Son Güncelleme: 07 Mart 2008
Bülten No : 016 30 Ocak 2008
DIŞ BASINDA
TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ
ABD BASINI:
Star Tribune: "Avrupa Birliği ve Türkiye Birlikte Daha Güçlü Olurlar": "'Türkiye'nin Avrupa Birliği Başvurusu, Avrupalılarda Endişeleri ve Türkiye'de de Reform Taleplerini Artırıyor. Bu Başvuru Ayrıca Müslüman Bir Ülkeyi Birliğe Dahil Edecek Tarihi Bir Fırsat Oluşturuyor'(...) Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kabul edilmesinin ulusal ekonomisine yararlı olacağı açıktır. Ancak büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkenin, büyük ölçüde Hristiyan olan Batı Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilmesi henüz kesin olmaktan çok uzaktır. Uzun süredir Kıbrıs'ta devam eden egemenlik sorunu ve Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni soykırımındaki rolü konusunun kısa bir süre önce tekrar canlandırılması, Türkiye ve bu ülkenin Avrupa Birliği üyeliğini destekleyenler üzerinde baskı oluşturulacağının göstergesi olmuştur. Ancak Batı'nın, Türkiye'yi kucaklamak için ekonomik ve tarihi anlaşmazlıkların ötesine uzanan nedenleri vardır. Aşağıda Batı ve Müslüman Orta Doğu için çok önemli olabilecek bir kararın bazı lehte ve aleyhte olan yönlerine bir bakış yer almaktadır.(...) Geçen altı yıl boyunca sağladığı cansız büyüme nedeniyle Türkiye'nin büyük bir bölümü Avrupa Birliği üyeliğinin gerektireceği açık, rekabete dayalı bir piyasada yarışamayabilir.Tam üyelik Avrupa Birliği ülkelerine büyük ölçüde bir işçi akınına ve Fransa, Almanya, Avusturya ve Hollanda gibi ülkelerdeki göçmenlerle ilgili sorunların artmasına neden olabilir.Türkiye, yaklaşık 70 milyon nüfusuyla bir çok mevcut üye ülkeden daha büyüktür ve Türklerin sahip olacağı oy potansiyeli endişelere neden olabilir. Belki de Avrupa Birliği'nin, Türkiye'nin tam üyeliğini düşünmesini gerektiren en önemli neden, Avrupa ve dünyanın geri kalan bölümü için Müslüman bir ülke ile işleyen bir bağa sahip olma fırsatı olmalıdır. Dünya 1.3 milyondan fazla Müslüman barındırmaktadır. Türkiye'yi Avrupa Birliği üyeliği sayesinde Batı'ya entegre etmek, her iki tarafa da barış içerisinde birlikte var olmanın geleceğimiz için sadece gereksinim değil mümkün olabileceğini de göstermeye yönelik uzun bir yol kat etmek olacaktır. Ancak Türkiye'nin AB üyeliği reddedilirse, geleceklerini Batı'da gören Türkler, bölgedeki İran benzeri ülkelerle ortaklık kurmak isteyebilecek militan bir İslamcı çoğunluk tarafından bastırılabilirler. (...)"(Ronald M. Bosrock, 29/01)
The New York Times Magazine: "Hegemonyaya Elveda" "Yeni Amerika Vakfının Amerikan Strateji Programı üst düzey araştırmacısı Parag Khanna'nın mart ayında yayımlanacak ‘İkinci Dünya: Yeni Küresel Düzende İmparatorluklar ve Etki' adlı kitabından derlenen ve yukarıdaki başlık altında yer alan makalenin Türkiye ile ilgili bölümlerinin geniş özet çevirisi: (...) Türkiye'ye Avrupalıların yatırımı her yıl artıyor ve bu durum hiçbir zaman üyesi olamasa da Türkiye'yi AB'ye daha da yakınlaştırıyor. Her yıl, Libya, Cezayir veya Azerbaycan'dan Avrupa'ya petrol ve doğal gaz taşıyan yeni bir boru hattı açılıyor. AB piyasası dünyanın en büyük piyasası, Avrupa teknolojileri giderek daha fazla küresel standartları belirliyor ve Avrupa ülkeleri en fazla mali yardımda bulunan ülkeler. (...) Doğu Avrupa, Orta Asya, Güney Amerika, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya'nın önemli ikinci dünya ülkeleri sadece "gelişmekte olan piyasalar" değil. Bunlara Çin'i de dahil ederseniz, toplamda, dünyadaki döviz rezervleri ve tasarrufların büyük kısmını ellerinde tutuyorlar, tüketim güçleri onları küresel ekonominin en önemli yeni tüketim pazarları ve böylece küresel büyümenin motoru haline getiriyor. Bu ülkeler ABD'nin yerini almasalar da ona bağımlı da kalmayacaklar. İkinci dünyadan bir örnek olarak Türkiye'ye bakarsak, Soğuk Savaş dönemi boyunca NATO, Türkiye ile ilişkilerin temel aracıydı. Ancak Türkiye'nin AB'nin açık bir şekilde kendisini reddetmesinden kaçınmak amacıyla geriye eğilim göstermesi, 2003 yılında ABD'nin Türk topraklarını Irak'ı işgal için kullandırmaması bir dönüm noktası yarattı. Ankara'da bir Türk stratejik analisti bana, ‘Amerika daima AB'de bizim adımıza lobi faaliyetinde bulunduğunu söyler. Ancak bütün bunlar AB'yi daha da zor bir duruma sokmaktadır. Artık bu tarz yardıma ihtiyacımız yok' dedi. Şurası kesin: Türk gururu, bazı AB standartlarıyla gerginlik içinde olan saldırgan bir Yeni Osmanlıcılığın unsurlarını içermektedir, ancak bu durum Suriye, Irak ve İran'da istikrar yaratma projesinde Avrupa için bir araç olarak kullanılabilir. Türkiye'nin usta mühendisleri tüneller açıyor, köprüler kuruyor ve ülkenin doğusunda yollar yapıyor. Bu durum Türk tacirleri Batı'dan çok Doğu'ya bakarken, ülkenin otoritesini Arap ve Acem dünyasına daha fazla kabul ettirmesi imkanı sağlayacaktır. Ortak Avro-Türk projeleri, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının açılmasına ve Avrupa'nın etkisini güçlendirmek üzere Türkiye'den petrol zengini Hazar Denizi'nde bulunan dostu Azerbaycan'a kadar demir yolları ve otoyollar inşa etmesine öncülük etmiştir. İstanbul'un parlayan gökyüzüne sadece bir kez bakmak bile, Türkiye'nin AB üyesi olamasa da giderek daha fazla Avrupalı olduğunu anlamaya yeterlidir. Türkiye her yıl 20 milyar dolar yabancı yatırım ve 20 milyonu aşkın turist çekmektedir ki bunların çoğu AB ülkelerinden gelmektedir. Türk diasporasının yüzde 90'ı Batı Avrupa'da yaşamakta ve ülkelerine havale ve yatırım çerçevesinde yine her yıl bir milyar dolar göndermektedir. Havale edilen bu para yeni inşaat girişimleri, kilim fabrikaları ve okullara dönüşerek doğuya doğru kalkınmaya ve gelişime katkıda bulunmuştur. Romanya ve Bulgaristan'ın bir yıl önce AB'ye katılmasıyla birlikte Türkiye'nin şimdi fiziki olarak AB'ye sınırı var. Bu durum Türkiye'nin Avrupa süper gücünün bir parçası haline geldiğini simgeliyor." (29/01)
AVUSTURYA BASINI:
Neue Zürcher Zeitung: "Türkiye Nereye?": "Yazarınız Günter Seufert 17 Ocak 2008 tarihinde ‘Özgürlüğün Taşıyabileceğinden Fazla Eşitlik' başlığı altındaki makalesiyle, Türkiye'deki gerilimli ortamı çok iyi yansıtmış. (...)Türkiye, birbirine tezat birçok gücün herbirinin bir yana çekiştirdiği transformasyon dönemi yaşıyor. Şu anki başbakanın bu güçleri toparlayacak doğru kişi olup olmadığı, gerçek pozisyonu genellikle karanlıkta olduğu için kuşkulu. Avrupalılar sevilmeyen orduyu çok da güçsüz düşürmezlerse iyi ederler, zira ileride bir AB üyeliği söz konusu olduğunda -bu hedef iki tarafça da yeterince net olarak formüle edildi- Türkiye'nin doğu sınırları AB'nin doğu sınırları olacak ve orada da çok da nazlı komşular bulunduğu söylenemez. İstikrarsız bir Türkiye dünya siyasetinin yararına olamaz. (...)
FRANSA BASINI
Le Monde: "Türkiye'nin AB Üyeliği mi? Hâlâ Hayır": " ‘İktidar Partisinden Bir Grup Parlamenter Ankara'nın AB Üyeliğine Karşı Geldiğini Bir Bildiriyle Tekrarladı'... Nicolas Sarkozy, 21 Şubat 2007'de ‘Bir Avrupa ülkesi olmayan Türkiye'nin Avrupa Birliğinde yeri yoktur' derken çok doğru bir açıklama yapmıştır. Bu gerçeğe katılmamamız imkansız. Avrupa'nın siyasal açıdan var olabilmesi ve vatandaşlarımız için bir gerçek olması için sınırları olmalıdır. Zaten sınırları da vardır. Bu nedenle, Haziran 2007 tarihli Louis Harris kamuoyu araştırmasının ortaya koyduğu gibi, Fransızların yüzde 71'i, Almanların ise yüzde 66'sı gibi bizler de Türkiye'nin üyeliğine karşıyız. Suriye, Irak ve Azerbaycan ile sınırları olan Türkiye bir küçük Asya ülkesidir. Türkiye'yi AB'ye kabul etmek, sınırlarımızı Irak çölüne olduğu kadar Kürdistan'a uzatmak anlamına gelir. Sınırsız bir Avrupa, siyasal Avrupa düşüncesinin ölümü demektir. Avrupa'yı sınırsız bırakmak, onu ölüme mahkum etmektir. Türkiye'yi AB'ye kabul etmenin büyük bir yanlış olacağına inanıyoruz, zira bu katılım, mali açıdan şok etkisi yaratacak ve Birliği tehlikeye atacaktır. AB Komisyonunun bir çalışmasında görüldüğü gibi, Türkiye'nin katılımı, Birliğin yıllık bütçesinin dörtte birine eşdeğerdir. Kişi başına milli geliri, genişletilmiş Birlikten dört kat daha düşük olan Türkiye'nin katılımı ayrıca istatistiklere göre ‘fazla zenginleşmiş' olan 12 bölgeye ‘yardım haklarını' kaybettirecektir. Bu katılım, sadece tarım alanında yılda 11.3 milyar avroya mal olacaktır ki bu, 10 AB üyesinin toplam tarım masrafına eşdeğerdir. (...) Tıpkı geçmişte Avrupa Birliğinin oluşumuna giriştiği gibi Fransa, Güney Avrupa'daki partnerleriyle bir Akdeniz Birliği yönünde girişimde bulunmalıdır. Avrupa Birliğinin oluşumuna ve olası genişlemesine ABD karar vermemelidir. Bizler Avrupa Birliğini, güçlü bir ortak olma isteğiyle kurduk. Toplu halde bu emelimizden vazgeçmek için değil. Türkiye, zaten Avrupa'da değil. Bu nedenle bir AB hedefi olmamalıdır. Türkiye'nin Avrupalı olmadığını savunmaya devam etmeliyiz. ‘Her yeni genişleme için Anayasanın 88/5 Maddesi gereğince referandumun anayasal zorunluluk olması ve Fransızların da konu hakkındaki görüşünü bildiğimiz için, Türkiye'nin katılımının engelleneceği konusunda içimiz rahat.'" (Thierry Mariani, Bernard Carayon, Jean-Pierre Decool, Lionnel Luca, Christan Menard, Jean-Frederic Poisson, Philippe Vitel, Richard Mallie, Herve de Charette ve Georges Fenech, 29/01)
İTALYA BASINI:
Il Sole 24 Ore: "Türkiye Ekonomisinde Hafif Frenleme": " (...) Geçtiğimiz günlerde Davos'ta gerçekleştirilen Dünya Ekonomi Forumuna katılan Dışişleri Bakanı Babacan, ‘Türk Hükümeti, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin karşı gelmesine rağmen, AB'ye katılım hedefinden vazgeçmeyecek' dedi. Babacan açıklamalarına, ‘10-15 yıl sonra Türkiye'nin nasıl bir ülke olacağını soranlara, basitçe, girişilen ekonomik, sosyal ve siyasi reformlar sayesinde Türkiye'nin daha da Avrupalı olacağını söylüyorum' diye devam etti. Türkiye'nin AB'ye katılımı her iki taraf içinde bir fırsat. Avrupa'ya ilişkin olarak Dışişleri Bakanı Babacan, ‘Tek din prensibini benimsemek son derece tehlikeli bir yaklaşım' şeklinde bir değerlendirme yaptı. Müslüman, fakat aynı zamanda laik ve demokratik bir ülke olarak Türkiye, AB'ye, değer ve kültürler taşıma yoluyla, ‘global bir güç' kazandırabilir. Babacan, ‘Türkiye'nin AB'ye katılımıyla, Avrupa bir ‘Hristiyan kulübe' dönüşmekten kurtulacaktır' diye hatırlatırken, bu bakış açısına göre ‘Türkiye'nin AB'ye katılımı, muhtemelen 21. yüzyılın en büyük projelerinden biri olarak zihinlerde kalacaktır' diye belirtiyor. (...)" (Vittorio Da Rold, 29/01)
KIBRIS RUM BASINI:
Kıbrıs Haber Ajansı: "Kıbrıs, AB-Türkiye Ortaklık İlişkisi Metninden Memnun": "Kıbrıs Dışişleri Bakanı Erato Kozaku Markulli, Kıbrıs Hükümetinin Genel İşler ve Dışişleri Bakanları Konseyinin pazartesi günü kabul ettiği AB-Türkiye yenilenmiş ortaklık ilişkisi metninden memnun olduğunu açıkladı.(..) Kozaku Markulli'nin özellikle tatmin edici olarak nitelendirdiği Ortak İlişkisi'nin öncelikleri bölümünde Türkiye'ye, Kıbrıs'ta BM çerçevesi ve AB ilkeleri temelinde kalıcı ve toplu bir çözüme ulaştıracak 8 Temmuz sürecinin uygulanmasını aktif olarak destekleme çağrısı yapılıyor. Ortaklık İlişkisi'nde ayrıca, protokolün uygulanması ve Kıbrıs gemi ile hava taşımacılığına getirilen Türk sınırlamalarının kaldırılması gibi Ankara'nın Kıbrıs'a karşı bir dizi yükümlülüklerine vurgu yapılıyor. Bunun paralelinde Türkiye'ye, Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini normalleştirmesi yönünde elle tutulur adımlar atması çağrısında bulunuluyor. Türkiye'nin İnsan hakları Sözleşmesi'ne uyumlu hareket etmesi ve AİHM'nin tüm kararlarını tam olarak yerine getirmesi konularının artık açıkça öncelikler arasında yer alan Ortaklık İlişkisi'nde "27"ler, Türkiye'ye uluslararası kurumlarda AB ile aynı doğrultuda hareket etmesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ve Wassenaar gibi uluslararası kuruluşlara üyeliğine izin vermesi çağrısında bulunuyorlar. (29/01)
Fileleftheros: "Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinden Sonra Sahneyi Kuruyor": "Kıbrıs'ta cumhurbaşkanı adayları arasındaki kavgalar, seçimin ertesi günüyle ilgili beklentileri en aza indirgerken, Ankara ve Talat'ın zamanın boş bir şekilde akıp gitmesine izin vermekten başka şansları yoktur. Yaptıkları açıklamalar ve hareketleriyle, bazı amaç ve takvimlerle yeni bir sahne kurmaya çalışıyorlar. Takvim konusuyla ilgili Türk çabası, 2008 yılı içerisinde programlanmış başarısız bir girişimi amaçlamaktadır. Meğer ki Rum tarafı, Türk tarafının koşullarını kabul etsin. Böylece Türkiye'nin üyelik sürecinin AB tarafından yeniden değerlendirilme yılı olan 2009 yılında, Türk uygulamalarına göre değerlendirme raporunda Kıbrıs bulutları olmayacaktır. İşgal bölgeleriyle ilgili diğer amaçlara ulaşılmaya çalışılacaktır. (...) Turkish Daily News gazetesine açıklamalarda bulunan AB Dönem Başkanı Slovenya'nın Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Borut Grgic, şubat ayındaki seçimlerden hemen sonra Kıbrıs sorununda yaratılan fırsat penceresinden bahsetmekte ve şöyle devam etmektedir: Yeni hükümeti çabucak seçmeliyiz (süreçte), bundan önce sabit tezler benimsenmelidir. Türk tarafının şu anda ileri sürdüğü tezler açıktır." (Paris Potamidis, 29/01)
PAKİSTAN BASINI:
Pakistan Observer: "Profesör, Atatürk'e Hakaret Etmekten Mahkum Oldu": "Bir siyaset bilimi profesörü modern Türkiye'nin kurucusuna hakaret etmekten suçlu bulundu ve 15 ay hapis cezasına çarptırıldı, ancak cezası ertelendi. (...) Doğan Haber Ajansının verdiği bir habere göre Ankara'daki Gazi Üniversitesi profesörü ve aynı zamanda da Liberal Düşünce Derneği Başkanı olan Attila Yayla, Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasına hakaret etmekten mahkum oldu. Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntısı üzerine modern ve laik Türkiye'yi kuran ve ölümünden neredeyse 70 yıl sonra bile saygı duyulan Atatürk'e hakaret etmek bir suçtur. Yayla'nın mahkumiyeti, Avrupa Birliği'ne üye olmak isteyen Türkiye'nin, ifade özgürlüğünü koruyamadığına dair eleştirilere maruz kaldığı bir döneme rastladı. (...)
RUSYA BASINI:
Kommersant: "Mustafa Kemal Atatürk'e Saygısızlık Eden Türk Profesör 15 Ay Şartlı Hapis Cezasına Çarptırıldı": "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e saygısızlık eden bilim adamının büyük yankılara yol açan duruşması, dün Türkiye'de yapıldı. Duruşma, Türklüğe hakaret yasasının TBMM tarafından ele alınması öncesinde yapıldı. Avrupa Birliği, örgüte üye olmak isteyen Türkiye'den uzun zamandır bu yasayı kaldırmasını istiyor. (...) Bu sözlerden sonra Türk Profesör, Türkiye'de hemen hemen tüm kurum ve kuruluşlarda Atatürk'ün portrelerinin asılı olduğu ve bunun Avrupa Birliği tarafından insana tapma olarak algılanabileceğini belirtti. (...) Bu olay, Türkiye'de ifade özgürlüğünün yine ihlal edildiğine dikkati çekiyor ve AB bundan kaygılı olduğunu açıkladı. AB bürokratları, kasım ayında yayımladıkları son raporda, 2006 yılında Türkiye'de hakaret niteliği taşıyan ifadeler kullandıkları için cezaya çarptırılanların sayısının 2005 yılına oranla iki kat arttığını ve 2007'de artmaya devam ettiğini kaydettiler. Bu eleştiriye karşılık olarak Ankara, Avrupa'da da ifade özgürlüğünü sınırlayan yasaların bulunduğunu hatırlattı. (...) Bununla birlikte, AB üyesi olmak isteyen Ankara, son zamanlarda Avrupa'nın taleplerini kısmen karşılamayı kabul etti. (...)" (Nataliya Portyakova, 29/01)
YUNANİSTAN BASINI:
To Vima: "Ankara Ziyareti Sonrasında": "Yunanistan-Türkiye ilişkileri uzun zamandır rekabetçi bir niteliğe sahip oldu ve bir ülkenin çıkarı, diğeri için zararlı hale geldi. (...) Büyük güçlerin stratejik konulara ilgi göstermesi ve (özellikle Kıbrıs konusu gibi) farklı konulara müdahale etmeleri, duruma daha da karmaşık bir hal kazandırdı. İlişkilerin oldukça kötü olduğu uzun yıllardan sonra 1999'da, daha ılımlı yaklaşımların sergilendiği bir döneme girdik. Tabii kimi zaman küçük gerginlikler ve küçük çaplı krizler de eksik olmadı. Ayrıca ne Türkiye'nin Ege'deki sorunlarla ilgili tutumu değişti ne de iki ülke arasındaki sorunlarda bir gelişme kaydedildi. Geleceğe gelince; önemli gelişmeler sağlanması olasılığı görünmezken, Ankara'nın bir iyi niyet tavrı içine girmesi de beklenmemeli. Türkiye içindeki hassas dengeler, Kuzey Irak ve genel olarak Kürt sorunu nedeniyle ‘Sevr Antlaşması Sendromu'nun yeniden canlanması, Türkiye'nin ABD'yle ilişkilerindeki sürtüşmeler, Ankara için AB üyeliği konusunda gözle görülür bir kazanımın olmaması, Kıbrıs konusunda süren çıkmaz ve iki ülke kamuoylarının sahip olduğu eksik veya yanlış bilgiler, önyargılar nedeniyle sorunlar üzerinde karşılıklı uzlaşıya dayanan bir çözüme ulaşma zorluğu, bu tür bir beklentinin meydana gelmesini engelleyici bir rol oynuyor. (...) Yunanistan'ın Türkiye ile ilgili politikası, Türkiye'nin AB sürecinin, ülkeyi daha iyi bir komşuya dönüştüreceği ümidine dayanıyor. Türkiye'nin AB sürecini desteklemeye devam etmemiz gerektiği kesindir. (...)" (Thanos Dokos , 29/01)
NOT: Bu bülten, 29 Ocak 2008 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.