ENGLISH
  Güncelleme: 15/09/2021

Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AB Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı Dünya Gazetesine Mülakat Verdi

Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AB Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı, Dünya Gazetesine Türkiye-AB ilişkileri hakkında bir mülakat verdi. Sözkonusu mülakat, gazetenin 15 Eylül 2021 tarihli sayısında “AB'nin Türkiye'ye bakış açısını değiştirme zamanı geldi” başlığı ile yayımlandı.

S: 18 Mart Mutabakatı nasıl başladı?

Suriye göç krizi ile Türkiye’nin AB için önemi bir kez daha anlaşıldı.

Türkiye düzensiz göç ve terörle mücadele konusunda önemli. AB 2016’da bu nedenlerle de Türkiye ile ilişkileri yeniden toparlayalım noktasına geldi.

O dönem 3 tane Türkiye-AB Zirvesi yapıldı. İlki Kasım 2015, diğer ikisi, 2016 Mart ayında. Üçüncü Zirvede 18 Mart 2016 Mutabakatı oluşturuldu. Zannediliyor ki bu Mutabakat sadece göçle ilgili. Bu sadece göçle ilgili değil. Göç bu mutabakatın 6 unsurundan biri. Evet bu mutabakatın oluşma nedeni göç krizidir. Göç krizi bu mutabakatın yapılmasını gerektirdi. Ancak Mutabakat yapılırken, Türkiye ve AB, 6 noktada uzlaşmaya vardı.

 İlk olarak, “Türkiye’nin üyelik müzakereleri yeniden canlandırılacak” denildi ve bu çerçevede aslında iki fasıl açıldı. Yani 2015-2016’yı birlikte ele alırsanız, o dönemde AB iki faslı açtı ama sonrası tıkandı.

AB, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerinden uzaklaştığı iddiasında. İlave fasılların açılması ve kapanması için, AB, Kopenhag siyasi kriterleri konusunda şüphe olmaması ve açılış ve kapanış kriterlerinin yerine getirilmesi gerekir diyor. İkinci alan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi (GBG). 18 Mart Mutabakatı, “Güncelleme müzakerelerine en kısa zamanda başlansın” diyor.  Bu karar Mart 2016’da veriliyor. Sonra Aralık 2016’da Avrupa Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi’nden yetki istedi. Türkiye ile GBG müzakerelerine başlamak için. O zaman Almanya ve Hollanda ile yaşanan siyasi gerginlik, sonrasında da Yunanistan ve GKRY ile Doğu Akdeniz ve Ege gerginliği nedeniyle Komisyon’a bu yetkiyi üye ülkelerin bakanları hala vermedi.  Dolayısıyla GBG müzakerelerine 2016’dan bu yana başlanamadı. Yani 18 Mart’ın ikinci unsuru dediğimiz Gümrük Birliği’nin güncellenmesi bekliyor. Üçüncü konu, vize serbestisi. O zaman hatırlayın AB, “Türkiye eğer kriterleri daha erken yerine getirmeyi başarabilirse, vize serbestisini Ekim’e değil Haziran 2016’ya çekelim” dedi. AB önerdi bize bunu.  Biz o zaman 65 kriteri yerine getirmiştik. Sonrasında 15 Temmuz FETÖ hain darbe girişimi süreci tıkadı. O tarihten bu yana 1 kriter daha yerine geldi. Son 6 kriter üzerindeki çalışmalar devam ediyor.

Bu altı alan, terörle mücadele mevzuatının gözden geçirilmesi, kişisel verilerin korunması sisteminin ve kurumunun Avrupa standartlarıyla uyumlu olması, Avrupa Polis Örgütü ile operasyonel işbirliği anlaşması, tüm üye ülkelerle adli işbirliği mekanizması oluşturulması,  Greco tavsiyelerinin (Avrupa Konseyi’nin yolsuzlukla mücadele ve saydamlıkla ilgili tavsiyelerinin) yerine getirilmesi ve AB ile geri kabul anlaşmasının tüm yönleriyle uygulanması ile ilgili.

Dolayısıyla Türkiye’nin bu 6 kriterdeki ilerlemesi devam ediyor.

18 Mart Mutabakatında, Türkiye Avrupa Birliği Üst Düzey Diyalog Toplantıları ve Türkiye-AB Zirvelerinin düzenli aralıklarla yapılması var. Burada aslında Türkiye’nin yerleşik 5 tane üst düzey diyalog mekanizması vardı; ekonomi, ulaştırma, enerji, tarım ve dış politika. AB ile bunların sık ve düzenli olarak yapılması konusunda mutabık kalmıştık. İlgili Türk Bakan ve AB Komiserleri düzenli olarak bir araya gelecek.

Mutabakatın bir başka unsuru, terörle mücadelede yakın işbirliği. Türkiye ve AB terörle mücadele konusunda farklı bakış açılarına sahip. Türkiye terörden çok canı yanmış ülke olarak daha katı politikalar izlemek zorunda. AB ise olay şiddete dönüşene kadar veya kendi canı yanana kadar bir şey yapmıyor. Burada istediğimiz ölçüde işbirliğini başaramadık. Bir boyutu PKK. AB PKK’yı terör listesinde tutuyor ama fiiliyatta PKK AB ülkelerinde propaganda yapıp bayrak açabiliyor. FETÖ konusunda da AB, bunun bir suç örgütü olabileceğini, yasa dışı işler yapabileceğini daha yeni yeni anlamaya başladı. Burada da tam aynı noktada değiliz, çünkü AB makamları “bu kişiler AB ülkelerinde suç işleyene kadar bir şey yapamayız” diyorlar. DEAŞ konusunda ise tutumlarımız çok yakın.

Altıncı unsur ise göç. Türkiye’de ve AB’de insanlar 18 Mart deyince sadece göçü anlıyorlar. Diğer 5 konuyu 18 Mart Mutabakatının temel ayakları olarak görmek istemiyorlar. 18 Mart’ı güncelleyelim deyince biz sadece göç konusunda işbirliği değil, aynı zamanda “katılım müzakereleri yeniden canlansın” diyoruz;  üst düzey diyalog toplantıları yeniden başlasın, GB güncelleme müzakereleri derhal başlasın ve terörle mücadelede daha ciddi adımlar atalım diyoruz. Vize serbestisi konusunda AB biraz daha teşvik edici olsun, biz de kararlı adım atıp son 6 kriteri bir an önce yerine getirelim diyoruz.

Bunun yanı sıra göç işbirliğini de kast ediyoruz. Göç anlaşmasının AB bakımından 4 boyutu var, Türkiye açısından ise 2. Göçte bizim sorumluluğumuz, yani Türkiye’nin verdiği taahhüt, birincisi engelleme ve ikincisi ise Yunan adalarına hala yasadışı geçebilen insan olursa bunları geri kabul. Bu iki sözümüzü biz yerine getirdik. 2015’te neredeyse günde 7000 kişi geçiyordu, şimdi bu sayı 70’e kadar düştü. Yılda 2-2,5 milyon insan geçebilecekken, bu sayı yılda 60 bine kadar çekildi. Çok ciddi bir başarı oranı bu.

AB ise 4 söz verdi. Birincisi Yunan adalarına yasadışı geçmiş ve Türkiye’nin bu adalardan kabul edeceği her kişi karşılığında AB de Türkiye’den bir Suriyeli alma taahhüdünde bulundu. Yunanistan’ın geri gönderdiği kişi sayısı 2 bin 300 civarında. Bunun karşılığında AB 29 bin kişi aldı. Yani 1-1 olarak adlandırılan uygulamada AB’nin sözünü tuttuğunu söyleyebiliriz. Ancak bu rakam 4,2 milyon yabancıya ev sahipliği yapan Türkiye için devede kulak. İkinci söz ise AB, 3+3, 6 milyar Avro’yu 2018 yılına kadar seferber edeceğini söyledi. Biz bunu bu para 2018 sonuna kadar harcanmalı diye algılıyoruz. Bugün itibarıyla 6 milyar Avro’nun en fazla 4 milyarı harcandı veya Suriyelilere ulaştı. 2 milyar hala harcama sürecinde. 6 milyarın tamamı projelendirildi, nereye harcanacağı belli ancak fon akışı yavaş ve bu tutar yeterli değil. Zira Suriye göç krizinin Türkiye’ye maliyeti 40 milyar Avro civarında. 450 milyon nüfuslu AB’nin Türkiye’deki Suriyelilere tahsis ettiği rakam 6 milyar Avro, 82 milyonluk Türkiye’nin yaklaşık 40 milyar Avro. Bizce AB mali destek sözünü tam olarak yerine getirmiyor.

AB’nin göç bağlamında üçüncü sözü, Gönüllü İnsani Kabul Programı (GİKP)  başlatmasıydı. Türkiye’den her yıl belli sayıda göçmenin üye ülkelerce gönüllü olarak alınması. Bu program yasal göç zemini oluşturmak bakımından önemliydi.

Bu göç anlaşmasıyla şu mesaj verildi: “Suriyeliler boşuna yasadışı olarak Yunan adalarına gitmeyin. Giderseniz geri gönderileceksiniz, eğer Türkiye’de sabrederseniz AB size mali yardımda bulunacak, ayrıca AB’nin başlatacağı resmi kabul programı ile yani GİKP ile yasal olarak gidebileceksiniz.”

Normalde insanları otomatik olarak geri gönderemezsiniz. AB açısından bu işin meşru gösterilebildiği temel dayanak GİKP olacaktı. Ancak AB bunu da başlatamadı. Çünkü birkaç üye ülke bloke etti, kesinlikle bir kişi dahi almayacaklarını söyleyen ülkeler var. Sonuçta AB söz verdiği ve bizimle iki yıl müzakere ettiği Gönüllü İnsani Kabul Programını da başlatamadı.

Dördüncü olarak 18 Mart Mutabakatının 9’uncu maddesi gereği, AB ve üye ülkeler ülkemizle birlikte Suriye’nin kuzeyinde daha iyi yaşam koşulları oluşturmak için ortak çaba gösterme sözü vermişlerdi ki, bu sayede insanlar Suriye’nin kuzeyine dönüş yapabileceklerdi.

Bu konuda AB bizimle ortak bir adım atmadı. Aksine, bizim bölgedeki harekatlarımızı ve müdahalelerimizi işgal olarak veya “Kürtlere” saldırı olarak gördü. Veya harekatlarımızdan dolayı göçün artacağını düşündü.  Barış Pınarı harekatından sonra yine bazı AB ülkeleri “ambargo uygulayacağız, silah ihracatını durduracağız” deyince Türkiye de AB’ye 18 Mart Mutabakatını AB’nin yerine getirmediğini hatırlatarak, kendi taahhütlerini gözden geçirmeye başladı.

İşin doğrusu şu anda 18 Mart Mutabakatı birçok yönüyle donmuş durumda ve yeniden canlandırılması gerekiyor. 9 Mart 2020’de Sayın Cumhurbaşkanımız, AB Konseyi ve Komisyon Başkanları Michel ve von der Leyen, 18 Mart Mutabakatının tüm yönleriyle, yani 6 bileşeniyle gözden geçirilmesi konusunda mutabık kaldılar.

AB’nin hassasiyeti daha çok göç açısındandı. Bizim açımızdan göç ve diğer 5 konu var. Türkiye-AB ilişkilerinde yeni dönem başlatalım ve bu 6 unsurun hepsini hazırlık durumlarına göre adım adım canlandıralım dedik.

Ancak, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs gelişmeleri yaşanınca GKRY ve Yunanistan hemen bu süreci frenlemeye başladı. Ardından pandemi başladı, hareketlilik durdu. AB, göçmen hareketliliği de yavaşlayınca durumu çok fazla sahiplenmedi.

Önümüzdeki 15-20 yıl içinde en az 100 milyon insanın pandemi, iklim değişikliği ve çatışmalar nedeniyle Afrika, Ortadoğu ve Asya’dan Batı’ya doğru yöneleceğini gösteriyor.

Şimdi Afganistan’da ikinci Taliban dönemi ile birlikte göç konusu yine ciddi şekilde gündemde.

S: Avrupa Birliği ile önümüzdeki dönem neler olabilir?

AB Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege sorunları bağlamında önce Türkiye’ye karşı yaptırım gücünü denedi. Bunun işe yaramayacağını, uygulanabilecek yaptırımın kendisine de ciddi zarar vereceğini gördüğü için yaptırım dilini son dönemlerde kullanmıyor. Daha yapıcı bir yola girmek istiyor. Ancak burada da yine Kıbrıs ve Doğu Akdeniz, Ege konuları engelleyici noktada.

AB mevcut durumda çok önemli bir adım atmayacak. Türkiye’deki gelişmeleri izleyecek, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerini izleyecek. Kopenhag siyasi kriterleri bağlamında Türkiye’ye bakacak.

Kopenhag kriterleri hem üyeler hem aday ülkeler için geçerli. Aday ülkelerin üyelik müzakerelerine başlayabilmeleri için Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmiş olmaları gerekiyor. Polonya ve Macaristan’da atılan siyasi ve hukuki adımlardan dolayı AB, bu iki ülkeyi Kopenhag siyasi kriterlerinden uzaklaşmakla suçladı ve uyardı. Sonunda bu iki ülkenin AB Bakanlar Konseyinde oy kullanma haklarının ellerinden alınması için oylamaya gidildi. Bunun için oy birliği gerekiyordu. Oylamada,  her iki ülke birbirini kolladı. Yoksa bu iki ülke oy kullanma haklarını yitirebilirdi. Öte yandan yine aynı nedenle AB bütçesinden, bu iki ülkeye aktarılacak fonlarda kesintiye gidilmesi de gündemde. AB Kopenhag siyasi kriterlerinde çifte standart uygulamıyor, yani kendi üyelerine de aday ülkelere de uyarıda bulunuyor.

S: Almanya seçimleri AB’yi ve Türkiye-AB ilişkilerini etkiler mi?

Almanya seçimleri önemli. Almanya AB bütçesinin neredeyse yüzde 20’sini tek başına ödeyen ülke. AB içindeki en belirleyici ülkelerden birisi. Başbakan olarak gelecek kişinin ne kadar Avrupacı, ne kadar ulusçu olacağı belirleyici olacaktır. 26 Eylül seçimlerinden sonra oluşturulacak Koalisyonun rengine bakılacak.

Almanya’da geçmişte sosyal demokratlar ve yeşiller, Türkiye’nin AB üyeliğini savundular. Shröder döneminde önemli gelişmeler kaydetmiştik.

Almanya’da mevcut koşullarda Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını söyleyen partiler de var. Biz de zaten üyelik koşullarını yerine getirmiş bir Türkiye’nin AB’ye üye olmasından bahsediyoruz. Biz öyle bir Türkiye’nin çok daha ileri, güçlü ve saygın bir Türkiye olacağına ve AB’nin de böyle bir Türkiye’yi üye yapmak isteyeceğine inanıyoruz. Türk halkının büyük bir kesimi de AB üyeliğini olumlu görüyor ve destekliyor.

 


Diğer Haberler

Image
 
Image
 
Image
 
Image
 
Image
 

Güncelleme: 15/09/2021 / Hit: 4,609

Copyrights © 2023 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2023 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı