2008-03-06 Haftalık AB - Türkiye Haberleri

Son Güncelleme: 20 Mart 2008

2008-03-06 Haftalık AB - Türkiye Haberleri

ALMANYA BASINI

FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "DOĞU'NUN ÖNEMİ ARTIYOR"

BERLİN, 28/02(BYE)--- Tirajı günde 355 bin 230 olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 28 Şubat 2008 tarihli sayısında, Lothar Rühl imzasıyla ve yukardaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:

--Türk Dış Politikasının Stratejik Seçenekleri Üzerine--

Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın Almanya ziyareti sırasında Berlin, Köln ve Münih'te yaptığı konuşmalar, Türk dış politikası hakkında ilginç ipuçları sunmuştur. Erdoğan, ülkesinin Avrupa, Kafkaslar ve Orta Doğu arasındaki "kilit önemi haiz" rolüne güvenmektedir. Erdoğan, Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin Avrupa ile "medeniyetler ittifakı" kurmak istediğini söylemişti.
Asıl sorulması gereken, Türkiye'nin AB tam üyeliği hedefinin birkaç yıl içinde nasıl bir öneme sahip olacağıdır. Irak savaşıyla birlikte Doğu, Türkiye için daha önemli bir hal almıştır. Irak petrolü, bu eğilimi güçlendirmektedir.
NATO, Türkiye'nin güvenlik politikasının temelini teşkil etmeyi sürdürmektedir. NATO genişlemesinin sürdürülmesinden yana olan Erdoğan, Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan'ın ittifaka dahil edilmelerini istemektedir. Bu ülkeler, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenlik bölgesine dahildiler. Özal döneminde kurulan "Karadeniz İşbirliği Konseyi" ve Orta Asya ülkelerinde yapılan Türk yatırımları aracılığıyla Türkiye'ye açık bir ekonomi bölgesinin genişletilmesi öngörülmektedir. Orta Asya'da Özal tarafından başlatılan komşuluk ve kültür politikası, AB'den bağımsız bir şekilde devam ettirilmektedir.
Erdoğan'ın Almanya'da yaptığı konuşmalarda, Avrupa'da yaşayan Türklerin ve sahip oldukları İslami kültürün hamisi olduğu yönünde yarattığı izlenim, Türklerin yurt dışında yaşadıkları ülkelerde yeterli sayıda olmaları halinde ulusal azınlık statüsüne sahip olmaları gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Türk göçmenlerin, Türkiye AB üyesi olsun ya da olmasın, Türk çıkarları doğrultusunda kullanılmaları öngörülmektedir.
Ankara tam üyeliğin reddedilmesi durumunda, "imtiyazlı ortaklık" teklifini kabul edecektir. Türkiye bu durumda, bölgesel bir güç olarak dış politika alanında daha bağımsız hareket edebilecektir. Ancak, Ankara aynı hareket serbestisine, ABD'nin özel ortağı olarak NATO içinde olduğu gibi, AB üyesi olması durumda da sahip olabilir. Bu nedenle, Ankara'nın "Avrupai" ya da "Avro-Atlantik" bir politika izleyeceğine güvenilmemelidir. Türkiye bugüne kadar olduğu gibi ulusal çıkarları doğrultusunda bir politika izleyecektir.
Ankara-Tahran-Bağdat üçgeni, Türk dış politikasında yeniden önemli bir hal almıştır. Ankara, İran'la karşı karşıya getirilmesine izin vermek istememektedir. Erdoğan -selefleri gibi- Tahran'ın nükleer programını anlayışla karşılamakta ve bu ülkeye karşı Türk ekonomisinin zarar göreceği yaptırımlar uygulanmasına karşı çıkmaktadır. Türkiye'nin İran doğalgazına bağımlılığı da bunda bir rol oynamaktadır. Erdoğan, Münih'te yaptığı konuşmada, İran'daki durumun "tasvir edilenden farklı" olduğunu söyleyerek, Washington, Paris ve Berlin'i bariz bir şekilde eleştirmişti. İran'a adil bir muamele uygulanmasını talep eden Erdoğan, "Avrupa'da füze yok mu, diğer ülkelerde nükleer enerji üretilmiyor mu" şeklinde konuşmuştu.
Ancak Türkiye'nin zayıf noktası burada yatmaktadır. Ankara, İran'dan kaynaklanacak bir tehdide maruz kalacak ilk ülkelerden birisi olmasına rağmen, böyle bir tehdidin bulunduğunu kabul etmek istememektedir. Türkiye halihazırda kısmen İran füzelerinin menzili içindedir. Washington, kurmayı planladığı füze savunma sistemine Türkiye'yi de dahil etmeyi düşünmeye başlamıştır. Bu mesele, Türk güvenlik ve dış politikasının üçüncü seçeneğini -AB dışında kalarak NATO çerçevesi içinde ABD ile ikili ilişki kurulması- sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'nin seçenekleri, Ankara tarafından gösterilmek istendiği ölçüde gerçekçi değildir.

FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG: "TÜRKİYE FİNANSMANI İLE İLGİLİ ANLAŞMAZLIK"

BERLİN, 29/02(BYE)--- Tirajı günde 355 bin olan muhafazakar eğilimli Frankfurter Allgemeine Zeitung'un 29 Şubat 2008 tarihli sayısında, Werner Mussler imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

Avrupa'daki iki yatırım bankası arasında, Türkiye'deki altyapının iyileştirilmesinin finanse edilmesi konusunda anlaşmazlık çıktı. Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Başkanı Philippe Maystadt, perşembe günü, Londra'da yerleşik Doğu Avrupa Bankası'nın (EBRD) gelecekte Türkiye'de daha güçlü bir şekilde angaje olunacağı şeklindeki açıklamasına itiraz etti. Maystadt, EIB'nin yıllık toplantısının yapıldığı Brüksel'de, iki banka arasında şimdiye dek iyi bir iş paylaşımı olduğunu kaydetti. EIB'nin, EBRD'nin aktif olduğu AB üyesi olmayan Doğu Avrupalı devletlerde fazla faal olmadığını, bunun yerine AB üye adayı olan Türkiye gibi ülkelerdeki projeleri AB adına finanse ettiğini söyleyen Maystadt, EIB'nin Türkiye'ye 2007'de 2.2 milyar avro kredi verdiğini belirtti. Türkiye'de iyi bir konumda olduklarını söyleyen Maystadt, şayet Rusya'da daha aktif olmamız istenmiyorsa, EBRD de Türkiye'de aktif olma konusunda çekimser kalmalı diye konuştu. Siyasi hedefleri destekleme görevi AB tarafından belirlen "AB bankası" EIB, 2007 yılında toplam 47.8 milyar avroluk kredi verdi. Bu miktarın 41.6 milyar avrosu AB devletleri, 6.4 milyar avrosu ise AB üyesi olmayan ülkeler için kullanıldı.

NÜRNBERGER NACHRICHTEN: "TÜRKİYE'DEKİ AYDINLAR ERDOĞAN HAKKINDA HAYAL KIRIKLIĞI YAŞIYOR"

ANKARA, 05/03(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Nürnberger Nachrichten gazetesinin 5 Mart 2008 tarihli sayısında, Thomas Seibert imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan İstanbul çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:

--Türk Aydınları Erdoğan'ın Kendilerini Yarı Yolda Bıraktığını Hissediyor--

Türkiye'deki aydınlar Recep Tayyip Erdoğan hakkında hayal kırıklığı yaşıyor. Aydınlar, hükümet liderinin reform çabalarını, artık sadece başörtüsü sorununa indirgediği, buna karşın özgürlüklerin genişletilmesi veya Kürt sorunu konularında söz konusu çabayı esirgediği görüşünde. Yüzün üzerinde aydının imzasını taşıyan hükümete yönelik bir çağrı metninde ise, son yıllardaki reform azmine bir an önce geri dönülmesi talebi iletildi.
Bildirinin altında imzası bulunanlardan köşe yazarı Oral Çalışlar, "Geçen yıllar zarfında pek kayda değer reform adımı atılmadı. Ancak sözler veriliyor" diye konuştu.

--Hedef: AB Yılı--

Aydınların çağrısı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de daha önce ilan ettiği üzere 2008 yılının gerçekten de "AB yılına" dönüşmesi yönünde. Önceki yılki cumhurbaşkanlık krizi, genel seçimler ve henüz birkaç hafta önceki İslami başörtünün serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliği sonrasında, artık acilen ihtiyaç duyulan demokratik reformlar konusunun daha fazla geciktirilmesine yönelik başka bahaneler kalmadığı ileri sürüldü.
Aydınların çağrısında, derin bir hayal kırıklığı kendini belli ediyor. Türkiye'deki birçok aydın bir zamanlar adeta yuvaları olan CHP'den vazgeçmişlerdi. Deniz Baykal önderliğindeki CHP, o dönem artan bir milliyetçilik, AB ve reform karşıtı havaya yöneldi. Böylelikle ülkelerini AB'de görmek isteyen birçok kişi açısından CHP, oy verilemeyecek duruma geldi. Çalışlar, "AKP, AB süreci ve demokratikleşme alanlarında alternatifsizdi" diyor.
Erdoğan, Çalışlar gibi aydın kesiminden kişilere randevu vermiş ve açıkça "Kürt sorununu" telaffuz edecek olan ilk Türk başbakanı olarak, onları Kürt bölgesini kapsayan gezilere beraberinde götürmüştü. Fakat Erdoğan ile yeşeren bazı umutlar artık sönüverdi.

--Tartışmalı Madde--

Bu durum, özellikle Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk ve yazar Elif Şafak gibi aydınların mahkemeye sevk edilmesi ve Ocak 2007'de Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink'in katledilmesine yol açan Türk Ceza Hukuku'nun 301. -"Türklük"- Maddesi konusunda kendini gösterdi. Söz konusu yasa, AB tarafından da tüm sert eleştirilere rağmen hala yürürlükte.
Artık birçok kişi aydınların yaptığı çağrının etki edeceğini umuyor. Erdoğan, ancak cuma günü AB diplomatlarıyla Ankara'da bir araya gelmesinin ardından 301. Madde'ye dair bazı değişikliklerin sözünü verebildi. Daha şimdiden Çalışlar, hükümetin gerçekten de yakında reform yoluna geri dönmesi halinde bazı aydınların tekrar cesaretlenebileceğini öngörüyor. Fakat bunun olup olmayacağı veya zamanlaması hakkındaysa şu anda hiç kimse bir şey söyleyemiyor. Erdoğan'ın başlardaki reform azmi sonrasında, öneriler bağlamında çoktandır ağzına dahi almadığı Kürt sorunu konusundaysa hükümetten fazla bir şey beklenmemeli. Buna ilişkin Çalışlar, "Hükümet artık sadece ordunun isteklerini yerine getiriyor" diyerek sözlerini bitiriyor.

 

FRANSA BASINI

AFP: "TÜRK AYDINLAR HÜKÜMETTEN REFORMLARI HIZLANDIRMASINI İSTİYOR"

ANKARA, 02/03(AFP)(BYE)--- 100'den fazla Türk aydın bugün yayımladıkları ortak bildiride hükümetten, Avrupa Birliği'ne üyelik süreci için gerekli olan reformları hızlandırmasını ve ülkelerinin Batı'ya sıkı bir şekilde bağlı olduğunu kanıtlamasını istedi.
Kriter dergisinin Mart ayı sayısında bu metnin yayımlanması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, üç yıl önce Türkiye'ye Birlik ile müzakereleri başlatma imkanı veren reformların hızını yitirdiğinden ötürü gittikçe daha fazla eleştirildiği bir zamana rastlıyor.
Öğretim görevlileri, sanatçılar ve gazeteciler söz konusu bildiride, "Şu son üç yılda görmezden gelinen Avrupa sürecine tam olarak müdahil olmamak için artık hiçbir neden yoktur. Sizden, somut önlemler almanızı ve yitirilen zamanı yakalamanızı istiyoruz" dedi.
Türkiye ile AB arasındaki müzakereler Ekim 2005'te başladı, ancak şimdilik üyelik sürecine ilişkin 35 başlıktan sadece altısı açılabildi.

AFP: "AVRUPA KOMİSYONU ANKARA'YI "ACİL" REFORMLAR YAPMAYA ÇAĞIRDI"

BRÜKSEL, 03/03(AFP)(BYE)--- AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn bugün yaptığı açıklamada Türk Hükümetini, türban meselesine harcadığı bütün enerjiden sonra özellikle ifade özgürlüğünü iyileştirmek için "acil" reformlar yapmaya çağırdı.
Türk üniversitelerinde türban kullanımına izin verilmesi kararı üzerine tavrını değiştirmeden Avrupa Parlamentosunda yaptığı bir konuşma sırasında Rehn, "Yakın zaman önce hükümet olanca dikkatini türban meselesine verdi" dedi.
Rehn, "Bu alanda AB'de çok değişik gelenekler var. Türk siyasileri ve sivil toplumunun kendi tartışmalarını yapıp kendi sonuçlarına varmaları gerekiyordu" şeklinde fikir belirtti.
Olli Rehn, "Şimdi tartışma sonuçlandığına göre, Türkiye temel özgürlüklerini iyileştiren reformlarda acil ilerlemeler kaydetmeli ve bu konuda gelecek aylar için açık ve mantıklı bir takvim oluşturmalı" dedi ve Ankara'nın bunu yapma isteğine dair "bazı belirtiler" olduğunu düşündüğünü belirtti.
Rehn, "Hepimiz biliyoruz ki ifade özgürlüğü, reformların çok geciktiği bir alan" şeklinde hatırlatmada bulundu.
Olli Rehn ayrıca, Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin yeniden gözden geçirilmiş hâlinin, "savcılar ve yargıçların keyfi yorumlarının önünü keseceğini umduğunu belirtti.
Yapılması umulan reformlar çerçevesinde Rehn, "şimdilik Anayasa için resmi bir proje görmedik ve bundan dolayı bir değerlendirmede bulunamasak da, öngörülen bu anayasa reformu yaralı olabilir" şeklinde konuştu.
Her şeye rağmen Rehn, "Elimize gelen bilgilere göre, anayasa değişikliği tasarısı içinde cumhurbaşkanlığının eğitim ve adalet konularındaki yetkileri azaltılıyor, yasama dokunulmazlığı sınırlandırılıyor ve Türk kimliği ile etnik ve dini grupların haklarını sınırlayan başka maddeler yeniden değerlendiriliyor" açıklamasında bulundu.
Rehn, "Bu doğruysa, anayasa reformunun, temel özgürlükler, kültürel haklar ve adaletin bağımsızlığını güçlendirmek için pek çok fırsat içerdiği de açıktır" dedi.
Anayasa reformu özellikle, AB'nin Türkiye'den istediği önceliklerden biri olan Kürtlerin durumunu düzeltmekte yardımcı olabilir. Bununla beraber Rehn, Kürtlerin durumunun 2000 yılından bu yana "düzeltildiğini" de belirtti.

LIBERATION: "FRANSA VE TÜRKİYE... İKİ TARAF DA KAYBEDİYOR"

PARİS, 04/03(BYE)--- Tirajı günde 135 bin olan Liberation gazetesinin 4 Mart 2008 tarihli sayısında, Marc Bernardin imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan makalenin çevirisi şöyledir:

Fransa ile Türkiye'nin ikili ilişkileri kötü durumda. Üstelik ufukta bir iyiye doğru ilerleme de görünmüyor. Beş yıl öncesine kadar Fransa, Türkiye'nin en iyi dostu gibiydi. Cumhurbaşkanı Chirac, AB adaylığını savunuyordu. Ancak artık tamamen bir değişim söz konusu. Belki Avrupa'nın Hristiyanlığına olan derin inancı, belki de seçmenin desteğini kazanma düşüncesiyle hareket eden Cumhurbaşkanı Sarkozy, katılım müzakerelerini başlatmış olmasına rağmen, Türkiye'nin üyeliğine açıkça karşıt bir politika yürütmekte.
Türkiye, bir yandan küreselleşme, bir yandan ülkenin kötüye gittiğine dair olumsuz düşüncelerle yıpranan bir seçmen kitlesinin hem ifade ettiği, hem itiraf edemediği tüm duygu ve önyargıların yüklenebileceği bir ülke olarak mükemmel bir günah keçisidir. Ayrıca bir takım iç sıkıntılar da yaşamakta: Kürt terörünün yeniden canlanmasıyla artış gösteren milliyetçilik, Kemalist mirasın kısmen tartışmaya açılması, küreselleşmenin etkileri ve AB ile müzakerelerin uzun sürecek olmasıyla kamuoyuna kabul ettirilmesi gereken bir dizi reform gibi. Bu durum bazı rahatsızlıklar doğuruyor ve Türkiye'ye karşı sert çıkışlarını artıran Fransa üzerinde toplanmasına neden oluyor. Ankara ile "katılım müzakerelerinin" yerine "hükümetler arası müzakerelerden" söz edilmesi veya 2009 yılında yapılması beklenen "Türkiye kültür sezonunun" sürece kısaltılması bunun son örnekleri.
Fransa da ayrıca ideal bir günah keçisidir: Fransızca konuşan veya Fransız dostu elitlerin hıncı, Fransa'nın kültürel, siyasi ve tarihi etkilerinin düzeyinde. Bu uyuşmazlık ikili ilişkilerin temel taşı olan ekonomik ilişkiler üzerinde etkisiz kalmıyor. Türkiye'de iş imkanı sağlayan Renault ve Carrefour gibi şirketler elbette kapanmayacak, ancak bu durum kuşkusuz ileride yapılacak anlaşmaları etkileyecektir. Örneğin Areva, GDF ve silah üreticisi firmaların Türk kamu sektöründeki ihaleleri kazanma ihtimalleri oldukça düşük. Başka sektörlerde ise Fransızların gizlenmesi, başka ülkelerle ortaklık kurması veya yan sanayilere kayması gerekiyor. Özel sektör de bu ilgisizlikten etkilenip, Fransa'nın rakiplerine yönelebilir. Üstelik Fransa'nın 1 Temmuz'da AB Dönem Başkanlığını devralacak olmasıyla şimdiden krizin artacağı tahmin ediliyor. Fransa'nın başkanlığındaki bir Avrupa konjonktüründe Türkiye'nin dış dengeleri sarsılabilir. Bu durumda herkes kaybedecektir. Türkiye ve Fransa olduğu kadar AB de tabii.

AFP: "AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ"

STRASBOURG (AVRUPA KONSEYİ), 04/03(AFP)(BYE)--- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bugün Türkiye'yi, 71 yaşında askeri hizmet zorunluluğu olan yaşlı bir adama küçük düşürücü muamele etmekten mahkum etti.
1929'da doğduğundan beri Şanlıurfa'da çobanlık yapan Hamdi Taştan, köylüler tarafından 2000 yılının şubat ayında ihbar edilmesinin ardından bayrak altına çağrıldı.
Jandarmalar kendisini askerlik şubesine götürdüler ve yapılan muayene sonrasında askeri yükümlülüğünü yerine getirebileceğine karar verildi.
Kürtçeden başka dil konuşmadığını ve okuma yazması olmadığını söyleyen adam eğitim merkezinde, 20 yaşındakilerle aynı beden talimlerini yapmaya mecbur bırakıldı.
İfadelerine göre, kendisine devamlı küçük düşürücü muamelede bulunuldu. Üstleri birlikte resim çektirmek için kendisine sigara sunuyorlardı ve sıklıkla alay konusu oluyordu.
Dişsiz olan bu adam kışlada beslenme güçlüğü çekiyordu. Taştan, -30 dereceye varan hava koşullarından ötürü kalp ve akciğer sorunları yaşadığını belirtti.
Eğitim süresi boyunca sağlığı kötüleşti. Bir doktor tarafından muayene edilerek Diyarbakır'da hastaneye yatırıldı, kalp yetmezliği ve yaşlılıktan ötürü çürük raporu aldı.
Yargıçlar kararlarında, bu yaşlı adamın askere alınması ve bayrak altında tutulmasının onuruna dokunan acı verici bir işkence olduğu kanaatine vardılar ve bu kadar ilerlemiş bir yaşta askere almanın "kamusal yararını" sorguladılar.
Yargıçlar ayrıca, davacının silah altına alındığında herhangi bir rahatsızlığı olmadığının, ancak zorunlu olarak bir ay boyunca talimlere katılmasından sonra hastaneye yatırıldığının altını çizdiler.
Yargıçlar oybirliğiyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin insanlık dışı ve küçük düşürücü muameleleri yasaklayan 3. maddesinin ihlal edildiği kararına vardılar.
Mahkeme davacıya 5 bin avro manevi tazminat, masraf ve giderler için de bin avro ödenmesine karar verdi.

 

İNGİLTERE BASINI

REUTERS: "TÜRK AYDINLAR HÜKÜMETTEN AB REFORMLARINA AĞIRLIK VERMESİNİ İSTEDİ"

ANKARA, 03/03(REUTERS)(BYE)--- Gareth Jones bildiriyor:

100'den fazla Türk aydın, hükümete yaptıkları ortak başvuruda Türkiye'nin kesintiye uğrayan Avrupa Birliği katılım çabalarını yeniden canlandırması çağrısında bulundu.
Bugün Reuters'e fakslanan ortak bildiride aydınlar, "Şu son üç yılda görmezden gelinen Avrupa sürecine tam olarak müdahil olmamak için artık hiçbir neden yoktur. 2008 AB yılı olacaksa, sizden laf değil somut önlemler almanızı istiyoruz" dediler.
AB, uzun zamandır Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İslami kökleri olan merkez sağ hükümetini ifade özgürlüğü, azınlık hakları ve diğer reformlar konusunda ağırdan almakla suçluyor. Hükümet, AB'ye katılım taahhüdüne bütünüyle bağlı olduğunu bildirdi ve gecikmeler için 2007'deki yoğun seçim gündemini ve Kuzey Irak'taki PKK asileriyle mücadeleyi neden olarak gösterdi.
Türk askerleri Kuzey Irak'taki ayrılıkçı gerillalara yönelik bir hafta süren kara saldırısını cuma günü sona erdirdi.
Erdoğan hükümeti Türkiye'nin laik düzeniyle muhafazakâr AK Parti seçmenleri tarafından desteklenen ve kız öğrencilerin başörtüsüyle kampüslere girmesine imkan tanıyan tartışmalı Anayasa değişiklikleri nedeniyle zaten bir münakaşaya karışmış durumda.
Hâkimler ve generallerin dahil olduğu laikler değişiklikleri Türkiye'nin din ve devlet işlerinin ayrılığına bir tehdit olarak görüyor.
Hükümetin liberal muhalifleri, başörtüsü meselesinin Türkiye'deki haklar ve özgürlüklerin geliştirilmesi çabalarının bir parçası olarak halledilmesi gerektiğini, diğer reformlar pahasına desteklenmemesi gerektiğini söylediler.
Önde gelen akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve emekli diplomatlardan oluşan aydınlar, "Özgürlük anlayışı sadece başörtüsü takılmasıyla sınırlanmamalıdır. Siyasi reformlar derhal gerçekleştirilmeli, ifade özgürlüğünün önündeki engeller kalırılmalıdır, demokrasimizin üzerindeki 301. madde gibi utanç verici yükler atılmalıdır " dediler.
Aydınlar, Ankara'nın AB'ye dış politikanın bir yönü olarak muamele etmeyi durdurması ve AB reformlarının sosyal, ekonomik ve siyasi hayatın her alanını etkilediğinin farkına varması gerektiğini söylediler ve Birlik içinde, Türkiye'nin AB'ye katılımına yönelik muhalefete -özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy ve Almanya Sanşölyesi Angela Merkel'den gelen- en iyi cevabın reformları hızlandırmak ve güçlendirmekle verilebileceğini belirttiler.
Türkiye, AB katılım görüşmelerine 2005'te başladı. AB, Türkiye ile müzakereleri 2006'da Ankara'nın deniz ve hava limanlarını yeni AB üyesi Kıbrıs vasıtalarına açmayı reddetmesinin ardından sekiz politika alanında askıya almıştı.

BBC: "AVRUPA PARLAMENTOSUNDA TÜRKİYE KONUŞULUYOR"

ANKARA, 04/03(BYE)--- BBC'nin 07.00-07.30 Türkçe yayınından:

Avrupa Parlamentosunda dün başlayan ve bugün de sürecek olan bir konferansta Türkiye konuşuluyor. "Yeni Türk Sivil Anayasası ve Kürt Sorunu" başlıklı konferansa AB'den ve Türkiye'den bürokratlar, siyasetçiler, akademisyenler ve gazeteciler katılıyor. Dünkü bölümde görüş bildirenler arasında DTP (Demokrat Türkiye Partisi), KADEP (Katılımcı Demokrasi Partisi) ve HAKPAR'dan (Hak ve Özgürlükler Partisi) da temsilciler vardı. Konferansın bu ilk gününde neler konuşuldu? Bu soruyu, gazeteci Zeynel Lüle'ye sorduk:

LÜLE: Öncelikle, AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in söylediklerini belirtmek gerekir. Rehn, bölgesel farklılıkların giderilmesi için bir program hazırlanması gerektiğini söyledi. Rehn aslında, kasım ayında yayımlanan ilerleme raporundaki bazı maddelerden söz etti. Yani, koruculuk sisteminin kaldırılması, köylerinden göç edenlerin dönüşlerinin kolaylaştırılması ve bunlara tazminat verilmesi gibi beklentileri dile getirdi. Rehn, Kürt kökenli Türk vatandaşlarının durumlarında son yıllarda iyileşme olduğunu, Kürtçe yayınların sınırlı da, kapsamlı da olsa başlatıldığını ve son dönemde Başbakan Erdoğan'ın bir televizyon kanalının Kürtçe yayın yapacağını söylemesinin de sevindirici olduğunu belirtti. Rehn, AB'nin uyum reformlarındaki yavaşlamadan söz etti ve bir anlamda şikayet etti.
Ayrıca Rehn, düşünce özgürlüğünü sağlayacak olan değişikliklerin yapılması ve bunun uygulanması ihtiyacını anlattı. Rehn son olarak da, vakıflar yasasının meclisten geçmiş olmasını da memnunlukla karşıladığını dile getirdi. Aslında, Avrupa Parlamentosundaki üç siyasi grup adına konuşan parlamenterlerin hemen hemen hepsi de benzer sözler söylediler. Yani, sorunun çözümü konusunda bölgenin kalkınmasına yönelik yatırımların artırılması, kültürel açılımın yapılması ve bir diyalog ortamının oluşturulması gerektiğini dile getirdiler. Askeri gücün bir çözüm getirmeyeceğini söylediler.

SORU: Avrupa Parlamentosundaki bu konferansın ilerleyen bölümlerinde Türkiye'den de gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler söz aldılar ve konuştular. Bu tartışmalarda acaba öne çıkan nokta ne oldu?

LÜLE: DTP lideri Ahmet Türk'ün konuşmasından söz edebilirim. Ahmet Türk, kimlik varlığının olacağı yeni bir anayasanın mutlaka ve mutlaka şart olduğunu söyledi, yani tek kimlik ve tek millet anlayışının Türkiye'de sorun yarattığını ve asıl sorunun da buradan kaynaklandığını söyledi. Türk, biraz da Avrupa'yı eleştirdi; özellikle Fransa ve Almanya'yı.
Burada ilginç konuşmalardan birini gazeteci Hasan Cemal yaptı. Hasan Cemal, şimdiye kadar yapılan konuşmaların hiçbirinde PKK teröründen söz edilmediğini dile getirdi. Cemal, PKK sorununa, Kürt sorununa çözüm bulunması isteniyorsa, PKK'nın silahlarla dönmesinin bir ön şart olması gerektiğini söyledi. PKK'nın şiddet ve silahtan vazgeçmesi için de AB'nin samimiyetle bu örgütün üstüne gitmesi gerektiğini söyledi.
Cemal, bazı Kürt örgütlerinin de yer aldığı bu toplantıda biraz da tepki çekti.
Bazı konuşmacılar, Hasan Cemal'in bu söylemine karşı, PKK'nın, Kürt sorunu sonucu ortaya çıktığını söylediler. Yani, o sonuçtan yola çıkarak bir çözüm bulunamayacağını, mutlaka da nedenlerinin araştırılması gerektiğini de dile getirdiler.

REUTERS: "TÜRKİYE, AKDENİZ BİRLİĞİ PLANINA DESTEK VERİYOR"

ANKARA, 04/03(REUTERS)(BYE)--- Bir Türk yetkili bugün Türkiye'nin planlanan Akdeniz Birliğinde -bunun Ankara'nın Avrupa Birliğine üyeliğinin ikamesi olmadığına dair güvence alınmasının ardından- yer almaya hazır olduğunu söyledi.
Akdeniz Birliği, Türkiye'nin AB üyeliğine şiddetle karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin en gözde projesi. Ancak Fransa, projenin çok parçalayıcı olduğunu düşünen Almanya ile diğer bazı AB üyesi ülkelerin baskıları sonucu, orijinal planını bir miktar yumuşatmak durumunda kalmıştı.
Sarkozy ile Merkel dün tasarı üzerinde bir uzlaşmaya vardıklarını açıkladılar, ancak çok az bilgi verdiler.
Bir Türk diplomat, "Akdeniz Birliği konusunda herhangi bir problemimiz yok. Nihayetinde Türkiye Akdeniz'de en uzun sahil şeridi olan ülke. Dolayısıyla bölgede yeni projelere, işbirliği ve dayanışma konularına elbette sıcak bakıyoruz" dedi.
Aynı diplomat Reuters'e yaptığı açıklamada ayrıca şunları söyledi: "Fransızlar bize Akdeniz Birliğinin Türkiye'nin AB projesinin alternatifi olmadığı yönünde garanti verdiler ve bu fikirden tamamen vazgeçtiklerini söylediler. Bu konuda samimiler."
Türk yetkililer bu konuda çok hızlı bir ilerleme yaşanmasını beklemediklerini ifade ediyorlar, ancak temmuz ayında AB Dönem Başkanlığını devralmasından önce Fransa'nın hazırlık niteliğinde bazı toplantılar organize etmeye çalışacağını ve daha detaylı planlar ortaya koyacağını düşünüyorlar.

 

İSPANYA BASINI

EL PAIS: "TÜRKİYE VE KÜRDİSTAN"

ANKARA, 28/02(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 26 Şubat 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının çevirisi şöyledir:

Birkaç bin Türk askerinin, hava ve topçu desteğiyle, son haftalarda Türkiye'de asker ve sivillerin ölümüne yol açan saldırılar gerçekleştiren PKK'nın ayrılıkçı Kürt gerillasının üslerini tahrip etmek için Irak'ın içlerinde operasyon başlatmasından bu yana altı gün geçti. Bölge, yarı çöl durumunda. Ayrılıkçılar, orada üslerinin olmadığını belirtiyorlar.
Ancak bu, saldırıda onlarca kayıp verdiklerini kabul etmelerine engel olmuyor.
Teoride sınırlı yürütülen operasyon, askeri olmaktan daha öte siyasi nedenlere dayanıyor. ABD, gönülsüz olarak, operasyonu ilerletme ihtiyacını kabul etmesine ve Irak Hükümetinin de çelişkili konuşarak, "bir an önce sona erdirilmesini" istemiş olmasına rağmen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ülkenin bir parçasının bağımsızlık eğilimi karşısında, ne fazlaca lükse izin verebilir ne de Batılı müttefiklerin isteklerine boyun eğebilir.
Ilımlı İslamcı lider, ülkesinin AB'ye girişini belirsiz bir tarihte de olsa mümkün kılabilecek yasama reformları programı yürütüyor ve buna paralel olarak da üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmak gibi tedbirler alarak oldukça dindar cemaatini memnun etmeye çalışıyor. Bu gibi çabalar, kendi ülkesinde ciddi muhalefetle karşılaşıyor: Milliyetçiler, ayrılıkçılığa karşı sert tedbirler istiyor. Bu arada Batılı görüş, üniversitelilerin başlarını örtmeleri için verilen iznin, toplumun önemli derecede İslamlaşmasının ilanı anlamına gelmesinden korkuyor.
Washington, yürütülen bu operasyona sınır getirilmesini istiyor çünkü Irak'ın kuzeyindeki illerde geniş bir özerklikten faydalan Kürtler, ABD'nin en iyi müttefiki. AB de askeri bir yolun, ayrılıkçı gerillaya son vermek ve bu şekilde Avrupa kapılarını çalmak için en uygun yol olmadığını düşünüyor. Bu yüzden, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Afrika ziyaretini ertelemesine sebep olan operasyonu uzatma durumu, Ankara'nın uluslararası kredisi için de kötü.
Özellikle insan haklarına değinen Türk kanunlarının, AB standartlarına uygun olması için yapıldığını kabul etmemek haksızlık olur ancak bu kadarı yeterli değil. Kürt milliyetçilerle olan ayrılık, Türk Hükümetinin şimdiye kadar gösterdiğinden çok daha fazla siyasi bir planlama gerektiriyor. Kürt topluluğun kendini ifade etme, ülkenin geri kalanı gibi kendi bölgesinde büyüme ve yaşama haklarından faydalanması sağlanmadan, Türkiye'nin Avrupa kulübünün bir üyesi olması mümkün değil. Tüm bunlar da sadece müzakereyle elde edilebilir. Washington'un müdahalenin kaçınılmaz olduğunu kabul etmesine ve Bağdat'ın da sessizce şikayet etmesine rağmen.

 

YUNANİSTAN BASINI

ELEFTHEROTİPİA: "AB PARLAMENTO BAŞKANI VİZE KONUSUNDA AB ÜYESİ ÜLKELERDEN BİRLİK TALEP EDİYOR"

ATİNA, 03/03(BYE)--- Tirajı günde 52 bin olan Eleftherotipia gazetesinin 3 Mart 2008 tarihli sayısında, Ersi Vatu'nun AB Parlamento Başkanı Hans Gert Petering ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

VATU: Kültürler arası diyalog konusunu aktif bir şekilde destekleyen kişilerdensiniz. LSE'deki konuşmanızda kullandığınız "İslam ve Batı toplumları arasındaki ilişkiler Avrupa'daki yaşamın ana konusu olarak ön plana çıkacak" şeklindeki ifadenizi hatırlatarak, sizce Türkiye'ye AB üyesi olması için bir olanak tanınmalı mı? Türkiye'de azınlıkların korunması ve Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıması, üyelik için ön talep oluşturmalı mı?

PETERING: LSE'de 300 öğrencinin önünde geçen çarşamba günü yaptığım konuşmamın içeriği hakkında bilgi sahibi olmanızdan memnuniyet duydum. Konuşmamdan sonra çok ilginç bir tartışma oldu. Kültürler arası diyalog bütün dünya, özellikle de Avrupa için yaşamsal önem taşıyor. Ancak, kültürler arası diyalog yılı olan 2008 yılından sonra da bu yönde çalışmaları sürdürmek gerekir. Atina'daki AB Parlamento Asamblesi toplantısının bu yönde katkısı çok büyük olacak.
Türkiye'ye gelince; müzakereler devam ediyor, tamamlandığında bu çok önemli bir gelişme olacak. Çünkü Türkiye'nin bizim değerler sistemini bünyesine almış olduğu anlamı taşıyacak. O zaman "27"lerin veya sayısı o dönemde kaç olacaksa, üye ülkelerin parlamentoları ve AB Parlamentosu Türkiye'nin üye olup olmayacağı ve olmazsa nasıl bir ortaklık ilişkisinin bulunacağı hakkında karar alacaklar. AB Parlamentosunun büyük çoğunluğu, kıstasları sadece teorik düzeyde değil uygulamada da yerine getirmiş olması durumunda, sanıyorum Türkiye'nin lehinedir. Tabii, bir ortaklık ilişkisinden yana olanlar da var. Ne olursa olsun, Türkiye'de kültürel ve dinsel azınlıklar AB'de yürürlükte olan haklara sahip olmalıdırlar.

KATHİMERİNİ: "KOSOVA İÇTİHAT OLUŞTURMAYACAK"

ATİNA, 03/03(BYE)--- Tirajı günde 56.978 olan Kathimerini gazetesinin 2 Mart 2008 tarihli sayısında, Fransa'nın Atina Büyükelçisi Christhoph Famaud'un Petros Papakonstantinu'ya verdiği ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:

--Ortaklık İlişkisi--

PAPAKONSTANTİNU: Fransa Başbakanı François Fillion kısa süre önce, Fransa'nın Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin tezini tekrarladı. Bu teze göre, Türkiye, AB ile özel bir ortaklık ilişkisi kuracak, ancak bu ilişki tam üyelikle sonuçlanmayacak. Durum böyleyken, üyelik müzakerelerinin devam ettirilmesinin amacı ne?

FAMAUD: Fransa ve AB'nin Akdeniz'in bu büyük ülkesiyle yapacak çok işi var. Tabii, Türkiye'nin ümit ettiği tam üyelik ile özel bir ortaklık ilişkisine yönelik müzakereler konusunda bir anlaşmazlık var. Bu nedenle, sonucu önceden öngörülemeyen müzakerelerin 30 bölümünün açılmasını kabul ederek, ortaklaşa aşabileceğimiz bu yolu belirledik.

PAPAKONSTANTİNU: 13 Temmuz'da Paris'te, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin önerdiği Akdeniz Birliği girişimi başlıyor. Buna rağmen, Almanya ve başka ülkeler çekincelerini ifade ederken, bazı kimseler Fransa'nın asıl amacının, Türkiye'nin üyeliğine dair ret hapını yaldızlayıp yutturmaya çalışmak olduğunu düşünüyor.

FAMAUD: Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis'in 30 Temmuz 2007'de yaptığı Paris ziyareti sırasında Sarkozy ile Karamanlis'in değindikleri Akdeniz Birliği kısaca; Akdeniz'in, bir umut ve gelecek haline getirilmesi gereken bir mirasımız olduğu gerçeğidir. Bu umut, Türkiye de dahil olmak üzere tüm Akdeniz'i kucaklamalı. Bu, kesinlikle Türkiye'ye ödenen bir tazminat değildir, bütün Akdeniz dünyasına yönelik bir hedeftir. 13 ve 14 Temmuz'da, Fransa'nın AB Dönem Başkanlığının başlamasıyla Paris'te yapılması planlanan ilk zirve toplantısına herkesin katılması gerekir, bu herkesin yararınadır. Dikkatlerimizi bu zirvenin içeriğine yoğunlaştırmayı hedefliyoruz. Zirvede çevre, Güney ve Kuzey arasındaki altyapının geliştirilmesi, devlet ve özel sektörlerdeki ortaklıklar veya sivil koruma alanında işbirliği gibi belirli konuların ele alınması gerekiyor. Bakoyanni, Duka ve Valinakis önderliğinde yapılan ön hazırlıklarla bu girişimi faal olarak destekleyen Yunanistan'a teşekkür
ediyoruz.

AVGİ: "KIBRIS İÇİN YENİ SAYFA"

ATİNA, 04/03(BYE)--- Tirajı pazar günleri 5.417 olan Avgi gazetesinin 2 Mart 2008 tarihli sayısında, Dimitris Sidiropulos'un Kıbrıs CTP Genel Sekreteri Ömer Kalyoncu ve AKEL Basın Sözcüsü Andros Kipriyanu ile yaptığı ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatların çevirisi şöyledir:

İktidardaki CTP'nin Genel Sekreteri Ömer Kalyoncu, partinin eski lideri Mehmet Ali Talat'ın Dimitris Hristofyas ile birlikte soruna çözüm getirebileceğinden iyimser, fakat Hristofyas'ın Papadopulos ile işbirliğinde bulunduğunu unutmanın gerekli olduğunu da vurguluyor.
Kalyoncu, Talat'ın Ankara'ya bağımlılığını gizlemeye çalışıyor. "Müdahale istemiyoruz" diyor, fakat "Kıbrıs konusunu gerçekten çözümlemek istiyorsak, Yunanistan ve Türkiye'yi bu sorunu çözümlememiz için bize yardım etmek isteyen ülkeler olarak karşılamamız gerekir" şeklinde konuşmasına devam ediyor.
Kalyoncu, 2008 yılının Kıbrıs sorununun çözüm yılı olacağını ümit ediyor, fakat sorunun ayrıntılarına gelince; Annan planının reddedilmesinden sonra her şeyin artık müzakere masasının üzerinde, Kıbrıs'ın işgal kesimindeki Kıbrıs Rum mülklerinin korunması konusunun dahi masanın üzerinde olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin yüzde 99'unun, doğduğu yerin Rum kesiminde olması durumunda geri dönmek istemeyeceğinden emin olduğunu söylüyor. "İstediklerini serbestçe yapabilirler, fakat bizler Kıbrıs Türk kesiminde kalma hakkını güvence altına almalıyız" diyor. Kıbrıs Türk toplumunu bugün yönetimi altında tutan partinin Genel Sekreteri, "Kıbrıs'ın geleceğini yapılandırmaya çalışacağız; yeni bir devlet, yeni görüşler, fakat geçmişte neler olduğunu unutmasını kimseden talep edemeyiz" ifadesinde bulunuyor.

SİDİROPULOS: Kalyoncu, Kıbrıs Türk Solu'nun liderlerinden birisi olarak Kıbrıs Rum Solu'nun liderinin seçilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
KALYONCU: Seçimlerin birinci turundan sonra ikinci turu için iki aday vardı. Her ikisinin de Kıbrıslı Türklerin liderleriyle görüşmeye hazır olduklarını biliyorduk, fakat AKEL'in Kıbrıslı Türklerle daha yakın ilişkileri var ve daha iyi tanıyor. Böylelikle, bir çözümü birlikte görüşebileceğimiz yönünde daha iyimseriz, çünkü bundan başka herhangi bir yol yoktur. Şimdi daha iyimseriz, çünkü ikimiz de bir çözüm bulunması gereği üzerinde anlaşmış bulunuyoruz. Öte yandan AKEL'in Papadopulos ile işbirliğinde bulunduğu dönem var. Bunu unutmak istiyoruz ve sadece Kıbrıs sorununun çözümlenmesine yönelik görüşmelere başlarsak unutabileceğiz.

SİDİROPULOS: AKEL ve CTP, ortak hedefleri adanın yeniden birleşmesi olan dostlar olarak, sizce şimdi dışarıdan müdahalesiz işbirliğinde bulunabilirler mi?

KALYONCU: Kıbrıs sorununun çözümlenmesini gerçekten istiyorsak, Yunanistan ve Türkiye'ye, sorunu çözümlememize yardımcı olacak ülkeler olarak bakmalıyız. Geçmişte Yunanistan ve Türkiye'nin Kıbrıs konusuna ilişkin politikaları farklıydı, fakat şimdi ortam daha olumlu. 40 yıldan sonra Yunanistan Başbakanı Türkiye'yi ziyaret etti ve iki ülkenin ilişkileri düzeldi. Müdahale istemediğimizi kesinlikle açıklıyorum, fakat Kıbrıs konusunun BM gözetimi altında bulunduğunu ve AKEL'in geçmişte dediği gibi bir uluslararası sorun olduğunu biliyorsunuz. Bu nedenle, Yunanistan ve Türkiye de dahil olmak üzere, BM'nin yardımına ihtiyacımız var. İyi niyet varsa sorunu çözümleyebiliriz, çünkü uluslararası olmasıyla birlikte bu sorun iki toplumun da bir iç sorunudur. Ne olursa olsun, biz bu sorunu çözmeye razıyız.

SİDİROPULOS: Her iki tarafta, halk, çözümün ve yeniden birleşmenin sağlanmasını bekliyor. Bu yönde en kısa zamanda hangi önlemleri almayı düşünüyorsunuz?

KALYONCU: Her iki tarafta çalışanların buluştuğu, 1 Mayıs'ı birlikte kutladıkları, sorununun tüm boyutlarını tartıştıkları, bunun önemli bir adım olduğu bir gerçektir. Tabii, çözüm tüm halkı ilgilendirir ve tüm sosyal sınıfların bunu desteklemeleri gerekir. Annan planını o dönemde bütün sosyal sınıflar kabul etmişti, şimdi bu tür bir çözüm bulmamız gerekir. Yakında alınması gereken önlemlere gelince; Talat'ın Hristofyas ile görüşmesini ve Ledra sokağındaki barikatla diğer barikatların da açılması, hatta ordunun geri çekilmesi için anlaşmalarını bekliyoruz.

SİDİROPULOS: Sizce Türkiye, sekiz ay sonra AB tarafından değerlendirileceğini göz önünde tutarak ve iyi bir argüman sağlamak için Kıbrıs sorununun çözümlenmesini kabul edecek mi?

KALYONCU: Türkiye, Annan planını destekledi, şimdi de Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için katkıda bulunmaya hazır olduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Gül, BM Genel Sekreterinden girişimde bulunmasını talep etti. Müdahale istemiyoruz. Fakat biliyorsunuz, Kıbrıs konusu BM gözetimi altında bulunuyor ve AKEL'in geçmişte de sık sık dediği gibi uluslararası bir sorundur. Bu nedenle, Yunanistan ve Türkiye de dahil olmak üzere BM'nin yardımına ihtiyacımız var, bu sorun böyle çözümlenecek.

--2008 Yılının Kıbrıs Sorununun Çözüm Yılı Olacağını Ümit Ediyoruz--

SİDİROPULOS: Bir Solcu liderin yönetime geçmesinden sonra bir tarafın karşı tarafın kaygılarını kendi kaygılarıymış gibi ele almasının gerekli olduğuna inanmıyor musunuz?

KALYONCU: Öteki tarafın kaygılarını dinlemek ve ele almak görevimiz, ancak aynı zamanda toplumun liderleri olarak çıkarlarımızı da güvence altına almalıyız. Başka bir ifadeyle, bu iki faktörü bağdaştırarak bir uzlaşma getirmemiz gerekir. Müzakere masasına tüm konular getirilmeli ve iki taraf her ikisinde olan sorunları nasıl çözümleyeceğine bakmalı.

SİDİROPULOS: Bir daha ayrı seçimlerin yapılmayacağı yönünde iyimser misiniz?

KALYONCU: Yıllardır bu hedef yönünde çalışıyoruz. 2008 yılının Kıbrıs sorununun çözüm yılı olacağı yönündeki ümidimizi resmen ifade ettik.

SİDİROPULOS: Madem ki 2008 yılında çözümün başarılacağı yönünde iyimsersiniz, bundan böyle Kıbrıs Rum mülklerinin yabancılara satışını yasaklayacağınızı varsayabilir miyim?

KALYONCU: Karşı taraf 2004 yılında Annan planını kabul etmiş olsaydı bu olacaktı. Fakat bildiğiniz gibi Kıbrıslı Rumlar "hayır" dediler. Bu bağlamda bu konu da müzakere masasında olacak. Mülklerin satışını engellememiz için karşı taraftan da bazı hareketlerin yapılması gerekir, halbuki görüyorsunuz, Papadopulos hükümeti "halumi"nin "helim" adıyla da tescil edilmesini dahi kabul etmedi, aynı zamanda da Papadopulos AB'nin mali yardımı konusunda da sorunlar yarattı. Bu nedenle şimdi müzakere masasına bütün konuların getirilmesi gerekecek. Bizler de neler üzerinde anlaşırsak onları yerine getirmeye hazırız. Şimdiye kadar görüşme dahi yapılmadı. Kıbrıs Rum mülklerinin korunması konusu başka konularla bağlantısı olmayan bir sorun değil. Mülkün korunmasından önce çözüm çerçevesinde her insanın hayatının nasıl korunacağına bakmalıyız.

--Yeni Görüşlü Yeni Devlet--

SİDİROPULOS: Her halükarda çözümden sonra geri döndüğünde mülkünü bulmak istemesi ve herhangi bir yabancıdan bunu talep etmek durumunda olmayı istememesi her Kıbrıslının hakkıdır. Bu elbette, Baf, Limasol ya da Larnaka'da mülklerini talep eden Kıbrıslı Türkler için de geçerlidir.

KALYONCU: Yanlışınız var. Kıbrıslı Türklerin yüzde 99'u geri dönmek istemiyor. İki kesimli bir federasyon çerçevesinde Kuzey kesimde kalmayı tercih ediyor. Annan planının reddedilmesinden sonra her şey müzakere masasının üzerinde olacak. Fakat her halükarda Kıbrıslı Türkler devletin iki etnik gruplu federe yapısının iptal edilmesini kesinlikle istemiyorlar. Tabii, Annan planında da öngörüldüğü gibi çözüm çerçevesinde öteki tarafa yerleşmek isteyenler de olacak ve tabii, kabul edilecek olan çözüm çerçevesinde bunu yapmaya serbesttirler. Elbette 10-15 yıldan sonra, adım adım, Kıbrıslı Rumların benimseyeceği tutuma göre de, belki bazı Kıbrıslı Türkler Rum tarafına yerleşmeyi ister. Ancak bugün Kıbrıslı Türklerin yüzde 99'u ayrı yaşamayı istiyor ve çözümle bunun güvence altına alınmasını amaçlayacağız. Kıbrıs'ın geleceğini, yeni görüşlü yeni bir devleti yapılamaya çalışacağız. Fakat kimseden, geçmişte olanları unutmasını ve zorla öteki tarafta yaşamasını talep edemeyiz. Kıbrıslı Rumlara gelince; onlar da istedikleri yerde yaşamaya serbest olacaklar. Fakat Kıbrıslı Türklerin kuzey kesimde -elbette kararlaştırılacak oranlar çerçevesinde- çoğunluğu oluşturacakları elbette bir veri sayılmalı. Şimdilik ve yeni bir anlaşmanın elde edilmesine kadar bizim için kabul ettiğimiz Annan planı ve öngörüleri yürürlüktedir.

SİDİROPULOS: Türk yerleşimciler konusu ne olacak? Ne zaman gidecekler?
KALYONCU: İnsani boyutları olan bir konu. Çünkü fakir insanlar geliyor ve Kıbrıslı Türklerin reddettiği işleri yapıyorlar. Fakat bir çözüm üzerinde anlaşma yapılırsa gidecekler. "Tabiiyet" almış olanların sayısı 2004 yılındakinin hemen hemen aynısı. İsimlerini o dönemde BM'ye teslim etmiştik. Kıbrıslı Türk kadınlarla evli olan 11 bin yerleşimci ve Talat görevini üstlenmeden önce tabiiyet alan daha 41 bin kişiydi. Siyasi rakiplerimiz oy sağlamak için her seçimden önce beş-altı bin yerleşimciye tabiiyet veriyorlardı. Partimizin yönetimde olduğu dört yılda sadece 60 kişiye tabiiyet tanındı, bu da tamamen insani nedenlerden dolayı oldu.

--Kiprianu: Çıkmazdan Kurtulmak İçin Sürekli Çabalar--

AKEL'in Basın Sözcüsü ve Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas'ın seçiminde başrol oynayan Andros Kipriyanu kararlı, ancak çekingen bir tavırla, iki topluluk arasında var olan boşluğun doldurulması için çok çaba sarf edilmesi gerektiğini vurguladı. Hem Türk kesimi lideri Mehmet Ali Talat hem bugün Kıbrıs Türk kesimi yönetiminde bulunan Sol partinin liderleri adanın yeniden birleşmesi için istekli olduklarını açıklıyorlar, ancak bu yetmiyor. Tabii ki Kıbrıs sorunu yalnızca Kıbrıslı Türklerle çözümlenmiyor, ancak onlar olmadan da çözümlenmiyor. Tam aksine, Kıbrıs'ın iki komünist partisinin hükümette olmadıkları dönemde uzlaştığı platform canlansaydı, iyi bir anlaşma tabanı oluşabilirdi.

SİDİROPULOS: Kıbrıs'ın Sol partisi, 81 yıllık mücadeleden sonra, ilk defa Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı için aday gösterdi ve kazandı. Bunu nasıl başardınız ve halkı neyin bu karara ittiğine inanıyorsunuz?

KİPRİYANU: Bu seçimleri kazanmamızın nedeni ilk olarak, Kıbrıs toplumunun çoğunluğunu tutarlı, güvenilir, dürüst, yetenekli ve Kıbrıs sorununda olduğu kadar ülkenin iç konularında da ilkelerine sadık olduğuna ikna eden bir adaya sahip olmamızdı. Dimitris Hristofyas'ın adaylığına, toplumun kalkınmasını ve siyasi hayatın yenilenmesini hedef alan ve Kıbrıslı vatandaşları ilgilendiren yakıcı konulara yanıt vermeyi amaçlayan siyasi bir öneri eşlik ediyordu. Bu adaylığın inandırıcı bir adaylık olduğunu, bu nedenle de partiler, örgütler, ülkenin ekonomik, siyasi ve toplumsal hayatının önemli kişilikleri tarafından desteklendiğini, en önemlisi de Kıbrıs halkı tarafından kucaklandığını düşünüyoruz. Dimitris Hristofyas'ın Cumhurbaşkanlığına seçilmesi AKEL için yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyor. AKEL üyesi olan birinin seçilmesinin istenmediğine ilişkin söylentiler artık yalanlandı. Ayrıca, Sağ'a ait bazı insanların, Sol'un sunduğu adayı sabote etmek için kullandıkları bir dizi argüman da yalanlanmıştır. Dimitris Hristofyas'ın yönetime geçmesinden ve beş yıllık başarılı bir görevden sonra bütün bu argümanların tarihe karışmış olacağına inanıyorum. Bu nedenle, Dimitris Hristofyas'ın çok başarılı bir Cumhurbaşkanı olmasına yardımcı olmak bizim için çok önemlidir.

SİDİROPULOS: AKEL Kıbrıslı Türklere her zaman kardeş ve vatandaş muamelesi yaptı. Geçen bu kadar yıl içinde alınan bu kadar yaradan sonra, bugün adanın yeniden birleşmesi ve yapılanması için dostluk çerçevesinde bir diyalogun yapılacağına inanıyor musunuz? Yoksa bu, yalnızca bir anlaşmaya varmayı hedefleyen düşmanlar arasındaki bir diyalog mu olacak?

KİPRİYANU: Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin yaklaşık 34 yıl boyunca ayrı yaşıyor olmalarının iki taraf arasında bir güven eksikliğine neden olduğu konusunda son derece haklısınız. 2004 yılında yapılan halkoylaması, her iki toplumda da oluşan bu sloganları daha da güçlendirdi. O dönemden bu yana AKEL, öncelikle CTP ile sonra da diğer Kıbrıs Türk partileriyle ilişkilerinin düzenlemesi için birçok girişimde bulundu. Büyük bir oranda bunu başardığımıza inanıyorum. Ancak aynı zamanda, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için varılacak anlaşma konusunda var olan sorunları da göz ardı edemeyiz. -Ve kabul etmem gerekir ki bu sorunlar oldukça fazladır- Dimitris Hristofyas, bu zorlukların aşılması için çabalama isteğine sahiptir. Umarım ki, Kıbrıs Türk yönetiminden de gereken karşılığı alabiliriz. Mehmet Ali Talat'ın ve Ferdi Sabit Soyer'in kısa süre önce yaptıkları bazı açıklamalar çok cesaret verici değil, ancak biz onların bu mantığını takip etmeyeceğiz. Onlarla diyalogda bulunarak, öncelikle resmi açıklamalar konusunda ılımlı bir ortam korumaya çalışacağız. Aynı zamanda, hem AKEL ve Kıbrıs Türk partileri, hem Dimitiris Hristofyas ve Mehmet Ali Talat düzeyinde yapılacak görüşmeler çerçevesinde Kıbrıs sorunundaki çıkmazın nasıl aşılacağı ve esaslı müzakerelerin başlatılması yönünde işbirliği yapmak için nasıl çalışacağını göreceğiz. AKEL olarak bizim, Kıbrıs Türk toplumuyla, özellikle CTP ile birlikte son dönemde çok etkinlik düzenlediğimizi ve Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin temeli iki toplumun yakınlaşması olduğu için çalışmalarımızı bu yönde sürdüreceğimizi hatırlatmak isterim. Yalnızca Kıbrıslı Türklerle sorunu çözemeyeceğimizi çok iyi biliyoruz, ancak bu sorunun onlar olmadan çözümlenemeyeceğini de bir o kadar iyi biliyoruz.

--Sorunun Çözümlenmesinin Kilidi 8 Temmuz Anlaşmasıdır--

SİDİROPULOS: Ankara'nın uyguladığı saldırma politikası ve bizim yönetimimizin uyguladığı yakınlaşmayı zorlaştırıcı politika nedeniyle son yıllar, halkın, adanın birleşmesi yönünde sönen ümitlerini yeniden canlandıracak hazır önerileriniz ve fikirleriniz var mı?

KİPRİYANU: AKEL, çıkmazın giderilmesi ve esaslı müzakerelerin başlatılması yönündeki çabalara devam edecek, ancak geri kalan her şeyin iki toplumun liderleri düzeyinde gerçekleşmesi gerekiyor. Dimitris Hristofyas, çıkmazı aşmak ve Kıbrıs halkının beklentilerine cevap verebilmek için sürekli olarak girişimlerde bulunacağını netleştirdi. Bu bağlamda, 8 Temmuz Anlaşması'nın uygulanmasının önündeki engellerin aşılması için yollar bulmaya çalışacak. Bizim için kilit nokta, 8 Temmuz Anlaşmasının uygulanmaya ne şekilde başlayacağıdır. Bu nedenle, Dimitris Hristofyas BM Genel Sekreteri ile, Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesiyle, AB ile ve tekrar söylüyorum Kıbrıs Türk kesiminin lideriyle de görüşmeler yapma talebinde bulunacak. Bütün bu görüşmeler BM'nin gözetimi altında ve 8 Temmuz Anlaşması'nın uygulanmasını hedef alarak gerçekleşecek.

SİDİROPULOS: Kıbrıs Türk toplumu liderinin, anlaşmaya varabilmemiz için gerektiği takdirde Ankara ile karşı karşıya gelebileceğine inanıyor musunuz?

KİPRİYANU: Bu, ne derece aşılabileceğini tespit etmemiz gereken bir zorluktur. Mehmet Ali Talat kısa süre önce yaptığı açıklamalarda bizi hayal kırıklığına uğrattı. Ne yönde hareket edeceğine dair Türkiye ile birlikte karar vereceğini netleştirdi. Bir yanda Dimitris Hristofyas'ın, diğer yanda da Mehmet Ali Talat'ın bulunmasıyla anlaşma sağlanması için bir daha karşımıza çıkmayacak bir fırsata sahip olduğumuza inanıyorum. Eğer bu iki liderle anlaşma sağlanması olanaksız olursa, bunun başka liderlerle gerçekleşmesi oldukça zor görünüyor. Dolayısıyla, Mehmet Ali Talat'a yapacağımız çağrı, geçmişte bizi birleştiren, Kıbrıs sorunun çözümlenmesi için AKEL ve CTP arasında ortak platformu şekillendiren noktalar üzerinde durması yönünde olacak. Eğer Talat konulara bu şekilde yaklaşırsa, gelişme sağlayabileceğimize şüphe yok.

--Zaman Aleyhimize İşliyor--

SİDİROPULOS: Ankara sekiz ay sonra AB tarafından değerlendirilecek. Bu kadar kısa bir süre içinde gelişme sağlanabileceğine inanıyor musunuz?

KİPRİYANU: Ankara'nın tutumuna ilişkin olarak kuşkuluyuz. Ankara'nın, çözümün rahatsız edici olmaması şartıyla, Kıbrıs sorununun en kısa zamanda çözümlenmesini istediğine dair hiçbir şüphem yok. Dolayısıyla, Kıbrıs Türk kesimini, her iki toplumdaki kaygıları da yok edecek bazı ilkeler temelinde işbirliği yapmaya ikna edersek, bekleyip Türk tarafının nasıl tepki göstereceğini görmemiz gerekecek. Bu noktada da zorluklarla karşılaşacağımıza inanıyorum. Bu nedenle biz, Kıbrıslı Türkleri ikna edip kendileriyle ortak bir temelde anlaşmamız gerektiğini ve bu temele dayanarak uluslararası toplumdan Türkiye'yi, iki toplum tarafından gösterilen çabayı desteklemesinin kendi çıkarına da olduğu konusunda ikna etmesini istememiz gerektiğini söylüyoruz. Boş ümitler beslemiyoruz, durumun zor olduğunu biliyoruz. Ancak, zamanın aleyhimize işlediğini bildiğimiz için bu yönde çalışmayı hedefleyeceğiz.

SİDİROPULOS: AKEL'in Kıbrıs sorununa ilişkin tezlerinin, seçimlerin ikinci turunda Hristofyas'ı destekleyen partilerin tezlerinde farklı olduğunu göz önünde bulundurursak, AKEL ile DİSİ'nin bu konuda sahip olduğu ortak tezleri nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?

KİPRİYANU: Hristofyas'ın Kıbrıs sorununa ilişkin savunması gereken tezler ülkeyi yönetim planında yer alıyor ve bu her açıdan net olması gereken bir şeydir. Bunun ötesinde Dimitris Hristofyas ülke içinde olabildiğince güçlü bir cepheye sahip olmaya çalışacak. Çünkü, ancak birlik olduğumuz takdirde Kıbrıs sorununun çözümlenmesini talep edebileceğimizi biliyor. Bu birliğin sağlanabilmesi için değişik görüşlere saygı duyulması ve bu farklı görüşlere asılsız yorumlarla değil, belirli argümanlarla yanıt verilmesi gerekiyor. Aynı zamanda, Kıbrıs konusunun ele alınmasına ilişkin olarak birlik içinde olmamız gereken Ulusal Konsey çerçevesinde farklı görüşlerin birleştirilmesi hedeflenecek.

IN.GR: "TÜRKİYE, AKDENİZ BİRLİĞİ PROJESİNE ARTIK OLUMLU YAKLAŞIYOR"

ANKARA, 05/03(BYE)--- Yunanistan'ın elektronik haber sitesi İn.Gr'nin 3 Mart 2008 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:

Türk yetkilileri, Türkiye'nin, planlanan Akdeniz Birliği'ne katılmasının AB üyeliğinin yerini tutmayacağı konusunda Fransa'dan garanti aldıktan sonra, bu birliğe katılmaya hazır olduğunu bildiriyor.
Bir Türk diplomat, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, Akdeniz Birliği konusunda bir sorunları olmadığını ve Türkiye'nin, Akdeniz bölgesinde işbirliği ve dayanışma projelerini memnuniyetle karşıladığını bildirdi.
Türk diplomat ayrıca, Fransa'nın -Türkiye tarafından samimi olarak nitelenen- Akdeniz Birliği projesinin Türkiye'nin AB üyeliğinin yerini tutması görüşünün terk edildiği konusunda güvence verdiğini belirtti.
Bütün bunlara rağmen Türkiye, Fransa'nın temmuz ayında görkemli bir toplantıyla resmi açılış programı yapmasına rağmen, Akdeniz Birliği konusunda hızlı bir gelişme beklemiyor.
Akdeniz Birliği, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından önerilmişti. Almanya, daha önce Akdeniz Birliği'nin, Akdeniz ülkesi olmayan AB üyesi ülkeler aleyhine ek bir ekonomik yük getirdiği yolunda itirazlarına rağmen, sonunda Merkel-Sarkozy görüşmesinden sonra bu projeye muvafakat verdi.
Türkiye ile AB üyelik müzakereleri 2005'te başladı, fakat şimdiye kadar sadece küçük bir gelişme kaydedildi.

 

ABD BASINI

AP: "TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI GÜL KOSOVA VE GAZ BORU HATTI  ANLAŞMAZLIKLARI ARASINDA ROMANYA'YI ZİYARET EDİYOR"

BÜKREŞ, 03/03(AP)(BYE)--- Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bugün, iki ülke arasında Kosova ve bölgesel bir gaz boru hattı projesine dair anlaşmazlıklar yaşandığı bir dönemde, Romanya'ya iki günlük ziyaretine başladı.
Romanya, Nabucco projesine Fransız Gaz de France'in dahil edilmesini istiyor. Ankara ise Fransız şirketin projeye katılmasını istemiyor. Romanya Devlet Başkanı Traian Basescu, konuyu Gül'e açtığını ve Türk tarafının bunun analiz edileceğini söylediğini belirtti.
Gül, Nabucco'yu "çok yakında bitirilmesini umdukları önemli bir proje" olarak nitelendirdi.
İki heyet, Romanya ile Türkiye arasında deniz altından bir güç kablosu geçirilmesine dair ortak bir proje üzerine görüşmelere başladı.
Romanya gezisinde Gül'e işadamları eşlik etti. Son yıllarda Romanya ile Türkiye arasındaki ticaret arttı.
Gül'ün ziyareti, Türkiye'nin tanıdığı ama Romanya'nın tanımadığı Kosova'nın bağımsızlığından birkaç hafta sonra gerçekleşiyor. İki heyet Kosova'nın yanı sıra NATO'nun genişlemesi üzerine de görüştü.
Basescu, Romanya'nın, bütün koşullar karşılandığında, hiçbir çekincede bulunmadan, Türkiye'nin AB girişimini destekleyeceğini söyledi. Basescu ayrıca, Romanyalı yetkililerin, bir AB üyesi olarak, AB vatandaşı olmayanların vizeleriyle ilgili yükümlülüklerini yerine getirirken, Türk işadamlarının Romanya'ya erişimini kolaylaştıracak çözümler bulmaya çalışacaklarını söyledi.
İki heyet deniz taşımacılığı, eğitim, medya işbirliği ve yatırımların teşvik edilmesi ve karşılıklı korunmasına dair iki taraflı anlaşmalar imzaladı.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir