Son Güncelleme: 26 Mart 2008
ALMANYA BASINI
FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: (HABERİN ANONSU)"ERDOĞAN MERKEL'İ ALMANYA'YA DAVET EDİYOR... BAYAN MERKEL İLE
BİRLİKTE KÖLN-ARENA'DA TÜRKLERE HİTAP ETMEK İSTERDİM"
BERLİN, 13/03(BYE)--- Tirajı günde 363 bin 325 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 13 Mart 2008 tarihli sayısında, Rainer Hermann imzasıyla ve birinci sayfada Başbakan Erdoğan'ın fotoğrafı altında 'Erdoğan Merkel'i Almanya'ya davet ediyor' anonsu ve politika sayfasında 'Bayan Merkel ile birlikte Köln-Arena'da Türklere hitap etmek isterdim' başlığı ile yayımlanan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yapılan mülakatın çevirisi şöyledir:
--Batı, Batı, Batı.... Türk Başbakanı Erdoğan ile Entegrasyon Ve Asimilasyon Üzerine Bir Söyleşi--
HERMANN: Sayın Başbakan, 10 Şubat'ta Köln'de yaptığınız konuşmada, "Asimilasyon insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur" dediniz. Neden?
ERDOĞAN: İnsanların kişisel tercihleri bizi ilgilendirmiyor. Fakat uyum politikasından, zorlamalı asimilasyon politikasına geçilmeye çalışılırsa, bu bizi ilgilendirir. Benim asimilasyondan anladığım, insanların kendi kültürel değerlerini ve dinlerini yaşama imkanlarının ellerinden alınmasıdır. Ben bunu insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak nitelendirdim. Bırakın, dinlerini yaşasınlar, dillerini öğrensinler, geleneklerini uygulasınlar.
HERMANN: Bu şekilde mi uyum sağlayacaklar?
ERDOĞAN: Bunları yaparak içinde yaşadıkları ve ahenk içinde olmak durumunda oldukları topluma uyum sağlasınlar. Bunun için çok iyi derecede Almanca bilmeleri gerekir. Çeşitlilik içinde birlikten anladığım budur. Diğerlerine karşı korku duyan toplumlar, kendi değerleriyle barışık olmayan toplumlardır.
HERMANN: Köln'de üç milyon Türk'ün 800 bininin Alman vatandaşlığına sahip olduğunu söylediniz. Bu insanların kime sadakat duygularıyla bağlı olmaları gerekir. Almanya'ya mı, Türkiye'ye mi?
ERDOĞAN: Esasen ikisine de bağlı olmaları gerekir.
HERMANN: Köln'deki konuşmanıza yönelik eleştiriler sizi şaşırttı mı?
ERDOĞAN: Evet, şaşırdım ve üzüldüm. Zira Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilere yönelik samimi duygularımı dile getirmiştim. Almanya bana, Türkiye'de Almanca eğitim veren okullar açıp açamayacağını soruyor. Ben de, olur diyorum. Türkiye'de halihazırda eğitim dili Almanca olan okullarımız var zaten. Bundan yola çıkarak Almanya'da, iyi Almanca öğrenmeleri için önce iyi derecede Türkçe bilmeleri gerekir dedim. Bu suretle, bazı eyaletlerde Türkçe eğitim veren okullar açılmasını önerdim. Anadilini konuşamayan, başka bir dili de öğrenemez. Bunu söyledim ve yanlış anlaşıldım.
HERMANN: Neden Köln'de böyle büyük bir toplantı düzenlediniz?
ERDOĞAN: Toplantıyı Sayın Merkel ile birlikte gerçekleştirmek istedim. Toplantı salonu dolu olacak, gelin orada birlikte konuşma yapalım dedim. Önce gelmek istedi, daha sonra bu fikirden uzaklaştı ve Şansölyelikte öğrencilerle bir panel düzenlemeyi önerdi. Maalesef Köln'de beraber değildik. Ancak, 300 öğrenciyle gerçekleştirdiğimiz buluşma güzeldi. Köln'e gelmiş olsaydı çok anlamlı olurdu. Çok kolay bir şekilde mesajını iletebilirdi. Bu durumda, 20 bin insan benimle buluştu. Orada beraberce sahneye çıkmış olsaydık, Alman toplumuna bir mesaj vermiş ve Almanya'da yaşayan Türklerin motive olmasını sağlamış olurduk. Sayın Merkel arzu ederse, yine de her zaman bunu yapabiliriz.
HERMANN: Köln'den önce Ludwigshafen'de itidalli olunması çağrısında bulundunuz.
ERDOĞAN: Binada dokuz insan öldü, bunların beşi çocuktu. Bina önünde yaptığım konuşmada, insanları yatıştırmaya çalıştım. Yerel ve federal düzeydeki kurumlara, meseleye ilişkin olarak gösterdikleri hassasiyet için teşekkür ettim. Almanya'dan geri döndüğümden bu yana, değişik yerlerde 10 yangın daha yaşandı. Şimdi de, posta kutularına kibritlerle birlikte nefret içerikli mesajların atıldığını duyuyoruz.
HERMANN: Fakat bunların, Türk medyasının yayımladığı yanlış haberler olduğu ortaya çıktı.
ERDOĞAN: Fakat Alman Hükümeti sert önlemler almalı. Ludwigshafen'deki binanın giriş kapısında Nazi işaretleri gördüm. Bana, bunların uzun zaman önce oraya yazıldıkları söylendi. Almanya'da akrabalarım var ve bana "biz korkuyoruz" diyorlar. Biz, başkalarına saygı göstermiş bir medeniyetten geliyoruz. Yaratılanı yaratandan ötürü seviyoruz. Şayet sevgiyi temel alırsak, aramızda barış olur.
HERMANN: Almanya ile Türkiye arasındaki gerilmiş ilişkileri düzeltmek için ne yapmayı düşünüyorsunuz?
ERDOĞAN: Gerginlik olduğunu sanmıyorum.
HERMANN: Türk Ordusu'nun Irak'ta PKK'ya yönelik operasyonu tamamlandı. Hafta sonunda Kürtlerin yaşadığı Türkiye'nin güneydoğusuna gideceksiniz. Kürt sorununun siyasi çözümü için bu bir başlangıç mı teşkil edecek?
ERDOĞAN: AKP'nin kadın ve gençlik kollarının düzenledikleri kongrelere katılmak üzere hafta sonunda Batman, Siirt, Şanlıurfa ve Mardin'de bulunacağım. Bu bağlamda, bölgenin ve de Türkiye'nin sorunları hakkında konuşacağım. Bu meselede hiçbir zaman siyasi açılımlara kapalı olmadık. Daha önce hiç alınmamış önlemler aldık. Bugün insanlar anadillerini öğrenmek için kurslar açabiliyorlar. Duvar afişlerinde, eğlence ve festivallerinde kendi dillerini kullanabiliyorlar. Bunlara karşı hiçbir engel bulunmuyor. Devlet kanalı TRT'nin bir kanalında bu bölgede Kürtçe, Farsça ve Arapça programlar yayınlanacak. Bu bölgeyi yalnızca Türkiye'nin güneydoğusu olarak görmüyoruz. Aynı zamanda kanalın yapacağı yayınlar Kuzey Irak ve İran'dan da izlenebilecek.
HERMANN: Bunun dışında neler olacak?
ERDOĞAN: Güneydoğuda 46 bin sosyal konut inşa ettik, şehirlerin kentleşmesi ve altyapıları için yatırımlar yapıyoruz. Beş yıl içinde "Güneydoğu Anadolu Projesi"ni 12-15 milyar dolarla tamamlayacağız. 780 kilometre uzunluğundaki Suriye sınırımız boyunca mayınların temizlenmesi için Meclise bir yasa taslağı sunduk. Bunların hepsi bölgeye farklı bir yapı kazandıracak.
HERMANN: AB'nin en öncelikli konu olduğunu söylüyorsunuz. Bunun için ne yapıyorsunuz? Hükümetiniz iki buçuk yıldır pek fazla reform çıkartmadı. Türklükle ilgili 301. Maddeye ilişkin reformu ertelemeniz, AB'den vazgeçtiğiniz anlamına mı geliyor?
ERDOĞAN: İlk önce belirteyim ki, daha yeni Vakıflar Yasasını kabul ettik. Bu yasa bir önceki hükümet dönemimde çıkarıldı.
HERMANN: Müslüman olmayan azınlıkların varlığına ilişkin çerçeveyi belirleyen yasayı kastediyorsunuz.
ERDOĞAN: Cumhurbaşkanı o zaman yasayı Meclise geri göndermişti. Yasayı şimdiki Cumhurbaşkanı Gül imzaladı. En büyük muhalefet partisinin yasaya karşı Anayasa Mahkemesi'nde dava açıp açmayacağını bilmiyorum. İkincisi, Meclis Komisyonu daha kısa bir süre önce yeni Sosyal Güvenlik Yasasını genel kurula sundu. Erken emekliliği kaldırıyoruz. Emekli olunabilmesi için ön koşulun dokuz bin işgünü ve 65 yaş olmasını öngörüyoruz. Genel hastalık sigortasının uygulamaya konulması benim için çok önemlidir. Her yeni doğan otomatikman 18 yaşına kadar genel bir hastalık sigortasına sahip olacak. Üçüncüsü, "Türklüğe hakaret"i cezalandıran 301. Maddeye ilişkin çalışmalarımızı tamamladık. Başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin tartışmalar yüzünden bu konu ertelenmişti. Büyük bir olasılıkla 301. Madde önümüzdeki haftalarda yine gündemimizde yer alacaktır. İfadeleri değiştirdik, ancak kaldırılmasını düşünmüyoruz.
HERMANN: Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılması bağlamında eleştiride bulunanlar, bunun İslamlaştırmaya doğru atılan ilk adım olduğunu söylüyorlar.
ERDOĞAN: Bu yanlıştır. Başörtüsü İslam'ı yaşamanın tek şekli değildir. Başörtüsünü hukuk ve eğitim alma özgürlüğü açısından ve din ile vicdan özgürlüğü bakımından değerlendiriyoruz. Gelişmiş demokrasilerde nereye bakarsanız, herkes üniversiteye istediği şekilde girebiliyor. Bu önceden bizim ülkemizde de mümkündü. Her zaman "Batı, Batı, Batı" diyoruz. Batı neden böyle yapıyor ve biz böyle yaptığımız zaman neden sorun oluyor? Başını örtene de örtmeyene de saygı duyuyorum. Onların hepsi ülkemizin çocukları. Laik bir ülke her dini gruplaşmaya aynı mesafede durmalıdır. Birine yakın, diğerine uzak durması olmaz. Ülkemizde bir ayrımcılık varsa, bunun sebebi, üniversitelerin kapılarını başı örtülü olanlara kapatanlardır. Mecliste 550 milletvekilinin 411'i başörtüsü yasağının kaldırılması için, 19'u ise kaldırılmasına karşı oy verdi. Parlamenter bir demokraside 411 milletvekilinden oluşan bir çoğunluk, muhalefetin bir kısmının söylediği gibi "kaos"la eşit tutulabilir mi? Bundan daha büyük bir mutabakat olabilir mi? Yasa koyucu, bir ülkenin sorunlarını ele alır ve bu bağlamda da böyle bir karar verdi.
HERMANN: Ağustos 2007'den bu yana görevde olan Hükümetiniz, AB süreci bağlamında ilk Hükümet döneminizde gösterdiği gayreti gösterecek mi?
ERDOĞAN: Aynı gayreti gösterecek. Müzakerelerin uygulamaya konulması için iki bin memur çalışıyor. 35 müzakere faslının altısı açıldı. Slovenya'nın AB Dönem Başkanlığı sırasında üç, belki de dört yeni faslın açılmasını ümit ediyoruz. Hedefimiz tam üyeliktir. Başkalarına nasıl davranıldıysa, bize de öyle davranılmasını ve herkesin dürüst olmasını istiyoruz.
HERMANN: Müzakereler teknik düzeyde sorunsuz bir şekilde devam ediyor. Siyaset için de aynı şey geçerli mi?
ERDOĞAN: Avrupalı dostlarımızla yakın bir temas halindeyiz. Cumhurbaşkanı, kendim ve Dışişleri Bakanı olmak üzere üç kanaldan çalışıyoruz. Ayrıca Bakanlarımız sürekli olarak Avrupa'ya gidiyorlar. Aynı şekilde sivil toplum örgütleri de bu yöndeki çalışmalarını sürdürüyorlar. Durmayacağız, hatta tam tersine, yolumuzda devam edeceğiz.
HERMANN: Bağımsız bir uzmanlar komisyonunun yeni bir Anayasa'ya ilişkin olarak oluşturduğu taslak altı aydır AKP'nin önünde duruyor. Kamuoyuna bu taslak ne zaman tanıtılacak?
ERDOĞAN: Çalışmalar sonuna yaklaştı. Yeni bir Anayasa'ya ilişkin taslağı çok kısa bir süre içinde bastırıp, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, akademisyenler ve basın yayın kuruluşlarına ileteceğiz. Ayrıca, partinin internet sitesine de koyacağız.
WESTDEUTSCHE ALLGEMEINE: "AB, AKDENİZ'E UZANIYOR"
ANKARA, 14/03(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Westdeutsche Allgemeine gazetesinin 13 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, Knut Pries imzalı yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir.
Akdeniz Birliği projesine, Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Fas, Suriye, Tunus, Türkiye ve Filistin gibi ülkeler katılıyor. Türkiye, ikinci sınıfa koyulmaktan şüphe duyuyor.
Fransız Devlet Başkanı Sarkozy geçtiğimiz sene, Akdeniz Birliğinin kurulmasını söylemesiyle, AB'ye üye ülkelerde, buna ihtiyaç olup olmadığı şeklinde bir soru işaretine yol açtı. Şimdi bu sorunun cevabı bulunmuş gibi. Böyle bir şey zaten vardı ve adı "Barcelona Süreci"ydi. AB'nin Akdeniz'i keşfetmesi, Kasım 1995'te, doğu ve güney sahillerindeki komşularıyla buluşması ve bu buluşmada ortaklık konusunda uzlaşmasıyla başladı. "Barcelona Sürecine", Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Fas, Suriye, Tunus, Türkiye ve Filistin gibi ülkeler katıldı. O zamanlar diğer tarafta kalan Malta ve Kıbrıs, şimdi AB'ye üye. Lübnan gözlemci statüsündeydi.
Girişimin hedefi Avrupa, Afrika ve Arap dünyasının kesişme noktasında güvenlik ile refahın sağlanması. Bu girişim, planlanan hedeflerin gerçekleşmesi halinde AB'nin bütçesine 16 milyar avroya mal olacak. Belirlenen bu hedeflerin şu ana kadar sadece küçük bir bölümü gerçekleştiği için, "Barcelona Süreci" AB tarafından büyük bir başarı olarak görülmüyor.
Buna karşın, Merkel ilkbahar zirvesinde, bu girişimin çok olumlu yanlarının olduğunu ve sürecin yavaşladığını belirterek, yeniden canlandırılması gerektiğini söyledi. Zirvede Paris ve Berlin'den gelen teklifler kabul edilirse proje bundan böyle "Akdeniz Birliği" adı altında devam edecek.
Adı değiştirilen proje, biraz daha geniş bir yapıya kavuşacak. Akdeniz Birliği adına Brüksel'de bir sekreterlik ile başkanlık olacak ve her iki oluşum da, AB ile komşu ülkeler arasında paylaşılacak. Bunun dışında Sarkozy, Merkel'le uzlaşarak 13 Temmuz'da AB dönem başkanlığına geçmesinin ardından Paris'te yapacağı büyük bir kutlamayla projeyi resmen başlatacak. Akdeniz kıyısındaki ülkelerin bu oyunda oynayıp oynamayacakları henüz kesin değil. Türkiye, Sarkozy'nin ilk başta sunduğu planı, AB üyeliğinin yerine getirilmek istenen ikinci sınıf bir teklif olarak gördüğü için kesin bir dille reddetmişti.
DER SPIEGEL: "HOŞGÖRÜNÜN MİHENK TAŞI"
BERLİN, 16/03(BYE)--- Tirajı haftada bir milyon olan liberal sol eğilimli Der Spiegel dergisinin 17 Mart 2008 tarihli sayısında, Peter Wensierski imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının geniş özet çevirisi şöyledir:
--Katolik Kilisesi, Havarilerden Aziz Paul'ün Türkiye'de Bulunan Doğum Yerinde Hristiyanlar İçin Bir Buluşma Merkezi Açılmasını Arzuluyor. Katolik Kilisesi Almanya'da Cami İnşasını Destekliyor--
Aziz Paul'ün doğum yeri olan Türkiye'nin Suriye sınırına yakın Tarsus şehrini her yıl binlerce Hristiyan ziyaret ediyor. Bu kilisede ayin düzenlemek isteyen Hristiyanlar birtakım zorluklarla karşılaşıyor. Türk Devleti bu kiliseyi yıllarca askeri bir depo olarak kullandıktan sonra 90'lı yıllarda bir müzeye dönüştürdü. Vatikan, artık Hristiyanların Aziz Paul'ün doğum yeri olan Tarsus'ta zorluklarla karşılaşmalarını istemiyor. Bu nedenle 16. Papa Benedict, Kardinali Walter Kasper'i Tarsus'ta bir ayin düzenlemesi için haziran ayında Türkiye'ye gönderiyor. Katolikler, Aziz Paul'ün doğumunun üzerinden yaklaşık iki bin yıl geçmesine rağmen söz konusu yerde Hristiyanlar için bir buluşma merkezinin kurulmasını siyasi bir planla sağlamaya çalışıyorlar.
Bu planın zamanlaması, Türkiye'nin AB üyeliği sürecine denk gelmesi nedeniyle gayet uygun gözüküyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hükümetinin böyle bir dönemde bir Hristiyan projesine karşı çıkması zor gözüküyor. Ayrıca Alman piskoposlar Almanya'da camilerin açılmasına karşı çıkmayarak Türkiye'deki Hristiyanlara hoşgörü gösterilmesini karşılık olarak bekliyor.
Alman Kardinal Joachim Meisner, AB adayı Türkiye'deki Hristiyanların yaşam koşullarından hiç memnun değil. 1920'de Türkiye'de yüzde 20 civarında Hristiyan yaşarken günümüzde bu oran yüzde 0,1 civarında. Bu azınlığın da hayatlarını devlet ve resmi kurumlar oldukça zorlaştırıyor. 60 bin nüfuslu İstanbul'daki Ermenilerin kimliklerindeki "Hristiyan" ibaresi yüzünden yüksek makamlara gelmeleri engelleniyor.
Sayıları 33 bin olan Katoliklerin, nüfusları yaklaşık 73 milyon Müslüman nüfus karşısında gittikçe azalıyor. Katolik kilisesine göre Türkiye henüz "Avrupa'ya uygun değil". Zira İstanbul gibi bir metropolde bile Hristiyanlar dini inançlarını açıkça yaşayamıyorlar.
Türk Millî İstihbarat Teşkilatı, Silahlı Kuvvetleri ve Polisi Türkiye'deki Hristiyanlarla ilgili olarak sürekli endişeye yol açan haberler yayıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri son olarak "Ülkemizde ve Dünyada Misyoner Faaliyetler" adlı bir rapor yayımlayarak "din değiştirenlerin tehlikeli olabileceklerine" dikkati çekiyor. Bu konuda valiliklerin, Emniyet ve Eğitim Müdürlüklerinin Hristiyan misyonerlere karşı dikkatli olmaları isteniyor.
Türkiye'nin İçişleri Bakanlığı son yedi yılda 344 kişinin Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçtiğini bildiriyor. Liberal eğilimli Sabah gazetesi bu konuda histerik bir ortamın oluşturulmasını eleştiriyor ve misyonerlik konusunda yalan yanlış haberlerin yapıldığını belirtiyor.
Papalık Anadolu Temsilcisi Başpiskopos Luigi Padovese, son olarak Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, "Türklerin Almanya'da üç binden fazla camisi var, bizler ise birkaç kiliseye ve bir düzine misyonere tahammül edemiyoruz. Nerede kaldı medeniyet?" açıklamasından memnuniyet duydu. Katolik Başpiskopos Padovese, Tarsus'ta Aziz Paul'ün doğum yerinde Hristiyanlar için bir buluşma merkezi kurulmasına yönelik yerel makamların istişare heyeti oluşturmalarını kinayeli bir şekilde yorumlarken, Türkler ve Almanlar en azından bu konuda -yani bir çalışma grubu oluşturulması konusunda- benzerlik gösteriyorlar.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISININ AKP'NİN KAPATILMASI İSTEMİYLE ANAYASA MAHKEMESİNE YAPTIĞI BAŞVURUNUN ALMANYA BASININDAKİ YANSIMALARI
BERLİN, 17/03(BYE)--- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iktidar partisi AKP'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesine yaptığı başvurunun Almanya basınındaki yansımaları şöyledir:
Frankfurter Allgemeine Zeitung'da, "AKP'nin Yasaklanması Başvurusuyla İlgili Tartışmalar" başlığı altında ve Rainer Hermann imzasıyla yayımlanan, İstanbul çıkışlı yazıda şu ifadelere yer verilmiştir: "Türk kamuoyunda hükümet partisi AKP'nin kapatılması istemiyle yapılan dava başvurusu az onay buldu. TÜSİAD, parti yasaklamalarının demokratik bir araç olmadığını açıklarken, Türk Barolar Birliği de süreci eleştirdi. Kemalist partiler CHP ve DSP dışında tüm Türk partileri, Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya'nın dava açmasını tepkiyle karşıladılar. Yalçınkaya, AKP'nin bir İslam devleti oluşturma çabalarını engellemek için bu adımı attığını açıklarken, saygın Anayasa hukukçularından Özbudun, Yalçınkaya'nın öne sürdüğü gerekçelerden hiçbiriyle Avrupa'da parti kapatmanın mümkün olmayacağını söyledi. İddianamede, Cumhurbaşkanı Gül hakkında, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde yurtdışındaki diplomatların Fethullah Gülen'e yakın çevreler tarafından finanse edilen okulların yapımını destekledikleri suçlaması yapılıyor. Erdoğan hakkındaki suçlamaların doruğunu ise, AİHM'nin aldığı bir kararı 'dünyevi bir mahkeme dinle ilgili karar veremez' şeklinde yorumlamasının yanı sıra, üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması, AKP'li belediye başkanlarının Türkiye'nin bazı şehirlerini alkolden arındırılmış bölgeye çevirmeye ve bikini yasağı getirmeye yönelik boşa çıkan teşebbüsleri oluşturuyor. Şimdi ise Anayasa Mahkemesinin DTP ile AKP hakkındaki yasaklama davaları hakkında karar vermesi gerekecek. Gelişmeler Alman Yeşiller partisinden Cem Özdemir tarafından, 'Türkiye bir siyasi partiler mezarlığına dönüştü' sözleriyle yorumlanırken, AP'deki Sosyalist grubun başkan yardımcısı Marinus Wiersma da 'İddianame, Türk yargısının bağımsız olmadığının bir kanıtıdır' ifadesini kullandı. Hollandalı Hristiyan Demokrat Avrupa Milletvekili Ruijten-Oomen ise 'AKP'nin laiklik karşıtı diye nitelenecek bir davranışı olmadığı, ancak yargının kapsamlı bir reforma ihtiyaç duyduğu' görüşünde olduğunu söyledi."
Der Tagesspiegel gazetesinde, "AB Standartlarına İşaret Etmek Devlet Düşmanlığı mıdır?" başlığı altında ve Thomas Seibert imzasıyla yayımlanan İstanbul çıkışlı yazıda şöyle denilmiştir: "Hafta sonu Türk başkenti Ankara 4.9 ölçeğinde bir depremle sarsıldı. Ancak, eşzamanlı olarak yaşanan, Başbakan Erdoğan'ın hükümet partisi AKP'nin yasaklanmasına ilişkin politik nedenli olduğu aşikar olan siyasi depremin sarsıntısı çok daha güçlüydü. Yasaklama davasının iddianamesinde, AKP'nin AB'nin din özgürlüğü standartlarına atıfta bulunması bile bir delil olarak sunuluyor. Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya, pazar günü Türk medyası tarafından yayımlanan iddianamesinde, AKP'nin İslami bir şeriat devleti kurmak istediğini ve bu hedefi gizlemek amacıyla takiye yaptığını öne sürüyor. AKP hakkındaki, takiye temel suçlamasıyla, kendisini güçlü kanıtlar sunmak zorunda gören Başsavcı, yeni bir Anayasa hazırlanması gibi demokratik girişimleri bile fundamentalizme götüren adımlar olarak niteliyor. Kısa bir süre önce alınan, yüksek okullarda başörtüsü yasağının kaldırılması kararı da Yalçınkaya'ya göre, AKP'nin şeriat niyetinin bir göstergesi. Başsavcı, Türkiye'de başörtüsü konusunda AB'deki standartların geçerli olması gerektiği görüşünü savunan Cumhurbaşkanı Gül'ü de suçluyor. Yalçınkaya'nın, AKP'nin terörist şiddet uygulama ihtimalinin bile tamamen dışlanamayacağı iddiası ise şimdiye kadar Erdoğan'ın en sert rakiplerinin bile öne süremedikleri maceraperest bir iddia. Avrupa Parlamentosu Yeşiller Milletvekili Joost Lajendik, gelişmelerle ilgili olarak, 'AKP'yi seçim sandığında yenemeyen karşıtları, şimdi hukuki yolları deniyorlar' yorumunu yaptı."
Die Tageszeitung'da, "Başsavcı Hükümeti Yasaklamak İstiyor" başlığı altında ve Jürgen Gottschlich imzasıyla yayımlanan İstanbul çıkışlı yazıda şu ifadelere yer verilmektedir: "Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın cuma günü mesai bitimine kısa bir süre kala patlattığı, gerçek bir siyasi bombaydı. Yalçınkaya, şoke olmuş kamuoyuna, o gün hükümet partisi AKP'nin yasaklanması istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurduğunu açıkladı. Başsavcı gerekçe olarak, 'AKP'nin laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelmesini ve din temelinde bir toplum modeli oluşturmak istemesini' gösterdi. 161 sayfadan oluşan iddianamede, AKP politikacılarının geçen yıllarda Anayasanın laiklik ilkesine karşı tüm açıklama ve davranışlarını toplayan Yalçınkaya'nın dava açmasının ana gerekçesini, AKP'nin kısa bir süre önce aşırı sağcı MHP ile birlikte aldığı, yüksek okullarda başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliği kararı oluşturuyor. Bu değişikliğe karşı da Anayasa Mahkemesinde bir dava açılmış bulunuyor. Başbakan Erdoğan, başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin tartışmalar sırasında, başörtüsü siyasi İslam'ın sembolü bile olsa, yasağın kaldırılması gerektiğini söylemişti. Bu ifade, davanın kabul edilmesi halinde kesin merkezi rol oynayacak. AKP cuma akşamı Anayasa hukukçularından oluşan bir uzmanlar grubunu davayla ilgilenmesi için görevlendirdi. Bunun dışında tüm politikacılara davayla ilgili açıklama ya da suçlama yapmaktan kaçınılması talimatı verildi. Sadece Cumhurbaşkanı Gül, cuma günü, 'Savcılık ve mahkemenin bu davanın kime fayda ve zarar getireceğini düşünmesi' gerektiğini söyledi. Cumartesi günü ülkenin güneydoğusunda Siirt ilinde gerçekleşen, esasen AKP'nin yeni Kürt programının tanıtımının öngörüldüğü parti etkinliğinde, davanın AKP'yi değil halkı hedef aldığını söyleyen Erdoğan, tahrike gelmeyeceklerini ve demokrasiyi savunmaya devam edeceklerini ifade etti. Yalçınkaya'nın Türk kamuoyunda yayımlanan görüşü de az destek buluyor. AKP'nin eleştiricilerinin çoğu bile, yasaklama davasının AKP'ye zarar vermekten ziyade fayda getireceğine inanıyor. AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn de Savcının davranışını eleştirerek, bunun kabul edilemez bir davranış olduğu uyarısında bulundu. Rehn, Avrupa'da siyasi tartışma konularının mahkemede değil, parlamento ve seçim sandığında karara bağlandığını söyledi. Anayasa Mahkemesi bu hafta içerisinde davayı kabul edip etmeyeceğine karar verecek. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemalist kesimin lehine karar alan mahkeme üyelerinin bazıları değiştiği için bir tahmin yürütmek zor. Ayrıca Siyasi Partiler Yasası'nda yapılan değişiklik, yasaklamaları genel olarak zorlaştırıyor."
Financial Times Deutschland gazetesinde, "Türkiye Bir Devlet Krizine Doğru Gidiyor" başlığı altında ve Dilek Zaptçıoğlu imzasıyla yayımlanan İstanbul çıkışlı yazıda ise şu ifadeler dikkati çekmiştir: "Türkiye'deki laik ve İslami güçler arasındaki mücadele açık bir şekilde patlak verdi. Yargıtay Başsavcısı, Başbakan Erdoğan'ın hükümet partisi AKP'yi 'İslami bir şeriat devleti kurmayı hedeflemekle ve cihad uygulama ihtimali bile olmakla' itham ederek, kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesinde dava açtı. Türkiye'de uzun süredir bir yön mücadelesi yaşanıyor. Laiklik taraftarları giderek İslamlaşmadan endişelenirken, AKP temsilcileri yasaklama başvurusunun arkasında, kendisini laik düzenin koruyucusu olarak gören ordu yönetiminin olabileceğini ima ettiler. AKP'nin yasaklanması ihtimali büyük. 11 hakimden dokuzu katı bir Kemalist olan eski Cumhurbaşkanı Sezer tarafından atanan hakimlerden oluşuyor. Yasaklama için yedi oy yeterli. Başsavcı, ayrıca AKP'li politikacılar için beşer yıl siyaset yasağı talep ediyor. Ancak Gül, Cumhurbaşkanı olarak dokunulmazlığa sahip. Hafta sonu öfkeyle tepki veren Başbakan Erdoğan, 16 milyonun oyunu alan bir partinin yasaklanamayacağını söyledi. Devlet ve halkın çoktan bir bütün olup kaynaştığını ifade eden Erdoğan, taraftarlarını kitle gösterileri yapmaları için sokağa göndereceğini ima etti. Anlaşılan Erdoğan, mahkeme karar vermeden önce bir Anayasa değişikliği yaparak, mahkemenin yetkilerini azaltmayı amaçlıyor. AKP'nin Meclisteki çoğunluğuyla mahkeme karar almadan önce yapacağı bir Anayasa değişikliğini halk oylamasıyla güvenceye alması muhtemel. Ancak, gözlemciler böyle bir durumda ordunun darbe yapma ihtimalinin olacağı kanısındalar. Erdoğan'ın en sert karşıtları arasında, onu Kemalist reformlara ihanet eden kişi olarak gören genç subaylar bulunuyor. Bu arada ekonomide siyasi istikrarsızlık korkusu da artıyor. Başsavcı, borsada şiddetli bir sarsıntı yaşanmasını engellemek amacıyla başvurusunu cuma günü öğleden sonra geç saatlerde yaptı. Cuma günü Brüksel'de açıklama yapan AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Rehn, güçler ayrılığına saygılı olduklarını, tarafların birbirinin işine karışmaması gerektiğini söyledi. Rehn, ayrıca bu olayın fazla siyasi enerjiye mal olmamasını ve AB reformlarını geciktirmemesini umduğunu da belirtti."
Frankfurter Rundschau gazetesinde, "Erdoğan İçin Tarih Tekerrür Ediyor" başlığı altında ve Gerd Höhler imzasıyla yayımlanan yazıda şu ifadeler yer almıştır: "Türk Başbakan Erdoğan, cuma günü Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya'nın partisi hakkında yasaklama başvurusunda bulunduğunu duyduğunda herhalde tarih tekerrür ediyor diye düşünmüştür. 1997 yılında ordu, Erdoğan'ın siyasi önderi İslamcı Başbakan Erbakan'ı makamından uzaklaştırırken, Başsavcı Vural Savaş da Erbakan'ın Refah Partisinin yasaklanması için dava açmıştı. Geçen temmuz ayında yapılan genel seçimlerde Erdoğan'ın partisi oyların yüzde 47'sini aldıktan sonra tüm bunların mazide kaldığı düşünülmüştü. Oysa şimdi o dönemin gölgesi geri geliyor. Yalçınkaya da tıpkı o dönemde Savaş'ın yaptığı gibi AKP hakkında aynı suçlamalarda bulunuyor. Tarih tekerrür mü ediyor? Kesin olan tek şey, Erdoğan'ın İslami köktendinciliğe veda ettiği yönündeki beyanlarına herkesin inanmadığıdır. Kimileri, değiştiğini söyleyen Erdoğan'ı 'gizli bir ajandaya' sahip olmakla suçluyor. Kemalist şahinlerden biri olan Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya'nın Genelkurmay Başkanlığı gibi uzun zamandan beri AKP aleyhinde malzeme topladığı biliniyordu. Ancak, bu çalışmaların parti yasaklama başvurusuyla sonuçlanacağını hiç kimse hesaba katmamıştı. Türk demokrasisi çok derinlere kök salmış, Türkiye AB sürecine çok sıkı bir şekilde dahil olmuş gibi görünüyordu. Bu gelişme Erdoğan ve AKP yönetimini de şaşırttı."
Handelsblatt gazetesinde "Türkiye... Devlet Krizi" başlığı altında, Gerd Höhler imzasıyla yayımlanan yorumda ise şöyle denilmiştir: "Yargıtay Başsavcısının İslami muhafazakar AKP hakkında açtığı kapatma davası yalnızca Ankara'da değil, Avrupa'da da bir bomba gibi patladı. Kısa bir süre önce yüzde 47 oranında oy almış olan bir partiyi kapatmak ve cumhurbaşkanı ile başbakanı görevinden almak istemek, parlamenter demokrasi düşüncesine aykırıdır. Ancak, Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya buna rağmen böyle bir girişimde bulunmak istiyor. Yalçınkaya'nın başvurusu henüz karara bağlanmadı. Ancak, böyle bir başvurunun yapılabilmiş olması bile, Türkiye'deki demokrasinin hala ne denli kırılgan olduğunu göstermektedir. Yasaklama başvurusu yalnızca Başbakan Erdoğan ve partisine karşı bir hareket değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin temeline konulmuş bir dinamit niteliğindedir. Bu nedenle Erdoğan karşıtlarının bunu yaparken, Atatürk'e atıfta bulunmaları saçmalıktır. Kapatma davası aylarca sürebilir. Bu dava hükümeti felç edecek ve gerçekleştirilmesi gereken AB reformlarını geciktirecektir. Kapatma başvurusu kabul edilmeyecek olsa dahi Türkiye'de halihazırda yaşanmakta olan kriz nedeniyle sarsılmış olan mali piyasaları çok olumsuz etkileyecektir. Başvurunun kabul edilmesi durumunda ise Türkiye bir devlet krizinin içine düşecektir."
NÜRNBERGER NACHRICHTEN: "AKP'Yİ YASAKLAMA KAVGASI DEPREM ETKİSİ YARATIYOR"
ANKARA, 17/03(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Nürnberger Nachrichten gazetesinin 17 Mart 2008 tarihli sayısında, Susanne Güsten imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan İstanbul çıkışlı yorumun çevirisi şöyledir:
--Türkiye'nin En Üst Düzey Cumhuriyet Savcısına Öfkeli Olan Sadece Erdoğan'ın Partisi Değil--
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın partisine ilişkin iddialar yer yer saçma bir hal alıyor: İddiaların bazılarında partinin AB din ve vicdan özgürlüğü standartlarına uygunluk göstermediğine atıfta bile bulunuluyor. Bu yüzden Brüksel'deki AB Komisyonu ve Türkiye'deki birçok gözlemci, yargının bu soruşturmayla aslında siyasi bir hesaplaşmaya niyetlendiği görüşünde.
Dün Türk medyasında yer bulan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından açıklanan 162 sayfalık iddianamede elle tutulur kanıtlar yerine bir korku vesikası göze çarpıyor. Yalçınkaya AKP hakkında fazla somut delile sahip değil. Bunun yerine sözde Erdoğan'ın partisinin karanlık planları hakkında uyarıda bulunuyor. Bu düşünce ana muhalefetteki Kemalist CHP çizgisiyle birebir örtüşüyor. CHP Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal Atatürk'ü referans alıyor ve Erdoğan'ı demokrasi takkesine bürünmüş bir kökten dinci olarak değerlendiriyor. Yalçınkaya, AKP'nin bir İslam din devleti kurmak istediğini ve hedefe ulaşmak için bu uğurda takiye yaptığını gerekçe gösteriyor. Başsavcı ortaya koyduğu "aldatma" temel argümanıyla, kendisini reddi mümkün olmayan deliller ortaya koyma zahmetinden kurtarıyor: Yeni bir anayasa oluşturma çalışması gibi bir demokratikleşme çabası bile savcı tarafından kökten dincilik adımları olarak nitelendiriliyor.
--Tehlikeli AB Standartları mı?--
Kısa bir süre önce başörtünün üniversite öğrencilerine serbest bırakılması kararı davacı tarafından AKP'nin şeriat maksadının en önemli işareti olarak sunuluyor. Yalçınkaya, Cumhurbaşkanı Gül'ün, günün birinde Türkiye'nin başörtüsü konusunda AB'yle aynı standartların geçerli olacağı görüşünü desteklediğini söylüyor. Türkiye'den farklı olarak Batı Avrupa'da üniversite dersliklerine başörtüsüyle girilebiliyor.
Yalçınkaya AKP ile Avrupa'daki faşist partiler arasında fazla ciddi farklılık görmüyor. Başsavcı, AKP'nin terörist şiddet eylemlerine başvurmasının bile mümkün olabileceğini yazıyor; hem de daha önce Erdoğan'ın en çetin siyasi rakiplerinin dahi ağzına almadığı böyle bir yargıya nereden vardığını bile söylemeden.
Yalçınkaya'nın iddianamesini, önceki yılın temmuz ayında yapılan genel seçimden yüzde 47 oy alan partisine "nefret" dolu nitelendiren sadece Erdoğan da değil. Avrupalı Yeşiller Partisi temsilcisi Joost Lagendijk, rakiplerinin AKP'yi seçim sandıklarında yenemedikleri için bugün hukuki yöntemlere başvurduklarını dile getirdi. AB Komisyonu Başkanı Olli Rehn, bir demokraside siyasi ihtilafların mahkeme salonlarında değil parlamentoda çözülmesi gerektiğini ifade etti.
Türkiye'de de Yalçınkaya'yı destekleyen sesler fazla olmadı. Liberal eğilimli köşe yazarı Hasan Cemal, Anayasa Mahkemesi'nden kapatma talebini geri çevirmesini talep etti. Türkiye'nin saygın sanayi kuruluşu TÜSİAD da, parti yasaklamanın siyasi sorunları çözmenin yöntemi olamayacağını duyurdu. Sabah gazetesi Yalçınkaya'yı anti demokratik davranmakla ve AKP'nin seçim zaferinden birkaç ay geçmesinin ardından da seçmen iradesini "adli yöntemlerle düzeltmeye çalışmakla" itham etti.
FINANCIAL TIMES DEUTSCHLAND: "AB, TÜRKİYE'DEKİ KRİZDEN ENDİŞELİ"
BERLİN, 18/03(BYE)--- Tirajı günde 104 bin 518 olan liberal eğilimli Financial Times Deutschland gazetesinin 18 Mart 2008 tarihli sayısında, Dilek Zaptçıoğlu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Almanya, AKP'ye Karşı Açılan Kapatma Davasını Eleştiriyor--
Türkiye'deki siyasi kriz, ülkenin partnerleri ve mali piyasalarda güvensizliğe neden oluyor. Yargıtay Başsavcısının hükümet partisine karşı başlattığı girişim dün, küresel çalkantıların neden olduğu İstanbul Borsasındaki düşüşü hızlandırdı. Dün yüzde sekiz kayıpla kapanan borsa, beş yıldan beri en büyük kaybını yaşadı. YTL bir hafta içinde avro karşısında yüzde 10 değer kaybetti.
Türkiye'deki Yargıtay Başsavcısı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İslamcı-muhafazakar partisi AKP'nin, laik Anayasayı ihlal ettiği gerekçesiyle kapatılmasını talep ediyor. Anayasa Mahkemesi 10 gün içinde dava başvurusunu kabul edip etmeyeceğine karar verecek. Mahkemeden bir hüküm çıkması ise aylar sürebilir.
Erdoğan, parti yasaklamayı genel olarak imkansız kılan bir anayasa değişikliğine gitmek istiyor. Erken seçimlerden de söz ediliyor. Ancak, bunun krizi sona erdirip erdirmeyeceği belirsiz. Ankara'daki yargı elitlerinin neredeyse tamamı hükümete karşı. Kemalist kesimin baş aktörlerini güçlü ordu, hukukçular, meslek odaları, yüksek okullardaki öğretim üyelerinin çoğunluğu ve başörtüsünü reddeden üniversite öğrencileri oluşturuyor. İş adamları derneği TÜSİAD dikkat çekici bir şekilde çekimser davranıyor. TÜSİAD internet sayfasında, yasaklama başvurusunun yanı sıra, toplumu güçlü bir şekilde kutuplaştıran "siyasi partileri" de eleştirdi ki bu Erdoğan'a yönelik bir mesajdı. Medya ikiye bölünmüş durumda. Laik güçler şimdilik hükümet partisine karşı bir cephede toplanıyorlar. Bu da gelişmelerin tırmanacağına işaret ediyor.
Gözlemciler, Türkiye'nin ciddi bir krizle karşı karşıya olduğu görüşündeler. Siyaset bilimcisi Nuray Mert'e göre, Erdoğan'ın yapacağı yeni bir hamle, "ordunun darbe yapmasına bile neden olabilir". "Artık ordunun darbe yapamayacağını söyleyemem" diyen Mert, Türkiye'nin tarihinde hiçbir zaman ordusu ve yargısının Meclis ile bu kadar düşmanca karşı karşıya geldiği, böylesine derin bir siyasi kriz yaşanmadığını söylüyor.
Bu arada, Federal Almanya Hükümeti de AB Komisyonunun yasaklama başvurusuyla ilgili eleştirilerine katıldı. Hükümetin bir sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, bu adımın AB ile katılım müzakereleri yapan bir ülke için kabul edilemez olduğu belirtilerek, Alman Hükümetinin, şimdi dava başvurusunu Türk Anayasa Mahkemesinde başarısızlıkla sonuçlanmasını beklediği ifade edildi.
BERLINER UMSCHAU: "SIĞINAKTAKİ KEMALİSTLER"
ANKARA, 18/03(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Berliner Umschau gazetesinin 17 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, Charly Kneffel imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Bugünlerde Türkiye'de olan bitenler göz önüne alınacak olursa, insan biraz şaşkınlık duyuyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, hükümet partisini kapatmak ve aralarında cumhurbaşkanı ile hükümet liderinin de olduğu 71 politikacıya beş yıl süreyle siyasi yasak getirmek istiyor. Bu bir darbedir. Bu seferki, askerin direkt olarak katılmadığı, hukuki yöntemlerin kullanıldığı askeri bir darbe.
Yaklaşık 80 yıldır halkın büyük bir çoğunluğunu kendi tarafına çekmeyi başaramamış ve bunu kabullenmek zorunda kalan, halkın yüzde 25'ten biraz daha fazlasını oluşturan Kemalist elit sınıftaki öfkenin boyutu büyük. Sayı bakımından çok olmayan Kemalist elit sınıf, kendisini kalite bakımından üstün görmekte. Kemalist elit sınıf, orduya, hukuka, idari birimlere ve özellikle de üniversitelere hakim. Kemalistler, bütün bu alanlardaki hakimiyetlerini kaybetmeye başladıklarını düşünüyor. Bu düşünce hiç de yanlış değil. Fakat politik olarak atağa geçmenin yerine, zorlayıcı yöntemler kullanmayı tercih ediyorlar. Böyle insanların anlayamayacakları şey, bu tutumlarıyla sonlarının gelmesini hızlandırmaları ve böylece dünyadan ve özelliklede müttefiklerinden soyutlanmalarıdır.
Yaşanan bu durum, Batılı müttefikler için biraz utanç verici olmalı. AB komisyonu konuyla ilgili görüşünü bildirdi. Federal Alman Başbakanıyla birlikte İsrail'in kuruluşunun 60'ıncı yıldönümü adına yapılan kutlamalara katılan Frank Walter Steinmeier, olaydan duyduğu endişeyi dile getirdi ve bağımsız Türk yargısına güvendiğini söyledi. Frank Walter Steinmeier, Türk yargısına güvenebilir, ancak bu durumu değiştirmeye yetmez. Yargı ne kadar bağımsız olursa olsun, kendisi modernlik ideolojisinden, aşırı militarist ve milliyetçi bir hal alarak dejenere olmuş Kemalist kökenden gelmektedir. İşte Abdurrahman Yalcınkaya da, genelde örneklerini ABD'de gördüğümüz, bağnaz, misyon bilincine sahip, ikna etme gücü olan savcı tipine girmekte.
Olayın AB acısından da oldukça hoş olmayan bir tarafı var. Eğer Kemalistlerin hukuk görünümündeki söz konusu darbesi başarılı olursa, ABD dışında hiç kimsenin istemediği Türkiye'nin AB'ye üyeliği ile ilgili soru rahat bir şekilde ortadan kalkmış olacak. Yoksa bunu Ankara'daki askerler düşünmüş olmasın? Muhtemelen evet. İnsanlar artık AB'ye yakın bir zamanda girebileceklerini düşünmüyor. Ülkeyi yeniden sahiplenmek isteyen kesimin nefreti o kadar büyük ki, her türlü mantıklı düşünceyi görmezlikten geliyor. Kemalistler, büyük bir öfkeyle sığınaklarına çekilerek, uygun bir zamanın gelmesini bekliyor.
Darbenin başarılı olması halinde nelerin olabileceğini düşünmek bile zor. Böyle bir durum olması halinde, Türk toplumunun büyük bir çoğunluğunu politikada temsil eden ses kesilmiş olacak. Eğer anayasanın değiştirilmesi taraftarlarını sayacak olursak üçte ikilik bir çoğunluk elde etmiş oluruz. Bunların nasıl hareket edeceğini düşünmek zor değil. Öyle ya da böyle. Neyse ki, Kemalizmin günleri sayılı. AKP Erdoğan ve Gül'le birlikte, milliyetçi MHP'nin de desteğini alarak, anayasada, parti kapatma başvurusunun sadece parlamentonun onayıyla olabileceği, kapatma kararının Anayasa Mahkemesine üye 11 hakimden sekizinin onayıyla kabul edileceği gibi değişiklikleri yapması gerekiyor. Yoksa Türkiye'nin meşru bir hükümeti kalmayacak. Ondan sonra gelecek her şeyi zaman gösterecek.
AVUSTURYA BASINI
KURIER: "ORDU KIBRIS KONUSUNDA YUMUŞAMAYACAKTIR"
VİYANA, 13/03(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 13 Mart 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan, SPÖ'lü AB milletvekili Hannes Swoboda ile yapılan söyleşinin çevirisi şöyledir:
AB Parlamenteri ve Türkiye uzmanı Hannes Swoboda da Türkiye'nin katılımı konusundaki engellerin tarım sektöründe değil, başka alanlarda olduğu görüşünde: Türk ordusunun Kıbrıs'ın yeniden birleşmesine karşı direneceği görüşünü savunan Swoboda, "Ordu, Kıbrıs konusunda yumuşamayacaktır" diyor. Ordunun başörtüsü tartışmasındaki yenilginin ardından, "ağırlığı azaldığından", şimdi Kıbrıs konusunda gücünü göstermeye kalkışacağını belirtiyor.
Swoboda ikinci büyük engelin AB'nin içinde olduğu görüşünde. "Katılıma destek çok az. Bunu Türklere açıkça söylemeliyiz. Şu anda Birliğe katılma şansları yok" diyor.
AB'nin, Türkiye'nin Doğu Avrupa ile gelecekteki Akdeniz Birliği arasında bağlantı noktası olarak, öncelikle de enerji ve güvenlik açılarından ne kadar önem taşıdığı konusunda halkı ikna etmesi gerektiğini söyleyen Swoboda, bu inanç olgunlaşıncaya kadar, işbirliği alanında ara adımlar atılması için çağrıda bulunuyor.
KURIER: "ANADOLU'DAKİ ÇİFTÇİDEN SELAM"
VİYANA, 13/03(BYE)--- Tirajı günde 170 bin olan liberal eğilimli Kurier gazetesinin 13 Mart 2008 tarihli sayısında, Clemens Neuhold imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Türkiye'deki Tarım, AB Yolunda Büyük Mali Bir Engel Teşkil Etmiyor. Bu Konuda Yapılan Bir Araştırma Bunu Kanıtladı--
Toplam 6,6 milyon Türk geçimini tarımdan sağlıyor. Anadolu'daki geniş tarım alanı Balkanlar'ı geride bırakıyor. Avrupalı çiftçiler gelirlerinin üçte ikisini AB sübvansiyonlarından karşılıyor. Türkiye konusundaki ateşli tartışmalarda sık sık dile getirilen, Türkiye'nin AB'ye katılımının AB bütçesini sarsacağı argümanı bu yüzden asılsız.
Viyana'daki Uluslararası Ekonomik Kıyaslamalar Enstitüsünün yaptığı bir araştırma bunun aksini kanıtlıyor: Birincisi işletme primlerinin miktarı mahsule bağlı. Araştırmayı yapan uzmanlardan biri olan Josef Pöschl, "Türk çiftçileri hiçbir zaman Fransız çiftçileri kadar yüksek meblağlar almayacaklar, çünkü hektar başına aldıkları ürün Fransızlarınkinden çok daha az" diyor ve bunun sosyal sigorta sistemine benzediğini belirtiyor: "Yaşamı boyunca kazancı yüksek olan bir kişinin, emekliliğinde de durumu daha iyi olacaktır." Bu benzetmeye göre, Türkiye'nin tarım sektörü, yoksul emekli pozisyonunda.
Ayrıca Brüksel işletme primleri için tarım alanının yalnız bir bölümünü kabul ediyor. Buna bir de AB ülkelerinin Brüksel'e yıllık ödemelerini yükseltmeye yeltenmemeleri de ekleniyor. Maliye Bakanı Wilhelm Molterer de bundan kısa bir süre önce, GSMH'nin yüzde birinin, yani AB'ye toplam 2,2 milyar avro net ödemenin limit teşkil ettiğini açıklamıştı. Türk çiftçileri için gerekli olan ek meblağın tarım bütçesinden karşılanması gerekiyor.
--Reform--
Ayrıca Türkiye'nin 2015-2020 yılları arasında Birliğe katılması halinde kasada daha ne kadar para olacağı da henüz bilinmiyor. Çünkü, 2013 yılında AB tarım sisteminin reforma tabi tutulması düşünülüyor. Tarım sektöründeki fiyatların bugünkü yüksek düzeyde kalması halinde, çiftçiler piyasada daha çok kazanacaklarından, teşvik yardımları da kısıntıya uğrayabilir.
Brüksel sıhhi standartlar üzerinde çok duruyor. Pöschl bu konuda, "Türkiye'de birçok gelişme var, bu başarılabilir" diyor.
--Fırsatlar--
Türkiye kayısı, incir ve fındık üretiminde dünyada birinci sırayı alıyor. Çeşitli sebze ve kuruyemişte de ön sıralarda. Hayvancılık büyük bir rol oynamıyor. Avrupa'da çevrecilik konusundaki patlama geleceğe dönük bir fırsat oluşturabilir. Çünkü, Türk çiftçileri sermaye azlığından ürünlerini fazla ilaçlamıyor. Bu "dezavantajı" avantaja dönüştürerek, piyasaya doğal ürün sunabilirler.
BELÇİKA BASINI
DE STANDAARD: "AB, TÜRK İKTİDAR PARTİSİNİN KAPATILMASINA KARŞI UYARIDA BULUNUYOR"
BRÜKSEL, 17/03(BYE)--- Tirajı günde 76 bin olan De Standaard gazetesinin 17 Mart 2008 tarihli sayısında, Erdal Balcı imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye'de "Ahmet Necdet Sezer'in yargıçları" nereye kadar gidebilirler? Eski Cumhurbaşkanı Sezer tarafından atanan Anayasa Mahkemesi savcı ve yargıçları, hükümet partisi AKP'ye karşı bir savaş yürütüyorlar. Ancak, bundan 6 ay önce oyların yüzde 47'si ile seçilen bir partiyi yasaklayabilirler mi?
Ahmet Necdet Sezer, konuşmalarında Türklerin büyük çoğunluğunun anlamadığı Türkçe kelimeler kullanan Atatürk taraftarı militan bir milliyetçi. Anayasa Mahkemesi'nin oluşumu ve savcıların atanması sırasında eski Cumhurbaşkanı, meslektaşlarının desteğini alan adaylar yerine Atatürk ideolojisine en sadık olanları, yani AKP'nin şeriatı getirmek istediğine inanan kadın ve erkekleri tercih etti.
Belki bu dava, aralarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de bulunduğu 71 politikacının ve partinin sonu olacak. Yargıçlar savcıya hak verecek olurlarsa, devlet, partinin tüm mal varlığına el koyacak ve AKP'nin önemli liderleri 5 yıl boyunca politikadan men edilecekler.
Avrupa Birliği Komisyonu üyesi Olli Rehn, şimdiden, olası bir yasaklamayı, aday bir ülkeden beklenmeyen ve demokratik normlara uymayan bir tutum olarak değerlendirdi. Rehn, "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasal konular parlamentoda tartışılır, mahkemelerde değil" dedi. Hassas Türk ekonomisi ilk kriz belirtilerini gösterdi ve Türk lirası düştü.
Yargıçların bunu göz önünde tutup tutmayacakları merak ediliyor. Bürokrasi elitinde, orduda ve adli makamlarda büyük bir AKP kini var. Sabah gazetesi yazarlarından Ergün Babahan, Türk adaletinin bu kadar siyasallaşmış olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor: "AB'ye üye olmak isteyen bir ülke için, bu, utanç duyulması gereken bir süreçtir. Bundan böyle hangi partilerin kurulabileceğine savcıların karar vermesini öneriyorum."
Savcı ve yargıçlar bir parti kapatmaya ilk kez yeltenmiyorlar. Türk siyasal tarihi, çok sayıda parti kapatma ve siyasetçilerin politikadan uzaklaştırılması örnekleri ile dolu. Gerçek olan şu ki, siyasi hayattan men edilen politikacılar her defasında güçlenerek geri dönüyorlar. Türk halkı bu tür müdahaleleri cezalandırıp "uzaklaştırılanlara" destek veriyor.
AKP milletvekili ve meclis başkanı Köksal Toptan, bir sonraki seçimlerde partisinin oyların yüzde 47'sinden fazlasını alarak iktidara geleceğine inanıyor: "Siyasi partiler halk tarafından kurulur. Bunların kapatılmasına da insanlar karar verir. Bazıları tehlikeli bulduğu için, oyların yarısını toplamış bir partinin kapanması deliliktir."
EUOBSERVER: "AVRUPA BİRLİĞİ MAHKEMELERLE MÜCADELESİNDE TÜRK BAŞBAKANI DESTEKLİYOR"
ANKARA, 18/03(BYE)--- Avrupa Parlamentosundaki bir grupla işbirliği halinde çalışan Brüksel merkezli haber portalı Euobserver'ın 17 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, Leigh Phillips imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB güç durumdaki Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı, ılımlı İslamcı partisinin kapatılmasını isteyen savcılarla mücadelesinde desteklerken, Birliğin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, katılım sürecinin devam eden anayasal krize rağmen süreceğini söyledi.
Olli Rehn hafta sonunda ülkenin Anayasa Mahkemesinin merkez sağ Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP) kapatma girişiminin, "Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik ve laik bir devlet olduğunu çok açık bir şekilde belirten" Türkiye Anayasasını ihlal ediyor olabileceğini söyledi.
14 Mart Cuma günü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, bir İslam devleti kurmaya çalıştıkları gerekçesiyle partinin kapatılması ve aralarında Başbakan ve Cumhurbaşkanının da bulunduğu 71 AKP'linin beş yıl boyunca siyasetten men edilmesi istemiyle bir iddianame sundu.
AB Komisyonu üyesi Rehn, Türkiye'deki anayasal krizin ülkenin AB'ye katılım girişimini engellemeyeceğini söyledi ve "Türkiye'nin AB'ye katılım süreci canlıdır ve ilerlemektedir" dedi.
Bloomberg TV'ye verdiği mülakatta Rehn, "Bu, Türkiye'nin AB girişimini etkilememelidir ve Türkiye'nin reformlarını sürdürmesi önem taşımaktadır" dedi.
Erdoğan, Başsavcının girişimini "gayridemokratik" olarak niteleyip kınarken, Hürriyet gazetesinin bildirdiğine göre, "Rahatsız oldukları şey AKP değil, milletin iradesi ve milli egemenlik. Zarar verdikleri şey ise demokrasi ve hukukun üstünlüğü, AKP değil" dedi.
Uzmanlar, kendisini ülkedeki laikliğin bekçisi olarak gören orduyla ilişkili savcıların, bir süredir AKP'nin kapatılması girişiminde bulunmak istediklerini ve hükümetin son dönemdeki üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması gibi manevralarının bunu yapmak için mazeret oluşturduğunu söylüyorlar.
Bu arada Avrupalı milletvekilleri, Türk lideri savcıyla mücadelesinde destekliyorlar. Avrupa Parlamentosundaki Liberal grup, Türkiye'deki laikliği desteklediğini ancak siyasi partilerin kapatılmasına karşı olduğunu bildirdi.
FRANSA BASINI
AFP: "BARROSO: AKDENİZ İÇİN BİRLİK TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİNE BİR ALTERNATİF DEĞİLDİR"
BRÜKSEL, 14/03(AFP)(BYE)--- Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso bugün yaptığı açıklamada, Avrupalıların Güney Akdeniz ülkeleriyle yeniden ortaklık başlatmak için onayladıkları Akdeniz için Birlik'in kurulmasının Türkiye'nin AB'ye üyeliğine bir "alternatif" olmadığı güvencesini verdi.
Brüksel'deki Avrupa zirvesinin ardından yaptığı açıklamada Barroso, "Açık olması için söylüyorum, bu bir alternatif değildir" dedi.
Geçen mayıs ayında Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası sırasında Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Birliğin kurulma fikrini ileri sürdüğü zaman, bu, Ankara tarafından Türkiye'de üyeliğe alternatif olarak dayatılmak isteniyormuş gibi algılanmıştı.
Ülkesi AB Dönem Başkanlığını yürüten Slovenya Başbakanı Janez Jansa da, "Akdeniz için Birlik konusunda dün ve bugün çok açık tartışmalarda bulunduk ve 'Türkiye' kelimesini hiç kullanmadık" dedi.
Barroso, "Bu, Türkiye'nin de Akdeniz için Birliğe katılmasını beklemiyoruz anlamına gelmiyor (...) Türkiye Akdeniz konuları için çok önemli bir ülke ve şayet projeye katılırsa şeref duyarız" şeklinde konuştu.
AFP: "BRÜKSEL TÜRK ADALETİNE SİYASETE KARIŞMAMASI ÇAĞRISINDA BULUNDU"
BRÜKSEL, 15/03(AFP)(BYE)--- Türkiye'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iktidardaki AKP'yi kapatmaya yönelik Anayasa Mahkemesine açtığı davanın ardından, AB Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, bugün Türk adaletine demokratik siyasete müdahale etmemesi çağrısında bulundu.
Brüksel'de uluslararası bir konferans çerçevesinde basın mensuplarına yaptığı açıklamada Rehn, "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasi sorunlar parlamentoda görüşülür ve sandıkta çözülür, mahkemede değil" dedi.
Rehn sözlerine, "Kuvvetler ayrılığı Avrupa'nın temel ilkesidir. Yürütme yargıya; yargı da siyasete karışmamalıdır" şeklinde devam etti. Rehn, ayrıca bu krizin çok fazla siyasi çaba harcanmasına neden olacağını ve bu sebeple kişisel özgürlüklerin iyileştirilmesini hedefleyen AB'ye uyum reformlarında gecikme yaşanmamasını umduğunu ifade etti.
İNGİLTERE BASINI
THE FINANCIAL TIMES: "AKDENİZ BİRLİĞİ TASLAĞI ÖNEMLİ SORULARI CEVAPSIZ BIRAKIYOR"
ANKARA, 13/03(BYE)--- Financial Times'ın 13 Mart 2008 tarihli sayısında Tony Barber imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin özet çevirisi şöyledir:
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel bugün Avrupalı liderlere, Akdeniz Birliği için, projenin nasıl işleyeceğine dair hassas soruların cevapsız bırakıldığı bir öneri sunacaklar.
Taslağa göre Akdeniz Birliği, AB'nin 27 üyesiyle Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da AB üyesi olmayan genelde Müslüman ülkeler arasındaki işbirliğini güçlendirecek.
Ancak belgede Akdeniz Birliği'nin ne gibi projelerin destekleneceği ve nasıl finanse edilecekleri konusu belirsiz.
Alman-Fransız ortak belgesine göre, Birlik 1995'te başlayan Barcelona sürecine hız verecek. Mevcut süreç AB ile Fas'tan Türkiye'ye kadar 10 ülke arasında ekonomik, siyasi ve sosyal anlaşmalardan oluşuyor.
Belgede Barcelona sürecine aktarılan fonların Akdeniz Birliği için kullanılabileceği ve AB bütçesi dışında özel sektör finansmanı dahil ek bir para ayrılabileceği söyleniyor.
Diplomatlar bu formülün AB bütçesine en çok katkıda bulunan ülkelerin endişelerine hitap ettiğini söylüyorlar.
Ancak belgede bu AB bütçesi dışındaki fonların tam olarak nereden geleceği kesin olarak belirtilmiyor.
Taslakta Akdeniz Birliği için Akdeniz'e kıyısı olan bir AB üyesi ve de AB üyesi olmayan bir ülkeden oluşan bir eş başkanlık öneriliyor.
Merkel, Akdeniz Birliği'nin Akdeniz'e kıyısı olan AB üyesi ve AB üyesi olmayan ülkelerle sınırlı tutulmasına karşı çıkarak bunun, AB'yi parçalayarak Fransa'yı Kuzey Afrika'daki eski sömürgelerine, Almanya'yı da Doğu Avrupa'daki nüfuz alanına itme riski taşıdığını söylüyor.
Diğer AB üyeleri de projeyi Fransa'nın yeniden Akdeniz'de nüfuz kurma çabası olarak görüyorlar.
Bazıları tarafından da Akdeniz Birliği Sarkozy'nin Türkiye'nin AB üyeliğini engelleme ve Türkleri farklı ve daha az Avrupalı bir gruba sokma çabası olarak görülüyor. Türkiye ise artık projenin niyetinin bu olmadığına ikna olmuş durumda.
REUTERS: "OLLİ REHN TÜRKİYE'DE İKTİDAR PARTİSİNİN KAPATILMASI GİRİŞİMİNİ ELEŞTİRDİ"
BRÜKSEL, 16/03(REUTERS)(BYE)--- Paul Taylor ve Mark John bildiriyor:
Avrupa Birliğinin genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Olli Rehn dün, Yargıtay Başsavcısının iktidardaki AK Partinin kapatılması yönünde başlattığı girişimin, aday ülkelerin sahip olması gereken Avrupa'nın demokratik ilkelerine ters düştüğü uyarısında bulundu.
Olli Rehn Reuters'e yaptığı açıklamada, "Normal bir Avrupa demokrasisinde, siyasi meseleler parlamentoda tartışılır ve seçim sandığında sonuçlanır, mahkemede değil" dedi.
Türkiye'nin AB'ye katılım girişiminin davanın açılması hâlinde zarar görüp görmeyeceği sorusuna cevaben Rehn, "Bu davanın normal bir Avrupa toplumunun demokratik ilkelerine riayet ettiğini söylemek güç" dedi.
Rehn, ayrıca AB'nin üyelik için karşılanması gereken Kopenhag kriterinde demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin belirlendiğini hatırlattı.
Bununla beraber Rehn, "Kuvvetler ayrılığı ilkesine riayet ederiz. Yürütme mahkemelerin işine; yargı da demokratik politikaya karışmamalıdır. Umarım bu olay siyasi enerjinin büyük bölümünü tüketmez ve AB reformlarının ertelenmesine veya dikkatin dağılmasına neden olmaz... Hükümetin bu reformlara odaklanacağına inanıyorum" dedi.
--Tuhaf Başvuru--
Söz konusu dava girişimi ABD tarafından da neredeyse AB'nin kullandığı ifadelerle eleştirildi. Dışişleri Bakan yardımcılarından Matthew Bryza Zaman gazetesine yaptığı açıklamada, "Seçmenler konuştu. Onların isteklerine saygı gösterilmelidir" dedi.
İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt ise AK Parti hükümetinin "önemli reformculardan" oluştuğunu söyledi ve "Savcılar her ülkede tuhaf işler yaparlar, ama (Türkiye'deki) bu durum astronomik derecede tuhaf" dedi.
Bildt, "Hepimiz biliyoruz ki, işleri bozmaya çalışanlar var ve bunlar Türk toplumunun laik karakterinin geleceğine dair korkuları fazlasıyla abarttılar ve şişirdiler" dedi.
Rehn ile aynı forumda konuşan AK Parti milletvekili Suat Kınıklıoğlu, AK Partinin yüzde 47 oranında oy aldığına işaret ederek, "Bu AB'ye katılmaya çalışan bir demokrasi için sağlıklı bir gelişme değil. Türkiye'de hâlâ demokratik süreci aksatmaya çalışanlar var" dedi.
BBC: "TÜRKİYE'DEKİ AZINLIK MEZHEP HAKLARI İÇİN BASTIRIYOR"
ANKARA, 19/03(BYE)--- BBC'nin 19 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, Sarah Rainsford imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
--İstanbul'un Bir Varoş Semtinde Yüzlerce Kadın ve Erkek Yan Yana İbadet Ediyor--
İslamın liberal bir kolu olan Alevilerin toplantısında, Müslümanların geleneksel ibadet görüntülerinden farklı bir görüntü var. Her ne kadar resmi rakamlar olmasa da beş Türkten birinin bu şekilde ibadet ettiği tahmin ediliyor.
Ancak Müslümanların çoğunun Sünni olduğu bir ülkede, Alevilerin çoğu kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak hissediyor olmaktan yakınıyor. İstanbul Okmeydanı Alevi Cemaatinin lideri Kamil Aykanat, "Kabul edilmek ve ibadethanelerimizin yasal statüye sahip olmasını istiyoruz. Bunun yerine devlet, Alevi köylerinde Sünni camileri inşa ediyor ve okullarımızda Sünni İslamı öğretiyor. Hatta çocuklarımız Sünniler oruç tutarken onlar oruç tutmadıkları için dövülüyor" diyor.
--Sabit Önyargı--
Türkiye resmi dini olmayan katı laik bir cumhuriyet.
Ancak Diyanet İşleri Başkanlığından alınan verilere göre, devlet her yıl vergi mükelleflerinin 1.5 milyar dolarını 85 bin Sünni camisine ve imam maaşlarına harcıyor.
Bunun aksine Alevi ibadethaneleri olan Cemevleri sadece kültür merkezi olarak kaydedilebiliyor ve özel bağışçılar tarafından finanse ediliyor.
İstanbullu Alevi Ali Kenanoğlu, "Tarihsel olarak burada her zaman Sünniler yönetici konumundaydı ve Alevilerin İslamın sapkın bir biçimini yaşadıklarını düşünüyorlar. Cemevlerinde ışıkları kapatıp alem yaptığımızı düşünüyorlar" diyor.
Kentleşmenin daha iyi bir anlayışın gelişmesine katkıda bulunduğunu söyleyen Kenanoğlu, yine de yüzyıllık önyargıları silmenin zor olduğunu belirtiyor.
Alevi cemaati, ele alınması gereken önemli konulardan birinin eğitim olduğunu söylüyor.
Hristiyan çocuklar Türkiye'de zorunlu din derslerinden otomatikman muaf oluyorlar. Ancak bir Alevi olarak Ali'nin, çocuğunun aynı muafiyete sahip olması için mahkemeye gidip yasal mücadele vermesi gerekiyor.
Ali, "Bu kitaplar çocuklara nasıl iyi bir Sünni olunacağını öğretiyor. Nasıl namaz kılınacağını ve Arapça dua etmeyi öğretiyorlar. Ama Aleviler böyle ibadet etmiyor" diyor.
AB baskısıyla son dönemde ders kitaplarında değişiklik yapıldı ancak hala büyük ölçüde Sünni odaklı. Dersler genellikle İmam Hatip Liselerinin Sünni mezunları tarafından veriliyor.
Geçen yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Alevi bir çocuğun din derslerinden muaf olma hakkını onayladı. Ancak bu karar hala okullarda uygulanmıyor ve bu da Alevileri öfkelendiriyor.
--AB'nin Endişeleri--
Ancak bazı değişim sinyalleri var. Bu yılın başında dindar bir Sünni olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Alevi cemaatinin Muharrem orucunun iftar yemeğine katıldı. Yıllardır devam eden devlet düşmanlığının ardından pek çok Alevi bu etkinliğe katılmadı. Hatta bir grup bu yemeğe katılan Alevilerin cemaatten dışlanmasına karar verdi.
Yemek, Alevilerin endişelerini gidermek istediğini söyleyen AK Partiden Alevi bir milletvekili tarafından düzenlendi.
Kendisini 20 yıldır Alevilerin hakları için mücadele eden bir eylemci olarak tanımlayan Reha Çamuroğlu, "Başbakanımız açıkça Alevi cemaatini kabul etti ki bu çok önemli. Daha önceki hiçbir hükümet bunu yapamazdı" dedi.
"Türkiye'de Aleviler olduğunu, bu Alevilerin sorunları olduğunu ve bunların çözülmesi gerektiğini bildirdik" diyen Çamuroğlu, mart ayında şikayetlerini görüşmek üzere Alevi liderlerle görüşeceğini ve olası çözümler konusunda fikirlerini alacağını söylemişti. Cemevlerinin yasal statüsü ve eğitimle ilgili meseleler ana gündem maddeleri olacaktı.
Ancak bu görüşmeler hala başlamadı.
Dini eşitlik ve din özgürlüğü Türkiye'nin katılmak üzere müzakerelerini sürdürdüğü AB'nin temel prensiplerinden.
AB sürekli olarak Müslüman ve gayrimüslim azınlıkların karşı karşıya oldukları önemli zorluklardan bahsederek durumunun endişe kaynağı olduğunu belirtiyor.
Hükümet bu endişeyi anladığının işaretini verdi ve bu girişim Brüksel tarafından memnuniyetle karşılandı.
Uzun yıllara dayanan deneyimleri dolayısıyla kuşkulu olan Aleviler ise somut bir kanıt görmeyi bekliyorlar.
İSPANYA BASINI
ABC: "BRÜKSEL, TÜRK ADALETİNDEN, SİYASETİN DIŞINDA KALMASINI İSTİYOR"
ANKARA, 16/03(BYE)--- İspanya'da yayımlanan ABC gazetesinin 16 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, Maribel Nunez imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
Genişlemeden Sorumlu Avrupa Komiseri Olli Rehn dün, laiklik karşıtı faaliyetlerinden dolayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hakkında cuma günü bir iddianame sunan Türk Adaletinden siyasete müdahale etmemesini istedi.
Rehn, "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasi sorunlar parlamentoda tartışılır ve seçimlerde karar verilir, mahkemelerde değil. Kuvvetler ayrılığı, aynı şekilde bir temel Avrupa ilkesidir. Yani Yürütme gücü, yargıya karışmaz; Yargı da demokratik siyasete karışmaz" dedi.
Avrupa'nın Genişleme Komiseri, "AB'ye katılımla ilgili ve Türkiye'deki bireysel özgürlükleri iyileştirmeye adanan reformları geriletmemek için bu olayın siyasi enerjiyi fazlaca tüketmeyeceğine" olan inancını ifade etti.
Türk Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, iddianamenin işleme konulup konulmayacağını değerlendirmek için hâkimlerin pazartesi günü toplanacaklarını belirterek, "Bir yanda partinin yasaklanması ve diğer yandan da ise 71 kişiyi etkileyen siyasi faaliyetlerin yasaklanması iddianamesi var" diye açıkladı. Bu siyasi yöneticilerin içinde Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eski Meclis Başkanı Bülent Arınç var. İddianame dikkate alınırsa Erdoğan'ın partisinin savunmasını sunmak için bir ay süresi olacak.
Dün Türk Başbakan, Yargıtay Başsavcısının iddianamesini "millî iradeye bir saldırı" olarak tanımladı. Erdoğan, 16,5 milyon Türk'ün yapılan temmuz genel seçimlerinde partisine oy verdiğini ve oyların yaklaşık yüzde 47'sini elde ettiğini hatırlatarak Başsavcı tarafından yapılan suçlamaya "laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olduğu için bu seçmenleri kimse suçlayamaz" diye yanıt verdi. Ilımlı İslam'a doğru kayan eski İslamcı Erdoğan, partisinin, "demokrasi için mücadele ettiğini ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasına imkan tanıyacak önemli reformların benimsenmesinde ivme kaydettiğini" belirtti.
AKP'nin yasaklanmasını isteyen iddianame 162 sayfadan oluşuyor ve partinin "İslami modellerden etkilenen" bir sistem kurmak için bütün devlet kurumlarına sızmak istediği üzerinde duruyor. Savcı, diğer konular arasında, İslami başörtüsü taşıyan gençlerin üniversitelere girişini serbest bırakma oylamasına değiniyor.
Üniversitelerdeki tartışmalı başörtüsü serbestisi şubat sonlarında muhalefetten küçük bir partinin desteği sayesinde kabul edilmiş, bu durum, laik Türk Devletinin savunucuları arasında modern Türk Devletini kuran Atatürk'ün ilkelerine ters bir şekilde Türkiye'nin İslamlaşmasını yürütmek için Erdoğan'ın partisinin ilk adımı olduğu anlamında şüphelere neden olmuştu. Laiklik savunucuları, özellikle ordu, yargı, idari ve üniversite kurumlarından çıkıyor.
Şubat ayı sonlarında yürürlüğe giren tedbir şimdiye kadar eşit olmayan bir uygulamaydı, zira başörtülü gençlerin girişine izin veren üniversiteler yanında reformu uygulamayacağını ilan eden rektörlükler de var.
YUNANİSTAN BASINI
SKY TV: "BAŞÖRTÜ 'İFADE ÖZGÜRLÜĞÜDÜR'"
ANKARA, 17/03(BYE)--- Yunanistan'ın özel Sky televizyonunun 17 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan İspanyol gazetesine verdiği demeçte, kadınların üniversitelerde İslami başörtü takmaları yönünde hükümetinin aldığı ve ülkeyi bölen kararını savundu.
Erdoğan, "Başörtü kullanımı İslamlaştırma metodu değildir. Bu önlem, sadece ifade özgürlüğüyle ilgilidir. Ülkemizde bugüne kadar böyle giyinerek okula gitmek isteyen kadınlara izin verilmiyordu. Biz bununla mücadele edeceğiz" dedi.
Türkiye'nin "27"lerle alternatif bir ortaklığı kabul etmeyen Erdoğan, AB ile üyelik müzakerelerini ilerletme istediğini de dile getirdi ve Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkan Fransa'nın tutumunu da sert bir şekilde eleştirmeyi ihmal etmedi.
Erdoğan, "Sarkozy'nin tutumu son aylarda çok kötüydü, birçok defa anlaşma sorunu yaşadık. Oturup konuştuğumuzda her şey mükemmel. Ancak Türkiye'ye döndüğümüzde önceleri duyduklarımızdan tamamen farklı şeyler duyuyoruz. Karşılıklı saygı olması gerekir" dedi.
KATHİMERİNİ: "SAYIN ERDOĞAN'IN TÜRKİYE'Sİ"
ATİNA, 17/03(BYE)--- Tirajı Pazar günleri 191.138 olan Kathimerini gazetesinin 16 Mart 2008 tarihli sayısında, Kostas Yordanidis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Anadolu her geçen gün Türkiye'yi biraz daha fethediyor ve "demokrasi", Müslüman vatandaşların duygularının ön plana çıkarılması, Kemalist "aydın"ların görüşlerinin kenara itilmesi yönünde araç olarak kullanılıyor. Böyle bir gerçek herhalde ilk kez yaşanıyor, çünkü ülke asırlarca ya Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi çok uluslu bir üst düzey sınıf ya da Jön Türklerce şekillenen ve Mustafa Kemal'in ülkeye hakim olmasından sonra kabul ettirilen "milli düzenle" yönetildi.
Sürekli "demokrasinin ilkelerinden" söz edilmesi, Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in iki saatten fazla süren bir konuşmasında, "Müslüman vatandaşların ülkedeki gelişmelere eşit şekilde katılmaları" hakkına dair açıklamaları, şaşkınlıkla karşılandı. Anayasa'nın değişmesi, başörtüsünün resmi yerlerde kullanılması, Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılmaması "çoğunluğun haklarına saygı" adına yapılıyor. Batı'da AB hükümetleri "çağdaşlaşma yönündeki değişiklikleri" kabul ettirmek için kamuoyunun duygularını göz ardı etmeye ve "siyasi irade" göstermeye davet edilirken, Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'sinde halkın duygularını okşayan iktidar değişiklikleri yönünde girişimler yapılıyor.
Türkiye'de "demokratikleşme" yeni bir orta sınıfın ön plana çıkmasıyla başlayan bir yenilik değil, bugüne kadar kenara itilmiş olan Anadolu vatandaşlarını topluma ve politikaya dahil eden bir mekanizmadır.
Meclis içinde ve dışında muhalefet hemen hemen yok gibi, Türkiye'nin Silahlı Kuvvetleri ise 2007 yılının başarısız muhtırasından sonra geriye çekilmiş durumda. Tek muhalefet Türk Adaletinin üst düzey yetkililerinden kaynaklanıyor fakat o da ne zamana kadar sürecek? Gelişen bu ortamda Erdoğan'ın İslamcılarına "ne kurulu düzenin bir bölümünden" ne de "solcu aydınlardan" destek var ve Çelik'in vurguladığı gibi sadece halkın desteği var.
Türkiye çok ciddi bir değişiklikler sürecine girmiş durumda. Diğer bütün konular, Avrupa Birliği de arka planda kaldı. Avrupa Birliği'nin Ankara Temsilcisi Büyükelçi Mark Pierrini, deneyimli bir Fransız diplomat ve konuyu gündemin ilk sıralarında tutmaya çalışıyor, ancak Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin kaygı Avrupa'da her geçen gün artıyor, Türklerin ise AB coşkusu 2005 yılından bu yana yüzde 30 oranında azaldı.
Bunlar ülkenin resmi imajı. Bu çerçeve dışında bir grup dinamik işadamı yeni Türkiye'yi yapılandırıyor ve bu yönde eğitim de çok önemli rol oynuyor. Özellikle İstanbul'dan birkaç kilometre uzakta olan özel Sabancı Üniversitesi. Bu arada Erdoğan işadamlarını ülke genelinde okul inşa etmek yönünde ikna etmeye çalışıyor.
Mustafa Kemal'in ölümünden yetmiş yıl sonra yeni bir devrim başlıyor. Bu devrimle ilgili girişimler, kontrol altına alınmayan güçlere özgürlük kazandırıyor bunun da Türkiye'de ve geniş bölgede yaratacağı etkileri henüz bilinmiyor.
ELEFTHEROTİPİA: "TÜRKİYE KIBRIS KONUSUNDA NELER PLANLIYOR?"
ATİNA, 17/03(BYE)--- Tirajı günde 52.944 olan Eleftherotipia gazetesinin 17 Mart 2008 tarihli sayısında, Makarios Drusiotis imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Kıbrıs'taki seçimlerden sonra Kıbrıs konusunda gözlenen hareketlilik, 2004 yılı girişiminin öncesini andırıyor. Türkiye Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile işbirliğinde Kıbrıs konusuna dair belirli bir stratejik politika çizdi. Kıbrıs Rum yönetimi lideri Hristofyas beklenen girişimin belki Kıbrıs sorununun çözülmesine yönelik son çaba olacağını söyledi. Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da geçen hafta bir Türk dergisinde yayımlanan mülakatında, "Kıbrıs konusunun ya bir tek devlet olarak ya da Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ayrı olarak tanınmasıyla 2008 yılında çözüleceğini" söyledi.
3 Ocak 2008 tarihinde Ankara'da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Mehmet Ali Talat'ın katılımıyla yapılan toplantıda beklenen yoğun gelişmeler çerçevesinde, Kıbrıs konusuna ilişkin Türk politikası belirlendi. 3 Ocak kararları geçen perşembe günü başkent Ankara'da aynı kişilerin katılımıyla yapılan toplantıda bir kez daha doğrulandı.
Türk yetkililerin resmen yaptığı açıklamalardan ve Avrupalı diplomatlara verilen bilgilerden elde edilen sonuçlara göre, Kıbrıs konusuna ilişkin Türkiye'nin stratejisi şöyle:
1. Kıbrıs konusunun çözümsüzlüğü Türkiye'nin Avrupa sürecini çok olumsuz yönde etkiliyor. Üyelik sürecindeki sorunlara rağmen tam üyelik hedefi kaybolmadı ve yakın gelecekte de söz konusu olmayacak. Avrupalı diplomatların değerlendirmelerine göre Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin coşkusu oldukça azalmış olabilir, ancak Türk Hükümeti tam üyelik yönündeki politikasını bırakmıyor. Fransa ve Almanya'nın yarattığı sorunlar, Kıbrıs konusunun çözülmesine yönelik gerekliliği yok etmedi. Tam aksine bu sorunlar Türkiye'nin Kıbrıs konusu ağırlığından kurtulmasını daha da gerekli kılıyor. Kıbrıs konusu ortadan kalkarsa üyelik süreci de özgürleşecek ve diğer engellerin aşılmasına yönelik olası yeni bir dinamizm yaratacak.
2. Türkiye Kıbrıs sorununun çözülmesine yönelik işbirliğinde bulunma niyetinde olduğuna dair belirtileri veriyor, yeter ki sağlanacak olası bir anlaşmanın koyduğu belirli sınırları aşmasın, bu sınırlar da şöyledir:
- Federe devletin iki kurucu devletinin siyasi eşitliğinin güvence altına alınması. (Kıbrıs Rum tarafının kabul etmiş olduğu 8 Temmuz Anlaşmasının 1. maddesidir. Ancak Türkiye, oluşacak federe devletin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devamı olmasını istemiyor, yeni devletin sıfırdan doğması ön şartını koşuyor).
- Türkiye'nin atabileceği en son geri adım Annan Planı felsefesidir. (Kıbrıs'ta aleyhinde büyük bir felaket tellallığı yapılmış olmasına rağmen ortadan tamamen kaldırılması mümkün değil).
- 1960 yılı garanti ve ittifak anlaşmalarının devamı. (Yeni bir anlaşma için en büyük engel. AB'nin sağlayacağı garantilere dair düşünceler var).
- 8 Temmuz sadece uygulanacak işlemler anlaşması olarak kabul edildi. Başka bir ifadeyle 2008 yılının sonuna ya da en geç 2009 yılının başına kadar kapsamlı bir çözüm amacıyla doğrudan görüşmelere yol açacak bir araç olarak kabul edildi. (İşlemler için Kıbrıs Rum tarafının itirazı yok, ancak görüşmelerin belli bir takvim baskısı altında gerçekleşmesini reddediyor).
3. Yakın gelecekte mutabakatla sağlanacak bir çözüme ulaşılmazsa, Türkiye işgal kesimindeki statünün yükseltilmesini tamamlamak yönünde ilerleyecek. İlk aşamada tanınmamış bir devlet (Tayvan) ardından da diplomatik tanınmasını (Kosova) sağlayacak.
Gelişen bu ortamın 2004 yılındaki ortamla birçok ortak noktası var. Türkiye'ye gelince, Türkiye'nin o dönemde şu ön şartları vardı:
- Ayrı egemenlik.
- Temiz etnik bölgeler için iki kesimlilik.
- Daimi olarak AB müktesebatı dışında olacak öngörüler.
- AB müktesebatı dışındaki öngörülerin iptidai hukukla güvence altına alınması.
- Haritada düz çizginin çizilmesi.
Tamamen aksi yönde bir izlenim yaratılmış olmasına rağmen, Burgenstock'ta Türkiye'nin koyduğu bu beş temel şarttan hiçbiri kabul edilmedi. BM plandaki dengelerin bozulmasını istemedi, AB ise izin vermedi.
Sonuç olarak Türkiye işbirliğinde bulunmaya hazır görünüyor, yeter ki çıkarlarını kendi bakış açısı altında güvence altına alsın. Bu demek değildir ki görüşlerinin tümünü kabul ettirecek. Müzakere yetenekleri var, AB de yardım etmek niyetinde. AB konfederasyon çözümünü ve daimi olarak AB müktesebatı dışında olan öngörüleri kabul etmeyeceğini BM'ye bildirdi. Aynı zamanda AB, çözümün her boyutunun AB müktesebatına uygun olup olmadığı hakkında bilgi vermek amacıyla teknik danışman olarak görüşmelere de katılacak.
NET TV(DEVLET) ANTAPOKRİTES: "DIŞİŞLERİ BAKANI DORA BAKOYANNİ"
ATİNA, 19/03(BYE)--- NET TV'nin (Devlet) 18 Mart 2008 tarihli sayısında, Kostas Argiros, Odin Linardatu ve Filio Stangu'nun hazırlayıp sunduğu Antapokrites (Muhabirler) programına konuk olan Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, Üsküp, Kosova, Türkiye'nin AB süreci, Kıbrıs sorunu, Filistin ve ABD'de Demokratların Başkan adayları seçiminin ele alındığı söyleşide, Türkiye ve Kıbrıs sorununa ilişkin bölümün çevirisi şöyledir:
Gazeteci Stangu'nun uluslararası alandaki hızlı gelişmeler yaşandığını söylemesi üzerine Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni, bu hızlı gelişmelerin etki ve tepkilerinin hissedildiğini ifade etmiştir. Gazeteci Linardatu'nun etkilerin Yunanistan'da fazla hissedilmediğini söylemesi üzerine, Sayın Bakoyanni bu konudan şikâyetçi olduğunu dile getirmiş ve Yunanistan'ın kendi kendisiyle uğraşan, tek konulu haber bültenleri olan ve dışarıda olanları görmek istemeyen, ancak daha sonra da, bu küresel etkilerin Yunanistan'a ulaşmasıyla şaşkınlık yaşayan bir ülke olduğunu belirtmiştir.
Gazeteci Stangu, "zor komşularımızla" konuya girelim diyerek Bakoyanni'ye Balkanlarda sorunların olduğunu belirterek, büyük değişiklikler getiren Kosova konusunu ve Üsküp sorununu dile getirmiştir. Bakoyanni buna karşılık, çok geçmişe gitmeden "isim sorunun 17 yıldan bu yana gündemde olan bir sorun olduğunu" ve "Yunanistan'ın bu sorunu, ikili bir sorun olarak değil, Balkanlarda geniş bir siyasi istikrar sorunu olarak gördüğünü vurgulamıştır." "Balkanların Avrupa'nın barut deposu olarak anılmasının bir rastlantı olmadığını" da ifade eden Bakoyanni, "tarihteki doğu ve batı imparatorluklarını ayıran çizginin tam Balkanların ortasından geçtiğini" ve "Balkanlarda birçok azınlık bulunduğunu, Avrupa'nın bu bölgesinde farklı uluslardan insanların, Hristiyanların ve Müslümanların bir arada yaşadığını" belirtmiştir.
Bakoyanni'ye bölgede koşulların bugün daha zor olduğunun hatırlatılması üzerine, bunun, bölgenin Avrupa dışında kalmasından kaynaklandığını bu nedenle, "ilk amacın Avrupa ve AB'ye girmeleri olması gerektiğini" ifade ederek, "AB'ye girmelerinin Yunanistan'ın ilk sırada gelen hedefi olduğunu" vurgulamıştır. "Avrupa'ya nasıl girecekler" sorusu üzerine Bakoyanni, "bölgede ağır şartlar olduğunu ve AB tarafından da çelişkili politikaların izlendiğini" ifade etmiş, buna Sırbistan ile imzalanamayan istikrar anlaşmasını örnek göstermiştir.
Gazetecinin Kosova konusuna değinip, "Kosova konusu daha başka dramatik gelişmelere yol açabilir mi? Bundan böyle isteyenin bağımsızlığını ilan edeceği, isteyenin de karşısındakini tanıyacağı bir mantığa doğru gidildiğinin hatırlatılması üzerine Bakoyanni, "Böyle bir mantığa gidilemez, buna temelden karşıyız. Aslında uluslararası yasallığı olmayan bir mantığa tamamen karşıyız. Bu olamaz. İsteyen istediğini yapamaz. Tabii bazı gerçekler olduğunu da kabul ediyoruz. Bugün Kosova bağımsızlığını ilan etmiş, 17 veya 18 devlet tanımış ve ileride bu sayıya eklenecek yeni ülkelerde olacaktır. Önceki dokuz yılı göz önüne almazsak, bu konunun 2 yıldan beri gündemde olması bir rastlantı değildir. Akan suyu geri döndüremeyeceğine göre Yunanistan'ın hedefi istikrardır" dedi.
Azınlık konusuna da değinen Bakoyanni, Avrupa içinde azınlıkların uzun bir süre tabu olduğunu ve "bugünde azınlık deyince hala daha 1970'lerdeki basmakalıp tepkiyi veren meslektaşlarının bulunduğunu" vurguladı. Ayrıca, "Bizim Trakya'daki azınlığımız, Yunanistan için kültürel bir mirastır, ülkeye katkı sağlayan Yunan vatandaşlarıdır ve farklı dinden olan kardeşlerimizdir. Artık insanların azınlıkları nasıl gördüğüne dair anlayış, bütün Avrupa'da tamamen değişmiştir" dedi.
Gazetecinin, "Yunanistan'ın Üsküp konusunda bir sonraki adımı ne olacak?" sorusuna Bakoyanni, "Çok hassas ve zor müzakereler içindeyiz. Yunanistan tavrını uzun zaman önce netleştirmiş ve mücadeleye başlamıştır. Çünkü tarafından çok iyi algılanmayan bir konuda uluslararası toplumun bir şekilde bir bilgilendirilmesi gerekiyordu. Bizi anlayan çok az kişi vardı" dedi. Gazetecinin bunun aşılıp aşılmadığını sorması üzerine Bakan, Yunanistan'ın bu tezlerini anlayan olduğunu belirtti. Ayrıca, "Bu tezlerin geçmişe değil geleceğe, bölgesel istikrara dair tezler olduğunu" tekrarladı.
--Türkiye--
LİNARDATU: Şimdi başka bir konuya, sorunlarımız olan Türkiye'ye geçmek istiyorum. Recep Tayyip Erdoğan'ın ülke içinde başörtüsüyle, laik devlet konusuyla daha İslamcı farklı bir politika izliyor. Üstelik şimdi Başsavcının açmış olduğu davayla hem Türkiye'nin en büyük partisinin kapatılması hem Başbakan Erdoğan hem de Cumhurbaşkanı Gül'ün siyasetten yasaklanmaları istenirken, Recep Tayyip Erdoğan ülke dışına Türkiye'nin AB sürecinden bahsediyor. Sayın Bakan Türkiye'de neler oluyor?
BAKOYANNİ: Hızlı bir şekilde anlatmaya çalışalım. Türkiye çok büyük bir ülke ve şu anda iktidarda bulunan parti İslamcı bir partidir. Bu parti Avrupalılaşmış bir İslam modeli uygulamada başarılı olmaya çalışıyor. Bu bunun bir sonucudur. Kısa bir süre önce bende Türkiye'deydim, ne başörtüsü yasağının kaldırılmasının ne de kullanılmasının yasalar tarafından engellenmesinin demokrasi örneği olmadığını söyledim. Çünkü nüfusun yüzde 50'si başörtüsü kullanırken, Yunanlı bir Dışişleri Bakanının bunun yanlış olduğunu söylemesi biraz çelişikli olacaktı. Başörtüsünü kullanmak kadının kendi tercihi olduktan sonra, benim ayırım yaptığım nokta burası, güle güle kullansın. Ben haç taktığımda, takmak istediğimde bana neden taktığım sorulursa, takıyorum çünkü böyle hoşuma gidiyor bu nedenle takıyorum derim. O da bunu yapmak istiyorsa kendi hakkıdır. Bunu söylediğimde bana Türkiye'de hapse girebileceğimi söylediler.
STANGU: İstanbul'da size tedirgin olduklarını anlatan dostlarınız oldu mu?
BAKOYANNİ: Tabii ki. Bugün ülke içinde büyük bir tartışma yaşanıyor, bunun nedeni de başörtüsüdür. Ancak, aslında bu tartışma laik devlet ve din devlet arasındaki dengedir. Çok sayıdaki Türk dostlarım, "İran olmak, bir dini rejimle yönetilmek istemiyoruz" diyor. Türkiye için bu dengeyi sağlamak kolay olmayacaktır. Türkiye'de de Avrupa'nın, reformların yapılması için itici bir güç olduğunu düşünüyorum. Bu reformlar da Türkiye'yi AB yörüngesinde tutacaktır.
LİNARDATU: Ancak, Avrupa Türkiye'ye karışık sinyaller gönderiyor. Bir yandan Türkiye'ye gel diyor, öte yandan Fransa, birazda Almanya, Müslüman ülke olduğundan seni bazı önkoşullarla aramızda görmek istiyoruz diyor.
STANGU: Buna eklemek istediklerim var. Bu şekilde belki de çözüme dayanan Türkiye karşısındaki ulusal stratejimiz de tehlikede.
BAKOYANNİ: Hayır. Türkiye karşısındaki ulusal stratejimiz değişmeyecek. Çünkü biz bunu takip etmeye niyetliyiz ve bildiğim kadarıyla Meclisteki diğer partiler de.
STANGU: Türkiye'nin AB beklentisini ikili konuların çözümüne yönelik en önemli araç olarak kullandığımızda ve bu araç yoldan çıktığında, acaba başka bir araç aramamız gerekir mi?
BAKOYANNİ: Sayın Stangu, bu sizin ifade ettiğiniz gibi değil. Yunanistan ikili yani birbirine paralel bir politika izlemektedir. Birisi Türkiye kriterleri yerine getirir, değişiklikleri yapıp kişisel ve dini özgürlükleri tanır, ileri sürülen ikilemlere cevap verirse, "casus belli" hakkında konuşmayı bırakıp bunun resmi olarak olmadığını açıklarsa, şu anda bu konuda konuşmuyor, ancak resmi olarak bir açıklama yapmadı henüz, vb. birçok örnek verebilirim. Avrupa sürecine ilişkin, özellikle her şeyden önce Kıbrıs sorununda çözümü sağlamalı, çünkü bir yandan Avrupa Birliğine üyelik konusunda ciddi olarak konuşurken öte yandan Kıbrıs'ta bir işgal ordusu bulundurmak biraz çelişkili bir durum. Türkiye'nin de istemesi önkoşuluyla müzakere konusu olan tüm bu konularda çözüm yolunda ilerlemesi, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini sağlayacaktır. Ancak, bu karar ve değerlendirme bizim tarafımızdan yapılmayacak. Avrupa'daki son durum temelinde Avrupa toplumları karar alacaklar. Şu anda Türk halkına karışık mesaj gönderen meslektaşlarım, Türkiye'de reformlara hizmette bulunmamaktadırlar. Türkiye'nin AB ile sıkı ilişkisi Avrupa'nın tamamının yararınadır ve Türkiye'de reformcu mantığın desteklenmemesi Avrupa'da bizim yararımıza değil, hele Türk halkının hiç mi hiç yararına değildir.
STANGU: Eğer Fransa, Avrupa Dönem Başkanlığı sırasında, tekrar gündeme Avrupa Birliğinin sınırları konusunu getirmeyi düşünürse; Avrupa'nın sınırlarının İran'da, Suriye'de son bulması farklı bir şey, Yunanistan-Türkiye sınırında son bulması farklı. Bu durumda AB sınırlarının içeriğinin yeniden belirlenmesi gerekmez mi?
BAKOYANNİ: Bu tartışma şimdilik sona erdi. Şu anda Avrupa'nın sınırlarının Yunanistan sınırları olduğuna hiçbir şüphe yoktur. Bunu da her seferinde, örneğin kaçak göçün önlenmesi konusunu ele aldığımızda daha iyi görüyorsunuz. Böylece Avrupa'nın sınırlarından bahsedilirken aynı zamanda Yunanistan için konuşulmaktadır. Yani bizim bulunduğumuz bölgedir, bu kesindir. Bu da ülkeye bir özgüven sağlıyor.
STANGU: Yaklaşık bir ay önce Kıbrıs Rum yönetimine yeni bir başkan seçildi. Dimitris Hristofyas, Kostas Argiros ile seçim öncesi yaptığı konuşmada Kıbrıs sorunun çözümü için son fırsat olduğunu söylemişti. Bir çözüm bulunması durumunda sizce neler değişir? Avrupa'dan daha çok güvence mi elde edilir?
BAKOYANNİ: Şu anda çok özel bir durum söz konusu. Hem Kıbrıs'ta hem Yunanistan'da hem de Türkiye'de yeni hükümetler görevde. Yani halk iradesiyle seçilmiş hükümetler. Bunlar uluslararası ilişkilerde önemli rollere sahiptir. Bu hükümetler, bir konuda herkesin geciktiğini düşündüğü çözüme yol açabilecek yeni görüşmelerin ilerletilmesine olanak sağlamaktadır. Nasıl mı olması gerekir? Bir süreç bulunmaktadır, bu da 8 Temmuz sürecidir. Bizim görüşümüz bu süreci devam ettirmektir, çünkü bu süreç iki toplumu görüşmelere yaklaştıran bir süreçtir ve böylece herhangi bir çözüm, her iki tarafın üzerinde anlaştığı bir çözümden doğacaktır. Yani zorunlu bir çözüm olmamalıdır. Zorunlu çözümün etkili olmadığı ortadır.
LİNARDATU: Annan Planını kastediyorsunuz.
BAKOYANNİ: Evet. Annan Planı çalışmadı. Yürümediği konusunda Türk Başbakanının da bir açıklaması bulunuyor. Ancak, kullanabilecek bazı noktalar ve unsurlar var, bu da ayrı bir konu. Genel olarak plan yok, halkların iradesinden daha güçlü bir şey de olamaz. Kıbrıs'ta yapılan referandumda son derece net olumsuz bir sonuç çıktı. Olmayan bir planı üzerinde konuşmanın gereksiz olduğuna inanıyorum. Bugünkü ortamın büyük bir hareketliliğe yol açacağını düşünüyorum. Belli bir süreden sonra konuya yeniden artan bir uluslararası ilgi söz konusudur. Bu da o veya bu şekilde konuyu etkileyecektir. Ayrıca, çözüm konusunda iki tarafın da yardım edeceğine dair iradeye sahip olduğuna inanıyorum. Bu çözüm tabii ki BM kararları üzerine dayanan ve Avrupa gerçeğine yakın ve çalışabilen bir çözüm olmalıdır. Kıbrıs bugün AB'nin bir üyesidir ve söz konusu kararların işlerliği de çok önemlidir.
Filistin konusuna da değinen Bakoyanni, şimdilik bir ateşkesin sağlandığını ve Yunanistan'ın Arap ülkeleri ve İsrail ile çok iyi ilişkileri olduğunu vurguladı. Bakoyanni, Amerika'da Başkanlık arayışına ve yaşanan ekonomik krize de değindi.
İSVİÇRE BASINI
NEUE ZÜRCHER ZEITUNG: "AB TÜRKİYE'DE AKP'YE KARŞI İŞLEMİ ELEŞTİRİYOR"
BERN, 17/03(BYE)--- Tirajı günde 143 bin olan Neue Zürcher Zeitung'un 17 Mart 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı ve AP kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:
--Komiser, Başsavcıya İhtarda Bulunuyor--
Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Olli Rehn, cumartesi günü Brüksel'de, Türk yargısını demokrasiye saygılı olmaya çağırdı. Başsavcının Başbakan Erdoğan'ın hükümet partisi AKP'nin yasaklanması talebinin ülkenin reform sürecine ters düştüğünü belirten Rehn, anayasanın Türkiye için bariz bir şekilde demokratik sistem öngördüğünü, yargının da bu prensiplere riayet etmesi gerektiğini vurguladı.
Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya AKP'yi "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olmakla suçluyor, partinin, merkezinde din bulunan bir toplum modeli kurmaya çalıştığını iddia ediyor. Erdoğan cumartesi günü buna itiraz etti ve halkın iradesine karşı bir adımdan bahsetti. Başbakan, Siirt'te parti üyeleri önünde yaptığı bir konuşmada, "demokrasi mücadelesini" devam ettireceğini söyledi.
ABD BASINI
AP: "İKTİDARDAKİ İSLAMCI PARTİ ALEYHİNE BAŞLATILAN YASAL GİRİŞİMİN ARDINDAN AB TÜRKİYE'Yİ DEMOKRASİYE SAYGI GÖSTERMESİ KONUSUNDA UYARDI"
BRÜKSEL, 16/03(AP)(BYE)--- Avrupa Birliği'nden yapılan açıklamada, Türkiye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının ülkenin İslamcı kökenli iktidar partisinin kapatılmasına yönelik yasal girişiminin ardından Başsavcının Türkiye Anayasası'nda belirlenen demokratik ilkelere saygı göstermesi gerektiği vurgulandı.
AB'nin genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Olli Rehn dün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İslamcı kökenli Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhindeki yasal girişimin AB üyeliğini amaçlayan ülkenin reform süreciyle uyuşmadığını söyledi.
Rehn, cuma günü Erdoğan'ın partisinin kapatılması için başlatılan girişimin, "çok açık bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir devlet olduğunu belirten" Anayasa'yı ihlal ediyor göründüğünü belirtti.
Rehn, "Anayasa'ya göre demokratik ilkelere hukuk sistemi tarafından da saygı gösterilmeli" dedi.
THE WASHINGTON POST: "TÜRKİYE BAŞBAKANI PARTİSİNİN KAPATILMASI GİRİŞİMİNİ KINADI"
ANKARA, 16/03(BYE)--- ABD'de yayımlanan The Washington Post gazetesinin 15 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, Gareth Jones imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Reuters kaynaklı haberin özet çevirisi şöyledir:
Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan bugün iktidardaki AK Partinin kapatılması girişimini, demokrasi ve siyasi istikrara bir saldırı şeklinde niteleyerek kınadı ve mücadele sözü verdi.
Bir savcı dün, laikliğe zarar vermeye ve ülkeyi İslam devletine dönüştürmeye çalıştığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinden AK Partiyi kapatmasını istedi.
Savcı, ayrıca Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve pek çok AK Parti yetkilisine beş yıl siyaset yasağı getirilmesi talebinde bulundu. Bu girişim kesinlikle finans piyasalarını sarsacak ve Ankara'nın Avrupa Birliği'ne katılım umudunu kıracaktır.
Erdoğan, Türkiye'nin güneydoğusunda düzenlenen ve televizyondan yayımlanan AK Parti mitinginde, "Hiç kimse AK Partiyi laiklik karşıtı faaliyetlerin merkezi olarak tanımlayamaz... Hiç kimse bizi yolumuzdan çeviremez. Demokratik yürüyüşümüze aynı kararlılıkla devam edeceğiz" dedi.
Dindar bir Müslüman olan ve daha önceden halka açık bir yerde dini içerikli bir şiir okuduğu için hakkında siyaset yasağı getirilen ve hapse giren Erdoğan, partisinin İslami bir gündemi olduğu yönündeki iddiaları şiddetle reddediyor.
AB'nin genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Olli Rehn Brüksel'de yaptığı açıklamada, "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasi sorunlar parlamentoda görüşülür ve sandıkta çözülür, mahkemede değil" dedi.
Rehn söz konusu davanın Türkiye'nin AB'ye üyelik girişimini etkileyip etkilemeyeceği yönünde bir soruya cevaben, "Bu davanın normal bir Avrupa toplumunun demokratik ilkelerine riayet ettiğini söylemek güç" dedi.
Ankara 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerine başladı, ancak Kıbrıs ve insan hakları konularında yaşanan tartışmalar neticesinde bu girişiminde bir yavaşlama yaşandı.
Rehn, ayrıca Türk Hükümetine yargı bağımsızlığına saygı göstermesi çağrısında bulundu ve sözlerine şöyle devam etti: "Yürütme yargıya; yargı da siyasete karışmamalıdır."
NOT: Aynı haber International Herald Tribune ve The New York Times gazetelerinin 15 Mart 2008 tarihli internet sayfalarında da yer almıştır.
INTERNATIONAL HERALD TRIBUNE: "İKTİDARDAKİ İSLAMCI PARTİ ALEYHİNDEKİ YASAL GİRİŞİMİN ARDINDAN AB, TÜRKİYE'Yİ DEMOKRASİYE RİAYET ETMESİ YÖNÜNDE UYARDI"
ANKARA, 16/03(BYE)--- International Herald Tribune gazetesinin 15 Mart 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Associated Press kaynaklı haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Birliği, Türkiye'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iktidardaki İslamcı partinin kapatılmasına yönelik yasal girişiminin ardından, Türkiye'nin anayasasında temel hatlarıyla gösterilen demokratik prensiplere riayet etmesi gerektiğini ifade etti.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, dün yaptığı açıklamada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İslamcı kökenli Adalet ve Kalkınma Partisine karşı hazırlanan iddianamenin, ülkenin AB üyeliğine yönelik reform süreciyle ters düştüğünü belirtti.
Rehn, Erdoğan'ın partisinin kapatılması için cuma günü verilen iddianamenin "Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir devlet olduğunu açık bir şekilde belirten" Türk Anayasasını ihlal eden bir görünüm arz ettiğini söyledi.
Rehn açıklamasında, "Anayasaya göre demokratik ilkelere hukuk sistemi tarafından da saygı gösterilmelidir" dedi.
AMERİKA'NIN SESİ RADYOSU: "AKP'Yİ KAPATMA DAVASINDA SÜREÇ İŞLİYOR"
ANKARA, 17/03(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 06.30 Türkçe yayınından:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında açtığı kapatma davasında süreç işlemeye başlıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP'lilerin tamamının, toplumun aydın kesimlerinin ve Avrupa'nın davaya sert tepkisi sürüyor.
Hilal Köylü, Ankara'dan bildiriyor:
Hükümetin Kuzey Irak'a düzenlenen kara operasyonundan sonra Kürt sorununu çözmek için adım atmaya çalıştığı bir dönemde Yargıtayın birdenbire Türkiye'nin gündemine getirdiği AKP'yi kapatma davası, Ankara'daki bütün tartışmaların yönünü değiştirdi. Terörle mücadele için siyasi bir açılımın olup olmayacağı, sosyal güvenlik reformunun Türkiye'de sosyal hakların gelişimine engel mi yoksa destek mi olacağına dair günlerdir yapılan tartışmaların hepsi bir kenara bırakıldı, Türkiye AKP'nin gerçekten kapatılıp kapatılamayacağına ve kapatılırsa Türkiye'yi nelerin beklediğine dair senaryolara kilitlendi. Siyasi çevrelerde, Amerika ve Avrupa'nın demokrasiyle bağdaştıramadığı AKP'yi kapatma davasının, Türkiye gündemini çok uzun bir süre meşgul edeceğine ilişkin hesaplar yapılıyor.
AKP hakkında açılan kapatma davasında süreç bugün başlıyor. Anayasa Mahkemesi heyeti, eksiklik görmezse Yargıtay Başsavcılığının AKP'nin kapatılmasıyla ilgili hazırladığı iddianameyi kabul edecek, sonra da ön savunma için AKP'ye gönderecek. AKP'nin ön savunmasını bir ay içinde yapması gerekiyor. Sonrasında Yargıtay Başsavcısı esas hakkındaki görüşünü mahkemeye sunacak, bu görüş de AKP'ye gönderilecek. Anayasa Mahkemesi bu aşamadan sonra bir gün belirleyecek ve tarafları sözlü olarak dinleyecek. Raportör davaya ilişkin bilgi, belgeleri toplayacak, esas hakkındaki raporunu hazırlayacak. Hazırlanan bu rapor Anayasa Mahkemesinin 11 üyesine dağıtılacak ve üyeler Başkan Haşim Kılıç'ın belirleyeceği günde toplanacak. Anayasa'ya göre bir siyasi partinin kapatılması için nitelikli çoğunluğun yani mahkemenin 11 asıl üyesinin en az yedisinin oyu gerekiyor.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya'nın "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olarak gösterdiği AKP'yi kapatma davasıyla ilgili iddianamede Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "laiklik ilkesine aykırı eylem ve demeçleri" 61 başlık altında toplanıyor.
Partisinin kapatılmasına dönük girişimi ilk önce "millî iradeye karşı bir adım" olarak niteleyen Başbakan Erdoğan'ın ise AKP'nin kapatılmasını savunanlara karşı tepkisi sertleşiyor. Erdoğan, Şanlıurfa'da konuşurken Türkiye'nin itibarını, geleceğini düşünmenin sadece partisinin sorumluluğunda olmadığına vurgu yaparken, yine de tek başına kalmaları durumunda demokrasiye sahip çıkacaklarını söyledi. Türkiye'de kimsenin gerilimler, krizler üreterek ülkenin kaynaklarını heba etme hakkının olmadığını savunan Erdoğan, "Hiç kimse böyle ağır bir vebali taşıyamaz. Bu milletin vicdanını yaralayanlar, bu milletin huzurunu kaçıranlar, bu milletin değerini bilmeyenlerdir. İradesini hiçe sayanlar, onu değersiz ilan edenler milletin ahını almaktan kurtulamazlar" ifadesini kullandı.
AKP'yi "dincilikle, fanatizmle, terör ve şiddetle" yan yana göstermeye çalışmanın "gayri ciddilik" olduğunu dile getiren Erdoğan, AKP'nin bütün bunlarla ilgisinin olmadığını savundu. Partinin kapatılması girişimini hafta sonunda sürekli değerlendirmeye alan AKP de, yarın yapılacak Meclis grup toplantısını da bir gün öne çekti. Toplantı bugün olağanüstü bir şekilde gerçekleştirilecek.
Öte yandan Avrupa Birliği Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn'in, AKP'yi kapatma davasıyla ilgili "Normal Avrupa demokrasilerinde siyasi konular mahkeme salonlarında değil, parlamentolarda demokratik yollarla tartışılır" sözlerinin ardından Avrupa ülkelerinin davaya tepkisi sürüyor.
İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband, kapatma davasının Avrupa demokrasisine aykırı olduğunu söyledi. Görüşlerini kısa bir açıklamayla duyuran Miliband, davanın kendilerinde büyük bir kaygı yarattığını, yargıyla siyasetin ayrı olması ilkesine uyulması gerektiğini dile getirdi. Amerika Dışişleri Bakanlığı da, davayla ilgili olarak Türkiye'de demokratik kurumlara ve hukukun üstünlüğü ilkesine saygı gösterilmesi gerektiği görüşünü duyurmuştu.
AMERİKA'NIN SESİ: "AK PARTİ HAKKINDAKİ KAPATMA DAVASI... AVRUPA TEPKİ GÖSTERMEYE DEVAM EDİYOR"
ANKARA, 18/03(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosunun 07.00-07.30 Türkçe Yayınından:
Avrupa, AKP'nin kapatılması girişimine tepki göstermeye devam ediyor. Tepkilere son olarak Dönem Başkanlığını yürüten Slovenya ve Avrupa Konseyi de katıldı.
Ayrıntıları Brüksel'den Güven Özalp bildiriyor.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, "laikliğe aykırı fillerin odağı haline geldiği" iddiasıyla AKP hakkında kapatma davası açmasına Avrupa kurumlarından tepki gelmeye devam ediyor. Davaya tepki verenler arasına Avrupa Birliği Dönem Başkanı Slovenya ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Terry Davis de katıldı. Dava süreci bağlamındaki gelişmeleri yakından izleyeceğinin mesajını veren Dönem Başkanı Slovenya, tüm AB üyeleri adına yazılı bir açıklama yaptı. AKP'ye karşı açılan davadan endişe duyulduğunun vurgulandığı açıklamada, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının demokratik toplumların saygı gösterilmesi gereken temel bir ilkesi olduğu hatırlatıldı. Açıklamada, "Dönem Başkanlığı, bu konunun, en yüksek demokratik standartlara uygun ve Türk seçmenlerin son seçimde ortaya koyduğu tercihlere saygı çerçevesinde çözüleceği yönündeki umudunu dile getirir" denildi. Dönem Başkanlığı, bu konunun AB katılım süreci bağlamında yapılması gereken reformlar üzerindeki dikkatin dağılmasına neden olmamasını istedi.
Kapatma davasına bir tepki de, Avrupa Konseyinden geldi. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Terry Davis, davanın açılmasını "endişe verici" olarak nitelendirdi. Davis, yaptığı yazılı açıklamada, "Bir Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye'de yasayla bir siyasi partinin yasaklanabileceğini öğrenmek endişe verici. Bir demokraside politik konular oyla kararlaştırılır, hükümet politikaları ve siyasi inançlar ise parlamento ve medyada açık tartışma konusudur" ifadelerini kullandı.
Davis, yasaların tartışma ve müzakereyi engelleyen değil, cesaretlendiren bir yaklaşımla kaleme alınması ve uygulanması gerektiğinin altını çizdi. Davaya ilk tepki AB Komisyonunun Genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'den gelmişti. Rehn, davanın normal bir Avrupa toplumunun demokratik ilkelerine saygı gösteren bir nitelikte olduğunu söylemenin zor olduğunu ifade etmiş ve hükümetin yargının işine karışmaması gerektiği gibi, yargının da demokratik politikalara karışmaması gerektiğini dile getirmişti. Avrupa demokrasilerinde siyasi konuların mahkeme salonlarında değil, parlamentoda tartışılıp, seçim sandığında sonuca bağlandığı da Rehn'in önemli vurguları arasında yer alıyordu.
Avrupa Parlamentosu üyeleri tarafından da sert bir şekilde eleştirilen dava kararı, Brüksel tarafından yakın izlemeye alındı. AB yetkililerinin öncelikli beklentisini dava sürecinin demokratik kurallar çerçevesinde ve bir an önce sonuçlandırılması oluşturuyor. Birlik yetkilileri, hükümetin, bu dava nedeniyle AB katılım süreci açısından gerekli reformları bir kenara itmemesi gerektiğine de vurgu yapıyorlar.
BAE BASINI
GULF DAILY NEWS: "YARGI SİYASETE KARIŞMAMALI UYARISI"
ANKARA, 16/03(BYE)--- Birleşik Arap Emirlikleri'nde yayımlanan Gulf Daily News gazetesinin 16 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
AB'nin genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Olli Rehn Türkiye'de bir cumhuriyet savcısının iktidardaki partiyi kapatmaya yönelik girişiminin ardından Türkiye'deki mahkemelere siyasete "karışmamaları" çağrısında bulundu.
Rehn Brüksel'de yaptığı açıklamasında "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasi meseleler parlamentoda görüşülür ve sandıkta çözülür, mahkemede değil" dedi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AK Partinin kapatılması ve aralarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de bulunduğu 71 kişi hakkında siyaset yasağı getirilmesi yönünde Anayasa Mahkemesine başvurdu.
Rehn bu meselenin, Türkiye'nin sürdürmekte olduğu reformları özellikle de AB'ye üyelik girişimini etkilememesini umduğunu söyledi.
Bu esnada Erdoğan söz konusu girişimi, bunun demokrasi ve siyasi istikrara karşı bir saldırı olduğunu belirterek kınadı ve direneceklerini ifade etti. Erdoğan "Bu dava milli iradeye yönelik bir adımdır" dedi.
Başbakan laikliği aşındırmaya çalıştığı yönündeki suçlamaları reddetti ve Türkiye'nin AB üyeliğine dair müzakerelerde yol almasını sağlayan reformlara dikkat çekti: "Hiç kimse AK Partiyi laiklik karşıtı faaliyetlerin merkezi olarak tanımlayamaz."
162 sayfalık iddianame hakimler ve ordudan generallerin de dahil olduğu laik kesim ile dini zihniyetli hükümet arasında uzun süredir devam eden ihtilafın en son göstergesi.
İddianamede hükümet ayrıca daha önceden yasaklanan İslamcı partilerle bağlarını korumakla suçlanıyor ve İslamcı zihniyete sahip parti taraftarlarının düzenli bir şekilde devlet teşkilatına sızmakta olduğu söyleniyor.
GULF NEWS: "AB, TÜRKİYE'Yİ DEMOKRASİYE SAYGILI OLMASI YÖNÜNDE UYARDI"
ANKARA, 16/03(BYE)--- Birleşik Arap Emirlikleri'nde yayımlanan Gulf News gazetesinin 16 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Reuters kaynaklı makalenin çevirisi şöyledir:
Avrupa Birliği'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri, dün bir Türk savcısının iktidardaki AK partinin kapatılmasına yönelik girişiminin, aday ülkelerin yükümlülükleri arasında yer alan Avrupa'nın demokratik ilkeleriyle ters düştüğünü söyledi.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasi meseleler parlamentoda görüşülür ve sandıkta çözülür, mahkemede değil" dedi.
Rehn, söz konusu davanın açılmasının Türkiye'nin AB'ye üyelik girişimine zarar verip vermeyeceği yönünde bir soruya cevaben "Bu davanın normal bir Avrupa toplumunun demokratik ilkelerine riayet ettiğini söylemek güç" dedi.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin 27 üyeli Birliğin -Kopenhag kriterleri olarak adlandırılan- üyelik koşulları arasında yer aldığını hatırlatan Rehn, "Kuvvetler ayrılığı ilkesine riayet ederiz. Yürütme mahkemelerin işine; yargı da demokratik politikaya karışmamalıdır" dedi.
LÜBNAN BASINI
EL AKBAR: "AB, TÜRKİYE İLE BARIŞ YAPIYOR: ERMENİ SOYKIRIMI YOK VE KÜRDİSTAN İŞÇİ PARTİSİ TERÖRİST"
BEYRUT, 14/03(BYE)--- Lübnan'da Arapça yayımlanan el Akbar gazetesinin 14 Mart 2008 tarihli sayısında, Ernest Khoury imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Parlamentosu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dönemini değerlendirmek için (Avrupa'nın, Ankara'nın AB üyeliğini kabul etmesi için koyduğu şartlarla ilgili) yedi ay bekledi. Değerlendirme, dokuz sayfadan oluşan taslak raporda belli oldu. Hristiyan Demokrat milletvekili Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan Türkiye Rapor taslağı önceki gün Zaman gazetesi tarafından yayımlandı. Avrupa Parlamentosu nisan ayında taslağı görüşecek, daha sonra oylama yapılacak. Raporun mayıs ayında kabul edilmesi bekleniyor.
Türkiye rapor taslağı birçok önemli konuyu kapsıyor ve Ergenekon davasına da yer veriliyor.
Milliyetçi çetelerin (Ergenekon çetesi) devlet içindeki kurumlarla derin bağlantıları bulunuyor. Herkes biliyor ki, bu hükümet daha önceki hükümetlerin yapamadığı şeyleri yaptı. "Devlet içindeki devlet"in en önemli kişilerinin tutuklanmasından sonra, Erdoğan hükümeti, yasal yolun sonuna kadar takip edileceğini belirtti. Gerçekten, bu çeteyle ilişkisi olan önemli isimler ortaya çıkarıldı, çetedeki büyük başların kim olursa olsun açıklanacağı sözü verildi. Bu kapsamda, raporda, "Türk yönetimi, Ergenekon davasındaki araştırmalarda daha fazla ileriye gitmeli ve bu çetenin devlet kurumlarındaki bağlantıları tam anlamıyla gün yüzüne çıkarılmalıdır" denildi.
Türkiye rapor taslağında, ifade özgürlüğüne sınır koyan, Türklüğe hakareti yasaklayan, gazetecilerin ve aydınların üzerinde bir kılıç gibi sallanan TCK'nın 301. maddesi konusunda hükümet sert bir şekilde eleştirildi. Çünkü hükümet bu maddeye ilişkin verdiği sözü tutmadı.
Ama hükümetin iki icraatı Avrupalılar tarafından memnuniyetle karşılandı:
- Vakıflar Kanunu'nun TBMM'den geçmesi olumlu karşılandı. (Bu kanun gayrimüslim kişilere büyük özgürlük tanıyor.) Ama bir komisyon oluşturulması konusunda da çağrıda bulunuldu.
- Raporda önemli diğer bir konu da, hükümetin asker-sivil ilişkilerine sınır koyması ve ordunun sivil yöneticilere saygı göstermesi konusundaki çalışmaları desteklemesi.
Rapor taslağı, Türkiye-Ermenistan ilişkilerine de büyük önem verdi. Geçen yüzyılda Ermenilere karşı yapılan olayları soykırım olarak nitelemedi ve Erivan ile Ankara hükümetlerine bir barışma dönemi başlatmak için birlikte çalışma teklifi yaptı. Ayrıca, Ankara'nın komşusuna karşı yaptırımlarını durdurması ve iki ülke arasındaki sınırların yeniden açılması için çağrıda bulundu.
Olaya diğer taraftan bakarsak, Avrupalı milletvekillerinin Türk yöneticiler ile barış yapmak istedikleri görülüyor.
Avrupa ülkelerinin çoğu PKK'yı terörist örgüt olarak görmemelerine rağmen, raporda PKK'ya terörist sıfatı verildi ve Türk devletine Kürt meselesine kısa bir sürede çözüm bulunması için çağrıda bulunuldu. Çözüme ilişkin Başbakan Erdoğan'ın başlatmak istediği planda fakir Kürt bölgelerinin kalkındırılması için 15 milyar dolar para ayrılması ve Kürtçe yayın yapan TV kanalının açılması, Avrupa'nın planı ile aynı.
Kuzey Irak'taki askeri operasyonlara dönersek; raporda bu konuya ilişkin sert eleştiri yapılmadı. Sadece, "Türkiye, Irak'ın egemenliğine saygı gösterirken, sivil kişilerin öldürülmemesi konusunda bütün tedbirleri almalıdır" ifadelerine yer verildi.
AN NAHAR: "BRÜKSEL: YARGI SİYASETE KARIŞMAMALI...ERDOĞAN KAPATMA TALEBİNİ KINADI"
ANKARA, 16/03(BYE)--- Lübnan'da yayımlanan an Nahar gazetesinin 16 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan AP ve Reuters çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Anayasa Mahkemesine AKP'nin kapatılması talebiyle başvurması, parti saflarında şok etkisi yarattı. Kapatma talebi laik kurumlar ile altı yıldır ülkeyi yöneten politikacılar arasındaki kavganın yeniden su yüzüne çıkmasına neden oldu. Başsavcı, cuma akşamı Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuruda, partinin "laikliğe aykırı faaliyetlerde bulunduğu" gerekçesiyle kapatılması talebinde bulundu. Başsavcı ayrıca Erdoğan'ın da "laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı" haline geldiği gerekçesiyle siyasetten men edilmesini istedi. Yargı kaynakları, Yalçınkaya'nın birkaç aydan bu yana parti hakkında delil topladığını belirttiler. Siyasi partileri kapatmakla yetkili Anayasa mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, iddianameyi teslim aldığını ve mahkeme üyelerinin, ön incelemede bulunmak üzere yarın toplanacaklarını kaydetti. 71 isim hakkında siyasi hayattan men edilme talebinde bulunulduğunu belirten Kılıç, bunlar arasında Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül ve eski Meclis Başkanı Arınç'ın da bulunduğunu söyledi.
Erdoğan, Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruyu kınadı ve bunun milli iradeye yönelik atılan bir adım olduğunu dile getirdi. 16.5 milyon seçmenin AKP'ye oy verdiğini hatırlatan Erdoğan, "Hiç kimse bu insanların laikliğe aykırı faaliyetlerde bulunduklarını iddia edemez." şeklinde konuştu.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat: "Bu davadaki hedef AKP değil, Türk demokrasisi ve Türk halkıdır. Bu tavırlar demokrasimiz hakkında soru işaretleri yaratıyor" dedi.
--Brüksel--
Brüksel'de ise AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn dün yaptığı açıklamada, yargının demokratik siyasete müdahale etmemesi gerektiğini belirtti. Rehn: "Normal bir Avrupa demokrasisinde siyasi sorunlar parlamentoda tartışılır, mahkemelerde değil. Yetkilerin ayrılması Avrupa'nın esas ilkesidir. Diğer bir deyişle, yürütme yargıya, yargı da demokratik siyasete karışmamalıdır" dedi. Başsavcı, şubat ayında Meclisin, türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına dair yasa çıkarmasının ardından harekete geçti. Laiklik savunucuları, nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan Laik Türkiye'nin İslamlaştırılmasından endişe ediyor. AKP, AB ölçütlerine uygun çalışmalar yapmasına karşın Türkiye'deki laikleri, İslami yönelimleri olmadığına dair ikna edemedi. Türk basını, AKP'nin kapatılması halinde, tehlikeli bir siyasi krizin patlak verebileceğinden söz ediyor.
MISIR BASINI
EL MASRY EL YOUM: "AB TÜRK YARGISINA SİYASETE KARIŞMAMA ÇAĞRISI YAPIYOR"
KAHİRE, 17/03(BYE)--- Tirajı günde 250 bin olan bağımsız Liberal El Masry El Youm gazetesinin 17 Mart 2008 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan AFP kaynaklı haberin özet çevirisi şöyledir:
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu Üyesi Olli Rehn, Türkiye'de iktidarda bulunan AKP'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvuran Türk yargısından demokratik siyasi sürece müdahale etmemesini istedi.
Olli Rehn, önceki gün Brüksel'de uluslararası bir konferans öncesinde yaptığı açıklamada, demokratik Avrupa'da sorunların genel olarak parlamentoda tartışıldığını ve mahkemelerde değil, seçim sandıklarında sonuçlandırıldığını belirterek, güçler arasında ayrımın Batı'nın bir kuralı olduğunu anımsattı.
Bu olayın siyasi enerjiyi daha fazla tüketmemesini temenni eden Rehn, Türkiye'nin AB'ye üye olabilmesi için kişi özgürlükleri gibi yapması beklenen reformlarda geç kalmamasının gerektiğini vurguladı.
RUSYA BASINI
NEZAVİSİMAYA GAZETA: "LAİK REJİMDEN YANA OLANLARIN RÖVANŞI... TÜRKİYE'DE İKTİDAR PARTİSİ KAPATILMAK İSTENİYOR"
MOSKOVA, 19/03(BYE)--- Tirajı günde 33 bin olan liberal eğilimli Nezavisimaya Gazeta'nın 19 Mart 2008 tarihli sayısında, Andrey Melnikov imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:
Türkiye'de muhalefet, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisini devletin laiklik ilkesini değiştirmeye çalışmakla suçlayarak, bu partiye karşı beklenen darbeyi indirdi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 14 Mart'ta Anayasa Mahkemesine gönderdiği iddianamede, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın başını çektiği AKP'nin kapatılmasını istedi. Türkiye'de şu veya bu partinin kapatılması için Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinden, yedisinin "evet" demesi gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana 30 kadar siyasi parti kapatıldı. AKP, Haziran 2001'de kapatılan Fazilet Partisinin halefi sayılıyor. Başsavcının iddianamesinde ayrıca AKP lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve partinin 69 üyesi hakkında beş yıl süreyle siyasi yasak uygulanması isteniyor. AKP, iddianame açıklandıktan sonra, yani ertesi gün olağanüstü toplandı. AKP lideri ve Başbakan Erdoğan, ülkedeki durumun istikrarsızlaşabileceği uyarısında bulunarak şunları söyledi: "İktidar partisinin faaliyetlerini yasa dışı olarak tanımlamak, Türkiye'nin çıkarlarını olumsuz etkilemektedir. Bütün bunlar ülkemizde kaos yaratmaya çalışan güçlerin işine geliyor. Biz başlattığımız demokratik reformları sonuna kadar sürdüreceğiz."
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, aynı gün, Yargıtay Başsavcısının iktidar partisini kapatma talebinin, Avrupa'daki demokrasi normlarına ters düştüğünü dile getirerek eleştirdi. Fakat Rehn, Yargıtayın bu adımının, Türkiye'nin AB ile daha yakın ilişkiler kurmasında güçlük yaratıp yaratmayacağı sorusuna ise kesin bir cevap veremedi. Bilindiği gibi Türkiye uzun zamandan beri AB üyesi olmak istiyor.
Başsavcının iddianamesi, iktidar partisi AKP ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi arasında uzun zamandan beri devam eden çekişmenin bir halkası oldu. 2007 yılının ilkbahar ve sonbaharında sırasıyla parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan (uzmanlar bu parti için "ılımlı İslamcılar" tabirini kullanıyor) AKP, başta üniversitelerdeki türban yasağını kaldırmak gibi bazı anayasal değişikliklerin yapılmasını teklif etmişti. Ve Meclis, bu değişiklikleri 9 Şubat'ta kabul etti.
Muhalefet, türban yasağının resmi kurumlarda da kaldırılması sonucunda, Türk kadınlarının her yerde türban takmak zorunda kalacakları uyarısında bulundu. Bunun üzerine Danıştay 11 Mart'ta söz konusu yeni yasanın uygulanmasını durdurdu.