Son Güncelleme: 01 Şubat 2008
Bülten No : 168 14 Aralık 2007
DIŞ BASINDA
ABD BASINI:
AP: "Türkler, Kıbrıs'ın Lokumun Tescilini Almak Üzere Olmasına Kızgın": "Türkiye Avrupa Birliği'ne katılma hayalinin peşinden koşarken en tanınmış şekerlemesi AB tarafından tescillenmek üzere. Ancak lokum bu sefer ağızlarda tatlı bir zevk değil acı bir tat bıraktı. Bunun sebebi Türklerin Lokum ismini verdikleri yapışkan, şeker kaplı küplerinin, -Kıbrıs Rum kesiminin kendi lokumlarının uluslararası tanınırlığını artırmak için yürüttüğü bir kampanya sonucu- Lokumi adıyla AB tarafından tescillenecek olması. Kıbrıslıların lokumu, daha tanınmış konumdaki Türk kuzenine benzer bir görünüşe ve tada sahip. Ancak 2004 yılından bu yana AB üyesi olan Kıbrıs, ticari markayı korumak için Türkiye'den önce başvuru yaptı. Bu nedenle de resmen tanınmayı hak edecek. AB Tarım ve Kırsal Kalkınma Komisyonu sözcülerinden Michael Mann, ‘Temelde bu sadece bir formalitedir' dedi. Ayrıca Türkler AB'ye katılsa da katılmasa da bu şekerlemenin başka bir adla tanınması için bir arayışa gidebilecekler." (Menelaos Hadjicostis, 13/12)
ALMANYA BASINI:
Financial Times Deutschland: "Avrupa, Bu Benim!": "Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Cumhurbaşkanlığı görevine geldiğinden bu yana Fransa'nın yanı sıra Avrupa'yı da yönetiyormuş gibi davranıyor. Yerinde duramayan Sarkozy'nin sayısız fikirleri, duyuruları, önerileri ve girişimleri Berlin, Brüksel ve diğer AB başkentlerinde memnuniyetsizlik ve bıkkınlıkla karşılanıyor. Şansölye Merkel ve diğer AB hükümet başkanları Sarkozy'nin bir müddet sonra yorulacağını ve geri çekileceğini ümit ediyorlar. Fakat bütün emareler Sarkozy'nin gelecek yıllarda Avrupa'da daha da etkili olacağına işaret ediyor. Sarkozy, Avrupa politikasıyla AB'nin ekonomi ve dış ekonomi politikalarına yönelik girişimlerinin yanı sıra Avrupa'nın tartışmalı konusu olan Türkiye'nin AB üyeliğinde de rota değişikliği sağladı. 70 milyon nüfuslu Müslüman ülkenin AB'ye katılımını açık bir şekilde reddeden Fransa Cumhurbaşkanı, katılım müzakerelerini yeniden organize etti. Sarkozy'nin Avrupa'daki rakiplerinden çekinmesi için bir neden yoktur. Zira, Merkel koalisyondaki gerginlik nedeniyle Avrupa'da giderek güçsüzleşirken, Gordon Brown'un da Avrupa'daki yetkileri azalmıştır. Sarkozy için en büyük tehlike Sarkozy'nin kendisidir. Sazkoy'nin muhatapları, Fransa Cumhurbaşkanının kimi zaman saldırganlaştığını ve sert ifadeler kullandığını belirtiyorlar. Anlaşılan Sarkozy, Avrupa'nın etrafa emirler yağdırarak değil, uyum içinde yönetilmesi gerektiğini henüz kavrayamamıştır." (Wolfgang Proissl, 13/12)
Südwest Presse: "Alman Broşürü Krize Neden Oldu": "Türkiye, Avrupa'ya ait mi? Bu soru siyasi bakışa göre değişir. Bu soru, Alman Şansölye Angela Merkel'e sorulacak olsa büyük ihtimalle cevabı ‘hayır' olurdu. Coğrafi olarak bakıldığında, İstanbul Boğazı'ndan Türkiye-Yunanistan sınırında bulunan Meriç nehri kıyılarına kadar uzanan ülkenin çok küçük bir bölümünün Avrupa'da yer aldığı görülüyor. Gerçekten de birileri bu bölgeyi Türklerin elinden mi almak istiyor? Bu izlenim, Almanya Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘İşte Almanya' kitapçığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekillerinin eline ulaşmasıyla başladı. Oysa, Almanya'nın Türkiye Büyükelçisi Dr. Eckart Cuntz'un ‘İşte Almanya' kitapçığını milletvekillerine gönderme amacı, Türkiye-Almanya arasındaki ilişkileri derinleştirme düşüncesiydi. Ancak, bunun tam tersi oldu. Bu arada, fırtına az da olsa dinmişe benziyor. Büyükelçi Cuntz, milletvekillerine bir özür yazısı gönderdi ve yeni baskıda bu hatanın düzeltileceği sözü verdi. ‘İşte Almanya'nın' Türkçe internet versiyonunda Trakya, Türkiye'nin geri kalanı gibi açık mavi olarak düzeltildi. Ancak, kitabın Almanca internet versiyonunda Trakya'nın hâlâ koyu mavi olarak yer aldığını Ankara'nın bu zamana değin fark etmediği anlaşılıyor. " (Gerd Höhler, 13/12)
AVUSTURYA BASINI:
Die Presse: "Avusturya AB'yi Yanlış Anlıyor": Eski AB Komiseri Franz Fischler ile yapılan mülakatın ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
KRAUS: AB yeteri kadar büyük ve karmaşık mı, yoksa daha başka ülkeleri de alabilecek durumda mı?
FİSCHLER: AB, Balkanlara verdiği sözleri tutmak zorunda. Hırvatistan'ın Birliğe alınmaması için hiçbir neden yok (Franz Fischler müzakerelerde Hırvatistan'a danışmanlık yapıyor). Hırvatistan diğer Balkan ülkelerinin katılım perspektifleri için de bir test niteliğinde olacak.
KRAUS: Peki ya Türkiye?
FİSCHLER: Türkiye ayrı bir sorun. Müzakereler ne kadar uzun sürerse sürsün sonunda Türkiye'nin AB'ye katılımına ilişkin referandumlar yapılacak ve bunlardan biri mutlaka olumsuz sonuç verecek. Hiçbir zaman gerçekleşemeyecek bir şey kararlaştırıldı. Halbuki daha inanılır bir komşuluk politikası çerçevesinde yeni fikirler üretilmesi gerekirdi. AB bu noktada çok zayıf.
KRAUS: Elli yıl sonra da AB diye bir şey olacak mı?
FİSCHLER: O olmasa bile Avrupa içinde işbirliğinin başka bir şekli olacaktır. (Doris Kraus, 13/12)
AZERBAYCAN BASINI:
Halk Cephesi: "Türkiye'yi AB'de Görmek İsteriz": "İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesine açıklama yapan Ermenistan Başbakanı Serj Sarkisyan, Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediğini ve iki ülke arasındaki sorunların AB çerçevesinde çözülebileceğini ifade ederek, ‘Türkiye'nin AB üyeliğinin bizim için de faydalı olacağını düşünüyorum' dedi. Financial Times gazetesi ise Türkiye'nin Ermenistan ile diplomatik ilişkisinin olmadığını ve 1993 yılında Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal ettiği için söz konusu ülkeyle sınırları kapattığını yazdı. " (13/12)
FRANSA BASINI:
AFP: "Türkiye'nin AB'ye Girmesi Konusunda Erdoğan Sarkozy'yi İki Yüzlülükle Suçladı": "Ankara'da iş adamları ile buluşması sırasında yaptığı açıklamada Başbakan Erdoğan, ‘Sarkozy, ikili görüşmelerimizde bir şey söylüyor. Arkamızdan başka bir şey söylüyor. Bu, siyasete uyan bir hareket değil' dedi. Başbakan bu fikirleri, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyelik hedefi açık bir şekilde vurgulanmadığı için pazartesi gününden itibaren sitem ettiği bir belgenin AB tarafından benimsenmesinden iki gün sonra dile getiriyor. ‘Halihazırda AB ile müzakerelerde bulunan bir ülkeyiz' diyen Türkiye Başbakanı Erdoğan sözlerini, ‘Maç oynanırken oyunun kuralları değiştirilmez. Yapmaya (Fransızların) çalıştıkları şey budur. Türkiye imtiyazlı ortaklıktan faydalansın mı faydalanmasın mı tartışmaları gülünçtür, gülünç' şeklinde sürdürdü." (13/12)
Liberation: "Nicolas ve Türkler": "Bilindiği üzere Avrupa Birliği, 1999 yılında Türkiye'nin diğer aday ülkelerle eşit şartlarda AB'ye aday ülke olarak kabul edilmesi kararına varmış, Fransa da katılım ortaklığı belgesini imzalamıştır. Türkiye'nin adaylığı, Aralık 2004'te katılım müzakereleri sürecine davet edilmesiyle bir kez daha yinelenmiştir. Ancak bu aşamanın hemen ardından bir üyelik olasılığına engel olmak için Fransa'da siyasi-diplomatik bir gerilla ortaya çıkmıştır. Bu yönde hareketlenmeler Jacques Chirac döneminde bastırılmış olsa da Nicolas Sarkozy ile tutum sertleşmiştir. Hatta bu çalışmalarda coğrafya konusu büyük yer almış, ilginç örnekler verilmeye, örneğin eski bir Hristiyan toprağı olan Kapadokya'nın Avrupa dışında olduğundan söz edilmeye başlanmıştır. Nicolas Sarkozy kesin konuşuyor: Ona göre Türkiye, Küçük Asya'dır, Avrupa değil. Müzakerelerin sonunda Türkiye'ye hayır demek için çok geç olacağına ve böyle bir durumda kötü olarak görüleceğine inanan yeni idarenin hedefi, bir yandan katılıma alternatif çözümler üretirken aslında üyeliğin önünü kesmektir. Avrupa Birliği'nin hazmetme kapasitesi, imtiyazlı ortaklık veya Akdeniz Birliği konuları işte böyle ortaya çıktı. Ancak boş laflarla oyalayıcı kavramlar arasında gelgitlerden ötesine geçilmiyor. Hiç kimse, bu ‘acizliği örtme amaçlı uydurmaların' ardında nelerin gizlendiğini açıkça söylemeyi başaramadı. Yani Sarkozy idareye geçer geçmez her yönden bir taarruz başlatıldı. Sarkozy'nin diplomatik danışmanı Jean-David Levitte, Türklere, Fransa'nın üyelikle doğrudan ilişkisi olan başlıkların açılmasına karşı geleceğini açıklamak üzere Ankara'ya gitti. Bu kısacası, ‘AB kurumları dışındaki her konuda başlıkların açılabileceği' anlamına geliyor. Brüksel'de ise, Dışişleri Bakanlığı nezdinde Avrupa İşlerinden Sorumlu Yardımcı Bakan Jean-Pierre Jouyet, Türkiye'nin AB'ye katılma istidadının olmadığını açıkladı. Yani Helsinki'de varılan sonucun tam aksini savundu. Fransa, haziran ayında avro konusunda bir başlığın açılmasını veto etti. Diğer başlıkların açılması da, Birliğin geleceğini düşünmesi yönünde çalışacak bir akil adamlar komitesinin kurulması şartına bağlandı. Yetmiyormuş gibi bir de kasım ayında, Haziran 2009'da başlatılması beklenen Türkiye Kültür Yılı'nın, Avrupa'da yapılacak seçimler nedeniyle ertelenmesini istedi. Amaç, ayaklarının altında dolaşan Türkler olmasın... En son, Brüksel'de Fransa'nın temsilcisi, Birlik terimleri arasında yer alan bazı kelimeler üzerinde, örneğin ‘katılım ortaklığı' gibi, yani kısacası üyeliğe değin her ifade için mırın kırın ediyordu... Bu denemeleri sonuçsuz kalacak olsa da en azından Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkilere onarımı imkânsız zararlar veriyor. Bugün Fransa'nın Türkiye politikası, her zamankinden çok ülkenin Avrupa sürecinde olduğunu gözardı ederek, ikili ilişkilere ağırlık vermeye dayalı. Oysa Türkiye, Avrupa kozu kendisi için hayati önem taşıdığından, ister istemez ilişkilerini Fransa'nın üyelik konusundaki tutumu ışığında yeniden değerlendiriyor. Dolayısıyla da Fransa, tıpkı diğer büyük projelerde olduğu gibi, Nabucco doğalgaz hattı projesinin dışında tutuluyor. Belki genel çerçevede anlamsız gelebilir, ancak ilgili şirketlere kuşkusuz zararı dokunuyor. Sarkozy'nin bu yöntemi kültürde de buldozer etkisi yaratıyor. Sanatçıların, işadamlarının, diplomatların ve Fransa'nın son dostlarının bu konuda çıldıracak hadde ulaşması idarenin pek de umurunda değil. Zira Sarkozy'nin ‘Türk' kelimesini duyması gerginlik için yeterli oluyor. Aslında Nicolas Sarkozy'yi, Türkiye'nin Avrupa Birliği sayesinde gelişim yolunda ilerlemesi hiç ilgilendirmiyor; Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımının, çok seviyor gibi göründüğü Akdeniz bölgesinde yaratacağı etki de aynı şekilde. Ayrıca, Avrupa'nın Müslüman ve laik bir ülkeyi bünyesine alarak, vereceği mesajla da ilgili değil. Niyeti bu yönde olsaydı, zaten, Türklerden, başlattıkları reformları daha istekli sürdürmelerini talep ederdi. Sarkozy'nin hedefi, Türkiye ve onun temsil ettiklerinin, Birlik konusundaki aptalca görüşünü, yani ‘Müslüman olmayan' ve Fransız bir Avrupa'yı kirletmesini önlemeye çalışmaktır. Sarkozy'nin Türkiye'ye şöyle bir uğramak istediği fısıltıları dolaşıyor... Türkler, Sarkozy'nin çoğu zaman küçümsemeyle karıştırdığı açık sözlülüğüne karşı Cezayirliler kadar hoşgörülü olurlar mı bilemem. Türkiye konusundaki tartışma, Cumhurbaşkanı Sarkozy'ye bırakılmayacak kadar önemlidir. Hepimizin iyiliği için bu tartışmanın sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlamalıyız... " (Dr. Cengiz Aktar, 13/12)
İRAN BASINI:
Tahran Radyosu: "Ermenistan'dan Türkiye'nin AB Üyeliğine Destek": "Ermenistan Dışişleri Bakanı Sarkisyan, Financial Times gazetesine verdiği demeçte, ülkesinin Türkiye'nin AB üyeliğine destek vereceğini söyledi. Sarkisyan, bu tutumla iki ülke arasında gergin ilişkileri iyileştirme ihtimalinin bulunduğunu sözlerine ekledi. Sarkisyan, ‘Bana göre Türkiye'nin AB'ye katılma isteğinin gerçekleşmesi, bizim ülkemiz açısından uygundur. Aramızdaki sorunlar için belki AB çerçevesinde bir çözüm bulunabilir' dedi. Ermeni yetkili, 11 Aralık'ta Brüksel'i ziyareti öncesi yaptığı diğer açıklamasında, Türkiye'nin, Ermenistan ile ilişki kurmasına dair AB'nin ticari taahhütlerine karşı saygılı olmadığını söyledi. Ermenistan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük şansı olduğu söylenen Sarkisyan'ın son sözleri, Türkiye ile ilişkilerin oluşması ve ortak sınırlarının açılmasının Ermenistan açısından önemini gösteriyor. Erivan'ın Ankara'nın AB üyeliğine destek vermesi belirleyici değildir. Ermenistan'ın AB üyesi olmamasının yanı sıra, AB üyesi olan Almanya ve Fransa da Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkıyor. Nitekim AB'nin son dışişleri bakanları oturumunda Ankara'nın üyelik konusu ele alınmadı. Bu da söz konusu ülkelerin bu konuya öncelik tanımadıklarını gösteriyor. Fakat Ermenistan'ın Türkiye'nin üyeliğine verdiği destek, Erivan'ın önemli hedefleri olduğunu gösteriyor. İki ülke arasındaki sınırın açılması ve Avrupa'ya bağlanacak koridorun oluşması Ermenistan ekonomisine olumlu olarak yansıyacak ve Ermenistan'ı ekonomik izolasyondan kurtaracaktır. Bu arada, Ankara da Erivan ile ilişkilerini tekrar başlatmakla özellikle, ekonomik ve ticari açıdan Kafkasya bölgesinde daha etkili olacağını düşünüyor olabilir." (13/12)
NOT: Bu bülten, 13 Aralık 2007 tarihinde Genel Müdürlüğümüze ulaşan haber ve yorumlardan derlenerek hazırlanmıştır.