Son Güncelleme: 16 Kasım 2007
Kaynak : T.C.BAŞBAKANLIK Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Haber Dairesi Başkanlığı.
DIŞ BASINDA TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ ( 09 - 14 Kasım 2007)
ALMANYA BASINI
DEUTSCHLANDRADIO: "KOSSENDEY, TÜRKİYE'Yİ 'OPERASYON POPÜLİZMİ' YAPMAMASI KONUSUNDA UYARIYOR"
ANKARA, 08/11(BYE)--- Almanya'da yayın yapan ulusal Deutschlandradio'nun 7 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, Hanns Ostermann imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan mülakatın çevirisi şöyledir:
--PKK Sorununda Barışçıl Çözüm Bulma Umudu--
Almanya Savunma Bakanlığı Müsteşarı Thomas Kossendey, Türkiye ile Kuzey Irak'taki PKK arasındaki gerginliğin barışçıl yollardan çözüleceği umudunu taşıyor. Ancak CDU'lu Kossendey, Avrupa yolundaki bir ülkeden itidalli davranmasının beklendiğini ve Türkiye'ye bunun net bir biçimde anlatılması gerektiğini düşünüyor.
OSTERMANN: PKK'lı Kürt savaşçılara karşı ne yapılıyor? PKK'nın kış mevsiminde dağlara çekilmesi nedeniyle Türk topraklarına yönelik saldırıların azalacağı beklentisiyle zamana mı oynanıyor? Yoksa ABD desteği sayesinde artık Kuzey Irak'a nokta operasyonları beklenmeli mi? Bu konuları CDU'lu Türk-Alman Parlamenterler Dostluk Grubu Başkanı ve Almanya Savunma Bakanlığı Müsteşarı Thomas Kossendey ile görüşeceğiz.
Sayın Kossendey, önümüzdeki haftalar için ne tür gelişmeler öngörüyorsunuz?
KOSSENDEY: ABD'nin desteği ve belki Avrupa'nın da daha fazla desteği sayesinde Türkiye-Kuzey Irak sınırında barışçıl bir çözüm bulunabileceğini ümit ediyorum. Şunu kabul etmeliyiz ki hiçbir ülke -Türkiye de öyle- başka bir ülke topraklarından terörist saldırılara maruz kalmayı kabullenemez. Zaten PKK sadece Türkiye ve ABD'ye göre değil, AB'ye göre de mücadele edilmesi gereken bir terör örgütüdür. Üstelik bu terör örgütü Avrupa yolunda ilerleyen bir ülkeye zarar veriyor.
OSTERMANN: Barışçıl yollardan çözüm umudu taşıyorsunuz. Fakat sınırda 100 bin Türk askeri bekletiliyor ve Amerikalılar bile Türklere destek sözü veriyor. Bu umudunuzu neye bağlıyorsunuz?
KOSSENDEY: Amerikalılar Türklere askeri destek sözü vermedi, daha ziyade bilgi paylaşımı, Kuzey Irak'taki hareketlenmeleri gözlemleme ve bölgesel Kürt yönetiminin Türkiye sınırında PKK teröristlerinin yuvalanmaması konusunda dikkatini çekme sözü verdi. Tüm bu ihtiyati tedbirler, operasyon için Meclisten yetki almış olan Türk Hükümetini Kuzey Irak'a yönelik bir askeri harekat düzenlemekten vazgeçirdi. Ayrıca bu tedbirler hayata geçirilip başarı sağlandığı takdirde, Türkiye'yi askeri bir harekattan caydırma olanakları da olacaktır.
OSTERMANN: Erdoğan büyük bir baskı altında ve buna paralel olarak Amerikalılar da Kuzey Irak'ta Kürtlerle sorun yaşıyor. Bölgedeki Kürtler kendilerine bir tür koruyucu güç konumu atfediyor. İki tarafın da ciddi bir ikilem içinde hareket ettiğini söylemek yanlış olmaz.
KOSSENDEY: Bu doğru. Başbakan Erdoğan'ın da asıl sıkıntısı bu. Erdoğan, bir yandan ordunun sorunu askeri yollardan çözme konusunda baskılarına maruz kalırken, diğer yandan ise bunun Avrupa yolunda yıkıcı sonuçlar doğuracağını biliyor. Irak'ta merkezi bir otorite kurmaya çalışan ve bu konuda hala arzu ettikleri başarıyı sağlayamayan Amerikalılar da boşluktaki bir bölgede teröristlerin yuvalanmasını pratikte engelleyebilecek bir otoritenin olmadığını ve sorunların bulunduğunu izlemek zorunda kalıyor. Türkiye, askeri operasyon popülizmi yapmak ve neticede Avrupa yolundaki bir ülkeden beklenilen itidalli davranma arasında bir yol ayrımında. Askeri yöntemler bu tür sorunları hiçbir zaman çözememiştir. Bunu Türklere artık iyice anlatmak zorundayız.
OSTERMANN: Peki durum bölgede yine de gerginleşirse Almanya'da temsili bir savaş yaşar mıyız? Buna benzer bir olayı zaten geçen günlerde yaşadık.
KOSSENDEY: Elbette Türkiye'de olup biten her şeyin burada tıpatıp karşılığının olmasını beklemeliyiz. Türkiye'den Almanya'ya 2.5 milyon kişi gelip yerleşirse bu kaçınılmaz. Bazı iç politik çekişmeler bile bizde yansımasını bulur. Buna katlanmak ve önlemini almak zorundayız. Bunu geçen haftalarda Berlin sokaklarında gördük.
OSTERMANN: İlerleme raporuna "hem övgü hem de eleştiri" başlığı atılabilirdi. Cumhurbaşkanı Gül'ün seçim sürecine dair övgüler AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn'den geldi: "Demokrasi, ordunun karışmasına üstün geldi". Buna karşın eksikliklerin sıralandığı uzun bir liste yer alıyor. Aslında çoktandır Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakılmamasından mı kaynaklanıyor? Merkel ve Sarkozy de Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakmıyor.
KOSSENDEY: Bir kere, Sayın Merkel yönetimindeki koalisyon protokolüne, Federal hükümetin, Türkiye'nin Avrupa yoluna yapıcı olarak eşlik edeceği hükmü girmiş bulunuyor ve böyle de olacak. Bunu Şansölye defalarca vurguladı. Buna karşın Türkiye'nin kendisi de bu yolda kararlılık göstermelidir. Bu bağlamda sadece Rehn değil, aslında süreci gözlemleyen herkes, 2005 yılından itibaren Türkiye'de bir yavaşlama olduğu tespitinde bulunuyor. Örneğin ifade özgürlüğü alanında sıkıntılar var; Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesi gibi. Öldürülen gazeteci Hrant Dink'in oğlu bile, Türklüğü aşağıladığı gerekçesiyle mahkemeye sevk ediliyorsa, Avrupa'ya hazır olunduğuna dair işaret yok demektir. Dini azınlıklara özgürlük hala tanınmadı. İki yıl önce muhalefetin ret oyu vermesine rağmen Meclisten geçen vakıflar yasasının bunu sağlaması bekleniyordu. Ancak söz konusu vakıflar yasası, güya dini gruplara fazla haklar tanıdığı gerekçesiyle önceki cumhurbaşkanının vetosuna takılıp kaldı. Adalet sisteminde hala reform yapılamadı. Yolsuzlukların üstesinden gelinemedi. Sendikal haklar, kadın hakları, kültürel haklarda eksiklikler devam ediyor. Keza Kürtlere yönelik haklarda da öyle. Silahlı Kuvvetler üzerindeki sivil denetim eksik. Yapılacak daha çok şey var. Son iki yıldır Türkiye'de genel seçim süreci yaşanmasından da kaynaklanan bir takım eksikliklerin giderilememesi mevcut tabloyu pek iyimser göstermiyor.
OSTERMANN: Peki reformların birikmesi sadece Gül'ün Cumhurbaşkanlığı sürecine dayandırılabilir mi? Sadece bundan mı kaynaklanıyor? Peki Nicolas Sarkozy'nin, Türkiye'nin herhangi bir zaman diliminde AB'ye üye olmasıyla pek ilgilenmediği şeklindeki yaklaşımları moral bozucu olmuyor mu?
KOSSENDEY: Sarkozy'nin bu yöndeki yaklaşımlarının Türkler üzerinde moral bozucu etki yapıyor olması mümkün. Fakat demokratik reformlar Türkiye'de sadece Avrupa istiyor diye yapılmasın, aksine temel insan haklarının yerleştirilmesini ilgilendirdiği için yapılması gerektiği görüşündeyim. Sorumluluk sahibi bir hükümet, başka Avrupa ülkelerinin çoktan sahip olduğu hukuki standartları ülkesindeki yurttaşlarına vermelidir.
OSTERMANN: Sayın Kossendey, daha önce değinmiştim: Siz, Türk-Alman Parlamenterler Dostluk Grubu Başkanısınız. Peki Türkiye'nin bir tarihte AB'ye üye olacağını düşünüyor musunuz?
KOSSENDEY: AB Komiseri Olli Rehn'in raporunu ayrıntılı bir şekilde okuyan, bu raporda olumlu perspektiflerin de pekala yer aldığını fark edecektir. Ancak bu raporda, sadece Türkiye'deki durumun değil, AB'nin de hazmetme kapasitesinin ele alınmasını isterdim. Bu konuda raporda eksiklikler söz konusu. Avrupa'nın gelecekte nasıl şekilleneceğine bağlı olarak uzun vadede bir tarih öngörüsü konusunda olumlu tahminler yürütmek için şu sıralar pek iyimser veriler bulunmuyor.
OSTERMANN: Yeniden Sayın Rehn'e yönelik eleştirinize dönecek olursak. Raporunda neyi eksik buldunuz? AB'nin hazmetme kapasitesini mi?
KOSSENDEY: Daha önce AB, -bu bir Kopenhag Kriteri'dir- bundan sonraki aday ülkelerin de sadece demokratik ve ekonomik standartlarına bakmakla yetinmeyip, olası yeni katılımlar sonucunda AB bünyesinin bundan nasıl etkileneceğinin de dikkate alınması gerektiğini dile getirmişti. Kopenhag Kriterleri ile ilgili bazı ifadelerin raporda yer almasını beklerdim. Üstelik bu mesele, AB'nin önümüzdeki yıllarda kapıdaki adaylar açısından yoğun olarak ele alacağı bir konudur.
OSTERMANN: Peki Sayın Kossendey, bunun çok büyük bir sorun olduğunu itiraf edebilecek misiniz?
KOSSENDEY: Bu tabii ki bir sorun. İşte bu nedenle konu hasır altı edilmek yerine ciddi olarak tartışılmak zorunda.
GENERAL ANZEIGER: "DALKAVUKLUK"
ANKARA, 09/11(BYE)--- Almanya'da yayımlanan General Anzeiger gazetesinin 9 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, Detlef Drewes imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB'nin, reformlar konusunda yeterli bir ilerleme kaydedemeyen aday ülke Türkiye'ye karşı davranışı hayret vericidir. Irak sınırındaki gerginliğin giderek arttığı bir dönemde, AB kulislerinde, Ankara'nın eksiklikleri konusunda açık bir dille uyarılmasının doğru olup olmadığı konuşuluyor.
Halbuki Türkiye'ye, Avrupa'nın taleplerini yeterince yerine getirmediğini; ülkede hala muhaliflerin tutuklanıp işkenceye maruz kaldığı, kadın erkek eşitliğinin tam olarak sağlanamadığı ve dini azınlıkların baskı altında olduğu, açık bir dille söylenmeli. Eğer Erdoğan hükümeti AB'ye alınma sürecine katlanamazsa, o zaman Türkiye AB'ye hazır olmadığını gerçekten göstermiş olur.
Eğer Avrupa Birliği eleştiri konusunda bu kadar çekingen davranırsa, kendilerinde hiçbir değişiklik yapmadan pastadan payını almak isteyen Türkiye ve diğer Balkan ülkelerinin ekmeğine yağ sürmüş olur. Bu durum böyle devam etmez.
Kıbrıs konusunda her türlü ilerlemeyi reddeden ve kılını bile kıpırdatmayan Ankara'nın bu tutumu karşısında sessiz kalınmamalı. AB'ye üyelik bu kadar ucuz olmamalı. Brüksel'deki müzakereciler, Balkan ve Boğazdaki insanların gelecekleri dışında, Stokholm ve Valetta arasında yaşayan insanların da geleceklerinden sorumlu olduklarının farkında olmalılar.
Bu ülkeler böyle bir birliği istemeli ve bu birliğin yürütülmesine katılmalıdır, ayrıca finansmanına da katkıda bulunmalıdır. Eğer bu sayılanlar olmazsa, yaşanacak bir yer kalmaz ve birlik kimliğini kaybeder.
Birkaç yıl önce üye ülkeler ve hükümet liderleri, yeni genişleme süreciyle ilgili net kriterler getirdiler. Bu kriterlerin tam olarak uyulmasının talep edilmesi, doğruluğa aykırı bir durum değil. Çünkü Birliğin içinde, abartılı milliyetçiliğe ve askeri yönetimin söz sahibi olduğu ülkelere yer yoktur. Balkan ülkelerinde, geçmişte büyük acıların yaşandığı savaşların açtığı yaraların yavaş bir şekilde sarılması doğal.
Bu zaman, onlara tanınmalı ve yardım da edilmeli. Ancak bütün bunların geride bırakılmasından sonra üyelik gerçekleşebilir. Ankara milli gururunu, Kıbrıs menşeli gemilere ve uçaklara getirdiği abluka ile korumaya devam ederse, bu ülkeye bu tutumunu değiştirmesi için zaman verilir. Üyelik konusunun görüşülmesi, ancak bundan sonra gerçekleşebilir.
Brüksel'deki AB kurumları dikkat etmeli. Eğer genişleme kartını hızlı ve cömert bir şekilde oynarsa, Avrupa halkının desteğini kaybeder ve halkın hükümetleri zorlamasıyla AB'nin geleceği için büyük önem taşıyan Lizbon Anlaşmasının başarısız olmasına yol açar. Üyelik kapısı açık tutulmalıdır. Ancak üye olacak ülke, bu üyeliğe istekli ve hazır olmalıdır. Yardım paralarına duyulan açlığın değil, barış ve insan haklarının garanti edildiği bir gelecek hayalinin birlikteliği sağladığı bir birlik olmalıdır. Kim bu hayali paylaşıyorsa, AB kapıları ona her zaman açık olacaktır.
AACHENER ZEITUNG: "LAMMERT: ANAHTAR SORU, TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİDİR"
BERLİN, 12/11(BYE)--- Tirajı günde 150 bin olan sosyal demokrat eğilimli Aachener Zeitung'un 12 Kasım 2007 tarihli sayısında, Nicole Nelissen imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında internette yayımlanan, Aachen çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
Norbert Lammert, hafta sonu Aachen Katedrali Avrupa Vakfı'nın kuruluş yıldönümü çerçevesinde, Avrupa ve ulusal hatırlama kültürüne ilişkin düşüncelerini, "Avrupa'nın değerlerine sahip çıkması, Kıta'nın şimdiye dek yaptığı en güzel sürpriz olurdu" sözleriyle noktaladı.
Avrupa'yı 20. Yüzyılın en büyük buluşu olarak tanımlayan Federal Parlamento Başkanı, "bağımsız devletlerin birbirleriyle ilişkisinde sadece Avrupa'nın örnek alınabileceğini söylerken, diğer kıtaların temsilcileriyle konuşurken, sürekli olarak bunun bilincine vardığını" ifade etti.
"Üye olmayan diğer devletler, bizim bile inanmadığımız şeyleri başaracağımıza inanıyorlar" diyen Lammert, ancak Avrupa'nın sınırları olup olmadığı ve bu sınırların nereden geçtiği gibi Avrupa'nın kimliğiyle ilgili önemli soruların yanıtlanmadığını ifade etti. "Hiç kimse sınırları olmayan bir Avrupa'yı tasavvur edemiyor, ancak bu sınırların nereden geçtiği sorusuna şimdiye dek açıklık getirilmedi" diyen Lammert, bu sorunun kültürel açıdan karara bağlanması gerektiğini, zira bu meselenin gelecekte izlenecek yolu belirleyeceğini ve bu sorunun yanıtının ancak, "Avrupa bizim için ne anlama geliyor" sorusuna açıklık getirildikten sonra verilebileceğini söyleyerek, "Zira kültür, Avrupa'nın çekirdeğidir" diye konuştu.
Avrupa'yı bir siyasi örgüt ya da bir ekonomik pazar olarak görmenin kimliğe bir faydası olmayacağını ifade eden Lammert, bunun toplumun öz anlayışının oluşmasında yetersiz olduğu kanısında. "Avrupa büyük bir fikirdir" diyen Lammert'e göre, gelecekte ayakta kalabilecek olan bir Avrupa'yı taşıyacak olan da tam bu fikirdir.
Kıta'nın yüzyıllardan beri, aidiyet duygusunun oluşmasına katkı sağlayan özgürlük, hukuk devleti, demokrasi, kendi sorumluluğunun bilincinde olmak ve hoşgörülü olmak gibi ilke ve düşüncelerin izlerini taşıdığını söyleyen Parlamento Başkanı, bu büyük etkenlerin bir araya gelmesiyle Avrupa'nın kültürel kimliğinin oluştuğunu söyledi.
Temel anlamda toplumda dinden daha etkin güç faktörleri olmadığına işaret eden Lammert'e göre bu alanda iki eğilim gözleniyor: Bir yandan İslam dünyasının tamamında yaygın olan, dini inançların köktendinci çabalarla devlet hukuku ilan edilmesi, diğer yandan bunun karşısında ise modern toplumlar tarafından dinin modası geçmiş, önemsiz ve anlamsız bulunuyor olması yer alıyor. Lammert, ikinci yanılgının birinciden daha tehlikesiz olmadığı ve bunun Kıta Avrupa'sında daha yaygın olduğu uyarısında bulunuyor.
Dini kökenin yeniden keşfedilmeden kültürel kimliğe anlayış ve ihtimam gösterilemeyeceği görüşünü savunan Lammert, "Anahtar mesele, Türkiye'nin üyeliğidir" diye konuştu. "Tam üyeliğin bedeli, ya Türkiye'nin kültürel kimliğinden vazgeçmesi ya da Avrupa kimliğinin esaslı bir şekilde değişmesi olacaktır" diyen Federal Parlamento Başkanı Lammert, "Ben bu bedeli ödemek istemediğimi biliyorum" ifadesini kullandı.
DIE WELT: "TÜRKİYE, DİĞER AB ÜYE ÜLKELERİNDEN FARKLIDIR"
BERLİN, 13/11(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 13 Kasım 2007 tarihli sayısında, Philipp Neumann/ Thomas Schmid imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Edmund Stoiber ile yapılan mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyledir:
SORU: Sayın Stoiber, siz Türkiye'nin AB üyeliğine karşısınız. Acaba bu arada Almanya'da "Bırakın Türkiye AB'ye girsin, bırakın Müslümanlar istedikleri gibi camiler inşa etsin" diyenler çoğunlukta değil mi?
STOİBER: Sanmıyorum. AB'nin, dünyada gerçekten de Avrupa'nın çıkarları doğrultusunda hareket etmek istiyorsa, kendine has bir kimliğe ihtiyacı vardır. Hristiyanlık, aydınlanma, demokratikleşme, devlet ve kilisenin ayrımı, kilise kapsamında da olmak üzere hür tartışma ortamı bu kimliğe dahildir. Protestan kilisesinde piskopos Huber'in İslamiyet ile ilgili ilişkilerin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair faaliyetlerine büyük bir saygı duyuyorum. Buna benzer şeyler Türkiye'de yapılmıyor. Türkiye, diğer AB üyesi ülkelerden farklıdır. Türkiye'nin AB'ye dahil olması durumunda Avrupa kimliği yok olur. Ayrıca, böyle bir durumda Avrupa'nın sınırı, şu günlerde Türkiye'nin bir saldırı savaşı başlatmak niyetinde olduğu Irak'a dayanır.
DIE WELT: "MÖSYÖ SARKOZY'NİN AVRUPA'SI"
BERLİN, 14/11(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 14 Kasım 2007 tarihli sayısında, Christoph Schiltz imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
--Fransa Cumhurbaşkanı, Avrupa ile İlgili Vizyonunu Açıkladı--
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin AB'nin motoru mu, freni mi olacağı konusu hala belirsizliğini korumaya devam ediyor. Avrupa Parlamentosunda yaptığı konuşmasında Fransa Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu bir kez daha yineledi. Sarkozy, Türkiye Başbakanı Erdoğan ile buluşmasında kendisine "imtiyazlı ortaklık" önerisinde bulunduğunu söylerken, Fransa'nın AB Dönem Başkanlığında Türkiye ile ilgili sadece tam üyeliğin dışındaki opsiyonları destekleyeceğini belirtti.
Türkiye'nin AB üyeliğinin en erken 2014 yılında gerçekleşmesi öngörülüyor. Ankara'nın -sadece Fransa'nın müzakerelerde oyalama taktiği uygulaması nedeniyle değil başka nedenlerden ötürü de- söz edilen tarihten ancak çok daha sonra bir zamanda AB üyesi olması muhtemel gözüküyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Türkiye ile ilgili tutumu birçok AB ülkesinde, özellikle İngiltere'de eleştirilere neden oluyor.
ALMANYA DIŞİŞLERİ BAKANI FRANK-WALTER STEİNMEİER'İN TÜRKİYE VE PKK HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
BERLİN, 08/11(BYE)--- Almanya Dışişleri Bakanlığının 7 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan açıklamanın çevirisi şöyledir:
Esasen, Komisyonun Türkiye'deki iç politika reformlarına ilişkin İlerleme Raporu, halihazırda, geçtiğimiz hafta sonu Türkiye'deki görüşmelerim sırasında bilgime getirilen başka bir ihtilafın gölgesinde kalarak, önemli ölçüde arka plana itilmektedir.
Türkiye'de de bir kez daha tekrarladığım gibi, 40 Türk vatandaşının hayatını kaybettiği saldırıların sorumlularının bulunması yönünde Türkiye'de hakim olan büyük beklentiye her türlü anlayışı gösteriyorum.
Ancak, zaten büyük bir istikrarsızlığın hüküm sürdüğü bölgede, üzerinde düşünülen tedbirlerin, gerginliği tırmandırmayacak şekilde seçilmesi yönündeki beklentimiz de anlayış buldu.
DIE WELT: "TÜRK HAVA KUVVETLERİ PKK KAMPLARINA SALDIRI DÜZENLEDİ"
BERLİN, 14/11(BYE)--- Tirajı günde 264 bin 270 olan muhafazakar sağ eğilimli Die Welt gazetesinin 14 Kasım 2007 tarihli sayısında, yukardaki başlık altında yayımlanan DPA kaynaklı ve İstanbul/Dohuk çıkışlı haberin özet çevirisi şöyledir:
Irak sınırında yasaklı Kürt İşçi Partisi (PKK) ile çıkan çatışmalarda dört Türk askeri hayatını kaybederken sekiz asker de yaralandı. Anadolu Ajansı'nın bildirdiğine göre çatışmalar Gabar Dağı'ndaki arama çalışmaları esnasında çıktı. Bu arada Türk Hava Kuvvetleri Kuzey Irak'taki hedeflere çok sayıda hava saldırısı düzenledi. Türkiye-Irak sınırına onbinlerce asker sevk eden Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ABD tarafından düzenli olarak istihbarat bilgileri verileceği güvencesi verildi.
Irak'taki "Esvat" adlı haber ajansının bildirdiğine göre, Türk ordusu salı gecesi Irak'ın kuzeyinde bulunan çok sayıda köye hava saldırıları düzenledi. CNN-Türk televizyonunda yer alan haberlere göre sabah saatlerinde boş bir polis karakolu da bombalandı.
ABD ve AB, NATO üyesi Türkiye'yi nispeten sakin olan Kuzey Irak'taki Kürt bölgelerindeki istikrarın bozulmaması yönünde uyarıyor. Türk Hükümeti ise son zamanlardaki PKK saldırıları nedeniyle yoğun baskı altında bulunuyor. Bölgede 100 bin civarında asker bulunduran Türkiye son haftalarda Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in ifadelerine göre, PKK'ya karşı 24 ayrı askeri operasyonda bulundu.
Bu arada AB Komisyonu Türkiye'yi bölgedeki sorunla ilgili olarak askeri yöntemlere başvurmaması yönünde uyarıyor. AB'nin genişlemeden sorumlu Üyesi Olli Rehn, Kürt savaşçılarla ilgili meselenin ancak Irak ile ortak çalışmalarda bulunarak ve uluslararası hukuk dikkate alınarak çözülebileceğinden söz etti. Rehn, Türk ordusunun Irak'a girmesi durumunda, AB ile yürütülen üyelik müzakerelerinin askıya alınıp alınmayacağı şeklindeki bir soruya ise "spekülasyonda bulunmak" istemediği gerekçesiyle cevap vermedi. Brüksel'deki diplomat ve siyasetçilere göre, savaş halindeki bir ülkeyle üyelik müzakerelerinin yürütülemeyeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
NÜRNBERGER NACHRICHTEN: "SARKOZY: KAPILAR TÜRKİYE'YE KAPALI"
ANKARA, 14/11(BYE)--- Almanya'da yayımlanan Nürnberger Nachrichten gazetesinin 14 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, Detlef Drewes imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Strasbourg çıkışlı yazının çevirisi şöyledir:
--Strasbourg'ta Net Açıklamalar--
Fransa, AB ile Türkiye arasındaki üyelik müzakerelerinin daha fazla sürdürülmemesi konusunda diretiyor. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Strasbourg'ta yaptığı açıklamada, Ankara ile yeni müzakere başlıklarının açılmasını veto edeceğini duyurdu. Fransa Cumhurbaşkanı, "Sadece tam üye olacak ülkelerle konuşulacak" konulara izin vermeyeceğini ifade etti.
AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerde toplam 35 başlık ele alınacak. Sarkozy, yaz aylarında "ekonomi" ve "para birimi" ana başlıklarının açılmasını engellemişti. Şimdiyse Strasbourg'ta dile getirdiği üzere, en geç 2008 yılının ikinci yarısındaki Fransa AB Dönem Başkanlığı altında üç başlığın açılmasına izin verilmeyecek.
--"Avrupa'nın Sınırları Var"--
27 üye ülke temsilcilerine hitaben yaptığı konuşmada Sarkozy, şaşırtıcı bir biçimde Türkiye hakkında tek kelime etmedi. Fakat bu konuşma öncesinde grup başkanlarına yönelik çok daha farklı ifadeler kullandı: "Avrupa'nın sınırları net. Türkiye ise Küçük Asya'ya ait." Sarkozy bunu daha önce de, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'la yaptığı bir görüşmede ifade etmişti. Ardından parlamentoda yaptığı konuşmada Sarkozy, "İnsanlar bizden, Avrupa kimliğini geliştirmemizi ve korumamızı bekliyor. Başkaları pazarlarını, tarımlarını korurken biz Avrupalılar neden korumayalım?" dedi.
FRANSA BASINI
AFP: "ERDOĞAN: ANKARA REFORMLAR 'SÜRECİNE HIZ' VERECEK"
ROMA, 08/11(AFP)(BYE)--- Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün, reform çabalarının yavaşladığı konusunda Avrupa Birliğinin ikazına tepki göstererek ülkesinin "süreci yeniden canlandıracağı" teminatını verdi.
Başbakan, "Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesi için gerekli reformların gerçekleştirilmesinde yavaşlama" olduğunu kabul etti, ancak yakın bir zamanda yapılan genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bu gecikmede payı olduğunu söyledi.
İtalya Başbakanı Romano Prodi ile beraber düzenlediği ortak basın toplantısında konuşan Erdoğan, salı günü yayımlanan raporda, "paylaşmadığımız noktalar var" dedi, ancak bunların hangi noktalar olduğunu söylemedi.
Erdoğan, Türkiye'nin AB'ye girmek için gerekli adımları atmakta kararlı olduğunu ifade etti.
AFP: "AKDENİZLİ AYDINLAR, AKDENİZ BİRLİĞİ KONUSUNDA ŞÜPHECİ"
MARSİLYA (FRANSA), 13/11(AFP)(BYE)--- Verdiya İd Abdülmalik bildiriyor:
Şu son günlerde Fransa'nın Marsilya şehrinde bir araya gelen Akdeniz'in çevresindeki aydınlar, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin teklif ettiği ve özellikle Türkiye'yi Avrupa'dan dışlamayı hedef alan "içi boş bir fikir" olduğundan korktukları Akdeniz Birliği fikri konusunda şüphelerini ifade ettiler.
"Öyle geliyor ki bu fikir, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) katılmasından -ki buna Sarkozy karşıdır- sakınmak için ortaya atıldı." 1 Aralık'ta sona erecek Akdeniz konulu bir festival olan ve aydınlar arasında iki gün süren bir fikir mübadelesine fırsat veren Averroes Buluşmalarının 14'üncüsünün davetlilerinden Fransız antropolog Michel Peraldi bu değerlendirmede bulunuyor.
Bruges Avrupa Kolejinden Profesör Zeki Laydi ise, Akdeniz Birliği, Sarkozy'nin Türklerden "nefret etmediğini göstermek" ve güneyde imajını iyileştirmesinin yolu olduğuna hükmediyor.
Bununla beraber bu proje, çok sayıda aydın tarafından oldukça soyut bulundu.
Bu birlik, "sadece Magrib'i mi entegre edecek yoksa İsrail dahil olmak üzere Orta Doğu'yu da, Filistin topraklarını da entegre edecek mi? Farklı dinler, farklı politikalar ne olacak?" diye soran Faslı psikolog Muhammed Tozi, "Avrupa yakasından bakılınca işin içine karışan tek ülke Fransa olmamalı" vurgulamasında bulunuyor.
Muhammed Tozi'ye göre, "İspanya, İtalya, Yunanistan da bu girişimde yerlerini almalılar, kuzey ülkeleri de." Marsilya'daki Akdeniz Enstitüsü Müdürü Jean-Claude Tourret, 1995'te Barcelona'da ortaya atılan bir Akdeniz-Avrupa ortaklığının, güney ülkelerine zaten bütün AB ülkeleri ile beraber çalışma imkanı verdiğini hatırlatıyor.
Akdeniz işbirliği heyecanı Avrupa'nın her yerinde pek de öyle kuvvetli taraf bulmuyor. İspanyollar, bu işin içine fazla girdiyse de Yunanlılar, "bunda hiçbir fayda görmüyor". Bu fikir, Atina Milli Bilimsel Araştırmalar Vakfı Müdürü Yorgo Tolyas'a ait.
Akdeniz'in öte yakasına uzanırsak, Kahire'deki Amerikan Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Baghat Korany, Mısır'da, iyimser bir gözle bakıldığında, bölgedeki Amerikan hegemonyasını dengelemek için Avrupa'nın nüfuzunun arttığının görüleceğini ifade ediyor.
Bütün konuşmacılar bir noktada mutabık kalıyor: Bölgede siyasi gerilimi teskin etmek istiyorsa bu birlik, sadece ekonomi değil, insan hakları üzerine de odaklanmalıdır. Laydi, böylece bölgedeki bazı rejimlerde insan haklarından mahrumiyet karşısında gözlerin kapatılmayacağını ümit ediyor.
Nicolas Sarkozy'ye sunulan raporu hazırlayan uzmanlar grubundan Jean-Louis Reiffers, "Akdeniz'i Avrupa'ya bağlamak için bu son şanstır" dedi ve "bu ülkelere çok bağlı olan Fransa'nın nefes alacağını, yeni boyut kazanacağını" söyledi. "Tabii ki Avrupa'nın da."
"Avrupa Birliği'nde (AB) olduğu gibi, birinci başkana, (ÇN: Akdeniz Birliği başkanına) hayat seviyelerinin uyumu gibi açık ve net bir hedef" lazım geldiğini söyleyen Reiffers, Barcelona süreci çerçevesinde Akdeniz ortaklarının tamamının 11 milyar almasına karşılık, Avrupa'da, Polonya'nın 2007-2013 döneminde 60 milyar avro uyum parası alacağını vurguladı.
AFP: "SCHULZ: SARKOZY, TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİNE KARŞI OLDUĞUNU YİNELEDİ"
STRASBOURG (AVRUPA PARLAMENTOSU), 13/11(AFP)(BYE)--- Sosyalistlerin lideri Martin Schulz'a göre, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy bugün, Avrupa Parlamentosunun siyasi grup başkanlarıyla kapalı kapılar ardında yapılan toplantı sırasında, Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı olduğunu bir kez daha "çok açık bir şekilde" dile getirdi.
Toplantı sonrasında gazetecilere açıklama yapan Schulz, "Sarkozy, Türklere AB'ye katılabilecekleri sözünü vermenin iki yüzlülük olduğunu, kendisi olduğu sürece bunu yapamayacaklarını ve Türkiye'nin Avrupa'ya ait olmadığını düşündüğünü söyledi" dedi.
Schulz, "Fakat kendisine, Fransa'nın AB dönem başkanlığı sırasında (2008'in ikinci yarısı) Türkiye ile olan müzakerelere ara verip vermeyeceğini sorduğumda, net bir cevap vermedi" diye devam etti.
Sosyalist lider, "Tutarlı olması gerekiyor (...) Bugün söylediği gibi Türkiye ile müzakereleri durdurmak istiyorsa, Fransa dönem başkanlığı sırasında net önlemler alması gerekiyor" yorumunu yaptı.
Sarkozy daha sonra Avrupa Parlamentosu önünde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin üyelik sorununa değinmedi.
İNGİLTERE BASINI
REUTERS: "TÜRK BAKAN AB'NİN İSTEDİĞİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ REFORMU İÇİN SÖZ VERDİ"
BRÜKSEL, 09/11(REUTERS)(BYE)--- Paul Taylor bildiriyor:
Bir Türk bakan dün Ankara'nın, "Türklüğü aşağılamayı" suç sayan ifade özgürlüğüyle ilgili, kınamalara maruz kalan bir yasayı AB'nin yeni eleştirilerinin ardından değiştirmek üzere harekete geçeceğini söyledi.
Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek, Avrupa Komisyonunun daha hızlı reform çağrısında bulunan, Türkiye ile ilgili yıllık raporunun, "adil, yapıcı ve dengeli" olduğunu söyledi.
Şimşek Avrupa Politika Merkezi'nde, "Neyin eksik olduğunu biliyoruz ve bu eksiklikleri halletmeye kararlıyız" dedi.
Şimşek, merkez sağdaki iktidarın Ceza Kanunu'nun, -özellikle Ermenilerin 1915'te kitle halinde öldürülmeleri ve Müslüman olmayanların haklarının geliştirilmesi üzerine yaptıkları yorumlar yüzünden yazar ve düşünürleri yargılamak için kullanılan- 301. maddesini değiştirmek istediğini söyledi.
Ankara'nın 24 saat içinde, anayasada kapsamlı bir reforma gidilmesi beklenmeden, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'un da yargılanması için kullanılan yasa maddesini değiştirmek için harekete geçeceğini söyleyen ikinci bakan olan Şimşek, "301. maddenin en önemli mesele gibi göründüğünü biliyorum. Hükümetimiz bunu değiştirmek istiyor ve değiştirecek" diye konuştu.
--Değişikliği Hazmetmek--
Ancak ifade ve din özgürlüğünü daha sürdürülebilir bir şekilde sağlamlaştırmak için eski zihniyeti değiştirmenin zor olacağını söyleyen Şimşek şöyle dedi: "Yasaları değiştirmek kolay ama değişiklikleri hazmetmek, zihniyeti değiştirmek uzun sürecek. 301. maddeyi değiştirirsiniz ama sonra başka bir madde gelir ve özgürlüğü kısıtlamak için kullanılır."
Azerbaycan'a resmi ziyareti sırasında bir basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, bu maddeyi değiştirmekte kararlı olunduğunu söyledi.
Anadolu Ajansı Gül'ün "Bu madde Türkiye'nin imajını bozuyor. Herkes (yabancı ülkelerde) ifade ve düşünce özgürlüğü üzerinde bir yasak olduğunu düşünüyor. Bu Türkiye'ye karşı büyük bir haksızlıktır" dediğini bildirdi.
Daha önce uluslararası bir yatırım bankasında görevli olan Şimşek, Türkiye'nin Kürt ayrılıkçıları yok etmek için Kuzey Irak'ı işgal etmeyi planlamadığını ya da bu niyette olmadığını söyleyerek şöyle konuştu: "Eğer askeri bir saldırı olursa sadece terör kamplarını temizleme amaçlı olacak ve bu yüzden sınırlı bir ölçekte yapılacak. Tercih edilen seçenek, ABD'nin ve ayrıca Iraklı yetkililerin karşılık vermelerini ve teröristlerin sığınak ya da saldırı yapmak için Irak topraklarını kullanmalarını engellemelerini sağlamaktır."
Askeri eylemin Türkiye'nin AB üyelik girişimi, ekonomi ve yabancı yatırım üzerindeki etkisinin ne olacağı sorulduğunda Şimşek, "saldırının doğasına ve süresine bağlı olacağı" için böyle farazi bir soru üzerine spekülasyonda bulunamayacağını söyledi.
Ama Şimşek şunu da ekledi: "Türk ekonomisinin böyle bir şoka dayanacak kadar güçlü olduğuna inanıyorum. Geçmişte çok sayıda, en az bir düzine bu tip operasyon yaptık ve Türk ekonomisi üzerinde devamlı, önemli bir etkisi olacağına inanmıyorum."
THE FINANCIAL TIMES: "ANKARA'DAN AB HEDEFİNİN 'SULANDIRILMAMASI' UYARISI"
LONDRA, 08/11(BYE)--- İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin 8 Kasım 2007 tarihli sayısında, Tony Barber imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan Brüksel çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Türkiye dün, Avrupa'nın uzun dönem geleceği konusunda karar vermesi öngörülen "Akil Adamlar Komitesi"ni kullanarak AB üyeliğini engellemeye çalışmaktan vazgeçmesi için Fransa'yı uyardı.
Türkiye'nin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ayrıca, hükümetin, Türk Ceza Kanununun (TCK) "Türklüğe hakaret"i suç sayan tartışmalı maddesini değiştirerek Türkiye'nin üyeliği önündeki engeli kaldırma sözünü yineledi.
Şimşek, AB üyeliğine resmi aday olan Türkiye'nin sahip olduğu hakları dile getirerek, ülkenin, üyelik hedefine ulaşmak için siyasi açıdan zor önlemler almaya hazır olduğunu belirtti.
"Teknik anlamda bakılacak olursa, AB Müktesebatını yerine getirmek bağlamında Türkiye'nin, 2014'e kadar çok rahat bir şekilde hedefe ulaşacağını sanıyorum. Ancak kafamızda herhangi bir giriş tarihi yok" diyen Şimşek, "Asıl önemli olan süreci canlı tutmaktır. Sağduyunun üstün geleceğini umuyoruz" diye ekledi.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'nin, AB'nin 2020 ya da 2030'e kadarki geleceği üzerinde fikir yürütecek 10-12 kişiden oluşan bir "akil adamlar komitesi" kurulması teklifinin, gelecek ay Brüksel'de yapılacak olan zirvede AB liderleri tarafından kabul edilmesi bekleniyor.
Avusturya ve Fransa gibi bazı AB ülkeleri, katılım müzakereleri Ekim 2005'te başlamış olmasına karşın Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkıyor. En büyük AB üyesi Almanya'nın Başbakanı Angela Merkel de, Türkiye ile tam üyelik yerine bir "imtiyazlı ortaklık" kurulmasını tercih ettiğini söylüyor.
Türkiye'ye sempatiyle yaklaşan İsveç ve İngiltere gibi ülkeler ise, "akil adamlar" komitesinin üyelerinin çok dikkatli seçilmesini ve görevinin, Türkiye'yi eleştirenlerin bir aracı haline gelmeyecek şekilde belirlenmesini istiyorlar.
Şimşek, Türkiye'nin hiçbir şekilde, "akil adamlar"ın, imtiyazlı ortaklık kurulması ya da AB'ye tam üye olmanın dışında başka hiçbir tavsiyesini kabul etmeyeceğini açıkça belirtti.
Avrupa Politika Merkezinde, "AB'nin Türkiye'ye taahhütlerinin sulandırılmasını kabul edemeyiz. Bu, dışarıya çok zayıf mesajlar verecektir" diye konuşan Şimşek, Türkiye'nin, AB'nin öncüsü Avrupa Topluluğu ile 1963'te imzaladığı anlaşmaya gönderme yaparak "40 yıldır bekleme odasındayız. Taahhütleri sulandırmanın yollarını aramak, Fransa'nın çıkarlarına hizmet etmeyecektir" dedi.
Şimşek, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin temmuz ayındaki seçimlerde kazandığı zaferin ardından AB Komisyonunun bu hafta, Türkiye'nin AB'ye katılmasının ön şartı olarak gösterdiği TCK'nın 301. maddesini değiştirecek güce sahip olduğunu da kaydetti.
"Hükümet, 301. maddeyi değiştirecek. Yasayı değiştirmek kolay, ancak olayı özümsemek ve zihniyeti değiştirmek daha uzun zaman alacaktır" diyen Şimşek, "Daha da önemlisi; bu özgürlükleri daha kapsamlı bir şekilde güvence altına alacak köklü değişiklikler yapmak istiyoruz. Bunlar akşamdan sabaha olmuyor" diye ekledi.
Şimşek, ayrılıkçı Kürt PKK hareketinin Türk hedeflerine yönelik son saldırılar konusunda ise, Türkiye'nin kuzey Irak'a askeri bir müdahalede bulunmayı tercih etmediğini belirtti, ancak bunun hala bir seçenek olmaya devam ettiğinin de altını çizdi. Şimşek konuyla ilgili olarak, "Şayet askeri müdahalede bulunulursa, bu tamamen Irak topraklarının teröristlerden temizlenmesi amacını taşıyacaktır. Böyle bir müdahalenin kapsamı sınırlı tutulacaktır" dedi.
EL PAIS: "TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, AB'NİN İSTEDİĞİ REFORMLARI TEHDİT EDİYOR"
ANKARA, 12/11(BYE)--- İspanya'da yayımlanan El Pais gazetesinin 12 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, Ana Carbajosa imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Ankara çıkışlı yazının özet çevirisi şöyledir:
Ankara'nın semtleri, kırmızılı beyazlı bir bayrak denizini anımsatıyor. Milli sembolle donatılan binalar, Kuzey Irak'ın Kürt gerillasına askeri rest anlamında ve Türkiye'nin Birliğe girişi konusunda Avrupalı üyeler arasında oluşan çatlaklar sonrası şu günlerde en yüksek seviyeye çıkan bir milliyetçilik ifadesi.
Her defasında kendinden daha emin ve dış müdahalelere daha dik kafalı bir ülkenin öfkeli milliyetçiliği, Brüksel'in katılım amacıyla aday ülkelerden istediği reformları berbat etmekle tehdit ediyor.
Türk kimliğine hakareti hapisle cezalandıran Türk Ceza Kanunu'nun 301. Maddesi, Brüksel'in istediği siyasi, ekonomik ve sosyal reformların sembolü haline geldi. Bu yılki genel seçimlerde oyların yüzde 15'ini alarak meclise geri dönen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Milletvekili Mithat Melen, "Şimdi bunu değiştirmek çok zor. Terörizm yüzünden (PKK'nın saldırıları) insanlar, daha da fazla milliyetçi oluyor. Her şeyin yatışmasını beklemek lazım" diyor. Bahsettiği madde, Nobel Ödüllü Orhan Pamuk'u ve geçen ocak ayında öldürülen Ermeni gazeteci Hrant Dink'i yargılamak için kullanıldı.
Avrupa Komisyonu, geçen hafta Türkiye'den, katılım sürecine devam etmek için "kötü üne sahip madde" olarak tanımladığı maddenin iptali veya değiştirilmesini talep etti. Çünkü Genişleme Komiseri Olli Rehn'in şikayet ettiği gibi, "Bir Avrupa demokrasisinde yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin ve diğer aydınların şiddet içermeyen, eleştirici bir şekilde düşüncelerini ifade etmelerinden dolayı adli takip görmelerine" hoşgörüyle bakılamaz. Geçtiğimiz salı günü Rehn'in müdahalesinden birkaç saat sonra Türk Hükümeti, Adalet Bakanı aracılığıyla, tartışmalı maddeyi -iptal etmek yerine- ıslah edeceğini ilan etti.
AB Genel Sekreterliğinin Başkanı ve Türkiye'nin AB nezdindeki Büyükelçisi Oğuz Demiralp, iptal gibi radikal değişiklikler şöyle dursun birçok AB ülkesinin benzer metinleri olduğundan yakınıyor. Demiralp, hükümetin hakim ve savcılardan 301 ve diğer tartışmalı maddelerin uygulanmasında ılımlı davranmalarını istemesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle çatışma yaşanmasını önleme eğiliminde olacağını düşünüyor.
Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti, sorunun sadece 301'den kaynaklanmadığının bilincinde. Ankara'daki AB kaynakları, "İfade özgürlüğünü kısıtlayan kanunlar var ve değiştirmeleri gerektiğini biliyorlar" diye belirtiyor.
Erdoğan, kudretli Türk ordusu tarafından cesaretlendirilen muhalefetin, değiştirilmesi halinde Türkiye'nin AB'ye teslim olması anlamına geleceğini düşündükleri 301'in bir virgülünün bile yerinden hareket ettirilmemesi için sert bir savaş başlatacağını biliyor.
Avrupa şüpheciliği ve milliyetçilik, partilerin seçim amaçlarıyla ortaya attıkları yörüngesiz tutumlardan besleniyor. Hükümet yanlısı Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Kerim Balcı, "Anahtarlardan biri, ordunun hangi anlamda telaffuz edildiğini görmektir; çünkü bu, muhalefetin davranışını şartlandıracaktır. 301'in uygulanmasının analizini yaparsak, davaların çoğunda orduya hakaret eden insanlar cezalandırılmıştır. Ordu, milliyetçiliğin motorudur ve seçimlerde kaybettiklerini kazanmak için PKK'yı kullanıyorlar. Milliyetçilik, orduyla ilişkilerini iyileştirmesi için hükümete hizmet ediyor" diye belirtiyor.
Demiralp, giderek artan Türk Avrupa şüpheciliğini, Türkiye'nin AB'ye girişine iyi gözle bakmayan Fransa, Avusturya ve Almanya'nın kaptanlığında, AB içinde yaşanan muhalifliğe bağlıyor. Türklerin Avrupa hakkındaki fikirlerini kamuoyu yoklamaları yansıtıyor. Üç yıl öncesinde yüzde 80'lere varan AB taraftarı kesimden şimdi sadece yüzde 40'ı kaldı. German Marshall Foundation'un aynı çalışması, sadece yüzde 26 civarındaki bir oranın Türkiye'nin AB'ye gireceğini düşündüğüne işaret ediyor.
İTALYA BASINI
LA STAMPA: "TÜRKİYE, YAZARLARI CEZAEVİNE GÖNDEREN YASAYI YÜRÜRLÜKTEN KALDIRACAK"
ROMA, 08/11(BYE)--- Tirajı günde 550 bin olan La Stampa gazetesinin 7 Kasım 2007 tarihli sayısında, Claudio Gallo imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yer alan haberin çevirisi şöyledir:
--TCK'nın 301. Maddesi: "Türk Kimliğine Hakaret"--
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, adeta Türkiye'deki reformların yavaşladığı yönünde AB tarafından yapılan eleştirileri cevaplarcasına, TCK'nın meşhur 301. Maddesi'nin değiştirilmesini öngören yasa taslağının kısa bir süre içerisinde TBMM'ye gönderileceğini açıkladı. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı İmparatorluğu kalıntılarının büyük güçler tarafından paylaşılması sonucu dünya haritasından yok olmak üzereymiş gibi gözüken Türk ulusunun verdiği kurtuluş mücadelesi ruhunun hayat verdiği 301. Madde, bir anlamda ifade özgürlüğüne karşı milliyetçi bir engeli teşkil ediyor.
TCK'nın 301. Maddesi'nin birinci ve üçüncü fıkrası oldukça baskıcı bir nitelik taşıyor ise de, özellikle son yıllarda, Türk mahkemelerine bu konuda açılan davaları düşürme imkanı sağlayan dördüncü madde de diğerlerini dengeliyor.
2005 yılında verdiği bir mülakatta, 1900'lü yılların başlarında milyonlarca Ermeni'nin öldürüldüğünü -soykırım lafını ağzına almadan- söyleyen ve bir yıl sonra da Nobel Edebiyat Ödülü kazanan yazar Orhan Pamuk, 301. Madde'den yargılanan en ünlü kişi. Yine 2005 yılında gazeteci Perihan Mağden de "vicdani retçilik" olgusunu savununca 301. Madde'nin kucağına düşüvermiş; ancak sonra da beraat etmişti.
Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink ise 301. Madde'den cezaya çarptırılan -altı ay- tek kişi olmuştu. Hrant Dink'in cezası askıya alınmışsa da kısa bir süre sonra milliyetçi bir fanatiğin kurşunlarıyla hayatını kaybetmişti.
APCOM: "İTALYAN SENATOSU BAŞKANI MARİNİ: TÜRKİYE'NİN AB'YE KATILMASI GEREKTİĞİNE ARTIK KESİNLİKLE İNANIYORUZ"
ROMA, 11/11(BYE)--- AP'nin partner kuruluşu olan İtalyan haber ajansı Apcom'da 8 Kasım 2007 tarihinde yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
İtalya'ya resmi bir ziyaret yapmakta olan Türkiye Başbakanı Erdoğan'ı makamında kabul eden Senato Başkanı Marini, "İtalya Türkiye'nin AB'ye katılması gerektiğine gerçekten inanmaktadır; çünkü Türkiye Avrupa'ya güçlü bir siyasi rol kazandırabilecek büyük bir ülkedir" dedi.
Senato Başkanı Marini, görüşme sonrası basına yaptığı açıklamada ayrıca, Türkiye'nin Akdeniz havzasındaki İslam ülkeleri arasında bir köprü vazifesi gördüğünü ve Avrupa'nın diyalog kurabileceği türden fevkalade önemli bir pozisyona sahip olduğunu belirtti.
Türkiye'nin dünya siyaseti açısından fevkalade önem arz eden Orta Doğu ve eski Sovyetler Birliği'nden kopan Orta Asya ülkeleri ile olan "mükemmel ilişkileri", NATO üyesi olması ve de Batıyı tercih etmesi nedeniyle son derece önemli stratejik bir role sahip olduğunun altını çizen Marini'ye göre Türkiye, tıpkı İtalya'nın şu an itibariyle sahip olduğu gibi, yapıcı ve sıkı ilişkiler içinde bulunulması gereken bir ülke.
Ekonomik ilişkilerin de gerekliliğine değinen Senato Başkanı Marini, Erdoğan'ın İtalya'ya gerçekleştirdiği ziyaretin çok kazançlı ve verimli bir buluşma olduğunun altını çizerek, "Türkiye büyük önemi haiz ve tam manasıyla büyük bir kalkınma içerinde olan bir ülkedir. Türkiye ile İtalya arasındaki ticaret hacmi 12 milyar avro ve şu an itibariyle de ticaret hacmimiz halihazırda 16-17 milyar avroya ulaşmış durumda. Burada çok büyük bir pazar söz konusu ve çok sayıda da İtalyan firması Türkiye'de halihazırda yatırım projeleri yürütüyor" dedi.
KIBRIS RUM BASINI
KIBRIS HABER AJANSI: "PALMAS, AB'NİN TÜRKİYE İLERLEME RAPORUNU ÖNEMLİ OLARAK NİTELEDİ"
ANKARA, 08/11(BYE)--- Kıbıs Haber Ajansı'nın (KİPE) 8 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında yer alan Yunanca haberin çevirisi şöyledir:
Hükümet Sözcüsü Vasilis Palmas, AB Komisyonunun Türkiye ile ilgili ilerleme raporunda, 8 Temmuz anlaşmasının Kıbrıs sorununa toplu bir çözüm bulunması amacıyla yapılacak görüşmelere zemin hazırlaması gerektiğini açık bir şekilde tanımasını önemli olarak niteledi.
Palmas, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra sorulara cevaben, AB Komisyonunun, Türkiye'nin sadece görüşmelerin 8 Temmuz anlaşması temelinde yeniden başlamasına destek vermeye devam etmesinin beklentisi içinde olduğunu ifade etmesinin dahi, "Türkiye'nin bu açık yükümlülüğünün büyük bir istek olduğu" sonucuna götürdüğünü belirtti.
Palmaz, "8 Temmuz anlaşmasının, Kıbrıs sorununda ilerleme kaydedilmesi için ön koşulların oluşması konusunda elimizde bulunan yegane anlaşma olduğu bir kez daha teyit edilmektedir ve AB Komisyonu; BM Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi Daimi üyelerinden sonra aynı değerlendirmede bulunmaktadır" dedi.
Raporda, Ankara askeri yönetiminin ülkenin siyasi olaylarında ve Kıbrıs sorunu gibi konularda oynadığı rolün eleştirildiğini bildiren Palmas, "Bu ilerleme raporu konusunda ayrıntılı analize gelince; konuyla ilgili görüşlerimizi AB'nin yasal kurumlarında dile getireceğiz" dedi.
FİLELEFTHEROS: "İLGİSİZ BİR ŞEKİLDE ISLIK ÇALAMAZ"
LEFKOŞA, 09/11(BYE)--- Bağımsız liberal eğilimli Fileleftheros gazetesinin 8 Kasım 2007 tarihli sayısında yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
Avrupa Komisyonunun Türkiye ile ilgili ilerleme raporunun esas amacı, Ankara'nın üyelik sürecini kolaylaştırmaktır. Komisyonun, Türkiye'ye, karşılaştığı zorlukları aşması için yardımcı olmaya çalıştığı açıktır. Bu, üye olmak isteyen bütün ülkelere bir dereceye kadar yapılmaktadır. Ancak, Türkiye'nin durumunda aşırıya kaçıldı, çünkü büyük boşluklarla ve saptanan eksikliklerle ilgili öneriler, çok ılımlı bir yöntemle yapıldı. Yapılan teşvikler geneldir.
Gün yüzüne çıkan her şey, Kıbrıs sorununu ilgilendiren konuların metne zor bir mücadeleden sonra dahil edildiğini ortaya çıkarmaktadır. Onaylanan nihai metin, 8 Temmuz anlaşmasını, Türkiye'nin yükümlülükleri ile bağlantılı hale getiriyor. Öte yandan sözde "suçtan arınma" çerçevesi içinde, Ankara'nın, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik katkılarının devamı, çantada keklik olarak düşünülmektedir.
Avrupa Komisyonunda ve AB içinde oluşan eğilim, Kıbrıs sorununun Türkiye'nin üyelik sürecinde karışıklıklar yaratamayacağı yönündedir. Ankara'nın diğer birçok zorlukları bertaraf ettiğine işaret edilerek, Türkiye'nin pratikte uygulamaya çağrıldığı reformlar konusuna atıfta bulunuluyor.
Uluslararası politikada başını deve kuşu gibi kuma gömme alışılmış bir olgudur. Küçük ülkeler, bu olguyu çok etkili bir şekilde yaşadılar ve kendi tecrübelerini edindiler. Ancak gerçekleri gizleyemeyecekleri açıktır. Kıbrıslı Türklerin izolasyonlarının kaldırılması için yanıp tutuşanlar suskun kalamazlar ya da adadaki Türk işgal güçlerinin varlığına göz yumamazlar. Referandumdan iki gün sonra ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyeliğinden bir hafta önce, 26 Nisan 2004 tarihinde alınan bir karara atıfta bulunarak Türkiye'yi suçtan arındıramazlar.
Eğer alınan kararların büyük önemi varsa ki vardır, veriler ve gerçekler de en az bu kararlar kadar önemlidir.
AB, Türkiye karşısında şaşı olabilir, ancak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, yani üyesi olan bir devletin topraklarının işgal edilmesi karşısında kayıtsız kalmaya hakkı yoktur.
SIRBİSTAN BASINI
DANAS: "AB TÜRKİYE'DEN TCK'NIN 301. MADDESİNİ ACİLEN DEĞİŞTİRMESİNİ İSTEDİ"
ANKARA, 08/11(BYE)--- Sırbistan'da yayımlanan Danas gazetesinin 8 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında yukarıdaki başlık altında yayımlanan haberin çevirisi şöyledir:
AB, Türkiye'yi, ifade özgürlüğünü kısıtlayan TCK'nın 301. maddesini acilen değiştirmesi gerektiği konusunda uyardı. Türkiye'de milli hisleri zedelemek suç teşkil ediyor, bu nedenle de bazı edebiyatçılar ve gazeteciler yargılanıyor.
Brüksel-Ankara arasındaki görüşmelerle ilgili rapor hakkında konuşan AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn, Erdoğan Hükümeti bu maddeyi değiştirene kadar hukuk ve insan hakları hakkındaki görüşmelerin bloke edileceğini ifade ederek, yazarların, gazetecilerin ve başka entellektüellerin baskıya uğramadan sadece düşüncelerini ifade etmelerinden dolayı yargılanmasının kabul edilemez olduğunu açıkladı.
Birkaç ay süren siyasi istikrarsızlıktan, ordunun laikliği savunmak amacıyla darbe tehditlerinde bulunmasından ve temmuzdaki seçimlerde partisinin büyük bir çoğunlukla kazanmasından sonra Başbakan Erdoğan, dikkatini en erken gelecek yıl açıklanması beklenen yeni anayasanın düzenlenmesine yöneltti.
Ankara'daki çabaları takdir etmesine rağmen Rehn, Türkiye'deki ifade özgürlüğü konusunda bir şeyler yapması için Brüksel'in beklemeye vakti olmadığını ifade ederek, Nobel Ödülü sahibi Orhan Pamuk gibi edebiyatçıların yargılanmasına neden olan 301. maddenin ertelenmeyecek şekilde kaldırılması veya değiştirilmesi gerektiğini açıkladı. Rehn'in sözlerine göre, Türkiye ve Kıbrıs'tan dolayı Ankara ile başka birkaç fasıl daha dondurulmuş kalacak.
Rehn, Ankara ile Brüksel arasındaki görüşmelerde iki faslın önümüzdeki birkaç hafta içerisinde devam ettirileceğini belirterek, Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı çıkan ülkelerin, özellikle Fransa, Almanya ve Avusturya'nın bu görüşmelerin devamına karşı çıkmadıklarını vurguladı.
AB Komiseri, Türkiye'nin Kuzey Irak'taki Kürt gerillalara saldırmasından bahsetmedi.
Diplomatlar ve Brüksel'deki resmi makamlar, Erdoğan'ın sınırlı bir operasyon düzenleme konusunda kararlı olduğunu, ancak bu operasyonun bölge istikrarını tehdit edecek kadar büyük bir hareket olmayacağını açıkladı.
İSVİÇRE BASINI
NZZ AM SONNTAG: "KÜRT DÜĞÜMÜ"
BERN, 12/11(BYE)--- Tirajı pazar günleri 121 bin olan NZZ Am Sonntag gazetesinin 11 Kasım 2007 tarihli sayısında, Stephan Israel imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Brüksel çıkışlı haber-yorumun çevirisi şöyledir:
Batılılar Türkiye'yi İslam dünyasına örnek olacak demokratik bir ülke olarak görmekten memnuniyet duyarlar. Ancak, aşırı sağcı Türkler ile Kürt milliyetçiler arasındaki nifak bu umudu tehdit ediyor. Kuzey Irak'a girilmesi, AB'deki Türkiye karşıtlarının işine gelecektir.
Türkler Avrupa Futbol Şampiyonası'na memnuniyetle kabul ediliyor, Eurovizyon Şarkı Yarışması'na katılabiliyor ve NATO'da ise zaten askeri ittifakın önemli bir ayağını teşkil ediyorlar. Ama, Müslüman yapılı Türkiye Avrupa'ya dahil mi? Osmanlıların torunları, Hristiyan kulübü AB'ye girmeyi umabilir mi?
Bu münakaşa üzerinde hala bir karara varılabilmiş değil. Şu sıralar ortama bir nevi şah-mat durumu hakim. Türkiye'nin AB'ye girmesi taraftarı olanlar ile karşıt görüştekiler, durumu zamana bırakıp sessiz sedasız Türkiye-Irak sınırındaki durumu heyecan içerisinde izliyorlar. AB Dışişleri Sorumlusu Javier Solana, Türkiye'yi aşırı solcu Kürt PKK'yı yakalamak için Kuzey Irak'a girmemesi hususunda resmen uyardı.
Aslında, üyelik adayının tuzağa düşerek, sınırda konuşlandırılmış birliklerini harekete geçirmesi, Türkiye karşıtlarının işine gelir. Türkiye taraftarları ve karşıtları en azından böyle bir durumda, katılım müzakerelerinin dondurulacağı, hatta kesileceği hususunda fikir birliği içindeler.
Üye devletlerden bakanlar mümkün olan her durum ve zamanda frene basıyorlar. Bazen bu direnç tuhaf kaçıyor. Türkiye'ye umut vermek istenmiyor. Öyle ki, Türkiye, madeni avrolarda bile görünmemeli. Türkiye karşıtı üye ülkelerin baskısıyla üyelik adayı Türkiye'nin haritası ilk taslaktan silindi. Katılım müzakerelerinin de çok yavaş ilerlemesine şaşmamak gerek. Müzakerelerin başlamasından iki yıl sonra, 35 müzakere başlığından, sadece problem yaratmayan bilim ve araştırma başlıkları kapatılabildi. Aslında müzakere edilmeye hazır olan sekiz ana başlıkla ilgili görüşmeler ise, özellikle Türkiye'nin Kıbrıs'ı hala tanımamış olmasından dolayı bloke edilmiş durumda.
AB ve Türkiye'nin uzmanları, kapalı kapılar ardında zahmetli bir şekilde 90 bin sayfalık AB hukukunun ön çalışmalarını yapadursunlar, siyasetçiler arasında üyelik adayının "doğru" konumu üzerindeki tartışmaları devam ediyor. Örneğin Almanya İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble, Alman Hıristiyan demokratların tipik bir ifadesi olarak, Türkiye'nin küçük bir bölümünün Avrupa'da olduğunu, asıl büyük olan kesiminin ise kesinlikle Avrupa'da yer almadığını söylüyor. Bavyera Eyaleti Başbakanı Edmund Stoiber gibi, bazıları da daha açık bir şekilde, Hristiyan AB'de Müslüman Türkiye'ye yer olmadığını ifade ediyorlar.
Eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ise gazete sütunlarında bambaşka bir uyarıda bulunarak Türkiye'yi aldatmanın "büyük bir stratejik hata" olacağını belirtiyor. Fischer üstüne basa basa Fransa, Almanya ve Avusturya'yı dar görüşlü iç siyasi menfaatleri yüzünden Türkiye'nin katılım müzakerelerini sabote etmekle suçluyor.
Türkiye hakkındaki münakaşalar ilk bakışta şaşırtıcı gelen ittifakların kurulmasına yol açıyor. İngilizler ve İskandinav ülkeleri gibi, Katolik İspanyollar da, bu sayede AB'nin dış politikadaki ağırlığının artacağını gördükleri için, Türkiye'nin AB'ye katılmasına olumlu yaklaşıyorlar. Buna karşın, yapılan anketlere göre, özellikle Avusturyalılar, Almanlar ve Belçikalılar ise, Türkiye'nin üyeliğine olumsuz bakıyorlar. Burada, aday ülkenin yakın gelecekte, Almanya'nın nüfusunu aşacak bir büyüklükte olmasından duyulan bir korku var. Tabii ki, ülkenin fakir ve geri kalmış görüntüleri de derinden etkiliyor. Oysa, bununla birlikte Türk ekonomisi, birkaç yıldır AB'dekilerden iki kat daha hızlı bir şekilde gelişme kaydediyor.
Papa XVI. Benedikt bu yaz açık açık, Türkiye'nin AB'ye katılması yönünde fikir beyan etti. Türkiye'yi İslam dünyası ile Hıristiyan dünyası arasında bir köprü olarak gören sadece Vatikan değil. Yakın zamanda seçim sandığında onaylanmış olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hakkındaki ön yargılar da yavaş ama emin adımlarla değişime uğruyorlar. Bir zamanlar İslamcıların gizli yuvası olduğundan şüphelenilen AKP bugün hakiki bir reform motoru olarak kabul ediliyor. Örneğin, "Avrupa İstikrar İnisiyatifi" isimli düşünce kuruluşu Erdoğan'ın AKP'si ve onun sempatizanlarını, din ile kapitalizmi başarılı bir şekilde harmanlayan "İslami Kalvinistler" olarak nitelendiriyor. Bazıları ise muhafazakar ve Avrupa yanlısı AKP'yi Alman CDU partisi ya da Avrupa'nın diğer Hıristiyan Demokrat partileri ile karşılaştırıyorlar.
Buna rağmen Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy aralık ayındaki AB zirvesinde "Akil Adamlar Komisyonu" fikrini sunacak. Bu komisyonun AB'nin 2030 yılına kadarki süreçte geleceği, kimliği ve genişlemesi üzerinde fikir yürütmesi öngörülüyor. Geri plandaki düşünce ise Türkiye'nin katılımını gittikçe daha ileriye ertelemek. "Akil adamlar" Türkiye'ye tam üyelik yerine "imtiyazlı ortaklık" verilmesi yönündeki öneriyi yeniden ısıtıp ortaya koyabilir, ya da Sarkozy'nin ortaya attığı "Akdeniz Birliğini" tavsiye edebilirler. Türkiye'nin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek bu hafta Brüksel'de, ülkesi için bu tür "akil adamların" önerilerinin kabul edilemez olacağını açıkça belirtti ve Türkiye'nin üyelik koşullarını 2014 yılına kadar "rahat bir şekilde" yerine getirebileceğini söyledi.
ABD BASINI
AP: "ERDOĞAN, BAZI AB ÜLKELERİNİN KÜRT ASİLERLE MÜCADELEDE YETERİNCE ÇABA SARF ETMEDİĞİNİ SÖYLEDİ"
ROMA, 08/11(AP)(BYE)--- Ariel David bildiriyor:
Türkiye Başbakanı dün yaptığı açıklamada, Kuzey Irak'taki asi grubun ortadan kaldırılması gerektiğini söylerken bazı Avrupa ülkelerini terörizmle mücadelede Ankara ile yeterince işbirliği yapmamakla suçladı.
Recep Tayyip Erdoğan, "bazı Avrupa ülkelerinin Kürdistan İşçi Partisi'ne (PKK) karşı yeterince önlem almadığını" ifade etti. İtalya Başbakanı Romano Prodi ile Roma'da ortaklaşa düzenledikleri basın toplantısında yaptığı açıklamada Erdoğan, "Düşman ortadan kaldırılması gereken bir unsurdur, bunu yapmak için de birlik olmamız gerekir" dedi.
Erdoğan, her ne kadar ABD ve AB'nin PKK'yı terörist bir örgüt olarak nitelendirse de, bazı Avrupa ülkelerinin örgüt liderlerini sadece serbest bırakıp Irak'a geri dönmelerine izin vermek üzere yakaladığını söyledi.
Erdoğan şöyle dedi: "Terörizme karşı işbirliği bu mu? Onların terörist olarak gördükleri kişilere karşı bizde aynı şekilde davransak bu ülkeler ne düşünürler?"
Türkiye Başbakanı doğrudan herhangi bir ülkeden ya da olaydan bahsetmedi. Temmuz ayında Ankara, Avusturya'nın Avrupa'da PKK'ya mali destek sağlamakla suçlanan Ali Rıza Altun'a Türkiye'ye geri gönderilmesi yerine Kuzey Irak'a doğrudan uçmasına izin veren kararını protesto etmişti.
Prodi Türkiye ile işbirliği taahhüdünde bulunurken Türkiye'nin PKK tarafından düzenlenen vur kaç saldırıları karşısında sürdürdüğü soğukkanlı tavrı sürdürmesini diledi.
Erdoğan ile yaptığı görüşme sonrasında yaptığı açıklamada Prodi, "Türkiye Başbakanı'nı tüm bu gerçekler karşısında şimdiye kadar gösterdiği soğukkanlı tavrını takdirle karşılıyorum. Terörizmle mücadelenin aynı zamanda tahriklere kapılmamak anlamına geldiğine inanıyorum."
AMERİKA'NIN SESİ: "AVRUPA KONSEYİNDE, BM VE AB'NİN TERÖR LİSTELERİNİ ELEŞTİREN RAPOR HAZIRLANDI"
ANKARA, 13/11(BYE)--- Amerika'nın Sesi Radyosu'nun 06.30-07.00 Türkçe yayınından:
Avrupa Parlamentosu, Amerikan merkezi istihbarat örgütü CIA'nın yasadışı faaliyetlerine ilişkin raporu onayladı. Türkiye'nin de eleştirildiği raporda, başta Almanya ve İtalya olmak üzere 14 Avrupa Birliği üyesi ülke, CIA'ya yardımcı olmak ve çalışmalarına göz yummakla suçlanıyor.
Öte yandan Avrupa Konseyinde, BM ve Avrupa Birliği tarafından düzenlenen terör listesinin, insan haklarına ters düştüğünü öne süren bir başka rapor hazırlandı.
Brüksel'den Güven Özalp bildiriyor:
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyelerinden İsviçreli senatör Dick Marty, BM ve Avrupa Birliği tarafından oluşturulan terör listelerini eleştiren bir rapor hazırladı. 11 Eylül saldırılarının ardından terörle mücadele stratejisinin bir unsuru olarak devreye sokulan listelere yönelik eleştirinin odağında ise bu belgelerin insan haklarına gerekli önemi gösteren bir yapıda olmaması oluşturuyor.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin Yasal İşler Komitesi tarafından onaylanan raporu hazırlayan Marty, terörle mücadelenin etkili olabilmesi için kullanılan yöntemlerin inanılır olması gerektiği görüşünde. Terör listesi uygulamasında insan hakları açısından dikkat edilmesi gereken asgari unsurlar olduğunun altını çizen Marty, listeye alınan kişi ya da gruplara bunun gerekçesinin iyi bir şekilde anlatılması gerektiğini ifade etti. Raporda, dile getirilen belli başlı diğer eksikler ise suçlanan kişiye kendisini savunma hakkı tanınmaması, kararı değiştirme ya da iptal yetkisiyle donatılmış bağımsız bir organ bulunmaması ve yanlış karar durumunda devreye girecek olan tazminat mekanizmalarının varolmaması olarak sıralanıyor.
Kara liste uygulamalarının zamanla sınırlı olması gereği üzerinde durulan raporda, insanların haklarında delil bulunamamasına karşın listede yıllarca kalması kabul edilemez olarak değerlendiriliyor. Listeye girecek isimleri belirleyen yetkililerin ilgili kişi ya da grupların durumları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları iddiası da belgede yer alıyor. Marty, raporunda Avrupa Parlamentosuna ve BM Güvenlik Konseyine üye olan Avrupa ülkelerine bu listeler için uygulanan yöntemlerde değişikliğe gidilmesi için baskı yapma çağrısında bulundu. Çağrının ana unsurlarından birini ise bu listelere alınacak kişi ya da gruplar için bağımsız bir kurumun inceleme yapması oluşturuyor.
BM listesinde 370 kadar isim yer alırken, Avrupa Birliği tarafından hazırlanan ve altı ayda bir güncelleştirilen listede 54 birey ve 50 grup yer alıyor. Avrupa Birliğinin terör listesinde yer alan Türkiye aleyhtarı gruplar PKK ve türevleriyle, Özgürlük Şahinleri, İBDA-C ve DHKP-C'den oluşuyor. Marty tarafından hazırlanan raporun, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin Ocak 2008'de Strasbourg'da gerçekleştireceği oturumda tartışılarak oylanması öngörülüyor.
İRAN BASINI
ETEMAD-I MİLLİ: "TÜRKİYE, AVRUPA'NIN KAPALI KAPILARI ARDINDA"
ANKARA, 08/11(BYE)--- İran'da yayımlanan Etemad-ı Milli gazetesinin 8 Kasım 2007 tarihli internet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yayımlanan Farsça yorumun çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin AB'ye katılma süreci bir kez daha zor bir engelle karşı karşıya kaldı. Bu kez Ankaralı yetkililerin önündeki söz konusu engelin içinde, yazarlar ve akademisyenler aleyhine açılan davalardaki artış yer alıyor. AB'nin yıllık ilerleme raporunda, böylesi girişimlerin Türkiye'nin imajını zedelediğinden veTürkiye'nin Birliğe tam ve resmi olarak üyeliğine engel oluşturduğundan bahsediliyor.
Söz konusu raporda şu ifadeler yer almakta: "Türkiye'nin geçen yıl, insan hakları alanında bir ilerleme kaydetmemesi, ayrıca, işkenceye son verilmesi, dini ve etnik azınlıkların hakları ve ifade özgürlüğünün garanti edilmesinde devlet adamlarının yetersizlikleri, Türkiye'nin AB'ye katılma yolundaki en önemli sorunları arasında sayılmaktadır.
İngiltere, tam üyelik verilmesinin Türkiye'de reform sürecinin hızlandıracağına inandığı halde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, bu duruma karşı olanlar arasında yer alıyor. AB'ye her bir ülkenin üye olması ve katılması sadece Avrupa Komisyonu üyelerinin bir araya gelmesiyle mümkün oluyor ve öyle görünüyor ki Fransızların sert muhalefetlerini sürdürmesiyle, 71 milyon nüfuslu Müslüman ülkenin, uzunca bir süre bu duruma katlanması gerekecek.
Avrupa Birliği'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, geçen gün yaptığı Türkler açısından ümit verici açıklamasında, "Ankara'nın AB'ye üye olma ümitlerini yitirmemesi gerekir. AB'nin karşı taraftan yerine getirmesini istediği şartlarla birlikte kendisinin de yerine getirmesi gereken görevleri ve taahhütleri var, tek taraflı bir beklenti ile bir yere ulaşılamaz. Şu anki nüfus artışı süreci, Türkiye'nin AB daimi üyeliğini aldığı takdirde 2020 yılına kadar AB'nin en çok nüfusa sahip ülkesine dönüşmesine neden olacaktır. Ankara'nın AB'ye katılma süreci elbette kendine has zorlukları da beraberinde getirecektir. Avrupalılar Türkler için ciddi şartlar öne sürdüler. Bu şartların arasında Türk halkına yönelik her türlü hakaretin suç sayıldığı 301. maddeye işaret etmek gerekir" dedi. Rehn, şöyle devam etti: "Yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin ve diğer düşünürlerin sadece eleştirilerini ya da görüşlerini belirtmesi nedeniyle cezalandırılması asla kabul edilemez."
Bu arada AB'nin baskıları o kadar arttı ki geçen gün Türkiye Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, 301. maddenin değiştirilmesi için hükümetin Meclise tasarı göndermeyi kararlaştırdığını duyurdu.
Şu anda Türkiye'nin dışında Hırvatistan ve Makedonya da AB'ye aday adayı ülkeler sıralamasında yer almaktadır.
TAHRAN RADYOSU: "AB KOMİSYONU'NUN 2007 SONBAHAR EKONOMİK TAHMİNLER RAPORU"
ANKARA, 10/11(BYE)--- Tahran Radyosunun 06.30-08.00 Türkçe yayınından:
Avrupa Birliği Komisyonu'nun, 2007 Sonbahar Ekonomik Tahminler raporunda, Türkiye ekonomisinde önümüzdeki 2008 ve 2009 yıllarına ilişkin genel resmin olukça iyimser olduğu kaydedildi. Raporda bu yıl yüzde 5.1 büyüme, önümüzdeki iki yılda ise yüzde 5.8 ve yüzde 6.5 büyüme öngörülen Türkiye ekonomisi için şu değerlendirmelere yer verildi:
Türkiye mali ve para politikasıyla enflasyonla mücadelesini sürdürürken, diğer yandan da turizm başta olmak üzere ihracattaki büyümeyi hızlandırabilir.
JAPONYA BASINI
TOKYO SHIMBUN: "AB, TÜRKİYE'DEN İNSAN HAKLARI KONUSUNDA İLERLEME KAYDETMESİNİ İSTEDİ"
TOKYO, 08/11(BYE)--- Tirajı günde 633 bin olan merkez sağ eğilimli Tokyo Shimbun gazetesinin 7 Kasım 2007 tarihli akşam sayısında, Daisuke Okayasu imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Londra çıkışlı haberin çevirisi şöyledir:
Avrupa Birliği yürütme organı Avrupa Komisyonu, 6 Kasım'da Birliğe aday ülkeler raporunu açıkladı. Aday ülkeler arasında ilk Müslüman ülke olan Türkiye'nin adaylığına ilişkin, temel insan hakları bakımından "daha fazla çaba gösterilmesi" istendi.
Raporda, ağustos ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi, "demokrasinin gereği yapıldı" şeklinde değerlendirilirken diğer yandan, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı ve gayrimüslimlerin baskı altına alındığı konularında uyarıda bulunuldu. Gazetecilerin Türklüğe hakaret gibi suçlardan tutuklanmasına son verilmesi, güneydoğuda yaşayan Kürt vatandaşların haklarının daha çok korunması talepleri de raporda yer alıyor.
Türkiye ile müzakerelere 2000 yılında başlanmasına rağmen, geçtiğimiz yıl aralık ayında müzakere başlıklarından bir kısmı dondurulmuştu.
ÖZBEKİSTAN BASINI
FERGHANA.RU: "TÜRKİYE, AB'NİN ELEŞTİRİLERİNE RAĞMEN TÜRK CUMHURİYETLERİNE VİZENİN KALDIRILMASINDAN YANA"
TAŞKENT, 12/11(BYE)--- Ferghana.ru internet sitesinde 10 Kasım 2007 tarihli ve Bahtiyar Şahnazarov imzasıyla yer alan haberin özet çevirisi şöyledir:
Türkiye, Avrupa Birliğinin itirazlarına rağmen tüm Türk Cumhuriyetleri halklarına sınırlarını açmayı planlıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, kan kardeşleri birleştirme sürecinin başına bizzat geçmek için önce Türkmenistan ve Kazakistan'a sonra Özbekistan ve Kırgızistan'a gidiyor.
AB, 8 Kasım 2007 tarihinde Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili ilerlemeler konusunda rapor yayımladı. Raporda, ülke yasalarında değişiklik yapılması ve diğer alanlarda hükümet tarafından yürütülen çalışmalar değerlendirildi.
Beklendiği gibi, AB üyeliği için aday olan Türkiye'nin Türk Cumhuriyetlerine vizeyi kaldırması eleştirilere neden oldu. Hatırlatmak istiyoruz ki Türk Hükümetinin bu konudaki kararı 30 Temmuz 2007 tarihinde yürürlüğe girdi.
Raporda belirtildiği gibi, Türk Cumhuriyetlerine uygulanan vize rejiminin kaldırılması (AB'ye göre, bu cumhuriyetlerden bazıları mimli ülkelerdir) büyük sorun olup Avrupa'nın elde ettiği kazanımlara uygun değildir.
Öte yandan Azerbaycan'ı ziyaret eden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ülkesinin Türkçe konuşulan ülkelerle vize rejimini tamamen kaldırılması için çaba gösterdiğini, kardeş ülkeler arasında kendi topluluğunun oluşturulması için herhangi bir engelin bulunmaması gerektiğini vurguladı.
Önümüzdeki hafta içerisinde Abdullah Gül, Türkmenistan ve Kazakistan'ı ziyaret edecek. Bu yıl içerisinde ise Özbekistan ve Kırgızistan'ı ziyaret etmeyi planlıyor. Gül: "1990'lı yılların başından beri iyi ilişkilere sahip Türkçe konuşan ülkelerle ekonomiye dayanan ilişkileri geliştirmemiz gerekir" dedi.
PAKİSTAN BASINI
DAILY TIMES: "TÜRKİYE'NİN KİMLİĞİ"
İSLAMABAD, 12/11(BYE)--- Tirajı günde 30 bin olan liberal eğilimli Daily Times gazetesinin 9 Kasım 2007 tarihli sayısında, Randhir Singh Bains imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan okuyucu mektubunun çevirisi şöyledir:
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişini üç faktör engellemektedir. Bu engeller -Ermeni soykırımı, Kürt meselesi ve Kıbrıs- Türkiye'nin ulusal kimliğiyle ilgilidir ve bu kimlik, değişene kadar bir kenara bırakılamaz.
AKP, Türkiye'yi, İslamın ana birleştirici güç olduğu çok etnikli bir yolda ilerletmek istiyor. PKK'yı katı Kemalist rejime karşı ideolojik bir müttefik olarak kabul etmeye karşı değil. Öte yandan ordu çok ulusluluğu kötü bir Osmanlı mirası ve yabancı devletlerin müdahalelerinin ve bölünmenin zemini olarak algılıyor. Bundan dolayı da laiklik ve milliyetçilik yoluyla yaratılacak homojen bir Türk ulusuna vurgu yapıyor.
AKP, Türkiye'yi çok uluslu bir devlete dönüştürmek için gereken hazırlıkları yaptı. Böylesi bir devlette "üç engel"i tartışmak tabu olmaktan çıkacak. Ancak, bu dönüşümün geleceği AKP ile ordu arasındaki iktidar mücadelesini kimin kazanacağına bağlı.
RUSYA BASINI
KOMMERSANT: "TÜRKİYE, 301. MADDEYİ DEĞİŞTİRMEYE HAZIR"
MOSKOVA, 08/11(BYE)--- Tirajı günde 120 bin olan liberal eğilimli Kommersant gazetesinin 8 Kasım 2007 tarihli sayısında, Aleksandr Reutov imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:
Türkiye'deki yetkililer, "Türklüğe hakareti" suç sayan Türk Ceza Kanunundaki 301. maddenin değiştirilmesine karar verdiler. Ankara, bu madde yüzünden öteden beri eleştiriliyor. Uzmanlara göre, 301. madde ifade özgürlüğünü kısıtlıyor.
Türkiye Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin salı günü yaptığı açıklamada, söz konusu maddenin değiştirilmesini öngören yasa tasarısının gelecek hafta parlamentoda ele alınacağını belirtti. Fakat, insan hakları savunucularına göre, 301. maddenin tamamen kaldırılması gerekiyor. Çünkü bu madde, yetkililere, farklı düşüncelere sahip kişilerin takip edilmesi için geniş yetki veriyor.
Gerçekten de bazı ünlü gazeteci ve bilim adamlarına karşı bu maddeden dolayı defalarca dava açıldı ve bu kişilerin tamamı "Türklüğe hakaretle" suçlandı. Örneğin, Nobel ödülü sahibi yazar Orhan Pamuk ve Ermeni kökenli gazeteci Hrant Dink de, suçlanan kişiler arasında yer alıyor. Yazar Orhan Pamuk, bu cezadan kurtulmak için ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Gazeteci Hrant Dink ise ocak ayında, İstanbul'da çalıştığı gazetenin ofisi önünde öldürüldü. Uzmanlara göre, Dink'in 301. maddeden dolayı yargılanması, onun, Türkiye'deki radikal milliyetçilerin hedefi haline gelmesine neden oldu.
Oysa Ankara, bu maddenin değiştirilmesini isteyen insan hakları savunucularının seslerine uzun süre kulak vermedi. Hatta, bu madde gereği yargılananlar cezalandırılmadı, davalar belirsiz bir süre için ertelendi. Olaya AB el atınca, 301. maddeyle ilgili durum değişti. AB, üyelikle ilgili şartların tamamının yerine getirilmesini talep etti. Örneğin, Kürt sorununun çözülmesi ve insan hakları alanında gerekenin yapılması gibi. 2006 yılında da AB, Türkiye ile müzakere sürecini kısmen durdurmuştu.
Burada, şu gelişme çok ilginç: Türkiye'nin 301. maddeyi değiştireceğine ilişkin açıklama yapmasından birkaç saat önce, Brüksel'de AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Yıllık İlerleme Raporunu açıkladı. Olli Rehn raporda, Türkiye'den AB üyeliğiyle ilgili olarak, ifade ve inanç özgürlüğü ile Kürt nüfusunun hakları konusunda gerekli düzenlemeleri yapmasını istedi. Üstelik, Rehn, 301. maddede değişiklik yapılmadığı sürece, Yargı ve Temel Haklar başlığının açılmayacağını ifade etti. Anlaşılan, Türkiye, Olli Rehn'in isteklerine kulak verdi.