başörtüsüyle. Utanmalılar! Ben bu konuda Başbakan olarak beş yıldır bir tek şeyi gündeme getirmedim!".
Bir partinin kapatılması için 11 Anayasa Mahkemesi üyesinin yedi oyu gerekiyor; halihazırdaki hâkimlerin sekizi AKP'ye karşı görüşleriyle biliniyor ve katı Kemalist tutumuyla tanınan Cumhurbaşkanı Gül'den önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından göreve getirilmişlerdi. Kendisi de bir zamanlar Anayasa Mahkemesi Başkanlık görevini yürütmüş olan Sezer için, dindarların artan orandaki etkinliklerine karşı bir kale olarak yargı erkinin güçlendirilmesi önem teşkil ediyordu. Hâkim ve savcıların çoğunluğu -ordunun da yanı sıra- kendilerini Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'ün mirasının koruyucuları olarak görüyor. Ancak kendileri modern Türkiye tarihinde her defasında parti yasaklama yoluna başvurmaktan çekinmemişlerdir: Ancak bundan önceki yıllarda sadece İslamcı partiler değil solcu ve sözde ayrılıkçı -örneğin Kürt kökenli- partiler de kapatılmaktan kurtulamamışlardı.
Her fırsatta Türk medyasında yargı ve onun ardında olduğu varsayılan ordu açısından sadece yüksek okullardaki başörtüsü meselesinin söz konusu olmayıp AKP'yi yasaklama girişimiyle hükümetin Avrupa yolunun da hedef alınmak istendiği iddiaları yer buluyor. Cengiz Aktar, Erdoğan'ın önümüzdeki aylarda AB üyeliğine verdiği önemi iyice göstermesi gerektiği görüşünde:
"Bundan sonra artık Anayasa reformuna iyiden hız vermeliler ve AB sürecine iyiden ivme kazandırmalılar. Hükümet bundan sonra her gün AB üyeliği ve bunun için gereken değişimler hakkında konuşmalıdır. Türkiye'yi ezelden beri orda görmek istememiş olan Avrupa'daki kesimler elbetteki Türkiye'deki iç siyasal krizden hoşnut oluyorlardır, çünkü görüyorlar ki Türkiye kendi başına da tam üyelik rotasından sapabiliyor".
Anayasa Mahkemesinin bir karar varması aylar -muhtemelen siyasi felç olma ayları- alacaktır. Ekonomik bakımdan ise bunalımın etkileri kendini göstermeye başlamış görünüyor: Türk Lirası'nın bu hafta başındaki ABD Doları ve auro karşısındaki değer kaybı rekor düzeye ulaştı.
DER TAGESSPIEGEL: "DİNDAR YAHUT KEMALİST"
BERLİN, 02/04(BYE)--- Tirajı günde 137 bin olan liberal eğilimli Der Tagesspiegel gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayısında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Türkiye'deki Güç Mücadelesi, Ankara ile AB Arasındaki Katılım Müzakerelerini de Tehlikeye Düşürüyor--
Türk hükümet partisi AKP hakkındaki kapatma davasının açılmasının ardından, Türkiye'nin AB katılım müzakereleri riske girmiş bulunuyor. AB temsilcileri, Avrupa standartlarıyla bağdaşmayan siyasi motifli bir davadan söz ediyorlar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, partisini kurtarmak için hızla anayasa değişikliğine gidilmesini inceletmesi nedeniyle yakında gerçekleşmesi beklenen iç siyasi manevranın, Ankara'daki reform şevkini daha da bastırması muhtemel.
Bu dava, devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü dayanak alan şehirli Kemalistler ile Erdoğan'ın etrafındaki, sayıca daha güçlü olan ve Kemalistlerin geleneksel lider rolünü sorgulayan dindar muhafazakar kesim arasındaki güç mücadelesinin bir parçasıdır. Bazı Kemalistler, Anadolulu dindar taşralıları küçümsediklerini gizlemeye bile gerek görmüyorlar. Tanınmış İstanbullu model Aysun Kayacı birkaç gün önce televizyonda AKP seçmenlerini "ayak takımı" diye niteleyerek ortalığı karıştırdı.
Türkiye-AB Karma Parlamentosu Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, Taraf gazetesine verdiği demeçte, AKP'nin geçen yıl oyların yüzde 47'sini alarak zaferle çıktığı seçim sonucunun şimdi hukuki yollarla geçersiz kılınmak istendiğini söyledi. Lagendijk, AKP'nin yasaklanması halinde Türkiye ile AB'ye katılım görüşmelerinin kesilmesinin gündeme geleceğini de belirtti.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn de, Brüksel'de genel olarak Avrupa dostu bir güç olarak görülen AKP'nin kapatılması için bir neden bulunmadığını söylüyor. Yasaklamanın sadece bir partinin hedeflerine ulaşmak için şiddet uygulaması halinde haklı görülebileceğini söyleyen Rehn, böyle bir şeyin AKP'de söz konusu olmadığı görüşünde.
Milliyet gazetesindeki köşesinde "Bu davayla hukuki bir darbe süreci başladı" diye yazan Hasan Cemal'e göre, yeni dönem "ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarını sarsacak ve Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri zehirleyecek".
Ankara'daki politikacılar siyasi ve ekonomik alanda reformlarla ilgilenmek yerine önümüzdeki aylarda muhtemelen her şeyden önce iç siyasi güç pokeri oynamakla meşgul olacaklar. Erdoğan'ın partisinin mecliste bir anayasa değişikliğini kabul ettirmeyi başarması halinde, üniversitelerde İslami tarzda başörtüsü yasağının kaldırılması kararına karşı Anayasa Mahkemesinde dava açan Kemalist muhalefet partisi CHP, yine mahkemeye başvuracak.
Erdoğan ise taraftarlarına sükunet çağrısında bulunarak, "Sonunda çıkmaz yol endişesi de olsa biz yolumuza devam edeceğiz" diye konuştu.
AVUSTURYA BASINI
ORF: "KATILIM MÜZAKERELERİ SINAMA AŞAMASINDA MI?"
ANKARA, 01/04(BYE)--- Avusturya'da yayın yapan ORF televizyon kanalının 1 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan haberin özet çevirisi şöyledir:
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Anayasa Mahkemesi'nin AKP ile ilgili kararını açıklamadan önce baskıyı artırmıştı. Olli Rehn, AK Parti'ye açılan kapatma davasıyla ilgili olarak, cumartesi günü bir partinin kapatılmasını engelleyebilmek için, anayasa değişikliği yapılmasını talep etmişti.
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Anayasa Mahkemesinin pazartesi günü yaptığı açıklama sonrasında ise, böyle bir durumda Türkiye'nin AB gayretlerinin tehlikeye girebileceği uyarısında bulundu. Rehn, bu yöndeki siyasi meselelerin mahkemelerde değil, sandıkta çözülmesi gerektiğini de kaydetti.
Avrupa Parlamentosu'nun Sosyalist Grup Başkan Vekili Hannes Swoboda ise "Türk adaleti böyle bir adım ile, AB'nin, üye olmak isteyen bir ülkeden yerine getirmesini beklediği demokratik ilkelere aykırı davranmış oluyor. Gerçekten de bir kapatma söz konusu olursa, müzakerelere en azından ara verilmeli. Demokrasi ilkeleri konusunda bu denli dikkatsiz olan bir ülke, esas itibarıyla AB'nin bir üyesi olamaz" açıklamasında bulundu.
DER STANDARD: "ERDOĞAN'IN PARTİSİ YASAKLANIRSA, TÜRKİYE AB'YE KATILAMAYACAK"
VİYANA, 02/04(BYE)--- Tirajı günde 74 bin olan sol eğilimli Der Standard gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayısında, Michael Moravec imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Ankara'daki Davaya Geniş Çapta Karşı Çıkılıyor--
Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün AK Partisini yasaklayacak olursa, Türkiye ile yapılan müzakerelerin sona erdirilmesi ya da en azından durdurulması gerekir. AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosunun tanınmış temsilcileri işte bu görüşte.
Bilindiği gibi Ankara'daki Anayasa Mahkemesi, Başsavcılığın AK Partinin yasaklanması istemini gözden geçirmeyi kabul etti. Başsavcı partiyi laik sistemin, yani devlet ile din işlerinin ayrılması ilkesinin, altını oymakla suçluyor. Partinin ileri gelenleri arasında bulunan 71 kişi en azından beş yıl siyaset yasağına çarptırılma tehlikesiyle karşı karşıya. AK Parti son seçimlerde oyların yüzde 47'sini toplamıştı.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, konuya ilişkin olarak, "Bu vaka Türk Anayasası'ndaki bir sistem hatasını ortaya çıkardı, bunun bir Anayasa değişikliğiyle bertaraf edilmesi gerekir" dedi. Yalnız şiddet propagandası yapan ya da şiddeti siyasi bir enstrüman olarak kullanan partilerin yasaklanması gerektiğine işaret eden Rehn, "Bu vakada böyle bir gerekçe görülmüyor" dedi. Komisyon resmi dilde henüz partinin yasaklanması halinde, müzakerelerin son bulacağından bahsetmiyor. Ancak Komisyondaki uzmanlar yasaklama halinde katılım konusundaki görüşmelere devam etmenin "imkansız" olacağı görüşünde. Rehn yasaklama gerçekleşirse, katılım sürecini "prensip olarak gözden geçirmeyi" planlıyor.
Sosyal demokratların Grup Başkan Yardımcısı, SPÖ'lü Avrupa Parlamenteri Hannes Swoboda, yasaklama davasını büyük sorunlar yaratabilecek bir davranış olarak tanımladı ve "Türkiye'deki yargı bu adımla AB'nin Birliğe üye olmak isteyen bir ülkeden umduğu ve beklediği demokratik ilkelere karşı hareket etmiş oluyor" dedi.
Swoboda sözlerine şöyle devam etti: "Eğer yasaklama gerçekleşirse, Türkiye ile müzakerelerin en azından durdurulması gerekir. Demokrasi ilkelerini böylesine ihmal eden bir ülke, prensip olarak AB üyesi olamaz."
Avrupa Parlamentosundaki CDU/CSU Grubu Başkanı Werner Langen, bu davanın "Türkiye'nin demokratik olgunlukta olmadığı yolundaki mevcut kuşkuları daha da güçlendirdiğini" belirtti ve bu kararla AK Partiye kendisini Türkiye'nin laik Anayasasının kurbanı olarak görme fırsatı tanındığını, böylece Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül'ün mensubu bulunduğu iktidar partisinin İslamcı eğilimlerine yönelik haklı eleştirilerin tamamen arka plana itildiğini söyledi.
DIE PRESSE: "BİRKAÇ GÜN DAHA BEKLEYEBİLİRİZ"
VİYANA, 01/04(BYE)--- Tirajı günde 80 bin olan liberal sağ eğilimli Die Presse gazetesinin 1 Nisan 2008 tarihli sayısında, Regina Pöll'ün Kıbrıs Dışişleri Bakanı Markos Kipriyanu ile yaptığı mülakatın yukarıdaki başlık altında yayımlanan çevirisi şöyledir:
Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu adanın birleşmesi konusunda kesin bir süre belirlemek istemiyor. Kipriyanu her iki kesimin de özerk olacağı bir cumhuriyetten yana. BM planının yok sayıldığını belirtiyor.
SORU: Geçenlerde Kıbrıs'ın birleşmesini hayal ettiğinizi söylemiştiniz. Sizce bu hayal ne zaman gerçekleşecek?
KİPRİYANU: Benim hayalim tabii ki Kıbrıs'ın birleşmesine yardımcı olmak. Umarım mümkün olduğu kadar çabuk bu aşamaya gelinir. Komisyonlar 7 Nisan'dan itibaren başlıca sorunları ele alacaklar. Siyasi liderler üç aya kadar uzmanların vardığı neticelerden yararlanarak, müzakerelere başlayabilecek. Muhtemelen zorluklar çıkacak. Sonradan düş kırıklığına uğramamak için aşırı iyimser olmaktansa, ihtiyatlı olmalıyız.
SORU: Türk tarafı 2004'teki BM planını müzakerelere baz olarak alırken, Rum tarafı buna karşı. Sizce neyin baz alınması gerekir?
KİPRİYANU: Planda, eğer plan iki kesimden biri tarafından kabul edilmezse, yok sayılacağı da yer alıyor. Yani 2004'te reddedilmesinden bu yana böyle bir plan artık yok. Bizim için komisyonların elde ettiği sonuçlar önem taşıyacak. Bunlar örneğin mülkiyet gibi hassas noktaları da ele alacaklar.
SORU: Planın bir parçası, adanın Rum ve Türk kesimlerinin bir federasyon oluşturmasını öngörüyordu. Böyle bir çözümü buna rağmen olası görüyor musunuz?
KİPRİYANU: Tek bir Cumhuriyet çerçevesinde oluşturulacak bir federasyona inanıyoruz. Tabii her iki kesimin özerk olması şartıyla. Tek bir devletin zaruri olmasıyla topraksal bütünlüğünün güvence altına alınması şartları arasında bir uyum sağlamamız gerekiyor.
SORU: Mülkiyet konusuna değindiniz. Sizce birleşme yolunda çıkacak en büyük engeller hangileri?
KİPRİYANU: Engel değil, sınav demek daha doğru olur. Bu konuda sayılacak çok şey var, çünkü burada kişisel haklara da dokunulmuş oluyor. Toprak bütünlüğü ve güvenlik gibi sorunlar da önem taşıyor, yani birliklerin adadan çekilmesi ve adanın askerden arındırılması gibi.
SORU: Muhatabınızdan asgari talebiniz ne?
KİPRİYANU: Daha yeni başlıyoruz. Prensipte bir çözüm bulmak yeterli olmalı, en azından vatandaş için. Aynı zamanda da bu çözümün kimseyi kısıtlamayacak ve iki ay sonra çökmeyecek, dayanıklı bir çözüm olması da gerekiyor.
SORU: Lefkoşa'deki Ledra caddesindeki sınır kapısı planlandığı gibi önümüzdeki günlerde açılacak mı?
KİPRİYANU: Orası büyük sembolik bir değer taşıyor. 1964'ten beri kapalı. Ben bile hiç öte yanına geçmedim. Burada söz konusu olan insanların kontrollü bir şekilde kapıdan geçebilmeleri. Mayın temizleme çalışmaları sırasında bir kaza oldu, bir mayın patladı. 40 yıl bekledik, kapının güvenli olması kesinleşene kadar birkaç gün daha bekleyebiliriz.
SORU: Peki bunu hangi adımlar izleyecek?
KİPRİYANU: Bundan başka önemli bir sınır kapısı daha var; Lefkoşa'nın kuzeybatısındaki Limnitis kapısı. Kıbrıs Rumları öte yana geçmek istediklerinde araba ile 40 dakika yerine, iki buçuk saat gitmek zorunda kalıyorlar. Kıbrıs Türkleri ise tekne ile gelmek zorunda.
SORU: Takvim nasıl?
KİPRİYANU: Süre belirlemek hoşuma gitmiyor. BM planının 2004'te başarısızlığa uğramasının bir nedeni de bize çok az süre tanınmasıydı. Bu bir anlaşma değil, önceden belirlenmiş bir plandı, bu yüzden reddedildi. Şimdi ise gerçi süratle hareket etmek zorundayız, ama bu kesin süre konmadan yapılmalı. Üç ay içinde hangi noktaya vardığımız ve gelecekte ne yapmamız gerektiği hakkında daha net bir tabloya sahip olacağız.
SORU: Kıbrıs görüşmeleri Türkiye'nin AB müzakereleri açısından ne gibi bir anlam taşıyor?
KİPRİYANU: Eğer bir çözüm bulacak olursak, bazı engeller ortadan kalkmış olacak. Türkiye Ankara Protokolünü (limanların açılması) yerine getirmediği için sekiz başlık donduruldu. Biz bu süreci kolaylaştırıyoruz. Bu bir gerçek. Türkiye AB'ye katılmalı. Ama kendisine diğer bütün aday ülkelere olduğu gibi davranılmalı.
VİBM NOTU: Bu mülakatın aynısı "Salzburger Nachrichten" gazetesinde de yayınlanmıştır.
FRANSA BASINI
AFP: "BABACAN: AKP'Yİ YASAKLAMAK, AB İLE MÜZAKERELERİ BLOKE EDEBİLİR"
ANKARA, 27/03(AFP)(BYE)--- Basında bugün çıkan haberlere göre, Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Türkiye'de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP) yasaklama ihtimalinin Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasına yol açabileceğini söyledi.
Babacan, Sabah gazetesine verdiği demeçte, "laiklik karşıtı faaliyetlerinden" ötürü 14 Mart'ta başlatılan AKP'nin kapatılma prosedürünün ve bunu izleyen siyasi gerilimin "AB'ye üyelik süreci için oldukça olumsuz gelişmeler" olduğunun altını çizdi.
Babacan sözlerine şöyle devam etti: "Birtakım şeyler çok uzak olsa da, AB ile ilişkiler ciddi ölçüde bozulacaktır, hatta müzakere sürecinin askıya alınması da gündeme gelecektir."
Başsavcının söz konusu girişimi ve bunun yol açtığı siyasi gerilim, AB tarafından Türkiye'den talep edilen reformların yavaşlaması endişesini doğurdu.
AFP: "BULGARİSTAN TÜRKİYE'NİN AB'YE KATILIMINI DESTEKLİYOR"
SOFYA, 27/03(AFP)(BYE)--- Bulgaristan Başbakanı Sergey Stanishev bugün yayımladığı bildiride, Bulgaristan'ın Türkiye'nin AB'ye girme talebini desteklediğini açıkladı.
Bildiride, Stanishev'in, Türk meslektaşı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştirdiği görüşmede, "Avrupa Birliği üyesi Bulgaristan, Türkiye de dahil olmak üzere bütün bölge ülkelerinin AB'ye katılım müracaatlarını destekliyor" dediği aktarılıyor.
Öte yandan bildiriye göre Erdoğan, Ankara'nın AB'den, "Türkiye'ye verdiği taahhütlere sadık kalmasını" beklediğini belirtiyor.
AFP: "TÜRKİYE/AKP... BRÜKSEL, BU AŞAMADA YORUM YAPMIYOR, NOT EDİYOR"
BRÜKSEL, 31/03(AFP)(BYE)--- Bir sözcü, Avrupa Komisyonunun, Türkiye Anayasa Mahkemesinin iktidardaki AKP'nin kapatılması talebini kabulünü, yorumlamadan önce geniş bilgi beklediğini ve "not ettiğini" belirtiyor.
Genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn'in Sözcüsü Krisztina Nagy, AFP'ye yaptığı açıklamada, "Anayasa Mahkemesinin, Yargıtay Başsavcısının AKP'nin kapatılması talebiyle açtığı davaya ilişkin iddianameyi kabul etmesini not aldık" dedi.
Nagy, "Bu yeni gelişmeyi yorumlamadan önce Komisyonun, Mahkemenin kararının doğruluğuyla ilgili daha fazla bilgiye ihtiyacı var" diye ekledi.
Nagy, Olli Rehn'in cumartesi günü, Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakereleri konusunda yaptığı açıklamaların geçerli olduğunu kaydetti.
AFP: "DAVA/AKP... ZATEN SERİN OLAN AB-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ SOĞUTMA RİSKİ TAŞIYOR"
BRÜKSEL, 31/03(AFP)(BYE)--- Amelie Bottollier-Depois bildiriyor:
Ankara'nın Avrupa Birliği ile zaten zor olan ilişkileri bugün, Türkiye'de iktidarda bulunan AKP'nin kapatılmasını hedefleyen davanın başlatılmasıyla daha da bozulma riski taşıyor.
Brüksel'deki Avrupa Politika Merkezi Uzmanı Amanda Akçakoca, Türkiye Anayasa Mahkemesinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yapılan başvuruyu kabulünün "AB ile Türkiye arasındaki ilişkilere büyük darbe vurduğunu" ileri sürdü.
Avrupa Komisyonu bugün, Türk adaletinin bu kararını sadece "not aldı", ancak genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn cumartesi günü Anayasa Mahkemesi hakimlerini "Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarını dikkate" almaları konusunda uyarmıştı.
Rehn, müzakerelerin çerçevesinin, Türkiye'nin "demokratik ilkeleri ciddi ihlal" etmesi durumunda "Komisyonun, bunun müzakereler üzerindeki etkilerine bakmak zorunda olduğunu" belirlediğini kaydetmişti.
Hatta, demokrasi ve özgürlüklerin "ciddi ve ısrarlı ihlali" durumunda 27'ler görüşmeleri askıya alabilir.
Komisyon, henüz AKP'ye karşı açılan bu davayı "ciddi ve ısrarlı ihlal" olarak değerlendirip değerlendirmediğini belirtmedi, buna karşın Olli Rehn "normal demokrasilerde bu tür problemlerin mahkemelerde değil sandıklarda çözüldüğünü" ileri sürdü.
Öte yandan Türkiye Uzmanı Kirsty Hughes bugün, "Henüz askeri darbe aşamasında değil, ancak buna uzak değil" dedi.
Her şeye rağmen analistler, AB'nin, Türkiye'nin üyelik müzakerelerini bu aşamada dondurmayacağını düşünüyor.
Kirsty Hughes, "Şayet AB müzakereleri askıya alırsa, bu, Avrupalılar tarafından desteklenen Türk Hükümetine yardımcı olmaz. AB, AKP gerçekten kapatılmadan böylesi bir karar almaz" açıklamasında bulundu.
Her halükarda müzakereler ölü noktada.
Amanda Akçakoca, "İki yılı aşkın süredir 35 başlıktan sadece altısı açılabildi, diğer sekiz başlık da Kıbrıs meselesi nedeniyle Aralık 2006'dan bu yana dondurulmuş durumda" dedi.
Buna karşın bu süreç, büyük Müslüman ülkenin Avrupa blokuna katılımına karşı çıkan Fransa, Avusturya veya Kıbrıs gibi üye ülkeleri cesaretlendirecek.
Akçakoca, "Bu ülkeler hiç şüphesiz bugün gülümsüyorlardır. Bu, onların davalarına yardımcı olacak, çünkü bu, Türkiye'nin AB üyesi olmaya hazır olmaktan uzak olduğunu gösteriyor" diye vurguladı.
Paris'teki Uluslararası Stratejik İlişkiler Enstitüsünden Didier Billion, "Düşman AB hükümetleri sayısında artış olacağını sanmıyorum, buna karşın birtakım siyasi yetkili bunu, Türkiye'nin demokratik bir ülke olmadığına kanıt olarak kullanıp söz konusu ülkelerin kamuoyunu ajite edecektir" dedi.
AFP: "TÜRKİYE... REHN, AKP'NİN KAPATILMASINDA HAKLI BİR GEREKÇE GÖRMÜYOR"
BRÜKSEL, 01/04(AFP)(BYE)--- AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn dün yaptığı açıklamada, Türkiye'de iktidardaki AKP'nin kapatılmasında "haklı bir gerekçe" görmediğini tekrarladı ve parti kapatılmasının ancak şiddete teşvik ettiğinde gerçekleşebileceğini söyledi.
Rehn yayımladığı bildiride, "demokrasilerin iyi uygulamaları konulu" Avrupa Konseyi ilkeleri uyarınca, bir partinin kapatılmasının, "anayasal demokratik düzeni devirmek için siyasi yol olarak şiddete başvurulması çağrısında bulunan veya şiddeti kullanan partiler için ancak haklı gerekçe olabileceğini" ifade etti.
Rehn, "Bu vakada böyle bir haklılık görmüyorum, AB üyesi devletlerde bu tür konular Mecliste görüşülür ve sandıklarda çözülür, mahkemelerde değil" dedi.
Rehn dün, AKP'nin kapatılması durumunda üyelik müzakerelerinde kesintiye gidileceği tehdidini yinelemedi, ancak Türkiye'nin "Avrupa perspektifine" değinerek, birçok şeyin söz konusu olduğunu söyledi.
Rehn, "Türkiye'nin uzun zamandır beklenen ve Türk halkı için yararlı olacak ve aynı zamanda Türkiye'nin AB'ye entegrasyonunu hızlandıracak reformları başlatmak için tüm enerjisini harcamaya ihtiyacı vardır. Bu mesele, söz konusu reformların dikkatini başka yöne çevirmemesi gerekiyor" şeklinde konuştu.
AFP: "LAGENDİJK: AKP'YE KARŞI AÇILAN DAVA TÜRKLERE ŞÜPHEYLE YAKLAŞANLARIN İŞİNE GELİYOR"
İSTANBUL, 01/04(AFP)(BYE)--- Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk bugün, Türkiye'de iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisine (AKP) karşı dava açılmasının Türkiye'nin AB'ye katılımına karşı olanların elini güçlendirdiği için duyduğu üzüntüyü ifade etti.
2005'te başlayan Türkiye'nin katılım süreciyle ilgili olarak İstanbul'da düzenlenen bir konferans sonrasında Lagendijk, gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu Türkiye'nin dışarıdaki imajı için kötü. Eminim ki, Avrupa'da Türkiye'nin katılımına karşı olanlar çok memnun olacaktır, zira, 'niçin iktidar partisi kapatılma riskiyle karşı karşıya olan bir ülkeyle görüşelim' demek için yeni bir nedenleri olacak" şeklinde konuştu.
"Kötü olmasının bir ikinci nedeni de, buna bağlı olarak önümüzdeki altı ila dokuz ay boyunca yeni reformlar göremeyecek olmamızdır" diyen Lagendijk, "Hükümet muhalefet ile olan mücadelesiyle o kadar meşgul olacak ki, hiçbir reform görmeyeceğiz" değerlendirmesinde bulundu. Yeşiller Partisi milletvekilli, "Bir kere daha, bu, Türkiye'nin katılımına karşı olanlar için artı bir argüman" dedi.
AFP: "YUNANİSTAN'DAN TÜRK AZINLIĞA SAYGI GÖSTERMESİ İSTENDİ"
ATİNA, 02/04(AFP)(BYE)--- Catherine Boitard bildiriyor:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin iki mahkumiyet kararı, Yunanistan'ı, varlığını yadsıdığı Türk azınlığa mensup vatandaşlarına saygı göstermeye davet etti.
Strasbourg yargıçları, Yunanistan'ın kendilerini "Türk" olarak niteledikleri gerekçesiyle dernek kapatmasıyla ilgili iki davada, Atina'yı mart ayı sonunda "toplanma ve dernek kurma özgürlüğüyle ilgili 11. maddeyi ihlal" etmekten mahkum etti.
Mahkeme, bu derneklerin "gerçek amacı, Yunanistan'da bir etnik azınlık olduğu fikrini yaymak olsa bile, bu demokratik bir ülke için tehlike teşkil etmez" değerlendirmesinde bulundu.
Mahkeme, "Bir ülkede azınlıkların varlığı, demokratik bir toplumun hoş görmesi, hatta koruması gereken tarihi bir olgudur" şeklinde görüş belirtti.
Yunan İnsan Hakları Ligi Başkanı Dimitris Hristopulos, AFP'ye verdiği demeçte, "Bu karar, ülkeye, yurttaşların kendilerini tanımlama hakkını kabul etmesi gerektiğini hatırlattı" diyerek memnuniyetini ifade etti.
Hristopulos, Yunanistan'ın, 2005 yılında bir Makedon derneğini tanımadığı için mahkum edildiğini hatırlattı ve sözlerini, "Devlet hep kulağını tıkadı, ancak mahkumiyet kararlarını biriktirmek istemiyorsa değişmek durumunda" diye sürdürdü.
Büyük komşusu Türkiye ile ilişkileri her daim gergin olan Yunanistan, bir Türk azınlığın varlığını olduğu gibi tanımayı reddediyor. Yalnızca 1923'teki Lozan Antlaşması'ndan bu yana, Trakya'da yaşayan 100 bin kadar Türkçe konuşanlar, Pomaklar (Slav) ve Çingenelerden oluşan bir "Müslüman azınlığı" tanımayı kabul ediyor.
Yunan Yüksek Mahkemesi, 2005 yılında İskeçe Türk Birliği'nin dağıtılmasını ve Rodop Türk Kadınları Kültür Derneği'nin kayıt başvurusunun reddini bu ilkeye dayanarak kararlaştırdı.
Yunan yargıçlar, Trakya'da bulunan dernekleri, "Türk ideallerini" yaymak istemekle itham ederek, ulusal ve kamusal güvenliğin korunmasının gerekliğini ileri sürdüler.
Milliyetçi çevreler ve devlete bağlı çok vatanperver Yunan Kilisesi, kendilerine göre, ayrılıkçı hareketleri besleme şüphesi bulunan bu durumun her türlü saptırılmasına karşı daha önce uyarmışlardı.
Derneklerin avukatı Orhan Hacıibram, AFP'ye yaptığı açıklamada, Avrupa Mahkemesi'nin kararının azınlık içinde "büyük sevinçle" karşılandığını, zira artık kendisini "Türk olarak tanımlamasına" olanak verdiğini söyledi.
Geleneksel olarak Ankara'nın lehine çalıştıklarından şüphelenilen Yunanistan Türkleri, 90'lı yıllara kadar birçok kere ayrımcılık kurbanı oldular. Son yıllarda, Atina bu topluluğu sosyal ve ekonomik itilmişlikten kurtarmak için tedbirler aldı.
Strasbourg yargıçlarının kararlarıyla ilgili soru yöneltilen azınlık meselesinden sorumlu Dışişleri Bakanlığı, "Yunanistan'ın, Avrupa Birliği üyesi olarak kararlara (Avrupa Mahkemesi) saygı gösterdiğini" belirtmekle yetindi.
AFP: "TÜRKİYE/AKP DAVASI... BABACAN ADLİ SİSTEMDE REFORM YAPMAYA ÇAĞIRDI"
İSTANBUL, 01/04(AFP)(BYE)--- Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Anayasa Mahkemesinin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisine (AKP) karşı açılan davayı kabul etmesinin ardından bugün, adli sistemde reform yapılmasının gerekli olduğu değerlendirmesinde bulundu.
Babacan, İstanbul'da yapılan Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım süreciyle ilgili uluslararası konferans sırasında, "Gözlemlediğimiz tüm sorunlar, pek çok alanda reformlar gerçekleştirmediğimizden kaynaklanıyor" dedi.
Bakan sözlerini, "Ekonomi alanında, demokratikleşme anlamında çok şeyler yaptık ve adli sistemimizin reformu alanında da yapacak çok şeyimiz olduğu besbelli" şeklinde sürdürdü.
Babacan, hüküretin "sadece güçlü bir siyasi iradeyle reformları sürdürmesi" gerektiği değerlendirmesinde bulunarak "Bu sene bizim için yeni bir test olacağa benzer, ama demokrasimizin yeni bir zaferine inanmak için her türlü nedenim mevcut" dedi.
Bakan, Ankara'nın, AB ile Ekim 2005'te başlatılan müzakereleri Türkiye'nin tam üyeliğine kadar sürdürme taahhüdünü yineledi.
Babacan, "Önemli bir sonuç (müzakerelerin) geniş bir erk transferinin gerçekleşmiş olmasıdır. Şimdi vatandaşlarımız geçmişte olduğundan daha fazla güce sahipler, bunu hissediyor ve kullanıyorlar. Erk artık bir azınlığın imtiyazı değil" dedi.
Birçok gözlemci, AKP'nin adli kavgasını, adli sistem içerisinde çok nüfuzlu, laik kentsel bir elitin, AKP'nin temsil ettiği yeni bir muhafazakar orta sınıfın yükselişine karşı direnişi gibi değerlendirdi.
AFP: "STEİNMEİER, AKP'NİN KAPATILMASI PROSEDÜRÜNDEN ENDİŞELİ"
BERLİN, 02/04(AFP)(BYE)--- Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier dün Berlin'de yaptığı açıklamada, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) yönelik başlatılan kapatılması prosedüründen endişe duyduğunu söyledi.
Steinmeier'e göre, Türkiye tarafından tanınan Avrupa Konseyi ilkeleri uyarınca bir parti ancak, şiddete teşvik etmesi ya da anayasal düzeni ihlale çalışması halinde kapatılabilir.
AKP'nin durumu bu olmadığı için Bakan, bu "ilkeden hareketle" kapatılma talebinin Anayasa Mahkemesi tarafından reddedileceğini kaydetti.
Steinmeier, Türk hükümetinden reformlarına devam etmesini istedi ve şöyle devam etti: "Mevcut durumda Türkiye'nin siyasi yönetiminin kararlılıkla, ülkenin Avrupa Birliği ile yakınlaşmasını hızlandırması önemlidir."
İNGİLTERE BASINI
REUTERS: "ANAYASA MAHKEMESİ AK PARTİ HAKKINDAKİ KAPATMA DAVASINI GÖRMEYİ KABUL ETTİ"
ANKARA, 31/03(REUTERS)(BYE)--- Hıdır Göktaş ve Gareth Jones bildiriyor:
Türkiye'de Anayasa Mahkemesi bugün, İslamcı faaliyetlerinden dolayı iktidar partisinin kapatılması ve başbakanın siyasetten men edilmesine ilişkin davanın görülmesini kabul ederek, AB adayı ülkede aylarca sürebilecek siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın işaretini vermiş oldu.
Anayasa Mahkemesinin bu kararı, İslami kökenli AK Parti ile partiyi laik Türkiye'yi İran tipi bir teokrasiye dönüştürmeyi amaçlamakla suçlayan güçlü laik elitler arasında uzun süredir devam eden ihtilafın daha da tırmanacağının habercisi.
2002'de iktidara geldiğinden beri güçlü ekonomik büyümeye ve demokratik siyasi reformlara önderlik eden AK Parti, İslamcı bir gündeme sahip olduğu iddialarını reddediyor ve davayı, Türk demokrasisini hedef alan bir saldırı olarak niteliyor.
Uzun süren bir toplantının ardından 11 Anayasa Mahkemesi yargıcı, oy birliğiyle davanın görülmesine karar verdi.
Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt yaptığı açıklamada, 11 yargıcın yedisinin davanın görülmesi lehinde oy verdiğini söyledi.
Köşe yazarı Mehmet Ali Birand da Reuters'e yaptığı açıklamada, "Genel kanaat AK Partinin kapatılmasına doğru gittiğimiz yönünde ve bu da karmaşık bir siyasi ve ekonomik gelecek anlamına geliyor. Erdoğan'ın pes edeceğini sanmıyorum, sonuna kadar savaşacaktır. Bu iyi görünmüyor" dedi.
Siyasi gerilimler ve küresel kredi sıkıntısından hırpalanan lira ve İstanbul borsası, mahkeme kararının açıklanmasının ardından daha da zayıfladı.
--AB ve İş Çevreleri Endişeli--
Türk iş dünyasının liderleri, davayı istikrara zarar vereceği gerekçesiyle eleştirirken, AB de endişelerini dile getirdi.
AB'nin genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Olli Rehn bugün, mahkeme kararıyla ilgili endişelerini yineledi.
Çarşamba günü Komisyona bu konuda rapor vereceğini belirten Rehn, bunun aday ülkenin anayasal yapısında "sistemik bir hata" olduğunu gösterdiğini söyledi ve ekledi: "Siyasi partilerin yasaklanması veya feshedilmesi, azami ihtiyatla kullanılması gereken kapsamlı bir önlemdir. Bu dava için böyle bir gerekçe görmüyorum."
Şimdi AK Partinin söz konusu iddialara ve suçlamalara karşı savunmasını hazırlaması gerekiyor.
AK Partinin karara ilk tepkisini açıklayan partinin genel başkan yardımcısı Nihat Ergün, "Partilerin kapatılması sistemini düzenleyerek siyasi arenayı genişleten bir düzenlemeye ihtiyaç var" dedi.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ise düzenlediği basın toplantısında, iktidar partisinin demokratik hakkını kullanacağını ve kendini savunacağını söyledi.
Bu davayı önemsemediğini gösteren bir ifadeyle Çiçek, "Ülkenin AB'ye üyelik yolunda ilerlemek için ekonomik meselelere ve reformlara odaklanacağız" dedi.
THE FINANCIAL TIMES: "TÜRKİYE AYLAR SÜREN SİYASİ ÇIKMAZLA KARŞI KARŞIYA"
ANKARA, 02/04(BYE)--- Financial Times'ın 1 Nisan 2008 tarihli sayısında, Vincent Boland imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin yüksek mahkemesinin pazartesi günü bir savcının -laik elitin sevmediği ya da güvenmediği siyasi partilere daha önce yapılan adli saldırıları hatırlatacak şekilde- iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) kapatılması yönündeki davasını görmeye karar vermesinin ardından ülke yeni bir siyasi ve ekonomik belirsizlik nöbetiyle karşı karşıya.
Kökeni siyasi İslama dayanan AKP, başsavcılar tarafından laik Türkiye'de şeriat yasalarını kabul ettirmeye çalışmakla suçlanıyor.
Dava ülkeyi şoke edip bölerken mali piyasaları da sarstı. Analistler, iki taraf da gittikçe daha fazla hoşnutsuz olan halkın gözünde meşruluk savaşı verirken, çıkmazın aylar süreceği tahmininde bulunuyorlar.
Davada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve üst düzey AKP liderleri laikliğe aykırı faaliyetlerde bulunmakla suçlanıyorlar. Suçlu bulunurlarsa beş yıl siyasetten men edilmekle karşı karşıyalar.
Türkiye'nin ordu, yargı ve siyasi muhalefetin bazı bölümlerini içeren laik eliti uzun süredir partiyi Türkiye'yi bir İslam ülkesine dönüştürmek için "gizli bir gündem" izlemekle suçluyor. Parti ise buna şiddetle karşı çıkıyor. Şubat ayında üniversitelerde başörtüsü takma yasağının kaldırılması davanın yolunu açan ilk etkenlerden olsa da yine de dava birçok Türkü şaşırttı.
Partiyi savunanlar, AKP'yi sınırlamak için adli sisteme başvurmanın adil ve demokratik olmadığını söylüyorlar.
Mahkemenin pazartesi günkü kararı beklenmedikti ama Türkiye için ciddi yankıları olacak.
Ülke AB'ye girebilmek, dinamik ama orantısız bir ekonomide yapısal reformları uygulamak ve büyük batı kentleriyle Anadolu'da yaşayan çoğunluk arasındaki beklentiler, eğitim ve gelir farklılıklarını kapatmak için laiklerle AKP arasında geçici bir anlaşmaya ulaşma mücadelesinde.
Bu mücadeleler, demokrasiyle laiklik arasındaki daha geniş ve çok daha eski bir savaşın bir parçası. Temmuz seçimlerinde oyların yüzde 47'sini alan AKP, sosyal muhafazakarlardan oluşan seçmenlerini tatmin etmek için demokratik meşruluğa sahip olduğunu iddia ediyor.
Laikler hem din ile politikanın kesin bir ayrımını hem de dinin devlet tarafından sıkı bir şekilde kontrolünü buyuran anayasayı zikrediyorlar.
Bazı yorumcular, AKP'ye karşı davayı, seçilmiş bir hükümete karşı bir yargı darbesine benzetiyorlar. Diğerleri ise Türkiye'nin modernleşip, büyüklüğü ve tarihine dayanarak diğer alanlarda da karşılaştırılmakta ısrar ettiği -Almanya, İngiltere ve Fransa gibi- Avrupalı ülkeler gibi olup olamayacağını belirleyeceğini söylüyorlar.
Türkiye'nin ileri gelen liberal yorumcularından Ömer Taşpınar pazartesi günü AB'nin davadan sadece Türkiye'nin Birliğin bir üyesi olmak için yeterince olgun bir demokrasi olmadığı sonucunu çıkarabileceğini yazdı.
Taşpınar şöyle devam etti: "Mesele artık Türkiye'nin daha liberal olup olamayacağı değil. Daha çok Türkiye'nin demokrasinin bir benzerini sürdürüp sürdüremeyeceğidir."
Partinin savunma hazırlamak için bir ayı var ama pek çok gözlemci, davanın siyasi niteliği ve adli sistemin saçma gereklilikleri göz önüne alındığında, en azından 2008 yılının son çeyreğine kadar nihai bir karar beklenemeyeceğine inanıyorlar.
İstanbul'daki Raymond James Menkul Kıymetlerden Özgür Altuğ, "Açık olan bir şey var, o da, yılın geri kalanında siyasi belirsizliğin hakim olacağı" diyor.
REUTERS: "TÜRKİYE BAŞBAKANI: TÜRKİYE AB'YE TAM ÜYELİK İSTİYOR"
STOCKHOLM, 02/04(REUTERS)(BYE)--- Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bugün, Türkiye'nin AB ile ortaklık önerisini kabul etmesi yönündeki önerilere karşı olduğunu yineleyerek ülkesinin Birliğe tam üyelikten başka bir seçeneği kabul etmeyeceğini söyledi.
Başbakan Erdoğan, İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsünde yaptığı konuşmada, "Türkiye, AB'ye tam üyeliği dışta bırakan herhangi bir alternatifi kabul edemez" dedi.
Resmi bir ziyaret için İsveç'te bulunan Erdoğan ayrıca -İslamın Türk devletindeki yerine ilişkin onlarca yıldır süren tartışmaları belirginleştiren- dava üzerinde konuşamayacağını söyledi.
Türkiye'nin Birliğe katılmasına yetecek kadar demokrasiye bağlı olmadığını söyleyerek, ülkenin AB'ye üyeliğine karşı çıkanlar için söz konusu dava paratoner gibi oldu.
Erdoğan, "Bu devam eden bir yasal süreç ve dolayısıyla yorum yapmam doğru olmaz. Bizim amacımız demokratik ve siyasi istikrarı temin etmek" dedi.
Türkiye 2005 yılından bu yana AB ile üyelik müzakerelerini sürdürüyor ve Anayasa Mahkemesinin kararı bu sürecin daha da uzamasına yol açabilir.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Türkiye'nin AB'ye imtiyazlı ortaklık statüsünü kabul etmesi gerektiğini söylemişlerdi.
Erdoğan, "Türkiye'yi kucaklayacak bir genişleme AB'yi zayıflatmaz, güçten düşürmez" dedi.
İSPANYA BASINI
ABC: "TÜRK ADALETİ, ERDOĞAN HÜKÜMETİNE MEYDAN OKUYARAK ONU ÜLKEYİ İSLAMLAŞTIRMAKLA SUÇLUYOR"
ANKARA, 01/04(BYE)--- İspanya'da yayımlanan ABC gazetesinin 1 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Enrique Serbeto imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, dün Ankara'da gelişen duruma bir cevap bulmak için adli inceleme organlarını hemen çalışmaya koydu.
Türk Anayasa Mahkemesi, ülkenin iktidarını elinde bulunduran siyasi partiyi yasadışı kılma iddianamesini işleme koymayı kabul etti. Bu da Avrupa Birliği'ne giriş müzakerelerinin akıbeti konusundaki belirsizlikleri artırıyor. Avrupa Komisyonu'nun ilk incelemelerinin sonucu, Türkiye'nin bu "siyasi hataya" bağlı olarak ciddi bir istikrarsızlık dönemine girebileceği yönünde.
Türk Anayasa Mahkemesi, iktidardaki İslamcı AKP'yi (Adalet ve Kalkınma Partisi) devletin laikliği konusundaki davranışlarıyla Anayasayı ihlal etmek suçuyla isnat eden Yargıtay Başsavcısının talebini -oy birliğiyle- işleme koymayı kabul etti. Sorun şu ki, beş yıllığına siyasi hayattan men edilmesi istenenler Başbakan Tayyip Erdoğan, bazı parti üyeleri ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. AKP, geçtiğimiz temmuz ayında yapılan genel seçimlerde oyların yaklaşık yüzde 50'sini rahat bir şekilde kazandı. AKP'nin bu davada olası ceza almasının ne anlama geleceğini kestirmek kolay.
--Hep Başörtüsü--
Dün Komiser Rehn, Anayasa Mahkemesi'nin davranışına karşı geçtiğimiz cumartesi günkü uyarılarını tekrarladı: "Avrupa ülkelerinde bu tür tartışmalar Parlamentoda veya seçimlerde halledilir." Erdoğan'ın kendisinin de öngörmüş olduğu şey bu. İslamcı davranışlarından dolayı siyasi men dönemlerini zaten biliyor. Başbakan, herhangi bir davaya "seçimlerde cevap vermeyi" düşündüğünü vurguladı. Bu da, kendilerine saldırı malzemesi olan yasal kaynakları feshetmek için, ülkede referanduma tabi olacak anayasal bir reforma başvuracağı anlamına geliyor. Rehn, dünkü bildirisinde, durumun, Türk anayasası çerçevesinde var olan sistem hatası arz etmesinden dolayı, daha fazla siyasi gerginlikler getireceğinin aşikar olmasına rağmen, hükümetin bunu reforme etmeyi gerekli gördüğünü söyleyerek, ona hak veriyordu.
Yani Türkiye, bu nazik durum ortasında olmaya devam edecek ve şimdi başörtüsü krizi nedeniyle ciddi bir istikrarsızlık dönemine giriyor. 80 yıl önceki başörtüsü yasağı (metinden aynen) Kemal Atatürk'ün laik ve modern bir ülkeye adımını temsil eden ana hedefti; şimdi AKP tarafından başörtüsünün yeniden gündeme getirilmesi Türk toplumunda çok ciddi bölünmeye neden oldu. Her şey 2006'da Erdoğan'ın, kendisinin veya partiden birinin Cumhurbaşkanı olmasını düşünmesiyle başladı, ancak başından beri Kemalist kesimler, eşi başörtüsü takan birini kabul etmeyecekleri uyarısında bulundular. Zira daha önce cumhurbaşkanlığı ikametgahında asla böyle bir şey görülmemişti.
Güç ve çok heyecanlı seçimler sonrasında Erdoğan, istediğini yaptı ve yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e başörtülü eşi resmi tabloda eşlik etti. Laikler ve AKP yanlılarının bölünmüşlüğü ortasında, geçtiğimiz temmuzda yapılan erken genel seçimler Erdoğan'ın partisine zafer getirdi ve bu da, kadınların başörtülü olarak üniversiteye girme yasağını kaldıracak kesin bir adım için yeterli çoğunluğu elde etmesini sağladı. Cumhuriyetçi milliyetçiler bu durumu hazmetmeyi başaramadılar.
Bu gelişme, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın hazırladığı iddianamenin konularından birini oluşturdu. AKP'ye karşı sunduğu iddialar arasında, üniversitede başörtüsü serbestliği getiren Erdoğan Hükümetinin amacının şeriata dayalı İslami bir devlet kurmak olduğu, bu yüzden iddianameyi sunmak için "planlarını gerçekleştirmelerini beklemenin mümkün olmadığı" belirtiliyor.
AKP'nin savunma hazırlamak için bir ay müddeti var. Anayasa Mahkemesi de en az altı ay bu konuyla uğraşacak. Karar, 11 üyenin en az yedisi tarafından kabul edilmek zorunda.
İTALYA BASINI
IL SOLE 24 ORE: "ERDOĞAN HAKİMLERE KARŞI: DEVLETE ZARAR VERİYORLAR"
ROMA, 02/04(BYE)--- Tirajı günde 500 bin olan ekonomi ağırlıklı Il Sole 24 Ore gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayısında, Vittorio da Rold imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
--AB, Başbakan Erdoğan'ı Savunuyor: Anlaşılmaz Karar--
Siyaseti zayıflatma gayretleri aynı zamanda devleti de zaafa uğratır. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dolaylı şekilde konuşmadı ve hakimlerin yetki alanları dışında kalan siyasi alanı işgali olarak yorumladığı girişimi her zamanki tarzına uygun bir şekilde sert dille eleştirdi.
Anayasa Mahkemesinin, ılımlı İslam partisi, Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılması ve aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan'ın da bulunduğu aynı parti üyesi 71 yetkilinin beş yıl süreyle siyasetten men edilmesi iddianamesini geçen pazartesi günü kabul etmesine rağmen, Erdoğan'ın hükümeti reformlar programını sürdürecek. Geçtiğimiz günlerde "adli darbe"den bahseden Başbakan Erdoğan, bu defa "Türk halkı özgürlük ve demokrasi istiyor" dedi.
Temmuz ayında gerçekleşen genel seçimlerde aldığı yüzde 46 oranındaki oydan güç alan Başbakan, partisinin demokratik şekilde seçildiğini ve bunun hiçbir zaman unutulmaması gerektiğini hatırlattı. AB Komisyonu da Erdoğan'ı savunmaya soyundu. AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn (AB Komisyonu Başkanı Manuel Barroso ile birlikte 10 Nisan'da Türkiye'ye gidecek), yargı organları tarafından ülkenin laiklik prensiplerini ihlalle suçlanan ve kapatılmakla tehdit edilen Başbakanın ılımlı İslam partisini savundu.
Rehn, sadece "anayasal ve demokratik düzeni yıkmak için şiddetin kullanılmasını isteyen" partilerin yasa dışı ilan edilebileceği görüşünü vurgulayan bir nota ile "Bunu haklı kılan herhangi bir durum göremiyorum" dedi. AB Dış Politika Temsilcisi Javier Solana da Türk Anayasa Mahkemesinin kararını "Fazla anlaşılabilir değil" şeklinde tanımladı.
Anayasa Mahkemesinin 11 üyesi pazartesi günü, Paris'te İzmir ile Milano Expo 2015 adaylığı arasındaki kararın verilmesinden iki saat önce, davanın yasalara uygun olduğu ve görülebilirliği kararını verdiler (ve borsa yüzde 3.1 oranında kayba uğradı). Uluslararası tepkiler veya yatırımcıların tepkileri ya da bu yasal sürecin AB'ye katılım sürecine vereceği etkiler gibi konular karşısındaki bu büyük kayıtsızlık, Kemal Atatürk tarafından kurulan devletin temel ilkeleri olan laiklik ve milli bütünlüğün Kemalist Türk müesseseler için nasıl da her şeyden önce geldiğini gösteriyor.
Uluslararası anlamdaki diğer tüm değerlendirmeler ve AB ile ekonomik ilişkiler ikinci plana atılıyor. Bu durum, önümüzdeki aylarda ülkedeki laikler ile İslam yanlıları arasında çıkabilecek çatışmaların bir sinyali. Ayrıca tüm bu durum sosyal gerginliklerin de yükseldiği bir ortamda cereyan ediyor: Dün sosyal güvenlik reformuna karşı gösteri yapan bir grup, Meclis önünde güvenlik görevlileriyle çatıştı. Aynı zamanda Credit default swap (Ülke riskini gösteren kredi eksiklik değiş-tokuş endeksi) de Türkiye için 300'ün üzerine fırladı ve Türkiye risk oranında Ukrayna, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Rusya'nın önüne geçti.
Unicredit yetkilisi Marco Ferrazzi, "Finans operatörlerinin algılarını gösteren bir endeks olması nedeniyle, bu sinyalin dikkatle değerlendirilmesi gerekmektedir" dedi.
KIBRIS RUM BASINI
FİLELEFTHEROS: "KİPRİANU: ASKER KALIRSA ÇÖZÜM OLMAZ"
LEFKOŞA, 31/03(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 31 Mart 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu, Kıbrıs'ta yabancı askeri güçlerin kalması halinde bir çözümün sağlanamayacağını söyledi.
Dışişleri Bakanı Kiprianu, işgal bölgelerini ziyaret eden Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın "asker çekilmeyecek" şeklindeki açıklamasına Slovenya'dan dönüşünde yanıt verdi ve "Yabancı askerlerin adada kalmasıyla çözüm olamayacağını" söyledi.
Kiprianu, Büyükanıt'ın söz konusu açıklamalarına ilişkin yaptığı açıklamada şunları söyledi:
"Yabancı askerler kalırsa çözüm olamaz. AB üyesi bir ülkede yabancı orduların bulunması mantıksızdır ve bu, tıpkı Başkan Dimitris Hristofyas'ın da birçok kez ifade ettiği gibi Kıbrıs sorununun çözümünün koşullarından biri olmalıdır."
--AKP'nin Kapatılması Konusu Brüksel'de Ele Alındı--
Türkiye'nin AB süreci ve Brüksel'in Türkiye'nin katılım müzakerelerinden bir başlığın daha açılması yönünde ilerlemekte olduğu şeklindeki haberlerin sorulması üzerine ise Kiprianu, Kıbrıs'ın Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinde ilerlemesine karşı olmadığını, ancak bu ilerlemenin, tıpkı diğer tüm AB'ye katılmayı isteyen devletler gibi, yükümlülüklerini ve belli kriterleri yerine getirmesi gerektiğini söyledi.
Kiprianu, Türkiye'nin iktidardaki partisinin kapatılması ve üyelerine siyaset yasağı getirilmesi yönünde Anayasa Mahkemesine yapılan başvurunun Slovenya'daki AB Dışişleri Bakanları Zirve Toplantısında ele alındığını belirtti. AKP'nin kapatılmasına ilişkin kararın hafta başlarında alınmasının beklendiğini ifade eden Kiprianu, bu konudaki gelişmeleri "endişeyle izlemekte olduklarını" söyledi.
Kiprianu, Kıbrıs'ın Türkiye'nin müzakere başlıklarının açılmasını "ilke olarak engellemediğini, ancak her başlığın kendi koşulları içinde ele alınması gerektiğini" söyledi.
FİLELEFTHEROS: "TÜRKİYE'DE KRİZ
LEFKOŞA, 02/04(BYE)--- Bağımsız, liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye'deki kriz gerçekten Kıbrıs'ı da etkiliyor. Kıbrıs sorununda gelişmekte olan perde arkası faaliyetleri etkiliyor. Adalet ve Kalkınma Partisinin yasaklanmasına ilişkin davanın açılması, şüphesiz Türkiye'de Kemalistler ile İslamcılar arasındaki iç çekişmeyle ilgilidir. Ancak bu durumdan bütün ülke etkileniyor. Öncelikle bu sürecin yıl içinde devam edeceğini vurgulamamız gerekiyor. Kimse bu davanın şu veya bu şekilde ne zaman netleşeceğini öngöremez. Sonuçta Türkiye Hükümeti geçekten bir mahkeme sürecinde mahsur kalacak. Köşeye sıkışacak. Çok zayıflayacak ve gerek iç gerekse Kıbrıs sorunu gibi dış konularda, yani hiçbir durumda hiçbir girişim üstlenemeyecek.
Türkiye'de, bir hükümeti yıkmasının olası olduğu bir sorun adaletin huzurunda askıda durduğu sürece gittikçe derinleşen kriz varken, Kıbrıs sorununda bir sürecin nasıl ilerleyebileceği hiç soruldu mu?
Kıbrıs sorununda, gerek Erdoğan hükümetinin gerekse askerlerin özünde aynı yaklaşıma sahip oldukları açıktır. Ancak bundan bağımsız olarak belirsizlik Ankara Hükümetini mahkeme sürecinin rehinesi olarak tutacak.
Aynı zamanda mahkeme tarafından, Adalet ve Kalkınma Partisinin yasaklanması olasılığının incelenmesine yönelik Başsavcının başvurusunun kabul edildiği açıklanmadan önce Avrupa Komisyonu genişlemeden sorumlu Üyesi Olli Rehn'in söylediklerini de vurgulamamız gerekiyor. Olli Rehn böyle bir gelişmenin Türkiye'nin üyelik sürecinin kesintiye uğramasına neden olabileceğini vurguladı. Haklı olarak bu böyle bir gelişme anlamına gelebilirdi.
Türkiye'deki bugünkü duruma ilişkin AB'nin sorumluluğu, değinilmeye değer başka büyük bir konudur (Sonuçta Türkiye'ye "ver" mantığı ile Ankara'ya giden mesaj uyum oyununu kendilerinin belirlediği yönündedir).
Bir sebepten dolayı Türkiye'deki gelişmeleri yakından takip ediyoruz: Erdoğan hükümetinin Kıbrıs'ı mahsur ederek zorlukları aşmasına yardımcı olacak hareketlerin olmaması için. Kovalandığımıza dair sendromlarımız yoktur, ancak önleyici ve caydırıcı bir şekilde hareket etmekle yükümlüyüz.
SİMERİNİ: "TÜRK GENERALLERİN YENİ SİYASİ DARBESİ"
LEFKOŞA, 02/04(BYE)--- Tirajı günde 17 bin olan fanatik sağ eğilimli, EOKA-B çizgisinde Simerini gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayısında, Savas Yakovidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye her üşüttüğünde, gribin virüsü hızla Kıbrıs sorununa da taşınır. Türkiye Anayasa Mahkemesinin, Adalet ve Kalkınma Partisinin yasaklanmasına ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusunu inceleme kararı alması Türk generallerinin yeni bir darbesini teşkil ediyor. Bu kez, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve AKP'den üst düzey kişilere karşı çevrilen siyasi darbe söz konusudur. AKP, Erdoğan ve Gül'ün aleyhinde olan 162 sayfalık iddianamede, Türkiye'yi devletin anayasal olarak güçlendirilmiş laikliğinden uzağa sürüklemeye çalışıldığı gerekçesiyle partinin yasaklanması isteniyor. Türkiye Başbakanı, Türkiye "ılımlı İslamcı Cumhuriyeti" olarak nitelendirildiği ve bu durumun özel Amerikan siyasetini teşkil ettiği için suçlanıyor.
Bunun ardından, eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın "Türkiye'nin laik demokratik devlet olduğunu" görmezden gelerek, Türkiye'yi yukarıda olduğu gibi yücelttiği açıklaması da iddianamede vurgulanıyor.
Erdoğan ayrıca, ABD'nin 2004 yılında Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yönelik ilan ettiği projeye katılmaktan da suçlanıyor. Bu projenin amacı, Türkiye prototipine göre bu ülkelere ılımlı İslamcı rejimin kurulması. Bunun birçok Türkün hoşuna gitmediği görülüyor, çünkü bu durum Türkiye'nin, Avrupa'dan çok Orta Doğu'ya ait olduğu izlenimini veriyor.
Türkiye'de ülkeyi kaosa ve siyasi istikrarsızlığa sürüklemesi ihtimali olan kriz nasıl yorumlanıyor? (Seçmenleri dindar Müslüman olan) Erdoğan ve (ordu ile mahkeme-hukuki sistemden oluşan) laik elit arasındaki yeni egemenlik hesaplaşmasının söz konusu olduğu aşikardır.
Türkiye, Kemal Atatürk döneminden yani Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana laiklik ve İslam arasında cebelleşiyor. Ordu, Atatürk'ün ortaya koyduğu ilkelerin ve laikliğin garantörüdür. Yaklaşık yüzyıl içerisinde ordu, sadece ülkenin en saygıdeğer, güçlü ve tartışılmaz kurumuna yükselmekle kalmayıp, aynı zamanda Türk ekonomisinin ve kamu hayatının büyük bir bölümünü kontrol eden çok güçlü ekonomik girişim haline geldi.
Birliğe giriş ihtimaline karşı, Türkiye ile müzakerelerin başlamasına yönelik AB'nin kararı, Atilla'nın ülkesinin hayata geçirmeye çağrıldığı tarihi ilerlemelerden biridir. Ama nasıl? Avrupa, insan hakları ve özgürlüklerine saygı temelinde, Türkiye'den Avrupalaşmasını, yayılmacı hareketlerini ve saldırgan politikalarını bırakmasını, demokratik kurumları benimsemesini ve hukuk devleti için çalışmasını istiyor.
Pratik olarak, Avrupa Türkiye'den bir devrim yapmasını istiyor. Açıkça emperyalist, fetihçi ve saldırgan güdüleri olan güçlü anlayış, zihniyet, davranış ve politikaya sahip bir ülke için kolay bir mesele değildir. Türkiye'de yeni krizin üyelik müzakerelerini etkilemesi de ihtimal dahilindedir. Kendisini AB'de istemeyenlerin eline koz veriyor. Diğer taraftan Ankara'nın -krizle maruz kalan Türkiye'ye baskı yapılmaması için yabancılar tarafından suçsuzluk belgesi olarak kullanılması olası olan- Kıbrıs sorunundaki tutumunu sertleştireceği neredeyse kesindir.
YUNANİSTAN BASINI
AİHM'İN "İSKEÇE TÜRK BİRLİĞİ" İLE İLGİLİ KARARININ YUNANİSTAN BASININDAKİ YANSIMALARI
ATİNA, 28/03(BYE)--- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin "İskeçe Türk Birliği" ve Rodop Kadınlar Birliği ile ilgili kararlarının Yunanistan basınındaki yansımaları şöyledir:
Eleftherotipia gazetesinde "Azınlık Birliklerine Karşı 'Hayır' Nedeniyle Avrupa Mahkemesinden Oy Birliğiyle Ceza" başlığıyla ve Hristos Zervas ve Nikos Russis imzalı haberde özetle şu ifadelere yer verilmiştir:
"Yunanistan'ın, ülkede azınlık derneklerinin açılmasına izin vermemesiyle ilgili tutumu nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince mahkumiyeti kesin karara bağlandı. AİHM'in söz konusu kararı İskeçe Türk Birliği ve Rodop Kadınlar Birliğiyle ilgiliydi. Aralarında 'ad hoc' hakim Petros Pararas (hazır bulunamayacağını belirten Hristos Rozakis'in yerine) ve Kıbrıslı Yorgo Nikolau'nun da bulunduğu Avrupa Mahkemesi hakimleri, Yunanistan'ın söz konusu derneklerin çalışmalarını engellemesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesinin ihlali olarak değerlendirdi. Yunan tezlerini çürüten kararlarda düşünce kapsamında 'yukarıda sözü geçen birliklerin gerçek amaçlarının Yunanistan'da bir etnik azınlığın olduğu düşüncesini yaymak olsa dahi, bu demokratik bir toplum için tehdit oluşturamaz' görüşü dile getirilmiştir. Aynı düşünce kapsamına göre, 'Bir ülkede farklı kültürlü azınlıkların olması tarihi bir olaydır ve demokratik bir toplumun bunu hoşgörüyle karşılaması, hatta uluslararası hukuk ilkelerine göre koruması ve desteklemesi gerekir'.
Karara göre, İskeçe Türk Birliğinin dağılması için Trakya Temyiz Mahkemesince alınan kararda, ortaya konulan delillerden dernek üyelerinin derneğin kuruluş amaçları dışında herhangi bir faaliyette bulunduklarının kanıtlanmadığı, dernek başkanı ve üyelerinin başkalarını şiddet kullanmaya, ayaklanmaya ya da herhangi bir şekilde demokratik ilkeleri reddetmeye davet ettiklerinin de kanıtlanmadığı kabul ediliyor. AİHM, ortaklık kurma özgürlüğünün, etnik kimliğine dair görüşlerini yasal olarak dile getirmeyi kişi hakkı sayıyor. Kararda, 'Kullanılan bazı görüş ya da kelimelerin şok etkisi yaratabileceği gerekçesiyle Makamlar tarafından kabul edilemez sayılabileceği kabul ediliyor', fakat 'bunların yayılmasının otomatikman kamu düzeni ve ülkenin toprak bütünlüğü için tehdit sayılmaması gereği de belirtiliyor' denilmiştir."
Haberde ayrıca, Yunan Makamlarının "Evros Azınlık Gençliği Derneği"nin yasal kuruluşunu tanımayı reddetmeleri nedeniyle geçen ekim ayında da buna benzer bir karar alındığı, ayrıca 2001 yılında azınlığa ait Florina sakinlerinden "Makedon Kültür Evi"nin kuruluşunun reddedilmesi üzerine Yunanistan'ın mahkum edildiği hatırlatılmış, son kararın sorunun özüne değindiği çünkü "Türk azınlık"tan doğrudan söz edildiği belirtilmiştir.
Haberde devamla, İskeçe Türk Birliğinin 1927 yılında kurulduğuna, "Türk" teriminin kullanılmaması kararının mahkemece 1983 yılında alındığına yer verilmiş ve bu kararın alınmış olmasına rağmen Yunan devletinin söz konusu dernek faaliyetinin kamu çıkarına karşı olduğunu kanıtlayan herhangi bir belge ortaya koymadığı vurgulanmıştır. Haberde, davaların tam 21 yıl sürmesi nedeniyle Avrupa Mahkemesinin Yunanistan'ın İskeçe Türk Birliğinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini de kabul ettiği ve tazminat olarak 8.000 avro ödemekle cezalandırdığı, bundan böyle Yunanistan'ın "Avrupa'nın öğütlerini" dinlemek ve etnik kimlik belirlemekle ilgili konularda tutum değiştirmek zorunda olacağı yer almıştır.
Yine Eleftherotipia gazetesinin, "Demokrasi ve Kamu Düzeni" başlıklı, hukuk doktoru Vangelis Mallios'un imzalı yazıda şu görüşler dile getirilmiştir:
"Mahkemece alınan (birincisi Hülya Emin'in Yunanistan'a karşı, ikincisi ise İskeçe Türk Birliğinin Yunanistan'a karşı başvurularıyla ilgili) iki karar, birbirine benzeyen iki konuyla ilgili. Birinci konuda, Yunan Mahkemeleri, derneğin adındaki 'Türk' teriminin Lozan Antlaşması'na aykırı ve kamu düzenine karşı olduğu gerekçesiyle 'Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği'ni tanımayı reddettiler. İkincisinde, 'Türk İskeçe Birliği' derneğinin amacının Yunanistan'da Türk etnik azınlık bulunduğunu yaymak olduğu gerekçesiyle derneğin dağılmasına karar verdi. Strasbourg Mahkemesi, Yunanistan'ı -hem de oybirliğiyle- suçlu bulmakta tereddüt etmedi. Net bir şekilde uyguladığı kanunlara uyum sağlayarak kamu düzenine karşı çıkmanın muğlak ve genel bir şekilde öngörülemeyeceğini, bunun derneğin sadece yasa dışı faaliyetlerde bulunması durumunda kabul edilebileceğini, bu durumda ise böyle bir hareketin kaydedilmediğini belirtti. Bununla birlikte, Yunanistan'da etnik bir azınlığın var olmasından söz edilmesinin, kendiliğinden kamu düzeni için bir tehdit olmadığını ve bir derneğin dağıtılması için geçerli bir gerekçe oluşturmadığını, bir devlette farklı kültürlü azınlıkların var olmasının tarihi bir olay olduğunu, demokratik bir toplumun bunu hoşgörüyle karşılamasının, korumasının ve desteklemesinin gerekli olduğunu vurguladı."
To Vima gazetesinde, "İskeçe'de hakların ihlaline dair Yunanistan'a mahkumiyet" başlığıyla yer alan haberde, AİHM'in söz konusu kararının Atina'nın zorlu gelişmelerle baş etmesinin gerekli olacağı mesajını gönderdiği öne sürülmüş, alınan kararla yeni derneklerin kurulmasına yol açıldığı görüşü savunulmuştur. Ayrıca, Ankara'nın bu karardan yararlanarak, Batı Trakya'daki Müslümanların koruyucusu rolünü geliştirmeye çalışacağı, bugün İskeçe'de kararla ilgili kutlamalar düzenlenmesinin beklendiği belirtilmiştir. Haberin son paragrafında, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgos Kumutsakos'un "Yunanistan Avrupa Birliği üyesi olarak AİHM'i destekliyor ve kararlarına saygı gösteriyor" şeklindeki açıklaması da aktarılmıştır.
Kathimerini gazetesinde, "Azınlık Üyelerinin Başvurularına Avrupa'nın Kararları" başlıklı Konstantinos Kallergis imzalı ve Brüksel çıkışlı haberde, söz konusu kararın dün açıklandığı belirtilerek, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kumutsakos'un açıklaması aktarılmış, aynı zamanda da hem İskeçe Türk Birliğinin hem de Rodop Kadınlar Derneği adına başvuruyu yapan Hülya Emin ile ilgili kararlara yer verilmiştir.
Eleftheros Tipos gazetesinde, "Avrupa Mahkemesi 'Türk Birliği'ni Tanıdı" başlığı ve Angeliki Spanu imzasıyla yayınlanan haberin çevirisi şöyledir:
"Yunan adaletinin yasaklamış olduğu iki 'Türk derneği' için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) dünkü kararından sonra, yeni azınlık derneklerinin kurulmasının yolu açılmaktadır.
Bugün Ksanthi'de (İskeçe), 'İskeçe Türk Birliği' tabelasının asılması için 10.000 kişinin katılımıyla bir şenlik düzenlenecektir. Söz konusu karar, iki derneğin üyelerinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin iki maddesinin (11. ve 6. maddeleri) ihlal edildiği gerekçesiyle açmış oldukları davalar sonucunda alınmıştır.
Yunan tarafından gelen ilk tepki, Yunan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kumuçakos'un yaptığı bir açıklamaydı. Kumuçakos açıklamasında, AİHM kurumuna saygı gösterilmesinden bahsetmiş, kararların inceleneceğini ve gerekli girişimlerin yapılacağını belirtmiştir."
Ta Nea gazetesinde, "Trakya'daki İki Azınlık Derneği Avrupa'da Hakkını Kazandı" başlıklı makalede AİHM tarafından kararların oy birliğiyle alındığı, bu kararın da Yunan ve Kıbrıslı hakimler tarafından da desteklendikleri belirtilmiş, ayrıca da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgos Kumutsakos'un açıklamasına yer verilmiştir. Bununla birlikte, AİHM'e başvurmaya hazırlayan avukat Orhan Hacıibram'ın, "Zaten beklenen bir karardı. Hakimler ve hukukçular bunu öngörmüştü. Türk Birliğinin ve üyelerinin Yunan devletiyle ve diğer Yunanlılarla paylaşacağı bir şey yoktu. Trakya'daki azınlığın bütün bu yıllar boyunca barışçıl tutumunun etnik kimlik belirleyen dernekler kurmayı amaçlama hakkını kazandırıyor"; İskeçe Türk Birliği Başkanı Ozan Ahmetoğlu'nun da, "Derneğimizin 25 yıldan bu yana verdiği mücadele şimdi haklılık kazandı. Yunan devletinin karara uyacağına ve derneğin tekrar açılmasına izin vereceğine inanıyorum" şeklinde birer açıklamada bulundukları aktarılmıştır.
Ta Nea gazetesinde ayrıca, "Şerefimizi Kurtardı" başlıklı, Atina Üniversitesi Anayasa Hukuk Profesörü Nikos Alivizatos imzalı yorumda, "Yunanistan'ın Trakya'daki azınlığın sadece Müslüman olarak değil, Türk olarak da kendisini tanımlama hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle Strasbourg Mahkemesinde oybirliğiyle mahkumiyete çarptırılması sadece anayasa hukukundan haberi olmayanları şaşırtmış olmalıdır. 2005 yılında Yüksek Mahkeme savcısı ve hakimlerinin, ülkemizin Avrupa'ya ait olduğunu akıllarından bile geçirmemiş olmaları üzüntü vericidir. Yunan "ad hoc" hakimin bu konuya ilişkin oyuyla ülkenin şerefini kurtarmasını saygıyla karşılamak gerekir" denilmiştir.
Ethnos gazetesinde, "Trakya; Avrupa Kararını Öne Sürerek Tahrik Etme" başlığıyla yer alan haberde, AİHM tarafından alınan iki kararın Gümülcine'deki Başkonsolosluğun etrafındaki bilinen çevrelerin harekete geçerek bölgede "karışıklık" yaratmasına olanak verdiği, dün İskeçe'de "Politia" eğlence salonunda azınlığın tutucu çevrelerin toplanmasıyla olaya bayram havası kazandırmak girişiminde bulunulduğu, bugün ise, İskeçe Türk Birliği bürolarında dernek başkanı Ozan Ahmetoğlu'nun "İskeçe Türk Birliği" tabelasını asacağı aktarılarak, ayrıca da AİHM'nin kararında Trakya'daki azınlığın "Türk" olarak tanımlanmadığı "Müslüman" olarak adlandırıldığı da vurgulanmıştır.
Avgi gazetesinde, "İskeçe Türk Birliği Tanınıyor" başlıklı Stamatis Sakellion imzasıyla yer alan haberde, kararın dün öğle saatlerinde internet sitesinde yer aldığı, bu tarihi derneğin tabelasının Denktaş'ın Kıbrıs'ta sözde devleti ilan etmesi üzerine indirildiği vurgulanarak, kararın Yunanistan demokrasisi için bir yenilgi olduğu ve Yunanistan'ın bu konularla ilgili politikasını yeniden gözden geçirmesinin gerekliliğinin ortaya çıktığı belirtilmiştir.
AEGEANTIMES: "TRAKYA'DA MÜSLÜMAN AZINLIK İLE SICAK YENİ BİR ULUSAL CEPHE AÇILIYOR"
ANKARA, 31/03(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi Aegeantimes'ın 31 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, Yannis M. Negris imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, aldığı kararla kendilerine Türk adı vermek isteyen Müslüman birliklerini haklı bulmak suretiyle Trakya'da, bu kez Trakya Müslüman Azınlığı ile ilgili olarak yeni bir sıcak cephe açıyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, 5 Aralık tarihinde Gümülcine'yi (Komotini) ziyareti sırasında tahrik edici bir şekilde Yunanistan'dan bizzat "Türk Azınlığının" tanınmasını istemişti. Hatta Babacan, Müslüman azınlığı üyelerini, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmaları konusunda teşvik etmişti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin oy birliğiyle aldığı kararında, Batı Trakya Müslüman Azınlığına mensup kişiler tarafından kurulan derneklerle ilgili iki durumda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Dernek veya kooperatif kurma özgürlüğü hakkında) 11. maddesinin ihlal edildiği belirtildi. Kararda ayrıca, Trakya Türk Birliği ve diğerleriyle ilgili olarak, sözleşmenin (Belli bir zaman süreci içinde özgür ifade hakkı konusunda) altıncı maddesinin birinci şıkkının ihlal edildiği bildirildi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgos Kumutsakos, konuyla ilgili bir soruya cevaben, AB'nin bir üyesi olarak Yunanistan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurumuna ve kararlarına saygılı olduğunu ve desteklediğini, bu kararları inceleyeceklerini ve gerekli girişimleri yapacaklarını söyledi.
ELEFTHEROS TİPOS: "PÖTTERİNG: TÜRKİYE İLE AB ARASINDA İMTİYAZLI İLİŞKİDEN YANAYIM"
ATİNA, 31/03(BYE)--- Tirajı günde 38 bin olan Eleftheros Tipos gazetesinin 30 Mart 2008 tarihli sayısında, Kostas Papahlimtzidis'in Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans Gert Pöttering ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans Gert Pöttering verdiği mülakatta, farklı konularda mesajlar verdi. Başkan, Tibet sorununa barışçıl yollardan çözüm bulunmadığı takdirde Avrupalı politikacıların Olimpiyat Oyunlarının açılış törenini boykot edecekleri yönünde Çin yönetimini uyardı. Türkiye'nin AB yolunun ülke meclislerinden geçtiğini hatırlattı. Son olarak da AB'yi terörizme karşı birleşik bir tavır takınmaya davet etti.
PAPAHLİMTZİDİS: Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinden mi, yoksa özel ilişkisinden mi yanasınız?
PÖTTERİNG: Türkiye'nin üyeliği için müzakereler devam ediyor, süreç açık bir süreçtir. Müzakerelerin tamamlanması için Türkiye'nin sistemimizi ve Avrupa değerlerini, yani yasal düzeni, demokrasiyi, insan haklarını kabullenme yönünde büyük çaba harcaması gerekir. Eğer üyelik anlaşması imzalanırsa, son söz bu anlaşmayı onaylaması gereken ulusal meclislerde olacaktır. Yani bu otomatik çalışan bir süreç değil. Üye ülkelerin meclisleri Türkiye'nin AB üyesi olup olmayacağına özgürce karar vermelidir. Avrupa Parlamentosuna ilişkin olarak ise bugün bir karar alınması gerekli olduğunu varsayıyorum, üyelerin çoğunluğu Türkiye'nin üyeliğinden yana oy kullanırdı. Kişisel düşüncemi soruyorsanız, imtiyazlı ilişkiden yanayım.
ETHNOS: "TÜRK-YUNAN GÜNDEMİNE KONU EKLİYORLAR"
ATİNA, 31/03(BYE)--- Tirajı günde 46.593 olan Ethnos gazetesinin 30 Mart 2008 tarihli sayısında, Hristos Telidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Atina aleyhine aldığı karar üzerine İskeçe Türk Birliğinin bulunduğu binaya zaman geçirmeden "İskeçe Türk Birliği" ismiyle tabela asması, önümüzdeki hafta Bükreş'te gerçekleşecek ve EYCM'nin isim konusunun görüşüleceği NATO Zirvesi arifesinde, Türklerin azınlıkla ilgili taleplerinin gündemini genişletme yönünde çaba sarf ettiğini "gözleyen" Atina'yı kaygılandırıyor.
Geçen hafta perşembe günü azınlığın İskeçe dışında gerçekleştirdiği etkinlikte tabelanın asılmasına ilişkin haber herkese duyuruldu ve Avrupa Mahkemesinin kararı alkışlar eşliğinde açıklandı. Ancak, Yunanistan'ın Türk azınlığı tanımadığı için cezaya çarptırıldığından söz edildiği dikkate alınarak, bazı kimselerin yanlış izlenim yaratmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bu gerçek dışıdır. Kararlar, bir araya gelerek dernek kurma hakkı ve kişinin kendi kendini tanımlama hakkıyla ilgilidir.
Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Ali Babacan'ın da birkaç ay önce Gümülcine'ye yaptığı ziyaret sırasında Avrupa Mahkemesine başvuru konularına değindiğini hatırlatmakta yarar var. Hatta Bakan "Türk azınlığına mensup soydaşlarını" uluslararası örgütlere başvurmaya teşvik etmişti. Sayın Babacan'ın açıklamalarından, Türkiye'nin Trakya'ya ve azınlığa ilişkin gündemine, Avrupa Mahkemeleri kararlarını da dahil etmeyi hedeflediği açıkça ortaya çıkıyor.
--Yukarıdan Baskılar--
"İskeçe Türk Birliği" tabelasının sıcağı sıcağına ve zaman kaybetmeksizin binaya asılacağı Atina'ya hemen ulaştı. Anlaşılan perde arkasında yoğun diplomatik gelişmeler de yaşandı.
Hükümetle çok iyi ilişkiler içinde olan azınlığın eski bir milletvekilinden alındığı tahmin edilen bilgilere göre, olaya, Türkiye'nin Gümülcine Başkonsolos'u Sayın Ahmet Rıza Demirer ve Doğu Makedonya ve Trakya Bölgesi Genel Sekreteri Dimitris Stamatis'in girişimleriyle tabelanın asılması ertelendi. Söz konusu "İskeçe Türk Birliği"nin Başkanı Ahmetoğlu Ozan gazetecilerle telefonla yaptığı görüşmede "bizim için ortada bir tabela konusu yok" dedi.
Böylece, İskeçe'de azınlık mensubu erkekler cuma öğlen saatlerinde Birlik binası yerine "Çınar Camii"nde buluştular ve sözde Müftünün katılımıyla Avrupa Mahkemesinin kararını farklı boyutlarıyla ele aldılar. Atanmış Müftünün gittiği "Servili Camii"nde çok az sayıda Müslüman toplanmıştı.
--Sakinlerin Tepkileri--
Resmî Gümülcine makamları Avrupa Mahkemesi kararlarının, tabelaların hemen asılacağı anlamına gelmediğini, Yüksek Mahkemeye başvurarak, henüz açıklamadıkları başka önlemlerle kararı temyiz etmeye çalışacaklarını bildirdiler. İskeçe halkının Avrupa Mahkemesi kararına dair tepkileri birbiriyle çelişkili. 80 yaşındaki Aleksandros Kotistis, "Azınlıkla sorunumuz yok, barış içinde yaşıyoruz, ancak bazı çevrelerin tahrik etmemesi gerekiyor" derken, eski bir gazeteci olan Gikas, "Sadece Ankara'daki bazı kurnazlar sorun yaratıyor" dedi ve Müslümanların oldukça çalışkan olduklarını, İskeçe'nin dağlık bölgelerinde yaşayan ve tütün üretimindeki kötü gidişat nedeniyle ekonomik sorunlarla karşılaşan Pomakların ise çalışmak ve ailelerini geçindirmek için Yunanistan'ın farklı bölgelerine hatta yurt dışına gittiklerini ekledi.
--Sözde Müftü Tahrik Ediyor--
İskeçe'nin sözde Müftüsü aynı zamanda da söz konusu "İskeçe Türk Birliği"nin ve "Danışma Kurulu"nun üst düzey üyesi olan Sayın Ahmet Mete, Türkiye ziyareti sırasında yaptığı konuşmada ayrımcı taleplerde bulunarak aşırı tezlerini ortaya koydu. 22 Mart 2008 Cumartesi günü Sayın Mete, Balıkesir Üniversitesinde yaptığı konuşmada, Yunan Müslüman azınlığın durumunu son derece olumsuz bir şekilde tarif ettikten sonra, azınlığın sözde çiğnenen haklarına değinerek "Türk Azınlığın" "Yunan Haç'ı altında yaşadığını" iddia etti.
Sayın Mete, Osmanlı İmparatorluğunun bıraktığı boşluktan faydalanıp 1913'te kurulan ve ancak bir buçuk ay hayatta kalabilen "Geçici Batı Trakya Hükümeti"nin (veya "Gümülcine Türk Hükümeti") bayrağına gönderme yaparak, "Bayrağımızın renkleri yeşil, siyah ve beyaz" dedi.
--Bölücü Faaliyetlere Davet--
Sayın Mete'nin, ülkenin toprak bütünlüğünü reddetmek anlamına gelen ve bölücü faaliyetlere davetiye çıkaran bu açıklaması oldukça önemlidir.
Azınlık konusunun kademeli olarak tırmandırılması, hükümetin üstlendiği büyük sorumlulukları ortaya koyuyor. Bunun nedeni yalnızca Erdoğan hükümetinin Batı Trakya'da vasi rolü üstlenmesini onaylaması değil, Türkiye'nin, ikili ilişkiler gündemine Trakya'da ve Onikiadalar'da azınlık konusunu dahil etmesine izin vermesidir (ki bu Sayın Bakoyanni'nin 8 Mart'ta Türkiye'ye hazırlıksız yaptığı, ortaya Rodos dahil azınlık konularının ortaya atıldığı ziyarette de doğrulandı).
Sayın Mete, şubat ayı sonlarında yine Ankara'yı ziyaret etmiş, Dışişleri Bakanı Sayın Ali Babacan, MGK Genel Sekreteri Sayın Tahsin Burcuoğlu ve Türkiye'deki siyasi ve dini kişiliklerle bir dizi temaslarda bulunmuştu.
AVGİ: "İKİ TARAF BİRBİRİNE DAHA YAKIN"
ATİNA, 01/04(BYE)--- Tirajı günde 2.019 olan Avgi gazetesinin 01 Nisan 2008 tarihli sayısında, Dimitris Sidiropulos'un Mehmet Ali Talat'ın Sözcüsü Hasan Erçakıca ve Kıbrıs Hükümet Sözcüsü Stefanos Stefanu ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Kıbrıs konusunun gidişatından memnun olduğunu söylüyor. Mehmet Ali Talat'ın Sözcüsü Hasan Erçakıca'nın söylediklerine göre, Mehmet Ali Talat, Dimitris Hristofyas ve ortaklarıyla anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp anlaşabilecekleri ortak noktalar arıyor.
Anlaşmanın sağlanması ve Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi bütün Kıbrıslıların ve Türkiye'nin çıkarına olacak. Çünkü Türkiye, ne önemli bir role sahip olduğu Orta Doğu'da, ne de Yunanistan ile Balkanlar'da NATO ve AB çerçevesinde birlikte hareket etmek konusunda ciddi bir engele sahip olacak. Kıbrıs Türk liderinin sözcüsü son olarak, Kıbrıs sorununun, herkesin aşılmasını istediği bir engel olduğunu ifade ediyor.
SİDİROPULOS: Kıbrıslı Rumların yönetiminde gerçekleşen ciddi değişiklikten sonra Kıbrıs'ın geleceğinden ümitli misiniz?
ERÇAKICA: Şimdi daha iyimseriz. Daha önce, Papadopulos- Hristofyas koalisyon hükümeti süresince, bütün ümidimizi yitirmiş olduğumuzu söyleyebilirim. Ancak, Sayın Dimitris Hristofyas'ın seçimlerden sonra sergilediği siyasi davranış bize çok umut büyük umut verdi. Seçilmesinde sonra yaptığı açıklamalarla ve Sayın Mehmet Ali Talat'la görüşmesinden bir gün önce her iki tarafın da gazetecilerine yaptığı basın toplantısıyla tüm şüpheleri sildi.
Sayın Hristofyas ile Sayın Talat arasındaki görüşmeler ve sonrasında gerçekleşen temaslar sonuç verdi. Sayın Hristofyas, gelecekte gelişme kaydedilmesine yönelik iyi niyetini Sayın Talat ile yaptığı görüşmeden sonra verdiği cevaplarla gösterdi. Sayın Hristofyas, öncelikle anlaşabildiğimiz konularda diyaloga başlayacağımızı, anlaşmazlıklarımızı da bir kenara bırakacağımızı açıkça söyledi. Bu açıklamaya biz de tamamen katılıyoruz. Kıbrıs sorunu uzun yıllardan bu yana var olan bir sorundur ve birçok konuda anlaşmazlık bulunuyor. Ayrıca geçmişte, her iki tarafın da kendi açısından baktığı olaylar meydana geldi. Bütün bu sorunları ilk günden çözebileceğimizi düşünüyorsak kesinlikle başarısızlığa uğrayacağız. Tabii bu, çözüme ulaşmak için fazla zamanımız olduğu anlamına gelmiyor, ancak önce olumlu noktalardan başlayıp kenara bıraktığımız sorunları daha sonra ele alabiliriz. Sayın Hristofyas ile Sayın Talat'ın üzerinde anlaştıkları taktik budur ve temsilcileri Sayın İakovu ve Sayın Nami de bu taktikleri izliyorlar. Bu taktik ve bu yaklaşım geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor.
--Engelsiz Olarak Ankara'da--
SİDİROPULOS: Her iki tarafın artık dost, vatandaş veya kardeş olarak, birbirlerinin sorunlarına anlayış göstererek, Ankara veya Atina'dan etkilenmeden müzakere ettiğine bizi inandırabilir misiniz?
ERÇAKICA: Son hafta gerçekten de iki tarafın düşman değil de, ortak kabul edilir bir çözüme ulaşabilmek için ortak noktalar arayan dostlar olarak müzakere ettiklerini gördük.
Aynı zamanda, hükümette olduğumuz süre boyunca Ankara tarafından herhangi bir engelle karşılaşmış olmadığımızı belirtmekte fayda var. Aynı zamanda, birer yabancı olarak Atina'nın da böyle bir yaklaşıma sahip olduğunu görüyoruz. Bizim Kıbrıs'ta bir çözüme ulaşmamız durumunda Ankara'nın, Atina'nın ve uluslararası faktörün bu çözümü kabul edeceğine ve destekleyeceğine inanıyorum. Bugünkü durum ne Yunanistan'ın ne müttefik olan Türkiye'nin çıkarlarına hizmet ediyor. Türkiye ve Yunanistan Balkanlarda birlikte hareket ediyor ve çatışmaları söz konusu olamaz. Düşünülecek olursa, Türkiye'nin Orta Doğu'da oynaması gereken çok önemli bir rolü var ve Kıbrıs sorunu onun için ciddi bir engel oluşturuyor. Kıbrıs sorunu, genel olarak Türkiye ve Yunanistan'ın NATO ve AB çerçevesinde birlikte hareket etmesi için önemli bir engel oluşturuyor ve bu engelin aşılmasını herkes istiyor.
SİDİROPULOS: Yani, Yunanistan'ın, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin, Türkiye'nin AB üyeliğine destek olmak için işbirliğinde bulunmalarının Kıbrıs sorununun çözümlenmesine yardımcı olacağını söyleyebilir miyiz?
ERÇAKICA: Bu çok zekice bir yaklaşımdır. Buna benzer bir öneriyi, Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Doğu Akdeniz ülkelerinin işbirliği yapması konusunda yapmıştı. Ancak, Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin ve tabii ki temsilcilerinin böyle bir işbirliğine başlayabilecekleri Kıbrıs için önce geçmişten kalan kötü anıları yok edip uğradıkları zararları telafi etmeleri gerekiyor. Böyle bir işbirliğiyle gelecek nesiller için hepimiz çok şey kazanacağız.
--Birleşme Karşıtları Kenara İtiliyor--
SİDİROPULOS: Türk kesiminde, Kıbrıs'ın yeniden birleşmesini istemeyen ve her türlü uzlaşmacı çözüme tepki gösteren güçler var mı?
ERÇAKICA: Kıbrıslı Türklerin yararına olacağını düşündüğümüz adanın yeniden birleşmesi fikrinden memnun olmayanlar da tabii ki var. İdeolojileri nedeniyle adanın yeniden birleşmesine karşı olan güçler var, ancak bizim görevimiz adanın yeniden birleşmesinden elde edilecek kazanımları halka anlatmaktır. İki taraf arasında, uluslararası örgütlerin ve güçlerin faal olarak destekleyeceği bir anlaşma yapılabilirse bu fikirleri destekleyenlerin hiçbir gücü kalmayacaktır. Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu Annan Planına "Evet" dedikleri zaman çözüm istediklerini kanıtladılar. Ancak, Kıbrıslı Türkleri ilgilendiren konu, kararların ve uygulamaların uluslararası alanda desteklenmesidir.
SİDİROPULOS: Bir anlaşma sağlanana kadar, Kıbrıs Rum topraklarında arsa almak isteyen yabancı uyruklulara izin vermemek gibi, Kıbrıslı Rumlara iyi niyetinizi gösterecek bazı önlemler alabilir miydiniz?
ERÇAKICA: Bu, Kıbrıslı Türklerin ekonomisi için büyük önem taşıyan bir konudur ve müzakerelerde ele alınacak. Bu, güven arttırıcı önlemler çerçevesine dahil edilebilecek bir konu değildir. Ele alınan insani konular var, fakat asıl hedef bu değil. Şu anda önemli olan şey, müzakerelerde iyi niyet göstermemizdir. Aynı zamanda, bildiğiniz üzere, Ledra Sokağı'nın açılması için anlaşmaya vardık ve önümüzdeki günlerde Ledra Sokağı açılıyor. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi, Sayın Tasos Papadopulos döneminde olanaksızdı.
--Stefanu: "Yabancıların Müdahalesi Olmadan Kıbrıslıların Yaşayacağı Bir Kıbrıs İstiyoruz"--
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas'ın sağ kolu olan Stefanos Stefanu, açık görüşlü ve Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için müzakerelerin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği hakkında yeni fikirlere ve anlayış biçimine sahip genç bir politikacı.
Stefanu, AKEL'in ve Cumhurbaşkanı Hristofyas'ın Kıbrıs sorununun çözümü için gerçekleştirilen müzakerelere nasıl baktığını net bir şekilde ortaya koydu. Kıbrıs halkının, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin çıkarlarına hizmet edecek, barış ve işbirliği sağlayacak ve yabancıların iç konularımıza müdahale etmelerine izin vermeden ülkemizi Kıbrıslıların yaşayacağı bir ülke haline getirecek bir çözüm istediklerini söyledi.
SİDİROPULOS: Sayın Stefanu, engellerin aşılıp Sayın Hristofyas ve hükümetinin üstlendiği çabanın sonuç vereceği konusunda iyimser misiniz?
STEFANU: Beklentimiz bu yöndedir. Engellerin aşılıp aşılamayacağı, oluşturulacak teknik heyetlerin ve çalışma gruplarının başlatacağı süreçte belli olacak. Beklentimiz çalışmaların sonuç vermesidir. Böylece, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için iki toplumun liderleri arasında doğrudan müzakerelerin başlaması için ön koşullar oluşacak. Biz, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi temelinde ve çözüm temeline ilişkin olarak tezlerimizi net olarak ortaya koyarak, sonuç elde etmek için sabırla iyi niyet göstererek konuları tek tek ele alacağız. Çünkü istediğimiz Kıbrıs sorununun çözümlenmesidir.
SİDİROPULOS: Bütün Kıbrıslı Rum politikacılar, hedefin, acı verici olduğunu kabul ettiklerini, ancak şu ana kadar kimsenin tarif etmediği bir uzlaşma olduğunu söylüyorlar. Çözüm sağlanması için atılacak en ufak bir geri adımın bazı çevreler tarafından ihanet olarak adlandırılmasından korkmuyor musunuz?
STEFANU: Kıbrıs Rum tarafı 1977'den bu yana gerçekten de geri adım atmıştır. İşgalin oluşturduğu koşullar içinde Başpiskopos Makarios iki toplumlu iki bölgeli federasyonu kabul ederek uzlaşı göstermiştir. Yani, 1960'ta kurulan devletin federasyon olmasını kabul etmiştir. Bütün bir devlete sahipken, federasyon oluşturmasını kabul etmek uzlaşmak demektir. Üstelik bu acı veren bir uzlaşmadır, çünkü bir federasyonda iktidarı da paylaşmak zorundasınız. Ancak bugün federasyon, işgalin açtığı yaraları kapatmak, işgal durumunun sona ermesi, Türkiye'den gelenlerin geri dönmesi, Kıbrıs toprağının, kurumlarının ve ekonomisinin birleşmesi ve bir federasyon temelinde Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin yaşayacağı ortak bir vatanın oluşturulması için tek çıkar yoldur. Bu federasyon çözümü, sınırlı bir gerçekçilik ve Kıbrıs sorunun çözümlenmesi için gerekli ilkeleri bir araya getiriyor. Biz herhangi bir çözüm değil, Kıbrıs halkının, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin çıkarlarına hizmet edecek, barış ve işbirliği sağlayacak ve yabancıların iç konularımıza müdahale etmelerine izin vermeden ülkemizi Kıbrıslıların yaşayacağı bir ülke haline getirecek bir çözüm istiyoruz. Kısaca, federasyon devleti çerçevesinde, Kıbrıslıların yaşayacağı bir Kıbrıs ve Kıbrıs halkının çıkarlarına hizmet edecek bir çözüm istiyoruz. Bir federasyon çerçevesinde, şartlara göre hakkaniyete uygun, işlevsel ve kalıcı bir şekilde Kıbrıs sorununu çözebileceğimize inanıyoruz.
--Hristofyas-Talat İlişkileri Geçmişe Dönüyor--
SİDİROPULOS: Artık bir anlaşma isteyen iki düşman değil de, vatanlarının ortak geleceğinden söz eden iki dostun müzakere başlattığını göz önünde bulundurursak, iki toplumun bugünkü liderleriyle, artık her iki tarafın da karşı tarafın sorunlarını kendi sorunuymuş gibi ele aldığını söyleyebilir miyiz?
STEFANU: Sayın Dimitris Hristofyas ile Sayın Mehmet Ali Talat arasındaki ilişkilerin geriye doğru döndüğü bir gerçek ve bu gerçek anlaşma sağlanması ve çözüm bulunmasına son derece yardımcı oluyor. Birbirini tanımayan iki kişi arasındaki konuşmayla, ekmeğini paylaşmış iki kişinin yaptığı konuşma arasında büyük fark var. Bu da yardımcı olabilecek bir faktördür ve öyle görünüyor ki yardım ediyor. Bunun dışında, iki liderin, bir bütün olarak Kıbrıs'ın çıkarlarını hedef alarak birer Kıbrıslı gibi hareket etmesi gerekir. Yani, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerin kaygı ve sorunlarını, görmeleri gerekiyor. Yine söylüyorum, ortak vatanlarında ortaklaşa iyi bir gelecek sağlamak için Kıbrıslı gibi davranmak bu anlama geliyor. Kıbrıs Cumhurbaşkanı konuya bu şekilde bakıyor ve umut ediyoruz ki, Sayın Talat da konuya bu şekilde yaklaşacaktır.. Beklentimiz budur. Çözüm olasılığı yaratmak için bu şekilde düşünmemiz gerekiyor.
SİDİROPULOS: Buna rağmen, Kıbrıslı Türkler bu tezlere katılıyor olsalar dahi, işgal ordusunun orada bulunduğu ve Ankara'nın ordu aracılığıyla bütün işgal kesimini, ayrıca Kıbrıs sorununu da kontrol ettiği kesin.
STEFANU: Kıbrıs sorununun çözüm anahtarının Ankara olduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Ancak bu, Kıbrıs Türk kesiminin hiçbir role sahip olmadığı anlamına gelmiyor. Bunun altını çizmek istiyorum, çünkü seçim öncesi dönemde, Kıbrıslı Türklerin bir rolü olup olmadığı konusu geniş bir şekilde tartışıldı. Biz her zaman, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs sorununun çözümlenmesinde rol oynayabilecekleri ve oynamaları gerektiği konusunda ısrar ettik. Kıbrıs Türk toplumu ve liderliğiyle arkadaşlık ilişkileri geliştirerek, iyi niyetle ve çok çalışarak bunun gerçekleşmesine yardımcı olmamız gerekiyor. Böylece, Ankara'nın kucağından kurtulmasına ve Kıbrıs'ın hakkaniyete uygun, işlevsel ve yaşamsal bir çözüme ulaşması için kendi tezlerini ifade etmesine yardımcı olmuş olacağız. Yapmamız gereken ve yapmaya başladığımız şey işte budur. Diğer yandan ise bu, Türkiye faktörünü bir kenara bırakmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Çözüm anahtarı Ankara'nın elinde bulunduğu sürece, Türkiye yönünde de hareket etmemiz gerekiyor. Biz, uluslararası faktörün Türkiye'ye yönelmesi ve Ankara'nın uzlaşmazlığı terk edip BM bildirileri, uluslararası ve Avrupa Hukuku ilkeleri temelinde, 1977 ve 1979'da yapılan anlaşmalara saygı göstermesini sağlamak için sahip olduğu tüm etkisini kullanması gerektiğini söylüyoruz. Bunun için de uluslararası faktörün Türkiye'ye yönelik faaliyete geçmesini sağlamamız gerekiyor. Kıbrıs Cumhurbaşkanı bunu halihazırda yapıyor. Hatta AB Zirve Toplantısında Avrupa liderleriyle ve Komisyon Başkanı Sayın Barroso ile temasları sırasında bunu net bir şekilde yaptı.
Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için yapılması gereken şeyler, ilk olarak, Kıbrıs Türk toplumuna ve uluslararası faktöre karşı girişimlerde bulunulması ve Türkiye'ye çözüme karşı çıkamayacağını anlamasını sağlayacak mesajlar gönderilmesidir. Aynı zamanda, Türkiye'nin AB üyelik sürecini, çözümün sağlanmasına yardımcı olacak bir araç olarak kullanmamız gerekiyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye'nin AB sürecini desteklemekle doğru hareket ediyor. Ancak bu, Türkiye'nin üstlendiği veya üstleneceği sorumlulukları uygulamasına paralel olarak gerçekleşmelidir. Aksi takdirde, bu süreç iptal edilmiş olacak. Taahhütlerin ve sorumlulukların yerine getirilmesi Türkiye'nin demokratikleşmesi ve uluslararası hukuk, uluslararası diplomasi ve uluslararası siyaset kurallarına uyum sağlaması anlamına geliyor. Aynı zamanda, Türkiye'nin daha demokratikleşmiş bir devlete dönüşmesi anlamına geliyor. Demokratikleşme sürecini yaşayan bir Türkiye ile anlaşmak, derin devletin kendine zorla kabul ettirdiği sabit tezlerine bağlı bir Türkiye ile anlaşmaktan çok daha kolay. Şu anda Türkiye'de yaşanan bazı olayların, özellikle de Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve partisi aleyhine açılan davanın bizi oldukça kaygılandırdığını belirtmem gerekir. Çünkü bu süreç içinde derin devlet yine ipleri eline alırsa -elinden bırakmış olduğunu söylemiyorum, özelikle Kıbrıs konusunda-, bu, geriye bir adım olacak.
KATHİMERİNİ: "KIBRIS... MEÇHUL KURBAN ANITININ ZAMANI GELDİ"
ATİNA, 01/04(BYE)--- Tirajı Pazar günleri 191.138 olan Kathimerini gazetesinin 1 Nisan 2008 tarihli sayısında, Atina Üniversitesi profesörü ve ELIAMEP Başkan Yardımcısı Thodoros Kulumbis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Kısa bir süre önce Lefkoşa'da düzenlenen (20-21 Mart) Türk-Rum forumunda adanın bunca büyük çileler çekmiş iki toplumu arasında ilişkilerin olumlu yönde kökten değişmeye başladığını memnuniyetle gördüm. Son iki yılda kaybolan Kıbrıslıların (1500 Kıbrıslı Rum ve 500 Kıbrıslı Türk) kimliklerinin tespiti konusundaki gelişmelerin tarafsızca sergilenmesinden sonra meçhul kurbanlara saygı amacıyla Yeşil Hatta üzerinde herhangi bir noktada, her iki toplum lideri tarafından bir anıtın inşa edilmesi önerildi. Öneri foruma katılan hem Kıbrıslı Rumlar hem Kıbrıslı Türkler tarafından büyük bir heyecanla kabul edildi ve yakında bu barışçıl adım için girişimlerde bulunacaklarını tahmin ediyorum. Gerçekten, ikiye bölünmüş olan bir toplum geçmişteki çarpışmalardan sadece bir tarafın sorumlu olmadığını, aşırı davranışlar için her iki tarafın da sorumlu olduğunu anlamaya başlarsa o zaman barış yolu iyice açılır.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofias ile Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat arasındaki yapıcı görüşmeden (21 Mart) sonra Kıbrıs konusunun 2008 yılında tarihi bir çözümle sonuçlanabileceği izlenimi güçleniyor. Olumlu-olumsuz faktörler, olanaklar, riskler var ve bunlar da -itiraf etmeliyiz ki çok iyimser olan- bu beklentiyi ya karşılayacak ya da yalanlayacak. Özellikle Kıbrıs'ta seçimlerden sonra şekillenen ortam olumlu bir faktördür. Adanın durumu gittikçe düzeliyor ve liderin uzlaşmaz ve reddedici tutumuna dair yöneltilen suçlamaların asılsız olduğu anlaşılıyor. Ülkedeki sisteme göre son söz Cumhurbaşkanına ait, bu nedenle yeni Cumhurbaşkanı, seçimlerin ikinci turunda kendisini destekleyen orta-sol partilerin denetimi altında olmayacağını açıkça ifade etti. Bu bağlamda yazın başlayacak olan iki toplum arasındaki müzakerelerde iki lider de en olumlu durumda ve mademki "Annan" adı Kıbrıs Rum çevrelerinde yasaklanmış durumda, bir "Hristofias-Talat planına" ulaşılabilir. BM'nin 24 Nisan 2004 referandumunda olumsuz sonuçlara yol açan üst hakemlik rolünden kaçınarak, sadece iyi hizmetler vermekle yetinmesi doğru bir hareket. Bununla birlikte eski Lefkoşa'nın iki kesimini birleştiren Ledra sokağındaki barikatın nisan ayı başlarında açılması gibi güven arttırıcı önlemler işlevsel ve kalıcı bir çözümün bulunması için gerekli ortamı hazırlayacaktır.
Ne yazık ki olumsuz faktörler Hristofias ile Talat'ın elinde değil ve bu aşamada Türkiye'deki özellikle olumsuz gelişmeler üzerinde durmalıyız. Ordunun (ve derin devlet olarak adlandırılan Kemalist devlet) ile Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkiler daha da kötüye gidiyor. Türk Başbakanın Türk üniversitelerinde bayan öğrencilere başörtü takma hakkı tanıyan yasayı Meclis'ten geçirmesine ilişkin isabetsiz kararından sonra ve Türk ana muhalefet partisinde iktidara karşı çok büyük bir güven sorunu varken, Kemalist ilkelerin ve laikliğin ihlal edildiği bahanesiyle Erdoğan, Gül ve daha 69 AKP milletvekilinin siyaset yapmalarının yasaklanması yönünde bir çaba başlatıldı. Birçok gelişme, Başsavcının talimat üzerine yaptığı anlaşılan başvurusunun Yüksek Mahkemece nasıl ele alınacağına bağlı. Sürtüşme aşırı noktalara ulaşırsa ve 2007 yılı seçimlerini büyük bir oy çokluğuyla kazanmış olan bir parti mahkeme tarafından siyasi açıdan intihar etmeye zorlanırsa, askerlerin ülkenin siyasi yaşamına yaptıkları müdahalelerde olduğu gibi geçmişin alışkanlıklarına geri dönüş kaydedilecek. Tabii bu tür bir gelişme Türkiye'nin Avrupa'nın demokratik yapısına üyeliği hayallerinin üzerine bir mezar taşı dikecek.
Ayrıca, Türkiye'deki iç gelişmeler bir yana, "genişleme yorgunluğunun" ve Türkiye'nin AB üyeliğine kaygı duyanlar arasında Fransa, Almanya ve Avusturya gibi önemli AB ülkelerinin gittikçe arttığını da belirtmekte yarar var. Buna Türk generallerin talihsiz Irak Kürdistanı'na operasyonlarını ilave edersek, net stratejik avantaja sahip oldukları tek konu olan Kıbrıs konusunda daha katı bir tutum benimseyecekleri sonucuna varacağız. Türkiye açısından durum son derece net; Avrupa ailesine üyelik ümidi canlı tutuldukça ve hükümet-asker sürtüşmesinden kaçınıldıkça, Ankara'nın Talat'ın uzlaşmalı tutumunu frenlememesi olasılığı da artıyor. Bu nedenle de 2008 yılı Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'nin kucağında yeniden birleşmesi denen konu için anahtar zamandır.
Türkiye'nin aksine diğer dış faktörler bu aşamada Kıbrıslılar arası müzakere sürecinde olumlu rol oynayacaklar. Yunanistan (Yunan partilerinin tümü) Kıbrıs hükümetinin Kıbrıs konusunu ele alma ve halkının kaderini kararlaştırma hakkına saygı gösteriyor, buna destek veriyor. Ege'de ılımlı bir Türk-Yunan ortamının sürdürülmesi ve komşumuz ülkeyle ekonomik düzeyde sürekli artan bağlılık (jeopolitik sorunların işlevsel bir şekilde bertaraf edilmesi politikası) Kıbrıs'ın Türk-Yunan ilişkilerindeki "dalgalanmalar" nedeniyle Türkiye'nin stratejik esiri olması kaderinden kurtarıyor. İngiltere'ye, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin üçüncü garantör gücüne gelince, İngiliz üslerinin kalıp kalmayacağı konusunun kesinlikle planlanan çözüme bağlanmaması gerekir. Gerçekten, 1960 yılında üç garantör güç öngörüsü olmasaydı, bağımsız Kıbrıs varlığının kaderi ne kadar farklı olacaktı! Avrupa faktörüne gelince, Türkiye'nin Brüksel yolundan (ne kadar uzun görünse de) zaten söz ettik. Son olarak ABD açısından da koşullar son derece olumludur. 2008 yılı iyi ki Amerikalılar için seçim yılı, böylece Amerika Yunan-Amerikan toplumunun etkisi yönünde daha bir duygusal davranıyor.
Tüm tarafların sabrı ve dikkatli davranışı sayesinde Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için bir ümit perdesi açılıyor. Fakat kalıcı bir çözüm için geçmişteki aşırı taleplerden uzak durmalıyız. Kıbrıs konusunda en kötü danışmanlarımız art arda iktidara geçen liderlerimizin siyasi maliyet ödeme korkusu, halkın duygusallığı ve stratejik güç dengelerini okuma yeteneğine sahip olmamamız ve istenilen ile mümkün olan arasındaki farkı göremememizdi.
APOYEVMATİNİ: "HEM 'TÜRK' BİRLİKLERİ HEM ŞERİATA BOYUN EĞMEK"
ATİNA, 02/04(BYE)--- Tirajı günde 14.923 olan Apoyevmatini gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayısında, Sofia Vultepsi imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Trakya'daki azınlık derneklerinin isimlerinde "Türk" terimini kullanmaları hakkını tanıması, hem eski tarihli anlaşmaların değerlendirilmesi açısından hem de insan haklarının savunulmasının ardında gizli siyasi art niyetler açısından bizi düşündürmeli.
Yargıçlar çağdaş örnekler temelinde karar verdiler ve "Türk" teriminin kullanılmasının, İstanbul'da Rum azınlığı, Trakya'da ise Müslüman azınlığı tanıyan Lozan Antlaşması'nın nüfus mübadelesine ilişkin maddesini ihlal ettiğini göz önünde bulundurmadılar. Hatta "Müslüman" terimi Türk tarafının fikriydi, hedefi de bu nüfusa Pomakları, Türk asıllıları ve Romanları da dahil etmekti. Türkiye kendi topraklarındaki azınlıkları kaydetmemek için "dini azınlık" ifadesini tercih ediyordu.
Amerikalı yetkili 2006 yılının Kasım ayında "Eleftherotipia" gazetesine verdiği mülakatta, "Lozan Antlaşması çok önemlidir, ancak ulusal hukukun son kelimesi değil" demişti. Ancak, Lozan Antlaşması Türkiye ve Yunanistan için bir iç hukuk oluşturmuştur. Yaklaşık aynı dönemde yeni ortaya çıkan ve biri "Trakya Ulusu" ismini taşıyan iki örgüt Bulgaristan'da Türk azınlığı konusu başlattı!
Diğer yandan, iki yıl önce, AB Parlamentosunun Yetkili Raportörler Komisyonu "İskeçe Türk Birliği" derneğinin kapatılması konusunda Yunan tarafını destekleyerek, Batı Trakya 463 Yunanlı Müslümanın dilekçesini reddetti. Komisyona göre, azınlığın ne olduğuna dair herkes tarafından kabul edilir bir terminoloji yok.
Ancak AİHM farklı düşünüyor. Bu da uluslararası alanda bir fikir kargaşasının olduğu anlamına geliyor. Kargaşa ortamı çok tehlikeli sonuçları olan durumlar yaratabilir. Ancak, Trakya'da şeriatın uygulanması kabul edilemez. Mahkeme, kadın haklarını ihlal ettiği için bunun kabul edilemeyeceği kararına vardı. Doğru. Ancak şimdi, hem müftüler şeriatı uygulamaya devam edecek hem çok konuşulan terimi içeren isme sahip dernekler kurulacak hem de Türkler propagandalarının merkezi olarak Başkonsolosluğu kullanmaya devam edecekler.
2004 yılında Müslüman Azınlığın Başkanı (metinden aynen) tüm Müslümanları Olimpiyat Oyunlarını boykot etmeye davet etmişti. Bütün bunları görmemiz gerek, çünkü mahkemeler kendilerine verilen delillere dayanarak yargılıyor.
İSVİÇRE BASINI
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "TÜRKİYE'DE HUKUKİ DARBE TEŞEBBÜSÜ"
BERN, 01/04(BYE)--- Tirajı günde 143.800 olan Neue Zürcher Zeitung'un 1 Nisan 2008 tarihli sayısında, Cyrill Stieger imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Demokratik kuvvetler ayrılığı olup da, Yargıtay Başsavcısının hükümet partisinin kapatılması ve aralarında Başbakan ve Cumhurbaşkanı da olmak üzere onlarca siyasetçiye beş yıllık siyaset yasağı konması başvurusunu yapabildiği başka bir ülke herhalde yoktur. Söz konusu da öyle bir parti ki, geçen temmuz ayında ezici bir seçim zaferi kazanmıştı. Anayasa Mahkemesinin kabul ettiği başvuru, Başbakan Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisinin İslami bir devlet kurmak istemekle, böylece de Anayasa'da yer alan laikliğin Kemalist temel prensibini ihlal etmekle gerekçelendiriliyor. Kendi kendilerini devletin kurucusu Kemal Atatürk'ün mirasının koruyucusu ilan etmiş olanlar, bunun her halükarda engellenmesi gerektiğini söylüyorlar.
Böyle bir argümantasyon birçok açıdan kuşkulu. Erdoğan'ın partisi gerçi İslami kökenli. Ancak beş yıllık görev süresi boyunca en azından ulusal boyutta pek İslamlaşma belirtileri yoktu. Aksine: Türkiye AB katılım adayı. Sözde laiklerin hükümet partisinin laiklik prensibini ihlal ettiklerine dair suçlaması ikiyüzlülüktür, zira Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet hiçbir zaman gerçek anlamda laik olmadı. Devlet dine hükmediyor ve Sünni İslam'ı kendi keyfince şekillendiriyor. İki alanın birbirinden ayrılmasından bahsedilemez. Müslüman Aleviler ve Hristiyanların da işine gelecek şekilde bu denetimi gevşetmeye çalışan Erdoğan'ın İslamcı-muhafazakâr partisi. Erdoğan'a karşı bu hukuki hareket tarzı, yaptığı yorumla devletin çıkarlarını hukukun ve halkın iradesinin üstünde tutan yargı için bir fukaralık belgesi teşkil ediyor. Bunun demokratik kuvvetler ayrılığıyla hiçbir ilgisi yok.
Kemalistlerin, Erdoğan'a karşı tutumları muhtemelen başörtüsü yasağının kaldırılmasına ve kısa bir süre önce önde gelen aşırı milliyetçilerin ve Kemalist devlet doktrininin radikal savunucularının tutuklanmalarına yönelik bir karşı darbe niteliği de taşıyor. Fakat bu aynı zamanda, şu anda seçimlerle iktidara gelme şansı olmayan ve bu nedenle perişan pozisyonlarını başka yöntemlerle savunmak için her şeyi yapan laiklerin hukuki darbe teşebbüsü. Böylece Kemalistler kendilerini, katı yorumlarıyla Atatürk'ün prensiplerinin Türkiye'nin demokratikleşmesinin ve modernleşmesinin önünde bir engel olduğu anlayışına da kapatıyorlar. Hükümet partisini yasaklama ve bu partinin siyasetçilerini ortadan kaldırma gayreti, Abdullah Gül'ün ağustosta cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle son bulduğu sanılan iktidar savaşının başka bir etabı.
Şayet hükümet partisi bir şeyle suçlanacaksa, o da reform coşkusunun tavsamış olması. AB entegrasyonunda pek ilerleme yok, vadedilen yeni Anayasa'dan eser yok, Türklüğe hakarete cezai müeyyide öngören 301. madde hâlâ değiştirilmedi veya kaldırılmadı. İstanbul'daki liberal çevrelerde hayal kırıklığı büyük ve muhafazakar-İslamcı partinin bir modernleşme isteyip istemediği yönündeki kuşkular artıyor. Haklı olarak bu demokratik reformların temmuzdaki ezici seçim zaferinin ardından şimdi değil de ne zaman ele alınabileceği sorusu soruluyor. Hükümet partisinin yasaklanmasına ilişkin davanın resmen başlamasıyla aylar sürecek hukuki bir çekişme başlıyor. Türkiye böylece şiddetlenen bir iç siyasi ihtilafa doğru dümen kırmış oluyor. Bu durumda acilen gerekli reformlar yarı yolda kalabilir.
DER RHEINTALER: "HÂKİMLER HÜKÜMETİ YASAKLAYACAK MI?"
ANKARA, 01/04(BYE)--- İsviçre'de yayımlanan Der Rheintaler gazetesinin 1 Nisan 2008 tarihli internet sayfasında, Jan Keetman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan İstanbul çıkışlı haber/yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye Anayasa Mahkemesi iktidardaki AKP'nin kapatma davasını oy birliğiyle; siyasi faaliyetlerden men edilmek istenen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili kısmı ise oy çokluğuyla kabul etti.
Anayasa Mahkemesi hâkimleri, AKP'nin kapatılmasının yanı sıra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kabinesinde yer alan beş bakan, 40 milletvekili ve AKP'nin başka önde gelenleri hakkındaki iddianameyi, fire verilmeden oy birliğiyle kabul ettiler.
--Başörtüsü Kavgası Tetikledi--
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya 14 Mart tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu AKP ile ilgili kapatma davasına ilişkin iddianamesini, AKP'nin "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olduğu şeklinde gerekçelendirmişti. Yalçınkaya, iddianamesinde hükümet partisinin laiklik karşıtı tutumlarını, Erdoğan'ın geçmişteki konuşmalarından alıntılar toplayarak ve başka olgularla ortaya koymaya çalışmasına rağmen Meclis çatısı altındaki çoğunluk tarafından Türkiye'deki üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırma denemesinin iddianamesinin asıl çıkış sebebini oluşturduğunu dolaylı olarak itiraf etti.
AKP'nin karşısındaki unsurların bundan önceki günlerde davanın açılmasından yana olduklarını göstermiş olsalar dahi dava kabulüne dair Anayasa Mahkemesi heyetinden çıkan oy birliği kararı Türk medyası için bile sürpriz olmuştur. Kararı dün öğleden sonra duyuran Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Alifeyaz Paksüt bu konuya ilişkin yorum yapmaktan ısrarla kaçındı ve basın mensuplarının sorularını yanıtsız bıraktı. Davanın aylarca sürmesi bekleniyor.
--Anayasa Değişikliği Olacak mı?--
Bu arada AKP cephesinde çoktan, Anayasa'da yapılacak bir değişiklikle Anayasa Mahkemesinde açılan davanın, üstesinden gelme planları yapılıyor. Muhalefetin AKP'yi Mecliste desteklemeye fazla rağbet etmemesi, söz konusu Anayasa değişikliğini referanduma götürme olasılığını gündeme getiriyor.
Ancak böyle bir adım konusunda AKP sıralarından dahi uyarılar yükseliyor, zira böyle bir hamleyle devlet içindeki laik elitlerle süregelen gerilimin sadece daha fazla artmasından korkuluyor.
--AB'nin Telkinleri Görmezden Geliniyor--
Hafta sonunda AB'nin genişlemesinden sorumlu üyesi Olli Rehn, AKP kapatma davasına ilişkin uyarılar yapmıştı. Bunun AB ile üyelik müzakerelerinin dondurulmasına neden olabileceği söylendi. Böylelikle Rehn, Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın bir uyarısını teyit etmiş oldu. Gelişmeler Türk ekonomisinde de büyük huzursuzluğa yol açıyor. İbreyi zaten aşağı çevirmiş olan borsanın düşüşü daha da sertleşti ve son günlerde uzun süredir istikrarlı olan Türkiye ekonomisini dahi sardı.
--Reform Politikaları Namlunun Ucunda--
Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e dair davaya da onay vermesi gerilime neden oldu. Ancak dava dilekçesindeki iddialar Cumhurbaşkanından ziyade Başbakan Erdoğan üzerine yoğunlaşıyor.
Mahkemenin, Erdoğan'ın milletvekilliğini düşürmesi hâlinde Başbakan, makamından olurken; Gül, siyasetten men edilmesi durumunda dahi görevine devam edebilecek.
Bu yüzden davada kişilerden ziyade halkın oylarıyla seçimle iktidara gelmiş Erdoğan hükümetiyle onun reform planlarının siyasi geleceğinin kaderi söz konusu olacak.
TAGES-ANZEIGER: "TÜRK DEMOKRASİSİNE DARBE"
BERN, 02/04(BYE)--- Tirajı günde 216.400 olan Tages- Anzeiger gazetesinin 2 Nisan 2008 tarihli sayısında, Kai Strittmatter imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:
Komedi devam ediyor. Türkiye'de yargı, hükümeti yasaklamak üzere. Hükümetteki AKP gerçekten yasaklanırsa bu darbeden farklı bir şey olmaz. Sadece bu defa yargıçlar askerlerin işini halletmiş olur.
İddianamede, Cumhuriyetin laik düzeninin yıkılması girişiminden söz ediliyor. Bu saçmalık ve sadece bir bahane. Yargıtay Başsavcısının yasaklama başvurusunun nedeni, AKP'nin üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırma atağıydı. Bu İslamcılık mı? Tabii ki hayır. Avrupa'nın hiçbir üniversitesinde, hatta katı laik Fransa'dakilerde bile başörtüsü yasak değil. Ve Türkiye'de ne de olsa kadınların üçte ikisi başörtüsü takıyor ki, liberal Türkler de bundan dolayı çoktandır üniversitelerde başörtüsüne izin verilmesini istiyorlar.
Hayır, AKP'nin gerçek suçu herhalde başka bir şey: Çok popüler, -ülkenin demokratikleştirilmesi de dahil- çok başarılıydı. Kurulduğundan beri devleti kendi malı ve halkı da idare edilmesi gereken kara cahil bir kitle olarak gören eski elitler, kendilerini kenara atılmış hissettiler. Bu sınıfın mensupları kendilerine laik diyor, takım elbise ve gece elbisesi giydikleri klasik müzik konserlerine gidecek anlamda Batılılaşmış durumdalar. Ancak içsel olarak otoriterler ve liberallikten oldukça uzaklar, kendi ülkelerindeki azınlıklara tıpkı yabancı ülkelere olduğu gibi kuşkuyla bakıyorlar. AB'ye karşı ise, Kürtlere ve Hristiyanlara daha fazla hak için sürekli bastırdığından, zaten kuşkulular. Eski sisteme göre bu, devleti zayıflatmak için bir hile. Ağızlarında sürekli bir modernlik lafı dolaşıyor ve bununla kastettikleri de kutsal Atatürklerinin daha hayatta olduğu 20'li, 30'lu yılların modernliği.
Bu sınıfın temsilcilerinden biri, örneğin özel bir görüşmede, "Gerçi oyların sadece yüzde 30'una sahibiz, ancak kültürün yüzde 80'ine ve silahların da yüzde 90'ına" diyen İstanbul'daki bir profesör. 11 Anayasa Mahkemesi yargıcının çoğu da bu kesimin temsilcisi. Türkiye'nin merkez sağına hakim olan ve bu esnada liberal reformlar yapan muhafazakar bir AKP, bu kesim için gerçekten gizli İslamcı olabilecek bir AKP'den çok daha büyük bir tehlike oluşturuyor. AKP son seçimlerde Mecliste salt çoğunluğu kazandı. Gerçek İslamcı bir parti Türkiye'de halktan asla destek görmezdi.
Yasaklama davası -sonuç ne olursa olsun- ülkenin açılımına, demokrasiye ve vatandaş haklarına ve ülkenin Avrupa'ya yakınlaşmasına vurulan bir darbedir. Avrupalılar için asıl ikilem de burada yatıyor: AKP karşıtları zafere ulaşırsa, Türkiye ile yapılan AB katılım müzakerelerinin kesilmesi mantıklı tepki olacaktır. İşte bu da demokratik olmayanlara verilebilecek en güzel hediye olur. Belki de müzakerelerin dondurulması tehdidinde bulunmak lazım.
ABD BASINI
AP: "OLLİ REHN TÜRKİYE'Yİ İKTİDAR PARTİSİNE YÖNELİK KAPATMA DAVASI KONUSUNDA UYARDI"
BRDO PRI KRANJU/SLOVENYA, 29/03(AP)(BYE)--- Jan Silva bildiriyor:
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn bugün, Türkiye'de İslami eğilimli iktidar partisini yasaklama girişimlerinden duyduğu endişeyi dile getirerek ülkenin AB'ye üyelik davası açısından bir takım ciddi yansımaları olabileceğini ima etti.
AB dışişleri bakanlarının bir araya geldiği Slovenya'da basına konuşan Rehn, "Normal bir Avrupa demokrasisinde bu türden bir siyasi mesele parlamentoda tartışılıp sandık başında sonuca bağlanmalıdır, mahkemede değil" dedi.
Artan bir endişe ve şaşkınlıkla izlediği davanın Türk Anayasası'nda ciddi eksiklikler olduğunu ortaya çıkardığını ifade eden Rehn, bir ülkenin demokratik yükümlülüklerini ihlal etmesi halinde AB'nin katılım sürecini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacağını belirtti.
Rehn bu noktada, "Anayasa Mahkemesindeki yargıçların, Türkiye'nin AB'ye katılma ve işleyen bir Avrupa demokrasisi olma hedefini göz önünde bulunduracaklarını umuyorum" diye konuştu.
Rehn son olarak, hükümetin serinkanlılığını koruyup AB tarafından talep edilen reformları uygulamaya devam etmesinin önemini vurguladı.
BAE BASINI
KHALEEJ TIMES: "İHTİLAFLARI ÇÖZECEK ANAHTAR 'YUMUŞAK GÜÇ'TÜR"
ANKARA, 01/04(BYE)--- BAE'de İngilizce yayımlanan Khaleej Times gazetesinin 28 Mart 2008 tarihli sayfasında, Cemile Kadir imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Abdullah Gül ile yapılan (20 Mart 2008) mülakatın çevirisi şöyledir:
Yumuşak bir dille konuşan, ama görüşlerinde sert, İslami siyasetten gelme olup Türkiye'nin laik anayasasına bağlı bir dindar Müslüman, Türkiye'nin onbirinci Cumhurbaşkanı, karizma sahibi Abdullah Gül, Türklerin bir gün belki de "Yeni Atatürk" diye anacakları bir isim.
Siyasi geçmişine rağmen Gül ılımlı-muhafazakar-reform yanlısı ve AB yanlısı çizgisiyle isim yaptı, özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin dışişleri bakanlığı görevini yürüttüğü dört yıl boyunca. Türkiye'nin dışişleri bakanı olarak ülkesinin AB'ye katılım girişimini yürüterek siyasi ve ekonomik reformlardan yana tavır aldı. Gül ayrıca, Avrupalı mevkidaşlarıyla yakın ilişkiler geliştirip komşu ülkelerde ve Orta Doğu'da sorunların çözümü yönündeki çabaları koordine etti.
Gül'ün Dışişleri Bakanlığı sırasında Türkiye, Arap ve Müslüman alemiyle yakın ilişkileri ilerletti. Dış Ticaret Müsteşarlığınca açıklanan rakamlara göre, Türkiye'nin komşu ülkelere ihracatı geçen yıl yüzde 35.5'lik bir yükselişle 40.5 milyar dolara ulaştı. Yedi komşu ülkeye yapılan ihracat yüzde 28.5 artışla 11.1 milyar dolara çıkarken, Irak bu miktarda 2.8 milyar dolarla en büyük paya sahip idi. 45 bölge ülkesine yapılan ihracat ise yüzde 38.4 yükselişle 29.4 milyar doları buldu ve Rusya 2007'de Türk mallarının en büyük alıcısıydı. İhracat bu yılın ilk çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 39.9 arttı.
Şubat ayında Türkiye Cumhurbaşkanı ülkesinin BAE ile bağlarını daha da kuvvetlendirmeye dönük kararlılığını yineledi. BAE-Türkiye Ortak Komitesinin Ankara'daki toplantısının ardından, iki ülke özel sektörlerinin ekonomik reformlarla sağlanan fırsatları değerlendirmesi gerektiğini söyledi. İki ülkenin gelecek iki yılda aralarındaki ticaret hacmini 10 milyar dolara çıkarmaları bekleniyor. Türkiye'de her kesimden insana şu soruyu sordum: "Yeni Cumhurbaşkanı hakkında ne düşünüyorsunuz?"
İlginçtir ki, doğal olarak da diyebiliriz, Ankara'da taksi sürücüsünden işadamına, İstanbul'da Sultanahmet'te tüccarlara kadar kime sorduysam "Cumhurbaşkanı Gül için son 30 yılda Türkiye'deki en iyi şey" dediler. Cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından Parlamentodaki yemin töreninde yaptığı konuşmada Gül, Türkiye'nin laik değerlerine bağlılığına vurgu yaparak "Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden biri olan laiklik toplumsal barışın bir kuralıdır. Kapım herkese açık olacaktır" demişti.
Geçen hafta başkent Ankara'nın kalbi Çankaya'da Cumhurbaşkanlığı Köşkünde Khaleej Times'a da kapısını açtı. 20 Mart'ta kendisiyle yaptığımız görüşmede, Cumhurbaşkanı bizimle hem bölgesel hem de küresel meselelerle ilgili görüşlerini paylaştı.
Aşağıda bu görüşmeden alıntılar yer almaktadır:
KADİR: Bölgedeki anlaşmazlıkları çözmede BM'ye düşen rol nedir?
GÜL: Bölgesel sorunların içinden çıkmak zaman alacaktır, ancak bu tek bir kişinin değil, pek çok ülkenin sorumluluğu olacaktır. Akıl dışı kararlar ve eylemlerle bu sorunlar çözülmez. BM, Güvenlik Konseyini devreye sokup özellikle de yumuşak güç ve araçlar eşliğinde, yeni politikaları hayata geçirmek durumundadır. Dinler ve kültürler arasındaki farklara vurgu yapmak yerine bu farklılıkların giderilmesi teşvik edilmelidir. Bu bağlamda, BM şemsiyesi altında medeniyetler ittifakı önemli bir inisiyatiftir. Bu, Türkiye ve İspanya'nın başını çektiği, pek çok ülkenin de olumladığı bir inisiyatiftir. Doğabilecek sorunlara çözümler geliştirmek amacıyla oluşturulmuştur. Benim "yumuşak güç" ile kastettiğim de budur.
SORU: Ama BM Kofi Annan döneminde bile sorunları çözmeyi başaramadı. Yeni Genel Sekreter Ban Ki-moon döneminde neler olabilir?
GÜL: İnanıyorum ki Ban Ki-moon, BM Genel Sekreterliğini çok verimli bir biçimde yürütecek. Güney Kore Dışişleri Bakanlığı yapmış biri olarak küresel meseleleri iyi biliyor. BM'den ilgilenmesi beklenen sorunların üstesinden gelmek için gerekli araçların kendisine sunulması gerektiğine inanıyorum. Şunu anlamalıyız ki dünya, BM'nin kuruluşundan bugüne çarpıcı biçimde değişti. Dolayısıyla zamana ayak uydurmak için değişime ihtiyaç vardır. Ancak bir reform arzusu doğduğunda BM içinde, bu süreci kesintiye uğratan çatışmalar söz konusuydu. Hatta işe yaramıyor diye örgütün feshedilmesini isteyenler oldu. Ben böyle düşünmüyorum. BM'yi daha güçlü kılacak daha fazla şey yapılmasını istemek hakkımız, ama bu, bu örgütün yapageldiği iyi şeyleri görmezden gelmemizi gerektirmez.
SORU: Türkiye'nin bölge ülkelerine yönelik politikası ne olacak?
GÜL: Türkiye bu bölgenin güvenlik ve istikrarına büyük önem atfetmektedir. Dış politikamızda demokrasi, ekonomi ve hukuk düzeni anlayışı hakimdir. Sorunların çözümünde diyaloğun yararına inanıyoruz. Bölgemizin refahı için başlıca hedefler ekonomik işbirliği ve ticarettir. Büyüme, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, yaşam kalitesi ve iyi yönetime dayandırılmalıdır. Demek istediğim "yumuşak güç" ile.
SORU: Bu politika alkışlanmaya değer ve "yumuşak güç" hoş, ama ABD iradesini diğer ülkelere dayatmak için kaba güç kullanıyor.
GÜL: Bu dünyanın her yerinde tartışılmakta, ABD'de bile. Hatta ABD başkanlık seçimlerinin de gündemindedir. Biz, ilgili tüm tarafların olan bitenden bir ders çıkarması gerektiğine inanıyoruz. Tek taraflı olarak harekete geçmeden ve askeri seçeneğe başvurmadan önce başka seçeneklerin düşünülmesi gerekir. Burada da "yumuşak güç"e iş düşüyor.
SORU: Türkiye gelecekte kendisini nerede görüyor? Avrupa mı, Asya mı, Orta Doğu mu?
GÜL: Türkiye Asya ve Kafkas-Avrupa ülkesidir. Aynı zamanda bir Orta Doğu ülkesidir. Bu tarihsel ve coğrafi bir gerçekliktir. Türkiye, AB ile katılım müzakerelerine başlamıştır, ancak bu AB'yi tek seçenek yapmaz. Tüm Müslüman ülkelerle, Körfez ve Asya ülkeleri de dahil, çok yakın ilişkiler içindeyiz, ama bir yandan da Batı ile stratejik bağlarımızı koruyoruz.
KADİR: Bazılarına göre AB, Türkiye'nin Birliğe katılımından, Türkiye'nin elde edeceğinden daha çok fayda sağlayacak. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Türkiye'yi AB'de görmek istemediğini söylüyor. Sizce ne olacak?
GÜL: Doğal olarak katılım uzun bir prosedür ve tamamlanması zaman alıyor. Türkiye büyük bir ülke. Aslında Avrupa'daki altıncı büyük ekonomi. 70 milyon nüfuslu bir ülke ve geçmişteki deneyimlerimizden biliyoruz ki, büyük ülkelerin katılımı kolay değil. İki kere veto edilen İspanya ve İngiltere örnekleri var. Ama acelemiz yok. Zaman zaman bazı siyasi söylemler olabilir. AB'ye tam üyelik süreci rayında ilerliyor.
KADİR: Kıbrıs çıkmazı Türkiye'ye karşı kullanılıyor. Aslında, Kıbrıslı bir yetkili bir süre önce bana şöyle dedi: "Eğer Türkiye bir AB üyesi olmak istiyorsa Kıbrıs'ı iade etmesi gerekecek." Çözüm nedir?
GÜL: Bazı ülkeler Kıbrıs meselesini sık sık gündeme getiriyor. Biz samimiyetle bir çözüm istiyoruz, Kıbrıslı Türkler de öyle. Kıbrıs için BM'nin Annan Planı referanduma sunuldu. Arap ülkeleri ve diğerleri tarafından büyük ölçüde desteklendi ancak Rum tarafı "hayır" dedi. Tüm dünya Rumların bir çözüm istediğine inandığından, şok oldu. Şimdi adada farklı gerçeklikler var. Orada iki din, iki demokrasi var. Bu gerçeklikler dikkate alınarak bir çözüm bulunmalıdır.
KADİR: AB üyesi olmak karşılığında Kıbrıs'ı takas etmeye hazır mısınız?
GÜL: Avrupa'nın çıkarları Kıbrıs anlaşmazlığına esir edilemez ve herkes bunu biliyor.
KADİR: ABD yıllardır "terörle mücadele" ediyor. Terör tüm dünyada kınanıyor. Ancak Türkiye kendi sınırlarındaki terörle mücadele etmeye başladığında, uluslararası bir çığlık kopuyor.
GÜL: Dünyanın Türkiye'nin mücadele ettiği terörü kınamadığına katılmıyorum, ancak dünyanın bizimle yeterince işbirliği yapmadığını söyleyebilirim. ABD ve AB'nin PKK'yı terör örgütleri listelerine dahil ettiğini kabul etmeliyiz, ancak o zaman sizin de dediğiniz gibi terörle mücadelede çaba samimi olmalı. Kimse "sizin teröristleriniz iyi, bizimkiler kötü" diyemez. Tüm teröristler kötüdür ve bu tutum hakim olmalıdır. Son operasyonla ilgili olarak, tüm dünyadan gerekli desteği elde ettiğimizi söylemeliyim. Bu meseleyle ilgili endişelerimize saygı gösterildi. Bazen terörle mücadelemiz ve bu mücadeledeki haklılığımız anlaşılmıyor. PKK'ya karşı operasyonda tek bir kayıp bile olmadı. Tek bir sivil bile yaralanmadı ve bu hava kuvvetlerinin de dahil olduğu çok büyük bir operasyondu. Bunun takdir edilmesi gerekiyor, bunun anlaşılması gerekiyor. Ancak elbette, terörle mücadelemiz devam edecektir.
KADİR: Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle, özellikle BAE ile gelecekteki ilişkileri nasıl olacak?
GÜL: Son dört ila beş yılda, Körfez ülkeleriyle ilişkiler güçlendirildi. Bu, bölgeye, tüm Körfez ülkelerine yönelik stratejik bakışımızdan kaynaklanıyor. Bu bakış açısı, güvenlik ve ekonomiye dayanmaktadır. Tüm Körfez ülkeleriyle bir serbest ticaret anlaşması görüşmesi sürecindeyiz. Bu BAE için de geçerli. Oradaydım ve orada gördüğüm ekonomik ilerleme çok etkileyiciydi. Karşılıklı yatırımlar büyüyor. Tüm bunlar tatmin edici ancak daha da ilerletebiliriz.
KADİR: Economist ve Financial Times gibi etkili yayınlar, AKP'yi Türkiye'de son 30 yılın en başarılı partisi olarak görüyorlar. Bu başarının sırrı nedir?
GÜL: Bu başarı Türkiye'nin başarısıdır. 30 yıllık yüksek enflasyondan sonra, enflasyon oranı tek haneli rakamlara indirildi. Son beş yılda ekonomik büyüme kaydedildi ve makro ekonomik göstergeler çok sağlıklı. Türkiye bir önceki yıl 20 milyar dolar, geçen yıl 22 milyar dolar doğrudan dış yatırım çekti. Bunun sebebi ekonomideki reformlar ve demokrasi. Tek parti yönetimi bu güvenliği ve istikrarı tesis etmiştir.
İRAN BASINI
İRNA: "AB, AKP'NİN KAPATILMASI TALEBİNİ KINADI"
ANKARA, 27/03(BYE)--- İran Haber Ajansının (İRNA) 27 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayınlanan Farsça haberin çevirisi şöyledir:
AB, Türkiye Yargıtay Başsavcısı'nın Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'nin kapatılması talebini olağan dışı bir hareket olarak değerlendirerek kınadı.
Zaman gazetesi, AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk'in, bu talebi açıkça eleştirdiğini ve şunları söylediğini yazdı: "Oyların yüzde 47'sini alarak iktidara gelen bir partinin kapatılması talebi, AB üyesi ülkeler için anlaşılamaz bir durumdur."
Yargıtay Başsavcısı, Anayasa Mahkemesine müracaatında AKP'nin laik rejime karşı faaliyetlerin odağı haline dönüştüğünü iddia ederek, partinin kapatılmasını ve 71 üyesinin siyasi faaliyetlerden beş yıllığına men edilmesini talep etti.
Lagendijk, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: "İktidardaki AKP'nin kapatılması girişimi, Türkiye'nin ABD ve AB nezdinde imajını zedeleyecektir. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanlar, müzakere sürecinin durdurulmasını istemektedir. Ayrıca Türkiye'de bu durumun devam etmesi, reform sürecinin yavaşlamasına da neden olacaktır. Türk hükümetinin, ifade özgürlüğü ve başta Kürtler olmak üzere, azınlık haklarının genişletmesi alanındaki reform sürecini hızlandırması gerekir."
Anayasa Mahkemesi, iktidar partisinin kapatılması talebini içeren dosyanın ön incelemesine pazartesi günü başlayacak.
AKP taraftarları, savcının girişimini milli iradeyi dikkate almamak olarak yorumladılar ve demokrasiye aykırı olduğunu söylediler. Muhalifler ise, Erdoğan hükümetinin laiklik ilkelerini ayaklar altına alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini ortadan kaldırmak ve başına buyruk politikalar yürütmek amacında olduğunu iddia ediyorlar.
LÜBNAN BASINI
AN NAHAR: "BABACAN, AB MÜZAKERELERİNİN ASKIYA ALINMA OLASILIĞI KONUSUNDA UYARIYOR. AKP, KAPATILMAMAK İÇİN ANAYASAYI DEĞİŞTİRECEK"
ANKARA, 28/03(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan an Nahar gazetesinin 28 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, raportörün incelemesini bugün takdim etmesi halinde, pazartesi günü davaya bakılıp bakılmayacağının görüşüleceğini kaydetti. Öte yandan AKP de, kapatılmasını önleyecek bir anayasa değişikliği önerisinde bulunmaya hazırlanıyor. Bu arada, Dışişleri Bakanı Ali Babacan, kapatmanın AB ile müzakereleri olumsuz yönde etkileyebileceği uyarısında bulundu.
Mahkeme, davayla ilgili henüz bir karara varmamış olsa da, piyasalar, aylar sürebilecek siyasi gerginlik olasılığı nedeniyle oldukça endişeli. İddia makamı ayrıca, partinin 71 üyesinin beş yıl boyunca siyasi faaliyetlerden yasaklanmaları talebinde de bulundu. Bu kişiler arasında Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül de bulunuyor. Bu süreçte Türk Lirası, çarşamba günü yüzde ikilik bir kayıp yaşadı. Buna karşın piyasalarda dün bir rahatlama gözlendi. Başbakan Erdoğan, gerginliği azaltmak için muhalefetle görüşmelerde bulunabileceğine işaret etti. Ancak CHP lideri Baykal, iktidar partisini, yaşanan gerginliğin sorumlusu olarak gösterdi.
Aynı esnada parti üyelerinin bazıları, meclise sunulmak üzere bir anayasa değişiklik paketi hazırlığına başladı. AKP Grup Başkan Vekili Sadullah Ergin, "Partilerin kapatılmasını önlemek için gerekli bütün tedbirleri alacağız" açıklamasında bulundu. Ancak basında yer alan haberlere göre, anayasa değişikliğine dair parti içinde bölünmeler yaşanıyor. Radikal gazetesine göre, AKP'li 15 milletvekili anayasada yapılabilecek yeni değişiklikten memnun değil.
MISIR BASINI
EL AHRAM: "AVRUPA KIBRIS'IN İKİ KESİMİ ARASINDAKİ YAKINLAŞMA İÇİN UĞRAŞIYOR"
KAHİRE, 27/03(BYE)--- Tirajı günde bir buçuk milyon olan hükümet yanlısı El Ahram gazetesinin 27 Mart 2008 tarihli sayısında, Mustafa Abdallah imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:
Gözlemciler, Kıbrıs'ın Rum ve Türk kesimleri arasında yaşanan yakınlaşmayı, Kosova'nın bağımsızlığını destekleyen bir husus olarak değerlendiriyorlar. Zira, Kosova'nın bağımsızlığını tanıyan AB'ye yöneltilen en önemli eleştiri, Kıbrıs sorununa yaklaşımıdır. Çünkü, iki konuda da durum benzerlik taşıyor.
Avrupa, sadece Rumların yaşadığı Kıbrıs'ın güney kesimini tanıyor. Oysa, Türklerin yaşadığı kuzey kesimi tanımayı kabul etmiyor. İddiası, bağımsız ve egemen bir ülkenin toprağının bölünmesinin kabul edilemezliğidir. Bu iddiasına rağmen tersini Kosova'da yapabiliyor.
Böylece, Avrupalılar, Kıbrıs sorununun, tek taraflı girişimlerden uzak barışçıl yollar ve müzakerelerle çözülmesi üzerinde duruyorlar. Bu nedenle, Avrupa ülkeleri, Kıbrıs'ta ihtilaflı iki kesim arasında yakınlaşma ve görüşmeyi desteklemek için adeta yarışıyorlar.
Fakat, yanıt bekleyen soru, Kıbrıs'ın iki kesimi arasında yakınlaşmanın Türkiye'nin AB'ye katılımını amaçlayan müzakereleri hızlandırıp, hızlandırmayacağıdır. Kuşkusuz, yakınlaşmanın, bu yönde güçlü katkı sağlayan bir faktör olması gerekir. Ancak, görüldüğü kadarıyla, AB, Türkiye'nin katılımından önce, insan hakları ve Kürt sorunu gibi önemli dosyaları hala kapatmak niyetinde değil. Gerçi, AB, Türkiye'nin ılımlı İslami akımların yönetiminde tanık olduğu reformları olumlu karşılıyor. Ancak, bazı gözlemciler, kültürel farklılık nedeniyle Türkiye'nin AB üyeliğine ihtimal vermiyor. Çünkü, Avrupalılar hala Türkiye'ye o eski tarihi düşmanlığa dayalı basma kalıp gözle bakıyorlar. Aslında bu ve benzeri sorunlar, AB'nin ortak politikasının karşılaştığı büyük bir meydan okumadır. Ne var ki, bu politika henüz olgunluk aşamasına gelmiş değildir. Çünkü AB'ye üye birçok ülke, Birliğin büyük varlığı değil kendi ulusal çıkarlarını önde tutuyor.
EL DUSTUR: "TÜRKİYE DIŞİŞLERİ BAKANI UYARIYOR: AKP'NİN YASAKLANMASI AB İLE MÜZAKERELERİ ENGELLEYEBİLİR"
KAHİRE, 30/03(BYE)--- Tirajı haftada 130.000 olan ve yönetime aşırı muhalif El Dustur gazetesinin 28 Mart 2008 tarihli sayısında, Ajanslar kaynaklı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan, iktidar partisi AKP'nin yasaklanmasının, Türkiye'nin AB'ye katılım müzakerelerinin askıya alınmasına neden olabileceği uyarısında bulundu.
Türkiye'nin önde gelen gazetelerinden Sabah, Babacan'ın, laikliğe aykırı faaliyetleri gerekçesiyle AKP'nin kapatılması için 14 Mart günü başlatılan sürecin ve yarattığı gerginliğin AB'ye katılım müzakerelerinde elde edilen ilerlemeyi olumsuz etkileyen gelişmeler olduğunu belirten sözlerine yer verdi.
Gazetenin haberine göre Babacan, bu konuda daha ileriye gidilmesi durumunda AB ile ilişkilerin tehlikeli biçimde kötüleşeceği ve hatta müzakerelerin askıya alınmasının gündeme gelebileceği uyarısında bulundu.
Anayasa Mahkemesinin ise, Babacan'ın da üyesi olduğu İslami akımdan gelme AKP'nin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan davaya bakıp bakmayacağını gelecek hafta başında karara bağlaması bekleniyor.
JAPONYA BASINI
MAINICHI SHIMBUN: "TÜRKİYE BORU HATTININ GEÇTİĞİ ÜLKE KONUMUNDAN, DOĞAL KAYNAKLARIN DAĞITIM NOKTASI KONUMUNA GELMEYİ ARZULUYOR"
TOKYO, 31/03(BYE)--- Tirajı günde 3milyon 962 bin olan merkez sağ eğilimli Mainichi gazetesinin 29 Mart 2008 tarihli sayısında, Eiji Maeda imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
Avrupa'ya ulaşan doğalgazın iletildiği topraklar olarak dikkatleri çeken Türkiye, boru hattının geçtiği ülke konumundan, enerji kaynakları noktası olma yolunda strateji değiştiriyor. Rusya'dan ayrı AB ülkelerine çeşitli yollarla ulaşan boru hattı, enerji dağıtım noktası olarak önemini artırırken, Türkiye, bu durumun aynı zamanda AB üyeliğine kabul edilmek için de bir avantaj olduğunu düşünüyor. AB tarafı ise aksine, tüm hatların Türkiye üzerinden geçmesinin adil olmadığına işaret ediyor.
Türkiye, doğu ve batıyı bağlayan "doğal kaynak koridoru" konumuyla, Kafkaslar, Orta Asya, ve Orta Doğu'daki doğalgazı, kendi ülkesinden geçen boru hattıyla AB'ye ihraç etmeyi planlıyor. Bunun gerçekleşmesi için ise, Türkiye ile Avusturya arasında "Nabucco boru hattı"nın kurulması gerekiyor. Ancak, doğalgaz temin edilmesi planlanan İran, alt yapı çalışmalarındaki gecikme ve nükleer enerji programı sorunları ile uğraşırken, diğer yandan Kuzey Irak da gerekli gelişmeleri tamamlayamamış durumda bulunuyor. Orta Asya'nın da Rusya'nın etkisinde olduğu gözleniyor.
Ayrıca, Rusya, Karadeniz'e döşenecek bir boru hattıyla Türkiye'ye girmeden doğalgazı AB'ye ulaştırmayı planlıyor. Nabucco projesini etkisiz hale getirmeye çalışıyor.
Türkiye'nin bu planlara aldırmaksızın, Nabucco projesiyle doğal kaynakların kesişim noktası olma stratejisini gerçekleştirme düşüncesinin ardında, ABD ve AB'nin beklentileri de bulunuyor. AB'ye yönelik doğalgazın yüzde 30'unu karşılayan Rusya'nın kontrolünü azaltmak için, batı ülkeleri alternatif plan olarak Nabucco boru hattı projesinin sürdürülmesini destekliyor.
Türk yetkililerin yaptığı açıklamaya göre, hükümet, Nabucco boru hattıyla ülkeye gelecek doğalgazın depolanarak, bir kısmının belirlenecek yeni fiyatla AB'ye satılmasına ilişkin çalışmalara başladı. Türk hükümet yetkilisi, "sadece gazın geçtiği bir köprü olmanın Türkiye ekonomisine bir faydası yok" diyor.
Türkiye'nin eski ABD Büyükelçisi Faruk Loğoğlu, Türkiye üzerinden geçişin, bu bölgede en güvenli ve sorunsuz enerji dağıtım güzergahı olduğunda ısrarlı. Türk yerel gazetelerine göre, hükümet içinde, Nabucco projesi, AB üyeliğinin gerçekleşmesinde önemli basamaklardan biri olarak görülüyor.
Buna karşın AB, Türkiye'nin de gaz fiyatlarını politik amaçları için kullanan Rusya ile aynı duruma gelmesi konusunda uyarırken, "Nabucco boru hattı projesinin gerçekleşmesinin AB üyelik müzakerelerine etkisi olamaz" diyen sesler de yükseliyor.
RUSYA BASINI
KOMMERSANT: "TÜRKİYE BAŞBAKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: EĞER TÜRKİYE'Yİ AB'YE ALMAZLARSA, AVRUPA ÇOK ŞEY KAYBEDECEKTİR"
MOSKOVA, 27/03(BYE)--- Tirajı günde 120 bin olan liberal eğilimli Kommersant gazetesinin 27 Mart 2008 tarihli sayısında ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Saray Bosna'daki Uluslararası Üniversite'de yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, AB üyesi yapılmaması durumunda hiçbir şey kaybetmeyeceğini belirterek, bu durumdan AB'nin zararlı çıkacağını ifade etti.
Başbakan Erdoğan şunun altını çizdi: "Eğer, Türkiye AB'nin çalışmalarında aktif rol alırsa, bu durumda Ankara iki uygarlığın, Batı ve İslam dünyası uygarlığı arasındaki çıkar çatışmasına son verebilir." Başbakan Erdoğan'ın sözlerine göre, iki uygarlık arasında çıkabilecek ihtilafların önlenmesi açısından, Türkiye'nin, özellikle AB'ye üye olması gerektiğini kaydederek, sözlerine şöyle devam etti: "İki uygarlığın bir araya gelmesi acısından en iyi platform Avrupa Birliği'dir. Türkiye, AB içinde olan tek Müslüman tek ülke olacak. Böylece, Türkiye, Batı ve İslam dünyası arasında köprü rolü oynayabilecek tek ülkedir."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünyada 1.5 milyardan fazla Müslüman'ın yaşadığına da sözlerine ekledi.